Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Ukrayna’yı lanetleyen propaganda

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Ukrayna’daki savaş önümüzdeki ay üçüncü yılına girecek ve müzakereye dair basında ve bazı siyasi çevrelerde çağrılar artsa da somut bir adım henüz ufukta görünmüyor. Ateşkes ya da barışa giden yolun uzun ve sarp olacağı aşikâr ve savaşın yaşattığı yıkımından sonra Ukrayna’nın bir devlet olarak varlığının sürüp sürmeyeceği şüpheli. Emekli Amerikalı diplomat ve 1972’de Çin’e yaptığı tarihi ziyaret sırasında dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’ın baş tercümanlığını yapmış olan Chas W. Freeman, barış çağrısı yapan isimler kervanına katılmış.


Ukrayna’yı lanetleyen propaganda

Moskova, Kiev ve Washington yanlış hesaplama sisine yakalandı

Chas W. Freeman

Unherd

4 Ocak 2024

Amerikan basınının Ukrayna savaşını ele alış biçimi, Mark Twain’e atfedilen şu sözü akla getiriyor: “Pek çok yorumcunun araştırmaları bu konuyu şimdiden karanlığa gömdü ve muhtemelen böyle devam ederlerse yakında hakkında hiçbir şey bilmeyeceğiz.”

Bu, daha iyi bilinen bir özdeyişin [savaşta ilk kayıp hakikattir] daha detaylı bir ifadesi. Buna tipik olarak resmi yalanlardan oluşan bir sis eşlik eder. Ve bu türden bir sis hiçbir zaman Ukrayna savaşındaki kadar yoğun olmamıştı. Ukrayna’da yüz binlerce insan savaşıp ölürken Brüksel, Kiev, Londra, Moskova ve Washington’daki propaganda makineleri tutkulu taraftarlar olmamızı, onların inanmak istediklerimize inanmamızı ve içselleştirdiğimiz anlatıyı sorgulayan herkesi kınamamızı sağlamak adına fazla mesai yaptılar. Bunun sonuçları herkes açısından korkunç oldu. Ukrayna içinse felaket oldu. Yeni bir yıla girerken, ilgili tüm tarafların politikalarını radikal bir şekilde yeniden gözden geçirmelerinin zamanı çoktan geldi.

Bu, savaşın tüm tarafların yanlış hesaplamaları nedeniyle doğduğu ve devam ettiği hakikatinin bir neticesi. ABD, Rusya’nın Ukrayna’nın tarafsızlığı konusunda savaşa girme tehditlerinin blöf olduğu ve planlarının açıklanması ve karalanmasıyla caydırılabileceği hesabını yaptı. Rusya, ABD’nin müzakereleri savaşa tercih edeceğini ve Avrupa’nın düşman bloklara bölünmesinden kaçınmak isteyeceğini varsaydı. Ukraynalılar Batı’nın ülkelerini koruyacağına güveniyordu. Rusya’nın savaşın ilk aylarındaki performansı yetersiz kalınca Batı, Ukrayna’nın Moskova’yı mağlup edebileceği kanaatine vardı. Bu hesaplamaların hiçbiri doğru çıkmadı.

Bununla beraber, itaatkâr ana akım ve sosyal medya tarafından tahkim edilen resmi propaganda, Batı’daki çoğu insanı işgalden önce bir barış anlaşması taslağını reddetmenin ve Ukrayna’yı Rusya ile savaşmaya teşvik etmenin bir şekilde “Ukrayna yanlısı” olduğuna ikna etti. Ukrayna’nın savaş çabalarına sempati duymak tamamen anlaşılabilir bir durum, ancak Vietnam Savaşı’nın bize öğretmiş olması gerektiği üzere, amigoluk habercilikte objektifliğin yerini aldığında ve hükümetler kendi propagandalarını savaş alanında olup bitenlere tercih ettiklerinde demokrasiler kaybeder. Peki, savaş alanında neler oluyor? Ve Ukrayna savaşına katılanlar hedeflerine ulaşma konusunda ne yapıyor?

Ukrayna ile başlayalım. 2014’ten 2022’ye kadar Donbass’taki iç savaş yaklaşık 15 bin can aldı. ABD/NATO-Rusya vekalet savaşının başladığı Şubat 2022’den bu yana çatışmalarda kaç insanın öldüğü bilinmiyor ama bu sayının birkaç yüz bin olduğu kesin. Kayıp sayıları, eşi benzeri görülmemiş yoğunluktaki enformasyon savaşıyla gizlendi. Batı’da ölü ve yaralılarla ilgili tek bilgi, Kiev’in çok sayıda Rus ölüsü olduğunu iddia ederken Ukrayna’nın kayıpları hakkında çok az şey açıklayan propagandası oldu. Oysa daha geçen yaz Ukraynalıların yüzde 10’unun silahlı kuvvetlerle ilişkisi olduğu, yüzde 78’inin ise öldürülmüş ya da yaralanmış akrabaları ya da arkadaşları olduğu biliniyordu. Şu anda 20 bin ila 50 bin arasında Ukraynalının sakat kaldığı tahmin ediliyor [Bağlam açısından, Birinci Dünya Savaşı’nda 41 bin Britanyalı sakat kalmıştı].

Savaş başladığında Ukrayna’nın nüfusu yaklaşık 31 milyondu. Ülke o zamandan bu yana halkının en az üçte birini kaybetti. Altı milyondan fazla insan Batı’ya sığındı. İki milyon insan da Rusya’ya gitti. Sekiz milyon Ukraynalı daha evlerinden sürüldü ama ülkede kalmaya devam ediyor. Ukrayna’nın altyapısı, sanayisi ve kentleri harap oldu ve ekonomisi yıkıma uğradı. Savaşlarda her zaman olduğu gibi uzun zamandır Ukrayna siyasetinin önemli niteliklerinden biri olan yolsuzluk yaygınlaştı. Muhalefet partileri, kontrolsüz medya kuruluşları ve muhalefetin gayri meşru ilan edilmesiyle Ukrayna’nın yeni doğmakta olan demokrasisi artık yok. Öte yandan Rusya’nın saldırganlığı, Rusça konuşanlar da dahil Ukraynalıları daha önce hiç görülmemiş ölçüde bir araya getirdi. Moskova böylece hem Rus mitolojisinin hem de Devlet Başkanı Putin’in inkâr etmeye çalıştığı ayrı Ukrayna kimliğini istemeden de olsa pekiştirmiş oldu. Ukrayna’nın toprak olarak kaybettiği şey, Moskova’ya karşı tutkulu bir muhalefete dayanan vatansever bir bütünlük olarak kazanıldı.

Bunun tersi ise Ukrayna’nın Rusça konuşan ayrılıkçılarının da Rus kimliklerinin pekiştirilmiş olması. Artık Rusça konuşanların, Minsk Anlaşmalarında olduğu gibi, birleşik bir Ukrayna’da bir statüyü kabul etmeleri ihtimali yok denecek kadar az. Ukrayna’nın “karşı taarruzunun” başarısız olmasıyla birlikte Donbass ya da Kırım’ın Ukrayna egemenliğine geri dönmesi de pek muhtemel görünmüyor. Savaş devam ettikçe Ukrayna, Karadeniz’e erişimi de dahil olmak üzere daha fazla toprak kaybedebilir. Savaş alanında ve insanların kalplerinde kaybedilenler müzakere masasında geri kazanılamaz. Ukrayna bu savaştan yaralanmış, sakat bırakılmış ve hem toprak hem de nüfus olarak çok azalmış olarak çıkacaktır.

Dahası, Ukrayna’nın NATO üyeliğine ilişkin gerçekçi bir ihtimal de kalmadı. Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın dediği üzere herkes Ukrayna’nın NATO’ya katılmasına izin vermenin bu noktada “Rusya ile savaş anlamına geldiği” hakikatine “doğrudan bakmalı”. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise Ukrayna’nın NATO üyeliğinin ön koşulunun Rusya ile bir barış anlaşması imzalaması olduğunu belirtti. Fakat görünürde böyle bir anlaşma yok. Batı, savaş sona erdiğinde Ukrayna’nın NATO üyesi olacağı konusunda ısrar etmeye devam ederek, Rusya’yı savaşı sona erdirmeyi kabul etmemeye teşvik ediyor. Nihayetinde Ukrayna, Rusya ile barış yapmak zorunda kalacak ve bu barışı da büyük ölçüde Rusya’nın koşullarına göre yapmak zorunda kalacak.

O halde, savaşın başka ne gibi kazanımları olursa olsun, Ukrayna açısından iyi olmadı. Rusya karşısındaki pazarlık pozisyonu büyük ölçüde zayıfladı. Ancak Kiev’in kaderi ABD politika çevrelerinde her zaman sonradan düşünülen bir konu oldu. Washington bunun yerine Ukrayna’nın cesaretinden faydalanarak Rusya’ya haddini bildirmeye, NATO’yu yeniden canlandırmaya ve ABD’nin Avrupa’daki üstünlüğünü pekiştirmeye çalıştı. Avrupa’ya barışın nasıl geri getirilebileceğini düşünmek için ise hiç zaman harcamadı.

Fakat Rusya, savaş hedefleri doğrultusunda ABD’nin nüfuzunu Ukrayna’dan silmeyi, Kiev’i tarafsızlığını ilan etmeye zorlamayı ya da ülkede Rusça konuşanların haklarını iade etmeyi başaramadı. Esasında, savaşın sonucu ne olursa olsun karşılıklı düşmanlık Rusya’nın Kivan Rusya’sında ortak bir kökene dayanan Rus-Ukrayna kardeşliği mitini sildi. Rusya üç asırdır sürdürdüğü Avrupa ile özdeşleşme çabalarını terk etmek ve bunun yerine Çin, Hindistan, İslam dünyası ve Afrika’ya yönelmek zorunda kaldı. Ciddi şekilde yabancılaşmış Avrupa Birliği ile uzlaşmak hiç de kolay olmayacaktır. Rusya savaş alanında kaybetmemiş, zayıflamamış ya da stratejik anlamda tecrit olmamış olabilir ama büyük fırsat maliyetlerini göğüsledi.

Ancak savaş Rusya’yı dezavantajlı duruma düşürmüş olsa bile, ABD’ye fayda sağlayıp sağlamadığı çok da açık değil. ABD, yalnızca 2022 yılında Ukrayna’ya 113 milyar dolar yardım yapılmasını onayladı. Rusya’nın savunma bütçesi o zamanlar bunun yarısı kadardı ve o zamandan bu yana yaklaşık iki katına çıktı. Rus savunma sanayii yeniden canlandı ve ülkenin kısa süre önce Almanya’yı geçerek satın alma gücü paritesi açısından dünyanın en zengin beşinci ve Avrupa’nın en büyük ekonomisi haline gelmesine yardımcı oldu. Batı’nın Rusya’nın cephanesinin tükenmekte olduğu ve Ukrayna’daki yıpratma savaşını kaybetmekte olduğu yönündeki iddialarına rağmen böyle bir durum söz konusu değil. Bu arada, bir zamanlar NATO’nun birliği için güçlü bir argüman olan Batı’ya yönelik sözüm ona Rus tehdidi inandırıcılığını yitirdi. Rusya’nın silahlı kuvvetleri Ukrayna’yı fethedemediğini kanıtladı.

Savaş aynı zamanda NATO üyeleri arasındaki bariz ayrılıkları da ortaya çıkardı. Geçen yıl Vilnius’ta düzenlenen zirvenin de gösterdiği gibi, üye ülkeler Ukrayna’yı kabul etme konusunda farklı görüşlere sahip. Şu anki kırılgan birlikteliğin savaşa kadar sürmesi pek mümkün görünmüyor. Bu gerçekler aynı zamanda Amerika’nın Avrupalı ortaklarının çoğunun neden savaşı bir an önce sona erdirmek istediğini de açıklamaya yardımcı oluyor. Ukrayna savaşı Avrupa’da Sovyet sonrası dönemin sonunu getirmiş olsa da kıtayı daha güvenli hale getirmedi. Amerika’nın uluslararası itibarını artırmadı ya da ABD’nin üstünlüğünü pekiştirmedi. Savaş bunun yerine Amerikan sonrası çok kutuplu bir dünya düzeninin ortaya çıkışını hızlandırdı. Bunun bir yanı da Rusya ile Çin arasındaki Amerikan karşıtı eksen.

ABD, Rusya’yı zayıflatmak için Ukrayna ya da oradaki savaşla hiçbir ilgisi olmayan ülkeler arasındaki ticareti aktif bir şekilde engelliyor, zira bu ülkeler ABD’nin kervanına katılmayacaklar. Diğer ülkeleri Rusya ve Çin karşıtı politikalarına uymaya zorlamak için siyasi ve iktisadi baskıyı kullanması açıkça geri tepti. ABD’nin eski müşterisi olan ülkeleri bile Ukrayna’da olduğu gibi, desteklemedikleri gelecekteki Amerikan çatışmalarına ve vekalet savaşlarına karışmaktan kaçınmanın yollarını aramaya teşvik etti. Amerika’nın zorlayıcı diplomasisi Rusya ya da Çin’i tecrit etmek bir yana hem Moskova hem de Pekin’in Afrika, Asya ve Latin Amerika’da ABD nüfuzunu kendi lehlerine azaltacak ilişkiler geliştirmelerine ön ayak oldu.

Kısacası, ABD’nin politikası Ukrayna’da büyük acılara ve burada ve Avrupa’da savunma bütçelerinin artmasına neden oldu ama Rusya’yı zayıflatmayı ya da tecrit etmeyi başaramadı. Aynısının devamı, Amerika’nın sık sık dile getirdiği bu hedeflerin hiçbirini gerçekleştirmeyecektir. Bu arada Rusya, Amerikan silah sistemleriyle nasıl mücadele edeceği konusunda eğitildi ve bunlara karşı etkili karşı koyma yöntemleri geliştirdi. Askerî anlamda güçlendi, zayıflamadı.

Eğer savaşın maksadı daha iyi bir barış tesis etmekse, bu savaş bu işlevi yerine getirmiyor. Ukrayna’nın içi Rus düşmanlığı uğruna boşaltılıyor. Bu noktada hiç kimse savaş durduğunda Ukrayna’nın ne kadarının ya da kaç Ukraynalının kalacağını ya da savaşın ne zaman ve nasıl durdurulacağını güvenle tahmin edemiyor. Kiev şimdiden asker toplama hedeflerine ulaşmakta zorlanıyor. Rusya ile son Ukraynalıya kadar mücadele etmek her zaman iğrenç bir stratejiydi. Fakat NATO’nun Ukraynalıları tükenmek üzereyken, bu yalnızca alaycı bir yaklaşım değil, aynı zamanda artık uygulanabilir bir alternatif de değil.

Bu yıl, bu savaşın kendileri açısından varoluşsal hale geldiği Ukrayna’yı mümkün olduğunca kurtarmaya öncelik vermenin zamanı geldi. Askeri fedakarlıklarının boşa gitmemesi için Ukrayna’nın Rusya ile barış yapmak üzere diplomatik desteğe ihtiyacı var. Ülke yok ediliyor. Yeniden inşa edilmeli. Geriye kalanları korumanın anahtarı, Kiev’i savaşı elde edebileceği en iyi şartlarda sona erdirmesi, mültecilerin geri dönüşünü kolaylaştırması ve AB katılım sürecini liberal reformları ilerletmek ve tarafsız bir Ukrayna’da temiz bir hükümet kurmak üzere kullanması için güçlendirmek ve desteklemektir.

Ne yazık ki mevcut durumda hem Moskova hem de Washington, Ukrayna’nın süregelen yıkımında ısrarcı olmaya kararlı görünüyor. Ancak savaşın sonucu ne olursa olsun, Kiev ile Moskova eninde sonunda bir arada yaşamak için bir temel bulmak zorunda kalacaktır. Washington, Rusya’yı Ukrayna’nın tarafsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermenin hem bilgeliğini hem de zaruretini kabul etmeye zorlaması konusunda Kiev’i desteklemeli.

Son olarak, bu savaş hem Washington’da hem de Moskova’da diplomasiden uzak, militarize edilmiş dış politikanın sonuçları hakkında ciddi bir şekilde yeniden düşünmeyi beraberinde getirmeli. ABD Moskova ile müzakere etmeyi kabul etseydi, Moskova’nın talep ettiklerinin çoğunu reddetmeye devam etse bile, Rusya Ukrayna’yı bu şekilde işgal edemezdi. Batı, Ukrayna’nın savaşın başlangıcında Rusya ile anlaşmasına yardımcı olan anlaşmayı onaylamasını engellemek için müdahale etmemiş olsaydı, Ukrayna şimdi sağlam ve barış içinde olacaktı. Bu savaşın yaşanmasına gerek yoktu. Ve savaşın her bir tarafı kazandığından çok daha fazlasını kaybetti.

Bu yazı Chas Freeman’ın East Bay Citizens for Peacet’e yaptığı konuşmanın düzenlenmiş bir bölümüdür.

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı

Yayınlanma

Lizzi C. Lee, Foreign Policy
13 Kasım 2024

Çin bilinen zorluklara ve bilinmeyen risklere karşı hazırlanıyor.

ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump Beyaz Saray’a dönmeye hazırlanırken, küresel gözlemciler tedirginlik ve ihtiyat karışımı bir tutumla gelişmeleri izliyor. Çinli akademisyenler, ekonomistler ve politika uzmanlarıyla yapılan görüşmeler, Pekin’in ikinci bir Trump başkanlığının sonuçlarını incelerken çok daha incelikli bir bakış açısını ortaya koyuyor. Trump’ın 2016 zaferi Pekin’i hazırlıksız yakaladı. Ancak gümrük tarifeleri, teknoloji kısıtlamaları ve ticari gerilimlerle geçen dört yıl, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve danışmanlarına ABD başkanının oyun kitabını daha iyi anlamalarını sağladı.

Çin için Trump’ın dönüşü, giderek karmaşıklaşan jeopolitik ortamda yeni riskler ve bazı sınırlı ancak anlamlı fırsatlar getirebilir. Trump’ın ilk döneminden alınan dersler bazı fikirler verebilir ancak dünya önemli ölçüde değişti: Çin ekonomisi yumuşadı, COVID-19 salgını kalıcı bir iz bıraktı ve Rusya-Ukrayna çatışması ittifakları yeniden şekillendirdi. Trump’ın kendi fayda-maliyet hesabı bile değişti ve politikaları artık ikinci dönem başkanlığın kendine özgü dinamiklerini yansıtıyor. Bir danışmanının, Xi’nin de bir zamanlar atıfta bulunduğu eski bir atasözünden alıntı yaparak ifade ettiği gibi, “Akıllılar zamana uyum sağlar, zeki olanlar ise koşullara yanıt verir.”

Pekin’in ikinci bir Trump yönetimine karşı izleyeceği yüksek riskli strateji, ulusal güvenliğin ağır topu Donald Rumsfeld’in sözleriyle, farklı miktarlarda hem bilineni hem de bilinmeyeni içeriyor. En üstte en tanıdık olan “bilinen bilinenler” var ve bunların başında da gümrük tarifeleri geliyor.

2016’dan farklı olarak Pekin, Trump’ın dönüşünü, önceki politikaları sayesinde ne bekleyeceğini daha iyi bilerek karşılıyor. Beklenen zorlukların başında Trump’ın yoğunlaştırılmış ‘reshoring’ gündemi ve tüm ithalatlara %10-20 ve Çin’den ithal edilen mallara %60-100 ek gümrük vergisi gibi potansiyel tarifeler geliyor. Bunlar, ülkenin hala yavaş bir toparlanma, emlak istikrarsızlığı ve zayıflayan tüketici talebi ile mücadele ettiği bir dönemde Çin’in ihracata dayalı ekonomisine doğrudan tehdit oluşturacaktır.

Çinli uzmanlar ikinci bir Trump döneminde, ticaret şahini Robert Lighthizer gibi isimlerin daha korumacı ve çatışmacı bir yaklaşıma işaret ettiği sert bir kabine öngörüyor. Steve Mnuchin gibi isimlerin zaman zaman politikalarını yumuşattığı Trump’ın ilk yönetiminin aksine, birleşik şahin bir ekip muhtemelen ılımlılığa çok az yer bırakacaktır. Yine de Pekin, her zaman başarılı olmasa da, iç tüketimi artırmayı ve ihracata bağımlılığı azaltmayı amaçlayan “çift dolaşım” stratejisine hazırlanıyor, ancak sonuçlar durdu: İç talep gecikmekte ve ihracat seviyeleri sabit kalmakta. Pekin, tedarik zincirlerini çeşitlendirmek ve ekonomisini ticari şoklardan korumak için uğraşırken, Güneydoğu Asya’daki Çin yatırımlarının artmasında bu stratejik eksen belirgin bir şekilde görülüyor.

Pekin, konumunu güçlendirmek için ABD şirketlerine karşı önlemlerini artırdı ve uyarı ateşi açmaktan somut darbeler vurmaya geçti. ABD’nin en büyük drone üreticisi Skydio, Çin’in Tayvan Ulusal İtfaiye Teşkilatı’na yaptığı satışlar nedeniyle yaptırım uygulamasının ardından tedarik zincirinde kritik aksamalarla karşı karşıya kaldı. Calvin Klein ve Tommy Hilfiger’ın ana şirketi PVH Corp. şimdi Sincan pamuğunu boykot ettiği iddiasıyla Çin’in “güvenilmez kuruluşlar listesine” girme riskiyle karşı karşıya ve bu da önemli bir pazardaki büyümeyi tehlikeye atıyor. Intel de Çin Siber Güvenlik Derneği’nin, Intel’in gelirinin yaklaşık dörtte birini oluşturan bir pazardaki hakimiyetini tehdit eden güvenlik kusurları iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatması nedeniyle inceleme altında. Bu yaptırımlar ve soruşturmalar, Pekin’in misilleme cephaneliğinin Trump’ın ilk döneminde olduğundan çok daha güçlü olduğunu gösteren daha cesur bir duruşu ortaya koyuyor.

Çinli uzmanlar da ABD ekonomisi için potansiyel bir geri tepme görüyor. Yüzde 60’lık bir gümrük vergisi ABD enflasyonunu yukarı çekerek Federal Rezerv’i daha fazla faiz artırımına zorlayabilir. Çin politika çevrelerinde bazıları bu enflasyon riskini Trump’ın hırsları üzerinde olası bir kontrol olarak görüyor ve artan borçlanma maliyetleri ile varlık oynaklığının Trump’ın agresif gümrük tarifelerine verdiği desteği azaltabileceğini belirtiyor.

Tarifelerin ötesinde Pekin, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’daki alternatif üretim merkezlerinin karşılaştığı kısıtlamaların da farkında. İşgücü kıtlığı, altyapı zorlukları ve kaynak kısıtlamaları gibi bölgesel darboğazlar, bu bölgelerin Çin’den uzaklaşan üretimi tamamen absorbe etmesini engelleyebilir. İronik bir şekilde, Trump’ın gümrük tarifeleri yerleşik tedarik zincirlerini uygun alternatifler olmadan bozarsa, bu sınırlamalar ABD enflasyonunu daha da kötüleştirebilir.

Trump’ın küreselleşme karşıtı duruşu tanıdık, ateşlediği ideolojik değişimler ise stratejistlerin “bilinmeyen bilinenler” olarak adlandırdığı, anlaşılan ancak tam etkisi belirsiz kalan faktörlere giriyor. Pekin için Trump’ın izolasyonist söylemi, Avrupa’da ve Asya’nın İtalya, Macaristan ve Filipinler gibi bölgelerinde yükselen popülizm dalgasıyla yankı buluyor ve Çin’in küresel hedeflerini hem zorlayan hem de karmaşıklaştıran ideolojik alt akımlar yaratıyor.

Çin’deki bazı milliyetçi sesler Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımını bir fırsat olarak görüyor. Mantık basit: Eğer ABD küresel çerçevelerden çekilir ya da NATO gibi ittifaklardan geri adım atarsa, diğer ülkeler alternatif olarak Çin’e bakabilir. Ancak Pekin’in deneyimli politika uzmanları bu fikre ölçülü bir gerçekçilikle yaklaşıyor. Çin, Batı ittifaklarının parçalanma potansiyelinin farkında olmakla birlikte, Pekin’e doğru toptan bir “pivot ”un olası olmadığının da farkında.

Avrupalı liderler Trump’ın izolasyonizminden dolayı hayal kırıklığına uğramış olabilirler ancak Çin’in artan etkisine karşı temkinli olmaya devam ediyorlar – özellikle de Pekin’in Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerini kınama konusundaki isteksizliği göz önüne alındığında. Rusya ‘ya yönelik bu zımni destek algısı, Avrupa’nın şüpheciliğini derinleştirdi ve Çin’in genişleyen erişiminin Avrupa’nın stratejik çıkarlarıyla uyumlu olup olmadığına dair şüpheleri körükledi.

Pekin’in danışmanları, Trump’ın geri dönüşünü sağlayan aynı popülist güçlerin Avrupa’da da zemin kazanmakta olduğu gerçeğinin de farkında. Ekonomik sıkıntılar korumacılığı teşvik ediyor. Bu hissiyatın somut ekonomik sonuçları var: Çin’in elektrikli araçlarına yönelik gümrük vergileri ve özellikle yüksek değerli sektörlerde diğer ticari korumalar için yapılan çağrılar, Avrupa’nın kendi endüstrilerini koruma arzusunun yoğunlaştığını yansıtıyor.

Pekin için ikinci bir Trump döneminin ideolojik boyutları yeni komplikasyonlar ortaya çıkarıyor. ABD’nin geleneksel küresel rolünden geri çekilmesi yeni açılımlar yaratabilirken, Avrupa’nın Çin’e daha yakın durması pek olası görünmüyor. Çin’in stratejisi, kendisini Trump’ın Amerika’sına doğrudan bir alternatif olarak konumlandırmaktan kaçınmaktır. Bunun yerine Pekin, Trump’ın aksaklıklarının tetiklediği belirsizliklerin ortasında kendisini pragmatik ve istikrarlı bir ortak olarak konumlandırıyor.

Xi yönetimi Afrika, Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Avrupa’nın bazı bölgelerindeki yükselen ekonomilere bu pratik duruşun altını çizerek yatırım teşviklerini, vizesiz girişi ve yeşil ve geleceğin sanayi altyapısına odaklanan yeniden canlandırılmış bir Kuşak ve Yol Girişimi’ni destekledi. Pekin’in amacı, büyüme ve istikrar arayan ülkeler için güvenilir bir ekonomik ortak olarak itibarını güçlendirmek ve bunu yaparken de Trump’ın izolasyonizminin Batı’da ortaya çıkardığı ideolojik çatlaklardan yararlanıyor görünmemek.

Xi, Çin’in özellikle teknoloji alanında kendine güvenme çabalarını hızlandırıyor; bu strateji Çinli danışmanlar arasında popüler olan bir deyimle özetleniyor: “sürekli değişen koşullara sabit bir çekirdekle yanıt vermek”. Kendi kendine yeterlilik dürtüsü yeni değil; “Made in China 2025” bu dürtünün zeminini hazırladı. Ancak Üçüncü Plenum’dan gelen son direktifler ve Xi’nin sık sık tekrarladığı “yeni üretken kalite güçlerini” teşvik etme çağrısı, yapay zeka, robotik ve yarı iletkenler gibi yeni nesil teknolojilerdeki atılımlara odaklanarak bu tutkuyu daha da ileri götürdü. Bu vizyon sadece Batı teknolojisine bağımlılığı azaltmayı değil, aynı zamanda dördüncü sanayi devrimine öncülük etme hedefiyle Çin’in öncü endüstrilerdeki hakimiyetini de ortaya koymayı amaçlıyor. Xi için bu ekonomik bir stratejiden çok daha fazlası; Çin’in iç baskılarına karşı temel bir cevap ve ABD ile rekabetinde nihai koz.

Bu kendine yeterlilik arayışı aynı zamanda küresel güney ile daha güçlü ekonomik bağlar kurmayı da kapsıyor. Xi’nin amacı Batı etkisine alternatif ticaret ağları kurmanın ötesine geçiyor; yaptırımlara dayanıklı bir tedarik zinciri ve finans ağı, yani Çin’in hırslarını bağımsız olarak besleyebilecek Batı baskılarına karşı bağışık yeni bir küresel pazar öngörüyor.

Bir de “bilinen bilinmeyenler” var – tahmin edilemeyecek kadar öngörülemez olan, Trump’la birlikte çok daha ön planda olan bir şey. Trump’ın siyasi üslubunun belirleyici özelliklerinden biri, son derece işlemci bir yaklaşım sergilemesi ve aksi takdirde basit olabilecek politikalara bir öngörülemezlik katmanı eklemesi. Pekin bu pragmatizmi yakından gözlemledi ve Trump’ın ticari içgüdülerinin çoğu zaman ideolojik bağlılıklarından daha ağır bastığını ve zaman zaman müzakere için kapılar açtığını fark etti.

Örneğin ABD Çinli telekom devi ZTE’ye yaptırım uyguladığında Xi bizzat Trump’la görüşerek yaptırımların geri çekilmesini sağladı. Pekin için bu durum, Trump’ın esnekliğinin, kişisel kabul olarak algıladığı yüksek profilli jestlerden etkilenebileceğinin altını çizdi ki Pekin bu dinamiği potansiyel olarak faydalı görüyor.

Pekin ayrıca Trump’ın şov dünyasındaki geçmişini ve imaj ve egoya verdiği önemi de anlıyor. Xi, 2017 yılında Trump ve ailesini geleneksel olarak Çin imparatorlarına ayrılan Yasak Şehir’de eşi benzeri görülmemiş bir resepsiyonla ağırlayarak etkinliğe yabancı liderlere nadiren verilen bir ihtişam kattı. Özenle hazırlanmış bu gösteri Trump’ın yüksek profilli etkinliklerden hoşlanmasını sağlamış ve Xi hakkındaki olumlu izlenimlerini derinleştirmiştir. Bu “kişiselleştirilmiş diplomasi” Pekin’in Trump’ın hassasiyetlerini anladığını gösterdi ve iki lider arasında işbirliğine dayalı bir yakınlığın temelini attı.

Çinli danışmanlar bunu akılda tutarak ikinci bir Trump döneminde de benzer ticari açılımlar yapmaya hazırlanıyor. Perde arkasında Pekin, Trump’ın yakın çevresine gayrı resmi aracılar olarak hizmet edebilecek etkili Amerikan iş dünyası figürleriyle bağlarını geliştiriyor. Örneğin Tesla operasyonları Çin pazarına derinden bağlı olan Elon Musk, ABD’nin ticari çıkarları ile Çinli politika yapıcılar arasında potansiyel bir köprü olarak ortaya çıkabilir.

Bazı danışmanlar da Trump’ın ailesiyle, özellikle de damadı Jared Kushner ve kızı Ivanka Trump ile daha önce yakın ilişki kurmuş olan eski büyükelçi Cui Tiankai gibi isimleri savunuyor. Cui’nin bağlantıları Pekin’e arka kapı diplomasisi için değerli bir “track 1.5” kanalı sunabilir ve ekstra bir erişim ve etki katmanı ekleyebilir.

Yine de Pekin, Trump’ın bu eğilimlerine çok fazla bel bağlama konusunda temkinli. Tayvan’ın ABD koruması için daha fazla ödeme yapması gerektiğini öne süren son açıklamalar Çin’de karışık tepkilere yol açtı. Bazıları bunu ABD’nin Tayvan’a verdiği desteği azaltmaya yönelik bir açılım olarak görürken, diğerleri Trump’ın her an gözden çıkarabileceği bir pazarlık kozu olarak değerlendiriyor. Pekin için bu karışık sinyaller hassas bir dengeleme hareketi yaratıyor: Trump’ın pragmatizminden yararlanmayı hedeflese de, algılanan herhangi bir tavizin bir anda geri alınabileceğini biliyor. Çin, Trump’ın anlaşma yapma tarzını yönlendirirken, onun öngörülemezliğinin tamamen farkında olarak ihtiyatlı bir iyimserlikle ilerliyor.

Trump’ın alışılagelmiş pragmatist tarzının ötesinde Pekin, planlarını altüst edebilecek joker kartlara karşı tetikte. Bilinmeyen bilinmeyenlerin doğası gereği neyi kaçırdığınızı bilmeniz imkansızdır, ancak ABD-Çin ilişkilerini sarsabilecek bazı ciddi ancak öngörülemez değişiklikler var. Örneğin ABD-Rusya ilişkilerindeki ani bir değişim Pekin için önemli sonuçlar doğurabilir. Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki daha yakın bir ittifak, Çin’in Moskova ile ilişkilerini zorlayabilir ve Pekin’i küresel güç yapısı içinde potansiyel olarak izole edebilir. Aynı şekilde Trump’ın Hint-Pasifik bölgesindeki beklenmedik manevraları Çin’in Japonya, Güney Kore ve Hindistan gibi bölgesel güçlerle dikkatle yürüttüğü ilişkilerini sarsabilir.

Çin’in hırsları üzerindeki kritik bir kısıtlama, Washington’un teknoloji ihracatı üzerindeki sıkılaştırıcı kontrolünde yatıyor ve bu da Pekin’in stratejik hesaplarına daha fazla bilinmeyen katan bir taktik. ABD’nin genel niyeti açık olsa da (Çin’in ileri teknolojilere erişimini sınırlamak) Washington’un ne kadar ileri gideceği belirsizliğini koruyor. Son ihracat kontrolleri yarı iletkenler ve yapay zeka gibi önemli alanları hedef alarak Çin’in teknolojik ilerlemesini çok önemli bir zamanda engelleme tehdidinde bulunuyor.

Çinli analistler bu hamleleri sadece rekabetçi engeller olarak değil, Çin’in stratejik alanlarda, özellikle de hem ekonomik büyüme hem de askeri güç için kritik önem taşıyan yapay zeka ve kuantum bilişim alanlarındaki yükselişini durdurmaya yönelik hesaplanmış bir strateji olarak yorumluyor. Pekin yeni kısıtlama katmanlarını izlerken, ABD’nin eylemlerinin ölçeği ve etkisi değişkenliğini koruyor ve Çin’in teknoloji yörüngesine istikrarsızlaştırıcı bir belirsizlik enjekte ediyor. Bu belirsizliklere hazırlıklı olmak için, Xi’nin daha geniş vizyonu, Trump 2.0 ya da diğer güçler tarafından tetiklenen öngörülemeyen küresel değişimlere karşı dayanabilecek kadar dirençli bir ekonomi inşa etmektir; bunu yaparken ekonomik çalkantıları ya da daha da kötüsü Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) kontrolünü istikrarsızlaştırmayı riske atmamayı hedeflemektedir.

Trump’ın dönüşü aciliyet yaratabilir, ancak Pekin Trump’ı kaotik bir dünya düzeninin nedeni olmaktan çok belirtisi olarak görüyor ve bu da Xi’nin Çin’in kendine güvenini güçlendirmeye yönelik uzun süredir devam eden inancını pekiştiriyor. Xi’ye göre teknoloji, tedarik zincirleri ve eğitim alanlarında dayanıklılığı artırmak Çin’i dış şoklardan korumak ve ÇKP’nin iktidarı için gerekli olan istikrarı sağlamlaştırmak anlamına geliyor.

Gerçekte Xi’nin “Trump tarzı” aksaklıkları yönetme zemini Trump’ın ilk döneminden çok önce başladı. Çin’in yaklaşımı her zaman dış baskılara karşı kırılganlıkları en aza indirmeye dayanmıştır ve bu Xi’nin dünya görüşüyle derinlemesine bağlantılı bir yöndür. Yine de bu dayanıklılık arayışı ince bir çizgide yürüyor. Savunmanın güçlendirilmesi Çin’in izolasyonunu derinleştirebilir; bu da paradoksal olarak yeni zayıflıklar yaratabilecek bir kalkan. Yerli tedarik zincirleri ve teknoloji bağımsızlığındaki kazanımlar gerçek bir ilerlemeye işaret ediyor, ancak Xi’nin vizyonunun büyük bir kısmı hala hedefe yönelik. Pekin, giderek daha fazla çalkantıyla tanımlanan bir dünyada Çin’in gücünün hızlı büyümesinden ziyade türbülanslara dayanma kapasitesiyle ölçüleceğinin farkında olarak bu savunmaları güvence altına almak için yarışıyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Alman Demokratik Cumhuriyeti: Kadın özgürleşmesinde ileriye doğru büyük bir adım

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Batı medyası ve onların anti-komünist temayüllü ideologlarının “despotik”, “merkeziyetçi”, “bürokratik” olarak sıfatlandırdığı “geleneksel sosyalist” devletler, Alman Demokratik Cumhuriyeti, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, Polonya Halk Cumhuriyeti, Macaristan Halk Cumhuriyeti, Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti, Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti ve Romanya Sosyalist Cumhuriyeti…

Hemen tamamında kadının ev köleliğinden kurtulması ve ev işleri gibi kadını bunaltan, köleleştiren işlerin endüstrinin bir parçası haline getirilmesi, yani evin ekonomik bir birim olmaktan çıkarılması, toplumun yeniden üretimi sorununu ve doğan çocuğun devlet tarafından bakımının sağlanarak kadın üzerindeki yükün hafifletilmesi ve giderek tamamen bir yük, biyolojik olarak gerileten bir yük, olmaktan çıkarılması için muazzam çabalar harcandı. Belki bu çabalar yetersiz kaldı, çok sonraları yavaşladı hatta bir kısmı geri alındı ama bu çabalar harcandı. Bu haklar aynı zamanda, en ileri burjuva demokratik ülkelerde bile, bazı ileri liberal çevreler tarafından sözü edilen ama asla gerçekleştirilmeyen haklardı. Öyle ki kadınlar, ilkel komünal toplumdan bu yana en geniş haklarını ilk olarak bu rejimler altında elde ettiler ve bu hakları fiili olarak da onlarca yıl uyguladılar.

Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, bu “reel sosyalizm” deneyimlerinin kadınlara yönelik politikalarındaki tılsımın sadece rakamsal olarak daha çok istihdamda olmalarında değil, kadını boyunduruğu altına alan bağların kökünden çözülmesinde olduğunu “içeriden”, Alman Demokratik Cumhuriyeti deneyimi üzerinden anlatıyor. Yazarın temel tezi ise, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve buna bağlı olarak üretim koşullarında gerçekleşen radikal değişimlerin, kadınların toplumsal konumunu dönüştürmekteki gücünü kanıtlayan onlarca yıllık bir deneyimin, bugünkü feminist tartışmalara katkı sunabilecek yeni bir perspektif getirebileceği.


Demokratik Almanya deneyiminin ışığında: Kadın özgürlüğünden öğrenebileceklerimiz ve koruyabileceklerimiz

Florentine M. Sandoval
Internationale Forschungsstelle DDR
2 Ekim 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin (DDR) sona ermesi Doğu Alman kadınlarını bir çağ kadar geriye götürdü. 1989 sonrası gelişen kadın hareketi hâlâ sosyalizmde neyin övgüye değer neyin kınanabilir olduğunu tartışadursun, bu tartışma aslında çoktan gereksiz hale gelmişti: Zira DDR’nin yasaları artık geçerli değildi; aile ve sosyal politika da dahil olmak üzere hiçbir alanda sosyalist sistemle devamlılık yoktu ve olmayacaktı. Aile hukuku alanı yeniden burjuva yasallığı ile düzenleniyordu. Almanya’nın imparatorluk döneminden kalma ceza kanunu maddeleri tekrardan yürürlüğe giriyor, kürtaj ve muayene hizmetlerine erişim yeniden tanımlanıyordu. Doğu Alman ekonomisinin eşi benzeri görülmemiş şekilde özelleştirilmesi ve sanayisizleştirilmesi karşısında kadınlar ya yeni Batı Alman üstlerinin hor görmesi ile ya da işsizlikle sınanacaklardı. Ve genellikle erkeklere olan ekonomik bağımlılıklarına [yeniden] geri dönmek zorunda kaldılar. Kaybedilen asıl şey, kadınların özgürleştirilmesi sorumluluğunu üstlenmiş bir devlet ve toplumdu.

Sosyalist Doğu Almanya’da yaşanan devrimci altüst oluşlar öylesine muazzamdı ki, ortadan kalkışından otuz yılı aşkın süre sonra dahi hissedilmeye ve ölçülmeye devam ediyor. Bu, 2023 itibariyle Doğu’da kadın istihdamının daha yüksek olması, kreşlerin Batı’ya kıyasla yaygınlığı ve Batı’da yüzde 19 olan kadın-erkek ücret farkının Doğu’da yüzde 12 olması gibi göstergelerde kendini sürekli yeniden hatırlatmakta. DDR’nin 40 yıllık varlığı boyunca birçok çelişki ortadan kaldırılamamış olsa da (ev işleri ve [eşit] ücret başta olmak üzere), bu çelişkilerin kapitalist koşullar altında daha da yoğunlaştığı bugünden geriye bakıldığında yine de pek çok şey kaybedilmiş gibi görünüyor.

Fakat DDR, geçmişten bugüne düşürdüğü gölgeyle Batı Alman toplumunu ifşa etmeye devam ediyor ve bugünkü feminist tartışmalarda genellikle eksik olan bir perspektifi açıyor. Çünkü DDR deneyimini Batı’daki ve günümüzdeki feminist hareketten farklı kılan şey, toplumsal üretim ilişkilerinin ve kadınların özgürleşmesi için toplumsal ve kitlesel seferberliğin rolüdür.

DDR’deki kadın politikasının en temel hedefi, mümkün olan en geniş kadın kitlesini üretim sürecine dahil etmekti ve bu da ancak DDR’de bunun toplumsal temeli sağlandığı için mümkündü. Bu strateji, 19. yüzyıl boyunca devrimci işçi hareketi içinde olgunlaşan, kadınların demokratik, sosyal ve ekonomik haklar mücadelesinin bir bütün olarak işçi sınıfının kurtuluşuyla yakından ilişkili olduğu anlayışına dayanıyor. Proleter kadın hareketinin öncülerinden Clara Zetkin gibi isimler, kadınların ezilmişliğinin ve yüzyıllar içinde gelişen ataerkil ilişkiler ile ahlaki değerlerin, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla sıkı bir bağ içinde olduğunu ve kapitalist üretimle iç içe geçtiğini; dolayısıyla da yalnızca üretim koşullarında radikal bir değişimle kadınların kurtuluşu için gerekli koşulların yaratılacağını savunmuşlardı.

Her ne kadar kapitalist ekonomilerde kadınlar için kaçınılmaz olarak sömürü koşulları yaratsa da, kadınların iş gücüne dahil olması, DDR gibi üretim ilişkilerinin sosyalist tarzda örgütlendiği bir devlette tarihsel olarak ilerici bir tekamül yaratmıştır. Zira özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve buna eşlik eden emeğin doğasındaki değişim, kadınların toplumsal konumunu kökünden değiştirmişti.

Elbette bu, kadınların kendi çabaları olmadan başarılamazdı. Kadınların istihdama kazandırılmak için seferber edildiği pek çok girişimden birine örnek olarak “ev kadınları birlikleri” verilebilir. 1950’li yıllarda, çalışmayan kadınlardan oluşan bu kolektifler, iş gücüne acil ihtiyaç duyulan projelerde çalışmış kadınları daha sonra kalıcı bir işe girmeleri için teşvik ediyordu. Kocalar ile ev içinde yaşanan çatışmaların bu noktada tayin edici bir rolü olduğunun altı kalınca çizilmeli. Kadınların hane içindeki izolasyonuna ilişkin siyasal tartışmalar yeniden canlandı, bu da kadınların üretim sürecine katılımını arttırdı ve dolayısıyla da ekonomik bağımsızlıklarına giden yolu açmış oldu. Diğer bir deyişle, maddi teşvikler ve bilinçlendirme birlikte çalışmış ve etkili olmuştu.

İstihdamın kendisi kapsamlı bir çocuk bakım altyapısının geliştirilmesini ve eş zamanlı olarak ev işlerinin azaltılmasını ve daha iyi bölüşülmesini gerektiriyordu Bunlar birbirini etkileyen ve birbirine bağlı süreçlerdi. Sosyalist işyeri aynı zamanda kadınlar için toplumsal görevlerin iç içe geçtiği bir merkezdi – kültürel etkinlikler, eğitimler ve çocuk bakımı ve sağlık hizmetleri bu merkezler aracılığıyla organize edilmekteydi. Buralarda kadın işçiler kendi başlarına etkili olabiliyor, haklarını talep edebiliyor ve savunabiliyorlardı. Sendikaların kadın komisyonları, bir işyerinin tüm kadın işgücünün kişisel ve mesleki gelişimi için kolektif bir araç olan Frauenförderpläne’nin (“kadınların terfi planları”) hazırlanmasını ve uygulamanın izlenmesini sağlıyordu. Üretken emek en önemli itici güç haline gelirken, yeniden üretim emeği kadınların özgürleşmesinin önündeki en büyük engel olmaya devam edecekti.

Kırk yıl oldukça kısa bir süredir. 1990 yılına kadar çözülmeden kalan sorunlar ve çelişkiler değerlendirilirken bu gerçek muhakkak göz önünde bulundurulmalıdır. Teknik yeniliklere, ev içi sorumlulukların kısmen de olsa toplumsallaştırılmasına ve medyanın erkeklere yönelik çağrılarına rağmen, yeniden üretim işi büyük ölçüde kadınlara bırakıldı. Nitelik farkının kapatılamaması ve/veya kadınların aynı niteliklere sahip olmalarına rağmen yönetim pozisyonlarına ulaşamamaları nedeniyle kadın-erkek ücret farklılıkları devam etti; DDR’nin Gençlik Araştırmaları Merkez Enstitüsü (ZIJ) tarafından yürütülen çalışmaların da gösterdiği gibi, genç nesillerde daha az yaygın olsa bile, aile içindeki geleneksel roller hâlâ varlığını sürdürüyordu.

DDR’de kız çocukları, farklı bir kadın imajıyla büyüdüler ve doğalında hayata dair yüksek beklentiler geliştirdiler; ancak DDR’li son yılların zorlu gerçekliği düşünüldüğünde bu beklentiler her zaman karşılanamadı. DDR’de sosyalizm ve kadın özgürlüğü arasındaki bağlantı kesin bir şekilde kurulmuş ve kanıtlanmış olsa da sosyalist devletin erken yıllarındaki devrimci enerjinin üzerine dahasını inşa etmek mümkün olamadı.

Aslında, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayabilme yolunda eşit işe eşit ücret, eşit eğitim olanakları, eşit ortak karar alma hakkı gibi önemli ilkeler henüz Sovyet İşgal Bölgesi’ndeyken (1945-1949) ortaya konmuştu, çünkü komünistler ve sosyalistler için bunlar, [kadınlar mevzubahis olduğunda] müzakere edilemez, temel haklardı. Ancak DDR’deki deneyimler, bu hakları güvence altına alan temel yapıları inşa etmenin karmaşık ve uzun bir görev olduğunu ve basitçe “yukarıdan” empoze edilemeyeceğini de kanıtlar nitelikte. Doğu Almanya’daki kitlesel inisiyatifler ve demokratik yapılar olmasaydı, gerekli zihniyet değişimini sağlamak ve çeşitli toplumsal grupları kadınların kurtuluşu lehine kazanmak mümkün olamazdı. Birlik meclisleri, kadın komisyonları ve teşvik planları gibi somut araçlar, bu toplumsal zorluğu aşmak için vardı. Bu araçlardan yararlanıp yararlanmamak bireylere bağlı olsa da kullanımı istisna değil kuraldı.

Yoksulluğun arttığı, güvencesizleşmenin olağanlaştığı ve kadın haklarının dünya çapında geriletildiği bir dönemde, bireyselleştirme ilkesinin tam tersini, yani DDR’de olduğu türden kadınların kitlesel ve toplumsal seferberliğini düşünmek önemlidir. DDR’deki 40 yıllık kadın politikası ve teşvikinde nelerin kaybedildiği ve geriye nelerin kaldığı, çözülemeyenler ve mümkün olanlar, günümüzün kadın eşitliği tartışmalarına ve mücadelesine verimli bir şekilde taşınabilir, tabii eğer izin verilirse. Kadınların kurtuluşunu bireysel ilişkilerin bir vaadi olarak görmek yerine tarihsel ve toplumsal bir görev olarak belleyen DDR’nin hem ulaşılan hem de ulaşılamayan politik hedefleri, parçalanmış olan kadın hareketine bir yön sağlayabilir. Bu, her şeyden önce DDR mirasının da bir parçası.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English