Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Suudi Arabistan ve BAE’nin “vizyon” rekabeti

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında her geçen yıl daha da görünür hale gelen rekabetine ışık tutuyor. Normalleşme anlaşmaları yoluyla “İran tehdidi” azaldıkça bu tehdide karşı geçmişte omuz omuza mücadele eden iki ülkenin motivasyonu da müttefiklikten rakibe doğru kayıyor. Makaleye göre, “iki ülke arasındaki çatlak genişledikçe Moskova, Pekin ve hatta İran’la gelişen ilişkilerinin birbirlerine karşı bir denge unsuru olarak hız kazanma ihtimali var. Bu da ABD’nin Orta Doğu stratejisinin etkinliğini zayıflatabilir.”

***

Suudi Arabistan ve BAE’nin Gizli Rekabeti

İki ülke müttefik gibi görünse de giderek bölgesel rakipler haline geliyor.

Arash Reisinezhad ve Mostafa Bushehri

İsrail-Hamas savaşı, barış içinde bir arada yaşama yönündeki bölgesel eğilimin belirginleştiği bir dönemde ortaya çıktı. Ortadoğu’nun bu doğrultudaki dönüşümü, fiili liderleri Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayid arasındaki dostluğun da sembolize ettiği üzere, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki giderek yakınlaşan ittifakla temsil edildi. İki ülke, 2017 yılında Katar’a uyguladıkları başarısız ablukanın da gösterdiği gibi, Katar’ın Arap dünyasında genişleyen yumuşak gücüne karşı birleşti. Yemen’de İran destekli Husilere karşı 2014’ten bu yana yürütülen askeri kampanyada aynı safta yer aldılar. Ayrıca Pekin ve Moskova’ya karşılıklı olarak yaklaşarak ABD ile geleneksel ittifaklarından farklı, daha bağımsız bir politika benimsediler.

Ancak bu görünürdeki kardeşlik ittifakının altında, her iki ülkenin de Arap dünyasında liderlik için yarıştığı sessiz bir mücadele yatıyor. Suudi Arabistan ve BAE perde arkasında birçok boyutta aktif bir jeoekonomik rekabet yürütüyor.

İlk olarak, yabancı yatırım için büyük bir rekabet söz konusu. Bu rekabet, Abu Dabi’nin Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) merkez bankasının Riyad’da kurulması önerisine itiraz ettiği ve nihayetinde bankanın kurulmasının engellenmesinde rol oynadığı 2009 yılına kadar uzanıyor. 2012 ve 2022 yılları arasında BAE’nin GSYH’ye yatırım akışı Suudi Arabistan’ınkinden yaklaşık 3,5 kat daha fazla oldu ve Dubai, büyük çok uluslu şirketlerin Orta Doğu merkezlerinin yaklaşık yüzde 70’i için tercih edilen yer haline geldi. Bu arada, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sayesinde 2022 yılında petrol fiyatlarında yaşanan artış, Suudi ekonomisinin yüzde 8,7 ile G-20 ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranına ulaşmasını sağladı ve bu da kendi önemli sermaye akışını yarattı. Suudi Arabistan, Basra Körfezi bölgesinde faaliyet gösteren yabancı şirketleri merkezlerini kendi topraklarına taşımaları için aktif bir şekilde teşvik etti ve merkezlerini taşımayan şirketlerin Riyad ile iş ilişkilerini kesme riskiyle karşı karşıya oldukları uyarısında bulundu.

Suudi Arabistan (dünyanın en büyük petrol ihracatçısı) ve BAE (beşinci en büyük) arasındaki enerji politikaları bu rekabeti daha da yoğunlaştırdı. 2021 yazında Riyad ve Abu Dabi arasında, OPEC+ içinde Suudi liderliğindeki üretim kesintilerini uzatma planına ilişkin açık bir anlaşmazlık ortaya çıktı ve BAE bu öneriyi reddetti. Bu gerginlik kısa sürede çözüme kavuşturulsa da Abu Dabi’nin Riyad’ın OPEC+ içindeki hakimiyetine itiraz ettiği ve OPEC’ten çekilmeyi düşünebileceği söylentileri yayıldı.

Küresel prestij rekabeti Suudi Arabistan ile BAE’nin arasını da açmış durumda. Her iki ülke de önemli uluslararası toplantılara ev sahipliği yaparak yumuşak güçlerini artırmak için stratejik yatırımlar yapıyor. Suudi Arabistan Geleceğe Yatırım Girişimi konferansını düzenlerken, Abu Dabi de Birleşmiş Milletler tarafından her yıl düzenlenen Dünya Yatırım Forumu’na ev sahipliği yapıyor. Her iki forum ve konferans da küresel liderleri ve yatırımcıları bir araya getirerek küresel sorunlara yenilikçi çözümler önerilmesini kolaylaştıran platformlar olarak hizmet veriyor. BAE’nin Orta Doğu’da türünün ilk örneği olan Expo 2020’yi Dubai’de düzenlemesinin ardından Suudi Arabistan Expo 2030’a ev sahipliği yapma hakkını elde ederek tarihe geçti. Ayrıca Dubai, geçen yıl çok önemli yıllık BM iklim değişikliği konferansının yapılacağı yer olarak seçildi. Abu Dabi’nin şubat ayında Dünya Ticaret Örgütü bakanlar konferansına ev sahipliği yapacak olmasıyla birlikte zirvelere ev sahipliği yapma konusundaki kararlılık devam ediyor. Katar’ın 2022 FIFA Dünya Kupası’na başarılı bir şekilde ev sahipliği yapmasının ardından Riyad, elit oyuncuları çekerek ulusal futbol liginin profilini yükseltmek için girişimlerde bulundu. Suudi Arabistan 2021 başından bu yana spor anlaşmalarına en az 6,3 milyar dolar ayırarak önceki altı yılın toplam harcamasını dört kattan fazla aştı. Bu, yeni dönemde futbolun jeopolitiğinin ilk tezahürü olabilir. Dubai, konser ve gösterilere ev sahipliği yapmak üzere ünlüleri çeken, nispeten açık ve kozmopolit toplumuyla tanınıyor. Ancak bu ayrıcalık artık sadece BAE’ye özgü değil. Aralık 2023’te Riyad, Orta Doğu’nun en büyük müzik festivali olan MDLBEAST Soundstorm’a başarıyla ev sahipliği yaptı. Bu çabalar toplu olarak, bu iki ülkenin uluslararası imajlarını yeniden şekillendirmek ve küresel sahnede kendilerine yönelik olumlu algıları teşvik etmek için gösterdikleri çabaları yansıtıyor.

Son ve en önemli rekabet ise iki ülkenin izlediği “vizyon” stratejileriyle ilgili. (Ekonomisini) Çeşitlendirme yolculuğuna yıllar önce çıkan BAE, Khalifa ve Cebel Ali limanlarıyla ilgili stratejik girişimler ve havayolu şirketi Emirates’in başarısıyla kendisini küresel bir ulaşım ve iş merkezi olarak konumlandırdı. Bununla birlikte, Muhammed bin Salman 2016 yılında Suudi ekonomisinin çeşitlendirilmesine yönelik iddialı bir yol haritası olan Vizyon 2030’u başlattı. Bu vizyonun en önemli projesi, Suudi Arabistan’ı bölgenin önde gelen altyapı, ulaşım, teknoloji, iş ve finans merkezi olarak konumlandırmayı amaçlayan milyarlarca dolarlık bir girişim olan NEOM girişimidir. Riyad ayrıca kendisini bir deniz ve hava lojistik merkezine dönüştürmek için Riyad Air’in kurulmasıyla birlikte 100 milyar doların üzerinde bir kaynak ayırdı. Bu, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki en büyük ve en işlek liman olması planlanan Cidde İslami Limanı’na yapılacak önemli yatırımlar yoluyla Birleşik Arap Emirlikleri limanlarının hakimiyetine meydan okumayı da kapsıyor. Başka bir ifadeyle, “vizyon” rekabeti Riyad ve Abu Dabi’yi çoğu zaman birbirlerinin aleyhine olacak şekilde bir modernizasyon ve çeşitlendirme yarışına itti.

İlginçtir ki İran’la yakınlaşma bu rekabeti kızıştırabilir. Tahran ve Riyad arasında Pekin’in öncülük ettiği yumuşama, Suudi Arabistan ve BAE için bölgedeki birincil ortak tehdidi etkili bir şekilde ortadan kaldırdı ve böylece Basra Körfezi’nin kuzey ve güney kısımları arasında uzun süredir devam eden jeopolitik çatışmaları azalttı. İlerleyen dönemde bölge, odağın İran ve KİK arasındaki jeopolitik rekabetten Suudi Arabistan ve BAE arasındaki jeoekonomik rekabete kaydığı yeni bir döneme girebilir.

Her iki ülke de birbirlerine doğrudan meydan okuma anlamına gelen ticari politikaları benimsiyor. Temmuz 2021’de Suudi Arabistan, yerel sanayi üretimini desteklemek için korumacı politikalar uygulamaya başladı. Bu düzenlemeler, serbest bölgelerde üretilen veya İsrail girdileri kullanan malların tercihli tarife imtiyazlarının dışında tutulmasını öngörüyor. Bu tutum, Birleşik Arap Emirlikleri ekonomisinin temel taşlarından birini oluşturan ekonomik serbest bölgelere doğrudan meydan okuyor. Yabancı yatırımcıları ülke içinde iş kurmaya çekmek için tasarlanan bu düzenlemeler, BAE ile İsrail arasında artan ticari ilişkilere açık bir karşı çıkış niteliğinde.

İsrail’e yönelik politika da bir başka potansiyel ayrışma alanı. BAE 2020’de İsrail’i resmen tanırken, Suudi Arabistan şimdiye kadar İbrahim Anlaşmalarına katılmaktan kaçındı. İsrail ve BAE kapsamlı bir ekonomik ortaklık anlaşması imzalayarak ikili ilişkileri güçlendirdi. Bu ekonomik ilerleme Riyad’ı nispeten savunmasız bir konuma getirdi. İsrail-Hamas savaşı Suudi-İsrail normalleşme sürecini yavaşlattı; ancak Riyad’ın anlaşmaların temel taşı olması beklendiğinden diyaloglar muhtemelen yeniden canlanacaktır. Muhammed bin Selman’ın İsrail ile ilişkileri normalleştirmek için özellikle nükleer programı ve güvenlik garantileri konusunda ek tavizler istemesi şaşırtıcı olmayacaktır; böyle bir hamle Muhammed bin Zayid’in İsrail politikası üzerinde baskı yaratabilir.

Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki çatlak genişledikçe, Moskova, Pekin ve hatta İran’la gelişen ilişkilerinin birbirlerine karşı bir denge unsuru olarak hız kazanma ihtimali var. Bu da ABD’nin Orta Doğu stratejisinin etkinliğini zayıflatabilir ve Beyaz Saray’ın bölgenin önemini yeniden değerlendirmesine yol açabilir. Bu bağlamda, Abu Dabi ve Riyad’ın ABD’nin bölgedeki politikalarına uyum sağlamasına kesin gözüyle bakılmamalı. Tıpkı İsrail-Hamas savaşının patlak vermesi gibi, Suudi Arabistan ve BAE arasında artan jeoekonomik rekabet de Orta Doğu’nun daha barışçıl hale geleceği yönündeki basit görüşe meydan okuyabilir.

ORTADOĞU

İsrail’den Suriye ve Gazze’de uzun süreli işgal sinyali

Yayınlanma

Suriye’de Baas yönetiminin devrilmesinden saatler sonra Suriye topraklarındaki tampon bölgeye giren İsrail ordusu, bölgede uzun sürece kalacağının işaretlerini veriyor. Ayrıca ateşkes müzakerelerinin hızlandığı bir dönemde İsrail Savunma Bakanı, İsrail’in Batı Şeria’da olduğu gibi Gazze’de de güvenlik kontrolünü sürdüreceğini söyledi.

İsrail basını, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Baas rejiminin devrilmesinin ardından Suriye’nin Hermon Dağı’ndaki tampon bölgede başlattığı işgalin gelecek yılın sonuna kadar devam ettirilmesi talimatını verdiğini yazdı. İsrailli yetkililer daha önce bu bölgedeki işgalinin geçici olduğunu iddia etmiş daha sonra kış ayları boyunca işgalin süreceğini söylemişti.

Kanal 12 televizyonunda yer alan haberde, Netanyahu’nun dün gittiği Hermon Dağı’ndaki tampon bölgede İsrail ordusuna işgalin 2025 sonuna kadar sürdürülmesi talimatı verdiği ifade edildi.

İsrail Başbakanı, dün Savunma Bakanı Yisrael Katz ve Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’yle birlikte 7 Aralık sonrası işgal edilen Hermon Dağı’ndaki tampon bölgeye gitmişti. Başbakanlık Basın Ofisinden yapılan açıklamada, Netanyahu’nun burada İsrail ordusunun Hermon Dağı’nda tampon bölgedeki işgalinin “geleceğine yönelik yönergeleri belirlediği” belirtilmiş ancak detay verilmemişti. Netanyahu, Hermon Dağı’ndaki tampon bölgede yaptığı açıklamada, buradaki işgalin “İsrail’in güvenliğini sağlayacak düzenleme bulunana kadar” süreceğini belirtmişti.

İsrail Savunma Bakanı Katz da orduya tahkimat kurmalarını ve bölgede uzun süre kalmaya hazırlanmalarını söyledi. Katz, Hermon Dağı’nı “İsrail devletinin gözü” olarak nitelendirdi.

Esad yönetimini deviren saldırıyı yöneten HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani pazartesi günü verdiği bir röportajda İsrail ordusunun Suriye’de asker bulundurması için hiçbir gerekçe olmadığını söyledi. Katz ise yönetimi deviren isyancıları radikal olarak nitelendirdi ve caydırılmaları gerektiğini söyledi.

İsrail’in 1974’te İsrail ve Suriye arasında imzalanan ve Birleşmiş Milletler barış güçlerinin burada konuşlanmasını öngören bir anlaşmayla oluşturulan tampon bölgeye girmesi BM ve Fransa, Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Kuveyt, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler tarafından kınandı ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden bir uluslararası hukuk ihlali olarak nitelendirildi. İsrail ise Şam’daki yönetimin çökmesiyle birlikte Suriyeli askerlerin görev yerlerini terk etmelerinin ardından anlaşmanın geçersiz olduğunu iddia ediyor.

Bu arada İsrail’in Gazze Şeridi’nde süresiz işgale hazırlandığına dair işaretler artmaya devam ederken Katz, ordunun işgal altındaki Batı Şeria’da olduğu gibi Gazze’de de güvenlik kontrolünü sürdüreceğini söyledi. Katz, X’te yaptığı bir paylaşımda “Gazze konusundaki tutumum net. Hamas’ın Gazze’deki askeri ve hükümet gücünü yendikten sonra İsrail, tıpkı Batı Şeria’da olduğu gibi Gazze üzerinde de tam hareket özgürlüğü ile güvenlik kontrolüne sahip olacaktır” dedi. Filistin Yönetimi Batı Şeria’daki bazı bölgeleri kısmen yönetirken İsrail bölgede sıkı güvenlik kontrolünü sürdürüyor ve düzenli olarak askeri baskınlar düzenliyor.

Katz’ın bu açıklamaları Gazze’de ateşkes için yürütülen diplomasinin hızlandığı bir dönemde geldi. İsrail’in Gazze’nin kritik bölgelerinde kuvvet bulundurma ısrarı konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle daha önceki ateşkes müzakereleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Wall Street Journal’a göre (WSJ) Filistinliler ve bazı İsrailliler  “güvenlik kontrolünün” bölgede uzun süreli askeri işgale yol açacağını düşünüyor.

Netanyahu’nun liderliğini yaptığı Likud partisi ve koalisyondaki diğer partilerin üyeleri, bölgede Yahudi yerleşimleri kurmak da dahil çok daha sıkı bir kontrolü desteklediklerini dile getiriyorlar.

Birleşmiş Milletler’in en yüksek mahkemesi olan Uluslararası Adalet Divanı Temmuz ayında verdiği bir kararda İsrail’in Gazze ve Batı Şeria da dahil Filistin topraklarını on yıllardır işgal altında tutarak çeşitli uluslararası yasaları ihlal ettiğini belirtti. Mahkeme, uluslararası hukuka göre işgalin geçici olması gerektiğini ve işgalci bir gücün işgal altındaki topraklarda yaşayanlara karşı yasal sorumlulukları olduğunu söyledi.

Mahkeme, İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalinin geçici olmadığını gösteren eylemlerde bulunduğunu ve işgalci bir güç olarak bazı görevlerini ihmal ettiğini söyledi. İsrail mahkemenin görüşüne ve yargı yetkisine itiraz etti.

Gazze’nin işgalinin ilk günlerinden bu yana İsrail ordusu, adını Gazze’deki eski bir Yahudi yerleşiminden alan ve Netzarim olarak bilinen geniş bir güvenlik koridoru inşa ediyor. Askeri üsler, ileri karakollar, elektrik direkleri, baz istasyonları ve hatta bir sinagogdan oluşan koridor, Gazze’yi ikiye bölüyor. Kuzeye geçmek isteyenlerin koridordan geçen iki kontrol noktasından birinden geçmesi gerekiyor.

Filistin Kurtuluş Örgütü’nün eski hukuk danışmanı ve UAD davalarında çalışmış olan Diana Buttu, WSJ’ye Katz’ın yorumlarının ve İsrail’in Gazze’de askeri altyapı inşa etmesinin uzun vadede “Gazze’deki Filistinlilerin yaşamlarının sadece etkin kontrolü değil, düpedüz askeri kontrolü yönünde ilerlediğini” gösterdiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas, rehine anlaşmasının savaşı sona erdirmesini istiyor

Yayınlanma

Gazze’de ateşkes ve esir takası için müzakereler sürerken İsrail basını Hamas’ın süreli bir ateşkese ikna olmadığını yazdı.

CIA Direktörü Bill Burns, Hamas ve İsrail heyetlerinin önceki iki gün Doha’da yaptığı görüşmelerin ardından Katar Başbakanı ile bir araya gelecek; Trump’ın elçisinin de Kahire ziyaretinin ardından Doha’ya gelmesi bekleniyor.

Axios haber sitesinin İsrailli bir yetkiliye dayandırdığı haberinde, CIA Direktörü Burns’un, Doha’da Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile bir araya geleceği belirtildi.

Haberde, Burns’un, Katar Başbakanı ile İsrail ve Hamas arasındaki dolaylı müzakerelere ilişkin son durumu ele alacağı kaydedildi.

İsrail devlet televizyonu KAN, 16 Aralık’ta, “kısıtlı yetkilere” sahip bir İsrail heyetinin, Gazze’de ateşkes ve esir takası müzakereleri için Katar’ın başkenti Doha’ya gittiğini aktarmıştı.

Hamas da yaptığı açıklamada “Katarlı ve Mısırlı kardeşlerimizin himayesinde Doha’da gerçekleşen ciddi ve olumlu görüşmeler ışığında, işgalin yeni koşullar dayatmaktan vazgeçmesi halinde ateşkes ve esir değişimi için bir anlaşmaya varmanın mümkün olduğunu teyit etmektedir” ifadelerini kullanmıştı.

Doha’daki görüşmelerin yanı sıra Kahire’de de müzakereler yürütülüyor ve toplantı hakkında bilgi sahibi olan kaynaklar Reuters’a önümüzdeki günlerde bir anlaşma imzalanabileceğini söyledi.

Hamas’ın müttefiki Filistin İslami Cihad’ın başkan yardımcısı Muhammed el-Hind’in de Mısırlı yetkililerle görüştüğü belirtildi.

Görevi henüz devralmayan ABD’nin yeni başkanı Trump’ın kısa süre önce rehineler için atadığı özel temsilci Adam Boehler’in de esir takası ve ateşkes müzakereleri çerçevesinde dün Mısırlı yetkililerle görüşmek üzere Kahire’de olduğu kaydedildi. Boehler’in pazartesi günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüştüğü bugün de Doha’ya gitmesinin planlandığı belirtiliyor.

‘Daha önce de bu noktaya geldik’

ABD Başkanı Joe Biden’ın, Trump’ın ekibiyle birlikte çalışarak 20 Ocak’taki yemin töreninden önce Gazze için ateşkes anlaşmasını sonuçlandırmaya çalıştığını ifade ediliyor.

Müzakerelerde ilerleme kaydedilmiş olsa da bazı noktalardaki anlaşmazlıkların sürdüğünü belirten İsrail medyasına konuşan kaynaklar anlaşmanın sonuçlanması noktasında temkinli bir yaklaşım sergiliyor. Beyaz Saray Sözcüsü John Kirby de Fox News’e verdiği röportajda “Daha önce de bu noktaya geldik, ancak sonuca ulaşamadık” dedi.

İsrailli kaynaklar ise daha şüpheci bir tavır sergileyerek anlaşmanın önünde hala büyük engeller olduğunu belirtiyor. Walla haber sitesi, üç üst düzey İsrailli kaynağa atıfta bulunarak, son haftalarda ilerleme kaydedilmiş olsa da taraflar arasında hala büyük farklar olduğunu bildirdi. Özellikle Hamas’ın, herhangi bir rehine anlaşmasının savaşın sona ermesini sağlaması gerektiği konusunda ısrar ettiği kaydedildi. İsrail, belli sayıda rehinenin serbest bırakılması karşılığında bir ya da iki ay sürecek bir ateşkes istiyor. Hamas ise savaş sonrası Gazze’nin yönetiminde yer almamayı bazı şartlar karşılığında kabul etti. Ancak olası bir anlaşmanın savaşı ve işgali sona erdirmesi konusunda geri adım atmıyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Colani: Suriye, İsrail’e yönelik saldırılar için üs olarak kullanılmayacak

Yayınlanma

HTŞ lideri Colani, Suriye topraklarının İsrail’e saldırı için kullanılmayacağını söylerken Esad yönetimini deviren örgütler güneyde Suriye ordusundan kalan silah ve mühimmatları İsrail ordusuna teslim ediyor.

Esad’ı yönetimini devirerek Şam’da yönetimi devralan El Kaide bağlantılı HTŞ’nin lideri Ahmed eş-Şara (Ebu Muhammed el-Colani) Şam’da aralarında The Times’ın da olduğu yabancı basına konuştu.

İsrail’in Suriye’ye saldırının son bulması gerektiğini söyleyen Şara, “İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İranlı milislerin varlığıydı, artık bu gerekçe ortadan kalktı” dedi.

Beşar Esad’ın ülkeden ayrılmasından sonra İsrail’in ele geçirdiği Suriye topraklardan da çıkması gerektiğini söyleyen Şara, şöyle devam etti: “1974 anlaşmasına bağlıyız ve BM gözlemcilerini yeniden kabul etmeye hazırız. Ne İsrail ne de başka bir ülkeyle çatışma istemiyoruz ve Suriye’nin saldırılar için bir üs olarak kullanılmasına izin vermeyeceğiz. Suriye halkının artık bir nefes alması gerekiyor, saldırılar sona ermeli ve İsrail önceki pozisyonlarına geri çekilmeli.”

İsrail, HTŞ liderliğindeki örgütlerin Şam’ı ele geçirmesinden saatler sonra Golan Tepeleri’nde Birleşmiş Milletler tarafından korunan tampon bölgeye girdi. Suriye topraklarında ilerleyen ve kış ayları boyunca çekilmeyi düşünmeyen İsrail, bunun geçici bir savunma hamlesi olduğunu iddia ediyor.

Öte yandan Suriye sınırında bulunan HTŞ ile birlikte Esad yönetiminin devrilmesi operasyonuna katılan örgütler Suriye ordusundan kalan silah toplayıp İsrail ordusuna teslim ediyor. Suriye içinden çekilen videoda kamyonlara yüklenen tonlarca silah ve mühimmat görülüyor. İsrail ordusu mühimmatlardan bazılarının ‘kimyasal savaş malzemesi’ içerdiğini söylüyor.

Kanal 12’nin yayınladığı görüntülerde içinde mühimmat ve silah bulunan yüzlerce kasanın toplandığı ve daha sonra kamyonlara yüklendiği görülüyor. Habere göre, geçen hafta Esad yönetimini deviren isyancılar da silah teslimine yardım ediyor. Habere göre silahlar Suriye ordusuna ait üs ve karakollardan geliyor ve aralarında genellikle göz yaşartıcı gaz olarak kullanılan CS gazı gibi kimyasal silahlar da bulunuyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English