Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Siyonistlerin kafa kesme hakkı

Yayınlanma

İsrail’in Lübnan’daki çağrı cihazı saldırılarının ardından Bloomberg’de yer alan bir değerlendirmenin başlığı, “Hizbullah’a Çağrı Cihazı Saldırısı Kafa Kesmeye Benziyor” idi. 

Yazının içinde, imza sahibi Marc Champion, imasını daha da açık ediyor: “Başbakan Binyamin Netanyahu’nun savaşı Lübnan’a doğru genişletmeyi planladığına dair spekülasyonların arttığı bir dönemde, Hizbullah’ın üst düzey komuta kademesini etkisiz hale getiren bu saldırı, kafa kesme saldırısına çok benziyor.”

Hem mecazi, hem gerçek bir anlamı var bu kafa kesmenin: Kafa veya uzuv kesmek, bir siyonist geleneği olarak, öldürmeye/yok etmeye/soy kırmaya yönelik canavarlığın “insanileştirilmiş” bir hali olarak gündelik bir pratik haline geldiği gibi, aynı zamanda mecazen de direnme kapasitesini ortadan kaldırmayı, gövde (kitle) ile baş (öncü) arasındaki bağı ortadan kaldırmayı hedefler.

Tarihte örneği çok ve tahmin edileceği gibi “İsrail devleti” kurulmadan önce siyonistler bilinçli bir “uzuv kesme” (ve bunun başka bir versiyonu olarak altyapıyı yok etme) kampanyasına yönelmişti. Şimdilerde Filistinlilerin etnik temizliğinin hararetli bir destekçisi haline gelen tarihçi Benny Morris, Filistinli Mülteci Sorununun Doğuşu isimli kitabında, Filistinli yerlilerin siyonist çetelerin gaddarlığı karşısında şok olarak moral bakımdan nasıl gerilediğine işaret ediyor.

Çok sayıda örnek vermek mümkün. 1947’de Cibaliye’de, Tiberias’ta, Deyr Yasin’de örgütlenen katliamlar, basitçe Filistinlileri öldürmek için değil, Filistinlilerin evlerinde kalarak dahi olsa direnme kapasitelerini yok etmeyi hedefliyordu. Bu bakımdan İngiliz icadı tipik bir kontrgerilla operasyonunu andırıyordu.

Ama dahası var. Morris yazıyor: “Nisan ortasına gelindiğinde, Yafa sakinleri de ülkenin başka yerlerinde, özel olarak da Deyr Yasin’de yaşanan olaylar nedeniyle demoralize olmuştu. Bir Yafa sakini, Mısır’daki bir arkadaşına veya akrabasına şunu yazıyordu: ‘Yahudiler çok gaddar. Tiberias’ta da Deyr Yasin’de olduğu gibi barbarca davrandılar ve ahalinin ve çocukların ellerini ve bacaklarını kesmek için balta kullandılar. Kadınlara ağza alınamayacak şeyler yaptılar, ama bunu yazan kişi utancından dolayı onları yazamaz.”

***

Yerli halkı sakat bırakmak elbette siyonistlere özgü değil; tüm sömürge savaşlarında yerlileri “total yok etme” hedefinin yanı sıra, onları sakat bırakma arzusu da öne çıkar. Belçika Kongo’su, Fransa’nın Cezayir savaşı, Britanya’nın özel olarak Hindistan’daki faaliyetleri bunun binlerce örneğiyle dolu.

Siyonistleri özel kılan, bugün emperyalistler için “laboratuvar” veya koç başı olarak kullanıldıkları için, dünyadaki tüm emperyalist hükümetlerin olmak istediği (ama şimdilik olamadığı) bir “öz-imge” haline geldiği için, Filistinlileri ve Lübnanlıları “sakat bırakma hakkına” sahip çıkması.

İsrail devletinin biyopolitik bir kontrol mekanizması olarak, üstü kapalı, görünmeyen bir sakat bırakma ve Filistinli bedenlerini güçsüzleştirme “hakkına” sahip olmasına Jasbir K. Puar, Sakat Bırakma Hakkı kitabında ayrıntılı bir şekilde değinir.

Filistinlilerin direniş kapasitesini ortadan kaldırmak, “bilimsel olarak yetkilendirilmiş insani ekonomi” için merkezi önemde sayılır. Yazarın “spekültatif rehabilitasyon ekonomisinin kârlılığı” dediği şey, aynı zamanda sakat bırakma politikasının “üretken” tarafıdır.

Güçten düşürmenin (debilitation) biyopolitikası, sakatlanmaya hazır nüfusun yerleşimci sömürgeciliğin hizmetine koşulması anlamına gelir. 

“Kötürüm bırakmak için ateş etmek” bunun tipik bir göstergesidir. Gösterileri dağıtmak için kullanılan “geleneksel” yöntemlerden (biber gazı, plastik mermi, vb.) göstericilerin dizine, uyluk kemiğine ve hayati organlarına hedef alarak ateş etmek, İsrail devletinin yeni uygulamalarına da işaret eder.

Puar bunu şöyle anlatır: “İlk intifadada taş atanların kollarını kırma uygulamasının devamı ve yoğunlaştırılması olarak, kötürüm bırakmak için ateş etmek, bir sonraki intifadanın direniş kapasitelerini önleyici bir şekilde zayıflatma girişimidir.”

Kötürüm bırakmak için ateş açmak, İsrail ordusunun savaşta “insani yüzü” için de propaganda edilir. Yitzhak Rabin Birinci İntifada’da, gösterilere katılanlar arasında yaralananların sayısını mümkün olduğunca artırmak ama onları öldürmemek için plastik mermi kullanmaya başlamaktan bahsediyordu.

Bu politikanın çok daha bariz bir şekilde anlatımı için yine Puar’dan uzun bir alıntı gerekiyor:

“2002 yılında İsrailli dilbilimci Tanya Reinhart ikinci intifada sırasındaki ‘yaralama politikasını’ analiz etmiştir. Reinhart ‘İsraillilerin ateş açma politikalarını gizlemeye bile çalışmadıklarını’ iddia etmektedir. Jerusalem Post’un IDF askerleriyle yaptığı röportajlara atıfta bulunan Reinhart, Nashon Taburundan keskin nişancı Çavuş Raz’dan temsili bir örnek seçiyor: ‘İki kişiyi dizlerinden vurdum. Bunun kemiklerini kırması ve onları etkisiz hale getirmesi ama öldürmemesi gerekiyordu.’  Reinhart, gazetenin IDF’nin Filistin mücadelesine olan ilgiyi, sempatiyi ve dayanışmayı saptırmak için Filistinli kayıpları düşük tutma stratejisini açıkça detaylandırdığını belirtiyor. Reinhart ayrıca, pek çok kişinin yaptığı gibi, durumu belgeleyebilecek kadar yakın olan insan hakları örgütlerine de başvuruyor. İnsan Hakları için Hekimler’den bir heyet ‘İsrail askerlerinin hayati tehlike olmayan durumlarda bile Filistinli protestocuların başlarını ve bacaklarını kasten hedef aldığı’ sonucuna varmıştır.”

Reinhart, özel eğitimli İsrail birliklerinin, öldürülen Filistinlilerin istatistiklerini düşük tutarken sakat bırakmak için hesaplı bir şekilde ateş ettiği sonucuna varıyor.

***

Sakat bırakma ve bundan kaynaklı mobilizasyon kısıtları, aslında Filistinlilere yerleşimci sömürgeci baskının yeniden üretildiği alanlardan biridir.

Filistinliler, kendi topraklarında, özellikle de Batı Şeria’da, zaten coğrafi bölünmüşlük ve İsrail güçlerinin kontrol noktaları aracılığıyla halihazırda hareket kısıtlamasına maruz kalmaktadır.

Zaman Filistinliler için zaten yavaş akmaktadır; uzam (veya uzaklık) ise sürekli genişlemekte, zamanla birlikte Filistinlileri birbirinden uzaklaştırmaktadır.

Puar, Hagar Kotef’ten, hareket özgürlüğünün Filistinliler açısından ortaya çıkardığı paradoksal durumu aktarıyor: çok fazla hareket edersen asi sayılırsın; çok az hareket edersen ilkel…

Puar şöyle yazıyor: “Burada söz konusu olan sadece ‘yaşamın kendisinin’ ele geçirilmesi ve soyulması değil, aynı zamanda ‘direnişin kendisinin’ ele geçirilmeye çalışılmasıdır. Nüfusu gerçekten yok etmeden direnişin ne kadarı sökülüp atılabilir? Elbette bir başka soru da şudur: Filistinlilerin canlılığını, metanetini ve isyanını ezmeye yönelik bu tür girişimlerin üretken, dirençli, hatta yaratıcı etkileri nelerdir?”

***

Nazilerin hesapçı, soğuk, yer yer teknik açıdan bilimsel soykırım politikaları üzerine çok yazıldı. Toplama kamplarındaki tanıklıklar, kamplardaki 72 milletten tutsakların direnme kapasitelerinin yok edilmesi için kaba dayağın ötesinde hareket kısıtlamalarının ve diyetin etkisini ayrıntıları ile anlatır.

Eyal Weizman’ın Olası Tüm Kötülüklerin En Küçüğü: Arendt’ten Gazze’ye İnsani Şiddet kitabında, İsrail devletinin Gazze’deki Filistinlilere gidecek gıdayı kalori hesabıyla nasıl kontrol ettiği şok edici ayrıntılarla anlatılır.

İsrail, Gazze’ye girmesine izin verdiği gıda miktarını, Filistinlilerin BM’nin açlık tanımının biraz üzerinde kalmaları için gerekli minimum kalori miktarını hesaplayarak ayarlar.

Weizman’a göre İsrailli yetkililer erkekler için günlük 2.100, kadınlar için 1.700 ve çocuklar için değişen miktarlarda kalori hesaplamıştı; fakat İsrail bu temel kalori alımını bile karşılamak için Gazze’ye giren gıda kamyonlarının miktarını yarıdan fazla azaltmak için nedenler bulduğundan bu rakamlar bile karşılanmamıştı.

Weizman, “öldürmemek ama süründürmek” olarak nitelendirilebilecek bu politikanın özetini, dönemin başbakanı Ehud Olmert’in danışmanı Dov Weisglass’ın ağzından aktarır: “Amaç Filistinlileri diyete sokmak ama açlıktan ölmelerine neden olmak değil.”

***

Sömürgeci yerleşimci zalimliğin arkaik yüzü, yine de bir yerlerden, hatta çağdaşı kimi uygulamalardan tanıdık geliyor. Yerli halkı kötürüm bırakma, onun bedenine, emeğine, nesillerine, geçmişine, şimdisine ve geleceğine el koyma hakkı, tam da Marx’ın fabrika disiplinindeki işçi tasvirine benzemiyor mu?

Kapital’in ilk cildinde, manifaktürün işçiye yaptıklarını, tam da sermayenin emeği nasıl kötürüm bıraktığına ilişkin doğrudan göndermelerle şöyle anlatır:

“Manifaktür, işçinin bir yığın üretken içgüdü ve eğilimini baskı altında tutma yoluyla tek bir parça-işteki hünerini seradaki gibi geliştirerek, onu bir hilkat garibesi [crippled monstrosity](*) haline sokar; tıpkı La Plata devletlerinde kürk veya yağını almak için koca bir hayvanın boğazlanması gibi. … Jehova’nın malı olduğu nasıl seçilmiş kavmin alnında yazılı ise, iş bölümü de manifaktür işçisine sermayenin malı olduğunu gösteren bir damga vurur.”

Marx’ın kapitalizm ve engelli olma hali üzerine kurduğu bağlantıyı inceleyen Staffan Bengtsson, sistemin bilişsel bir engeli kendisini korumak ve güçlendirmek için kullanabileceğine işaret ederek, Marx’ın on sekizinci yüzyılın ortalarında bazı imalatçıların, ticari sır niteliğindeki bazı işlemler için “yarı aptal kişileri” istihdam etmeyi tercih ettiğini söylediğini aktarır.

Bengtsson’a göre Marx, kapitalizmi bir sakatlık üreticisi olarak da tanımlar. Bu nedenle Kapital, kapitalizmin kâr arayışının emek gücünü normal, ahlaki ve fiziksel gelişim ve işlev koşullarından soyarak insan üzerinde nasıl derin bir etkisi olduğunu vurgulayan anlatımlarla doludur.

Sanayileşme, “endüstriyel savaşa” eşittir. Yeni teknoloji aynı zamanda daha hızlı hareket etmeyi de gerektirir. Yeni iplik makinesinde çalışan işçiler, parmaklarının kopmamasını istiyorlarsa hız ve dikkati azamileştirmelidirler, “çünkü tereddütle ya da dikkatsizlikle yerleştirildiklerinde feda edilirler.”

Bu nedenle vücut fonksiyonlarındaki en sınırlı bir azalma bile, örneğin bir parmağın kaybı, bireyin işgücü piyasasında rekabet etme yeteneği üzerinde çok önemli bir etkiye sahip olabilir. İşgücü piyasasından atılmak ise, özellikle yerleşimci sömürgecilik koşullarında, sömürgeci güce neredeyse tam kölelik anlamına gelir.

Bengtsson şu sonuca varır:

“Dolayısıyla, Marx’ın görüşüne göre, engelli insanlar, siyasal iktisadi sistem nedeniyle zayıf ve savunmasız bırakılmışlardır ve kendi failliklerinden yoksundurlar. Örneğin, zayıf iktisadi kaynaklara dayalı olarak, onları haklarını uygulamak için yasal sistemden yararlanamayan kişiler olarak resmetmiştir ki bu da engellilik söz konusu olduğunda çeşitli faktörlerin nasıl çakıştığına dair fikirlerinin altını çizmektedir. 1800’lerde Britanya’da engellilikle başa çıkmanın bir yolu, Marx’ın hüsnükuruntu olarak reddettiği hukuk sistemiydi. Engelli bir işçinin işverene dava açacağını düşünmek, Marx’a göre, ‘İngiliz yasal maliyetleri göz önüne alındığında tam bir alay konusuydu.’”

***

BM Engelli Hakları Komitesi (CRPD) geçen mayıs ayında bir rapor yayınladı. Komitenin raporunun BM’nin resmi sitesinde duyurulduğu manşet her şeyi anlatıyordu: “Engelli Filistinliler ilk önce öldürülmekten korkuyor”

Komitenin yayınladığı bir bildiride, erişilebilir formatlarda önceden uyarı yapılmamasının ve iletişim ağlarının tahrip edilmesinin engelli Filistinliler için tahliyeyi imkansız hale getirdiğinin altını çizdi.

Meselenin sadece iletişim ağının tahribatı olmadığının altını çizmek gerek. Araştırmacılar, Filistinlilerinmiş gibi görünen telekomünikasyon altyapısının İsrail tarafından kontrol edildiğini ortaya çıkarmış durumda. Örneğin Puar, Gazze’nin tamamını dış dünyaya bağlayan tek fiber-optik kablonun İsrail’den geçtiğine ve İsrail tarafından kontrol edildiğine işaret ediyor. Filistinlilerin cep telefonlarına saldırılardan önce İsrail tarafından gönderilen tahliye SMS’leri de bunun bir başka kanıtı.

Fakat tekrar olacak, mesele sadece bu değil. “Dijital işgal”, Filistinlilere siyonist düşman karşısında ne kadar güçsüz olduklarını göstermeye hizmet ediyor.

Tıpkı çağrı cihazı saldırıları gibi. Siyonizme direnişi başsız bırakmanın ötesinde, baş ile bir araya gelmeye hevesli gövdeye, sonsuz bir sakat kalma halinden başka bir çıkışının olmadığını benimsetmeye çalışıyor.

Kapitalist barbarlığın yerleşimci sömürgeci evreninde, kötürüm bırakılmak, ölümden beter olduğu için. Kötürüm bırakmak için ateş açmak, daha “insani” sayıldığı için. Engelli olmaya hazır bir nüfus bölmesinin her anlamda kârlı olacağını düşündükleri için.


(*) Kapital’in İngilizce metninde geçen “crippled” sözcüğü, aynı zamanda “kötürüm” anlamına da geliyor. Nitekim İsrail’in Filistinlilere uyguladığı uzuvlarından mahrum bırakma, kötürüm etme stratejisi de aynı sözcükle karşılanıyor. Kapitalistin karşısındaki proleter ile yerleşimci sömürgecinin karşısındaki yerlinin tıpatıp aynı muameleye tabi tutulmaları, dile de yansıyor.


Kaynaklar:

Eyal Weizman, The Least of All Possible Evils: Humanitarian Violence from Arendt to Gaza, 2012, Verso, New York.
Jasbir K. Puar, The Right to Maim: Debility, Capacity, Disability, 2017, Duke University Press, Durham&Londra.
Staffan Bengtsson, “Out of the frame: disability and the body in the writings of Karl Marx”, Scandinavian Journal of Disability Research, 2017, Cilt: 19, Sayı: 2, s. 151-160.

ORTADOĞU

UCM Hakiminden İsrail’in “tarafsızlık” sorgusuna yanıt

Yayınlanma

Beti Hohler

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail’in kendisi hakkındaki tarafsızlık sorgulamasına ilişkin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararını verecek dairenin yeni atanan üyesi Hâkim Beti Hohler’in yanıtını yayınladı.

İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkındaki tutuklama talebi kararını verecek hâkim heyetine yeni atanan Hohler, savcılıktaki geçmiş görevine ilişkin İsrail’in sorularını yanıtladı.

UCM Hakimi Hohler’in sunduğu detaylı yanıtla, İsrail’in yargı sürecini geciktirmeye ve hakimin tarafsızlığını sorgulama yönelik girişimi temelsiz kaldı.

Tarafsızlık tartışması

Hohler’in UCM hakimliğine seçilmeden önce UCM Savcılık Ofisinde çalışmış olmasının, tarafsızlığına gölge düşürebileceğini öne süren İsrail Başsavcılığının UCM’ye yönelttiği sorulara verilen yanıtta, Filistin soruşturmasında görev almadığını belirtti. Hohler, savcılık bürosunda çalıştığı dönemde Filistin soruşturmasına doğrudan ya da dolaylı olarak katılmadığını ve soruşturmada görev alan personelle çalışmadığını kaydetti.

Eski Mossad şefi savaş suçları soruşturması nedeniyle eski UCM savcısını tehdit etmiş

İsrailli yetkililer hakkında yürütülen soruşturmanın belgelerine, soruşturma planlarına, evraklarına, delillerine veya gizli belgelere hiçbir şekilde erişmediğini aktaran Hohler, bu bilgi ve belgelerin kendisine başka şekilde de getirilmediğini ifade etti.

Yanıtında UCM’deki tüm soruşturmalara erişim sağlayan bir konumda çalışmadığını anlatan Hohler, Savcılıktaki görevinde kendisine danışılan ve görüş bildirdiği konular içinde Filistin soruşturmasının yer almadığını vurguladı.

Hohler, ağırlıklı olarak Filipinler’deki olayların soruşturulmasında görev aldığını ve etkileşime girdiği soruşturmalar içinde Filistin’in yer almadığını belirtti.

ABD Temsilciler Meclisi, UCM’ye yaptırım yasasını geçirdi

Tarafsızlığından makul gerekçelerle şüphelenilen bir hâkimin görevinden çekilmesi gerektiğine inandığını aktaran Hohler, görevinin gerektirdiği özelliklerin farkında olduğunu kaydetti. Hohler, Savcılık Ofisini de konuya ilişkin elindeki bilgileri mahkemeye sunmaya davet etti.

UCM’deki süreci geciktirme çabaları

Önceki UCM Başsavcısı Fatou Bensouda 16 Ocak 2015’te, Filistin’deki duruma ilişkin ön inceleme başlattığını duyurmasının ardından, Aralık 2019’da soruşturma için gerekli kriterlerin karşılandığını açıklamasına rağmen, Filistin topraklarının nereyi kapsadığı ve mahkemenin hangi topraklarda işlenen suçlara bakabileceğinin tespit edilmesi için ön yargılama dairesinden görüş istemişti.

Söz konusu görüşün verilmesi sırasında birçok UCM ülkesi ve sivil toplum kuruluşunun (STK) sürece dahil olmasıyla yaklaşık 2 yıl sonunda, ön inceleme tamamlanmış ve soruşturma ancak 3 Mart 2021’de başlatılmıştı.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

UCM Başsavcılığının 20 Mayıs’ta Binyamin Netanyahu, Yoav Gallant ve üç Hamas lideri hakkında istediği tutuklama kararı talebi, İsrail ve müttefiklerinin sistematik engelleme çabalarıyla karşılaşmaya devam etti.

İngiltere’nin temmuzda başlattığı yetki itirazıyla yeni bir gecikme süreci başlamıştı. İngiltere’nin Filistin’in devlet statüsünü sorgulayarak UCM’nin yargı yetkisine itiraz etmesi ve daha sonra 64 ülke, kuruluş ve kişinin beyanlarının da sürece dahil edilmesiyle birlikte, tutuklama kararından önce yargılama yetkisi tartışmalarına girilmişti.

Bunun yanında Netanyahu hakkındaki tutuklama kararı talebini incelemekle görevli bir numaralı Ön Yargılama Dairesinin başkanı Hâkim Julia Motoc’un “sağlık nedenleri ve adaletin düzgün işleyişini koruma ihtiyacı” gerekçesiyle görevinden çekildiği açıklanmıştı.

UCM, Motoc’un yerine Sloven Hâkim Beti Hohler’in atandığını bildirmişti.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

UCM’deki Filistin süreci devam ederken, Mahkeme Taraf Devletler Meclisi Başkanlığından yapılan açıklamada, Başsavcı Kerim Han hakkında Savcılık Ofisi çalışanlarından birine yönelik “uygunsuz davranış” iddialarının bağımsız bir komisyon tarafından incelendiği duyurulmuştu.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas’tan Gazze’nin yönetimi için “komite” önerisine şartlı onay

Yayınlanma

Hamas’ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, El-Aksa televizyonuna yaptığı açıklamada Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması teklifini, bu komitenin tamamen yerel olması şartıyla kabul ettiklerini söyledi.

Hayye, Gazze’de ateşkes görüşmeleriyle ilgili açıklamasında “Masaya Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması yönünde bir fikir konuldu. Bu, Mısırlı kardeşlerimizin sunduğu bir öneri. Biz buna sorumlu bir yaklaşımla ve olumlu bir şekilde yanıt verdik. Komitenin Gazze’yi tamamen yerel bir şekilde yönetmesi ve oradaki günlük hayata dair her şeyi denetlemesi şartıyla bu öneriyi kabul ediyoruz” dedi.

Çin’de bir araya gelen Hamas ve El Fetih birleşme için diyaloğu sürdürme sözü verdi

Hamas ve Fetih hareketleri, bu ayın başında Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması ve ateşkes görüşmeleri çerçevesinde Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya gelmişti.

Hayye, Hamas ve İsrail arasında dolaylı olarak yürütülen ateşkes ve esir takası müzakerelerine ilişkin de “İsrail soykırımı durmadan esir takası olmayacak. Nitekim bu birbirine bağlı bir denklem. Biz tüm açıklıkla şunu söylüyoruz. Bu saldırganlığın durmasını istiyoruz. Herhangi bir esir takası olması için önce bu saldırılar durmalı” ifadelerini kullandı.

“Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkesi engelliyor”

Ateşkes anlaşmasına hazır olduklarını ancak İsrail’in de bu konuda gerçekten istekli olması gerektiğini belirten Hayye, “Ateşkes müzakerelerini harekete geçirmek için arabulucu ülkelerle temaslarımız sürüyor. Ancak Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkes müzakerelerinde ilerlemeyi engelliyor” diye konuştu.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’nde süren saldırılarının durdurulması için taraflar arasında uzun süredir dolaylı müzakereler yürütülüyor. Katar, ABD ve Mısır’la İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes ve esir takası anlaşmalarına arabuluculuk ediyor.

“Ya Philadelphia ya anlaşma”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail ve uluslararası kamuoyunda, siyasi nedenlerle Hamas ile esir takası anlaşması yapmamakla suçlanıyor. İsrail’in anlaşma taslağına eklediği maddelerin özellikle Mısır-Gazze sınır hattı Philadelphia Koridoru’nda kontrolünü sürdürme ısrarının müzakereleri zora soktuğu vurgulanıyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail Meclis kürsüsünden Netanyahu’ya “seri katil” dedi

Yayınlanma

Ayman Ode

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya Gazze’deki sivil ölümlerinden ötürü “barışın seri katilisin” diyen Filistin asıllı İsrail Meclisi (Knesset) üyesi Ayman Odeh zorla kürsüden uzaklaştırıldı.

Odeh, Knesset’teki konuşmasında, İsrail ordusunun Gazze’de, sivil ayırt etmeksizin düzenlediği saldırılardan dolayı Netanyahu’yu eleştirdi.

İsrail saldırılarında henüz yeni doğmuş ikiz bebeğini ve eşini, doğum belgesini almaya gittiği esnada düzenlenen saldırıda kaybeden Muhammed Ebu el-Kumsan’ın hikayesini anlatan Odeh, “Gazze’de sisteminizin öldürdüğü 17 bin 385 bebek var; bunların 825’i bir yaşın altında” dedi.

Netanyahu’ya Gazze öldürülen sivil, kadın ve çocuklara ilişkin sert eleştiriler yönelten Odeh sözlerini şöyle sürdürdü: “Gazze’de 35 bin 55 yetim bebek var. Hepsinin kanı peşinizi bırakmayacak ve yine de küstahlığınızla Uluslararası Ceza Mahkemesinde nasıl suçlandığınızı merak edeceksiniz. Binyamin Netanyahu senin düşüncen nedir? Düşüncen nedir? 30 yıldır barışın seri katili oldun.”

Konuşması yarıda kesilen Odeh’in Knesset’te bulunanlarca kürsüden uzaklaştırıldığı görüldü.

Gazze Şeridi’nin orta kesimindeki Deyr el-Belah’ta üç günlük ikiz bebeklerinin doğum belgesini almak için evinden çıkan Filistinli Muhammed Ebu el-Kumsan, eşini ve çocuklarını 13 Ağustos’ta İsrail saldırısında kaybetmişti.

Filistinli baba, bebeklerinin doğum belgesini almak için dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra, İsrail ordusu sığındıkları evi bombalamıştı. Evde bulunan eşi ile Aysel ve Aser ismini verdikleri ikiz bebekleri ve kayınvalidesi saldırıda yaşamını yitirmişti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English