Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Suudi Arabistan ve BAE’nin “vizyon” rekabeti

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında her geçen yıl daha da görünür hale gelen rekabetine ışık tutuyor. Normalleşme anlaşmaları yoluyla “İran tehdidi” azaldıkça bu tehdide karşı geçmişte omuz omuza mücadele eden iki ülkenin motivasyonu da müttefiklikten rakibe doğru kayıyor. Makaleye göre, “iki ülke arasındaki çatlak genişledikçe Moskova, Pekin ve hatta İran’la gelişen ilişkilerinin birbirlerine karşı bir denge unsuru olarak hız kazanma ihtimali var. Bu da ABD’nin Orta Doğu stratejisinin etkinliğini zayıflatabilir.”

***

Suudi Arabistan ve BAE’nin Gizli Rekabeti

İki ülke müttefik gibi görünse de giderek bölgesel rakipler haline geliyor.

Arash Reisinezhad ve Mostafa Bushehri

İsrail-Hamas savaşı, barış içinde bir arada yaşama yönündeki bölgesel eğilimin belirginleştiği bir dönemde ortaya çıktı. Ortadoğu’nun bu doğrultudaki dönüşümü, fiili liderleri Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayid arasındaki dostluğun da sembolize ettiği üzere, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki giderek yakınlaşan ittifakla temsil edildi. İki ülke, 2017 yılında Katar’a uyguladıkları başarısız ablukanın da gösterdiği gibi, Katar’ın Arap dünyasında genişleyen yumuşak gücüne karşı birleşti. Yemen’de İran destekli Husilere karşı 2014’ten bu yana yürütülen askeri kampanyada aynı safta yer aldılar. Ayrıca Pekin ve Moskova’ya karşılıklı olarak yaklaşarak ABD ile geleneksel ittifaklarından farklı, daha bağımsız bir politika benimsediler.

Ancak bu görünürdeki kardeşlik ittifakının altında, her iki ülkenin de Arap dünyasında liderlik için yarıştığı sessiz bir mücadele yatıyor. Suudi Arabistan ve BAE perde arkasında birçok boyutta aktif bir jeoekonomik rekabet yürütüyor.

İlk olarak, yabancı yatırım için büyük bir rekabet söz konusu. Bu rekabet, Abu Dabi’nin Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) merkez bankasının Riyad’da kurulması önerisine itiraz ettiği ve nihayetinde bankanın kurulmasının engellenmesinde rol oynadığı 2009 yılına kadar uzanıyor. 2012 ve 2022 yılları arasında BAE’nin GSYH’ye yatırım akışı Suudi Arabistan’ınkinden yaklaşık 3,5 kat daha fazla oldu ve Dubai, büyük çok uluslu şirketlerin Orta Doğu merkezlerinin yaklaşık yüzde 70’i için tercih edilen yer haline geldi. Bu arada, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sayesinde 2022 yılında petrol fiyatlarında yaşanan artış, Suudi ekonomisinin yüzde 8,7 ile G-20 ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranına ulaşmasını sağladı ve bu da kendi önemli sermaye akışını yarattı. Suudi Arabistan, Basra Körfezi bölgesinde faaliyet gösteren yabancı şirketleri merkezlerini kendi topraklarına taşımaları için aktif bir şekilde teşvik etti ve merkezlerini taşımayan şirketlerin Riyad ile iş ilişkilerini kesme riskiyle karşı karşıya oldukları uyarısında bulundu.

Suudi Arabistan (dünyanın en büyük petrol ihracatçısı) ve BAE (beşinci en büyük) arasındaki enerji politikaları bu rekabeti daha da yoğunlaştırdı. 2021 yazında Riyad ve Abu Dabi arasında, OPEC+ içinde Suudi liderliğindeki üretim kesintilerini uzatma planına ilişkin açık bir anlaşmazlık ortaya çıktı ve BAE bu öneriyi reddetti. Bu gerginlik kısa sürede çözüme kavuşturulsa da Abu Dabi’nin Riyad’ın OPEC+ içindeki hakimiyetine itiraz ettiği ve OPEC’ten çekilmeyi düşünebileceği söylentileri yayıldı.

Küresel prestij rekabeti Suudi Arabistan ile BAE’nin arasını da açmış durumda. Her iki ülke de önemli uluslararası toplantılara ev sahipliği yaparak yumuşak güçlerini artırmak için stratejik yatırımlar yapıyor. Suudi Arabistan Geleceğe Yatırım Girişimi konferansını düzenlerken, Abu Dabi de Birleşmiş Milletler tarafından her yıl düzenlenen Dünya Yatırım Forumu’na ev sahipliği yapıyor. Her iki forum ve konferans da küresel liderleri ve yatırımcıları bir araya getirerek küresel sorunlara yenilikçi çözümler önerilmesini kolaylaştıran platformlar olarak hizmet veriyor. BAE’nin Orta Doğu’da türünün ilk örneği olan Expo 2020’yi Dubai’de düzenlemesinin ardından Suudi Arabistan Expo 2030’a ev sahipliği yapma hakkını elde ederek tarihe geçti. Ayrıca Dubai, geçen yıl çok önemli yıllık BM iklim değişikliği konferansının yapılacağı yer olarak seçildi. Abu Dabi’nin şubat ayında Dünya Ticaret Örgütü bakanlar konferansına ev sahipliği yapacak olmasıyla birlikte zirvelere ev sahipliği yapma konusundaki kararlılık devam ediyor. Katar’ın 2022 FIFA Dünya Kupası’na başarılı bir şekilde ev sahipliği yapmasının ardından Riyad, elit oyuncuları çekerek ulusal futbol liginin profilini yükseltmek için girişimlerde bulundu. Suudi Arabistan 2021 başından bu yana spor anlaşmalarına en az 6,3 milyar dolar ayırarak önceki altı yılın toplam harcamasını dört kattan fazla aştı. Bu, yeni dönemde futbolun jeopolitiğinin ilk tezahürü olabilir. Dubai, konser ve gösterilere ev sahipliği yapmak üzere ünlüleri çeken, nispeten açık ve kozmopolit toplumuyla tanınıyor. Ancak bu ayrıcalık artık sadece BAE’ye özgü değil. Aralık 2023’te Riyad, Orta Doğu’nun en büyük müzik festivali olan MDLBEAST Soundstorm’a başarıyla ev sahipliği yaptı. Bu çabalar toplu olarak, bu iki ülkenin uluslararası imajlarını yeniden şekillendirmek ve küresel sahnede kendilerine yönelik olumlu algıları teşvik etmek için gösterdikleri çabaları yansıtıyor.

Son ve en önemli rekabet ise iki ülkenin izlediği “vizyon” stratejileriyle ilgili. (Ekonomisini) Çeşitlendirme yolculuğuna yıllar önce çıkan BAE, Khalifa ve Cebel Ali limanlarıyla ilgili stratejik girişimler ve havayolu şirketi Emirates’in başarısıyla kendisini küresel bir ulaşım ve iş merkezi olarak konumlandırdı. Bununla birlikte, Muhammed bin Salman 2016 yılında Suudi ekonomisinin çeşitlendirilmesine yönelik iddialı bir yol haritası olan Vizyon 2030’u başlattı. Bu vizyonun en önemli projesi, Suudi Arabistan’ı bölgenin önde gelen altyapı, ulaşım, teknoloji, iş ve finans merkezi olarak konumlandırmayı amaçlayan milyarlarca dolarlık bir girişim olan NEOM girişimidir. Riyad ayrıca kendisini bir deniz ve hava lojistik merkezine dönüştürmek için Riyad Air’in kurulmasıyla birlikte 100 milyar doların üzerinde bir kaynak ayırdı. Bu, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki en büyük ve en işlek liman olması planlanan Cidde İslami Limanı’na yapılacak önemli yatırımlar yoluyla Birleşik Arap Emirlikleri limanlarının hakimiyetine meydan okumayı da kapsıyor. Başka bir ifadeyle, “vizyon” rekabeti Riyad ve Abu Dabi’yi çoğu zaman birbirlerinin aleyhine olacak şekilde bir modernizasyon ve çeşitlendirme yarışına itti.

İlginçtir ki İran’la yakınlaşma bu rekabeti kızıştırabilir. Tahran ve Riyad arasında Pekin’in öncülük ettiği yumuşama, Suudi Arabistan ve BAE için bölgedeki birincil ortak tehdidi etkili bir şekilde ortadan kaldırdı ve böylece Basra Körfezi’nin kuzey ve güney kısımları arasında uzun süredir devam eden jeopolitik çatışmaları azalttı. İlerleyen dönemde bölge, odağın İran ve KİK arasındaki jeopolitik rekabetten Suudi Arabistan ve BAE arasındaki jeoekonomik rekabete kaydığı yeni bir döneme girebilir.

Her iki ülke de birbirlerine doğrudan meydan okuma anlamına gelen ticari politikaları benimsiyor. Temmuz 2021’de Suudi Arabistan, yerel sanayi üretimini desteklemek için korumacı politikalar uygulamaya başladı. Bu düzenlemeler, serbest bölgelerde üretilen veya İsrail girdileri kullanan malların tercihli tarife imtiyazlarının dışında tutulmasını öngörüyor. Bu tutum, Birleşik Arap Emirlikleri ekonomisinin temel taşlarından birini oluşturan ekonomik serbest bölgelere doğrudan meydan okuyor. Yabancı yatırımcıları ülke içinde iş kurmaya çekmek için tasarlanan bu düzenlemeler, BAE ile İsrail arasında artan ticari ilişkilere açık bir karşı çıkış niteliğinde.

İsrail’e yönelik politika da bir başka potansiyel ayrışma alanı. BAE 2020’de İsrail’i resmen tanırken, Suudi Arabistan şimdiye kadar İbrahim Anlaşmalarına katılmaktan kaçındı. İsrail ve BAE kapsamlı bir ekonomik ortaklık anlaşması imzalayarak ikili ilişkileri güçlendirdi. Bu ekonomik ilerleme Riyad’ı nispeten savunmasız bir konuma getirdi. İsrail-Hamas savaşı Suudi-İsrail normalleşme sürecini yavaşlattı; ancak Riyad’ın anlaşmaların temel taşı olması beklendiğinden diyaloglar muhtemelen yeniden canlanacaktır. Muhammed bin Selman’ın İsrail ile ilişkileri normalleştirmek için özellikle nükleer programı ve güvenlik garantileri konusunda ek tavizler istemesi şaşırtıcı olmayacaktır; böyle bir hamle Muhammed bin Zayid’in İsrail politikası üzerinde baskı yaratabilir.

Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki çatlak genişledikçe, Moskova, Pekin ve hatta İran’la gelişen ilişkilerinin birbirlerine karşı bir denge unsuru olarak hız kazanma ihtimali var. Bu da ABD’nin Orta Doğu stratejisinin etkinliğini zayıflatabilir ve Beyaz Saray’ın bölgenin önemini yeniden değerlendirmesine yol açabilir. Bu bağlamda, Abu Dabi ve Riyad’ın ABD’nin bölgedeki politikalarına uyum sağlamasına kesin gözüyle bakılmamalı. Tıpkı İsrail-Hamas savaşının patlak vermesi gibi, Suudi Arabistan ve BAE arasında artan jeoekonomik rekabet de Orta Doğu’nun daha barışçıl hale geleceği yönündeki basit görüşe meydan okuyabilir.

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English