Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“Suudi Arabistan, ABD’ye rağmen Suriye ile normalleşmeye öncülük ediyor”

Yayınlanma

“Arap yurdunda, özellikle de Suriye’de at koşturan ülkelerin yolunu kesmek amacıyla Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönmesine ilişkin talep, milli bir Arap talebi haline geldi. Suudi Arabistan Krallığı, ABD’nin buna karşı olduğunu bildiği halde Suudi Arabistan-Suriye ilişkilerini yeniden tesis etme hareketine öncülük etti.”

Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönüşü konusunda yürütülen uzun diplomasi maratonu, 7 Mayıs’ta, Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen Arap Birliği Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda nihayete erdi. Son iki yıldır Suriye’nin birliğe geri dönüşüne itiraz eden Arap devletlerinin de sessiz onayıyla Suriye, 12 yıl aradan sonra Arap Birliği’ne döndü.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, bugün Arap Birliği’nin Liderler Zirvesi’ne katılacak.  Suriye’nin Birliğe dönüş sürecini, bölge için ne anlama geldiğini ve bundan sonra atılması beklenen adımları Independent Türkçe’nin Genel Koordinatörü Muhammed Zahid Gül ile konuştuk.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “yaratıcı kaos” çağrısını hatırlatan ve Suriye’nin Arap Birliği’nden çıkarılması sürecinde ABD’nin rolüne işaret eden Gül, gelinen noktada “Beşar Esad’ın devrilmesi” politikasının dayanaklarını kaybettiğine dikkat çekiyor.  “Suudi Arabistan Krallığı, ABD’nin Suriye’nin geleceği konusundaki vizyonunun Suriyelilerle Arapların menfaatine olmayabileceğinin farkında” diyen Gül, kötü ilişkiler ve kopuşun Arap ülkeleri ile Suriye arasındaki normal ilişkilerin tabiatına aykırı olduğunu söylüyor. Gül, Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşünün bazılarıyla geç de olsa Suriye’nin tüm Arap ülkeleriyle ilişkilerini yeniden kurması için kapıyı aralayacağını belirtiyor.

Muhammed Zahid Gül’ün Harici’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

“Suriye’deki yabancı askerler Arap yurdunun zaafı”

  • Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü kuşkusuz Şam yönetiminin elini güçlendiriyor. Peki Arap ülkeleri Şam’ın masaya dönmesinden ne kazanacak. Suudi Arabistan başka olmak üzere Şam’la ilişkilerini normalleştirmeye başlayan ülkelerin beklentisi ne?

Hiç şüphe yok ki Suriye’nin Arap Devletleri Ligi (Arap Birliği)’ne dönüşü ve Arap ülkeleriyle ilişkilerini yeniden normalleştirmesi hem Suriye hem de istisnasız tüm Arap ülkeleri için bir kazançtır. Bununla birlikte Suriye’de on yıldan fazla bir süredir devam eden çatışmanın koşulları, çoğu Arap ülkesinin Esed rejimine karşı tutumunu değiştirmesinin önemli bir nedeniydi. Özellikle de Esed, orduyu ve askerî güçlerini, başlangıçta barışçıl bir değişim talep eden halk kesimlerine karşı kullanmaya başladıktan sonra.

Arap ülkelerini 2012 yılında Suriye’yi Arap Birliği’nden çıkarmaya teşvik eden şey, ABD’nin tutumuydu. ABD, o dönemde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın başkanlığında 2012 yılı ortalarına gelinmeden önce Cenevre 1 ve Cenevre 2 konferanslarında ve sonrasında somutlaşan devlet çabalarına öncülük etti. Hedef, iddialarına göre Suriye’de siyasi iktidarın geçişini, Libya’da olduğu gibi dramatik bir çöküş veya ardından gelebilecek ve bölge ülkelerini etkileyecek bir kargaşa ile değil de ABD’nin uluslararası gözetimi altında siyasi olarak sağlamaktı. Önce Katar, bu ABD yönelimlerini destekledi, sonra da Suudi Arabistan Krallığı. Ama Arap ülkeleri, Esed rejimini değiştirme konusunda ABD’den ciddiyet görmedi. Ardından İran, 2012 yılı sonunda Esed rejimi lehine olacak şekilde Suriye’ye askerî müdahalede bulundu. 2015 yılı sonunda Rusya’nın askerî müdahalesiyle de Suriye toprakları üzerindeki güç dengesi değişti ve Esed rejimine karşı askerî çaba, dayanaklarını kaybetti. Böylece Suriye; ABD, Rusya, İran, Türkiye ve diğerlerinin geniş askerî varlığından ötürü tüm Arap yurdunda bir zaaf noktası haline geldi.

Bu durum, genel olarak Arap zayıflığının tezahürlerinden biri oldu. Küresel planda güç dengelerini değiştirme yönelimlerinin ve Ukrayna, Tayvan, Yemen, Libya ve diğer yerlerde büyük uluslararası çekişmelerin ortaya çıkmasıyla bilgelik, kendini göstererek Suriye ya da başka yerde umutsuz çatışmaları beslemenin hiçbir faydası olmadığını öğütledi. Arap yurdunda, özellikle de Suriye’de at koşturan ülkelerin yolunu kesmek amacıyla Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönmesine ilişkin talep, milli bir Arap talebi haline geldi. Suudi Arabistan Krallığı, ABD’nin buna karşı olduğunu bildiği halde Suudi Arabistan-Suriye ilişkilerini yeniden tesis etme hareketine öncülük etti. Bu, ilan edilemeyecek koşullar altında olmalıydı. Suudi Arabistan Krallığı da Rusya, İran ve Irak ile ilişkilerini iyileştirme konusunda gerçekten bilgece bir diplomasi yürüttü. Bu, Suudi Arabistan Krallığı ile Arap ülkelerinin çıkarlarına hizmet eden bir şeydir.

“Karşı çıkanlar muhalif grupların destekçileri”

  • Arap Birliği’nin normalleşmedeki fonksiyonu ne olacak? Birliğe üye birçok devletin itirazları da sürüyor. Katar gibi, Fas gibi… Bunu da göz önüne alırsak normalleşmenin belirli limitleri olduğunu söyleyebilir miyiz? Suriye ile ilişkiler tek tek devletler düzeyinde mi ilerleyecek?

Arap Birliği’nin, Şam’la ilişkilerin normalleştirilmesinde rolü büyüktür. Arap Birliği, Suriye ile ilişkilerini kesmemiş olsaydı Suriye’nin Arap ülkeleriyle anlaşmazlıklarından bahsetmeye gerek olmazdı. Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü, Suriye’nin bazılarıyla geç de olsa tüm Arap ülkeleriyle ilişkilerini yeniden kurması için kapıyı açacak.

Suriye’nin Arap Birliği’ne dönmesine ya da Esed rejimiyle ilişkilerin normalleştirilmesine karşı çıkan Arap ülkeleri, 2011 yılından bugüne dek süren silahlı, siyasi ve diplomatik çatışma yıllarında ABD’nin teşvikiyle Suriyeli muhalif grupları destekleyen Arap ülkelerinin ön saflarında yer aldı.

ABD, gerek ABD Kongresi’nin aldığı Sezar Yasası gerekse diğer uluslararası yaptırımlar adına Esed rejimi ile rejimin üst düzey güvenlik, askerî ve ekonomik yetkililerine yönelik uluslararası ve Amerikan yaptırımlarının uygulanması için sesini yükselttikten sonra Arap ülkeleri, Suriye’nin dönüşünün engellenmesi için sadece bazı Arap ülkelerinin tutumlarıyla karşı karşıya kalmadı. Artık, Suriye’nin geleceğine dair siyasi vizyonunu yıllar sonra da gerçekleşse hem ABD hem de İsrail’e hizmet edecek şekilde dayatmaya çalışan ABD tutumuyla da karşı karşıyaydı. Suriye’deki çatışmanın sonraki on yıllar boyunca devam etmesi ABD’nin umurunda değil. Bu durum, hele de ABD’nin Suriye’yi bölmeye ya da geniş bir uluslararası askerî varlık, özellikle de ABD, Rusya, İran ve Türkiye askerî varlığı altında tutmaya çalışan politikaları gün yüzüne çıkmışken, Arap Birliği’nin çıkarlarına ters düşüyor.

Bazı Arap ülkeleri, Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönüşünün oy birliğiyle olması konusunda ısrar ederse o zaman Suudi Arabistan da dahil olmak üzere diğer bazı Arap ülkeleri için, her ne kadar geri dönüşün tüm Arap ülkeleri düzeyinde gerçekleşmesini tercih etseler de Suriye ile ilişkilerini bireysel olarak geliştirmeye çalışmaları kaçınılmaz olur.

“ABD çıkarlarıyla çatışırsa Krallık, Arapların çıkarından yana olur”

  • Washington, Esad’la normalleşmeye sayısız kez itiraz etti ancak Riyad, normalleşme diplomasisini yürüttü ve buna liderlik etti. ABD yaptırımları devam ederken Suriye’nin yeniden inşası veya Şam’ın beklentisi olan ekonomik ilişkilerin kurulması ne kadar mümkün?

Suudi Arabistan Krallığı, yolunu ve siyasetini senelerdir kendine has ve bağımsız bir Suudi politik kararıyla belirliyor. Bu, Suudi Arabistan Krallığı’nın ABD’nin petrole ilişkin vizyonuna aykırı ya da zararlı da olsa petrol fiyatları ve ihracat düzeyleri konusundaki bağımsız siyasetiyle kendini gösterdi. Aynı şekilde Suudi Arabistan Krallığı, İran ile çatışma hızını artırmayı reddetti. Bunun yanı sıra Rusya-Ukrayna savaşındaki tutumunu tarafsız kıldı, Çin ile ekonomik ilişkilerini iyileştirdi ve Filistin meselesinde adil ve kapsamlı bir siyasi çözüme varma taahhüdünde bulunmadıkça İsrail’le ilişkilerini normalleştirmeyi kabul etmedi.

Suudi siyaseti bugün başka başkentlerde değil, Riyad’da şekilleniyor. Suudi Arabistan Krallığı’nın Suriye ile ilişkilerin normalleşmesindeki çıkarları, ABD’nin özel çıkarlarıyla çatışırsa o zaman Suudi Arabistan, Krallığın ve Arapların çıkarına uygun olacak şeyi yapacaktır. Suudi Arabistan Krallığı, ABD’nin Suriye’nin geleceği konusundaki vizyonunun Suriyelilerle Arapların menfaatine olmayabileceğinin farkında. Krallık, Suriye meselesinde ABD’ye karşı çıkmamakla birlikte bu vizyonunun tüm detaylarında ona ortak da olmuyor. Özellikle de krizi, sınırsız bir süreye kadar devam ettirme konusunda.

Esed rejimi, Arap ulusal güvenliğini koruyan sorumlulukları üstlenmeden sadece Suriye’nin yeniden inşa edilmesi için Suudi Arabistan’la ekonomik ilişkiler kurmayı arzuluyorsa şayet bilinsin ki Krallık; uluslararası veya Amerikan yaptırım yasalarına karşı çıkmayacak ve imar, Suudi Arabistan’ın Esed rejimiyle ilişkilerini normalleştirme vizyonunun önceliği olmayacaktır.

“Yaratıcı Kaos’ tesadüf değil”

  • Bölge ülkeleri arasında anlaşmazlıklar devam etse de eskinin çatışmayı önceleyen ilişki biçimi yerini diplomasiye bırakıyor. Bu değişim, bölgede nasıl bir değişikliğe kapı aralayabilir?

Kötü ilişkiler ve kopuş ne Arap ülkeleri ile Suriye ne de Suudi Arabistan Krallığı ile Suriye arasındaki normal ilişkilerin tabiatına uygundu. Bu, daha on yıl önce ortaya çıkan bir şey ve sebebi de Suriye’de ortaya çıkan bir iç savaş. Suudi Arabistan Krallığı, bu savaşın barışçıl ve siyasi bir şekilde çözülmesini umuyordu. Ancak Esed rejiminin Suriye’de savaşmaları için İran ile Devrim Muhafızları’nı getirip Arap ulusal güvenliğini tehdit etmesi, Suudi Arabistan Krallığı ile Arap Birliği’ni öfkelendirdi. ABD ve İsrail’in planları, Suriye ve başka yerlerdeki bu çatışmaya kendi çıkarları doğrultusunda yatırım yapmaktan uzak değildi. Bu çatışmalar, on yılın ardından bir çıkmaz yola girdi. Zira ABD stratejisi, politikalarını tükenmiş ülkelerde ve helak eden iç savaşlarda çizmeye çalıştı. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 2006 yılında “yaratıcı kaos” çağrısı yapmasının ardından birçok Arap ülkesinde iç savaşların gerçekleşmesi tesadüf değildir. Başarısız iç çatışmalarla geçen tam on yılın ardından Arap yöneticiler, buna bir son verme kararı aldılar. ABD’nin, İsrail’in ya da başkalarının çıkarlarıyla çatışsa da ya bölge ve Arap ülkeleri, yiyip bitiren ve diğer Arap ülkelerini tehdit eden askerî çatışmalar ve iç savaşlar içinde bırakılacak ya da bunlara bir son verilecekti.

“İsrail ile normalleşmenin şartı Filistin”

  • Bölgenin normalleşme sürecinin en büyük kaybedeni, Suudi Arabistan başta olmak üzere bölge ülkeleriyle normalleşme umudunu koruyan İsrail gibi duruyor. İsrail’in Suudi Arabistan’la normalleşmesi mümkün mü?

Kral Abdullah girişimi başlatılıp bu girişim Beyrut ve diğer yerlerdeki Arap zirvelerinde benimsendiğinden beri Suudi Arabistan Krallığı, İsrail’le barışa karşı olmadığını ortaya koydu. Ancak bir şartla: İsrail devleti, Filistin meselesi için adil ve kapsamlı bir çözüme bağlı kalacak ve Arap ülkeleriyle barışçıl ilişkileri normalleştirmeye çalışacak. Krallık, İsrail ile ilişkileri bireysel olarak ve Filistinlilerin haklarını ihlal edecek şekilde normalleştirmeyi kabul etmiyor. Ayrıca İsrail’in Arap bölgesine yönelik hırslarına da bir son vermesi gerek. Suudi Arabistan’ın Suriye ile ilişkileri normalleştirme çabaları da bu bağlamdaki diplomatik çabalardır. Arap ülkelerinin tutumlarının güçlendirilmesi, özellikle İsrail ile Arap ilişkilerinin normalleştirilmesi konusunda tüm Arap ülkelerinin yararına olacaktır. İsrail, Arap ülkelerinin parçalanmasının ve tutumlarının zayıflığının, bilhassa Suriye-Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşmesini engellemede kendi çıkarlarına daha çok hizmet ettiğine inanıyor. Zira Suriye ile Suudi Arabistan arasındaki bu normalleşme, İran dahil olmak üzere son on yılda Esed rejimini destekleyen ülkelerin onayını gerektiriyor ki bu, İsrail’in karşı olduğu bir şey.

  • Tel Aviv’in, İran’a yönelik stratejisinde örneğin doğrudan çatışmayı göze almak gibi bir değişiklik bekliyor musunuz?

İran, İsrail’in derinliklerini balistik füzelerle vurabilecek askerî yeteneklere sahip olduğu sürece İsrail, İran’a saldırmaya cesaret edemez. İsrail, sadece İran’ın reaktörlerine saldırırsa da bundan önce ABD’nin askerî desteğini sağlamaya başvuracaktır. Böyle bir şey de mevcut koşullarda ABD’nin itirazıyla karşılaşıyor. Çünkü ABD’nin askerî varlığı Irak’ta, Basra Körfezi sularında, Suriye ve diğer yerlerde İran ateşi altında.

ORTADOĞU

Netanyahu’nun erteleme talebi reddedildi

Yayınlanma

Netanyahu, hakkındaki dolandırıcılık, 2yolsuzluk ve rüşvet davaları kapsamında 2 Aralık’ta ifade vermeye başlayacak. Netanyahu’nun güvenlik gerekçesiyle duruşmaya katılmayacağı değerlendiriliyor.

İsrail mahkemesi, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun, hakkındaki yolsuzluk davaları kapsamında ifadesinin alınmasının ileri bir tarihe ertelenmesi talebini reddetti.

İşgal altındaki Doğu Kudüs’te yer alan İsrail’e bağlı Kudüs Bölge Mahkemesi, Netanyahu’nun, hakkındaki yolsuzluk davalarında 2 Aralık’ta alınacak ifadesinin ileri bir tarihe ertelenmesi talebini görüştü. Mahkeme, Netanyahu’nun talebini geri çevirerek İsrail Başbakanı’nın ifadesinin alınmasına planlandığı gibi 2 Aralık’ta başlanmasına hükmetti.

Avukatları, Netanyahu’nun Gazze saldırıları ve Lübnan’daki çatışmalar nedeniyle “davaya hazırlanmasının imkânsız” olduğunu öne sürerek ifadesinin alınmasının iki buçuk ay ertelenmesini istemişti.

Netanyahu “savaşı” bahane ederek yolsuzluk duruşmasında erteleme talep etti

Ancak Netanyahu’nun güvenlik bahanesiyle duruşmaya katılmayacağı tahmin ediliyor. İsrail basınına göre Netanyahu şu anda güvenlik yetkililerinin talimatları doğrultusunda, Başbakanlık Ofisi’nin üst katındaki normal ofisi yerine bodrum katında güçlendirilmiş bir odada çalışıyor ve duruşmaların yapılacağı mahkemenin de güvenli bir oda veya sığınağı bulunmuyor.

Netanyahu, iki davada dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma; üçüncü davada ise rüşvet, dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılanıyor. Yaklaşık beş yıl önce, Ocak 2020’de suçlandı ve dava o yılın mayıs ayında başladı.

“Gül” ve “yaprak” Netanyahu’yu yakacak

Netanyahu, herhangi bir suiistimalde bulunmadığını ısrarla belirtiyor ve suçlamaların polis ve devlet savcılığı tarafından yürütülen bir cadı avının ürünü olduğunu iddia ediyor.

Netanyahu, henüz kürsüye çıkmadı; ancak birkaç kez mahkemeye katıldı. Ana sanık olarak, savunma tanıklarını sunarken çapraz sorguya tabi tutulacak ilk kişi olması planlanıyor.

Öte yandan dava sürecinin yavaş ilerlemesi eleştirilere yol açıyor. Mevcut durumda, davanın ve olası temyizlerin 2028-2029’dan önce sona ermesi pek olası görülmüyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Yayınlanma

kerim-han

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Başsavcı Kerim Han’ın cinsel taciz iddialarını araştırmak üzere dışarıdan müfettişler getirme kararı aldı.

UCM, Han’ın Gazze’deki savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın tutuklanması talebini değerlendirirken, Han’a yöneltilen suçlama ve bu suçlama üzerine gelen soruşturma dikkat çekti.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

UCM’nin gözetim organının başında bulunan Finlandiyalı diplomat Päivi Kaukoranta, Han’ın ofisinde çalışan bir kadına uygunsuz davrandığını öne süren haberlerin ardından Han hakkında “dış soruşturma” açmaya karar verdiğini belirtti. Kaukoranta, normalde bu tür soruşturmaların mahkemenin İç Denetim Mekanizması tarafından yürütüldüğünü, ancak Han’ın kendisinin de Bağımsız Gözetim Mekanizması’ndan (BGM) soruşturma talebinde bulunduğunu söyledi. Kaukoranta, “Bu davanın özel koşulları, BGM’nin mağdur odaklı yaklaşımı ve olası çıkar çatışması algıları göz önüne alındığında, BGM bu durumda istisnai olarak dış bir soruşturmaya başvurulmasına itiraz etmemiştir” dedi.

Kan, uygunsuz bir davranışta bulunduğu iddialarını reddetti ve “Bu konuda daha önce bir soruşturma çağrısında bulunmuştum ve bu sürece katılma fırsatını memnuniyetle karşılıyorum” dedi.

Soruşturma, UCM’nin İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sırasında Netanyahu ve Gallant’ın savaş suçları ve insanlığa karşı suç işledikleri iddiasıyla tutuklama emri çıkarma talebini değerlendirirken başlatıldı.

Han’ın tutuklama talebi birçok ülke tarafından olumlu karşılanırken, Biden yönetimi ve Kongre’nin eleştirilerine maruz kaldı. Hatta ABD Temsilciler Meclisi UCM ile bağlantılı kişi ve yargıçlara aileleri ile beraber yaptırım uygulanmasını öngören yasayı kabul etti.

ABD Temsilciler Meclisi, UCM’ye yaptırım yasasını geçirdi

ABD’nin açıktan yürüttüğü yıldırma politikasına karşın İsrail’in Mossad aracılığıyla UCM yetkililerini tehdit ettiği daha önce basına yansımıştı. Mayıs ayında İngiliz The Guardian gazetesi, Han’ın selefi Fatou Bensouda’nın “bir dizi gizli toplantıda” Mossad’ın o dönemki başkanı ve “Netanyahu’nun en yakın müttefiki” Yossi Cohen tarafından tehdit edildiğini ortaya çıkarmıştı.  Cohen, Bensouda’yı “savaş suçları soruşturmasından vazgeçmeye” zorladı ve iddiaya göre ona şöyle dedi: “Bize yardım edersen biz de sana göz kulak oluruz. Kendinin ya da ailenin güvenliğini tehlikeye atacak işlere bulaşmak istemezsin.”

Han da tutuklama talebinde bulunmadan önce talepte bulunmaması için baskı gördüğünü söylemişti.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Trump, Batı Şeria’nın ilhakına şartlı destek verecek

Yayınlanma

Trump’ın eski yardımcıları, İsrailli bakanları, ikinci döneminde Trump’ın ilhakı koşulsuz desteklemesini ummamaları konusunda uyardı.

The Times of Israel’in bilgi sahibi üç kaynağa dayandırdığı habere göre Donald Trump’ın önceki yönetiminden en az iki yetkili, İsrailli bakanları, Trump’ın ikinci döneminde İsrail’in Batı Şeria’yı ilhakını destekleyeceğini varsaymamaları konusunda uyardı.

Mesaj, Trump’ın geçen hafta başkanlık seçimlerini kazanmasından önceki aylarda yapılan toplantı ve görüşmelerde iletilmiş olsa da aşırı sağcı kabine üyeleri bu uyarılardan etkilenmedi.  Pazartesi günü Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Trump’ın yeniden göreve gelmesiyle 2025 yılının “Yahudiye ve Samiriye’de [Batı Şeria] egemenlik yılı” olacağını ilan etti. Geçen hafta Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir de “egemenlik zamanı geldi” dedi.

Cuma günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail’in bir sonraki ABD Büyükelçisinin, Batı Şeria’nın büyük bölümünün ilhak edilmesini savunan ve Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkan eski bir yerleşimci lideri olan Yechiel Leiter olacağını açıkladı.

İsminin açıklanmaması kaydıyla konuşan İsrailli bir yetkili, Times of Israel’e, Trump’ın eski danışmanlarının İsrailli üst düzey bakanlarla yaptıkları son görüşmelerde, Trump’ın bu hamleyi destekleme ihtimalini göz ardı etmediklerini ancak bunun “kesin bir sonuç” olarak görülmemesi gerektiğini belirttiklerini söyledi.

Trump’ın eski bir yardımcısının bir bakanla yaptığı görüşmelerden birine vakıf bir İsrailli yetkiliye göre, tartışmalı hamle gündeme gelirse Trump’ın İran’la mücadele, Çin’le rekabet ve Ukrayna’daki savaşı sona erdirme gibi daha acil dış politika hedefleri sekteye uğrayabilir. Çünkü Trump bu dış politika hedefleri için Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez’deki ABD müttefiklerinin desteğine ihtiyaç duyuyor. Ancak İsrail’in ilhakını desteklerse müttefiklerin ciddi tepkisiyle karşılaşacak.

Trump 2020’de İsrail’in tüm yerleşim yerlerini ilhak etmesini öngören bir barış planı sunmuş olsa da teklif, Batı Şeria’nın geri kalan bölgelerinde bir Filistin devletinin kurulmasına olanak tanıyordu.

Netanyahu o dönemde bu öneriye temkinli yaklaşırken geçen hafta Trump’ın zaferini ilhak planlarını hayata geçirmek için bir fırsat olarak kutlayan Smotrich ve birçok yerleşimci lider, plana karşı çıkmıştı.

Trump’ın eski bir danışmanı, İsrailli bir bakana, ikinci Trump yönetiminin, 2020’de olduğu gibi İsrail egemenliğini koşulsuz desteklemeyeceğini söyledi.

Filistin Yönetimi’nin Trump’ın 2020 “Barıştan Refaha” önerisini reddetmesinin ardından Trump yönetimi Batı Şeria’nın kısmen ilhakını planlamak için İsrail’le birlikte çalışmış, ancak Birleşik Arap Emirlikleri’nin Yahudi devletiyle ilişkileri normalleştirmeyi kabul etmesi karşılığında bu girişim rafa kaldırılmıştı.

ABD’nin İsrail’in ilhak hamlesini engellemek için BAE’ye verdiği taahhüt 2024 sonunda sona erecek ancak eski bir Trump yetkilisi The Times of Israel’e yaptığı açıklamada ABD’nin İsrail ilhakına verdiği desteğin koşullarında büyük bir değişiklik beklenmediğini söyledi. Eski Trump yetkilisi, “Eğer bu gerçekleşirse, bir sürecin parçası olması gerekecek” dedi.

Trump’ın eski Ortadoğu temsilcisi Jason Greenblatt da The Times of Israel’e yaptığı açıklamada benzer bir mesaj verdi:

“İsrail’de Başkan Trump’ın zaferini kutlayanların bunu, Trump’ın ilk döneminde yaptığı pek çok tarihi şeyin de gösterdiği gibi İsrail’e verdiği güçlü destek nedeniyle yapmalarının önemli olduğunu düşünüyorum. Bazı İsrailli bakanlar, Yahudiye ve Samiriye’deki İsrail egemenliğinin genişletilmesinin otomatik olarak tamamlanmış bir mesele olduğunu varsayıyor ve Başkan Trump göreve gelir gelmez bunun gerçekleşeceğini düşünüyor.”

“Bir nefes almalarını öneririm. Bu bakanlara tavsiyede bulunuyor olsaydım, öncelikle Başbakan Netanyahu ile yakın bir şekilde çalışarak İsrail’in ABD ile ilişkilerini derinleştirmesine ve İsrail’in şu anda karşı karşıya olduğu muazzam tehditler ve zorluklar üzerinde çalışmasına olanak sağlamaya odaklanmalarını şiddetle tavsiye ederdim. Yahudiye ve Samiriye hakkında bir tartışma yapmanın zamanı gelecektir, ancak bağlam ve zamanlama önemli.”

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English