Bizi Takip Edin

AMERİKA

Uluslararası serbest ticaretin sonu mu geldi?

Yayınlanma

Dünyada “serbest ticaret”in gerçekten serbest olduğu neresi kaldı? Avrupa Birliği, belki bir de Çin… Kendini Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarına bağlı hisseden ülkelerin sayısı, hele ABD’nin son “korumacı” önlemleri de düşünüldüğünde, bir elin parmaklarını geçmez.

Joe Biden’ın imzaladığı Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA), pek çokları açısından Donald Trump’ın “Önce Amerika” siyasetinin bir devamı gibi görünüyor. Yasa, aslında masum görünen fosil yakıtlardan yeşil enerjiye geçişe devlet desteğini sağlıyor. Yenilenebilir enerjiye geçişte devletlerin üstlendiği rolün artması gerektiği düşüncesi de bir sır değil. Bu kadar büyük altyapı dönüşümünde kamunun müdahalesi olmadan yol almak mümkün görünmüyor.

IRA’da özellikle AB’yi kaşındıran mesele, elektrikli otomobillere yönelik devlet teşvikleri. ABD’de üretim yapan otomotiv şirketlerine verilecek mali desteğin yanı sıra tüketicilere de vergi indirimi öngörülüyor. Özeti şu: Elektrikli Ford, GM veya Tesla, bu yasa kapsamında, nerede ve nasıl üretildiğine bağlı olarak, elektrikli Volkswagen veya Hyundai’den 7.500 dolar aza mal olabilir. IRA’da, Kanada ve Meksika’ya muafiyet tanındığını da söyleyelim.

Güney Kore ve Japonya da tedirgin

Elbette bu mesele sadece AB’yi ilgilendirmiyor. Japonya ve Güney Kore’nin de elektrikli araç üreten dünyaca ünlü otomotiv firmaları bulunuyor. Bu ülkeler de ABD’nin yeni sanayi politikasının uluslararası ticaret kurallarının ihlali olduğunu düşünüyorlar. 

Japon hükümeti, Kasım ayı başında ABD Hazine Bakanlığı’na gönderdiği bir notta, IRA’nın Japon otomotiv firmalarının Kuzey Amerika pazarındaki rekabetçiliğini zora sokacağını söylemişti. Tokyo, yeni yasanın Japon üreticilerini ABD’de yeni yatırımlar yapmaktan alıkoyabileceğini ve bunun da ABD’de işsizliğe neden olabileceğini söyleyerek muhatabını uyardı.

Japon devi Nissan’ın CEO’su, IRA’nın yürürlüğe girmesi için belirli bir mühlet verilmesi gerektiğini söyledi. Nissan’ın Canton, Mississippi’de bir fabrikası var, ama CEO’ya göre bu fabrikaların sayısı IRA ile birlikte artabilir. Nissan, elektrikli modellerinin 2030’a kadar ABD satışlarının yüzde 40’ını oluşturmasını bekliyor.

Güney Kore hükümeti de IRA’nın uygulanması için en az üç senelik bir mühlet verilmesi gerektiğini söylemişti. Seul, IRA’nın ABD ile Güney Kore arasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasına da aykırı olabileceğini bildirmişti. Güney Koreli Hyundai ve Kia gibi şirketlerin ABD’de yatırımlarını artırması bekleniyor.

Axios’a konuşan Güney Koreli bir yetkili, meselenin neredeyse bir diplomatik krize yol açtığını söyledi. ABD ile Güney Kore’nin başkanlık seviyesinde iki kez bu meseleyi görüştüğü ama Biden yönetiminin yasada bir değişiklik yapmasının pek mümkün görünmediği belirtiliyor. 

Güney Kore, ABD’den gelen her isteği, örneğin Çin’e karşı birliği sağlayamayacaklarını düşünüyor. Bazı yetkililer, yarı iletkenler meselesinde ABD-Japonya-Güney Kore-Tayvan işbirliğinin IRA olmasa daha kolay ilerleyebileceğini düşünüyor.

IRA ile birlikte Hyundai Ioniq 5, Kia EV6, Subaru Solterra ve Toyota bZ4X modellerinin ABD’de rekabet edebilmesinin mümkün olmadığı belirtiliyor. Rivian Automotive, Hyundai Motor ve Kia Corp yakın zamanda ABD’ye, IRA için “ticari temiz otomobiller” düzenlemesi yapılarak üzerlerindeki baskının azaltılabileceği önerisinde bulundu.

Çip ticaretine ABD engeli Hollanda’yı kızdırdı

Zaten Biden yönetiminin IRA ve benzeri uygulamalarla engellemeye çalıştığı bir başka ticaret de çip. 

ABD yakın zamanda gelişmiş çip ve çip yapım ekipmanlarının satışına sıkı engellemeler koydu. Bu konuda öncü olan şirketler arasında Hollandalı ve Japon şirketler de yer alıyor. 

ABD, henüz bu ülkelerle çip satışına yasak üzerine bir anlaşmaya varmış değil. Ama Hollandalı çip üreticilerinin Çin pazarından çıkışa direceneği konuşuluyor. 

Hollanda merkezli ASML, küresel yarı iletken sanayisinin en büyük tedarikçilerinden. Geçen ay Bloomberg’e konuşan Hollandalı bir yetkili, Çin’e çip ekipmanlarının satışı söz konusu olduğunda, kendi iktisadi çıkarlarını koruyacaklarını söylemişti. 

Hollandalı yetkililer, ABD’nin, kendi ülkelerinden Washington’ın Çin’e koyduğu kısıtlamalara sorgusuz sualsiz uymasını beklememesi gerektiğini vurgulamıştı.

Hollanda buna rağmen Çin’e aşırı ultraviyole litografi makinesi satmayı ABD’nin baskısı altında satmayı reddediyor. Ama ASML, Çin’e daha az gelişmiş çip yapım sistemleri satmaya devam ediyor.

ABD’nin ASML ve Japon firması Tokyo Electron’a baskısı sürüyor. ASML, Ekim ayında ABD’de yürürlüğe giren yeni düzenleme neticesinde ABD’deki personeline Çinli müşterilerle iş yapmayı bırakmalarını söylemişti. 

Hollanda Dış Ticaret ve Kalkınma İşbirliği Bakanı Liesje Schreinemacher ise geçen hafta yaptığı açıklamada hükümetinin “kendi ulusal güvenlik çıkarlarının son derece önemli olduğu” konusunda ısrar etmişti.

Hollanda Ekonomi Bakanı Micky Adriaansens, geçen hafta Financial Times’a verdiği demeçte, ülkesinin Çin ile ilişkiler konusunda “çok olumlu” olduğunu belirtmiş ve Avrupa ile Hollanda’nın Çin’e ihracatı kontrol etmek konusunda “kendi stratejilerine sahip olmaları gerektiğini” vurgulamıştı.

Macron’un ziyareti ve Avrupa’daki endişe

Alman Die Zeit gazetesi, “Joe Biden Amerikan ekonomisini güçlendirmek istiyor – Avrupa’nın zararına,” diye yazarken, Fransız ekonomi gazetesi Les Echos, “Önce Amerika, En Son Avrupa,” başlığını atıyordu.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un geçen hafta Washington’da krallar gibi karşılanması sorunu çözmüş gibi görünmüyor. ABD Başkanı Joe Biden, IRA’da kusurlar olabileceğini kabul ederken topu ABD-AB ticaret heyetlerinin müzakerelerine attı.

ABD’li senatörlerle yaptığı kapalı toplantıda IRA’yı “süper saldırgan” olarak nitelendiren Macron, ABD’ye gitmeden önce de AB’yi kendi “Önce Avrupa” yasasını çıkarmaya davet etmişti. Fransa Ekonomi ve Maliye Bakanı Bruno Le Maire de ABD’nin Çin stili bir sanayi siyaseti izlediğini ileri sürmüştü. 

Macron, Biden’la yaptığı açıklamada da şimdi Avrupa’nın kendini ABD’nin adımlarıyla “senkronize etme” zamanının geldiğini söyledi. Bu sözün, AB’nin kendi devlet teşviklerine gönderme yaptığı düşünülüyor.

Fransız yetkililer, zaten operasyonel maliyetleri enflasyon nedeniyle artan Avrupalı şirketlerin Kuzey Amerika’ya yatırım göçüne başlamalarından endişe ediyor. Fakat ziyaret için Washington’da bulunan AB Dış İlişkiler Servisi Genel Sekreteri Stefano Sannino, bir yanda ABD’nin diğer yanda ise AB’nin teşviklere başladığı bir senaryonun “rasyonel olmayacağını” savundu.

Bununla birlikte AB’nin ticaret şefi Denis Redonnet, IRA’yı DTÖ’ye şikayet edebileceklerini söyledi. İç Pazardan Sorumlu Avrupa Komisyonu Üyesi Thierry Breton da bu hafta yapılan AB-ABD Ticaret ve Teknoloji Konseyi toplantılarına katılmayacağını açıkladı. Toplantıların Avrupa’nın sanayi ve çalışma bakanlarının endişelerine yetersiz yer verdiğini savunan Breton, bunun yerine Avrupa’nın sanayi altyapısının rekabetçiliğinin korunmasına yönelik acil ihtiyaca odaklanacağını kaydetti.

AB yetkilileri, bir başka seçenek olarak AB ile ABD arasında bir serbest ticaret anlaşmasını müzakere etmeye düşünüyorlar. Fakat bu sürecin çok uzun sürmesi ve bürokratik işlemler bu seçeneğin ihtimalini azaltıyor.

Öte yandan İtalyan La Stampa gazetesinin yazdığına göre, İtalyan otomotiv firmaları IRA’dan çok Çinli elektrikli otomobillerin Avrupa pazarına girişinden endişe ediyor. Almanlar ise Çinlilerden ziyade IRA’dan korkuyor.

Çekya Ticaret Bakanı Jozef Síkela ise Kasım ayında yaptığı bir açıklamada, AB-ABD ticaret savaşlarının galibinin Çin Halk Cumhuriyeti olacağını hatırlattı.

ABD’de giga fabrika yatırımları katlanıyor

Almanların ve Fransızların korktukları başına geliyor da diyebiliriz. Avrupalılar, ABD’nin Avrupa’daki yatırımı “emmesinden” endişe ederken, batarya üretiminde alarm zilleri çalıyor.

Yakın zamana kadar, Avrupa’nın lityum-iyon batarya üretimi ABD’nin fersah fersah önündeydi. Fakat enerji fiyatlarındaki yükseliş ve IRA ile birlikte bu tablo değişmiş görünüyor.

IRA’nın açıklandığı günden bu yana, ABD’deki kapasitede yüzde 35 artış olduğu hesaplanıyor. Bu oran Avrupa’da yüzde 17. Bütün bunlara rağmen Avrupa hâlâ kapasite açısından ABD’nin çok önünde. 2031 yılında Avrupa’nın yıllık üretim kapasitesinin 1.186,2GWh olacağı, ABD’nin ise 957,6GWh olacağı tahmin ediliyor.

Türk şirketi Kontrolmatik ABD’deki giga fabrika boyutunu artırmayı düşündüğünü açıklarken Norveç merkezli FREYR de ABD’deki planlarını hızlandıracağını duyurdu. Avrupa’da ise bu türden planların ertelendiğine dair haberler geliyor.

Avrupa korumacılığına doğru

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “Rakiplerimizden gelen yeni iddialı sanayi siyaseti yapısal bir cevabı gerektiriyor,” derken AB’nin de işi kurallarına göre oynamaya başlayacağı mesajı veriyordu ve ekliyordu: “Avrupa, her zaman Avrupa için doğru olanı yapacak.”

Estonya Girişimcilik Bakanı Kristjan Järvan’a göre, AB her zaman serbest ticareti destekledi ve bu iyi bir şeydi, ama artık “demokratik olmayan güçler” serbest ticareti AB’ye karşı kullanıyordu.

Uzun süre ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarında denge tutturmaya çalışan Brüksel, şimdi Joe Biden’ın da “korumacılık” trenine atlamasıyla birlikte dost ateşine karşı tutum değiştirmeye başlayabilir. Von der Leyen’in Pazar günü yaptığı konuşma da AB’nin kendi devlet sübvansiyonlarını yeniden değerlendirmesi gerektiğine işaret ediyor.

“Ira’nın adil olmayan rekabete yol açma, pazarları kapatma ve COVID-19 ile zaten test edilen aynı kritik tedarik zincirlerini parçalama riski var,” diyen Leyen, üreticilerin Avrupa’dan ABD’ye gitmesi ihtimalini de masaya koydu.

AB’nin ultra liberal ve serbest ticaret yanlısı departmanlarında sübvansiyon korkusu had safhada. Bunlar arasında yer alan Ticaretten Sorumlu Avrupa Komisyonu Üyesi Valdis Dombrovskis, sübvansiyon yarışının “pahalı ve verimsiz” olacağını savundu. AB’nin rekabet şefi Margrethe Vestager, kimsenin sübvansiyon savaşı istemediğini söyledi.

Bununla birlikte cinin şişeden çıktığı kesin. AB’nin de devlet teşviği yönünde adım atması halinde, uzun süredir zaten lafta kalan uluslararası serbest ticaretin tabutuna son çivi de çakılacak.

AMERİKA

New York Belediye Başkanı Adams hakkında iddianame hazırlandı

Yayınlanma

New York Belediye Başkanı Eric Adams, Türk hükümet yetkilileri ve diğer zengin yabancı bağışçılardan nakit para ve lüks seyahat elde ettiği iddiasıyla dolandırıcılık ve rüşvetle suçlanıyor.

Perşembe günü Manhattan federal mahkemesinde açıklanan bir iddianamede Adams, “2021 belediye başkanlığı kampanyasına yasadışı kampanya katkılarının yanı sıra diğer değerli şeyler” istemek ve “aldığı yasadışı faydalar karşılığında elverişli muamele” sağlamakla suçlanıyor.

Suçlamalar, Adams yönetiminin üst düzey üyelerinin bir dizi istifasına neden olan aylarca süren bir yolsuzluk soruşturmasının ardından geldi.

Financial Times’a (FT) göre modern tarihte görevdeki bir New York belediye başkanına karşı açılan ilk ceza davası olan bu suçlamalar, eski bir polis şefi olan Adams’ın bir zamanlar yükselen bir yıldız olarak görüldüğü ABD’nin en büyük kentinde şok etkisi yarattı.

Suçlu bulunması halinde 64 yaşındaki belediye başkanı uzun bir hapis cezasıyla karşı karşıya kalabilir.

Türkevi’nin açılışını Erdoğan’ın ziyaretine yetiştirmek için yolsuzluk yaptı iddiası

Suçlamaları yönelten New York Güney Bölgesi ABD Savcısı Damian Williams, Adams’ın “bu katkıların nüfuz satın alma girişimleri olduğunu bilmesine rağmen” çok sayıda rüşvet kabul ettiğini söyledi.

Savcı, Adams’ın Türk Hava Yolları’nda (THY) business class uçuşlar ve Four Seasons gibi lüks otellerde konaklamalar gibi 100.000 dolardan fazla değerdeki “avantaları” açıklamadığını iddia etti.

“Yıllar boyunca kamuoyunu karanlıkta bıraktı,” diyen Williams, Adams’ın yakın zamanda yeniden seçim kampanyasını desteklemek için “bu yozlaşmış ilişkileri yeniden alevlendirdiğini” de sözlerine ekledi.

İddianamede Adams, Türk şahsiyetlerden yasadışı katkılar kabul edip bunların gerçek kaynağını gizledikten sonra şehirden 10 milyon dolardan fazla kampanya bağışı almakla suçlanıyor.

Adams’ın 2021 yılında, Manhattan’daki bir gökdelende yer alan yeni Türkevi’nin, bina müfettişler tarafından güvensiz bulunmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti sırasında açılmasına onay vermesi için New York itfaiyesine baskı yaparak Türk yetkililere “iyilik yaptığı” iddia ediliyor.

“Seçildiğim zaman ilk Türk belediye başkanına sahip olacaksınız”

Adams’ın Türkiye’ye yönelik ilgisi daha önce de biliniyordu.

New Yorker‘ın aktardığına göre Adams, bir keresinde bir Türk Amerikan iş dünyası haber sitesine, “Ben seçildiğimde ilk Türk Belediye Başkanınız olacak. Türk toplumu beni gerçekten destekledi ve benim için birçok bağış kampanyası düzenledi. Sahip oldukları önemli miktardaki dolar için son derece minnettarım,” demişti.

İddianameye göre, Adams’ın başkanlığı kazanmasının ertesi günü, kampanyasına katkıda bulunan bir Türk işadamı bir diğerine mesaj atarak, “Gidip Ankara’daki büyüklerimizle bunu ülkemiz lobisi için nasıl avantaja dönüştürebileceğimizi konuşacağım,” dedi.

Adams: Yasalara uyuyorum, sabırlı olun

Adams, belediye başkanlığı resmi konutu Gracie Mansion’ın dışında düzenlediği basın toplantısında New Yorklulara “herhangi bir yargıya varmadan önce savunmasını dinlemeleri” çağrısında bulundu ve görevde kalacağına söz verdi.

Adams, “Kendimi savunmak ve bu şehrin insanlarını savunmak için sabırsızlanıyorum. Kampanya kurallarına ve yasalara uyuyorum,” diye ekledi.

Görevde bulunduğu süre, kayırmacılık suçlamalarının yanı sıra, yönetiminin güney sınırından gelen göçmenlere gelişigüzel muamele ettiğine dair artan eleştirilerle geçti.

Geçtiğimiz yıl, 25 yaşındaki kampanya bağışçısı Brianna Suggs’ın Brooklyn’deki evine, Türk devletinden gelen bağışlarla ilgili bir soruşturma kapsamında baskın düzenlenmişti.

Daha önce başkanın telefonuna ve bilgisayarına el konmuştu

Adams kısa bir süre sonra FBI ajanları tarafından sokakta durdurulmuş ve başkanın telefonuna ve dizüstü bilgisayarına el konulmuştu.

Bunu, belediye başkanının birinci yardımcısı ve kamu güvenliğinden sorumlu başkan yardımcısını da hedef alan bir dizi başka baskın izledi.

Bu ay, telefonuna kolluk kuvvetleri tarafından el konulduğu bildirilen New York polis komiseri Edward Caban, “son gelişmeler etrafındaki gürültünün” çalışmasını imkansız hale getirdiğini söyleyerek istifa etti. 

Caban’ın yerine geçici olarak atanan kişinin evi de müfettişler tarafından arandı.

Bu arada Belediye, üst düzey avukatlarından birinin istifası ve New York’un devlet okulları sisteminden sorumlu olan ve telefonlarına da el konulan David Banks’in beklenmedik emekliliğiyle de sarsıldı.

Demokratlardan Adams’a istifa çağrısı

Aralarında çarşamba günü “Belediye Başkanı Adams’ın New York’u yönetmeye nasıl devam edebileceğini anlayamadığını” söyleyen New York Temsilcisi Alexandria Ocasio-Cortez’in de bulunduğu giderek artan sayıda önde gelen Demokrat Adams’ın istifasını istiyor.

New York’ta bir bölgeyi temsil eden Demokrat Temsilciler Meclisi Lideri Hakeem Jeffries ise, Adams’ın “masumiyet karinesine hakkı olduğunu” ve kaderine “Belediye Başkanının meslektaşlarından oluşan bir jürinin” karar vermesi gerektiğini söyledi.

Perşembe günü gazeteciler tarafından Adams’ın istifa etmesi gerekip gerekmediği sorulduğunda ABD Başkanı Joe Biden, “Bilmiyorum,” yanıtını verdi.

Musk ve Trump’tan Adams’a beklenmedik destek

Öte yandan Adams beklenmedik bir müttefik de buldu.

Biden yönetimi altında siyasi kovuşturmanın kurbanı olduğunu iddia eden eski ABD başkanı Cumhuriyetçi Donald Trump perşembe günü düzenlediği basın toplantısında Adams’la ilgili bir soruya cevaben, “Adalet Bakanlığı ve FBI’ı daha önce hiç görülmemiş düzeyde kullanan insanlarımız var. Bu yüzden ona şans diliyorum,” dedi.

“Ne yaptıklarına bakarsanız, bunların kirli oyuncular olduğunu görürsünüz. Bunlar kötü insanlar,” diyen Trump, iddianameden haberdar olmadığını da kabul etti.

Popüler bir sağcı X hesabının iddianameyi Adams’ın geçen yıl göçmen akınından şikayet etmesine bağlamasının ardından Elon Musk ise, Adams’a “bundan sonra ‘Demokrat’ Parti tarafından çenesini kapatmasının söylendiği” yanıtını verdi.

New York Post gazetesi Adams’ın suçlanmasını “göçmen krizi konusunda Beyaz Saray’la girdiği mücadele” ile yan yana getiren imalı bir yazı yayınladı.

Fox News sunucusu Ainsley Earhardt ise, “Biden ailesine, Beyaz Saray’a, bu yönetime ya da üst düzey Demokratlara uymazsanız hayatınız mahvolabilir gibi görünüyor,” dedi.

Tablet: Yahudiler Adams’a sahip çıkmalı

Tablet Magazine’de İsrail doğumlu Liel Leibovitz imzasıyla yayınlanan bir makalede ise Amerikan Yahudilerinin Adams’a sahip çıkması gerektiği savunuldu.

Türklerin yanı sıra AIPAC, ADL ya da Bnai Brith’i destekleyen Siyonist Yahudilerin Adams’a bağış yaptığını kaydeden Leibovitz, bu bağışların suç sayılması halinde “Batı Şeria’daki bir yeşivada okuyan yeğeni olanlar bir yana, gözden düşmüş siyasi aktörler tarafından yapılan küçük ölçekli bağışlar”ın da suç sayılacağını öne sürdü.

İddianameyi “Adams dehşet gösterisi” olarak nitelendiren yazar, bunun devamında “yasa koyuculara İsrail’e bilgi toplama gezileri düzenleyerek ‘rüşvet verdikleri’ ve böylece İsrail hükümetinin bir kolu gibi hareket ettikleri gerekçesiyle büyük bir Yahudi kuruluşunun soruşturulmasının” geleceğini ve bunun da “Yahudi lobisi” ile bağlantılı her şeyi “siyasi olarak radyoaktif hale getireceğini” öne sürdü.

Leibovitz, yazısını şöyle bitirdi:

“Hukuk savaşının silahlarının Yahudilere çevrildiğini görmek istemediğim için; siyasi düşmanları kovuşturan ve dalkavukları cezasızlıkla ödüllendiren bir üçüncü dünya bataklığında yaşamak istemediğim için; ve Central Park’ta ya da metroda eşimi hedef alan çeteler ya da çocuklarımın gündüz okulunun ya da en sevdiğim koşer restoranın önünde ‘nehirden denize’ sloganları atan vahşiler istemediğim için; tüm bunlar ve daha fazlası için, Yahudiler ve New Yorklular için bir kahraman olan Belediye Başkanı Eric L. Adams’ın yanındayım. Yeniden seçildiğinde, kısmen cemaatimizin ve aklı başında tüm New Yorkluların desteği sayesinde, Türk lokumu dilimlerini gururla dağıtacağım.”

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Zelenskiy ile görüşecek Trump’tan Avrupa’ya eleştiriler

Yayınlanma

Trump Tower’da uzun bir basın toplantısı düzenleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, cuma sabahı (27 Eylül) Ukrayna lideri Volodimir Zelenskiy ile görüşmeyi planladığını söyledi ve Avrupa’yı Ukrayna konusunda “cimri davranmakla” eleştirdi.

“Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri’nin ödediği paranın sadece küçük bir kısmını ödüyor ve bizim Rusya ile aramızda bir okyanus var; onların yok,” diyen Trump, Demokrat Kamala Harris ile yaptığı seçim tartışması da dahil olmak üzere daha önce de dile getirdiği bir hususu tekrarladı.

Ukrayna’ya yardım söz konusu olduğunda bunun çoğunu ABD’nin ödediğini ve Avrupa’nın buna katkıda bulunmadığını savunan Trump, “Bu ABD için çok adaletsiz bir durum,” ifadelerini kullandı.

Trump, ABD başkanı olduğu dönemde NATO’nun Avrupalı müttefiklerinden ittifaka daha fazla katkıda bulunmalarını talep ettiğini tekrarlayarak, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı mücadelesi söz konusu olduğunda da aynı şeyi yapacağını ima etti.

Trump, “Avrupalı uluslar eşitlenmeli, ödeme yapmalılar. Ben bunu NATO ile yaptım. Hepsine ödeme yaptırdım… Eğer ödeme yapmazsanız orada olmayacağımı söyledim. Ve para yağmaya başladı,” iddiasında bulundu.

Zelenskiy ise Washington’da Başkan Joe Biden, Başkan Yardımcısı Harris ve her iki partiden de bir grup Kongre üyesiyle yaptığı görüşmeleri tamamlayarak kasım ayındaki seçimler öncesinde Ukrayna’ya askeri ve mali destek sağlamaya çalıştı.

Biden Perşembe günkü toplantı öncesinde Kiev’e 8 milyar dolardan fazla askeri yardım yapılacağını duyururken Harris de Zelenskiy’in yanında durarak “Ukrayna’nın mücadelesi Amerika halkı için önemli,” dedi.

Trump Perşembe günkü basın toplantısında Rusya lideri Vladimir Putin’i “çok iyi tanıdığını” söylerken, “Başkan Putin ile Başkan Zelenskiy arasında oldukça hızlı bir şekilde anlaşma yapabileceğime inanıyorum,” diye ısrar etti.

Bu anlaşmanın Ukrayna’nın Rusya’ya toprak vermesini içerip içermeyeceği sorusuna ise, “Ne olacağını göreceğiz… barış yapalım; barışa ihtiyacımız var,” cevabını verdi.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Economist: ABD daha az “woke” hale geliyor

Yayınlanma

ABD’de kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında en önemli mücadele başlıklarından biri de “kültür savaşları” olarak bilinen başlıklar.

“Wokeness” (“duyarcılık”) ile bunun karşıtları arasındaki gerilim yıllar içinde yükseldikten sonra şimdilerde terazinin daha ağır basan tarafı “anti-duyar”cılar gibi görünüyor.

Economist’te yer alan bir değerlendirmeye göre, özellikle 2020 yılında George Floyd’un öldürülmesi ve ardından başlayan Black Lives Matter eylemleri ile zirve yapan, beyazlar arasındaki “woke” eğilimlere ilgi azalıyor.

“Irksal adaletsizlik”e ilgi azaldı

Zengin beyaz kadınların akşam yemeği partilerinde onları “beyaz üstünlükçü” damarları ile yüzleştiren bir siyahi çift, Regina Jackson ve Saira Rao, “ırksal adaletsizlik” konularına olan kamu ilgisinin azalmış olduğuna işaret ediyor.

Rao, “Irkçılık karşıtlığının, sömürgecilik karşıtlığının, emperyalizm karşıtlığının, soykırım karşıtlığının nabzı öldü. Nabız yok,” diye yakınıyor.

Economist, Cumhuriyetçilerin Amerika’da yanlış olduğunu düşündükleri her şeyi, “erdem sinyalleme” ya da “siyaseten doğruculuk” kokan her şeyi kastederek, “wokeness” salgınına bağlamaya bayıldıklarını vurguluyor.

Donald Trump, temmuz ayında Cumhuriyetçilerin başkan adaylığını kabul ettiği konuşmasında, Amerikan silahlı kuvvetlerindeki başarısızlıklardan “woke” liderleri sorumlu tutmuştu.

MeToo ve Black Lives Matter’da zirveyi gören “duyarcılık”

Economist bu kapsamda dört alanda “woke” fikirlerin önemini ölçmeye çalıştı: kamuoyu, medya, yüksek öğrenim ve iş dünyası.

Dergi her yerde benzer bir eğilimin ortaya çıktığına işaret ediyor. Donald Trump’ın siyaset sahnesine çıktığı 2015 yılında duyarcılık keskin bir şekilde arttı, ardından “#MeToo” ve Black Lives Matter dönemlerinde yayılmaya devam etti, 2021-22’de zirve yaptı ve o zamandan beri azalıyor.

“Woke” (kelimenin birebir anlamı “uyanmış, uyanık”) terimi ilk olarak solda ırkçılığa karşı uyanık olan insanları tanımlamak için kullanıldı. Daha sonra her türlü önyargıyla mücadele etmeye hevesli olanları kapsayacak şekilde kullanılmaya başlandı.

Economist’e göre Demokratlar artık bu kelimeyi nadiren kullanıyor, çünkü dünyayı “kurbanlar ve zalimler” olarak bölme eğiliminde olan en sert aktivistlerle ilişkilendirilir hale geldi.

Makalede, “Bu bakış açısı grup kimliğini bireyin önüne çıkarıyor ve farklı gruplar için eşit olmayan sonuçları sistematik ayrımcılığın kanıtı olarak görüyor,” deniyor.

Bu mantık daha sonra tersine ayrımcılık ve konuşma özgürlüğünün baskılanması gibi, yerleşik adaletsizlikleri düzeltmek için liberal olmayan araçları haklı çıkarmak için kullanıldı. İşte Cumhuriyetçiler bu tür “woke savaşçıları” yerden yere vurmayı seviyor.

“Beyaz ayrıcalığı” olduğuna dair düşünceler geri çekiliyor

Gallup, General Social Survey (GSS), Pew ve YouGov tarafından son 25 yılda yapılan anketlere verilen yanıtları inceleyen Economist, ırk ayrımcılığına ilişkin woke görüşlerin 2015 civarında artmaya başladığını ve 2021 civarında zirveye ulaştığını tespit ediyor.

Fakat Gallup’un bu yılın başlarına ait en son verilerinde, insanların %35’i ırk ilişkileri konusunda “büyük ölçüde” endişeli olduklarını söylerken, bu oran 2021’deki %48’lik zirve seviyesinden düşmüş durumda. Yine de 2014’teki %17’lik orandan hâlâ daha yüksek.

Pew’e göre, beyazların hayatta siyahların sahip olmadığı avantajlara ( “beyaz ayrıcalığı”) sahip olduğunu kabul eden Amerikalıların oranı 2020’de zirve yaptı.

GSS’nin verilerinde, ırklar arasındaki sonuç farklılıklarının ana nedeninin ayrımcılık olduğu görüşü 2021’de zirve yapmış ve anketin en son versiyonu olan 2022’de düşmüş görünüyor.

“Woke” düşüncedeki en büyük sıçramalardan ve ardından gelen düşüşlerden bazıları gençler ve sol görüşlüler arasında olmuş.

Toplumsal cinsiyet konusundaki woke görüşler düşüşte

Cinsel ayrımcılıkla ilgili anketler, ırkla ilgili endişelerden daha erken bir zirveye ulaşmış olsa da benzer bir örüntü ortaya koyuyor.

Cinsiyetçiliği çok ya da orta derecede büyük bir sorun olarak gören Amerikalıların oranı “#MeToo”nun ardından 2018’de %70 ile zirve yapmış.

Kadınların ilerlemelerini zorlaştıran engellerle karşılaştığına inananların oranı ise 2019’da %57 ile zirveye çıkmış.

Toplumsal cinsiyet konusundaki woke görüşlerin de düşüşte olduğu görülüyor.

Pew, bir kişinin doğduğu cinsiyetten farklı bir cinsiyete sahip olabileceğine inananların oranının, bu sorunun ilk kez sorulduğu 2017 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde düştüğünü ortaya koyuyor. 

YouGov’a göre, trans öğrencilerin biyolojik cinsiyetleri yerine seçtikleri cinsiyete uygun spor takımlarında oynamalarına karşı çıkanların oranı 2022’de %53 iken, 2024’te %61’e yükseldi.

Gazetelerdeki “woke” sözcüklerde dramatik azalma

Kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu eğilimi desteklemek için medyanın “kesişimsellik”, “mikro saldırganlık”, “baskı”, “beyaz ayrıcalığı” ve “transfobi” gibi uyandırıcı terimleri ne sıklıkla kullandığını da ölçen Economist, benzer bir eğilim saptıyor.

1970-2023 yılları arasında altı gazetede ( Los Angeles Times, New York Times, New York Post, Wall Street Journal, Washington Post ve Washington Times) bu türden 154 kelimenin kullanım sıklığı sayıldı.

Los Angeles Times hariç tüm gazetelerde bu terimlerin sıklığı 2019 ile 2021 yılları arasında zirve yapmış ve o tarihten bu yana düşüş göstermiş.

Örneğin “beyaz ayrıcalığı” terimi 2020‘de New York Times’ta her bir milyon kelimede yaklaşık 2,5 kez yer alırken, 2023’te her bir milyon kelimede sadece 0,4’e düşmüş.

Aynı kelime sayma yöntemini ABC, MSNBC ve Fox News’in 2010 ve 2023 yılları arasındaki transkriptlerine uygulayarak televizyonda ve 2012’den bu yılın ortasına kadar her hafta en çok satan 30 kitabın başlıklarını kullanarak kitaplarda da büyük ölçüde aynı eğilim ortaya çıkıyor.

Televizyonda “woke” kelimelerden bahsedilmesi 2021’de zirve yaptı. Popüler kitaplarda ise zirve daha sonra, 2022’de gerçekleşmiş, 2023’te küçük bir düşüşün ardından 2024’te çok daha büyük bir düşüş yaşanmış.

Akademide “duyarcı” kelime kullanımı sabitlendi

Akademide de benzer bir durum var. Muhafazakâr bir öğrenci gazetesi olan College Fix tarafından derlenen bir veri tabanı, akademisyenlerin sansürlenmesi veya derslerinin iptal edilmesi yönündeki çağrıların 2020’de zirve yaptığını ortaya koyuyor.

Bu bulgular anket verileriyle de örtüşüyor: Irkçı görüşlerin ifade edilmesinin kısıtlanması gerektiğini düşünen Amerikalıların oranı 2016 ile 2021 yılları arasında keskin bir artış göstererek yaklaşık %52’ye ulaşmışken, o zamandan beri hafif bir düşüşle 2022’de %49’a geriledi.

Öğretim ve araştırma da en azından bir miktar “duyarcılıktan” uzaklaşıyor gibi görünüyor.

Akademik dergilerin dijital kütüphanesi JSTOR tarafından toplanan sosyal bilimlerle ilgili makalelerde 154 terim setinin kullanımı 2015 yılında keskin bir şekilde artmaya başladı.

2022 yılına gelindiğinde “kesişimsel”, “beyazlık”, “baskı” ve benzerlerinin görülme sıklığı zirveye ulaşmıştı.

Economist’in talebi üzerine, Stanford Üniversitesi’nde ekonomist Jacob Light, Amerikan üniversitelerinin ders kataloglarından oluşan bir koleksiyonda woke kelimelerin sıklığını saydı.

İsminde ya da özetinde woke terimlerine yer veren dersler 2010 ile 2022 yılları arasında yaklaşık %20 oranında artmış, ancak geçen yıl sabit kalmış.

DEI karşıtı uygulamalar artıyor

Akademinin duyarcılıktan uzaklaşması kısmen yasalar tarafından emredildi.

Yüksek Mahkeme geçen yıl kabullerde ırk temelli pozitif ayrımcılığı yasakladı.

Chronicle of Higher Education’a göre, geçtiğimiz yıl 28 eyalette 86 yasa tasarısı akademideki Çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) girişimlerini engellemeyi amaçladı; 14’ü yasalaştı.

Örneğin Alabama, 1 Ekim’den itibaren devlet tarafından finanse edilen üniversitelerin herhangi bir DEI ofisi veya programına sahip olmasını, “ırk, renk, din, cinsiyet, etnik köken veya ulusal köken” hakkında “bölücü kavramları” teşvik etmesini ve transseksüel öğrencilerin istedikleri tuvaletleri kullanmalarına izin vermesini yasaklayacak.

Dokuz eyalet akademik kurumların iş başvurusunda bulunanlardan “çeşitlilik beyanları” talep etmesini yasakladı.

Bu yılın başlarında aralarında Harvard ve Massachusetts Institute of Technology’nin de bulunduğu bazı önde gelen üniversiteler, bağışçıların ve mezunların baskısına boyun eğerek bu uygulamadan vazgeçti.

Kaliforniya Üniversitesi gibi diğer bazı üniversiteler ise, bunların kullanılmaya devam edilmesi nedeniyle davalarla karşı karşıya kaldı.

Şirket dünyasında da “wokeness” geriliyor

Wokeness, ya da duyarcılık, nispeten yakın zamanda ortaya çıkmış olsa da, kurumsal Amerika’da da geri çekiliyor.

Floyd’un ölümünün ardından, 2020’nin birinci ve üçüncü çeyrekleri arasında gelir beyanlarında DEI’den bahsedilmesi neredeyse beş kat arttı.

Bir piyasa araştırma şirketi olan AlphaSense’in verilerine göre, 2021’in ikinci çeyreğinde zirveye ulaştılar ve bu noktada 2020’nin başlarına göre 14 kat daha yaygındılar.

O zamandan beri tekrar keskin bir şekilde düşmeye başladılar. En son 2024’ün ikinci çeyreğine ait verilerde, Floyd’un ölümünden önceki döneme kıyasla sadece yaklaşık üç kat daha yüksekti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English