Bizi Takip Edin

ASYA

Şanghay Üniversitesi’nde Türkiye’nin BRICS başvurusu tartışıldı

Yayınlanma

24 Eylül’de Şanghay Üniversitesi Küresel Çalışmalar Enstitüsü, “Türkiye’nin Yeniden Asya Girişimi” ile ilgili bir çalıştay düzenledi.

Şanghay Üniversitesi Türk Çalışmaları Merkezi Direktörü Prof. Guo Changgang’ın moderatörlüğünde düzenlenen çalıştayda, Çin ve Türkiye’nin dış politikalarının yanı sıra, yükselen Küresel Güney, BRICS gündemi ve Türkiye’nin üyelik talebi konuşuldu.

Etkinliğin açılışını yapan Prof. Guo Changgang, “Ankara BRICS’e katılmak için başvururken, Türkiye’nin Asya politikasını konuşmak için iyi bir zaman” dedi ve Yeniden Asya Girişimi’ne vurgu yaptı.

Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gürol Baba, “Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) katılma ve ASEAN’da yer alma çabaları, Türkiye’nin Batı ve Doğu arasında bir ‘sarkaç’ pozisyonu sergilediğini gösteriyor” dedi. Türkiye’nin BRICS’e katılım adımının onu bölgede daha “görünür” bir aktör haline getireceğini söyleyen Gürol Baba, “Türkiye aktif bir orta güçtür. Benzer düşüncedeki güçlerle çalışması gerekir. Örneğin, Türkiye MIKTA grubunun kurucu üyesidir. BRICS de Türkiye’nin benzer düşüncedeki ülkeleri bulabileceği bir yerdir” değerlendirmesini yaptı. Baba, Türkiye’nin Doğu ve Batı’yı dış politikasında birlikte tutmak istediğini söyledi.

Fudan Üniversitesi’den Prof. Zou Zhigiang, “Türkiye, Asya politikasını dönüştürüyor. Bunun nedeni, ekonomik ve teknolojik açıdan kendine güvenen, rekabetçi ve her anlamda yükselen bir Asya’nın göz ardı edilememesidir. Türkiye, şu anda bölgedeki etkileşimini artırmayı hedefliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2022’de bir NATO ülkesi olarak ilk kez Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesine katıldı. Ayrıca, Türkiye’nin BRICS’e katılmak için başvuruda bulunduğu da doğrulandı” dedi. Prof. Zou, Türkiye’nin neden Asya’ya bu kadar büyük bir önem verdiğini ise 4 maddede özetledi:

  1. Batı ve Avrupa Birliği ile biriken hayal kırıklığı. Türkiye’nin AB üyeliğinin yakın gelecekte gerçekleşmeyeceği artık açık.
  2. Türkiye, stratejik özerkliğe bağlıdır. Dünya üzerinde merkezi bir güç olmak ve dengeli bir politika izlemek istiyor. Doğu ile Batı arasında bir merkez olmak, NATO üyeliğinden de vazgeçmemek istiyor.
  3. Dünyada ŞİÖ ve BRICS’in artan küresel etkisi ve cazibesi.
  4. Türkiye’nin iç ekonomisi zorluklarla karşı karşıya. Yeni ekonomik pazarlar ve sermaye girişi, Türkiye için hayati öneme sahip.

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nden Prof. Zhou Shixin ise Çin’in Asya politikasını ilişkin değerlendirmelerde bulundu:

“Çin, ABD tarafından en büyük tehdit olarak görülüyor ve bu nedenle ABD ve bazı müttefikleri tarafından engelleniyor ve dışlanıyor. Çin ve ABD arasındaki ilişkiler, Asya-Pasifik bölgesel güç kayması ve düzen geçişini iten en büyük unsurlardan biridir. Çin, Asya Pasifik’teki varlığını genişletiyor ve etkisini artırıyor. Çin, modern ve egemen bir ülke olarak hareket ediyor, toprak bütünlüğünü ve egemenlik bağımsızlığını savunmaya ve ulusal yeniden birleşmeyi sağlamaya büyük çaba gösteriyor. Çin ayrıca ABD ile barışçıl ve eşit şekilde bir arada yaşamaya ve etkileşimde bulunmaya çalışıyor, ancak ABD’yi zorlamaya çalışmıyor. Çin, “dostluk; samimiyet; karşılıklı fayda ve kapsayıcılık” ilkelerine dayalı olarak daha fazla bölgesel ülke ile güvenlik ve ekonomik ilişkileri güçlendirmeye çalışıyor. Çin, komşularıyla toprak anlaşmazlıklarını ilk olarak ikili diplomatik istişareler ve müzakereler yoluyla yönetmeye ve çözmeye çalışıyor.”

Türkiye’nin Asya Yeniden Girişimi’ni de değerlendiren Prof. Zhou, Ankara’nın Stratejik Derinlik Doktrini’ne dayalı olarak çok boyutlu dış politika istekliliğini sergilediğini söyledi ve şu önerilerde bulundu: “Türkiye, Güney Asya ve Kuzeydoğu Asya’dan daha fazla Güneydoğu Asya’ya odaklanabilir, Türkiye, Asya-Pasifik ülkeleri ile bir NATO üyesi olarak değil, egemen bir ülke olarak etkileşimde bulunabilir, hatta Japonya ve Güney Kore ile bile. Türkiye, güvenlik işbirliğinden ziyade daha fazla ekonomik işbirliğini teşvik edebilir, Türkiye, bir Asya ülkesi olarak Asean Bölgesel Forumu’na katılmak için başvurabilir ve AB’ye katılmadan önce Asya-Pasifik ülkeleri ile Güney Kore (1 Mayıs 2013), Malezya (1 Ağustos 2015) ve Singapur’un (1 Ekim 2017) ötesinde daha fazla STA müzakere edebilir. Sonuç olarak, Çin, Türkiye’nin bazı bölgesel ülkelerle daha fazla koordinasyon sağlamasına yardımcı olmaya isteklidir.”

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nden Prof. Zhou Yiqi, Çin’in Orta Doğu politikası üzerine konuştu:

Orta Doğu’da dört önemli taraf var: Arap ülkeleri, İsrail, İran ve Türkiye. Çin, buradaki büyük güçlerin çoğuyla ilişkilerini güçlendirdi. Ancak, Türkiye şu ana kadar Çin ile ortaklık anlaşmasına varmamış tek taraf olarak kalıyor. İki taraf arasındaki diplomatik ilişki: Stratejik işbirliği ilişkisi. Çin-İsrail ilişkisi oldukça kötü olmasına rağmen, hâlâ bir yenilikçi ortaklık ilişkisi mevcut. Dahası, Çin, İran ve Suudi Arabistan arasındaki çatışmayı başarıyla müzakere etti. Çin’in bu iki ülke arasındaki ortaklığı, onları bir araya getiren bir köprü haline geldi.

Geleneksel klişe, Çin’in sadece ekonomik meselelere ilgi duyduğu ve bölgedeki güvenlik konusunda bedavacı olduğu yönündedir. Ancak, İran ve Suudi Arabistan arasındaki arabuluculuğu ve Gazze’ye barış getirme çabaları sonrasında, Çin, Orta Doğu’daki güvenlik meselelerinde aktif bir aktör haline geldi. Ancak yine de, ABD’nin ittifakı pazarlık kozu olarak kullandığı çabalardan farklıdır. Çin, Orta Doğu’da her zaman oldukça adil olmuştur, bu yüzden güven kazanmıştır. Ancak aynı zamanda adaletin yanında durmaktadır, örneğin Filistin konusunda..

Türkiye’nin Yeniden Asya Girişimi hakkında da değerlendirmelerde bulunan, Prof. Zhou Yiqi, “Türkiye’nin Çin ile ilişkilerini geliştirmesi hayati önem taşıyor diye düşünüyorum. Çünkü Çin-Türkiye ilişkileri, Çin-İsrail ilişkilerinden bile daha zayıf. Çin, görünen belirsizlik karşısında istikrar arayışında. Ancak neden Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’ye geri dönüp aniden Çin’den ithal edilen elektrikli araçlara vergi artırımı yaptığını anlamıyorum. Bu tür meseleler Çin sosyal medyasında gündem oldu ve bu, halklar arası anlayış için kesinlikle olumlu değil” dedi.

Boğaziçi Üniversitesi’nden Dr. Selçuk Aydın, Türkiye’nin Asya ile ilişkilerine dair şu değerlendirmeleri yaptı:

“Modern Türkiye’nin kökenleri 19. yüzyılın başlarına kadar uzanır. O dönemdeki en büyük olay Yeniçerilerin kaldırılmasıydı. Yani Osmanlı İmparatorluğu bir dönüşüm geçirirken bu süreç “yeni” bir terimle ifade ediliyordu. 1920’lere baktığımızda yine “Yeni Türkiye” üzerine tartışmalar yapılıyordu. Erdoğan iktidara geldiğinde de tüm haberler “Yeni Türkiye” hakkındaydı. Aslında, Asya Türkiye için yeni bir şey değil; tarihsel, kültürel ve dini açıdan zaten bağlantıları var. Doktor Serdar’ın Uygur ve Sincan konularında çalıştığını düşünüyorum. Tarihsel olarak, bu bölge Türkiye ile oldukça bağlı ve etkileşim halindeydi.

İkinci olarak, Kuşak ve Yol Girişimi’ne Türkiye’nin katılımı büyük bir girişimdir. Türkiye’de Çin’e dair, Çin’de de Türkiye’ye dair bir gizem var. Türkiye burada nasıl algılanıyor peki? Çin için Türkiye kavramı muhtemelen NATO ile sınırlı. Sonrasında ise Sincan meselesi geliyor. Türkiye’nin Çin ile işbirliğini engelleyen iki önemli mesele var.

İlk olarak tartışmamız gereken adım, Türkiye’nin ABD’nin Orta Doğu’da yapmasını zorladığı şeylerden memnun olmaması. Özellikle Suriye olayı. Bu, diplomaside bir dönüm noktasıydı. Diğer bir örnek ise FETÖ olayıdır. Gülen’in ABD ile yakın ilişkisi vardı ve darbe girişimi yaşandı. Bu olaydan sonra Türkiye’nin diplomatik yönü değişti. Arap Baharı’ndan sonra Türkiye, ABD’nin Orta Doğu’daki liberal hareketleri desteklemediğini, sadece kendi çıkarlarına odaklandığını fark etti. Bunun ardından Türkiye, Orta Doğu meselelerine daha fazla dahil olmaya başladı; örneğin, yurtdışındaki askerî hareketleri Suriye, Azerbaycan ve benzeri yerlerde harekete geçti.

Türkiye’nin dış politikasını bu açılardan analiz etmeliyiz. Birincisi tarih, ki bu aynı zamanda dinle iç içedir. Osmanlı İmparatorluğu, Halifeliğin merkezindeydi. İkincisi ise ırksal boyuttur, bu da geç Osmanlı İmparatorluğu’ndan izler taşır. Bu yüzden Türk konsoloslukları, Türkiye’nin dış politikasının temel dayanağıdır. Türk politikasının üçüncü ayağı ise batı-dışı yaklaşımı desteklemektir. Bu, modern Türkiye’nin temelleriyle ilgilidir ve oldukça anti-sömürgecidir. Aynı zamanda Türkiye, coğrafi olarak batı ülkelerine yakındır ve tarihsel olarak onlarla işbirliği yapmıştır.

Türkiye’nin komşu ülkeleri, çoğunlukla iç savaş ya da çatışmalar içinde. Bu yüzden Türkiye Asya’ya yönelmek zorunda çünkü Çin’in bu bölgede inanılmaz dersleri var. Orta Doğu’da barışı isteyen tek süper güç belki de Çin olabilir.”

Türkiye-Çin ilişkilerine dair değerlendirmelerde bulunan Dr. Serdar Yurtçiçek şunları söyledi:

“Profesör Yiqi Ortadoğu’da dört önemli güç (Türkiye, Arabistan İran ve İsrail) olduğunu ve bunlardan üçüyle Çin’in çok iyi ilişkilere sahip olmasına rağmen Türkiye ile ilişkilerini bir türlü geliştiremediğinden bahsetti. Bunun nedeni biraz önce Selçuk hocanın ifade ettiği gibi Uygur sorunudur. 2016 yılından beri Çin’de yaşıyorum ve Türkiye’nin Çin politikasını araştırıyorum. Bu süre boyunca birçok Çinli akademisyen ve politikacı ile karşılaştım. Deneyimlerimden ve çalışmalarımdan çıkardığım sonuç Türkiye ve Çin arasındaki en önemli sorunun Uygur sorunu olduğu ve bu sorun çözülmedikçe diğer bütün işbirliği alanlarının karşılıklı güven ilişkisi içerisinde inşa edilemeyeceğidir. Geçtiğimiz yıl eski büyükelçi Emin Önen “Türkiye-Çin ilişkilerinde 99 noktada karşılıklı anlayış var bir noktada da anlaşamayalım. Bu ikili ilişkilerin gelişmesini engellememeli” demişti. Prof. Yang Chen ise Çin’in Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek istediğini ancak bu noktanın diğer 99 nokta kadar önemli olduğunu, iki ülkenin verdiği karşılıklı sözleri tutması gerektiğini ifade etmişti. Bu nokta Uygur sorunudur. Ve açıkça görülüyor ki Türkiye akademisi ve politikası Xinjiang sorununun Çin için ne kadar önemli ve ulusal egemenlik bakımından tartışılamaz bir konu olduğunun farkında değil.

Türkiye Çin ilişkileri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük ölçüde ABD’nin çizdiği dış politika sınırları içerisinde gelişti. Özellikle Kore İç Savaşı’nda Çin’e karşı savaşılması ve sonunda Türkiye’nin NATO’ya katılması, İsa Yusuf Alptekin ve Mehmet Emin Buğra gibi Uygur figürlerin Türkiye’ye iltica etmesiyle sonuçlandı ve Türkiye’yi ayrılıkçı Çin karşıtı Uygur örgütlerin merkezi haline getirdi. Türkiye ile Çin arasındaki diplomatik ilişkiler bile ABD’nin Çin ile diplomatik ilişkiler kurmasından sonra başlayabildi.
İkinci dünya savaşı öncesinde de durum farklı değildi. Türkiye dış politikasında Sovyetlerle dostluğunu öncelemişti ve Sovyetler’i kızdıracak hamlelerden çekiniyordu. Örneğin 1944’te Türkiye ve Çin Cumhuriyeti neredeyse bir dostluk antlaşması imzalayacak seviyeye gelmiş ancak Türkiye son dakikada Sovyetleri kızdırmamak için antlaşmayı imzalamaktan vazgeçmişti. Çünkü Türkiye’nin Boğazlar sözleşmesi konusu başta olmak üzere Sovyetlerle ciddi sorunlar yaşıyordu. Benzer bir durum Çin için geçerliydi. Xinjiang büyük ölçüde Sovyetlerin kontrolündeydi. Bir Türk diplomata göre eğer bir Çin yetkilisi Xinjiang’a gitmek istiyorsa önce Sovyetler Birliği’nin Kaşgar’daki konsolosundan izin almak zorundaydı.

Bugün ilk defa Çin ve Türkiye arasında üçüncü bir ülkenin gölgesi olmadan stratejik ilişkiler kurulabilme ihtimali belirmektedir. Türkiye’nin BRICS üyeliği talebi de bu çerçevede değerlendirilmelidir.”

AMERİKA

ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor

Yayınlanma

Analistler, Washington’ın Manila’ya gelişmiş insansız hava araçları sağlamasının Filipin Donanması için bir “güç çarpanı” görevi göreceğini ve ABD’nin müttefikinin Güney Çin Denizi’nde Çin’e karşı gözetleme ve operasyonel kabiliyetlerini artıracağını söylüyor.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin salı günü Filipinler’e yaptığı iki günlük ziyaret sırasında ABD hükümetinin Filipin Donanmasına Batı Filipin Denizi’ndeki operasyonları için açıklanmayan sayıda insansız deniz aracı (USV) verdiğini açıkladı.

Biden yönetimi sona ermeden önce “çok daha fazlasının” teslim edileceği sözünü verdi.

Austin, Filipinler Savunma Bakanı Gilberto Teodoro Jnr ile birlikte Batı Filipin Denizi’ne bakan ve ABD-Filipin ortak askeri tesisine ev sahipliği yapan Puerto Princesa, Palawan’da düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: “Temmuz ayındaki ziyaretim sırasında açıkladığım 500 milyon ABD doları tutarındaki yabancı askeri finansmanla, Filipinler’in münhasır ekonomik bölgesi (MEB) boyunca haklarını ve egemenliğini savunacak yetenek ve araçlara sahip olmasını sağlamaya yardımcı olmak için bunun gibi daha birçok platformun teslim edilmesini bekliyoruz.”

Austin, ABD’nin “Filipinler’in savunmasına derinden bağlı olduğunu” ve Manila ile olan Karşılıklı Savunma Anlaşmasının “Güney Çin Denizi’nin herhangi bir yerinde, sahil güvenlik güçlerimiz de dahil olmak üzere silahlı kuvvetlerimize, uçaklarımıza veya kamu gemilerimize yönelik silahlı saldırılar için geçerli olduğunu” yineledi.

Okumaya Devam Et

ASYA

Malezya ve Vietnam yenilenebilir enerji işbirliğini geliştirme konusunda anlaştı

Yayınlanma

İki Güneydoğu Asya ülkesinin liderleri perşembe günü Malezya’da bir araya gelirken, Malezya ve Vietnam yenilenebilir enerji ve diğer alanlarda ilişkilerini güçlendirme konusunda anlaştı.

Vietnam Komünist Partisi Genel Sekreteri To Lam, Malezya’ya üç günlük resmi bir ziyaret gerçekleştiriyor. Bu, ağustos ayında göreve gelmesinden bu yana Malezya’ya yaptığı ilk ziyaret.

Ortak basın toplantısında konuşan Malezya Başbakanı Anwar İbrahim, To Lam’ın ziyaretinin iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin “kapsamlı stratejik ortaklık” düzeyine yükseltilmesi yolunda önemli bir adım olduğunu vurgulayarak, “Vietnam, ülkelerindeki 700 projeyle 13 milyar doları aşan iş girişimlerimize büyük destek veriyor” dedi.

Daha geniş kapsamlı bir anlaşmanın parçası olarak Malezya’nın devlet petrol grubu Petronas ve Vietnamlı mevkidaşı PetroVietnam, karbonsuzlaştırma ve sürdürülebilir enerji alanında çözümler geliştirme konularında işbirliğine ilişkin bir mutabakat zaptı teati etti.

Anwar, Malezya’nın Vietnam ile savunma, denizcilik ve dijital teknoloji dahil olmak üzere çeşitli diğer alanlarda işbirliğini kolaylaştıracağını da sözlerine ekledi.

To Lam ise Vietnam’ın helal endüstrinin geliştirilmesi, karşılıklı iş yatırımları, yeşil ekonomi inovasyonu, eğitim, spor ve turizm gibi alanlarda işbirliğini genişletme niyetini vurguladı.

“Özellikle ASEAN, BM, Bağlantısızlar Hareketi ve APEC gibi çok taraflı forumlarda barış, güvenlik ve istikrar başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası konularda yakın bir şekilde çalışacağız. Mekong alt bölgesi de dâhil olmak üzere bölgesel entegrasyon alanındaki işbirliğini de güçlendireceğiz” dedi.

Genel sekreter ayrıca Vietnam’ın Güney Çin Denizi’nde “barış, güvenlik, istikrar, emniyet ve seyrüsefer ve uçuş özgürlüğünü” koruma taahhüdünü vurgulayarak, “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi dahil olmak üzere evrensel olarak tanınan uluslararası hukuk doğrultusunda, tehdit veya güç kullanımı olmaksızın anlaşmazlıkların barışçıl çözümünü teşvik ediyoruz” dedi.

Okumaya Devam Et

ASYA

Trump’ın olası gümrük vergileri Güneydoğu Asya’yı nasıl etkileyecek?

Yayınlanma

Güneydoğu Asya, Donald Trump’ın evrensel gümrük vergileri tehdidine ve Çin ile yeni bir ticaret savaşına karşı endişeli görünüyor. Bölgenin en büyük altı ekonomisinden beşi ABD ile ticaret fazlası veriyor.

Ancak uzmanlara göre, durum o kadar da kötü olmayabilir. Jeopolitik olarak tarafsız durmaya çalışan bölge, Trump’ın ilk başkanlığı döneminde 2017-2020 yılları arasında hem Çin hem de ABD ile brüt ticaretinde artış gördü. Çin, Japonya, Güney Kore, Tayvan ve ABD’den şirketlerin ABD gümrük vergilerinden kaçınmak için Güneydoğu Asya’daki üretim üslerini çoğaltmasıyla Vietnam, Endonezya, Malezya ve Tayland büyük kazanç elde etti.

Uzmanlara göre, ihracat ve ekonomik büyüme kısa vadede darbe alacaktır ancak bölge ticaret sapması ve ikamesinden kazançlı çıkabilir.

Trump’ın gümrük vergisi tehdidi nedir?

Trump’ın ticaret politikasının amacı, imalat işlerini ABD’ye geri döndürmek ve tedarik zincirlerini Çin’den ayırmak. Trump ve danışmanları Çin’in ticari avantajının kur “manipülasyonu, fikri mülkiyet hırsızlığı ve zorla teknoloji transferinden” kaynaklandığını iddia ediyor.

İlk döneminde Trump, Çin’den ithal edilen 250 milyar dolar değerindeki elektronik, makine ve tüketim mallarına %25’e varan gümrük vergileri uygulamak için yürütme yetkilerini kullandı. Pekin de ABD’nin tarım, otomotiv ve teknoloji ihracatına karşı benzer önlemlerle misilleme yaptı.

Şimdi Trump, ABD’ye giren tüm Çin mallarına %60 vergi ve diğer her yerden yapılan ithalata %20’ye varan gümrük vergisi uygulanmasını önerdi.

Güneydoğu Asya için ne kadar kötü olabilir?

Oxford Economics’e göre Kamboçya’nın ihracatının yaklaşık %40’ı Amerika’ya gidiyor ve toplam ihracata oranla ASEAN’daki en büyük ihracatçı konumunda; onu %27,4 ile Vietnam ve %17 ile Tayland takip ediyor. Tayland Ticaret Odası Üniversitesi Başkanı Thanavath Phonvichai, Trump’ın vaatlerini yerine getirmesi halinde Tayland ekonomisinin 160,5 milyar baht (4,6 milyar dolar) darbe alabileceğini söyledi.

Vietnam, ABD ile dünyanın en büyük dördüncü ticaret fazlasına sahip. Çinli, Tayvanlı ve Güney Koreli firmaların Trump dönemi gümrük vergilerini aşmak için Vietnam’ı kullanmasıyla bu dengesizlik hızla büyüdü. Vietnam’ın talihi, özellikle de ABD’nin Vietnam’ı daha yüksek gümrük vergileri gerektiren “piyasa dışı ekonomi” olarak sınıflandırmaya devam etmesi halinde, aynı hızla dönebilir.

Trump’ın gümrük vergileriyle ilgili belirsizlik, firmaların Güneydoğu Asya’daki yatırım planlarını duraklatmalarına ya da durdurmalarına neden olabilir. Şehir devletinin Ekonomik Kalkınma Kurulu’na göre, ABD şirketleri geçen yıl Singapur’daki 9,5 milyar dolarlık sabit varlık yatırımının yaklaşık yarısını oluşturdu. Başbakan Lawrence Wong, Trump’a gönderdiği tebrik mektubunda ABD’nin Singapur ile “istikrarlı bir ticaret fazlası” verdiğini hatırlatmakta gecikmedi.

Çin ekonomisine vurulacak herhangi bir darbe, Çin tüketimine, ihracat talebine ve turizmine bağımlı olan ASEAN ülkelerine de yansıyacaktır. Çin mallarına yönelik iştahın azalması, Çinli üreticilere girdi sağlayan Güneydoğu Asyalı tedarikçileri de etkileyecektir. Güneydoğu Asya’nın en büyük ekonomisi olan Endonezya, Çin’e olan %24,2 oranındaki ihracatı ve ağırlıklı olarak emtia ihracatı nedeniyle bu durumdan en fazla zarar görecek ülke olacaktır.

Mallarını ABD’ye gönderemeyen Çinli ihracatçılar, hükümetlerin metal, tekstil ve tüketim mallarındaki dampingden zarar gören yerel üreticilerin şikayetleriyle karşılaştığı Güneydoğu Asya’ya yönlendirebilir.

Güneydoğu Asya’nın avantajı nedir?

Güneydoğu Asya’nın mevcut üretim patlaması ticaret savaşı nedeniyle başladı. Analistler zaman içinde ticari ikame ve sapmanın büyümeye vurulan darbeden daha ağır basacağını düşünüyor.

Macquarie Capital ASEAN araştırma müdürü Jayden Vantarakis, “Çin’e yönelik daha büyük bir baskının, Çinli işletmelerin Asya’da daha fazla ticaret ve yatırım yapmasıyla tedarik zincirinde daha fazla sapmaya yol açabileceğini düşünüyoruz” dedi.

Bazı Güneydoğu Asya hükümetlerinin agresif bir şekilde başvurduğu elektrikli araç fabrikaları ekonomik bir tampon sağlayabilir. “ABD dışında da elektrikli araç talebi artıyor, bu nedenle Endonezya’ya net bir fayda sağlayabileceğini düşünüyorum. Özellikle benzin fiyatları giderek pahalılaştığı için karbon nötr olmaya çalışan daha küçük ülkeler arzı devralmaya çalışacak ve daha fazla elektrikli otomobil satın alacaklar,” diyor Singapur Ulusal Üniversitesi İşletme Fakültesi profesörü Sumit Agarwal.

Trump’ın vaat ettiği gümrük vergileri, Tayland’ın bu yıl haddelenmiş çelikte yaptığı gibi, ASEAN hükümetlerine Çin mallarına antidamping tarifeleri uygulama konusunda itici güç sağlayabilir. Daha sıkı ABD menşe kuralları da hükümetlere daha fazla yüksek değerli parça üretimi ve montajının yerel olarak yapılmasını sağlama fırsatı verebilir.

Güneydoğu Asya para birimleri ve piyasaları nasıl etkilenecek?

Trump’ın gümrük vergileri Güneydoğu Asya merkez bankaları üzerindeki para politikasını daha da gevşetme baskısını hafifletebilir.

İngiltere merkezli Pantheon Macroeconomics’in gelişmekte olan Asya baş ekonomisti Miguel Chanco, “Esasen Trump’ın zaferi, planladığı gümrük tarifeleri nedeniyle dünya için enflasyonisttir, bu nedenle küresel parasal normalleşme veya gevşeme döngüsü muhtemelen Filipinler de dahil olmak üzere daha önce düşünüldüğü kadar keskin olmayacaktır” dedi.

Nikkei Asia’ya konuşan Chanco, Güneydoğu Asya para birimlerinin daha önce beklendiği gibi güçlenmeyeceğini, bunun kısmen piyasaların ABD Merkez Bankası’nın gevşeme hızını yeniden fiyatlandırmasından ve dolayısıyla doların güçlenmeye devam etmesinden kaynaklandığını söyledi.

Altı büyük Güneydoğu Asya ekonomisi arasında Tayland bahtı ve Malezya ringgiti, Trump’ın zaferinden bu yana en kötü performans gösteren para birimleri oldu ve çarşamba gününe kadar ABD doları karşısında sırasıyla %3,2 ve %2,9 değer kaybetti.

Taylandlı menkul kıymetler şirketi InnovestX, güçlü dolar ve zayıf bahttan faydalanacak hisse senetleri önerdi. Bunlar arasında CP Foods ve Delta Electronics gibi önemli ihracat gelirleri olan ya da Tayland Havalimanları, emlak geliştiricileri ve otelciler gibi turizmle ilgili şirketler yer alıyor.

Hükümetler, diğer ülke ve bölgelerle ilişkilerini derinleştirerek ve tarafsızlıklarını vurgulayarak ABD ya da Çin’e olan aşırı bağımlılıklarını azaltmak için şimdiden adımlar atıyor.

Özellikle Güneydoğu Asya ekonomilerinin de ASEAN içi ticareti güçlendirerek direnç oluşturmaya odaklanması bekleniyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English