Bizi Takip Edin

AVRUPA

Rusya’ya karşı Batı silahlarıyla saldırı için yetki verilmesi ne anlama geliyor?

Yayınlanma

Batılı politikacıların ne kendi ülkelerinin ne de NATO’nun Rusya ile savaş halinde olmadığına dair tüm yeminlerine rağmen, artık NATO ile Rusya arasında savaş haline geçildiğini inkâr eden pek yok. Gerilimin başından bu yana Batı, Ukrayna’ya sadece silah tedarik etmek ve askerlerini eğitmekle kalmadı, ABD’nin defalarca açıkça itiraf ettiği gibi NATO generalleri de muharebe harekâtlarının planlanmasına dahil oldular ve Kiev’e askeri istihbarat verileri de sağladılar.

16 Mart 2022’de, Rusya’nın Ukrayna’daki askeri müdahalesinin başlamasından yaklaşık üç hafta sonra Alman Federal Meclisinin Bilimsel Hizmetler Dairesi, bir devletin Rusya-Ukrayna çatışmasında ne zaman savaşan taraf haline geldiği sorusunu incelediği 12 sayfalık bir rapor yayımlamıştı. Raporda, ABD’nin Ukrayna’ya sadece gerçek zamanlı istihbarat bilgisi sağlamakla ve vuracağı hedefleri seçmesine yardımcı olmakla kalmayıp, aynı zamanda askeri planlamaya da aktif olarak dahil olduğu resmi olarak teyit edilmişti.

Şimdi ABD’nin ardından Almanya da Ukrayna’ya belirli koşullar altında Rusya topraklarındaki hedeflere karşı Batı tarafından tedarik edilen silahları kullanma yetkisi verdi.

Hükümet sözcüsü Steffen Hebestreit’e göre bu uluslararası hukuka uygun: “Son haftalarda Rusya, Harkov’daki mevzilerden, özellikle de doğrudan komşu Rus sınır bölgesinden saldırılar hazırladı, koordine etti ve gerçekleştirdi.”

Sözcü, “Bu amaçla tedarik edilen silahları, bizim tarafımızdan tedarik edilenler de dahil olmak üzere, uluslararası hukuk yükümlülüklerine uygun olarak kullanabilir,” dedi.

ABD de Rusya’daki hedeflere yönelik olarak Amerikan silahlarının kullanılmasına sınırlı ölçüde izin vermişti. Politico ve yayın kuruluşu CNN, bunun sadece Ukrayna’nın doğusundaki Harkov kentini savunmak için yapılan karşı saldırılar için geçerli olduğunu bildirdi. Hükümet sözcüsü, Alman hükümetinin desteğini “en yakın müttefiklerle birlikte ve Ukrayna hükümetiyle yakın diyalog içinde” savaşın gelişimine sürekli olarak uyarladığını açıkladı.

Pistorius: Stratejimizi duruma adapte ettik

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, kararı “değişen duruma stratejik bir adaptasyon” olarak nitelendirdi.

Moldovalı meslektaşı Anatolie Nosatii ile Kişinev’de bir araya gelen Pistorius, “Bu doğru bir karardır. Putin’in Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın başından bu yana hep yaptığımız şey buydu. Duruma adapte olduk ve stratejimizi buna göre ayarladık,” dedi.

Bundestag’ın Savunma Komisyonu Başkanı ve Alman silah lobisinin sözcüsü Marie-Agnes Strack-Zimmermann, dpa haber ajansına yaptığı açıklamada “Alman hükümetinin kararı mantıklı ve Rusya’nın mevcut hedefleri göz önüne alındığında önemli bir sinyal,” dedi.

Muhalefetteki CDU da bu kararı onayladığını açıkladı. CDU/CSU meclis grup başkan yardımcısı Johann Wadephul, dpa’ya şunları söyledi: “Alman hükümetinin Ukrayna’yı desteklemek için pek çok müttefikimiz ve ortağımızın da izlediği çizgiyi benimsemesi iyi ve doğru. Bu karar çok uzun zaman aldı ama şimdi sonuç önemli, çünkü Ukrayna’daki askeri durum ciddi.”

Scholz: Rusya ile gerilimi tırmandırmaktan kaçınmalıyız

Geçen hafta Erfurt’taki Katholikentag’da bulunan Şansölye Olaf Scholz, kararla alakalı muğlak konuştu.

Scholz, “Büyük savaştan, yani Rusya ile NATO arasındaki savaştan kaçınmalıyız. Aynı zamanda Ukrayna’nın bağımsızlığını ve egemenliğini savunabilmesini sağlamalıyız,” ifadesini kullandı.

Şansölye ayrıca “müttefik oldukları ülkelerle dikkatli bir şekilde koordinasyon içinde olmaları” gerektiğini de vurguladı.

Salı günü Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile bir araya gelen Scholz, Ukrayna’nın “uluslararası hukuk çerçevesinde tüm seçeneklere başvurabileceğini” söylemişti. Scholz, Almanya’nın tedarik edilen silah sistemleri için bunu yasakladığına dair basında çıkan haberleri de reddetmişti.

Diğer yandan Alman hükümetinin sözcü yardımcısı Wolfgang Büchner, “Ukrayna’ya silah sağlayarak savaşın bir parçası olmayacağımız ve savaşın bir tarafı olmayacağımız her zaman açıktı,” diyerek bunu reddetti.


Rusya Federasyonu’na karşı Batı silahlarıyla saldırı için yetki verilmesi ne anlama geliyor ve sonuçları neler olacak?

Strana.ua (Rusçadan İngilizceye çeviren: Geoffrey Roberts)

31 Mart 2024

Batılı ülkelerin Rusya Federasyonu topraklarında kendi silahlarıyla saldırılar düzenlenmesine izin veren bir dizi beyanı, kısmen askeri zorunluluktan ileri geliyor.

Örneğin, Belgorod oblastının sınır bölgelerine 80 kilometreye kadar menzile sahip HIMARS füzelerinin konuşlandırılması ya da Rusya üzerindeki uçakları düşürmek için Batı tarafından tedarik edilen hava savunma sistemlerinin kullanılması, çatışmaların gidişatı açısından elbette bir anlam ifade edecek olsa da bu, konunun tartışılmasının yaratacağı etkilerin boyutuyla orantılı değil. Çekya ya da Polonya’nın kendi silahlarıyla saldırmasına izin vermek de pek bir fark yaratmayacaktır [Belgorod oblastına yönelik bombardımanlarda daha önce düzenli olarak Çek “Vampir’lerini” kullanılmıştı].

Ciddi etkilerden biri [belirleyici olmasa da] uzun menzilli füzelerle saldırıya izin verilmesi olabilir ama bu yönde bir izin henüz gelmedi.

Dolayısıyla bu aşamada meselenin Batı’da desteklenmesi askeri olmaktan çok enformasyonel ve siyasi bir egzersiz.

Amaçlar şöyle;

1. Ukrayna’ya verilen desteğin değişmediğini göstermek, zorlu cephe koşulları altında Ukrayna toplumunda mücadele ruhunu ve zafere olan inancı teşvik etmek.

2. Putin’in “kırmızı çizgilerin aşılmasına” tepki vermemesinin beraberinde Rusya içindeki durumu “istikrarsızlaştırmaya” çalışan “öfkeli vatanseverlerin” öfkesini uyandırmak.

3. Rusya’yı Suma oblastına ya da Kiev’e saldırarak cephe hattını genişletmemesi konusunda uyarmak [Batı basını, Rusya’nın yeni istikametlere saldırmaya çalışması halinde silah izninin uzatılabileceğini bildiriyor].

4. Batı’daki tereddütlü güçlere Rusya’nın tehditlerinden korkulmaması gerektiğini, yani adım adım ilerlemenin mümkün olduğunu göstermek: Rusya topraklarına uzun menzilli füzelerle saldırı yetkisi vermek, Scholz’u Taurus’lar konusunda ikna etmek, uçak ikmalini artırmak ve hızlandırmak, ardından Batı Ukrayna üzerinde uçuşa yasak bölge ilan etmek, ardından NATO birliklerini göndermek vs.

Bu sonuncusu “savaş partisinin” ana görevi. Bu parti uzun zamandır Rusya’nın nükleer tehditlerinden ve Moskova’nın “kırmızı çizgilerinden” korkmaya gerek olmadığını, bunun yerine asker göndermeye kadar varan “azami” tedbirler alınması gerektiğini savunuyor. Bu “parti”, Putin’in nükleer bir saldırı başlatmaya cesaret edemeyeceğini kanıtlıyor.

Ancak Rusya’nın da kendi “savaş partisi” var ve “sözlerden eylemlere geçiş” — Batı’ya nükleer silah kullanma tehdidinde bulunan bir ültimatom— ya da “niyetin ciddiyetini” göstermek için Ukrayna’ya [hatta bir Avrupa ülkesine] karşı göstermelik olarak konuşlandırma ve ardından nükleer savaştan korkan ABD ve AB’nin Rusya ile anlaşmaya varacağı inancıyla Batı’ya koşullar dayatma (“Küba Füze Krizi 2.0”) çağrısı yapıyor.

“Parti”, uzun zamandır bunu talep ediyor. “Kırmızı çizgilerimiz nerede” sorusu düzenli olarak soruluyor.

Batı’nın Rusya’ya karşı kendi silahlarıyla saldırılmasına izin vermesi ve daha sonra NATO ülkelerinin savaşa katılımını arttıracak adımlar atması, Rusya’daki “savaş partisi” destekçilerine yarayan bir argüman. Bunlar Kremlin’in karar alma mekanizmasını çarçabuk etkilemeyebilir ama her yeni adımla birlikte bu ihtimal, özellikle de Putin ve Medvedev düzenli olarak “nükleer” seçeneğin mümkün olduğunu açıklıyorken, artıyor.

Asıl sorun hem Rusya’daki hem de Batı’daki savaş partisinin yanlış çıkabilecek varsayımlarda bulunuyor olması.

Batılı savaş partisi, Putin’in NATO’nun artan saldırganlığına karşılık olarak nükleer silah kullanmaya karar vermeyeceğine inanıyor.

Rusya’nın savaş partisi ise Batı’nın nükleer savaşa girmeye cesaret edemeyeceğini ve bu nedenle tehdit edilmesi halinde [bir ültimatom veya “göstermelik” nükleer saldırısı sonrasında] Moskova’nın ayağına geleceği görüşünde.

Ancak her iki varsayım da gerçekleşmeyebilir ve insanlık için feci sonuçlar doğuracak gerçek bir nükleer savaş başlayabilir.

Asıl soru, tüm tarafların yakın gelecekte bunu durduracak istihbari ve siyasi iradeye sahip olup olmayacağı.

AVRUPA

Meloni: Trump düşman değil, ‘pragmatik’ bir AB yaklaşımı gerek

Yayınlanma

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, 19-20 Aralık’ta yapılacak Avrupa Konseyi toplantısı öncesinde, AB’nin Donald Trump yönetimine karşı pragmatik bir yaklaşım sergilemesi ve NATO’da AB’nin rolünün Amerika’nınkine denk olacak şekilde güçlendirilmesi çağrısında bulundu.

Meloni 17 Aralık Salı günü İtalyan parlamentosunda yaptığı konuşmada ABD’ye karşı “pragmatik, yapıcı ve açık bir yaklaşımın” önemine dikkat çekti. Meloni, AB-ABD işbirliği alanlarından yararlanılmasını ve “her iki tarafa da zarar verecek” ticari anlaşmazlıkların önlenmesi için çalışılmasını önerdi.

“Merkez sol” Demokratik Parti’den (PD) bir milletvekilinin sorusunu yanıtlayan Meloni, ABD’nin seçilmiş başkanının “düşman” olarak nitelendirilmesini reddetti.

Meloni, “Korumacı iktisadi politikalar konusunda endişeler varsa, ki bundan kaçınmak için kesinlikle çalışmalıyız, birini düşman olarak tanımlayarak bir diyalog başlatmanın bunu başarmaya yardımcı olacağına inanmıyorum,” dedi.

Avrupa’nın savunması konusunda ise Meloni, NATO çerçevesinde daha güçlü ve daha özerk bir Avrupa’ya ihtiyaç olduğunu belirtti. Meloni, Avrupa’nın NATO içinde “ağırlık ve saygınlık bakımından” Amerika’nınkine denk bir Avrupa ayağı oluşturmayı hedeflemesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

İtalyan lider, “Atlantik İttifakına olan bağlılığımız güvenliğimizin temel taşı olmaya devam etmektedir, fakat Avrupa bu ittifak içerisinde daha büyük bir rol üstlenmeyi hedeflemelidir,” ifadelerini kullandı.

İtalyan başbakanı çarşamba günü Fransız, Alman, Polonyalı, İngiliz ve Ukraynalı liderler ve NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ile birlikte “Weimar Plus” zirvesi için Brüksel’de olacak.

Meloni ayrıca muhalefetin İtalya’nın AB içinde yalnızlaştığı yönündeki iddialarını da reddederek “gerçeklerin bunun tam tersini gösterdiğini” söyledi.

Örneğin Meloni, Raffaele Fitto’nun Avrupa Komisyonu başkan yardımcısı olarak atanmasının, daha önce AB içinde muhafazakârları bir kenara iten cordon sanitaire’i kırdığını söyledi.

Mercosur anlaşmasıyla ilgili olarak Meloni, İtalya’nın uygun bir denge olmadan bu anlaşmayı desteklemeyeceğini vurguladı. Meloni, “İtalya, Batılı olmayan küresel aktörlerin etkisi altına girme riski taşıyan bizimkine benzer bir kıta olan Latin Amerika’ya yatırım yapma fırsatları görüyor,” dedi.

Bununla birlikte, anlaşmanın “diğer ülkeler bizim üreticilerimize uyguladığımız gıda standartlarına uymadıkları için genellikle en yüksek maliyetlere katlanan” tarım sektörünü ele alması gerektiği konusunda uyardı.

Suriye konusuna da değinen Meloni, Beşar Esad yönetiminin düşmesini “iyi haber” olarak nitelendirdi fakat ülkenin geleceğine ilişkin endişelerini de dile getirdi.

Meloni, “Şam’da açık bir büyükelçiliği bulunan tek G7 ülkesi olan İtalya, Suriye’nin yeni liderliğiyle ilişki kurmaya hazır,” dedi.

Yeni Suriye hükümetinden gelen “cesaret verici ilk sinyalleri” kabul etmekle birlikte Meloni ihtiyatlı olunması çağrısında bulundu. İtalyan lideri, “Sözleri eylemler takip etmeli; yeni yetkilileri eylemlerine göre yargılayacağız,” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten “enerji kablosu” projesine Alman elektrik reformu şartı

Yayınlanma

İsveç, Berlin’in elektrik piyasasını yeniden düzenleyerek denizaşırı ülkelerden daha düşük maliyetli elektrik çekmeyi durdurması halinde Almanya’yı güney İsveç’e bağlayacak bir elektrik kablosu projesini onaylamaya hazır olduğunu açıkladı.

İsveç Enerji Bakanı Ebba Busch Financial Times’a (FT) yaptığı açıklamada, Almanya ve İsveç elektrik piyasalarını birbirine bağlaması planlanan 700 megavatlık Hansa PowerBridge projesinin “Almanya kendi sistemini düzene sokana kadar” erteleneceğini söyledi. 

Busch, Almanya’nın iç elektrik piyasasını, şebekelerinin verimliliğini artıracak ve fiyatları düşürecek ihale bölgelerine ayırması halinde İsveç hükümetinin proje üzerinde “harekete geçmeye hazır olacağını” da sözlerine ekledi.

Bu tür reformların, Almanya’nın İsveç’in büyük ölçüde hidroelektrikle üretilen daha ucuz elektriğini çekmesini ve İsveçli tüketiciler için maliyetlerin artmasını önleyeceği düşünülüyor.

Elektrik, şebekeler üzerinde en yüksek fiyat talebinin olduğu yere doğru akıyor. İsveç’in şebekesi halihazırda Baltık Denizinin altından geçen bir enterkonnektör aracılığıyla Almanya’ya bağlı.

Avrupa’daki elektrik fiyatlarına ilişkin tartışmalar, AB üyesi ülkelerin Rus gazı ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak için sisteme hava koşullarına bağlı yenilenebilir enerji eklemek için acele etmeleri nedeniyle bu yıl giderek hararetlendi.

Bu durum, güneşin parladığı ve rüzgârın estiği dönemlerde önemli ölçüde fazla üretime yol açarken, güneş ya da rüzgârın olmadığı zamanlarda da üretimin çok düşük olduğu dönemleri beraberinde getirdi. Sonuç olarak birçok ülkede fiyatlar son derece dalgalı bir seyir izledi.

Busch, geçtiğimiz çarşamba ve perşembe günleri İsveç’in güneyinde fiyatların “eksi fiyatlardan” kilovat saat başına yaklaşık 1 avroya sıçradığını söyledi. Busch, bunun yatırım için “çok zor bir durum yarattığını” da sözlerine ekledi.

Yaz aylarında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Yunanistan’daki açıklanamaz yüksek faturalarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve bloğun enerji sistemini daha iyi incelenmesi gereken bir “kara kutu” olarak tanımlamıştı.

Mitsotakis, “İyi işleyen ve yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekten yararlanan bir enerji piyasasına sahip olmak istiyorsak, bu konulara bakan ve müdahale etme kapasitesine sahip bir tür Avrupa düzenleyicisi düşünmeliyiz,” dedi.

AB’nin enerji düzenleyicisi Acer pazartesi günü, elektrik şebekesi maliyetlerinin 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği ve mevcut şebekelere daha fazla yük bindikçe “elektrik faturalarının genel karşılanabilirliğini tehlikeye atacağı” uyarısında bulundu.

Norveçli politikacılar geçen hafta, ülkedeki elektrik fiyatlarının 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşması üzerine, Norveç ile Danimarka, Almanya ve Britanya arasındaki enterkonektörleri gözden geçirmek istediklerini söyledi. O zamandan bu yana fiyatlar aralık ayı için rekor düşük seviyelere geriledi.

Oslo’nun endişelerine atıfta bulunan Busch, “dünyanın geri kalanının bir parçası olmayı seven açık, ilerici bir ülkenin bu birbirine bağlı enerji sisteminin bir parçası olmak istemeyebileceğimizin sinyalini vermesinin Avrupa için üzücü bir an olduğunu” söyledi.

Busch, Almanya’nın yüksek fiyatlarının sorumlusu olarak nükleer santrallerini kapatma ve 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima kazasının ardından AB düzeyinde nükleere verilen desteğe karşı çıkma kararını gösterdi.

İsveç de bir önceki hükümet döneminde benzer bir karar almış aöa politikasını değiştirerek Avrupa düzeyinde nükleer enerjinin en güçlü savunucularından biri haline gelmişti.

İsveç’in kendi enerji sistemi, ülkenin hidroelektrik santrallerinin çoğunun bulunduğu kuzeyden zayıf iletim bağlantıları olduğu için genellikle büyük bölgesel fiyat farklılıklarından muzdarip.

Geçtiğimiz hafta Volvo Cars, Volvo Trucks ve SKF’ye ev sahipliği yapan Göteborg’daki tüketiciler elektrik için kuzeydeki Luleå kentindekilerden 190 kat daha fazla ödedi.

FT’ye konuşan İsveç’in önde gelen bir şirket yöneticisi, “Enerji politikamız umutsuz. Eğer işleri kısa sürede yoluna koymazsak, sanayinin büyük bir kısmı sıkıntıya girebilir,” dedi.

Busch, Avrupa’nın nükleer enerji konusunda “siyasi mücadelelere” girmeyi bırakması ve sistemi istikrara kavuşturmak için teknolojiye daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Busch, nükleer karşıtı Yeşiller partisinin üyesi Alman Enerji Bakanı Robert Habeck’i kastederek, “Hiçbir siyasi irade fiziğin temel kurallarını geçersiz kılamaz, Dr. Robert Habeck bile,” dedi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

AB’den Rusya’nın Baltık Denizi’ndeki tankerlerini alıkoyma tehdidi

Yayınlanma

12 İskandinav ve Baltık ülkesi, Baltık Denizi üzerinden Rus petrolü taşıyan tankerlerin operasyonlarını yakından izlemeye başlayacak.

Birçoğu hurdaya ayrılmaya hazır olan bu “şaibeli” gemiler, sigorta geçerliliği ve uygunluğu açısından denetime tabi tutulacak.

Yaptırımları ve sigorta koşullarını ihlal eden gemiler ciddi cezalarla karşı karşıya kalacak.

Estonya Başbakanı Kristen Michal, Reuters ajansına yaptığı açıklamada, “Gemiler iş birliği yapmazsa şu adımlar atılacak: Yasaklı gemiler listesine alınacaklar ya da belirli bölgelerde alıkonulacaklar,” dedi.

Tallinn’deki toplantıda konuşan Michal, “Önemli olan, Rusya’nın gölge filosunu engellemek adına bu süreci sistematik bir şekilde yürütmektir,” ifadelerini kullandı.

Toplantıya, Baltık ve Manş Denizi’ndeki Rus gemilerini izleme programına katılmayı kabul eden 12 ülkeden 10’unun askeri ittifakı olan Ortak Seferi Birlik başkanları katıldı.

Birleşik Krallık, Almanya, Polonya, Hollanda, beş İskandinav ülkesi ve üç Baltık ülkesinden oluşan 12 ülke, gölge filonun operasyonlarını “bozmak ve caydırmak” amacıyla bir dizi tedbir üzerinde anlaştı.

Bu ülkelerden altısı -Birleşik Krallık, Danimarka, İsveç, Polonya, Finlandiya ve Estonya- Manş Denizi, Danimarka Boğazı, Finlandiya Körfezi ve İsveç ile Danimarka arasındaki boğazlarda gemilerin sigorta belgelerini kontrol etmeye başlayacak.

Danimarkalı yetkililer, geçtiğimiz yıl dar ve dolambaçlı Danimarka Boğazlarında yerel pilot hizmetlerini kullanmayı bırakan eski tankerlerin artan varlığından duydukları endişeyi dile getirdi. Bu arada, Bloomberg tarafından derlenen ve Argus Media‘dan alınan gemi takip ve fiyatlandırma verilerine göre, bu yıl içinde bu güzergâhtan yaklaşık 33 milyar dolar değerinde Rus petrolü taşındı.

Bu rakam, Rusya’nın toplam açık deniz petrol ihracatının yaklaşık yüzde 42’sine denk geliyor.

Salı günü Birleşik Krallık, Rus petrolünün taşınmasında kullanılan 20 gemiye yaptırım uygulayarak, bu gemileri daha önceki kısıtlayıcı tedbirleri ihlal etmekle suçladı. AB ise gölge filo kapsamındaki 52 gemiye yaptırım uygulayarak toplam yaptırım listesini 79’a çıkardı.

10 milyar dolarlık plan: Rusya’nın ‘gölge filosu’ yaptırımları nasıl atlatıyor?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English