Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

‘Türkiye bir iki yıl öncesine kıyasla NATO’ya ve Ukrayna’ya daha yakın’

Yayınlanma

Dov S. Zakheim özellikle 2000’li yıllarda ABD’de devlet yönetiminde önemli görevlerde bulunmuş bir isim. Türkiye’yi ve bölgeyi iyi tanıyor. 2003’te Irak’ın işgali zamanında ABD Savunma Bakanlığı’nda (Pentagon) müsteşar pozisyonunda. Hatta Pentagon’un bütçe sorumlusu. Son yıllarda Türkiye ile ilgili yaptığı açıklamalarla da dikkat çeken Zakheim, Sarp Sinan Hacır’ın sorularını Harici için yanıtladı.

Bugün Dov Zakheim ile birlikteyiz. Kendisi George W. Bush ve Ronald Reagan dönemlerinde dış politika danışmanlığı yaptı ve bugün bizimle. Hoş geldiniz efendim.

Hoş buldum.

Öncelikle Vilnius’taki NATO zirvesiyle başlamak isterim. Bu toplantıyla ilgili büyük beklentiler vardı. İsveç’in üyelik başvurusu… Ukrayna’nın davet beklentisi… İsveç’in başvurusuyla ilgili büyük engeller var. Türkiye, İsveç’ten PKK gibi terör örgütleriyle daha iyi mücadele etmesini istiyor. Bu nedenle de üyelik şu ana kadar gerçekleşmedi. Sizce Vilnius’ta iyi bir ilerleme kaydedildi mi? NATO, zirveden istediğini aldı mı?

Kimden bahsettiğine bağlı. İsveç’ten bahsediyorsan bence hafif bir hayal kırıklığı yaşadılar. Erdoğan’ın olumlu yaklaşımından dolayı mutlu olduklarını düşünüyorum ama Cumhurbaşkanı hala terörle mücadelede ve Kuran-ı Kerim’e yapılan saldırılarla ilgili sorunlar olduğunu söyledi. Açıkçası İsveç’in elleri de kutsal kitapların yakılması konusunda bağlı. Kendi ülkelerindeki yasalar gereği bunu bir ifade özgürlüğü olarak değerlendiriyorlar. Tabii PKK konusunda İsveç ilerlemeler kaydetti. Zaten bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç’in üyeliğini kabul etmeye yaklaştığını düşünüyorum. Mesele parlamentoya gidecek. Tahmin ediyorum ki Erdoğan’ın arzusu doğrultusunda bir karar çıkar. Sayın Erdoğan, Vilnius’ta İsveç’in katılma ihtimalini arttırdı ancak tabii birçoklarının istediği gibi hemen NATO’ya kabul etmedi.

Ukrayna meselesine gelirsek… Bence sayın Zelenski çok fazla şey istiyordu. Tabii onu kınamıyorum. O bir savaş dönemi başkanı. 1939 ila 1941 arasında Winston Churchill’in savaştaki ülkesini nasıl yönettiğine bakarsanız ABD’yi Birleşik Krallık’a desteğe zorlamak için elinden geleni yaptığını görürsünüz. Zelenski’de Churchill gibi bir savaş lideri. Ülkesinin savaşı kazanması için her şeyi yapmaya hazır. Ancak NATO’ya girmek ufak bir mesele değil. NATO, özel bir Ukrayna grubu kurdu. En yüksek seviyede istişarelere devam edildi. Ukrayna’nın girişinin hızlanması için çabalandı ancak işin sonunda NATO’ya kabul edilmedi. Açıkçası savaş halindeki Ukrayna’yı ittifaka kabul etmek demek ittifakı savaşın parçası yapmak demek. İttifaktaki bütün parlamentoların bu katılımı onaylaması gerekiyor. Bu nedenle NATO, savaşın bitmesini bekliyor. Tabii Zelenski bundan mutlu olmadı. Hatta o kadar negatif yaklaştı ki NATO’da “madem bu kadar negatif yaklaşıyor, onun için hiçbir şey yapmayalım “gibi sesler çıkmaya başladı. İşin sonunda daha akil sesler kazandı. Zelenski, çıkışından ötürü özür diledi ve NATO üyelik için çalışmalara devam etti.

‘F-16 anlaşması birkaç ay içinde geçer, İsveç de NATO’ya girer’

Size Türk-Amerikan ilişkilerini sormak istiyorum. Donald Trump döneminde tüm gerginliklere rağmen Sayın Erdoğan ve Trump arasında bireysel bir yakınlık mevcuttu. Ancak Biden iktidarı başladıktan sonra iki ülke ilişkileri daha da gergin hale geldi. S-400 sorunu büyüdü ve F-35 sorunu oldu, şimdiyse F-16 sorununa dönüştü. Türkiye Cumhuriyeti bu gerginliklerin ışığında Doğu’yla Batı arasında bir denge politikası gütmeye başladı. Özellikle Ukrayna Savaşı başladıktan sonra Türkiye’nin iki cephe arasında bir arabulucu haline geldiğini gördük. Siz bunu sürdürülebilir bir politika olarak görüyor musunuz? Bu politika Türkiye ve dünya için sizce faydalı mı?

Şu anda Washington’da Türkiye’yle olan sorunları çözmek için bir hareket olduğunu söyleyebilirim. Mevcut yönetim Türkiye’ye F-16’ların verilmesini istiyor. Ancak sorun yönetim değil. Sorun Menendez gibi senatörler. Bu konuya döneceğim.

Sayın Erdoğan’ın Rusya’nın tahıl koridoru anlaşmasını aniden dondurması gibi bir meseleden memnun olduğunu düşünmüyorum. Bu anlaşma Birleşmiş Milletler ile birlikte yoğun çabalar sonucu oluşturulmuştu. Son dönemde Türkiye’nin bir iki yıl öncesine kıyasla NATO’ya ve Ukrayna’ya daha yakın olduğunu görüyorum. Biden ile Erdoğan arasında çok bir sıcaklık olmasa da en azından daha önce olmayan bir samimiyetin doğacağını tahmin ediyorum. Bence ABD Türkiye’nin NATO için ne kadar önemli olduğunu biliyor. Aynı zamanda sayın Erdoğan da bir NATO ülkesi olarak Putin’le ne kadar ilişki kurabileceğini anlıyor. Ya da en azından Putin’in bu ilişkiyi istediği zaman değiştirebileceğini… Bu nedenle Türk-ABD ilişkileri konusunda artık biraz daha iyimserim diyebilirim.

F-16 konusuna dönersek. Her zaman olduğu gibi burada da sorun senatör Menendez. Bunu anlamak için Menendez’in Türkiye’ye düşman politik çevrelerce desteklendiğini bilmek gerekir. Öte yandan, Menendez’e Beyaz Saray’dan ciddi bir baskının arttığını da eklemeliyim. Senatör Menendez ne kadar dirense de F-16’ların Türkiye’ye verilmesi için desteğini açıklayan Başkan Biden’ı daha fazla utandırmak istemeyecektir. Bu nedenle F-16 meselesinin olumlu sonuçlanacağı konusunda da epey iyimserim. Tabii bu da sayın Erdoğan’ın İsveç’in üyeliğini onaylaması için bir motivasyon kaynağı olacaktır. Putin’in aksine İsveçliler Türkiye’ye verdikleri sözleri tutuyorlar. Bu yüzden birkaç ay içinde F-16 anlaşması geçer, İsveç de NATO’ya girer.

Yani F-16’lar Türkiye’ye İsveç’in NATO üyeliğinin kabulünden önce mi verilecek?

Bence sayın Erdoğan İsveç kararı için uçakların akıbetini bekleyecek. Tabii bu sadece benim tahminim.

Ukrayna’nın geleceğinde Trump faktörü önemli

Ukrayna savaşında neredeyse 1,5 yıl geçti. Şu an savaşın bir çıkmaza girdiğini görüyoruz. Özellikle Ukrayna’nın NATO ekipmanları ve NATO eğitimleriyle aylar boyu hazırlandığı taarruzu Rus savunma hatlarında bir kırılma yaratamadı. Sizce artık masaya oturma ve diplomatik yolları kullanma zamanı geldi mi? Yoksa iki tarafta güçlerini tekrardan hazırlayıp yeni taarruzlar mı deneyecek?

Ukraynalılar hala savunma hatlarını yarabileceklerine inanıyorlar. Sonbaharın gelişiyle hava şartları zorlaşana kadar denemeye devam edeceklerdir. Belki hava kötüleşince sahadaki duruma göre taarruzu sonlandırabilirler ancak şu an değil. Açıkçası hatta kırılma yaratmak önceden tahmin edilebilen bir şey değildir. Şu anda sahada her yeri “dürterek” nereden ilerlemenin mantıklı olacağını anlamaya çalışıyorlar. Aslında ilerleme de kaydettiler. Sorun şu ki, bu hatta kırılma meselesi çok abartıldı. İnsanlar öyle bir beklentiye sokuldu ki Ukrayna’nın birinci günde cephe hattını yarıp geçeceği algısı oluştu. İşler böyle yürümüyor. Ruslar onları bekliyordu. Tahkimatlar inşa ettiler. Mayınlar döşediler. Hendekler kazdılar. Ukraynalılar hala nereden bu tahkimatları kırabileceklerini arıyorlar. Bu bulmayacaklar anlamına gelmez.

Tabii bir de NATO eğitimleri meselesi var. Ukraynalıların NATO eğitimi alması, onların en iyi bu şekilde savaşacağı anlamına gelmez. Daha şimdiden Ukrayna askerlerinin NATO eğitimlerini bırakıp “eski Sovyet” yöntemlerine döndüğü bilgisi geliyor. Bu yöntemlerle Rusları durdurmayı başardılar. Tam karşılığı olmasa da Afganistan meselesine benziyor. Afganlar savaşmayı biliyordu. Yüzlerce yıldır savaşıyorlardı. Ama Batılılar gibi savaşmıyorlardı. Ama her seferinde kim kazandı? Afganlar.

Putin’in tüm bunların neresinde olduğu da önemli. Prigojin fiyaskosunu gördük. Belli ki Putin eskisi kadar güçlü değil. Prigojin hala etrafta geziyor, hala askerleri var. Belli ki Putin’in savaşı yönetme şeklinde rahatsız olanlar var. Belki de bu kişiler Ukrayna’yı haritadan silmekte Putin’den daha da istekli olacaklar. Kim bilir.

Son faktör ise tabii ki sayın Trump. Putin, Trump’un 2024 seçimlerini kazanması durumunda ABD’nin Ukrayna desteğini durduracağına inanıyor. Aynı şekilde Zelenski de Batı’yı alabileceği her şeyi almaya zorluyor çünkü Trump gelirse yardımın kesilmesinden korkuyor. Bu nedenle Ukrayna, gelecek ABD seçimlerinin sonucunu bilmeden masaya oturmak istemiyor. Açıkçası bu seçim belirsizliklerle dolu. Donald Trump yine hâkim karşısına çıktı. Bu son dönemde uğraştığı 4. davası. Bu olaylar, seçim kampanyasını nasıl etkileyecek, oyları artacak mı? Kimse bilmiyor. Zelenski, Trump’ın kazanıp kazanmayacağını bilmiyorum neden masaya oturayım ki? Diyebilir. Aynı şekilde Putin de Trump’ın kazanmasını umarak masaya oturmayı reddedebilir. Bu nedenle barış görüşmelerinin şimdi olacağını sanmıyorum. Eğer Ukrayna bu taarruz sonucunda ciddi bir toprağını gelir alırsa belki masaya oturmak için bir sebep doğabilir.

‘Bir Cumhuriyetçi olarak Biden’a oy vermek zoruma gidiyor’

Hazır Trump’tan bahsetmişken 2020 seçimlerine dönelim. Seçime sadece aylar kala Biden’a destek açıklayan Cumhuriyetçilerden biriydiniz. 2024 seçimlerinde de aynı şekilde Biden’ı mı destekleyeceksiniz?

Umuyorum ki Cumhuriyetçi Parti’nin adayı başka biri olacak. Demin de dediğim gibi Trump meselesinin ne olacağını bilmiyoruz. Eğer başka bir aday çıkarsa Biden’a karşı onu desteklerim. Eğer sayın Trump aday olursa ona oy veremem. Bir Cumhuriyetçi olarak sayın Biden’a oy vermek de zoruma gidiyor. Yaptığı her şeyi eleştirmiyorum ama Demokrat Parti’nin genel politikalarının karşısındayım. “Demokratlardan nefret ederim” diyen biri değilim. Benim eşim de bir Demokrat ve eşimi seviyorum. İki yakanın da birlikte çalışmasını gerektiğini düşünen eski tip bir adamım. Ama benim temel konumum Cumhuriyetçi Parti’dir. Yine de Trump’la sorunum var. Açıkçası ne yapacağımı bilmiyorum.

‘Ukrayna’yı desteklemeyi bırakırsak, Xi Tayvan’ı desteklemeyeceğimiz fikrine kapılır’

Henry Kissinger hala siyasette aktif. Yakın zamanda Çin’e bir seyahat gerçekleştirdi ve önemli temaslarda bulundu. Şu anda bazı Batılılarda yaygın bir görüş var. Bu görüşe göre Ukrayna’ya verilen destek Çin’e Tayvan meselesinde aynı durumun gerçekleşebileceği izlenimi yaratıyor bu yüzden Rusya ve Çin yakınlaşıyor. Kissinger da kendini “Ejder-Ayı” yakınlaşmasını engellemeye adamış biri. Kissinger, ABD’nin Çin’le olan ilişkisinin kötüleşmesinin önümüzdeki 10 yıl içerisinde bir dünya savaşına evrilebilecek duruma geldiğini söylüyor. Siz Joe Biden’ın Çin ve Rusya üzerindeki dış politika hamlelerini nasıl buluyorsunuz? Sizce Kissinger haklı mı?

Sayın Kissinger’ı tanırım ve saygı duyarım. Umarım onun gibi 100 yıla yakın yaşayabilirim. Tabii o yaşta Çin’e gidebilir miyim bilmiyorum. Kendisi çok etkileyici bir insandır. 99 yaşında kitap yazdı. Ancak kendisiyle aynı fikirde olduğum söylenemez. Eğer biz bugün Ukrayna’yı desteklemeyi bırakırsak, Xi Jinping olası bir işgalde Tayvan’ı desteklemeyeceğimiz fikrine kapılır. Bu yüzden bizim yapacağımız yardımlarla Başkan Xi’nin böyle bir fikre kapılmaması gerekiyor.

‘Pasifik’te Çin’e karşı en güçlü silah denizaltılar’

Pasifik’teki kabiliyetlerimizi güçlendiriyoruz. Japonya 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bu kadar güçleniyor. Onlarla da birlikte çalışıyoruz. Avustralya hep bize yakındı ama şimdi denizaltılar da alacaklar. Muhtemelen Pasifik’te Çin’e karşı en güçlü silah bu denizaltılar. Kore ve Japonya birlikte çalışıyor. İki ülke arasındaki tarihsel gerginlikleri göz önünde bulundurursanız bu pek beklenen bir şey değildi. Bu işin Asya tarafı, bir de Avrupa tarafı var. Onlar Çin saldırganlığı için çok daha endişeliler. Fransızların bölgede kolonileri ve mıntıkaları var. İngilizler uçak gemisi yolladılar. Yani Çin zorbalığına karşı çok sayıda ülke birlik oluyor. Bu ülkeler aynı zamanda Ukrayna’yı destekleyen ülkeler. Bugün Ukrayna desteğini bırakırlarsa başkan Xi bundan yanlış bir mesaj alacaktır. Ukrayna’yı ne kadar desteklersek Xi aynısının Tayvan’da olacağından o kadar çekinecektir.

‘Çin’le olan ilişkimiz Sovyetlere benzemiyor’

Tabii ki Çin’i bir düşman olarak görmemeliyiz. Çin’le biz çok fazla ticaret yapıyoruz. Güney Çin denizine giderseniz Çin ve ABD bayraklı fabrikaları yan yana görürsünüz. Çin’le olan ilişkimiz Sovyetlere benzemiyor. Sovyetler Birliği’yle tamamen birbirinden bağımsız ekonomilerimiz vardı. Biz iç içe geçmiş durumdayız. Tabii bir de Çin ekonomisinin yavaşlaması var. Kendi umdukları hızla büyümüyorlar. Bu sene yüzde 5 büyüme ön görüyorlar. Bu onlar için çok az ve açıkçası bu yüzde 5’e de inanmıyorum. Çünkü hep büyüme sayılarını abartıyorlar. Emlak endüstrileri sorun yaşıyor. Yatırımları azaldı. Devlet, etkisiz kurumlara gereğinden fazla para harcıyor. Bazıları tam da bu yüzden Çin Tayvan’ı işgal edecek diyor. Ben tam tersini düşünüyorum. Bu Sayın Xi’nin gözünde bir risk ve sayın Xi için önce kendisi sonra Komünist Parti gelir. NATO ve Asya’daki müttefiklerimizle güçlü bir şekilde Ukrayna’yı destekleyerek Çin’e şu mesajı veriyoruz; “Ekonomini düzelt, seninle iş yapmak istiyoruz ama Tayvan’ı işgal edersen sonuçları olacağını bilmelisin”.

‘Biden’ın desteği İsrail devletine, Netanyahu’ya değil’

Netanyahu ve Biden’ın ikili ilişkileri her geçen gün daha da gergin hale geliyor. Hatta 2016 ABD seçimleri için “Rusya Trump’ı seçtirdi” deniyordu ama sonradan müdahale edenin İsrail olduğunu iddia eden makaleler yayınlandı. Son dönemde Biden hükümeti Netanyahu’nun demokratik olmadığını bile söyledi. Biden hükümetinin dış politikasının demokrasi adı altında ideolojik bir yönünün olduğunu söyleyebiliriz. Bu dış politika, ABD’nin Venezuela ya da Suudi Arabistan gibi ülkelerle ilişkilerini de doğrudan etkiledi. Ama konu İsrail’e gelince bu demokrasi beklentileri rafa kalktı. Biden, Netanyahu’ya anti demokratik demesine rağmen İsrail’in bütün ihtiyaçlarını karşılamaktan geri durmadı. İstenen tüm silah anlaşmaları başarıyla geçti. Sizce burada bir gariplik yok mu?

Öncelikle İsrail’le en büyük silah anlaşması Obama döneminde yapıldı. Açıkçası, Obama’nın İsrail’le daha da büyük gerginlikleri olmuştu. Sayın Biden her daim bir İsrail destekçisi olmuştu. Ama bu onun Netanyahu’yu da desteklediği anlamına gelmiyor. Biden, Netanyahu’yu Beyaz Saray’a çağırmayarak bunu belli etti. Dahası, Netanyahu, Beyaz Saray’a ne zaman gideceğini bilmeden Çin’e gidiyor. İlginç değil mi?

Bana sorarsanız, Netanyahu hükümeti tamamen anti demokratik bir yapı. Bu Biden’ın destekleyebileceği bir şey değil. Hatta ABD’deki Yahudi toplulukları da Netanyahu’yu desteklemiyor. ABD’deki Yahudilerin en az %75’i Netanyahu karşıtı. Yani Netanyahu hükümetiyle İsrail devleti arasındaki farkı iyi anlamak gerekiyor. ABD’deki politik çevrelerin ve Biden’ın desteği İsrail devletine, Netanyahu’ya değil. Netanyahu, her şeyi iyi bildiğini sanıyor. Bu tabii otokratların ortak özelliğidir. Ancak günün sonunda otokratların başı hep derde girer. Tahminimce Netanyahu da böyle olacak. Yüz binlerce İsrailli demokrasi için sokakları dolduruyor. Netanyahu’nun hem dini hem de Batı Şeria politikaları ABD’de ciddi endişe yaratıyor. Biden “İsrail’i seviyorum” dediğinde doğruyu söylüyor ama bu Netanyahu’yu sevmek zorunda demek değil.

‘Irak işgali bir hataydı’

Son dönemde Çin’in Ortadoğu macerası başladı. Yıllardır devam eden Yemen iç savaşı Çin’in arabuluculuğuyla son buldu. Dahası uzun yıllardır diplomatik temasları olmayan Suriye, Suudi Arabistan ve İran gibi ülkeler bir araya geldiler ve Ortadoğu’da barış rüzgarları esmeye başladı. Siz ABD’nin Ortadoğu siyasetine en müdahil olduğu George W. Bush iktidarında bir dış politika danışmanıydınız. Özellikle Irak savaşı göz önünde bulundurulduğunda geriye dönüp baktığınızda nasıl bir iz bıraktığınızı düşünüyorsunuz?

 “Siz” derken ABD’yi kastediyorsan şunu söyleyebilirim. Irak’a gittiğimizde Savunma Bakanlığı’ndaydım. Irak işgali bir hataydı. Irak’ı bugün kimin kontrol ettiğini sorarsanız biz değil İran ediyor. Çin’e gelirsek, eğer Çin bölgeye düzen getirebilecekse bu kötü bir şey değil. ABD de düzen istiyor Çin de. Asıl soru şu; Çin Ortadoğu’ya ne kadar girebilir? Bugüne kadar hareketleri hep ekonomiden ibaretti. Politik ve askeri alanlara girince işin bu kısmı bizi biraz daha endişelendiriyor. İşin nasıl ilerleyeceğini göreceğiz. Bu ülkelere Çin’in yatırım aracı olan Bir Kuşak Bir Yol projesi aynı Çin ekonomisi gibi sorunlar yaşıyor.  Açıkçası İran’la Suudi Arabistan’ın birbirini seveceğini düşünmüyorum. Ama birileri bölgedeki tansiyonu düşürebilecekse bu her zaman iyi bir şeydir. Bu birileri İsrail de olabilir, İran ya da Türkiye de. Ortadoğu’nun hala büyük sorunları var. Lübnan mesela çok sorun yaşıyor. Bölgeye huzuru ve düzenin gelmesi sanırım hem Washington’un hem de Pekin’in ortak noktasıdır.

SÖYLEŞİ

‘Türk dünyası ekonomik entegrasyona hazırlanıyor’

Yayınlanma

Türk dünyasının ilk uluslararası finans kurumu Türk Yatırım Fonu, 1 Ocak 2025’te politika belgesini açıklamaya hazırlanıyor. Türk Yatırım Fonu Başkanı Büyükelçi Baghdad Amreyev’e merak edilenleri sorduk.

Finansal uluslararası işbirliği kurumu olarak oldukça yenisiniz. Ve ilk Yönetim Kurulu toplantınızı mayıs ayında yaptınız. O toplantının sonuçları ve toplantıda tartışılan stratejilerin ve kararların uygulanması için oluşturulan yol haritası hakkında bilgi verir misiniz?

Bildiğiniz gibi, Türk Yatırım Fonu’nun kurulması kararı, Türk dünyasının liderleri tarafından 2022’de Semerkant’taki zirvede alındı. Kasım 2022’de, Türk dünyasının ilk finansal mekanizması ve kurumu olan Türk Yatırım Fonu’nun kurulması için özel bir anlaşma imzalandı. Orada ben de kurucu başkan olarak atandım.

Daha sonra kuruluş anlaşmasını hazırlamaya başladık ve çok kısa bir sürede anlaşmayı ortaya çıkardık. 16 Mart 2023’te, Ankara’da Türk dünyası liderlerinin olağanüstü zirvesinde, ülkelerimizin maliye ve ekonomi bakanları, liderlerimizin huzurunda bu kuruluş anlaşmasını imzaladılar. Gerçekten tarihi bir andı.

2023 yılı sonunda parlamentolarımızda onay süreci tamamlandı ve anlaşmaya göre Fon 24 Şubat 2024’te resmen yürürlüğe girdi. Bu, bizim Fonun “doğum günü” olarak kabul ettiğimiz gündür.

O tarihten bu yana çok sayıda organizasyon tamamlandı. 18 Mayıs’ta Türk Yatırım Fonu Başkanı olarak Fonun en yüksek yönetim organı olan Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısını düzenledim.

Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da o toplantıya katıldı, değil mi?

Evet, Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz da bu toplantıya katıldı ve toplantıya başkanlık etti. Bizim için büyük bir onurdu.

Toplantı oldukça başarılı geçti ve Guvernörler, Fonun kurumsallaşmasının tamamlanması da dahil olmak üzere birkaç önemli karar aldılar. Ayrıca Yönetim Kurulu’nu kurdular ve onlara temel prosedür belgelerini ve diğer gerekli eylemleri hazırlamaları için talimat verdiler. O zamandan beri, Haziran ve Ağustos aylarında, iki toplantı düzenledim ve bu toplantılarda Fonun operasyonel faaliyetlerinin başlaması için önemli kararlar aldık. Operasyonel yapının oluşturulması ve yatırım politikasının hazırlanması devam eden süreçler arasında

Yatırım politikası belgemiz hala taslak aşamasında.

Yatırım politikası hazırlanması hala devam ediyor yani.

Evet, hala devam ediyor. Bu, Fonun önceliklerini ana hatlarıyla belirleyeceği, hangi projelere odaklanacağımızı ve rolümüzün ne olacağını belirteceği için önemli bir belge.

Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısında Azerbaycan’dan Sayın Ramil Babayev, Fonun operasyonlarını yönetmekten sorumlu Türk Yatırım Fonu Genel Müdürü olarak atandı.

Yatırım politikası kesinleştirildiğinde ve yönetim yapısı tamamen yerleştiğinde, operasyonel faaliyetlere başlamaya hazır olacağız. 

Politika hazırlıklarınızın hala devam ettiğini anlıyorum, ancak Türk Yatırım Fonu’nun hangi temel sektörleri veya endüstrileri destekleyeceği konusunda bize bir fikir verebilir misiniz? 

Evet, önceliklerimiz oldukça açık ve bunlardan birçok kez bahsettim. Her şeyden önce, Türk Yatırım Fonu’nun birden fazla amaca hizmet ettiğini belirtmek önemli. Sadece kendi ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmemiz gerekseydi, yeni bir fon kurmaya gerek kalmazdı. Bunun için zaten çok sayıda fon ve bankamız var.

Ancak, Türk Yatırım Fonu sadece ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmek için değil, aynı zamanda uluslarımızın ekonomik entegrasyonuna katkıda bulunmak için kuruldu. Fonun temel odak noktası, ülkelerimiz arasındaki entegrasyonu ve işbirliğini teşvik eden ortak projeleri finanse etmek olacak. Bu, Türk dünyasının birliği ve ekonomik gücü için hayati önem taşıyor.

Türk dünyası için ekonomik entegrasyon kavramını biraz açabilir misiniz?

Herhangi bir siyasi veya ekonomik bloğun nihai amaçları vardır. Amacımız, Türk dünyasına hizmet etme potansiyelini birleştirmek için ekonomilerimizi bir araya getirmek. Ekonomik entegrasyon, ekonomilerimizi güçlendirmek ve ekonomik potansiyelimizi birleştirmek için birlikte çalışmak anlamına geliyor. Biz yedi ülkeyiz. Ticareti teşvik ederek, yatırımları kolaylaştırarak ve altyapı, enerji ve ulaşım gibi alanlarda ortak girişimleri destekleyerek daha güçlü ve daha birleşik bir Türk dünyası inşa etmeyi amaçlıyoruz.

“Ekonomik entegrasyon” derken tam olarak neyi kastediyorsunuz? Bu entegrasyonun bir parçası olarak ortak bir Türk para birimi veya finans altyapısından mı bahsediyorsunuz?

Ekonomik entegrasyon, en azından başlangıçta, tek bir para birimi veya birleşik bir altyapıya sahip olmak anlamına gelmez. Daha çok, özellikle enerji, ulaştırma ve KOBİ’ler gibi kilit sektörlerde, ortak projeler aracılığıyla birbirimizin ekonomilerine daha derin bir şekilde dahil olmakla ilgili.

Amacımız, Avrupa Birliği veya diğer bölgesel gruplar gibi ortak hedefler doğrultusunda çalışabilen ekonomik ve politik bir blok oluşturmak. Birbirimizin ekonomilerini desteklemeli ve tüm ülkelerimize fayda sağlayacak ortak projeler üzerinde işbirliği yapmalıyız. Bu, Türk dünyasının birliği için önemli bir koşuldur.

Fon’un Türk dünyasının eksik parçası olduğunu anlıyorum. Şimdi, bu boşluğu doldurdunuz mu?

 Türk birliği halen çok taze. Türk Devletleri Teşkilatı ve diğer ilgili işbirliği örgütleri sadece 10-15 yıl önce kuruldu. Çok kısa bir süre. Elbette zamana ihtiyacımız var. Türk Yatırım Fonu’nun bu süreci hızlandıracağından eminim.

Ekonomilerimizi daha rekabetçi ve dayanıklı hale getirmek için birlikte çalışmamız gerekiyor. Zamanla Türk Yatırım Fonu, Türk dünyasında ekonomik entegrasyonu teşvik etmek için birincil finansal araç olmayı hedefliyor.

Fonun temel önceliklerinden biri, ülkelerimize yabancı yatırım çekmektir. Bunu yapmanın iki yolu vardır: Birincisi, ulusal projeleri destekleyerek ve yabancı ortakları katılmaya teşvik etmek ikincisi ise Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Asya Kalkınma Bankası ve İslam Kalkınma Bankası gibi diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği yapmak.

Elbette, büyük projeler için kendimizi finanse edemiyoruz ancak bu finans kuruluşları projelerimize katkıda bulunmak için çok istekli.

Büyükelçi Amreyev, hem kurumlar hem de ülkeler açısından Asya’daki diğer güçlere ilişkin olumlu bir işbirliği perspektifine sahip olduğunuzu anlıyorum. Ancak aynı zamanda, bu bir tür jeopolitik zorluğu da beraberinde getiriyor. Çin, Rusya, diğer bazı komşu Avrupa ülkeleri… Türk Yatırım Fonu bu jeopolitik zorluklarla nasıl başa çıkacak? Bunu takiben, bir başka soru şu olabilir: Eğer küresel bir güç olarak yükselen Türk bloğundan söz ediyorsak ve Türk Yatırım Fonu finans sektöründe aktif bir oyuncu olmak istiyorsa, bu gerçekler göz önüne alındığında stratejinizi nasıl sürdüreceksiniz?

Yatırım fonu bir siyasi örgüt değil, bir finans kuruluşudur. Bu nedenle Türk Yatırım Fonu, günümüzün sorunlu dünyasının jeopolitik rekabetine veya zorluklarına dahil olmak durumunda değil. Evet, küresel toplumun karşı karşıya olduğu dramatik zorlukları kabul ediyoruz, ancak bunlarla başa çıkmak politikacıların işidir. Finansörler olarak rolümüz rekabetten ziyade işbirliğine katkıda bulunmaktır. İşbirliğine odaklanarak, bu küresel zorlukların bazılarını hafifletmeye ve uluslararası rekabetin yoğunluğunu azaltmaya yardımcı olabiliriz.

Bu nedenle olumlu bir rolümüz var, diğer ekonomik ve finansal kurumlarla birlikte çalışıyoruz. Yapıcı işbirliği ve ortak projeler aracılığıyla, karmaşık dünyamızdaki işbirlikçi çabaları desteklemeyi ve teşvik etmeyi amaçlıyoruz.

Öte yandan, küreselleşmenin dünya çapında rekabeti önemli ölçüde artırdığını da kabul ediyoruz. Sonuç olarak, ülkelerimiz yatırım çekmede zorluklarla karşı karşıya. Bu rekabet gerçek ve hedefimiz, ülkelerimizin bu zorlukların üstesinden gelmelerine ve daha rekabetçi olmalarına yardımcı olmak. Ekonomilerimizin büyümesini başarıyla destekleyerek, uluslarımızın rekabet gücünü artırmada önemli bir rol oynayabiliriz. Şu anda altı ülke Türk Yatırım Fonu’nun tam üyesidir: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Macaristan. Ayrıca Türkmenistan’ın yakında yedinci tam üye olarak katılmasını bekliyoruz. Ayrıca, Türk Yatırım Fonu üye olmayan kuruluşlarla işbirliğine açık. Kuruluş anlaşmamız, gerekli koşulları karşılamaları ve şartları kabul etmeleri halinde diğer ülkelerin de katılmasına olanak tanıyor. Bu, dış ortaklarla da yapıcı işbirliğine imkan sağlıyor.

Uluslararası finans kuruluşlarıyla ilgili olarak, hepsiyle çalışmaya açığız. Zaten müzakerelerdeyiz ve çeşitli finans kuruluşlarının bizimle işbirliği yapma konusunda artan bir ilgi gösterdiğini gözlemliyoruz. Büyük finans fonları, bankalar ve kuruluşlarla çalışarak, üye ülkelerimiz içinde önemli kalkınma ve altyapı projelerine katılabiliriz.

Bu büyük finans kuruluşları işbirliğine olan ihtiyacı kabul ediyorsunuz ve bu da büyük altyapı projelerine önemli yatırımlar yapılacağı anlamına geliyor. Örneğin, özellikle Rusya-Ukrayna savaşı ışığında, Kazakistan ve Türkmenistan’da enerji altyapısını genişletmeye yönelik artan bir ilgi var ve bu da Türk dünyasının Avrupa için önemini artırıyor. Avrupa Birliği’nin Türk bölgesindeki enerji projelerine milyarlarca avro yatırım yapmayı planladığını biliyoruz. Projeler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Büyük altyapı projeleri maliyetlidir ve birden fazla finans kuruluşunun katılımını gerektirir. Bahsettiğim gibi, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ve birkaç Asya bankası bu tür bir işbirliğinin kurulması konusunda istekli. Finanse edilecek özellikle enerji sektöründe olmak üzere halihazırda boru hattında birkaç projemiz var. Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan petrol ve gaz üreticisi olsa da, şu anda bu kaynakları verimli bir şekilde taşımak için boru hatları ve elektrik hatları gibi daha fazla sınır ötesi enerji altyapısına ihtiyacımız var.

Ulaşım ağının inşası sadece üretim için değil, aynı zamanda tüketiciler için de önemli. Bu nedenle diğer uluslararası finans kuruluşlarından giderek artan bir ilgi görüyoruz. Ulusal hükümetlerimizin planları var ve Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’ın Türkmenistan’dan Azerbaycan, Türkiye ve Avrupa’ya gaz boru hatları inşa etme girişimlerinde yer aldığını biliyorum. Ülkelerimiz ve Avrupalı ortaklarımız bu projelere büyük ilgi gösteriyor.

Türk dünyasında başka enerji projeleri de var. Örneğin, Kırgızistan’da Özbekistan ve Kazakistan’a hizmet edecek bir enerji santrali inşa etme konusunda büyük planlar var. Bu devasa altyapı projeleri halihazırda çeşitli finans kuruluşları tarafından inceleniyor ve işbirliği yapılabilecek çok sayıda alan var. Elbette, hükümetlerimizle yakından çalışıyoruz, önceliklerini, planlarını ve programlarını izliyoruz. Ayrıca, ulusal hükümetler tarafından ve zirvelerimizde ve hükümetler arası komisyonlarda alınan kararları da dikkate alarak, paydaşlarımız olan üye devletlerimizin öncelikleriyle uyumlu olduğumuzdan emin oluyoruz.

Macaristan’ın, özellikle AB başkanlığı sırasında, katkılarından dolayı Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) tarafından çok takdir edildiğini biliyoruz. Macaristan’ın Avrupa ve Türk dünyasını birbirine bağlamadaki rolü çok önemli kabul ediliyor. Aynı zamanda Macaristan, Türk Yatırım Fonu’na önemli miktarda parasal katkıda bulunduğunu resmen açıkladı. Bu konuda daha fazla bilgi paylaşır mısınız?

Evet, bu bir sır değil. Fon başlangıçta beş üye ülke tarafından kuruldu ve ardından Macaristan eşit payla katıldı. Her ülke 100 milyon dolar katkıda bulundu ve fonun başlangıç ​​sermayesi 600 milyon dolar oldu. Daha önce de belirttiğim gibi, bu başlangıç ​​sermayesi önümüzdeki yıllarda fonu diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği için daha rekabetçi ve çekici hale getirmek için önemli ölçüde artırılacak.

Fondaki paylar her zaman eşit olarak kalacak mı?

Şart değil. Başlangıç ​​sermayesine eşit paylarla katkıda bulunuldu, ancak ek sermaye daha sonra kararlaştırılabilir ve şüphesiz aynı dağılımı takip etmeyecektir. Macaristan’a gelince, diğer üyelerle aynı payla tam üye olarak katıldı. Macaristan’ın 2018’de Türk Devletleri Örgütü’ne katılmasından bu yana Türk işbirliğinde çok yapıcı bir rol oynadığını söylemeliyim. Macaristan, diğer TDT üye devletleriyle birlikte tüm işbirliği mekanizmalarına aktif olarak katılıyor. Yakın zamanda, Macaristan’ın fona katılımını kesinleştirdiğimiz ve onları tam üye yaptığımız Budapeşte’deydim. Macaristan, Türk dünyasını Avrupa’ya ve Avrupa Birliği ile Türk Devletleri Teşkilatı arasında bağlamada gerçekten vazgeçilmez bir rol oynuyor. Macaristan’ın rolünü takdir ediyoruz ve gelecekte büyümeye devam edeceğine, yalnızca Türk dünyasının entegrasyonuna değil, aynı zamanda AB ile daha yakın işbirliği yoluyla küresel entegrasyonuna da katkıda bulunacağına inanıyorum.

Fona katkıları açıklığa kavuşturmak için soruyorum, her ülke ne kadar ödeyecek? Örneğin, Türkiye’de, Türkiye’nin Kazakistan ve Türkmenistan’daki enerji altyapısı ve boru hatları gibi projeler için devlet fonu sağlayıp sağlamadığı tartışılıyor. İnsanlar, başka ülkelerdeki projeler için hazineden ne kadar rakam ödeneceğini merak ediyor.

Herhangi bir uluslararası finans kuruluşunda olduğu gibi, proje finansmanı ve önceliklendirmeyle ilgili tüm kararlar Yönetim Kurulu tarafından verilecek. Her ülkenin çıkarları ve katkıları dikkate alınacak ve burada “kaybeden” olmayacak, sadece “kazanan” olacak. 

Bu önemli röportaj için çok teşekkür ederim, Sayın Büyükelçi. Hala birçok sürecin devam ettiği anlaşılıyor, ancak şimdilik bize bir manşet verebilir misiniz? Yakın gelecekte dünyanın hangi bölgesinin Türk Yatırım Fonuyla büyük ölçekli projelerde işbirliği yapma olasılığı en yüksek? Avrupa, Asya, Rusya veya Körfez ülkeleri mi olacak? Türk Yatırım Fonu işbirliklerinde en büyük sürpriz ne olacak?

Öncelikle Türk Yatırım Fonu yeni kurulmuş bir finans kuruluşudur ve 1 Ocak 2025’te operasyonel faaliyetlerimize başlayacağız. Avrupa, Asya, İslam dünyası ve Arap dünyasındaki finans kuruluşlarıyla yakın temas ve müzakereler içindeyiz. Onlar tarafından güçlü bir ilgi görüyoruz ve onlarla ilişkilerimizi geliştirmek için eşit derecede istekliyiz.

Bence en büyük sürpriz, üye devletlerimiz içinde Türk bölgesinde elde edeceğimiz başarı olacak. Ülkelerimizin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmaya ve ortak projeler üzerinde birlikte çalışan girişimcileri desteklemeye ciddi şekilde kararlıyız. Onları desteklemek ve Türk ülkeleri ve şirketleri arasında daha fazla ortak girişim teşvik etmek için buradayız.

Söylediğim gibi, nihai hedef, daha birleşmiş bir Türk dünyasının temeli olacak Türk ülkeleri arasında daha fazla ekonomik entegrasyona katkıda bulunmaktır. Bu bizim temel amacımız.

Büyükelçi Bağdat Amreyev, bu diplomatik röportaj için teşekkür ediyorum. Türk Yatırım Fonu’nun politikaları, yatırımları ve projeleri resmi olarak başlatıldığında 1 Ocak’tan sonra daha fazlasını duymayı dört gözle bekliyoruz.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 3: Üye ülkelerin karşı karşıya olduğu zorluklar neler?

Yayınlanma

Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Cumhuriyeti’nin Başkenti Kazan’da gerçekleştirilen BRICS Zirvesi’nin yankıları devam ederken; gündemle ilgili soruları BRICS & Şanghay İşbirliği Örgütü İnovatif Diplomasi Merkezi Direktörü Dr. Nina Ladıgina-Glazunova’ya sorduk.

İlber Vasfi Sel: Nina Hanım, Kazan’daki zirveye siz de katılım sağladınız. Zaten direktörü olduğunuz kurumda “Bricsolog” olarak çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin için zirve hem sembolik hem de pratik açıdan önemli görülüyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Bu zirvenin Rusya için önemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu zirve Rusya’nın küresel ajandasını nasıl etkiler? Ek olarak; BRICS içerisinde rekabet halinde olan ülkeler de var. Üye ülkeler arasındaki rekabet ve çatışmaları değerlendirdiğinizde BRICS’in çeşitli alanlardaki işbirliğini derinleştirme hedefini nasıl görüyorsunuz?

Nina Ladıgina-Glazunova: Kazan’da yapılan BRICS Zirvesi’nin Rusya açısından önemi, esas olarak Batı’nın Rusya’yı tecrit etme politikasının tamamen başarısızlığa uğramasında ve genel gerginliklere rağmen Rusya’nın dünya sahnesindeki öneminin devam ettiğinin kabul edilmesinde yatmaktadır. Kazan’daki BRICS Zirvesi’nin yüzyılın olayı haline geldiğini; Azerbaycan, Ermenistan, Bahreyn, Bangladeş, Belarus, Bolivya, Kongo, Küba, Endonezya, Kazakistan, Kırgızistan, Laos, Malezya, Moritanya, Moğolistan, Nikaragua, Filistin, Sırbistan, Sri Lanka, Tacikistan, Tayland, Türkiye, Türkmenistan, Özbekistan, Venezuela, Vietnam ve Sırp Cumhuriyeti’nden (Bosna-Hersek’e bağlı bir birim) oluşan heyet başkanlarını bir araya getirdiğini görüyoruz. Bunlardan 23’ü devlet başkanları düzeyinde, sadece BRICS üye ülkelerinden (Rusya, Brezilya, BAE, Çin, Mısır, Etiyopya, Hindistan, İran, Güney Afrika ve davetli ülke olarak Suudi Arabistan) değil, aynı zamanda zirveye büyük ilgi gösteren Küresel Güney ülkeleriyle birlikte Birleşmiş Milletler (Genel Sekreter – Antonio Guterres), Avrasya Ekonomik Komisyonu (Yönetim Kurulu Başkanı – Bakıtcan Abdirulı Sağıntayev), Birleşmiş Devletler Topluluğu (Genel Sekreter – Sergey Lebedev), Rusya ve Belarus Birliği Devleti (Devlet Sekreteri – Dmitriy Mezentsev), Şanghay İşbirliği Örgütü (Genel Sekreter – Zhang Ming) ve Yeni Kalkınma Bankası BRICS (Banka Başkanı – Dilma Rousseff) gibi beş uluslararası örgütün başkanları da vardı.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 1: Bağımsız BRICS ödeme sistemi başarıya ulaşabilir mi?

23 Ekim’de heyetler ve BRICS ülkelerinin delegasyon başkanlarının toplantılarının ardından yayınlanan bildiride, BRICS’in kurumsal gelişimini teşvik etme yolu mutabakatla kabul edildi ve tarihte ilk kez, birliğe dahil olan ülkeler bildirgenin ilk paragrafında listelenmiyor.

Bu ne anlama geliyor?

Bunun başlıca nedeninin, bu yıl çoğu formatta eşit düzeyde yer almasına rağmen, hala tam üye statüsünü kabul etme sürecinde olan Suudi Arabistan’ın belirsiz statüsü olduğu varsayılabilir. Bu da yüksek ve uzmanlaşmış bir düzeyde temsil anlamına geliyordu. Ayrıca yazılı, görsel ve sosyal medyada sahte haber tehlikesine ve ülkelerimiz hakkında doğrulanmış bilgilerin yayılmasına da özel dikkat gösterildi.

Zirve ve tüm horizontal formatlar yelpazesi sayesinde Rusya, BRICS’teki başkanlığı sırasında yeni pazarlara girme yeteneklerini genişletebildi, bu kesinlikle olumlu bir andır ve ülke en başından, kurulduğu andan itibaren, bu yönelime bağlı kalmalı ve yalnızca Batı ülkelerine ana yönelim olarak bakmamalıydı. Şimdi yapbozu bir araya getirmek gibi düşünürsek; ekonomiyi çeşitlendirme ve yalnızca yurtdışından gelen bileşenlere odaklanan üretimden uzaklaşma süreci başlatıldı ve yabancı bileşen üreticilerinin üzerimizdeki nüfuzu giderek azaldı. Rusya, kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzalamak konusunda İran ile anlaştı.

Bugün emin bir şekilde söyleyebiliriz ki en güçlü BRICS ülkeleri; Rusya, Çin, Hindistan ve İran’dır. Yani, tek kutuplu Batı dünyasının antipodu haline gelen ülkeler… Parametrelerinde G7’yi aşan küresel bir ülkeler birliğinden bahsedebiliriz ve bu gezegenimizin ekonomik geleceğiyle ilgilidir. Ortak hedeflerine ve çok kutuplu bir dünyaya odaklanmalarına ve kendi kimliklerini korumalarına rağmen; BRICS ülkeleri, özellikle komşularıyla çeşitli rekabet biçimleri ve toprak zorluklarıyla karşı karşıyadır.

Her ikisi de büyük gelişmekte olan ekonomiler olan Çin ve Hindistan, küresel pazarlarda ve gelişmekte olan ülkelerde nüfuz için rekabet ediyor ve birbirleriyle toprak anlaşmazlıkları var. Rusya ve Güney Afrika arasında jeopolitik gerginlikler Özel Askeri Operasyonun başlangıcından bu yana ortaya çıkmıştır. Rusya ve Çin her alanda yakın ortaklardır, ancak her iki ülkenin bireysel siyasi gündemlerinde, Kazakistan gibi Orta Asya ülkeleri gibi, çatışabilecekleri alanlar vardır. Aynı zamanda Hindistan ve Çin, Rusya’nın diplomatik çabalarının da yardımıyla uzun süredir devam eden sınır sorunlarını çözmede ilerleme kaydettiklerini duyurdular ve bu zirvede önemli bir başarıydı.

BRICS ülkeleri ve gelecekteki ortakları, Filistin’e desteklerini ilan ederken; dünyanın dört bir yanındaki yaklaşık iki milyar Müslüman Kazan’daki olayları izledi. Zirve sırasında, birçok delegasyon başkanı Filistin’e, Orta Doğu’ya, hızlıca barışçıl şekilde bir arada yaşamayı ve BM sözleşmelerine uyumu gerektiren çok hassas ve kırılgan bir bölge olarak büyük vurgu yaptı. Bu doğrultuda zirvede Filistin meselesinin dünya Müslüman toplumu için önemini vurgulayan güçlü bir sonuç bildirgesi kabul edildi.

Brezilya, Venezuela’nın BRICS ile yakınlaşmasından pek memnun değil ve bu durum, onu Pakistan gibi “Ortak Ülkeler” listesinde göremememizin başlıca nedenlerinden birisidir (13 ülke BRICS ortak ülke statüsü aldı. Bunlar Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Cezayir, Belarus, Bolivya, Küba, Endonezya, Malezya, Nijerya, Tayland, Uganda ve Vietnam’dı). Ek olarak BRICS’te farklı ülkelerin ve medeniyetlerin dünya düzenine ilişkin farklı fikirleri olması nedeniyle G7 ile çatışma platformu olmayacak.

Öte yandan politikasını dünyadaki tüm çatışmaların çözümü üzerine kuran; ancak Pakistan ile ilgili konulara nadiren değinen Narendra Modi var… Çünkü aralarında uzun yıllardır bir çatışma var ve aynı zamanda Çin ile Rusya, Pakistan’ı BRICS ortağı olarak tanıtıyorlar.

Bu nedenle, BRICS’in ticaret cirosunu artırma, karşılıklı yatırımlar (çatışmaları önlemek için, belirli bölgelerdeki etki alanlarının sınırlandırılması konularını “kıyıda” çözmek gerekir), sosyo-insani değişimlerin birbirimizi daha iyi tanımamızı ve belki de bazı ülkeler söz konusu olduğunda “baltayı gömmemizi” ve ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin “yumuşak güç” yoluyla yaptığı kültürel genişlemeye yönelik olası müdahaleleri düzenlememizi sağlayacağı gibi karşılıklı olarak faydalı işbirliği alanlarını teşvik etmesi gerektiğine inanıyorum.

Öte yandan Güney Amerika, sosyal, politik, ekonomik olarak her anlamda çok istikrarsız ve ABD’nin güçlü etkisi altında. BRICS platformuna geldiğinizde tüm bunları unutmanız gerektiğini; çünkü büyük resmi ve küresel gündemi düşünmeniz gerektiğini hatırlamak önemlidir. Ve gerçekten barışçıl olarak adlandırılabilecek olan Kazan Zirvesi, BRICS+ formatındaki bazı katılımcıları, örneğin Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’i, barış antlaşması, sınır belirleme ve diğer karşılıklı ilgi konular da dahil olmak üzere ikili barış gündemini ilerletmeyi tartışmak üzere bir araya getiren bir toplantı oldu ve daha önce duraklamış olan karşılıklı sorunları çözmek için müzakere etmeye teşvik etti.

Bugün, bildirge halihazırda ulusal para birimlerindeki koşullu rezervler için mevcut mekanizmalarını da açıklıyor. Bunlar: IMF ve Dünya Bankası gibi mevcut kurumlar kadar büyük ve kapsamlı olmasa da; onlar için ciddi bir tehdit oluşturuyor. BRICS Pay mekanizması da başlatıldı: Çin’in CIPS (Sınır Ötesi Bankalararası Ödeme Sistemi) sistemine ve uluslararası SWIFT sistemine benzer bir ödeme sistemi projesi olan BRICS Pay, uluslararası ödeme kartları Visa ve Mastercard veya Rusya’nın MIR, RuPay’i ile Çin’in UnionPay gibi ulusal banka kartlarıyla birlikte çalışabilir ve BRICS+ ülkelerinde kullanabilecek halde olacak.

Gelişmekte olan ülkelerin katılımıyla kolektif çözümler bulmanın doğrudan, açık ve etkili bir yolu, ulusal para birimlerinin giderek yaygınlaşan kullanımıyla de-dolarizasyondur ve bizim için yeni bir rezerv para birimi dediğimiz şeye ihtiyacımız var. Çok sayıda medeniyet ve kültürün temsilcilerinin, bilinçaltında kendi ülkelerinin refahı için kendi gündemlerini tanıtmak istedikleri birleşmeleri, yalnızca Küresel Güney ülkeleri için açık olan konularda; örneğin BM Güvenlik Konseyi reformu veya iklim değişikliği (Burada Vladimir Putin de yeşil gündemi topluma zarar vermek için kullanma konusundaki açıklamasında dikkatlice ima ettiğini hatırlatalım) birleşik bir şeye yönelik kararlar almayı zorlaştırıyor.

BRICS’in rolünün artacağı ve BRICS ülkelerinin halihazırda küresel ekonomik büyümenin itici güçleri olduğu, jeopolitik manzarayı Avrasya’ya ve bir bütün olarak Güney’e doğru kaydırdığı oldukça açık. Mevcut yılın sonuçlarına göre, BRICS’teki ortalama ekonomik büyüme oranı %4 olarak tahmin ediliyor. Bu, G7 ülkelerindeki, sadece %1.7’lik orandan daha yüksek. Ekonomik büyüme oranlarındaki bu kadar farkla, öngörülebilir gelecekte küresel GSYİH’daki ana artış BRICS’te üretilecek. OPEC Plus’da aslında BRICS ülkelerinin bir parçası ve Rusya ve Suudi Arabistan aslında oradaki liderler. Dünya çapında petrol fiyatlarını onlar belirliyor. Ancak çoğu ticaret platformunun bununla mücadele etmek için çıkarlarını lobi yapan Batılı şirketlere ait olduğunu hatırlamakta fayda var ve birleşmek gerekiyor.

BRICS, BM’nin aksine, herkesin aynı masada oturması ve üye devletlerin daha adil bir şekilde temsil edilmesiyle eşit bir sese sahip olması bakımından farklı. Belki de BRICS, gelecekte tüm BRICS ülkeleri tarafından savunulan reformu gerçekleştirerek, BM’ye bir alternatif olabilir. Ancak bu uzun bir süreç olacaktır.

Sorunlarını ve toprak anlaşmazlıklarını kabul eden BRICS ülkeleri, küresel işbirliğinin ortak gündemine odaklanmayı hedefliyor. 1 Ocak 2024’ten itibaren birliğe yeni ülkelerin de dahil olmasıyla, ortak bir hedef adına güçlü bağlar ve diyalog kurulmalı, sadece ‘a priori’ değil, böyle bir format olmamalı, Birlik’in çeşitli alanlardaki işbirliğinin önceliği ile Anglo-Sakson ideolojisine dayalı bir birlik olarak temellendirilmemelidir. Birliğin ortak çıkarları teşvik etme ve eşitlik ve saygıya dayalı çok kutuplu küresel yönetişimi teşvik etme konusunda muazzam bir potansiyeli var.

Zirvede imzalanan mutabakat aynı zamanda herhangi bir katılımcının ulusal çıkarlarının garanti altına alınmasının da bir garantisidir.

İlber Vasfi Sel: Nina Hanım, oldukça geniş ve bilgilendirici cevaplarınız için Harici olarak teşekkür ederiz.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 2: Türkiye BRICS’e üye olabilir mi?

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 2: Türkiye BRICS’e üye olabilir mi?

Yayınlanma

Rusya Federasyonu’nun Kazan şehrinde düzenlenen 16. BRICS Zirvesine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımı ve daha öncesinde Türkiye’nin gruba üyeliği konusundaki tartışmalar, gündemi meşgul ederken; konuyu Rusya’nın önde gelen Türkiye uzmanlarından Moskova Devlet Dilbilim Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Enstitüsü ve Sosyal – Siyasi Bilimler Fakültesi Bölge Çalışmaları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mariya Kolesnikova’ya sorduk.

İlber Vasfi Sel: Mariya Hanım, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için Harici olarak teşekkürlerimizi sunarız. BRICS Zirvesi kapsamında yaşanan gelişmeler hakkında size bazı sorularımız olacak. Türkiye’nin BRICS üyeliği talebini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu Türkiye’de çokça tartışılıyor. Bazıları Batı ile iyi ilişkilere sahip olan, NATO üyesi Türkiye’nin bu hamlesini denge politikası ya da ‘stratejik bağımsızlık’ arayışı olarak değerlendirilirken, bu hamlenin Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırabileceğinden endişe duyanlar da var. Siz ne düşünüyorsunuz? 

Mariya Kolesnikova: Uluslararası ilişkiler sisteminin mevcut gelişme aşaması, küresel süreçlerin hızlanması ve yeni entegrasyon etkileşim formatlarının oluşumu, Türkiye’nin diplomatik faaliyet yelpazesinin genişlemesine katkıda bulunmaktadır. Ankara’nın dış politikasının çeşitli yönlerinin karşıtlığı, uluslararası çıkarlarının karmaşık yelpazesini Batı’ya veya Doğu’ya doğru hareket etme arasındaki dar bir çerçeveye oturtma girişimleri doğru değil. Gerçekte, ideolojik açıdan, Türkiye bu kutupların hiçbirinde hareket etmiyor. Herhangi bir yönde elverişli bir güç dengesi yarattığında harekete geçirdiği geniş bir “yerel” strateji cephaneliğine sahip.

Ankara, ikili temas mekanizmalarıyla birlikte etkili ve çok değişkenli olarak değerlendirilen bölgesel yapılara katılım yoluyla Batı dışı dünyadaki uzun vadeli çıkarlarını korumayı amaçlıyor. Ek olarak bu bağlamda BRICS, girişimlerini ana hatlarıyla belirtmek ve “Batı dışı” ülkelerle diyaloğu güçlendirmek için önemli bir bölgesel platformdur. Ayrıca BRICS, Türklerin yeni dünya düzeni vizyonunun eşsiz “mihmandarlarından” biri olarak kabul edilmektedir. Türkiye, küresel süreçlerden izole olmaktan kaçınırken, herhangi bir güç eksenine doğrudan tabi olmayan bağımsız bir küresel oyuncu olarak kendini konumlandırmak istiyor.

Aynı zamanda askeri-politik ve ekonomik açıdan Türkiye, bazı yasal olarak bağlayıcı anlaşmaların, ticaret ve finansal bağımlılık unsurlarının varlığı nedeniyle şüphesiz Batı bloğuna doğru çekiliyor. Ankara’nın belirli anlarda BRICS faktörünü Batı ile diyalogda müzakere pozisyonlarını güçlendirmek için kullandığı da şüphesizdir. Aynı zamanda, Türkiye için bu iki dış politika yönünün prensipte birbirini dışlamadığını ve her birinin paralel gelişimiyle derinden ilgilendiğini anlamak gerekir. Dolayısıyla, Türk siyasetçilerin BRICS formatına katılım hakkındaki açıklamaları, “üçüncü yol” için ideolojik arayışın bir yansıması değil, Ankara’nın dış ilişkilerde belirli bir özerkliğe ulaşma hedefinin bir parçasıdır.

Bu birliğin Türkiye açısından bir diğer avantajı ise, katı ideolojik ve hukuki çerçevelerin olmaması, Türk diplomasisinin esnek üslubuyla uyumlu olması ve pratikte gördüğümüz gibi siyasal duruma göre kullanılabilmesidir.

İlber Vasfi Sel: Peki bu bilgiler ışığında, zirveyi de hesaba katarak, Türk – Rus ilişkilerini kısaca değerlendirebilir misiniz?

Mariya Kolesnikova: Türkiye’nin manevralara dayalı dış politika davranışı, bir yandan ikili ilişkilerde diyalog istikrarsızlığı atmosferini yaratırken; diğer yandan ortak zemin arayışına ve bulunmasına olanak sağlıyor. İki liderin “büyük olayların arasında” görüşmelerinin artık geleneksel hale gelen formatı, ikili müzakere gündeminin doldurulmasının karmaşıklığını gösterebilir. Bankacılık işlemlerindeki zorluklar, ki bu da Türkiye ve Rusya iş çevreleri arasındaki ticaret ve ekonomik ortaklık için sorunlar yaratıyor, Türkiye – Ukrayna askeri-teknik işbirliğinin artması, Akkuyu Nükleer Enerji Santrali için çözülmemiş ekipman tedarik sorunu gibi birçok konu hala bir “yük” gibi asılı duruyor. Aynı zamanda, küresel bir çatışmanın alevlenmesi tehdidi bağlamında, orta vadede Moskova ve Ankara’nın, yakın zamanda gerçekleşen BRICS Zirvesi’nin “arasında” belli bir ölçüde gösterildiği gibi, her iki başkentin çıkarlarına uymayan varoluşsal bir krizi önlemek için pozisyonlarını ve çabalarını uyumlu hale getirmek için karşılıklı girişimlerde bulunmaya devam edeceklerine inanıyoruz.

İlber Vasfi Sel: Türk kamuoyunu aydınlatan yorumlarınız kıymetli zamanınızı bize ayırdığınız için çok teşekkürler.

Röportajlarımız devam edecek. BRICS haberleri için Harici’yi takipte kalın.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 1: Bağımsız BRICS ödeme sistemi başarıya ulaşabilir mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English