Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Türkiye-Çin ilişkilerinde yeni bir dönem mi başlıyor?

Yayınlanma

Bir güne sığan diplomasi trafiğinin ardından tarafların yaptığı açıklamalar Ankara-Beijing arasındaki ilişkilerin yeni dönemi olarak okunabilir. Zira resmi açıklamaların ötesinde ilki ülkeyi birbirine yakınlaştıracak iki temel gerçeklik bulunuyor.

Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkez Komitesi Siyasi Bürosu Üyesi ve ÇKP Merkez Komitesi Dış İlişkiler Komisyonu Ofisi Direktörü Wang Yi’nin Türkiye ziyareti sona erdi. Wang Yi ve beraberindeki heyet Dışişleri Bakanı Hakan Fidan liderliğindeki ekip tarafından ağırlanırken, görüşmeler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kabulü ile devam etti. Bir güne sığan diplomasi trafiğinin ardından tarafların yaptığı açıklamalar Ankara-Beijing arasındaki ilişkilerin yeni dönemi olarak okunabilir. Zira resmi açıklamaların ötesinde ilki ülkeyi birbirine yakınlaştıracak iki temel gerçeklik bulunuyor. Bunlardan ilki Türkiye ve Çin’in küresel toplumu meşgul eden krizlere çözüm bulma çabaları.

Uluslararası ilişkilerde “sorumlu güç” statüsünü kuvvetlendirmek isteyen Çin yönetimi 2021 yılından bu yana sırasıyla Küresel Kalkınma, Güvenlik ve Medeniyet İnisiyatiflerini duyurdu. Bu çağrılar arasında yer alan Küresel Güvenlik İnisiyatifi, mart ayında Çin’in ev sahipliğinde başarıya ulaşan Suudi Arabistan-İran barışı ile ses getirdi. Uluslararası topluma sürdürülebilir bir güvenlik mimarisi sunmak isteyen Çin yönetimi, Ukrayna, Filistin ve Suriye krizlerine çözüm için de adımlarını hızlandırdı. Ukrayna krizinin yıldönümünde 12 maddelik barış için çerçeve planı duyuran Çin, sorunla ilgilenmek üzere bölgeye özel bir elçi atadı. Çin benzer bir yaklaşımı Filistin dosyasında sürdürüyor.

İKİ BAŞKENTTE YOĞUN DİPLOMASİ TRAFİĞİ

Filistin lideri Mahmud Abbas’ı 13-16 Haziran günlerinde başkent Beijing’de ağırlayan Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, krize 3 maddelik bir yol haritası ile yanıt verdi. Çin ve Filistin ilişkilerinin stratejik ortaklık seviyesine çıktığı ziyarette duyurulan 3 maddelik yol haritasının merkezinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yer alıyor. Çin yönetimi 2023 yılında da 4 maddelik bir barış planı duyurmuş ve dahası 2017’de müzakerelere ev sahipliği yapmayı teklif etmişti. Filistin lideri Mahmud Abbas’ın ardından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun da kısa süre içinde Çin’e dördüncü ziyaretini yapması bekleniyor.

Çin, Suriye başlığında ise yine önemli aktörler arasında yer alıyor. Çin’in Orta Doğu Özel Temsilcisi Zhai Jun nisan Şam’a yaptığı ziyarette Suriye sorununun siyasi çözümü ve ülkenin Arap Birliği’ne dönüşünün kolaylaştırması konusunda muhataplarıyla görüş alışverişinde bulunduğunu, ardından ilgili Arap devletlerine Çinli heyetlerin gönderildiği bildirilmişti. Bununla birlikte Rusya, Çin’e Astana Platformu’na dahil olması çağrısında bulunmuş ve Çin Dışişleri Bakanlığı bu davete olumlu yanıt verebileceğini aktarmıştı.

TARAFLAR ÖZEL POZİSYONUN FARKINDA

Ukrayna, Suriye ve Filistin krizlerinin çözümü noktasında Türkiye’nin de özel bir konumu olduğu muhakkak. Batı ülkelerinin aksine Ukrayna krizinde görece denge politikası yürütmeye çalışan Türkiye, aracılık ettiği Tahıl Koridoru ve Esir Takası anlaşmaları ile Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası toplumun takdirini kazandı. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi konuk eden Türkiye, tıpkı Çin gibi yakın zamanda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Ankara’da ağırlamaya hazırlanıyor.

Türkiye’nin bu konumunun farkında olan Wang Yi, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile görüşmesinde Türkiye’nin hem bölgesel hem de uluslararası alanda önemli bir rol oynamasını desteklediklerini belirtti. Türkiye Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi de görüşmenin ardından yayınladığı açıklamada “Cumhurbaşkanımız Erdoğan, küresel ve bölgesel meselelerde önemli roller üstlenen iki ülkenin daha yoğun işbirliğine sahip olması yönündeki temennisini dile getirdi” ifadelerini kullandı.

Çin ve Türkiye arasındaki temasları haberleştiren Reuters haber ajansının gelişmeleri Ukrayna krizi merkezli okuyucularına aktarması bu anlamda sürpriz sayılmamalı. Uluslararası diplomasideki gelişmeler ve tarafların niyeti göz önüne alındığında Türkiye-Çin yakınlaşmasının küresel topluma yeni alternatifler sunma ihtimali bulunuyor.

İKİLİ İLİŞKİLERDE BRICS ÇARPAN OLABİLİR

Türkiye ve Çin’i birbirine yaklaştıracak diğer bir etken ise Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu malum tablo. Ekonomideki sorunlar Ankara yönetiminin BRICS’e olan ilgisini belirginleştirebilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018 yılında BRICS liderler zirvesine özel davetli olarak katılmasının ardından dönemin BRICS Uluslararası Forumu Başkanı olan Purnima Anand, Türkiye’nin platforma katılmak istediğini söylemişti. Anand, “Bence bu çok iyi, genişleme her zaman olumludur. BRICS’in etkisi artmaya devam edecek” derken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den de 2022’de Türkiye’ye davet mesajı geldi.

Kremlin’in resmi sitesinde yer alan açıklamaya göre Rusya lideri Putin, Türkiye ile ticaretin geçen yılın ilk çeyreğinde yüzde 230 arttığını anımsatarak “Birlikte çalışırsak sadece artıları alırız” dedikten sonra “BRICS çerçevesinde” diye ekledi.

Ağustos ayında yapılacak BRICS zirvesinin gündemi genişleme ve dolar hegemonyasına karşı atılacak adımlar olacak. Bu nedenle Türkiye, süreci hızlandırmak isteyebilir. Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek, 2014 yılında Başbakan Yardımcısı iken yaptığı açıklamada BRICS ve onun Yeni Kalkınma Bankası’nın gücüne işaret ederek ‘Onların vereceği projelerden yararlanmak için üye olunması gerekiyor. Sırf onun için şu anda ciddi ciddi üye olmayı değerlendiriyoruz’ değerlendirmesinde bulunmuştu.

Şimşek her ne kadar ekonomik sorunlara Batı kaynaklı Ortodoks politikalarla yaklaşsa da BRICS’in artan etkisi ve Türkiye’nin mecburiyetleri farklı senaryoları düşünmeyi gerekli kılıyor. Nitekim BRICS dünya çapında nüfusun yüzde 40’ını, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYİH) yüzde 23’ünü, mal ticaretinin yüzde 18’ini temsil etmesi, maden rezervinin yüzde 60’ını elinde bulundurması ve tahıl ürünlerinin yüzde 40’ını üretmesi ile biliniyor.

ORTA KORİDOR VE KALKINMA YOLU PROJESİ

Ankara-Beijing arasındaki tek kaldıraç elbette BRICS değil. Kuşak ve Yol ile doğrudan yatırımlar Türkiye ve Çin için vazgeçilmez önemde. Kuşak ve Yol bağlamında Orta Koridor Çin nezdinde öneminin giderek artması sürpriz olmayacaktır. Zira Ukrayna krizi sonrasında Rusya merkezli Kuzey koridoru yerine Türkiye merkezli Orta Koridor daha fazla tercih edilir hale geldi.

Türkiye ortaya çıkan fırsatı değerlendirmek üzere Orta Asya devletleri ile lojistik ve gümrük bekleme süresi gibi teknik adımları atarken siyasi işbirliğini de derinleştirdi.  Son olarak Orta Asya liderlerini Xi’an’da ağırlayan Çin’in bölgedeki değeri ise tüm gözlemciler tarafından kabul ediliyor. Bununla birlikte Türkiye’yi kıymetlendiren bir diğer proje de Irak başta olmak üzere Orta Doğu ile ilerletilen Yeni Kalkınma Yolu projesi.  Türkiye bu sayede hem Orta Koridor hem de Yeni Kalkınma Yolu ile Avrupa’ya çıkışın adresi olabilir.

İki devlet bölgeyi rekabet değil işbirliği sahası olarak tanımladıkları takdirde “kazan-kazan” denkleminin ortaya çıkması kaçılmaz. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi Wang Yi’nin ziyaretinin ardından yayımladığı açıklamada “Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ile Türkiye’nin Orta Koridor Girişimi’ni uyumlaştırma çalışmalarına hız verilmesi konusunu dile getirerek, bu maksatla tesis edilen Üst Düzeyli Çalışma Grubu’nun ilk toplantısını da gerçekleştirmek istediklerini kaydetti” denildi. Çin’in CGTN kanalı ise Beijing yönetiminin Türkiye ile işbirliğini derinleştirmek ve Kuşak Yol-Orta Koridor sinerjisini artırmak için hükümetler arası mekanizmaları hayata geçirmekte istekli olduğunun altını çiziyor. Ekim ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Çin’de düzenlenecek Kuşak ve Yol Forumu’na katılıp katılmayacağı ise henüz netleşmiş değil.

Öte yandan Türkiye için bu süreçte Çin’den gelmesi muhtemel yabancı yatırımların önemi ortada. Tam da bu nedenle hafta içinde Türkiye’nin Beijing Büyükelçiliği bir resepsiyon düzenledi. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi tarafından düzenlenen ‘Türkiye Yüzyılı Yatırım Resepsiyonları’na Çin iş dünyasından 500’ün üzerinde yönetici ve temsilci katıldı.

1.200’den fazla Çinli şirkete ev sahipliği yapan Türkiye’de Çin yatırımları 3 milyar doları aşarken bu rakamın savunma sanayisi gibi alanlarda artması sürpriz olmayacaktır. Nitekim İstanbul’da devam eden Savunma Sanayi Fuarı’na Çin’den 70’in üzerinde şirket katılırken bu rakam ABD için sadece 5 olarak kayıtlara geçti.

Kısacası Türkiye ve Çin arasında yeni dönemde, başka bir yazıda yer verilecek tüm meydan okumalara karşın, yeni bir denklemi ortaya çıkartacak etkenler mevcuttur.

*Bu yazı ilk olarak CRI Türk’te yayınlanmıştır.

GÖRÜŞ

Round 1: Galip Trump

Yayınlanma

2024 ABD seçimlerinin ilk münazarası geride kaldı. Dört yıl aradan sonra neredeyse hiç yaşlanmamış bir Trump ve çok yaşlanmış bir Biden izledik. Hem de çok yaşlanmış… 2020’de kendi sağlığıyla ilgili çekinceler sıkça gündeme gelmişti. Ancak münazarada nispeten daha diri kalmayı başarmış, Trump’ın saldırgan üslubuna karşı “ton ton Joe amca” imajını güzelce inşa etmişti. Aradan geçen dört yıl ise Joe amcaya iyi davranmadı… Oğlu Hunter’ın video arşivini görmüşçesine iğrenme dolu bakışları, kısık sesi ve münazaranın başında 7-8 saniyeyi bulan duraksaması Demokratların umutlarını tamamen söndürdü. Oysa devamı o kadar kötü değildi. Yine dediği birçok şey anlaşılmıyordu ama en azından benzer bir duraklama yaşanmamıştı. Hatta duraksamadığı anlarda normalden bile hızlı konuşuyordu, belki de ilaçların etkisiyle…

Hiçbir soruya cevap verme ve kazan

Trump’ın stratejisi ise biraz daha ilginç oldu. Münazara öncesi yazımda Trump’ın İsrail konusuna girmek istemeyeceğini söylemiştim. Trump, Biden’a tepkili solcuları tekrar ona itmekten çekinecekti. Tam da öyle oldu. Ama Trump, sadece İsrail sorusuna değil, hiçbir soruya yanıt vermedi. Moderatörler ve Trump arasındaki diyaloglardan şöyle bir örnek vereyim;

“6 ocak olaylarından ötürü Demokratik haklarının elinden alınacağından korkan vatandaşlara ne söylemek istersiniz?”

“Joe’nun ekonomi politikaları ABD’yi bitirdi. Kimse bize saygı duymuyor!”

Münazaranın büyük kısmı bu şekilde geçti. Trump, hem Biden’ı hem de moderatörleri kafasında sessize almış, kendi anlatacağı şeyleri anlatmaya çıkmış. Cumhuriyetçi lider, neredeyse hiçbir soruya yanıt vermeden münazarayı tamamladı. Tabii beklediğim üzere yeni münazara kuralları Trump’ın işine geldi. Biden konuşurken kendi mikrofonunun kapanması sayesinde rakibinin sözünü hiç kesemedi. Böylece 2020’nin aksine “söz kesmeyen beyefendi adam” izlenimi ortaya çıktı.

İçerik açısından şaşırtıcı bir tartışma yaşanmadı. Trump doğal olarak ekonomiden, Ukrayna’ya verilen devasa yardım paketlerinden, Biden altında yaşanan göçmen krizinden dem vurdu. Konu siyahlara geldiğinde “sınır öyle delik deşik oldu ki siyah ve latinolar hem güvenlik sorunu yaşıyor hem de işlerini göçmenlere kaybediyor” dedi. Dahası Trump, Biden’ın siyahlar için 90’larda sapkınlar grubu ifadesini kullandığını hatırlattı. Biden, bu sefer ırkçılık meselesinden uzak kalmayı tercih etti çünkü Trump son ankete göre ülkedeki tüm siyah oyların yüzde 30’unu alıyor. Bu, rakibi tarafından beyaz üstünlükçülükle suçlanan bir Cumhuriyetçi aday için inanılmaz bir sayı. Trump, anketlerin doğru çıkması halinde girdiği her seçimde azınlıklardaki oyunu arttırmış olacak.

Sonra bir Ukrayna meselesi açıldı ki evlere şenlik… Biden Trump’ın malum davalarına dem vurunca konu bir anda Ukrayna’ya geldi. Trump, “Sen de suçlusun. Bireysel işlerin için ABD’nin gücünü kullanarak Ukrayna’ya baskı yapmadın mı? Binlerce insanı hala öldürmeye devam ediyorsun. Bu arada söyleyeyim; Ukrayna’daki ölü sayıları doğru değil. Verilenleri ikiyle, hatta üçle çarpın. Ukrayna savaşı kaybedecek, insanları kalmadı” ifadelerini kullandı.

İsrail konusuna dönersek dediğim gibi Trump çok fazla konu hakkında konuşmak istemedi. Bunun da bir ilk olduğunu söylemek gerekir, İsrail desteğini yinelemek artık iki aday için de çok tercih edilen bir durum değil. Biden zaten bu yüzden oy kaybediyor. Ancak Evanjelist olmayan muhafazakârlar arasında İsrail’e koşulsuz destek iyice popülaritesini kaybetti. Bu nedenle Trump sadece tek bir cümle kurdu. “Joe sen kötü bir Filistinlisin, onlar bile seni sevmiyor” diyerek konuyu kapattı.

Şimdi ne olacak?

Münazaranın kalanı karşılıklı kişisel saldırılar ve Trump’ın 98 kere “Herkes bizimle dalga geçiyor” demesi ile geçti. Ancak asıl soru şu; şimdi ne olacak? Biden sahneden bile inmeden Demokratlarda benzeri görülmemiş bir tepki ortaya çıktı. Sadece Demokratların ağırlıkta olduğu sosyal medya gruplarında değil, aynı zamanda Demokrat fikir önderlerinde de bir “kral çıplak” anı yaşandı;

Biden bu şekilde seçime girerse kaybedecekti.

Peki ne yapılabilir? Önceden kısık sesle dile getirilen “Biden çekilsin” tartışması şimdi daha yüksek sesle konuşuluyor. Ancak bunun bürokratik temelleri işi epey zorlaştırıyor. Mevcut görevdeki başkanın karşısına aday olarak çıkmak geleneksel olarak sık karşılaşılan bir durum değildir. Bu yüzden, Hem yardımcısı Kamala Harris’in hem de Demokratların en popüler ismi olan California Valisi Gavin Newsom’ın adı çokça geçmesine rağmen aday olmaktan kaçındılar. Bunun için önemli bir son tarih Mart ayında yapılan, 15 eyaletin önseçimlerinin tamamlandığı “Süper Salı” idi. Şunu belirtmek gerekir, Biden 4000 kadar delegenin 3900’unu almayı başardı. Biden’ın isteğine karşı onu adaylıktan indirebilecek bir güç yok.

Ancak Biden çekilirse o zaman yeni aday tartışmaları başlar. Gavin Newsom, dünkü münazara sonrası “hiç bu kadar Biden’ın arkasında kenetlenmemiştik” dese de partisindeki aykırı görüşler giderek güçleniyor. Biden bugün çekilirse artık ön seçim söz konusu olamaz. Ancak delegeler yeni bir aday ve başkan yardımcısı adayı üzerinde anlaşabilir. Demokrat Parti’nin tüm uzmanları böylesi bir durumda parti içinde büyük kavgaların çıkacağını söylüyor. Biden, çekildiği takdirde kendisine destek veren delegelere kimi desteklediğini söyleyebilir ancak delegeler buna uymak zorunda değiller.  Tabii böyle bir niyet varsa seçime yaklaşılan her gün parti için daha güçlü bir bürokratik kargaşa anlamına gelir. Son ay içinde olması durumunda oy pusulalarının değiştirilmesi bile söz konusu olur.

Biden çekilirse ortaya çıkan iki potansiyel aday dediğim gibi Newsom ve Michigan valisi Gretchen Whitmer olur. Ancak bu isimler şu an için Biden’ın arkasındalar. Mevcut durumda, birçoklarının da söylediği gibi Trump’ın umutları epey yüksek. Ancak seçime kadar hala çok zaman var. Bu yüzden anketleri ve ezber yorumları bir kenara bırakmakta fayda var. Her şekilde, Demokrat Parti’yi epey sancılı bir seçim süreci bekliyor.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Savaş Lübnan’a yayılır mı? Olası senaryolar ve en muhtemel senaryo

Yayınlanma

Khaled Al-Yamani
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Lübnan yöneticisi

İsrail genelkurmay başkanına yakın askeri kaynaklar, işgal ordusunun kuzey cephesinde tırmanan meydan okumayla yüzleşmek için çok sayıda planı olduğunu doğruluyor. Kuzey cephesinde güvenlik durumunun tırmanmasına dair beklenen bir dizi senaryo şu şekilde:

Askeri tesisler ve silah depoları da dahil olmak üzere güney Lübnan ve banliyölerindeki Hizbullah hedeflerine ve belki de kadrolarına yönelik hedefli hava saldırılarını içeren sınırlı bir askeri operasyon seçeneği. En sonuncusu, partinin en önde gelen askeri lideri Talib Abdullah’a yönelik suikast idi.

Böyle bir seçenek İsrailli karar vericinin gözünde “mümkün” görünüyor, böylece Hizbullah’ın tepkileri tolere edilebilir ve işgalin ateş çemberini küresel bir savaşı içerecek şekilde genişletemeyeceğini biliyorlar. Aynı zamanda, işgal böyle bir seçeneği bölgedeki savaş cephelerini artırmak istemeyen Amerikalılara satabilir, son haftalarda İsrail hükümetine güven duymasalar bile, yalanlarından, gerçekleri çarpıtmasından ve ana müttefiklerini manipüle etme yeteneğinden oldukça eminler, bu da Washington’u böyle bir İsrail seçeneğine yeşil ışık yakma konusunda temkinli olmaya teşvik edecektir.

İsrail askeri terminolojisinde “Üçüncü Lübnan Savaşı” ya da “Birinci Kuzey Savaşı” olarak bilinen topyekün savaş, partinin kuzey cephesini ele geçirmesi, tarım alanlarında ateş yakmaya devam etmesi ve şiddetin tırmanması ışığında, muhalefetten ve kamuoyundan hükümete ve orduya yöneltilen başarısızlık suçlamaları, onları her iki taraf için ve belki de tüm bölge için maliyetli ve tehlikeli olan bu seçeneği tercih etmeye zorluyor.

Gerçek şu ki, işgalin “Neron ve Roma’nın yanması” senaryosuna yol açmasını engelleyebilecek birçok kısıtlama var: iç ve dış, öznel ve nesnel, siyasi, güvenlik, askeri ve ekonomik, bu da onun çok fazla bir tercihi olmamasını sağlıyor. Diğeri birçok İsraillinin gözünde intihar gibi görünen bir seçim ve işgal yönetiminin bunu seçmesini engelleyen çok sayıda husus ve faktör var.

Bununla birlikte, bu “intihar” seçeneğinin gerçekleşme şansı çok yüksek olmasa bile, birincil misyonunun tüm cephelerde ateş yakmak olduğunu düşünen, İsrail’in aşınan caydırıcılığını yeniden tesis etme ve işgal varlığını son yıllarda tüm alanlardaki rolü azaldıktan sonra “bölgenin polisi” olarak yeniden kurma iddiasında olan sağcı faşist bir hükümetin varlığı göz önüne alındığında tamamen dışlanmamalıdır.

Kuzey Cephesinde, Hizbullah ile İsrail arasındaki karşılıklı çatışma sürerken, arabulucular hala onlarla istişareler yürütüyorlar, ancak bu tartışmalar kamuoyuna açıklanmıyor. Büyük güçler Lübnan arenasında işlerin kontrolden çıkmasını engellemek istiyor ve her bir tarafın kendi hesapları ve çıkarları var. Ancak Gazze’ye yönelik saldırılar devam ettiği sürece bu arabulucuların başarıya ulaşması zor.

Gazze’deki savaşı durdurmak; İşte kuzey cephesinde devam eden tırmanışı durdurabilecek “sihirli” kelime, işgalin saldırganlığını sona erdirme konusundaki isteksizliği nedeniyle bu seçeneğin başarısız olmasına rağmen, şimdi bahsedilemeyen birçok nedenden dolayı, bu hedefe ulaşılırsa, Irak ile doğu tarafı ve Yemen ile güney tarafı da dahil olmak üzere tüm cepheler sakinleşecek, ancak bu, İsrail’in Gazze cephesinde sükuneti sağladıktan sonra Lübnan’a karşı bir savaş başlatma isteğini filizlendirebilir.

Hizbullah’ın böyle bir senaryonun işgal içinde var olduğunu ve güçlü bir şekilde var olduğunu bildiğine ve buna dikkat ettiğine şüphe yok, ancak gerçekleşme hipotezi en azından yakın gelecekte mümkün değil. Çünkü askeri, ekonomik ve toplumsal kurumlarıyla işgalci varlık, Gazze’deki savaş sona ererse şüphesiz nefes almaya ihtiyaç duyacak ve belki de Hizbullah ile bir tür çatışmanın patlak vereceği bir gün gelecek, ancak yakın gelecekte olması şart değil.

Lübnan, Suriye ve İran’da suikastların hızlandırılması, komuta ve kontrol merkezlerinin yanı sıra silah ve füze depolarının hedef alınması ise işgalci için bir diğer seçenek. Bu halen yürürlükte olan bir politikadır ve önümüzdeki dönemde artması beklenmektedir. Aynı zamanda, direniş tarafının işgale karşı kapsamlı bir savaş başlatmasını gerektirmediği için, her iki taraf da kontrollü bir tempo sürdürebilecektir.

Beklenen sonuçlar

İşgalin kuzey cephesinde yaşananlara tek ve hızlı bir çözüm bulma kararını henüz vermediği göz önüne alındığında, önümüzdeki birkaç gün yukarıdaki senaryolardan herhangi birinin gerçekleşmesine tanık olmayacağız. Ancak bu durumdan yola çıkarak karşılaşılabilecek bir dizi sonuç şu şekilde:

– Mevcut tırmanma hızı, Gazze’deki duruma bağlı olarak artarak ve azalarak devam edecektir.

– Kuzey cephesinin yarattığı tehdidin ortadan kaldırılması için İsrail’den gelen taleplerin artması beklenmektedir.

– Bu cephedeki gelişmelerin İsrail siyasetinde ve medyasında giderek daha fazla yer alması öngörülmektedir.

– Herhangi bir askeri tırmanışı engellemek için Lübnan ile işgal arasında Amerikan ve Avrupa arabuluculuğunun yoğunlaştırılması öngörülmektedir.

Sonuç 

Lübnan ve işgal altındaki Filistin arasındaki kuzey cephesinde meydana gelen olaylar, gerginliğin her iki tarafı da durumun nelere yol açabileceğini doğru bir şekilde değerlendiremeden devam ediyor. Bunun birden fazla nedeni var, belki de en önemlisi yerel, bölgesel ve belki de uluslararası tarafların çokluğu

İşgal ise, maliyetler ve riskler açısından çoğu zaman birbirine yaklaşsalar bile, bir “sigorta poliçesi” elde etmeksizin, iç ve dış çeşitli siyasi ve askeri faktörleri göz önünde bulundurarak, yukarıda belirtilen seçenekler arasındaki tahminlerini değerlendirmeye devam etmektedir. Lübnan’a karşı olası bir saldırı, şu anda Gazze’de sıkışmış göründüğü zor duruma benzer bir sonuç doğurabilir ve İsrail bunun farkında.

Genel olarak konuşmak gerekirse, denge hala savaş çemberini küresel bir boyut kazanabilecek bölgesel bir savaşa doğru genişletme eğilimine karşı ve Lübnan cephesi, İsrail ordusunun tükenme durumunun, Hizbullah ve müttefiklerinin gücünün ve hazırlığının boyutunun ve isteksizliğinin anlaşıldığı bir atmosferde, hesaplanmış tırmanma dereceleri yaşayabilir… Amerikalılar ve Batılı güçler çatışma çemberini genişleterek taahhüt tavanlarını kontrol etmeye çalışıyorlar. Buna İsrail’in sahada uygulanamayan güçlü tehditleri de eşlik ediyor. Ancak dengeler bu tehditlerin uygulanması için uygun görünmüyor.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Yaşlı kurtlar sahnede: Biden-Trump münazarası

Yayınlanma

 4 yıl aradan sonra Biden-Trump münazarasından ne beklemeli?

Kavga gürültü geçen dört yılın ardından, kısır döngüsünü kıramayan ABD, yine Biden ve Trump’ın ringe çıkmasını bekliyor. 333 milyon Amerikalı, 81 yaşındaki Biden ve 78 yaşındaki Trump’tan daha genç bir aday bulamamanın üzüntüsüyle ekranların başına geçecek. 2020’deki ilk münazara öncesi yorumları anımsıyorum. Merkez medyadan Twitter’a herkes benzer yorumlar yapıyordu. Uykucu Joe, Trump gibi bir siyaset üstadına nasıl kafa tutacaktı? İki kelimeyi bir araya getiremiyor, sürekli kekeliyor, sahneyi nereden terk edeceğini bile kestiremiyordu. Her mitingi bir stand-up edasında geçen Trump, güç bela ayakta duran Biden’ı rezil eder, makinalı tüfek gibi konuşarak üstünlüğünü tüm Amerikalılara ispatlardı!

Biden da işte onu buradan yakaladı. Zar zor kurabildiği cümleleri sürekli kesen Trump’a tek bir cevap verdi;

“Bir sus be adam!”

Amerikan halkı, o günlerde tünelin ucunda ışığı göremiyordu. Covid-19 salgını devam ediyor ve bitecek gibi de gözükmüyordu. Amerikalılar tıkılıp kaldıkları evlerinde televizyon açıp Trump’ın basın toplantılarında medya mensuplarıyla güreşmesini izlemekten artık yorulmuştu. Biden, onlara “eskiyi” anımsatıyordu. Amerikan istihbaratı, eğlence endüstrisi, Hollywood ve neredeyse tüm ünlü tayfası da dahil olmak üzere Biden’a bir omuz verince vatandaş da yaşlı maşlı demeyip oyunu verdi. Covid günlerini hatırlayın, medeniyetin sonu gelecek diyenler bile vardı! Daha kötü ne olabilirdi ki?

Çok konuşan, kaybedince mızıkçılık yapan Trump gitmiş, merkez medyanın öve öve bitiremediği “yetişkinler” ofise geçmişti. Ancak sonraki dört yıl Amerikalılara hiç de “yetişkinler” yönetiyormuş gibi hissettirmedi. Uluslararası meselelerde yaşanan ve ABD’nin küresel hegemonyasının düşüşe geçmesine yol açan skandallar zaten Trump tarafından defalarca Biden’ın yüzüne vuruldu. Ancak bu münazarada ne konuşulur, öncekilerden farkı ne olur bunu anlatmak isterim.

Söz kesmek yok

Adaylar dört yıl öncekiyle aynı olsa da bu sefer kurallar farklı. ABD’nin başkanlık münazara tarihinin aksine ilk kez seyircisiz bir tartışma yapılacak. Adayların mikrofonları söz hakkı olmadığı süre içinde kapalı olacak. Her lafa müdahil olmasının Trump’a geçen seçimde nasıl kaybettirdiği düşünüldüğünde bu kuralın ona yarayacağını bile söylemek abartı olmaz.

Teknik detayların yanında ne konuşulacak ona bakalım. Bu seçimde Trump’ın en büyük meselesi peşini bırakmayan davaları oldu. Geçtiğimiz aylarda, Amerikan devletinin Başkanları için yasal anlamda kırmızı çizgisinin bir porno yıldızına seçim kampanyası sırasında sus payı vermek olduğunu öğrendik. Ortadoğu’da istediğiniz suçu işleyin, Ukrayna’da bireysel çıkarınız için Amerikan küresel gücünü kullanın ama sakın ha porno yıldızına rüşvet vermeyin, bir anda ABD’nin ilk hüküm giyen başkanı oluverirsiniz.

Neyse…

Biden Trump’ı buradan çok yıpratacaktır. Trump’ın kitlesinde tam tersi etki yaratmasına rağmen Demokrat tarafı yasal sürecin kararsızları Trump’tan uzaklaştıracağını umuyor. Daha davaların da sonu gelmedi.

Trump açısından ise en kolay hedef Biden’ın sağlığı. Mitinglerinde de çokça dalga geçtiği için münazarada önemli bir yer tutacağını söylemek gerekir. Ancak Biden’ı eleştirmek için Trump’ın elinde çok malzemesi var. Demokratların başa geçmesinden sonra patlayan göçmen krizi, Cumhuriyetçi eyaletlerin sınır güvenliği üzerinden çıkan tartışmada Federal hükümetle ters düşmesi, özellikle muhafazakarların sıkça bahsettiği fentanil krizi, abarta abarta paylaşılan büyüme rakamlarına karşın Amerikalıların alım gücünün düşmesi derken iç siyasette Biden’a vuracak çok materyal mevcut. Tabii Trump’ı muhafazakârlar gözünde bir kahraman yapan asıl mesele ırkçılık ve LGBT hakları gibi tartışmalar üzerinden başlayan kültür savaşlarının bir şövalyesi olması. Konu, birkaç cümle dahi olsa yine de münazarada gündeme gelecektir.

Trump İsrail’den vurmayabilir

Benim için tartışmanın en can alıcı noktası İsrail üzerine olacak. 2023’ün başında dahi her anket sonrası bir dil altı almak zorunda kalan Biden’ın başına bir de Hamas-İsrail faciası geldi. Obama döneminden bu yana kavga ettiği Netanyahu hükümetinin katliamları, Biden’ı 2020’de George Floyd protestolarıyla konsolide ettiği ilerici sol gruplarla papaz etmişti. Böylece özellikle seçimin kaderini belirleyen Michigan, North Carolina ve Arizona gibi kilit eyaletlerdeki Müslüman ve ilerici gruplar “sandığa gitmeyeceğiz” demeye başladılar. Bu, Biden için kıyamet senaryosuydu. Anketlere göre 7 geçişken eyaletin 7’sinde de Trump önde. Neredeyse her İsrail katliamı sonrası merkez medya kuruluşları “Biden sinirden kuduruyor” haberi yapsa da ilerici kitleler Biden’ın İsrail’e silah desteğini ikiletmediğini biliyorlar.

Biden’a öfke öyle bir hal aldı ki meşhur kampüs protestolarında karşı karşıya gelen Trumpçılar ve sol gruplar Biden’a tek bir ağızdan hakaret etmeye bile başladılar. Şimdi böylesi komik bir senaryo oluşmuşken Trump nasıl bir strateji izler? Kendi tabanı, eskisi gibi olmasa da hala büyük oranda İsrail destekliyor. Bu durumda Biden’a ne şekilde vuracak? “İsrail’e yeterince destek vermiyorsun, ben olsam neler neler veririm” dese belki de sol ilerici gruplar “beterin beteri var” korkusuyla yine Biden’ın arkasında saf tutabilirler. Trump, kendi kitlesindeki İsrail karşıtı “Hristiyan Milliyetçisi” kitleye de güvenerek Biden’ı “senin yüzünden katliam oluyor” diyerek eleştirebilir. Ancak bu sefer de zaten son yıllarda pek ziyaret etmediği Evanjelist grupları kızdırma ihtimali var. Trump için en mantıklısı zaten zor durumdaki rakibini İsrail konusunda “ellememek”. Ancak Trump, her zaman en mantıklısını yapmaz.

Faciaya dönüşen Afganistan çekilmesi, Doların eski albenisini kaybetmesi, Cumhuriyetçilerin bıktığı Ukrayna desteği Trump’ın vurmaktan çekinmeyeceği konular olacak. Demokratlar “Ukrayna savaşını bitirmek için plan ne?” sorusuna hep “ne kadar gerekirse destekleyeceğiz” diye yanıt verdiler. Ancak bu yanıt, geçtiğimiz yıl “gücümüz yettiğince destekleyeceğiz” halini aldı. Trump, Biden’ı Ukrayna meselesindeki plansızlık üzerinden illa ki yıpratacaktır.

Son olarak Trump’ın azla vazgeçmeyeceği konu Biden’ın meşhur oğlu olacaktır. İkircikli Ukrayna ilişkileri, Lap-top meselesi, kamuoyunda büyük tartışmalar yaratan yaşam şekli derken Hunter Biden da Trump gibi suçlu bulundu. Hayır hayır, babasının Başkan Yardımcısı otoritesini Ukrayna devleti üzerinde baskı kurmak için kullanmasından değil, hem uyuşturucu kullanıp hem de silah sahibi olduğu için. Amerikan devletinin kırmızı çizgileri pek ilginç değil mi?

Özetle, anketlere bakarak “tamam seçim bitti” yorumlarına karşıyım. Ben de birçokları gibi Trump’ı şu an için epey avantajlı görüyorum. Ancak seçime daha uzun zaman var. Bu süre zarfında yaşanacak gelişmelerin seçimin kaderini değiştirmesi çok şaşırtıcı olmaz. Bu değişimin sebebi belki münazara performansı, belki yasal gelişmeler, belki de güvenlik tehdidi olabilir. Neticede Trump’ın gelmesini açıkça ulusal güvenlik sorunu olarak gören çokça Amerikalı var. Bu Amerikalıların bir kısmı da ABD’nin karar alma noktalarında oturuyorlar.

Heritage Foundation’ın zamanında Reagan için de hazırladığı “muhafazakâr dönüşüm rehberi” yeni adı “Project 2025” ile Trump için hazırlandı. Bu rehberle Trump’ın koltuktaki ilk gününden itibaren muhafazakârlar, kaybettiklerine inandıkları Amerikan bürokrasisini geri alacaklar. Bunun için neredeyse birkaç yıldır örgütlenmeye başladılar. Tüm eyaletlerde ve Federal yapıda karar alıcıları muhafazakâr olarak atayacaklar.  Vaatlerinin yüzde 20’sini bile yapabilmeleri demek ABD kurumlarındaki Demokrat nüfuzunu etkisiz kılmaya yetebilir. Bu yüzden Demokratlar için bu seçimi kaybetmek, 2016’daki gibi Beyaz Saray’ı kaybetmek değil, komple devleti kaybetmek olacaktır.

Bugün, Trump’ın dönüşüne büyük bir hazırlık var. Avrupa bile kendini buna hazırlıyor. Ancak Pentagon’dan ABD istihbaratına, devlet içinde güçlü konumda bulunan Demokratların yenilgiyi sakince kabulleneceğini sanmıyorum.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English