Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

‘Türkiye bir iki yıl öncesine kıyasla NATO’ya ve Ukrayna’ya daha yakın’

Yayınlanma

Dov S. Zakheim özellikle 2000’li yıllarda ABD’de devlet yönetiminde önemli görevlerde bulunmuş bir isim. Türkiye’yi ve bölgeyi iyi tanıyor. 2003’te Irak’ın işgali zamanında ABD Savunma Bakanlığı’nda (Pentagon) müsteşar pozisyonunda. Hatta Pentagon’un bütçe sorumlusu. Son yıllarda Türkiye ile ilgili yaptığı açıklamalarla da dikkat çeken Zakheim, Sarp Sinan Hacır’ın sorularını Harici için yanıtladı.

Bugün Dov Zakheim ile birlikteyiz. Kendisi George W. Bush ve Ronald Reagan dönemlerinde dış politika danışmanlığı yaptı ve bugün bizimle. Hoş geldiniz efendim.

Hoş buldum.

Öncelikle Vilnius’taki NATO zirvesiyle başlamak isterim. Bu toplantıyla ilgili büyük beklentiler vardı. İsveç’in üyelik başvurusu… Ukrayna’nın davet beklentisi… İsveç’in başvurusuyla ilgili büyük engeller var. Türkiye, İsveç’ten PKK gibi terör örgütleriyle daha iyi mücadele etmesini istiyor. Bu nedenle de üyelik şu ana kadar gerçekleşmedi. Sizce Vilnius’ta iyi bir ilerleme kaydedildi mi? NATO, zirveden istediğini aldı mı?

Kimden bahsettiğine bağlı. İsveç’ten bahsediyorsan bence hafif bir hayal kırıklığı yaşadılar. Erdoğan’ın olumlu yaklaşımından dolayı mutlu olduklarını düşünüyorum ama Cumhurbaşkanı hala terörle mücadelede ve Kuran-ı Kerim’e yapılan saldırılarla ilgili sorunlar olduğunu söyledi. Açıkçası İsveç’in elleri de kutsal kitapların yakılması konusunda bağlı. Kendi ülkelerindeki yasalar gereği bunu bir ifade özgürlüğü olarak değerlendiriyorlar. Tabii PKK konusunda İsveç ilerlemeler kaydetti. Zaten bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç’in üyeliğini kabul etmeye yaklaştığını düşünüyorum. Mesele parlamentoya gidecek. Tahmin ediyorum ki Erdoğan’ın arzusu doğrultusunda bir karar çıkar. Sayın Erdoğan, Vilnius’ta İsveç’in katılma ihtimalini arttırdı ancak tabii birçoklarının istediği gibi hemen NATO’ya kabul etmedi.

Ukrayna meselesine gelirsek… Bence sayın Zelenski çok fazla şey istiyordu. Tabii onu kınamıyorum. O bir savaş dönemi başkanı. 1939 ila 1941 arasında Winston Churchill’in savaştaki ülkesini nasıl yönettiğine bakarsanız ABD’yi Birleşik Krallık’a desteğe zorlamak için elinden geleni yaptığını görürsünüz. Zelenski’de Churchill gibi bir savaş lideri. Ülkesinin savaşı kazanması için her şeyi yapmaya hazır. Ancak NATO’ya girmek ufak bir mesele değil. NATO, özel bir Ukrayna grubu kurdu. En yüksek seviyede istişarelere devam edildi. Ukrayna’nın girişinin hızlanması için çabalandı ancak işin sonunda NATO’ya kabul edilmedi. Açıkçası savaş halindeki Ukrayna’yı ittifaka kabul etmek demek ittifakı savaşın parçası yapmak demek. İttifaktaki bütün parlamentoların bu katılımı onaylaması gerekiyor. Bu nedenle NATO, savaşın bitmesini bekliyor. Tabii Zelenski bundan mutlu olmadı. Hatta o kadar negatif yaklaştı ki NATO’da “madem bu kadar negatif yaklaşıyor, onun için hiçbir şey yapmayalım “gibi sesler çıkmaya başladı. İşin sonunda daha akil sesler kazandı. Zelenski, çıkışından ötürü özür diledi ve NATO üyelik için çalışmalara devam etti.

‘F-16 anlaşması birkaç ay içinde geçer, İsveç de NATO’ya girer’

Size Türk-Amerikan ilişkilerini sormak istiyorum. Donald Trump döneminde tüm gerginliklere rağmen Sayın Erdoğan ve Trump arasında bireysel bir yakınlık mevcuttu. Ancak Biden iktidarı başladıktan sonra iki ülke ilişkileri daha da gergin hale geldi. S-400 sorunu büyüdü ve F-35 sorunu oldu, şimdiyse F-16 sorununa dönüştü. Türkiye Cumhuriyeti bu gerginliklerin ışığında Doğu’yla Batı arasında bir denge politikası gütmeye başladı. Özellikle Ukrayna Savaşı başladıktan sonra Türkiye’nin iki cephe arasında bir arabulucu haline geldiğini gördük. Siz bunu sürdürülebilir bir politika olarak görüyor musunuz? Bu politika Türkiye ve dünya için sizce faydalı mı?

Şu anda Washington’da Türkiye’yle olan sorunları çözmek için bir hareket olduğunu söyleyebilirim. Mevcut yönetim Türkiye’ye F-16’ların verilmesini istiyor. Ancak sorun yönetim değil. Sorun Menendez gibi senatörler. Bu konuya döneceğim.

Sayın Erdoğan’ın Rusya’nın tahıl koridoru anlaşmasını aniden dondurması gibi bir meseleden memnun olduğunu düşünmüyorum. Bu anlaşma Birleşmiş Milletler ile birlikte yoğun çabalar sonucu oluşturulmuştu. Son dönemde Türkiye’nin bir iki yıl öncesine kıyasla NATO’ya ve Ukrayna’ya daha yakın olduğunu görüyorum. Biden ile Erdoğan arasında çok bir sıcaklık olmasa da en azından daha önce olmayan bir samimiyetin doğacağını tahmin ediyorum. Bence ABD Türkiye’nin NATO için ne kadar önemli olduğunu biliyor. Aynı zamanda sayın Erdoğan da bir NATO ülkesi olarak Putin’le ne kadar ilişki kurabileceğini anlıyor. Ya da en azından Putin’in bu ilişkiyi istediği zaman değiştirebileceğini… Bu nedenle Türk-ABD ilişkileri konusunda artık biraz daha iyimserim diyebilirim.

F-16 konusuna dönersek. Her zaman olduğu gibi burada da sorun senatör Menendez. Bunu anlamak için Menendez’in Türkiye’ye düşman politik çevrelerce desteklendiğini bilmek gerekir. Öte yandan, Menendez’e Beyaz Saray’dan ciddi bir baskının arttığını da eklemeliyim. Senatör Menendez ne kadar dirense de F-16’ların Türkiye’ye verilmesi için desteğini açıklayan Başkan Biden’ı daha fazla utandırmak istemeyecektir. Bu nedenle F-16 meselesinin olumlu sonuçlanacağı konusunda da epey iyimserim. Tabii bu da sayın Erdoğan’ın İsveç’in üyeliğini onaylaması için bir motivasyon kaynağı olacaktır. Putin’in aksine İsveçliler Türkiye’ye verdikleri sözleri tutuyorlar. Bu yüzden birkaç ay içinde F-16 anlaşması geçer, İsveç de NATO’ya girer.

Yani F-16’lar Türkiye’ye İsveç’in NATO üyeliğinin kabulünden önce mi verilecek?

Bence sayın Erdoğan İsveç kararı için uçakların akıbetini bekleyecek. Tabii bu sadece benim tahminim.

Ukrayna’nın geleceğinde Trump faktörü önemli

Ukrayna savaşında neredeyse 1,5 yıl geçti. Şu an savaşın bir çıkmaza girdiğini görüyoruz. Özellikle Ukrayna’nın NATO ekipmanları ve NATO eğitimleriyle aylar boyu hazırlandığı taarruzu Rus savunma hatlarında bir kırılma yaratamadı. Sizce artık masaya oturma ve diplomatik yolları kullanma zamanı geldi mi? Yoksa iki tarafta güçlerini tekrardan hazırlayıp yeni taarruzlar mı deneyecek?

Ukraynalılar hala savunma hatlarını yarabileceklerine inanıyorlar. Sonbaharın gelişiyle hava şartları zorlaşana kadar denemeye devam edeceklerdir. Belki hava kötüleşince sahadaki duruma göre taarruzu sonlandırabilirler ancak şu an değil. Açıkçası hatta kırılma yaratmak önceden tahmin edilebilen bir şey değildir. Şu anda sahada her yeri “dürterek” nereden ilerlemenin mantıklı olacağını anlamaya çalışıyorlar. Aslında ilerleme de kaydettiler. Sorun şu ki, bu hatta kırılma meselesi çok abartıldı. İnsanlar öyle bir beklentiye sokuldu ki Ukrayna’nın birinci günde cephe hattını yarıp geçeceği algısı oluştu. İşler böyle yürümüyor. Ruslar onları bekliyordu. Tahkimatlar inşa ettiler. Mayınlar döşediler. Hendekler kazdılar. Ukraynalılar hala nereden bu tahkimatları kırabileceklerini arıyorlar. Bu bulmayacaklar anlamına gelmez.

Tabii bir de NATO eğitimleri meselesi var. Ukraynalıların NATO eğitimi alması, onların en iyi bu şekilde savaşacağı anlamına gelmez. Daha şimdiden Ukrayna askerlerinin NATO eğitimlerini bırakıp “eski Sovyet” yöntemlerine döndüğü bilgisi geliyor. Bu yöntemlerle Rusları durdurmayı başardılar. Tam karşılığı olmasa da Afganistan meselesine benziyor. Afganlar savaşmayı biliyordu. Yüzlerce yıldır savaşıyorlardı. Ama Batılılar gibi savaşmıyorlardı. Ama her seferinde kim kazandı? Afganlar.

Putin’in tüm bunların neresinde olduğu da önemli. Prigojin fiyaskosunu gördük. Belli ki Putin eskisi kadar güçlü değil. Prigojin hala etrafta geziyor, hala askerleri var. Belli ki Putin’in savaşı yönetme şeklinde rahatsız olanlar var. Belki de bu kişiler Ukrayna’yı haritadan silmekte Putin’den daha da istekli olacaklar. Kim bilir.

Son faktör ise tabii ki sayın Trump. Putin, Trump’un 2024 seçimlerini kazanması durumunda ABD’nin Ukrayna desteğini durduracağına inanıyor. Aynı şekilde Zelenski de Batı’yı alabileceği her şeyi almaya zorluyor çünkü Trump gelirse yardımın kesilmesinden korkuyor. Bu nedenle Ukrayna, gelecek ABD seçimlerinin sonucunu bilmeden masaya oturmak istemiyor. Açıkçası bu seçim belirsizliklerle dolu. Donald Trump yine hâkim karşısına çıktı. Bu son dönemde uğraştığı 4. davası. Bu olaylar, seçim kampanyasını nasıl etkileyecek, oyları artacak mı? Kimse bilmiyor. Zelenski, Trump’ın kazanıp kazanmayacağını bilmiyorum neden masaya oturayım ki? Diyebilir. Aynı şekilde Putin de Trump’ın kazanmasını umarak masaya oturmayı reddedebilir. Bu nedenle barış görüşmelerinin şimdi olacağını sanmıyorum. Eğer Ukrayna bu taarruz sonucunda ciddi bir toprağını gelir alırsa belki masaya oturmak için bir sebep doğabilir.

‘Bir Cumhuriyetçi olarak Biden’a oy vermek zoruma gidiyor’

Hazır Trump’tan bahsetmişken 2020 seçimlerine dönelim. Seçime sadece aylar kala Biden’a destek açıklayan Cumhuriyetçilerden biriydiniz. 2024 seçimlerinde de aynı şekilde Biden’ı mı destekleyeceksiniz?

Umuyorum ki Cumhuriyetçi Parti’nin adayı başka biri olacak. Demin de dediğim gibi Trump meselesinin ne olacağını bilmiyoruz. Eğer başka bir aday çıkarsa Biden’a karşı onu desteklerim. Eğer sayın Trump aday olursa ona oy veremem. Bir Cumhuriyetçi olarak sayın Biden’a oy vermek de zoruma gidiyor. Yaptığı her şeyi eleştirmiyorum ama Demokrat Parti’nin genel politikalarının karşısındayım. “Demokratlardan nefret ederim” diyen biri değilim. Benim eşim de bir Demokrat ve eşimi seviyorum. İki yakanın da birlikte çalışmasını gerektiğini düşünen eski tip bir adamım. Ama benim temel konumum Cumhuriyetçi Parti’dir. Yine de Trump’la sorunum var. Açıkçası ne yapacağımı bilmiyorum.

‘Ukrayna’yı desteklemeyi bırakırsak, Xi Tayvan’ı desteklemeyeceğimiz fikrine kapılır’

Henry Kissinger hala siyasette aktif. Yakın zamanda Çin’e bir seyahat gerçekleştirdi ve önemli temaslarda bulundu. Şu anda bazı Batılılarda yaygın bir görüş var. Bu görüşe göre Ukrayna’ya verilen destek Çin’e Tayvan meselesinde aynı durumun gerçekleşebileceği izlenimi yaratıyor bu yüzden Rusya ve Çin yakınlaşıyor. Kissinger da kendini “Ejder-Ayı” yakınlaşmasını engellemeye adamış biri. Kissinger, ABD’nin Çin’le olan ilişkisinin kötüleşmesinin önümüzdeki 10 yıl içerisinde bir dünya savaşına evrilebilecek duruma geldiğini söylüyor. Siz Joe Biden’ın Çin ve Rusya üzerindeki dış politika hamlelerini nasıl buluyorsunuz? Sizce Kissinger haklı mı?

Sayın Kissinger’ı tanırım ve saygı duyarım. Umarım onun gibi 100 yıla yakın yaşayabilirim. Tabii o yaşta Çin’e gidebilir miyim bilmiyorum. Kendisi çok etkileyici bir insandır. 99 yaşında kitap yazdı. Ancak kendisiyle aynı fikirde olduğum söylenemez. Eğer biz bugün Ukrayna’yı desteklemeyi bırakırsak, Xi Jinping olası bir işgalde Tayvan’ı desteklemeyeceğimiz fikrine kapılır. Bu yüzden bizim yapacağımız yardımlarla Başkan Xi’nin böyle bir fikre kapılmaması gerekiyor.

‘Pasifik’te Çin’e karşı en güçlü silah denizaltılar’

Pasifik’teki kabiliyetlerimizi güçlendiriyoruz. Japonya 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bu kadar güçleniyor. Onlarla da birlikte çalışıyoruz. Avustralya hep bize yakındı ama şimdi denizaltılar da alacaklar. Muhtemelen Pasifik’te Çin’e karşı en güçlü silah bu denizaltılar. Kore ve Japonya birlikte çalışıyor. İki ülke arasındaki tarihsel gerginlikleri göz önünde bulundurursanız bu pek beklenen bir şey değildi. Bu işin Asya tarafı, bir de Avrupa tarafı var. Onlar Çin saldırganlığı için çok daha endişeliler. Fransızların bölgede kolonileri ve mıntıkaları var. İngilizler uçak gemisi yolladılar. Yani Çin zorbalığına karşı çok sayıda ülke birlik oluyor. Bu ülkeler aynı zamanda Ukrayna’yı destekleyen ülkeler. Bugün Ukrayna desteğini bırakırlarsa başkan Xi bundan yanlış bir mesaj alacaktır. Ukrayna’yı ne kadar desteklersek Xi aynısının Tayvan’da olacağından o kadar çekinecektir.

‘Çin’le olan ilişkimiz Sovyetlere benzemiyor’

Tabii ki Çin’i bir düşman olarak görmemeliyiz. Çin’le biz çok fazla ticaret yapıyoruz. Güney Çin denizine giderseniz Çin ve ABD bayraklı fabrikaları yan yana görürsünüz. Çin’le olan ilişkimiz Sovyetlere benzemiyor. Sovyetler Birliği’yle tamamen birbirinden bağımsız ekonomilerimiz vardı. Biz iç içe geçmiş durumdayız. Tabii bir de Çin ekonomisinin yavaşlaması var. Kendi umdukları hızla büyümüyorlar. Bu sene yüzde 5 büyüme ön görüyorlar. Bu onlar için çok az ve açıkçası bu yüzde 5’e de inanmıyorum. Çünkü hep büyüme sayılarını abartıyorlar. Emlak endüstrileri sorun yaşıyor. Yatırımları azaldı. Devlet, etkisiz kurumlara gereğinden fazla para harcıyor. Bazıları tam da bu yüzden Çin Tayvan’ı işgal edecek diyor. Ben tam tersini düşünüyorum. Bu Sayın Xi’nin gözünde bir risk ve sayın Xi için önce kendisi sonra Komünist Parti gelir. NATO ve Asya’daki müttefiklerimizle güçlü bir şekilde Ukrayna’yı destekleyerek Çin’e şu mesajı veriyoruz; “Ekonomini düzelt, seninle iş yapmak istiyoruz ama Tayvan’ı işgal edersen sonuçları olacağını bilmelisin”.

‘Biden’ın desteği İsrail devletine, Netanyahu’ya değil’

Netanyahu ve Biden’ın ikili ilişkileri her geçen gün daha da gergin hale geliyor. Hatta 2016 ABD seçimleri için “Rusya Trump’ı seçtirdi” deniyordu ama sonradan müdahale edenin İsrail olduğunu iddia eden makaleler yayınlandı. Son dönemde Biden hükümeti Netanyahu’nun demokratik olmadığını bile söyledi. Biden hükümetinin dış politikasının demokrasi adı altında ideolojik bir yönünün olduğunu söyleyebiliriz. Bu dış politika, ABD’nin Venezuela ya da Suudi Arabistan gibi ülkelerle ilişkilerini de doğrudan etkiledi. Ama konu İsrail’e gelince bu demokrasi beklentileri rafa kalktı. Biden, Netanyahu’ya anti demokratik demesine rağmen İsrail’in bütün ihtiyaçlarını karşılamaktan geri durmadı. İstenen tüm silah anlaşmaları başarıyla geçti. Sizce burada bir gariplik yok mu?

Öncelikle İsrail’le en büyük silah anlaşması Obama döneminde yapıldı. Açıkçası, Obama’nın İsrail’le daha da büyük gerginlikleri olmuştu. Sayın Biden her daim bir İsrail destekçisi olmuştu. Ama bu onun Netanyahu’yu da desteklediği anlamına gelmiyor. Biden, Netanyahu’yu Beyaz Saray’a çağırmayarak bunu belli etti. Dahası, Netanyahu, Beyaz Saray’a ne zaman gideceğini bilmeden Çin’e gidiyor. İlginç değil mi?

Bana sorarsanız, Netanyahu hükümeti tamamen anti demokratik bir yapı. Bu Biden’ın destekleyebileceği bir şey değil. Hatta ABD’deki Yahudi toplulukları da Netanyahu’yu desteklemiyor. ABD’deki Yahudilerin en az %75’i Netanyahu karşıtı. Yani Netanyahu hükümetiyle İsrail devleti arasındaki farkı iyi anlamak gerekiyor. ABD’deki politik çevrelerin ve Biden’ın desteği İsrail devletine, Netanyahu’ya değil. Netanyahu, her şeyi iyi bildiğini sanıyor. Bu tabii otokratların ortak özelliğidir. Ancak günün sonunda otokratların başı hep derde girer. Tahminimce Netanyahu da böyle olacak. Yüz binlerce İsrailli demokrasi için sokakları dolduruyor. Netanyahu’nun hem dini hem de Batı Şeria politikaları ABD’de ciddi endişe yaratıyor. Biden “İsrail’i seviyorum” dediğinde doğruyu söylüyor ama bu Netanyahu’yu sevmek zorunda demek değil.

‘Irak işgali bir hataydı’

Son dönemde Çin’in Ortadoğu macerası başladı. Yıllardır devam eden Yemen iç savaşı Çin’in arabuluculuğuyla son buldu. Dahası uzun yıllardır diplomatik temasları olmayan Suriye, Suudi Arabistan ve İran gibi ülkeler bir araya geldiler ve Ortadoğu’da barış rüzgarları esmeye başladı. Siz ABD’nin Ortadoğu siyasetine en müdahil olduğu George W. Bush iktidarında bir dış politika danışmanıydınız. Özellikle Irak savaşı göz önünde bulundurulduğunda geriye dönüp baktığınızda nasıl bir iz bıraktığınızı düşünüyorsunuz?

 “Siz” derken ABD’yi kastediyorsan şunu söyleyebilirim. Irak’a gittiğimizde Savunma Bakanlığı’ndaydım. Irak işgali bir hataydı. Irak’ı bugün kimin kontrol ettiğini sorarsanız biz değil İran ediyor. Çin’e gelirsek, eğer Çin bölgeye düzen getirebilecekse bu kötü bir şey değil. ABD de düzen istiyor Çin de. Asıl soru şu; Çin Ortadoğu’ya ne kadar girebilir? Bugüne kadar hareketleri hep ekonomiden ibaretti. Politik ve askeri alanlara girince işin bu kısmı bizi biraz daha endişelendiriyor. İşin nasıl ilerleyeceğini göreceğiz. Bu ülkelere Çin’in yatırım aracı olan Bir Kuşak Bir Yol projesi aynı Çin ekonomisi gibi sorunlar yaşıyor.  Açıkçası İran’la Suudi Arabistan’ın birbirini seveceğini düşünmüyorum. Ama birileri bölgedeki tansiyonu düşürebilecekse bu her zaman iyi bir şeydir. Bu birileri İsrail de olabilir, İran ya da Türkiye de. Ortadoğu’nun hala büyük sorunları var. Lübnan mesela çok sorun yaşıyor. Bölgeye huzuru ve düzenin gelmesi sanırım hem Washington’un hem de Pekin’in ortak noktasıdır.

SÖYLEŞİ

‘İkinci Trump döneminin en büyük zorluklarından biri Çin olacak’

Yayınlanma

Trump hükümetinin en etkili isimlerinden, eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı ve NATO eski Genel Sekreter Yardımcısı Guy B. Roberts Harici’ye konuştu: “Çin ile çok daha aktif ve proaktif bir çatışma göreceğimizi düşünüyorum. Tayvan muhtemelen şu anda en önemli olan büyük anlaşmazlık noktalarından biri. Bunun Trump yönetiminin ilk yılında karşılaşacağı büyük zorluklardan biri olacağını düşünüyorum.”

Önceki Başkan Donald Trump döneminde ABD’nin Nükleer, Kimyasal ve Biyolojik Savunma Programları’ndan sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı olarak görev yürüten Guy B. Roberts, ayrıca NATO’nun kitle imha silahları politikasından sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı ve Nükleer Politika Planlama Direktörlüğü görevlerini de yürüttü.

Guy B. Roberts, ikinci Trump döneminde izlenmesi beklenen iç ve dış politikalara ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘Öncelik göç ve vergi politikası olacak’

Donald Trump’ın önceki kabinesinde Savunma Bakan Yardımcısı olarak yakın çalıştığınızı biliyorum. Onun politikalarını önceden nasıl yürüttüğünü biliyorsunuz ve ocak ayından itibaren nasıl devam edeceğini öngörebilirsiniz. Şu anki birincil beklentiniz nedir?

Aslında bu oldukça heyecan verici çünkü Başkan Trump’ın, seçim vaatlerinin hepsini yerine getirme konusunda kararlı olduğunu açıkça ifade ettiğini düşünüyorum. Muhtemelen ilk odaklanacağı konu, ABD’ye yasa dışı göç ve bunun yanı sıra vergi yapısını yeniden düzenleyerek orta sınıf Amerikalılar için vergi indirimlerini maksimize etmek olacak. Uluslararası alanda ise müttefikler ve ortaklara daha fazlasını yapmaları için baskı uygulamasını ve savunma harcamaları için taahhüt ettikleri, GSYİH’lerinin %2’si veya daha fazlasını harcama sözlerini yerine getirmelerini bekliyorum. Bu, ilk yönetiminde de kilit bir unsurdu ve ben de NATO karargahında onunla birlikteydim. Orada müttefiklerimizin bu konuda adım atması gerektiği üzerine uzun uzun konuştuk. Ekibini kurduktan sonra bu konuların öncelikli olarak ele alınacağını düşünüyorum. Tabii ki ABD sistemi gereği bunun gerçekleşmesi yaklaşık altı ay sürecektir.

‘Trump’ın Putin ile doğrudan temas kuracağını düşünüyorum’

Ukrayna hakkında konuşalım. Trump, Ukrayna savaşını 24 saat içinde bitirme sözü verdi. Ekibi bugün bile bu iddiayı tekrarlıyor. Son aylarda savaş Ukrayna için olumsuz bir seyir izlerken, Trump Ukrayna’ya barış getirebilir mi? Ayrıca, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir ateşkesi veya barış anlaşmasını kabul eder mi sizce?

Bu gerçek bir mesele. Trump’ın iddia ettiği gibi bu sorunu 24 saat içinde çözmesinin gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Bu çok daha karmaşık bir durum. Ancak, Başkan Putin ile doğrudan temas kuracağını düşünüyorum. Bunu yapacağını öngörebiliyorum; Putin üzerinde bir ateşkesi kabul etmesi ve bu sorunun çözümüne yönelik adımlar atması için baskı yapacaktır. Ukrayna, toprak vermek konusunda hevesli olmayabilir, ancak yeni silah sistemlerinin devreye girmesi gibi mevcut durumu göz önünde bulundurduğumuzda, Rusların Ukrayna’ya attığı son orta menzilli balistik füzeler ve Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine saldırıları, tarafların birbirine taviz verdiği bir tür müzakere için zemin hazırlayabilir. Bu müzakereler başlangıçta en azından bir ateşkes karşılığında bir şeylerden feragat etmeyi içerebilir. Barışın ise 24 saatten çok daha uzun süreceğine inanıyorum.

Görev süresinin sonlarına yaklaşan Başkan Biden, Trump için işleri zorlaştırabilecek bazı önemli hamlelerde bulundu. Örneğin, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı ABD yapımı uzun menzilli füzeler kullanmasına izin veren bir yasa tasarısını imzaladı. İkincisi, Rusya’nın uluslararası para transferleri ve enerji ticareti için kritik öneme sahip olan Gazprombank’a yaptırımlar uyguladı. Birkaç diğer banka da yaptırım listesine alındı. Biden, görevinden ayrılmadan hemen önce ne yapmaya çalışıyor? Trump’ın eline bazı “bombalar” mı bırakıyor?

Bunun kesinlikle aklının bir köşesinde olduğunu düşünüyorum. Müzakereler için başarılı bir zemin hazırlıyor, Trump’a bu krediyi vermek istese de istemese de. Yönetimi muhtemelen bunu inkâr edecektir. Ancak, Biden’ın şimdi yetkilendirdiği uzun menzilli ateş gücü, onayladığı askeri teçhizat artışları ve diğer müttefiklere aynı şeyi yapmaları için verdiği cesaretin, başarılı bir ateşkes müzakeresine ulaşmada yardımcı olduğunu ve yardımcı olacağını düşünüyorum.

Trump’ın yaklaşan ikinci dönem başkanlığı hakkında konuşalım, Avrupa liderleri gerçekten hevesli değildi ve bazıları Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönecek olmasından mutlu değil. Yeni bir Trump dönemi için Avrupa’dan nasıl bir yeniden yapılanma bekliyorsunuz?

Bir ittifak perspektifinden bakıldığında, Genel Sekreter Rutte, selefi Genel Sekreter Jens Stoltenberg gibi, müttefiklerin daha fazlasını yapması gerektiği konusunda çok hevesli bir destekçi ve kampanyacı oldu. Genel olarak daha fazlasını yaptıklarını düşünüyorum. Örneğin, şimdi 21’den fazla ülkenin askeri harcamalarının GSYİH’nin %2’sini karşıladığını ve diğer ülkelerin de bu hedefe doğru ilerlediğini söyleyebilirim. Yeni müttefikler, Finlandiya ve İsveç gibi ülkeler, savunma ve eğitim harcamalarında çok sağlam bir tutum sergilediler; hatta nüfusun olası bir savaş durumunda belirli faaliyetlerde bulunması için kılavuzlar hazırlamaya kadar gittiler. Bu, bence, caydırıcılık değeri taşıyor. İttifakın gönderdiği mesaj şu: Biz bir ittifakız ve herhangi birimize saldırırsanız, hepimize karşı koymak zorunda kalırsınız.

Benzer şekilde, Hint-Pasifik bölgesinde Avustralya ve Yeni Zelanda’nın yanı sıra Vietnam gibi bölgedeki ortaklarla bir koalisyon oluşturma çabalarını gördük. Kısa süre önce onlara bazı eğitim jetleri sattık ve diğer ülkelere de satışlar gerçekleştirdik. Trump yönetimi muhtemelen ittifak oluşturma konusuna daha az, savunma açısından kendi kendine destek sağlayan birebir ilişkilere daha fazla odaklanacaktır. Bu, Trump ve Biden yönetimleri arasında göreceğimiz değişimlerden biri olabilir.

‘Çin’e karşı caydırıcılık için ortaklık stratejisi’

Trump’ın kurumsal diplomasi yerine kişisel diplomasi tercih edeceğini mi söylüyorsunuz?

Evet, bence Biden yönetiminin koalisyon oluşturma konusuna odaklandığını görebiliyoruz. Örneğin, Beş Göz, NATO ittifakını taklit etmeye çalışan Güneydoğu Asya Antlaşması Örgütü (SETO) gibi 1950’lerin sonları ve 1960’ların başlarındaki benzer bir girişimi andırıyor. Birçok nedenden dolayı SETO işe yaramadı ve dağıldı. Ancak şimdi, Çin’in saldırgan davranışları, Güney Çin Denizi ve diğer bölgelerdeki iddiaları, Tayvan’a karşı saldırgan tutumu ve uluslararası adalet divanının deniz hukuku konusundaki görüşlerini kabul etmeyi reddetmesi, Filipinler ile olan düşmanca ilişkileri ve sınır adaları gibi konular, bu bölgeyi potansiyel bir sıcak nokta haline getiriyor. Çin’in bu şekilde hareket etmeye devam etmesini engellemenin ve caydırmanın tek yolunun bu ilişkileri inşa etmek olduğunun farkında. Bunu yapma konusunda çok fazla istek göreceğimizi düşünüyorum.

Kişisel diplomasi ve kişisel ilişkiler hakkında konuşacak olursak, Trump ve Xi Jinping, Trump ve Macron, Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında potansiyel ilişkileri nasıl tanımlarsınız?

Bu çok önemli bir konu ve Trump Yönetimi’nin tam olarak nasıl ilerleyeceğinden emin değilim. Ancak, Başkan Trump’ın ulusal liderlerle kişisel ilişkilere çok değer verdiğine inanıyorum. Bu yüzden büyük ortaklıklar kurmak yerine birebir ilişkiler kurma konusunda daha rahat ve bu konuda daha istekli olduğunu düşünüyorum.

Trump’ın, stratejik istikrarı sağlamak için önemli gördüğü Güneydoğu Asya, ittifak ortaklıkları, Akdeniz veya başka bir bölgede, çeşitli devlet başkanları ve başbakanlarla birebir görüşmeler yapacağı bir yaklaşımı çok daha fazla göreceğimizi düşünüyorum. Biden Yönetimi’nden daha proaktif bir şekilde kişisel ilişkiler kurmasını bekleyebiliriz.

Trump ve Erdoğan’dan, ABD ile Türkiye arasındaki işbirliği ve zorluklardan bahsedelim. Özellikle Türkiye için önemli bir konu olan PYD meselesi üzerinden: ABD, bir terör grubunu başka bir terör grubunu kullanarak yenmeye çalışıyor. Özellikle Türkiye bir NATO müttefiki olmasına rağmen, ABD hala Ankara’nın PYD konusundaki endişelerini göz ardı ediyor. Bu, Türkiye’nin bir numaralı meselesi. Diğer yandan F-35 meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye yeniden F-35 programına katılabilir mi? Son olarak, Türkiye’nin Orta Doğu’da, özellikle Filistin’de barışı sağlamada ve İsrail ile savaşı sona erdirmede kolaylaştırıcı bir rol üstlenebileceğini düşünüyor musunuz?

Bana tüm günü alabilecek bir soru sordunuz. Türkiye ile olan ilişkilere ve liderliğine baktığımızda, Türkiye’nin bölgedeki barış ve istikrarı sağlamak için kritik bir ortak olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda çok fazla karmaşa var. Önemli bir mesele, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile uzun vadede görülen ilişkilerinin güçlenmesi, bu da NATO’nun Ukrayna’ya yönelik Rus saldırganlığı ve İran’ın Rusya’ya insansız hava araçları ve füzeler sağlayarak destek vermesi konusundaki pozisyonuyla tutarlı değil.

Aynı zamanda, şu anda Türkiye içinde önemli siyasi kargaşalar var, bunu benden daha iyi biliyorsunuz. Çözülmemiş konulardan biri, bölgede çeşitli savaşlar sonucunda yerinden edilmiş iki milyon insanla ne yapılacağıdır. Sanırım Başkan Trump, Erdoğan ile bir araya gelerek Suriye sorununu çözmeyi görüşmekten çok ilgilenecektir. Trump, ABD güçlerinin Orta Doğu’nun o bölgesinden çekilmesine olanak tanıyacak bir çıkış stratejisi arıyor gibi görünüyor. Kampanya sırasında bu tür bölgeleri, ABD’nin askeri olarak küresel ölçekte yer aldığı “Sonsuz Savaşlar” olarak nitelendirmişti.

Hamas, Hizbullah ve diğer terörist gruplara gelince, bunlar büyük zorluklar. Abraham Anlaşmaları’nın, tüm bölgenin benimseyeceği bir yaklaşım olacağını umuyordum. Bu da yine Trump’ın ilk döneminde İsrail, BAE, Sudan ve sanırım Fas gibi ülkeleri içeren bir girişimiydi. Bu ülkeler, ekonomik, bilimsel ve mühendislik alanlarında işbirliği yapmak ve bölgede terörist faaliyetlerden ve geçmişte yaşanan nefretin izlerinden arınmış bir barış ve güvenlik ortamını sürdürmek ve yaratmak için bir barış anlaşması imzaladılar. Hatta bu sürece katılmayı düşünen Suudi Arabistan gibi bir ülke bile gördüm; ancak şimdi bu süreç, Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in buna verdiği yanıt nedeniyle tamamen durdu. Pek çok kişi İsrail’in tepkisinin olanlara kıyasla oldukça aşırı olduğunu düşünüyor.

Bu gerçekten çok ilginç. Daha önce Ankara’da sizi röportaj için ağırlamıştım, hatırlarsanız. Bir saatlik bir röportajdı ve bu konuyu tartışmıştık. Aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum; belki izleyicilerimiz o bölümü tekrar izleyebilir. Ancak yine, Batı söylemleri her şeyi 7 Ekim’de Hamas saldırısıyla başlamış gibi tekrarlıyor. Kimse 1948’den beri neler olduğunu konuşmuyor. Tamam, moderatör ve sunucuyum ama bu tartışmaya katkıda bulunmak istiyorum. Gerçekten anlamıyorum. ABD hükümeti Abraham Anlaşmaları ile bölgede barışı sağlamayı ve herkesin barış içinde bir dönem için bir araya gelmesini istiyorsa, Filistin’in BM kararlarına göre özgürlüğe sahip olma gereğini kabul etmesi lazım. 1948’den beri devam eden bu baskılar altında Filistin’e bu özgürlük verilmedi. İki devletli çözüm hâlâ beklemede. 7 Ekim’de kaç kişi yaralandı veya öldü? Tam sayıyı bilmiyorum. Ancak uluslararası kuruluşların raporlarına göre şu anda Gazze’de, Batı Şeria da dahil olmak üzere yaklaşık 100.000 kişi öldü. Batı Şeria hâlâ çok sayıda yerleşime tanık oluyor. Yerleşim yerleri ne anlama geliyor? İnsanların topraklarını ve evlerini almak, barışın var olamayacağı bir durum yaratmak anlamına geliyor. ABD, Orta Doğu’ya barış getirmek için iki devletli çözümü uygulaması için İsrail’e neden baskı yapmıyor?

Bu gerçekten çok iyi bir soru ve ele alınması gerekiyor. Zorluk şu ki, ben 1948’e değil, 1917’ye ve bugünkü ortamı yaratan Balfour Deklarasyonu’na geri dönerdim. Bu deklarasyon bir Yahudi yurdunu garanti etti. Sorun şu ki, Hamas, Filistin Yönetimi ve diğerlerinin, İsrail’i yok etmeyi amaçladıklarını belirten tüzükleri var. Bu birincil hedef olduğunda, barış anlaşması müzakere etmek için masaya oturmak çok zor. Bunun ötesine geçip bölgedeki tüm aktörler İsrail’in var olma hakkını kabul etseydi, şahsen inanıyorum ki bahsettiğiniz tüm sorunlar müzakere konusu olabilirdi. İsraillilerin, topraklarına yüzlerce roketin ateşlenmeyeceği ve sürekli terör saldırıları olmayacağı garantisine sahip olmak için oldukça fazla taviz vereceğini düşünüyorum.

İsrail’in meşru bir devlet olarak tanınması ve var olma hakkının kabul edilmesi müzakerelerin kapısını açacaktır. Bence diğer her şey müzakere konusu olabilir ve İsrailliler çok şeyden vazgeçebilir. Ama bu noktada, insan hakları ihlallerinde bulunan gruplar olduğunda—ve açıkça her iki tarafın da savaş hukuku veya insani ihlaller işlediğini söylemekten çekinmiyorum—insanların nefretle dolduğu bir ortam oluşuyor. Sonuç olarak, bu tutum bir sonraki nesle aktarılıyor ve 10 yıl içinde başka bir intifada ya da benzeri bir durumla karşılaşıyoruz; insanlar birbirlerinin boğazına sarılıyor. Burada oturup “Bir çözüm bulabiliriz” demek kesinlikle doğru—bir çözüm bulabiliriz. Ama kimsenin oturup “Tamam, iyi bir anlaşma yapalım” demeye istekli olduğu görünmüyor. Ve bu da gerçekleşiyor gibi görünmüyor. Keşke gerçekleşseydi.

Bence Trump yönetimi, Başkan Trump’ın kişisel müdahalesiyle, herkesin masaya gelmesini teşvik etmek için belirttiğiniz şeylerin bir kısmını müzakere etmek için büyük bir fırsata sahip. Daha önce de insanları masaya getirdik. Geçmişte, Orta Doğu’da kitle imha silahları veya silah kontrolüyle ilgili anlaşmalar yapmaya çalıştık. Harika fikirler bulduk—hepsi orada duruyor. Bunları uygulamak için sadece siyasi irade gerekiyor. Maalesef, bunu yapacak siyasi irade yok. Bu yüzden, sadece denemeye devam etmeli ve bölgedeki liderler arasında, insanların ve kendi çıkarları için oturup kalıcı bir barış tasarlamanın en iyisi olduğuna dair bir fikir birliği oluşturmaya çalışmalıyız. Ama bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda, 40 yıldır bu konuyu inceledikten sonra söylemeliyim ki, 10 yıl içinde başka bir şiddet döngüsüyle karşılaşma olasılığımız var. Bu, o bölgedeki durumun gerçeği.

Fakat Uluslararası Ceza Mahkemesi  gerçeği var; İsrail Başbakanı Netanyahu için savaş suçları nedeniyle bir tutuklama emri çıkardığını duyurdu. Bu gerçek—on binlerce insandan bahsediyoruz. Hep 50.000 kişi deriz, ama bu sayı neredeyse 100.000 kişi, ve bu gerçekten delilik. Eğer bölgede savaş istemiyorsanız, asıl mesele şu: Kiminle savaştasınız? İran’la mı, Lübnan’la mı, Hizbullah’la mı? Müslüman Kardeşler’i sevmiyorsunuz, vs., ama bunların hepsi özgür bir Filistin devleti sorunuyla bağlantılı. Bu şekilde çözüm olmuyor, olmayacak da. Bu tartışmaya derinlemesine girmek istemiyorum çünkü bunun bir sonu yok.

Son beş dakikamızda Trump’ın dış politikasına geri dönmek istiyorum. İlk döneminde İsrail yanlısı bir tutum sergiledi ve elçiliği Kudüs’e taşıdı. Ancak daha sonra Netanyahu ile olumsuz anlar da yaşadı. 2024 kampanyası için ise bu kez daha fazla İsrail desteğini kazanmış durumda. Bu durum İran ve genel olarak Orta Doğu politikalarını nasıl etkileyecek?

Evet, kesinlikle. Şu anda bölgede en önemli oyuncu aslında İran, çünkü uluslararası terörizmin bir numaralı destekçisi olarak tanınıyor. Bu, Körfez İşbirliği Konseyi tarafından da tanınmıştır. Hamas ve Hizbullah’ı destekliyorlar; her ikisi de uluslararası terör örgütleri olarak tanımlanıyor. İran’dan İsrail’e roketlerin ateşlenmesiyle, buna karşılık olarak İsrail’in yanıt vermesiyle şiddet sarmalı devam ediyor. Bu durdurulmalı ve barış içinde bir arada yaşama yolları bulunmalı. Ancak bildiğimiz gibi, İran’ın retoriği “İsrail’e ölüm, Amerika’ya ölüm” şeklinde. Bu tür bir tutum barış müzakerelerini uygun hale getirmiyor. “Çözüm bu ve herkes bunu kabul edecek” diyebileceğim bir cevap vermeyi isterdim. Ancak dediğiniz gibi, Orta Doğu’daki sorunlar ve zorluklar hakkında saatlerce konuşabiliriz.
Örneğin, Lübnan’da olan biteni izliyorum ve aslında 1982’ye geri dönüyorum. O dönem Lübnan’daydım. Çeşitli gruplar arasında barışı sağlama girişimimiz oldu. Ardından İsrailliler Beyrut’a saldırarak kuşatma durumu yarattı, bağlantıları kesti. Bu, adeta bir deja vu gibi hissettiriyor. Şiddet döngüsünü nasıl durdurabiliriz? Gerçekten bunu çözmek benim kapasitemin ötesinde. Bu meseleyle uzun zamandır ilgileniyorum ve her çözüm bulduğumuzda, bu çözümler hızla görmezden gelindi. Sonrasında nefret baskın hale geldi. Bu yüzden sadece denemeye devam etmeliyiz ve umarım bir gün o noktaya ulaşırız.

‘Tayvan en büyük anlaşmazlık noktası’

Peki, umut edelim. Son sorum Çin ile ilişkiler hakkında. Trump’ın kabinesinde Çin’e karşı oldukça sert bir tutum sergileyen isimler var. Trump, Çin’e %60 vergi koymayı vaat etti, bu oldukça büyük bir endişe kaynağı. İkinci Trump döneminde ABD-Çin ilişkilerinin nasıl ilerleyeceğini düşünüyorsunuz?

Bence Çin, ABD için birincil uluslararası sorun olacak. Çin’in uzun vadeli stratejisi çok net ve Başkan Xi, Çin’in 2049 yılına kadar dünyanın hegemonu olma arzusunu açıkça belirtti. Bu doğrultuda açıklamalar yaptılar ve bunu gizlemiyorlar. Birçok ülkeyle ilişkiler kurmak için krediler ve çeşitli ekonomik teşvikler yoluyla çok agresif bir politika izliyorlar. Güney Çin Denizi’ndeki iddialarda bulundular, bu oldukça istikrarsızlaştırıcı. Bu iddialar, uluslararası deniz hukuku ile uyumlu değil. Bölgede birçok ülkeyi deniz toprak iddiaları konusunda taciz etmeye çalıştılar. Bu durum, Vietnam gibi ülkelerin ABD ile güçlü ilişkiler kurmasına yol açtı. Savunma Bakan Yardımcısı olarak yaptığım son gezilerden birinde Hanoi’ye gittim ve Vietnamlıların ABD ile özellikle savunma sektörü konusunda çalışmaya çok istekli olduklarını gördüm. Bölgedeki diğer ülkeler de Çin’in müdahaleci ve zorlayıcı tutumu nedeniyle aynı şekilde hissediyor.

Çin ayrıca Panama Kanalı, Süveyş Kanalı bölgesi, Malakka Boğazı ve diğer stratejik geçiş noktalarında liman tesisleri edinerek güçlü bir küresel ağ kurdu. Düşmanca bir ortamda dünya ekonomisini boğma potansiyeline sahip olabilecek çok güçlü bir varlık oluşturmuş durumdalar. Bu tür şeylerin gerçekleştiğini görüyoruz ve Amerika Birleşik Devletleri içinde, Çin’in ulusal güvenlik ve dünya çapındaki kolektif güvenlik ilişkisi üzerinde olumsuz bir etkisi olan faaliyetlerini tanıyoruz. Bu konularda Çin ile çok daha aktif ve proaktif bir çatışma göreceğimizi düşünüyorum.

Tayvan muhtemelen şu anda en önemli olan büyük anlaşmazlık noktalarından biri. Çin liderliğinin çeşitli açıklamaları, Tayvan’ı tamamen Çin siyasi yapısına entegre etme konusunda güçlü bir baskının devam edeceğini gösteriyor. Bunun Trump yönetiminin ilk yılında karşılaşacağı büyük zorluklardan biri olacağını düşünüyorum.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Yerli halklar, sömürgecilik ve emperyalizme karşı ayakta’

Yayınlanma

Venezuela’da ve beş asırdan uzun bir süre önce İspanyol imparatorluğu tarafından sömürgeleştirilen Latin Amerika’nın büyük bölümünde ekim ayı, atalarının “Abya Yala” olarak adlandırdığı Amerika kıtasının yerli köklerini andığı tarih.

Ancak, Kristof Kolomb’un gelişinden 500 yıl sonra bugün bile İspanya, yerli halkların ve kültürlerinin soykırımını ve bu toprakların zenginliklerinin yağmalanmasını tanımamaya devam ediyor.

Günümüzde imparatorluk bir başka hegemonik güç olan Amerika Birleşik Devletleri ve bir başka sömürgecilik türü olan, daha ziyade bir kâbus gibi görünen “Amerikan Rüyası” kültürü tarafından temsil edilmektedir, ancak yerli halklara ve Venezuela’yı oluşturan Afro-azınlık halklara yönelik tehdit aynı olmaya devam ediyor.

Ve bu emperyal ve sömürgeci tehdit karşısında Venezuela ve diğer Abya Yala ülkeleri mücadele ediyor, direniyor ve savaşı kazanıyor.

Venezuela’da 2002 yılından bu yana her 12 Ekim’de anılan Yerli Direniş Günü çerçevesinde Venezuela Yerli Halklar Bakanı Clara Vidal ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Vidal, aslen Venezuela’nın doğusundaki Sucre eyaletinde yaşayan Kariña yerli halkından ve 2022’den bu yana Yerli Halklar Bakanı olarak görev yapıyor.

Venezuela Yerli Direniş Gününü neden kutluyor?

Bugün bu trajik tarihin önemi üzerine düşünürken, İspanya bugün “Hispanik Günü” adını verdikleri ulusal bir bayramı neşeyle, uçaklarla vs. anıyor. Yani İspanya 90 milyon yerli halkın ölümünü kutluyor, insanlık tarihinin en büyük soykırımını kutluyorlar.

Fakat Venezuela’da bizler, bugüne kadar bir ufuk ve bizi bekleyen muzaffer bir gelecek için savaşan yerli halkların direnişinin başlangıcının 532. yılını anıyoruz.

Bugünün yansıması şudur ki ne İspanyol monarşisi ne de çökmekte olan ABD imparatorluğu, hiçbir şey ve hiç kimse bizi yenemeyecektir, zira 200 yıl önce onları bu topraklardan kovduk, zira artık sömürgecilik ya da emperyalizm istemiyoruz, egemen, hür ve bağımsız olmak istiyoruz.

Bugün Venezuela’daki yerli halkların referansları nelerdir? Ve bunun önemi nedir?

Bugün komutan Hugo Chávez’in, kurtarıcı Simón Bolívar’ın, Büyük Şefler Şefi Cacique Guaicaipuro’nun, yerli halkların direnişinin liderinin topraklarında olduğumuzu söylememe izin verin, zira 532 yıl önce topraklarımız işgal edildi ve neredeyse 90 milyon yerli kardeşimiz bir Avrupa İmparatorluğu tarafından yok edildi.

Tam olarak, yaşadıklarımıza ve atalarımızın yaşadıklarına göre, hür, egemen ve bağımsız bir ülke olduğumuzu, tarihimiz boyunca hiçbir imparatorluğun bizi kontrol etmesine, bize hükmetmesine izin vermeyeceğimizi söyleyebiliriz ve bu nedenle her zaman hatırlamamız gereken temel tarihi referanslarımız arasında:

Yerli Cacique Guaicaipuro’nun, ağabeyimizin mücadelesi, ardından kurtarıcı Simón Bolívar’dan kurtuluşumuz için verilen mücadele ve daha yakın bir zamanda, 4 Şubat 1992’deki “Şimdilik ‘ten sonra 1999’da başkanlığımızı üstlenen ebedi komutanımız Hugo Rafael Chávez Frías’ın özgürlüğümüzü, egemenliğimizi, bugün ve ulusal geleceğimiz için bağımsızlığımızı kurtarması yer alıyor.

Bolivarcı Devrim, yerli halklara nasıl bir rol verdi?

Bolivarcı Devrim bize en önemli şeyi, yani yerli halkların haklarının güvence altına alınmasını sağladı. Devrimin gelişi, yerli halklarımızın her birinin 1999 Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti Anayasasında özel bir maddeye sahip olması için mücadele etti ve bunu sağladı. Yerli halkların haklarının tanınması ve bu haklara saygı gösterilmesine yönelik devrimci sürecimizin büyük takdiri işte burada başlıyor. Buna ek olarak, bize kamu politikaları olarak verdiği binlerce araç: Guaicaipuro Misyonu, Yerli Halklar için Halk Gücü Bakanlığı, ki bu uluslararası düzeyde benzersiz bir deneyim. Venezuela özellikle yerli halklar için bir kuruma sahip olma konusunda öncüdür, diğer ülkelerde de bakanlıklar var, örneğin Brezilya’da, ama yolu biz açtık.

Buna ek olarak, yasa koyucularımız var, belediye meclislerinde meclis üyelerimiz var, yerli olan ulusal milletvekillerimiz var. Ulusal, bölgesel ve yerel yasama organlarında sesimizi duyurabiliyoruz.

ABD’nin Latin Amerika’daki varlığı

Latin Amerika’daki diğer müdahaleci kurumların yanı sıra CIA, DEA veya NATO gibi emperyalizm kurumlarının varlığı, işlevlerinin aşırılığına göre değerlendirilmeli. ABD bir ülke olarak değil, her bir ulusun iç politikasına müdahale eden bir örgüt olarak hareket ediyor.

Birleşik Devletler, ulusların her birinin politikalarına müdahale etmekte, yani halkların egemenliğini ihlal ediyor. Ve en önemlisi de her bir halkın kültürüne ve kendine has özelliklerine saygı duymuyor.

Kesinlikle, sömürgecilikten bahsettiğimizde, emperyalizmden farklı olarak, yerli halkların kültürlerini küçümseyerek, onlara hükmetmek, kontrol etmek ve kültürlerini empoze etmekle alakalı. Şimdi, emperyalizmden bahsettiğimizde, bu, her bir halkın ve ulusun siyasi, sosyal, kültürel, askeri; her açıdan mutlak bir kontrol.

ABD ve Avrupa buradan faşizme, neo-faşizme ve benzer ifadelere denk düşüyor. Venezuela yerli halklar: Topraklarımızdaki ve uluslarımızdaki emperyal varlığa hayır deyin!

Latin Amerika’daki neo-faşist hükümetlerdeki emperyalizm yerli halklara saldırıyor

Yerli halklar cesur halklardır, aşırı sağcı, neo-faşist hükümetlerin olduğu ülkelerde yerli halklar tamamen kriminalize edilmiş ya da tamamen unutulmuş, kendi topraklarında kendi kültürlerini yaşamaları engellenmiştir. Bugün Venezuela’dan size yerli halkların yalnız olmadığını söyleyebilir ve onları hakları için mücadeleye devam etmeye teşvik edebiliriz. Sağcı ve neo-faşist hükümetler yerli halkları asla ama asla sevmeyecekler, çünkü tarihimizi silmek istiyorlar.

Bu hükümetler hiçbir zaman yerli halkların haklarını korumayacaklardır. Venezuela solu, Bolivarcı sosyalizm, başta yerli halklar ve topluluklar olmak üzere tüm bu kesimlerin ve kadim yerli halkların taleplerinin temel bir parçası olmuştur, zira biz aynı halkız, ezilen halklarız. Bu nedenle Abya Yala’nın yerli halklarına, zaferi elde edene kadar mücadelenin devam etmesi gerektiğini söylüyoruz. Venezuelalı kimliğimizi, haklarımızı ve yerli kültürümüzü geri kazanmanın mümkün olduğunun kanıtıdır.

Dünyada emperyalizm ve soykırımcı sömürgecilik: Gazze’de soykırım

Dünyayı, uluslararası toplumu, ulusal ve uluslararası kamuoyunu Gazze’de yaşananlar üzerine düşünmeye çağırıyoruz. Nasıl ki bugün Gazze’de Filistin halkına karşı bir soykırım yaşanıyorsa, 500 yıldan fazla bir süre önce yaşadıklarımızı da hatırlıyoruz. Tıpkı bugün Filistin halkının başına gelenler gibi, dün atalarımızın başına gelenler de bizim atalarımızın başına gelmişti, zira biz bugün hayattayız. Bugün dayanışmamızı ilan ediyor ve Filistin halkına da kazanacaklarını söylüyoruz, zira nefret karşısında, emperyalizm karşısında, sömürgecilik karşısında sevgi ve adalet her zaman kazanacaktır. Dolayısıyla bugünün yansıması, mücadeleye devam etmemizdir; çünkü zafer, kurtuluşları için mücadele eden insanlara aittir.

Bu tarihi insanlık tarihindeki en büyük soykırımın başlangıcı olarak hatırlayacağız ki bir daha asla insanlara karşı kolunu ve nefretini kaldırabilecek, insanın insana köleliğini dayatabilecek bir imparatorluk olmasın, aksine Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nden anayasal başkanımız Nicolás Maduro ile birlikte önerdiğimiz gibi barış ve umut olsun.

Venezuela’nın diğer yerli halklara verdiği mesaj nedir?

Güneydeki kardeş halklara, Bolivya, Peru, Ekvator, Şili, Arjantin, Uruguay ve ayrıca büyük Brezilya’ya, çünkü Brezilya’da da bizim gibi Portekiz tarafından işgal edilen yerli halklar, yerli kardeşlerimiz var; Bugün hepinize diyoruz ki, bu halkın zamanıdır, birleşeceğiz, bir ağlar ağı oluşturacağız. Bu çökmekte olan imparatorluğun ya da ortaya çıkabilecek herhangi bir başkasının bizi bir daha asla yenememesi için gerekli olan tarihsel ittifakı oluşturacağız.

Bugün internetle, yapay zekayla bizi ezmeye çalıştılar ama biz burada yerli halkların atalarından gelen insan zekasıyla kazanamayacaklarını söylüyoruz. İşte biz savaşıyoruz. Kimsenin kuşkusu olmasın, zira Komutan Chavez’in dediği gibi burada bir vatan var. Bugün tüm atalarımız bir arada, emperyalizme ve sömürgeciliğe yeter demek için birleşti. Zafer halkın olacak! Çok yaşa halk! Yaşasın yerli halklar! Yaşasın barış ve yaşasın özgürlük!

Son olarak, Venezuela’daki yerli halklar ve Afro-azınlık halkların birliğinin önemi nedir?

Bu önemli günde Venezuela’, Latin Amerika’nın geri kalan yerli halklarına mücadelesini ve direnişini gösteriyor. Bugün, Abya Yala’daki büyük soykırımdan 532 yıl sonra, işte buradayız, Afro-azınlık halklarının yanında bulunan yerli halklar, genel olarak yerli halklar, direnmeye devam eden kadın ve erkeklerden oluşan Venezuela’ halkı. Bugün güçlü bir sesle, sevgi dolu bir sesle ve sevinç dolu bir sesle direnişe devam ettiğimizi söyleyebiliriz.

Yerli halklarımızın haklarının iadesi için yorulmak bilmeden mücadele etmeye devam ediyoruz. Ve bugün Venezuela’da 54’ten fazla yerli halkımız var, bu da direndiğimiz ve direnmeye ve kazanmaya devam edeceğimiz anlamına geliyor.

Afro-azınlık halklar da hayatta kalmak ve haklarını savunmak için bir savaş verdiler. Ve burada yerli direniş gününe sahip çıkıyoruz, ama aynı zamanda emperyal hırsın nesnesi olan ve onları zorla buraya getiren, ama bugün tam da bizi devrim yapan eli yürümeye yönlendiren Afro-azınlık halkların atalarının tarihi için de savaşıyoruz.

Şimdi yeni bir tarih yazıyoruz, zira İspanyol imparatorluğu gelmeden önce buradaydık, zira yerli halklar bu topraklardaydı, çünkü köleleştirilmiş olarak gelen kadın ve erkeklerin şimdi yeni bir ufku var, tam da tarihi, kökenlerimizi unutmak değil ama kaderimizin kendimizi emperyalizmin boyunduruğundan kesin olarak kurtarmak, zihinlerimizden özgürleşmek ve direnen ve direnmeye devam eden bir halk olduğumuzu bilme vizyonuyla yeni nesillere doğru ilerlemek olduğunu da biliyoruz çünkü bizi kimse keşfetmedi. Biz zaten vardık.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Avrupa’daki politikacıların çoğu savaş yanlısıdır’

Yayınlanma

Macaristan Dışişleri Bakanı Péter Szijjártó, Harici’ye konuştu: “Avrupa Birliği’nde savaşı destekleyen Avrupalı politikacılar çoğunlukta. Biz savaş yanlısı değil, barış yanlısı bir hükümet olduğumuz için, mevcut Avrupa dış politika ana akımına uyum sağlamadığımız açıktır.”

Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Macar Bakan, AB üyesi ülkelerin çoğunluğunu “barışçıl olmayan” politikaları nedeniyle sert bir şekilde eleştirirken, Başkan Biden’ın Ukrayna’ya ABD yapımı balistik füzeleri Rusya’ya karşı kullanma izni verme kararına ve Gazprombank’a uygulanan ABD yaptırımlarına dair de değerlendirmelerde bulundu.

Sayın Bakan, bizimle konuşmak için zaman ayırdınız; çok teşekkür ederim. Avrupa Birliği’nin Macaristan’a yönelik eleştirileriyle başlayalım. Avrupa Birliği’nin ortak dış politikasına uymadığınız iddia ediliyor. Bu eleştirilere yanıtınız nedir ve Avrupa Birliği Konseyi Başkanlığınız sırasında edindiğiniz deneyim nasıldı?

Ne yazık ki, Avrupa Birliği’nde savaşı destekleyen Avrupalı politikacılar çoğunlukta. Biz savaş yanlısı değil, barış yanlısı bir hükümet olduğumuz için, mevcut Avrupa dış politika ana akımına uyum sağlamadığımız açıktır. Ateşkesin sağlanması ve barış müzakerelerinin başlatılması için çaba gösteriyoruz. Avrupa’daki politikacıların çoğu savaş yanlısıdır. Gittikçe tırmanma riskini artıran önlemler alıyorlar. Bu nedenle kesinlikle onlarla uyum sağlamayacağız. Barış çabalarımıza devam edeceğiz ve önümüzdeki yıl Ocak ayında Başkan Trump Beyaz Saray’a geçtiğinde, uluslararası alanda barış yanlısı politikacıların daha da güç kazanmasını umuyoruz.

Antalya Diplomasi Forumu’nda sizinle yaptığımız röportajda bu konu hakkında konuşmuştuk ve bana Trump’ın seçilmesi durumunda Ukrayna ile Rusya arasında barışın mümkün olduğuna inandığınızı söylemiştiniz. Şimdi Trump seçilmiş başkan ve dediğiniz gibi Ocak ayında görevine başlayacak. Trump Yönetimi ile temas halinde misiniz? Gündeminizde hangi maddeler var ve hangi konuları müzakere ediyorsunuz?

Bakın, Başkan Trump seçildikten sonra, Başbakanımızı arayıp tebrik etti ve önümüzdeki dört yılın ABD-Macaristan ilişkileri açısından altın çağ olacağı konusunda anlaştılar. ABD’de geçiş dönemiyle ilgili çok katı düzenlemeler olduğunu biliyorsunuz, bu yüzden bizimle Trump yönetimi arasındaki ciddi ve esaslı müzakereler, elbette Trump Beyaz Saray’a girdikten hemen sonra başlayacak. Gündemde zaten önceden tartıştığımız bazı konular var, ancak örneğin Demokrat yönetim, Macaristan ile ikili vergi anlaşmasını feshetti. Bunun yeniden yürürlüğe girmesini umuyoruz. ABD Demokrat Yönetimi, Macar vatandaşlarının ESTA vize sistemine veya bir tür vize sistemine erişimini kısıtladı. Trump Yönetiminin iktidara gelmesiyle birlikte, eskiden olduğumuz statüye geri döneceğimizi umuyoruz. Elbette, Başkan Trump’ın genel olarak, Orta Avrupa bölgesine barışın geri dönmesine yardımcı olacak ve Avrupa’da çok daha iyi bir atmosferin oluşmasını sağlayacak bir politika yürüteceğini umuyoruz.

Kırım ve Donbas bölgeleriyle ilgili olarak Ukrayna’nın toprak bütünlüğü konusundaki duruşunuz nedir? Çünkü bu bölgeler, Rusya’nın barış yapması için birinci şart olabilir.

Toprak bütünlüğü ve egemenlik, saygı duyulması gereken prensiplerdir. Öte yandan, sıralamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bir ateşkes sağlanmalı, ardından barış müzakereleri başlatılmalı ve sonrasında bir barış anlaşması yapılmalıdır. 

Enerji konuşacak olursak, İstanbul Enerji Forumu’na katıldınız ve farklı ülkelerden mevkidaşlarınızla ikili görüşmeler yaptınız. Macaristan, TürkAkım boru hattını tam kapasiteyle kullanmak için Gazprom ile ek bir sözleşme imzaladığını da duyurdu. Bu gelişmeden beklentiniz nedir?

Rusya enerji tedariki konusunda güvenilir bir ortak. Türkiye ise transit konusunda çok güvenilir bir ortak. Dolayısıyla, Türkiye ve Rusya ile birlikte çalışarak Macaristan’ın enerji arz güvenliğini garanti edebilmek bizim için bir onurdur. Beklentimiz, artan hacimlerle birlikte fiyatın daha rekabetçi hale gelmesidir. Elbette, Macaristan’da çok önemli bir programımız var ve bu program sayesinde Macar ailelerin ve hanelerinin hizmetler için en düşük fiyatı ödemelerini sağlıyoruz. Gazprom ve gaz ticaret şirketimiz arasında imzalanan bu ek sözleşmeler, Macaristan’daki hizmet maliyetlerini düşük tutma açısından çok önemli.

Enerji konusuna devam edelim. Türk Devletleri Teşkilatı’nın gözlemci üyesi olarak, AB Konseyi başkanlığınızın bu iki bölge arasında bir köprü olmak açısından çok önemli olduğunu biliyorum. Türkmenistan ve Kazakistan çok istekli, aslında AB de bu iki ülkeden enerji satın almak için çok istekli. AB’nin bu bölgeye yatırım yapması beklenen milyarlarca dolarlık altyapı projeleri var. Bu konuda en son gelişmeler ve rakamlar nedir?

Türk bölgesi, Kafkasya ya da Orta Asya bölgesine gelince, bu bölgeleri gelecekteki enerji tedariki için olası kaynaklar olarak değerlendiriyoruz. Yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik sağlayacak ve Azerbaycan ile Gürcistan’dan Romanya üzerinden Macaristan’a elektrik taşınmasını içeren “Yeşil Orta Koridor” projesinin başarılı olmasını kesinlikle bekliyoruz. Ayrıca, Azerbaycan’dan gelen gazın ulusal enerji karışımımızda daha büyük bir rol oynamasını bekliyoruz. Bunun için en büyük darboğaz, Güneydoğu Avrupa boru hattı ağının kapasitesidir. Ancak umuyoruz ki kapasiteyi artırarak, Azerbaycan’dan gelen gazın ve Türkiye’den gelen gazın ulusal enerji karışımımızdaki rolünü artırabiliriz. 

Orta Koridor, kuzey rotası şu anda kullanılamadığı için çok daha fazla önem kazandı. Başka bir gelişme; Biden yönetiminin, görev süresinin bitiminden hemen önce Ukrayna’ya Rusya’ya karşı ABD füzeleri kullanma izni vermesi oldu. Rus lider Putin, “Hiçbir şey karşılıksız kalmayacak” dedi. Yakın geleceği nasıl görüyorsunuz?

Bu gerçekten çok tehlikeli. Bu durum, kesinlikle Orta Avrupa’daki insanların çıkarlarına aykırıdır. Bu durum, kesinlikle Amerikan halkının iradesine de aykırıdır, çünkü Amerikan halkı farklı bir yönetim seçti. Barış yanlısı bir başkan seçtiler. Bu nedenle, mevcut Amerikan yönetiminin yaptıklarının gerçekten tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bu tür adımlar, bir tırmanışa yol açabilir ve umuyoruz ki 20 Ocak’a kadar tırmanıştan bir şekilde kaçınabiliriz. Sonra, Başkan Trump göreve geldiğinde, umarım hâlâ barışı sağlama şansı olur. Mevcut Demokrat yönetimin Ocak ayında barışı tamamen imkânsız hale getirmeyeceğini umuyorum.

Son sorum: İstanbul Enerji Forumu hakkındaki görüşleriniz nedir? Burada gündeminiz neydi ve Macaristan, Türkiye ve diğer ikili görüşmeler yaptığınız muhataplar için beklenen sonuçlar nelerdir?

Şu anki en kısa vadeli görevimiz, ABD yönetiminin Gazprom Bank’ı yaptırım listesine alma kararıyla ortaya çıkan zorlukların üstesinden gelmek. Çünkü bölgemizdeki birçok ülke gibi biz de gaz ödemelerini Gazprom Bank hesaplarına yapıyoruz. Bu nedenle burada bir araya geldik ve bu zorluğun üstesinden nasıl gelineceğini bulmaya çalışıyoruz. Eminim ki bir araya geldiğimiz için bunu aşmanın ve gelecekte de arz güvenliğini sağlamanın bir yolunu bulacağız.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English