Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Yeni dünya düzeninde Hindistan nasıl bir yol izleyecek?

Yayınlanma

Hindistan siyasetinin önde gelen isimlerinden, eski Dışişleri Bakanı, Türkiye, Mısır, Fransa ve Rusya’da büyükelçilik görevlerini yürütmüş tecrübeli bir diplomat olan Kanwal Sibal, çok kutupluluk ekseninde Hindistan’ın konumu, BRICS’in genişlemesi, G20’nin işlevi ve Hindistan siyasetine dair konularda Harici’ye değerlendirmelerde bulundu.

Dünya siyasetinde artık en çok tartışılan kavramlardan biri ‘çok kutuplu dünya’. 

Dünyanın artık ABD önderliğindeki tek kutuplu sistemi kaldıramayacağını savunan ülkeler, kimsenin kimseye tam üstünlük kurmadığı ve eşitler arası ilişkilerin tek geçerli sistem olması gerektiği bir dünya düzeni hedefliyor. Elbette, beklenen bu büyük dönüşüm sakince yaşanmayacak. Başta Ukrayna savaşı olmak üzere, günümüzde savaşlar, renkli devrimler, siyasi operasyonlar ve benzeri bütün gelişmeler, bu yeni dünyanın doğum sancıları.

Bu tartışmada, aktif kriz başlıkları üzerinden düşünüldüğünde ABD’nin karşısında en başta Çin ve Rusya’yı görüyoruz. Bu yeni dünyanın doğumunda en kilit ülkelerinden biri olan Hindistan ise, kurulan ortaklıklara rağmen Rusya ve Çin’den daha farklı bir yol izleme eğiliminde.

Hindistan siyasetinin önde gelen isimlerinden, eski Dışişleri Bakanı, Türkiye, Mısır, Fransa ve Rusya’da büyükelçilik görevlerini yürütmüş tecrübeli bir diplomat olan Kanwal Sibal, çok kutupluluk ekseninde Hindistan’ın konumu, BRICS’in genişlemesi, G20’nin işlevi ve Hindistan siyasetine dair konularda Harici’ye değerlendirmelerde bulundu. 

BRICS’in genişlemesi konusundaki zorlukları ve Hindistan’ın tercihlerini anlamak için önemli ipuçları sunan Sibal, uluslararası düzenin değiştirilmesi gerekliliğine dikkat çekerek Hindistan’ın bu konuda nasıl bir rol üstlenebileceğini tartışıyor.

‘Çok sayıda jeopolitik pazarlık söz konusu’

BRICS’e katılmak için 23 ülkenin resmi başvuruda bulunduğunu hatırlatan Sibal, kabul sürecine ilişkin çeşitli kriterlerin belirlenmesi ve fikir birliğine varılması gerektiği görüşünde. Sibal aynı zamanda bu süreçte jeopolitik pazarlıkların geçerli olduğunu ifade etti:

“Çin, Rusya ve hatta Hindistan’ın, gruba katılmaya uygun olması gereken benzer düşüncelere sahip ülkeler konusunda tercihleri olacağı için çok sayıda jeopolitik pazarlığın söz konusu olduğu açık.” 

‘Çin, alternatif bir uluslararası düzen yaratmak istiyor’

BRICS’in önde gelen ülkelerini değerlendiren Sibal, Çin, Rusya ve Hindistan’ın konumuna ilişkin ise şöyle konuştu:

“Çin Kuşak ve Yol İnisiyatifi aracılığıyla uluslararası sahnede oldukça aktif ve son birkaç yüzyıldır ve özellikle 1945’ten sonra, esasen ABD tarafından inşa edilmiş bir uluslararası düzen olan Batı hegemonyasına meydan okuyacak ortaklıklar oluşturmak için dünyanın çeşitli köşelerine ulaşmak istiyor. Dolayısıyla Çin, kendisinin jeopolitik çıkarlarını paylaşan ve onunla bağlarını güçlendirmek ile ilgilenen ülkelere yönelik alternatif bir uluslararası düzen yaratmak istiyor.”

‘Rusya, BRICS’in genişlemesini çok kutupluluğa doğru bir ilerleme olarak görüyor’

“Rusya, bildiğiniz gibi, özellikle Ukrayna ihtilafından sonra, çok kutupluluğu teşvik etme konusunda artık her zamankinden daha fazla ses çıkarıyor. Ve Rusya, BRICS’in genişlemesini çok açık bir şekilde çok kutupluluğa doğru bir ilerleme olarak görüyor. Bu nedenle, BRICS’i genişletmek ve çok kutupluluğu teşvik etme açısından güvenilir olabilecek ülkeleri de dahil etmek istiyor; bu, genel olarak küresel Güney olarak adlandırılan bölgedeki kilit ülkeler anlamına geliyor.”

‘Hindistan, BRICS’in tamamen Batı karşıtı bir grup haline gelmesini istemeyecektir’

“Hindistan doğal olarak genişleme açısından BRICS içinde çok daha fazla dengeye sahip olmak isteyecek ve BRICS’in tamamen veya esas olarak veya büyük ölçüde Batı karşıtı bir grup haline gelmesini istemeyecektir çünkü bu, halihazırda parçalanmış olan uluslararası toplumun amacına hizmet etmiyor. Ve eğer açıkça Batı karşıtı olan başka bir grup yaratırsanız, o zaman uluslararası toplumu daha da parçalayacaksınız. Dolayısıyla Hindistan, belli bir jeopolitik dengeyi sağlayacak ülkelerin de örgüte dahil edilmesini isteyecektir.”

Yeni üyelikler ve eksiklikler

BRICS üyeliğine kabul edilen ülkelerin ‘bir miktar dengesizlik oluşturduğunu’ düşünen Sibal, bu ülkelerin çoğunluğunun Batı Asya veya Orta Doğu bölgesinde yer aldığını belirtti. 

Etiyopya’nın Çin’in Afrika’daki nüfuzu açısından bir merkez olduğunu hatırlatan Sibal, Rusya’nın da desteğiyle Etiyopya’nın jeopolitik gerekçelerle üyeliğe davet edildiğini söyledi. 

“Afrika’da daha makul bir aday açıkça Nijerya olurdu. Ancak Nijerya üyelik başvurusunda bulunmadığını söylüyor” diyen Sibal, genişlemede herhangi bir Asya ülkesinin bulunmamasının da dikkat çekici bir unsur olduğu görüşünde:

“Bu genişlemede eksik olan diğer unsur ise Asya’dan herhangi bir ülkenin bulunmaması. Zirveye Endonezya katıldı ancak Endonezya dahil edilmedi. Endonezya cumhurbaşkanı, üyeliğin artıları ve eksileri üzerinde daha fazla düşünmek istedikleri için son dakikada adaylıklarını geri çektiklerini söyledi. Endonezya’nın dahil edilmemesinin nedenleri ne olursa olsun, gerçek şu ki Asya bu genişlemede eksik. Yani genişleme süreci henüz bitmedi.”

‘Hindistan’ın kesinlikle hiçbir çekincesi yok’

Sibal ayrıca, yeni ülkelerin katılımı konusunda ‘Hindistan’ın hiçbir çekincesi olmadığını’, çünkü ülkesinin bu ülkelerle zaten iyi ilişkilere sahip olduğunu söyledi:

“Hindistan’ın kesinlikle hiçbir çekincesi yok çünkü bu ülkelerden 5’iyle Hindistan’ın stratejik ortaklığı var. Bu ülkelerin liderlerinden 5’i Hindistan Cumhuriyet Bayramı kutlamalarımızın baş konukları oldu. Etiyopya’yla da çok uzun süredir devam eden bir ilişkimiz var, Afrika’da Hindistan’ın kredi limitlerinden en çok yararlanan ülkelerden biri.”

‘BRICS’in bazı dezavantajlara sahip olduğu bir gerçek’

Hindistan ve Çin arasındaki farklılıkların ittifaka yansımaları üzerine de konuşan Sibal, şunları söyledi:

“BRICS içindeki bölünmeler konusunda, Hindistan ve Çin arasındaki ciddi farklılıklar nedeniyle BRICS’in bazı dezavantajlara sahip olduğu bir gerçek. Öte yandan yaşanan genişlemeye baktığınızda artık birbirine zıt başka ülkelerimiz var. İran ve Suudi Arabistan var, zor ilişkileri olan Mısır ve İran var. Arjantin ve Brezilya Latin Amerika’da rakipler. 

Dolayısıyla BRICS’in üye devletler arasındaki bu farklılıklarla birlikte yaşamak zorunda kalacağını ve ikili farklılıkların ötesinde, daha demokratik ve eşitlikçi bir dünya düzeninin desteklenmesine ve gerçek çok kutupluluğa doğru ilerlemeye yardımcı olacak belirli genel uluslararası ilkeler üzerinde anlaşıp anlaşamayacaklarını görmek zorunda kalacağını düşünüyorum.”

‘Gelişmekte olan ülkeler, yaptırımlara katılmasalar bile ABD’nin karşısına düşmekten korkuyor’

Finansın silah olarak kullanılmasının ve doların uluslararası düzende nasıl etkili bir şekilde kullanıldığının altını çizen Sibal, “Doların, ülkeleri dış politika ve belirli ülkelerle ilişkiler konusunda Batı’nın emirlerine uymaya zorlamak için jeopolitik bir araç olarak nasıl çok etkili bir şekilde kullanıldığını gördük. Gelişmekte olan ülkeler ise, yaptırımların mantığına ve yaptırım politikasına katılmasalar bile ABD’nin karşısına düşmekten ve ABD finans sisteminin dışında kalmaktan çok korkuyor. Çünkü dünyanın en büyük ekonomisi olan Amerika Birleşik Devletleri’ne büyük ilgi duyuyorlar ve uluslararası ticaret hala para birimleriyle değil dolar üzerinden yapılıyor. Bu ülkeler Batı karşıtı olmayabilir, ancak uluslararası sistemde, diğer ülkelerin, uluslararası yönetişimde makul bir şekilde söz edebileceği bir değişiklik isteyeceklerdir. Ve eğer bu gündeme uymazsanız, yaptırım ya da ceza almanız söz konusu olmamalı” ifadelerini kullandı.

‘BM Güvenlik Konseyi’nde bile fikir birliği yok’

Ukrayna savaşı üzerinden Rusya’ya yönelik yaptırımlara değinen Sibal ayrıca, “Yaptırımlar için ABD’ye kim yaptırım uygulayacak? Dolayısıyla, söylediğim gibi uluslararası yönetişimin daha demokratik ve eşitlikçi olabilmesi için sistemde bir değişiklik yapılması gerekiyor. BM Güvenlik Konseyi’nde bile bir fikir birliği yok, BM Güvenlik Konseyi çalışmıyor. Artık BM Güvenlik Konseyi’ndeki tüm büyük güçler aynı zamanda G20’de de yer alıyor. Şimdi eğer Birleşmiş Milletler’de birlikte çalışamıyorlarsa, G20 gibi daha küçük bir forumda nasıl gerçekçi bir şekilde birlikte çalışabilirler? Aynı farklılık, aynı zorluklar, aynı çekişmeler, aynı yüzleşmeler G20’ye de sıçrayacak” dedi. 

‘Hindistan en iyisini yaptı, akıllıca düşündü’

Söz konusu uluslararası kriz başlıklarında Hindistan’ın konumunu da değerlendiren Sibal, şunları söyledi:

“Hindistan en iyisini yaptı, iyi ve çok akıllıca düşündü. İki tarafı bir araya getiremeyeceği, rekabetin, çatışmanın, husumetin sebeplerinin çok derin olduğu daha baştan anlaşılmıştı. Bu nedenle Hindistan haklı olarak Küresel Güney’in çıkar kaygılarına ve gündemine odaklanacağını söyledi. Bu nedenle G20 dışişleri bakanları toplantısı öncesinde Hindistan Küresel Güney liderlerini sanal bir konferansa davet etti ve Küresel Güney’in 125 lideri katıldı. Onların tüm tercihlerini, beklentilerini ve kaygılarını gerektiği gibi not ettik.

Bunları da G20’deki tartışma gündemimize yansıttık. Ayrıca felaket, altyapı, küresel sağlık sorunları, dijital ekonomi, kapsayıcı büyüme sorunları, kadınların güçlendirilmesi sorunları, özellikle ekonomilerin dijital dönüşümleri ve bunların gelişmekte olan ülkelerde daha da ileriye gitmesine nasıl yardımcı olabileceğine ilişkin kendi fikirlerimizden bazılarını ekledik.

Hindistan’ın masaya koyduğu endişelerini Küresel Güney, Brezilya ve Güney Afrika’nın takip edeceğini umuyoruz.

‘G20’nin yine de ABD ürünü olduğunu unutmayalım’

Bu şekilde G20’nin gündemini bir nebze de olsa dengelemeye çalışıyoruz. G20’nin yine de ABD ürünü olduğunu unutmayalım. Esasen 2008 mali krizinden sonra, içinde G7’nin de bulunduğu, Batı liderliğindeki bir grup vardı. Ekonomiyi tek başlarına yönetemedikleri için o dönemde dünya ekonomisi ve finansal istikrar kaygıları o kadar büyüktü ki, gelişmekte olan bazı ekonomileri katılmaya davet ettiler. Ama bu yine de Batı liderliğindeki bir grup. Ancak Hindistan’ın yapmaya çalıştığı şey, tartışmalarda yalnızca Batı’nın kaygıları ve gündemlerinin değil, aynı zamanda Güney’in kaygılarının ve beklentilerinin de hakim olduğu bir grup olarak onu daha dengeli hale getirmek.”

‘Çip konusunda hemen devrim niteliğinde bir değişim olmayacak’

ABD ile Çin arasında devam eden ‘çip savaşlarında’ Hindistan’ın konumunu da değerlendiren Sibal, ülkesinin tedarik zincirleri açısından ‘hemen devrim niteliğinde bir değişim olacağını düşünmediğini’ söyledi ve “Hindistan, Hindistan’da çip üretim kapasitesi oluşturmaya odaklanmış durumda. Hindistan’da çip üretimine yönelik herhangi bir projeye hükümetin %50 finansman katkıda bulunacağı PLI planı adı verilen bir sistemimiz var. Yani burası en büyük merkez. Ve bir veya iki Amerikan şirketi Hindistan’da bazı temel tesisler kurmaya karar verdi. Ucuz üretim için özel sektörde ortak girişim kurulabilir mi diye Tayvan ile görüşüyoruz. Bu konuda ilerlemenin yavaş olduğunu düşünüyorum ancak ABD’nin de kendi çip endüstrisini geliştirmek istediği açık. Çip eylemi ya da adı her neyse onlarda var. Çin’e olan bağımlılıklarını azaltmak istiyorlar. Belirli bir çip kategorisi için alternatif bir kaynak olarak Hindistan’a bir dereceye kadar yardım etmeye istekli olacaklardır. Ancak bu ancak orta ve uzun vadede başarabileceğimiz bir şey” ifadelerini kullandı.

Sibal, Manipur’da yaşanan din temelli çatışmaların aynı zamanda ‘kışkırtılan’ bir sorun olduğunu vurguladı ve ‘dış müdahalelerin güçlü bir Hindistan istemediğini’ belirterek bölgedeki çatışmalara dair şunları anlattı:

“Hindistan’da 1,4 milyar insan var. Manipur bir köşede, Hindistan’ın Myanmar sınırındaki küçük bir köşesi ve bildiğiniz gibi Myanmar’da çok fazla kargaşa var. Çeşitli kabileler ile merkezi hükümet ve ordu arasında bir çatışma var. Böylece Manipur’daki kabilelerle bağlantısı olan Myanmar’dan birçok kabileye rastladık. Bunun yanında, Manipur tepelerinde artık çok ciddi bir uyuşturucu sorunu var. Uyuşturucu Myanmar’dan geliyor ve hükümet bunu ortadan kaldırmaya çalıştı ve bu, uyuşturucu kaçakçılığı, haşhaş yetiştiriciliği ve diğer her şeyle uğraşan insanlara durumu istikrarsızlaştırmaya çalışma fırsatı verdi.

‘Çok zor ve karmaşık bir durum’

Bu, olup bitenlerle ilgili çok önemli bir faktör. İkincisi, Manipur’da, tepelerde, Hindistan’ın sömürgeleştirildiği dönemde bu insanlar Hıristiyanlaştırılmıştı. Dolayısıyla uyuşturucu kaçakçılığı ve diğer her şeyin etrafında yoğunlaşan çatışma artık bir bakıma Hıristiyan-Hindu meselesi haline geldi çünkü tepelerdeki kabileler düzlüklerdeki kabilelerle karşı karşıya geliyor. Ve bu iç çatışmanın bir parçası olarak tapınakların yakıldığı ve tabii ki kiliselerin de yakıldığı bir gerçek. Hindistan hükümeti durumu istikrara kavuşturmak için çok sayıda asker gönderdi. Çok zor ve karmaşık bir durum. 

Bütün bunlar ve dış müdahaleler, Hindistan’daki merkezi hükümeti zayıflatmak isteyen iç muhalefet güçleriyle birleşiyor. Güçlü bir Hindistan istemiyorlar, Hindistan’da güçlü bir liderlik istemiyorlar. Bu, Hindistan gibi eski sömürge ülkeleri Batı’nın direktiflerini takip etmesi gereken ülkeler olarak görenlerin gündemine pek uymuyor.”

Dış müdahaleler yoluyla toplumun istikrarsızlaştırılmasının hedeflendiğini savunan Sibal, bunun için Hindistan’da ‘verimli’ bir zemin olduğuna ve Batı’da buraya oynayan lobilerin rolüne dikkat çekti ve Hindistan’ın devletler düzeyinde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan gibi İslamcı ülkelerle çok iyi ilişkilere sahip olduğunu vurguladı.

Sibal, “Biz 1,4 milyar insanız. Bunlar her zaman Hindistan’ın bir köşesinde veya diğer köşesinde sorunlar olacak ve bu durum ilgili lobiler tarafından, sanki bu durum Hindistan’ın her yerinde oluyormuş gibi bir tablo sunmak için her zaman istismar edilecek, ki bu kesinlikle doğru değil” ifadelerini kullandı. 

‘Hükümet aracıları devre dışı bırakmak istedi’

Ülkedeki tarım reformu adımlarına dair de konuşan Sibal, tarımda reform yapılmasına kesinlikle ihtiyaç olduğunu belirterek, Modi hükümetinin tarım sektöründeki özelleştirme adımlarının ‘tarımın yabancılara verilmesi’ değil, mevcut durumdan fayda sağlayan aracıların devreden çıkarılması amacını taşıdığını söyledi:

“Hükümet bu aracıları devre dışı bırakmak istedi, dijital bir ekonomi haline geldiğimiz için ise çiftçiler kendilerini Hindistan’ın herhangi bir köşesine dijital olarak bağlayabiliyor. Yani hükümet, ellerindekini Hindistan’da en iyi fiyatı alabilecekleri yerde satmalarını söyledi. Ancak çok güçlü olan aracının çok fazla para gücü de var. Eyleme geçtiler ve bu ajitasyonu başlattılar. Hindistan’ın geri kalanının bu tarım reformlarıyla hiçbir sorunu yoktu. Pencap’ta pirinç ve buğday hükümet tarafından sabit fiyatlarla satın alınıyor. Bu insanlar için harika bir şey, çünkü hükümette garantili bir alıcıları var. Üreticiler herhangi bir doğal nedenden dolayı etkileniyorsa tazminat alıyor, devletten ürünleri için fiyat artışı talep etmeye devam ediyorlar.

Yani hükümetin yapmak istediği şey, onlara daha fazla para getirecek daha sofistike tarım ürünlerine yönelmeye zorlamaktı. Hindistan artık giderek daha fazla tüketim toplumu haline geldiğinden, yalnızca pirinç ve buğday üretmekten ziyade bu şeyler için de bir pazar var. Pirinç çok büyük miktarlarda su tüketiyor ve bunun Pencap’taki su seviyesi üzerinde ciddi etkileri oldu.”

‘Konu yurt dışındaki Hint karşıtı diaspora tarafından ele alındı’

Özetle, bu çok politik bir konu haline geldi ve daha sonra yurt dışındaki Hint karşıtı güçler tarafından ele alındı, özellikle de Pencaplı insanlardan oluşan büyük bir diasporanın bulunduğu Kanada, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nde. Ve böylece bunu teşvik etmeye, bunu sürdürmek için finanse etmeye başladılar. Bu insanlarla birkaç tur görüştükten sonra hükümet onların hiçbir yere gitmeyeceklerini hissettiğinde geri adım atmaya karar verdi çünkü Pencap, Pakistan sınırında çok hassas bir eyalet. Pakistan, Sih ayrılıkçılığını teşvik etmek için çok uzun zamandır Pencap’ta açık bir şekilde faaliyet yürütüyor. Böylece hükümet daha büyük güvenlik nedenleriyle reform tasarısını geri çekmeye karar verdi. Ancak bir aşamada bu reformların gelmesi gerekiyor.”

SÖYLEŞİ

“Alman sermayesinin mevcut çıkarları CDU-SPD koalisyonu ile örtüşüyor”

Yayınlanma

Yazar

Almanya’da uzun süredir sallanan SPD-Yeşiller-FDP koalisyon hükümeti (“trafik lambası”) çöktü. Çöküş, FDP’nin bütçe ve anayasal borç freni üzerine koalisyon ortaklarına bayrak açmasıyla başlamış görünüyor. Fakat Alman ekonomisinin Ukrayna savaşı ve Rusya karşıtı yaptırımların öncesinde başlayan sorunları yüksek enflasyon, enerji maliyetleri ve Çin’deki ihracat pazarındaki gerileme ile birleşince Avrupa’nın en büyük ekonomisi bir kez daha “hasta adam” olarak nitelenmeye başlandı.

Almanya’da günlük olarak yayınına devam eden sol gazete Junge Welt’in yayın kurulu üyesi Arnold Schölzel, Almanya’nın büyümesinin, Ukrayna savaşının ve sosyal harcamaların aynı anda finanse edilmesinin sonuna gelindiğini, FDP’nin keskin sosyal kesinti talebinin aslında bir sonraki federal hükümetin de programı olduğunu savunuyor.

Anayasal borç freni söz konusu olduğunda bu frenin gevşetilmesine karşı çıkar görünen CDU/CSU’nun, olası bir yeni hükümette bundan geri adım atmaya hazırlandığına işaret eden Schölzel, burada hâlâ partiler arasında nüanslar olduğunu ve bunun önümüzdeki seçim kampanyasının konularından biri olacağını düşünüyor.

Alman sermayesinin Doğu Avrupa ve Ukrayna’da çıkarları bulunduğunu kaydeden gazeteci, özellikle Doğu Avrupa’nın Alman sanayisi için bir “ucuz işgücü rezervi” olduğunu hatırlatıyor ve sermayenin savaş yanlısı politikaları desteklediğinin altını çiziyor. Dolayısıyla, Alman ekonomisinin bundan sonra toplumun militarizasyonu ile birlikte ilerlemesi kuvvetle muhtemel.

Almanya için Alternatif’i (AfD) “CDU/CSU’nun devamı” olarak gören Schölzel, Alman sermayesinin çıkarlarının bir CDU-SPD koalisyonunda yattığını düşündüğünü belirtiyor.

‘FDP BİR SONRAKİ HÜKÜMETİN PROGRAMINI İLAN ETTİ’

Anlaşıldığı üzere, Almanya’daki trafik ışığı koalisyonunun çöküşü aslında çok gecikmişti. Ukrayna savaşı ve Rusya karşıtı yaptırımların “icat ettiği” ekonomik kriz ve bu yılki Avrupa Parlamentosu ve Doğu Almanya eyalet seçimlerindeki yenilgiler, hükümetin zamanının geldiğini göstermişti. Çöküş sadece FDP ile SPD-Yeşiller arasındaki ekonomik program farklılığından mı kaynaklanıyor? Parlamentodaki partiler Almanya’daki ekonomik ve siyasi krize yönelik çözüm önerilerinde ne kadar farklılar?

Bu hükümet başından beri bir savaş hükümetiydi. ABD’nin Ukrayna’daki vekalet savaşına önemli mali kaynaklarla katıldı ve Rusya’ya karşı iktisadi bir savaş yürüttü; bu Rusya için değil ama Alman sanayii için yıkıcı sonuçlar doğurdu. Kuzey Akım 2 Baltık Denizi boru hattının muhtemelen ABD hükümeti tarafından havaya uçurulmasını kabul etti. Sonuç olarak Alman ekonomisi iki yıldır durgunluk içinde ve sanayileşmiş ülkeler arasında büyüme açısından listenin en sonunda yer alıyor. Bu durum devlet bütçesinin sınırlarını zorladı. Büyüme dürtülerinin, savaşın ve sosyal yardımların aynı anda finanse edilmesi artık mümkün değil. FDP keskin sosyal kesintiler istedi. Bunu yaparken de bir sonraki federal hükümetin politikalarını ilan ediyordu.

‘DOĞU AVRUPA ÜLKELERİ ALMAN SANAYİSİ İÇİN UCUZ İŞGÜCÜ REZERVİ’

Şansölye Scholz ve hükümetine Alman iş dünyasından gelen tepkiler de dikkat çekici. Başta sanayiciler olmak üzere sermayenin tüm sözcüleri CDU/CSU’nun yanında yer alıyor ve Donald Trump’ın dönüşünü ve Ukrayna Savaşı’nı gerekçe göstererek derhal seçimlere gidilmesini talep ediyor. Ancak konu anayasal borç freni tartışmasına geldiğinde, birlik yok gibi görünüyor. Borç freni gerçekten bu kadar önemli mi? Ukrayna’yı desteklemek, Trump’ın olası gümrük vergilerine karşı mücadele etmek ve aynı zamanda Alman ulusal borcunu azaltmak mümkün mü?

Alman sermayesi Scholz’un savaş rotasıyla hemfikirdi ve şimdi de hemfikir. Rusya ile iktisadi bağları keskin bir şekilde azalttı ve daha temkinli de olsa Çin’e karşı düşmanca bir politikayı destekliyor. Hem sanayi hem de CDU/CSU şimdi borç freninde reform yapmaya istekli olduklarını açıkladılar. Sanayi için sübvansiyonlar ve Ukrayna’ya silah sevkiyatı talep ediyorlar. Alman ekonomisinin tüm Doğu Avrupa’da olduğu gibi burada [Ukrayna] da uzun vadeli çıkarları var. Doğu Avrupa ülkeleri Alman sanayisi için bir tezgah ve ucuz işgücü için bir rezerv görevi görüyor. Alman sanayisi burayı Almanya’nın arka bahçesi olarak görüyor. Sosyal kesintilerin ne kadar derin olması gerektiği konusunda hâlâ farklılıklar var. Bu konu muhtemelen seçim kampanyasının odak noktası olacaktır.

Alman devleti ekonomik yeniden yapılanma programı ile devletin, ekonominin ve toplumun militarizasyonunu bir ve aynı şey olarak mı görüyor? Yeni askerlik yasası, zorunlu askerlik tartışmaları ve Bundeswehr’in modernizasyonu krizden çıkış yolu olarak propaganda ediliyor gibi görünüyor. Parlamentonun Silahlı Kuvvetlerden Sorumlu Üyesi Eva Högl geçtiğimiz yaz yaptığı açıklamada gençlerin Bundeswehr’de “yapıyı, yoldaşlığı ve görev bilincini” öğrendiklerini, “tüm bu niteliklerden ekonominin de yararlandığını” söyledi. Ekonomiyi militarize edecek bir planla mı karşı karşıyayız?

Evet, iktidardakiler toplumun bir bütün olarak militarize edilmesinden yanalar. Bunu oldukça açık bir şekilde söylüyorlar: Bundeswehr okullarda reklam yapmalı; Bavyera’da bunun için yeni bir yasa var. Sağlık sistemi çok sayıda yaralıyı tedavi etmek için hazırlanıyor. Alman Savaş Bakanı Boris Pistorius (SPD) bunu “savaş kabiliyeti” terimiyle özetledi. Bunun dört ila beş yıl içinde yaratılması gerekecek çünkü Rusya o zaman muhtemelen NATO’ya saldıracak. Genel olarak bu, her şeyden önce sivil hakların kısıtlandığı devletin gerici-militarist bir yeniden yapılandırılmasıdır.

‘ALMANYA’DA FAŞİZM UKRAYNA SAVAŞI İLE REHABİLİTE EDİLDİ’

İsrail’in Gazze’ye saldırısı söz konusu olduğunda AfD ve Yeşiller aynı parlamento tasarısını destekliyor. Benzer şekilde, “düzensiz göçle mücadele” söz konusu olduğunda CDU/CSU neredeyse AfD ile eşleşiyor. Tüm partiler AfD ile işbirliği yapmayı reddetse de, AfD politikalarının Alman siyasetinde “ana akım” haline geldiğini söylemek mümkün mü? Her halükarda AfD’nin Almanya’nın geleceğinde bir rol oynaması muhtemel görünüyor.

AfD, CDU/CSU siyasetinin bir devamı. Aradaki fark: Parti içinde açık faşistlere izin veriyor. CDU ve CSU 40 yıldır göçmenlere ve sığınmacılara karşı ırkçı kışkırtmalar yoluyla mücadele ediyor. AfD bunu devraldı ve genişletti: ırkçılığı artırdı ve bilinçli olarak şiddeti teşvik etti. AfD, Müslümanlara yönelik baskı ve cinayetler nedeniyle her zaman İsrail’in yanında yer almıştır. Bu durum Gazze’deki mevcut soykırımla birlikte daha da artmıştır. Yeşiller bugün en kavgacı Alman partisidir. Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı ırkçı klişeler kullanıyorlar ve Netanyahu hükümetinin ırkçı tutumuna tamamen katılıyorlar. Yeşiller, İsrail’in politikalarına yönelik her türlü eleştiriyi antisemitizm olarak suçluyor ve bunda da başarılı oluyor. AfD’deki faşistler nedeniyle, federal düzeydeki diğer partiler arasında AfD ile çalışma konusunda hâlâ çekinceler var. Eyalet düzeyinde durum farklı; işbirliği belediyelerde işe yarıyor. Almanya’da faşizm, özellikle Ukrayna’daki savaşla birlikte rehabilite edildiğinden, AfD’nin birkaç yıl içinde federal düzeyde de kabul görmesi mümkün olabilir. Rusya ile barış için çaba gösteriyormuş gibi davrandığı sürece bu pek olası değil.

‘ALMAN EMPERYALİZMİ İÇİN DAHA FAZLA BAĞIMSIZLIĞIN KOŞULLARI YARATILIYOR’

Yukarıdaki soruyla da ilişkilendirilebilir: Egemen sınıfın içinden yükselen sesler arasında “güçlü ve kararlı bir hükümet” çığlığı önemli bir yer tutuyor. Anketler olası bir federal erken seçimde CDU/CSU’nun birinci parti olacağını gösteriyor. CDU/CSU tek başına bu “güçlü ve istikrarlı hükümet” talebini karşılayabilir mi? Alman siyaseti “siyaset dışı” aktörlere ya da kurumlara yönelmek zorunda kalacak mı?

Bir sonraki federal seçimin tarihi CDU/CSU ve SPD arasında müzakere edildi. Bu semptomatik bir durum: tüm retoriğe rağmen iletişim halindeler. Şu anki duruma göre ancak her iki partinin koalisyonu bir sonraki hükümeti kurabilir. Bence bu aynı zamanda Alman sermayesinin mevcut çıkarlarıyla da örtüşüyor. Egemen sınıf henüz içeride otoriter bir rejime kararlı değil, fakat bunun koşullarını hazırlıyor. Dış politika açısından ise henüz ABD’den kopamıyor ama AB’de ve belki de NATO’da daha güçlü bir liderlik rolü için çabalıyor. Bu aynı zamanda Alman emperyalizmi için gelecekte daha fazla bağımsızlığın koşullarını yaratmaktadır.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Türk dünyası ekonomik entegrasyona hazırlanıyor’

Yayınlanma

Türk dünyasının ilk uluslararası finans kurumu Türk Yatırım Fonu, 1 Ocak 2025’te politika belgesini açıklamaya hazırlanıyor. Türk Yatırım Fonu Başkanı Büyükelçi Baghdad Amreyev’e merak edilenleri sorduk.

Finansal uluslararası işbirliği kurumu olarak oldukça yenisiniz. Ve ilk Yönetim Kurulu toplantınızı mayıs ayında yaptınız. O toplantının sonuçları ve toplantıda tartışılan stratejilerin ve kararların uygulanması için oluşturulan yol haritası hakkında bilgi verir misiniz?

Bildiğiniz gibi, Türk Yatırım Fonu’nun kurulması kararı, Türk dünyasının liderleri tarafından 2022’de Semerkant’taki zirvede alındı. Kasım 2022’de, Türk dünyasının ilk finansal mekanizması ve kurumu olan Türk Yatırım Fonu’nun kurulması için özel bir anlaşma imzalandı. Orada ben de kurucu başkan olarak atandım.

Daha sonra kuruluş anlaşmasını hazırlamaya başladık ve çok kısa bir sürede anlaşmayı ortaya çıkardık. 16 Mart 2023’te, Ankara’da Türk dünyası liderlerinin olağanüstü zirvesinde, ülkelerimizin maliye ve ekonomi bakanları, liderlerimizin huzurunda bu kuruluş anlaşmasını imzaladılar. Gerçekten tarihi bir andı.

2023 yılı sonunda parlamentolarımızda onay süreci tamamlandı ve anlaşmaya göre Fon 24 Şubat 2024’te resmen yürürlüğe girdi. Bu, bizim Fonun “doğum günü” olarak kabul ettiğimiz gündür.

O tarihten bu yana çok sayıda organizasyon tamamlandı. 18 Mayıs’ta Türk Yatırım Fonu Başkanı olarak Fonun en yüksek yönetim organı olan Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısını düzenledim.

Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da o toplantıya katıldı, değil mi?

Evet, Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz da bu toplantıya katıldı ve toplantıya başkanlık etti. Bizim için büyük bir onurdu.

Toplantı oldukça başarılı geçti ve Guvernörler, Fonun kurumsallaşmasının tamamlanması da dahil olmak üzere birkaç önemli karar aldılar. Ayrıca Yönetim Kurulu’nu kurdular ve onlara temel prosedür belgelerini ve diğer gerekli eylemleri hazırlamaları için talimat verdiler. O zamandan beri, Haziran ve Ağustos aylarında, iki toplantı düzenledim ve bu toplantılarda Fonun operasyonel faaliyetlerinin başlaması için önemli kararlar aldık. Operasyonel yapının oluşturulması ve yatırım politikasının hazırlanması devam eden süreçler arasında

Yatırım politikası belgemiz hala taslak aşamasında.

Yatırım politikası hazırlanması hala devam ediyor yani.

Evet, hala devam ediyor. Bu, Fonun önceliklerini ana hatlarıyla belirleyeceği, hangi projelere odaklanacağımızı ve rolümüzün ne olacağını belirteceği için önemli bir belge.

Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısında Azerbaycan’dan Sayın Ramil Babayev, Fonun operasyonlarını yönetmekten sorumlu Türk Yatırım Fonu Genel Müdürü olarak atandı.

Yatırım politikası kesinleştirildiğinde ve yönetim yapısı tamamen yerleştiğinde, operasyonel faaliyetlere başlamaya hazır olacağız. 

Politika hazırlıklarınızın hala devam ettiğini anlıyorum, ancak Türk Yatırım Fonu’nun hangi temel sektörleri veya endüstrileri destekleyeceği konusunda bize bir fikir verebilir misiniz? 

Evet, önceliklerimiz oldukça açık ve bunlardan birçok kez bahsettim. Her şeyden önce, Türk Yatırım Fonu’nun birden fazla amaca hizmet ettiğini belirtmek önemli. Sadece kendi ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmemiz gerekseydi, yeni bir fon kurmaya gerek kalmazdı. Bunun için zaten çok sayıda fon ve bankamız var.

Ancak, Türk Yatırım Fonu sadece ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmek için değil, aynı zamanda uluslarımızın ekonomik entegrasyonuna katkıda bulunmak için kuruldu. Fonun temel odak noktası, ülkelerimiz arasındaki entegrasyonu ve işbirliğini teşvik eden ortak projeleri finanse etmek olacak. Bu, Türk dünyasının birliği ve ekonomik gücü için hayati önem taşıyor.

Türk dünyası için ekonomik entegrasyon kavramını biraz açabilir misiniz?

Herhangi bir siyasi veya ekonomik bloğun nihai amaçları vardır. Amacımız, Türk dünyasına hizmet etme potansiyelini birleştirmek için ekonomilerimizi bir araya getirmek. Ekonomik entegrasyon, ekonomilerimizi güçlendirmek ve ekonomik potansiyelimizi birleştirmek için birlikte çalışmak anlamına geliyor. Biz yedi ülkeyiz. Ticareti teşvik ederek, yatırımları kolaylaştırarak ve altyapı, enerji ve ulaşım gibi alanlarda ortak girişimleri destekleyerek daha güçlü ve daha birleşik bir Türk dünyası inşa etmeyi amaçlıyoruz.

“Ekonomik entegrasyon” derken tam olarak neyi kastediyorsunuz? Bu entegrasyonun bir parçası olarak ortak bir Türk para birimi veya finans altyapısından mı bahsediyorsunuz?

Ekonomik entegrasyon, en azından başlangıçta, tek bir para birimi veya birleşik bir altyapıya sahip olmak anlamına gelmez. Daha çok, özellikle enerji, ulaştırma ve KOBİ’ler gibi kilit sektörlerde, ortak projeler aracılığıyla birbirimizin ekonomilerine daha derin bir şekilde dahil olmakla ilgili.

Amacımız, Avrupa Birliği veya diğer bölgesel gruplar gibi ortak hedefler doğrultusunda çalışabilen ekonomik ve politik bir blok oluşturmak. Birbirimizin ekonomilerini desteklemeli ve tüm ülkelerimize fayda sağlayacak ortak projeler üzerinde işbirliği yapmalıyız. Bu, Türk dünyasının birliği için önemli bir koşuldur.

Fon’un Türk dünyasının eksik parçası olduğunu anlıyorum. Şimdi, bu boşluğu doldurdunuz mu?

 Türk birliği halen çok taze. Türk Devletleri Teşkilatı ve diğer ilgili işbirliği örgütleri sadece 10-15 yıl önce kuruldu. Çok kısa bir süre. Elbette zamana ihtiyacımız var. Türk Yatırım Fonu’nun bu süreci hızlandıracağından eminim.

Ekonomilerimizi daha rekabetçi ve dayanıklı hale getirmek için birlikte çalışmamız gerekiyor. Zamanla Türk Yatırım Fonu, Türk dünyasında ekonomik entegrasyonu teşvik etmek için birincil finansal araç olmayı hedefliyor.

Fonun temel önceliklerinden biri, ülkelerimize yabancı yatırım çekmektir. Bunu yapmanın iki yolu vardır: Birincisi, ulusal projeleri destekleyerek ve yabancı ortakları katılmaya teşvik etmek ikincisi ise Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Asya Kalkınma Bankası ve İslam Kalkınma Bankası gibi diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği yapmak.

Elbette, büyük projeler için kendimizi finanse edemiyoruz ancak bu finans kuruluşları projelerimize katkıda bulunmak için çok istekli.

Büyükelçi Amreyev, hem kurumlar hem de ülkeler açısından Asya’daki diğer güçlere ilişkin olumlu bir işbirliği perspektifine sahip olduğunuzu anlıyorum. Ancak aynı zamanda, bu bir tür jeopolitik zorluğu da beraberinde getiriyor. Çin, Rusya, diğer bazı komşu Avrupa ülkeleri… Türk Yatırım Fonu bu jeopolitik zorluklarla nasıl başa çıkacak? Bunu takiben, bir başka soru şu olabilir: Eğer küresel bir güç olarak yükselen Türk bloğundan söz ediyorsak ve Türk Yatırım Fonu finans sektöründe aktif bir oyuncu olmak istiyorsa, bu gerçekler göz önüne alındığında stratejinizi nasıl sürdüreceksiniz?

Yatırım fonu bir siyasi örgüt değil, bir finans kuruluşudur. Bu nedenle Türk Yatırım Fonu, günümüzün sorunlu dünyasının jeopolitik rekabetine veya zorluklarına dahil olmak durumunda değil. Evet, küresel toplumun karşı karşıya olduğu dramatik zorlukları kabul ediyoruz, ancak bunlarla başa çıkmak politikacıların işidir. Finansörler olarak rolümüz rekabetten ziyade işbirliğine katkıda bulunmaktır. İşbirliğine odaklanarak, bu küresel zorlukların bazılarını hafifletmeye ve uluslararası rekabetin yoğunluğunu azaltmaya yardımcı olabiliriz.

Bu nedenle olumlu bir rolümüz var, diğer ekonomik ve finansal kurumlarla birlikte çalışıyoruz. Yapıcı işbirliği ve ortak projeler aracılığıyla, karmaşık dünyamızdaki işbirlikçi çabaları desteklemeyi ve teşvik etmeyi amaçlıyoruz.

Öte yandan, küreselleşmenin dünya çapında rekabeti önemli ölçüde artırdığını da kabul ediyoruz. Sonuç olarak, ülkelerimiz yatırım çekmede zorluklarla karşı karşıya. Bu rekabet gerçek ve hedefimiz, ülkelerimizin bu zorlukların üstesinden gelmelerine ve daha rekabetçi olmalarına yardımcı olmak. Ekonomilerimizin büyümesini başarıyla destekleyerek, uluslarımızın rekabet gücünü artırmada önemli bir rol oynayabiliriz. Şu anda altı ülke Türk Yatırım Fonu’nun tam üyesidir: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Macaristan. Ayrıca Türkmenistan’ın yakında yedinci tam üye olarak katılmasını bekliyoruz. Ayrıca, Türk Yatırım Fonu üye olmayan kuruluşlarla işbirliğine açık. Kuruluş anlaşmamız, gerekli koşulları karşılamaları ve şartları kabul etmeleri halinde diğer ülkelerin de katılmasına olanak tanıyor. Bu, dış ortaklarla da yapıcı işbirliğine imkan sağlıyor.

Uluslararası finans kuruluşlarıyla ilgili olarak, hepsiyle çalışmaya açığız. Zaten müzakerelerdeyiz ve çeşitli finans kuruluşlarının bizimle işbirliği yapma konusunda artan bir ilgi gösterdiğini gözlemliyoruz. Büyük finans fonları, bankalar ve kuruluşlarla çalışarak, üye ülkelerimiz içinde önemli kalkınma ve altyapı projelerine katılabiliriz.

Bu büyük finans kuruluşları işbirliğine olan ihtiyacı kabul ediyorsunuz ve bu da büyük altyapı projelerine önemli yatırımlar yapılacağı anlamına geliyor. Örneğin, özellikle Rusya-Ukrayna savaşı ışığında, Kazakistan ve Türkmenistan’da enerji altyapısını genişletmeye yönelik artan bir ilgi var ve bu da Türk dünyasının Avrupa için önemini artırıyor. Avrupa Birliği’nin Türk bölgesindeki enerji projelerine milyarlarca avro yatırım yapmayı planladığını biliyoruz. Projeler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Büyük altyapı projeleri maliyetlidir ve birden fazla finans kuruluşunun katılımını gerektirir. Bahsettiğim gibi, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ve birkaç Asya bankası bu tür bir işbirliğinin kurulması konusunda istekli. Finanse edilecek özellikle enerji sektöründe olmak üzere halihazırda boru hattında birkaç projemiz var. Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan petrol ve gaz üreticisi olsa da, şu anda bu kaynakları verimli bir şekilde taşımak için boru hatları ve elektrik hatları gibi daha fazla sınır ötesi enerji altyapısına ihtiyacımız var.

Ulaşım ağının inşası sadece üretim için değil, aynı zamanda tüketiciler için de önemli. Bu nedenle diğer uluslararası finans kuruluşlarından giderek artan bir ilgi görüyoruz. Ulusal hükümetlerimizin planları var ve Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’ın Türkmenistan’dan Azerbaycan, Türkiye ve Avrupa’ya gaz boru hatları inşa etme girişimlerinde yer aldığını biliyorum. Ülkelerimiz ve Avrupalı ortaklarımız bu projelere büyük ilgi gösteriyor.

Türk dünyasında başka enerji projeleri de var. Örneğin, Kırgızistan’da Özbekistan ve Kazakistan’a hizmet edecek bir enerji santrali inşa etme konusunda büyük planlar var. Bu devasa altyapı projeleri halihazırda çeşitli finans kuruluşları tarafından inceleniyor ve işbirliği yapılabilecek çok sayıda alan var. Elbette, hükümetlerimizle yakından çalışıyoruz, önceliklerini, planlarını ve programlarını izliyoruz. Ayrıca, ulusal hükümetler tarafından ve zirvelerimizde ve hükümetler arası komisyonlarda alınan kararları da dikkate alarak, paydaşlarımız olan üye devletlerimizin öncelikleriyle uyumlu olduğumuzdan emin oluyoruz.

Macaristan’ın, özellikle AB başkanlığı sırasında, katkılarından dolayı Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) tarafından çok takdir edildiğini biliyoruz. Macaristan’ın Avrupa ve Türk dünyasını birbirine bağlamadaki rolü çok önemli kabul ediliyor. Aynı zamanda Macaristan, Türk Yatırım Fonu’na önemli miktarda parasal katkıda bulunduğunu resmen açıkladı. Bu konuda daha fazla bilgi paylaşır mısınız?

Evet, bu bir sır değil. Fon başlangıçta beş üye ülke tarafından kuruldu ve ardından Macaristan eşit payla katıldı. Her ülke 100 milyon dolar katkıda bulundu ve fonun başlangıç ​​sermayesi 600 milyon dolar oldu. Daha önce de belirttiğim gibi, bu başlangıç ​​sermayesi önümüzdeki yıllarda fonu diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği için daha rekabetçi ve çekici hale getirmek için önemli ölçüde artırılacak.

Fondaki paylar her zaman eşit olarak kalacak mı?

Şart değil. Başlangıç ​​sermayesine eşit paylarla katkıda bulunuldu, ancak ek sermaye daha sonra kararlaştırılabilir ve şüphesiz aynı dağılımı takip etmeyecektir. Macaristan’a gelince, diğer üyelerle aynı payla tam üye olarak katıldı. Macaristan’ın 2018’de Türk Devletleri Örgütü’ne katılmasından bu yana Türk işbirliğinde çok yapıcı bir rol oynadığını söylemeliyim. Macaristan, diğer TDT üye devletleriyle birlikte tüm işbirliği mekanizmalarına aktif olarak katılıyor. Yakın zamanda, Macaristan’ın fona katılımını kesinleştirdiğimiz ve onları tam üye yaptığımız Budapeşte’deydim. Macaristan, Türk dünyasını Avrupa’ya ve Avrupa Birliği ile Türk Devletleri Teşkilatı arasında bağlamada gerçekten vazgeçilmez bir rol oynuyor. Macaristan’ın rolünü takdir ediyoruz ve gelecekte büyümeye devam edeceğine, yalnızca Türk dünyasının entegrasyonuna değil, aynı zamanda AB ile daha yakın işbirliği yoluyla küresel entegrasyonuna da katkıda bulunacağına inanıyorum.

Fona katkıları açıklığa kavuşturmak için soruyorum, her ülke ne kadar ödeyecek? Örneğin, Türkiye’de, Türkiye’nin Kazakistan ve Türkmenistan’daki enerji altyapısı ve boru hatları gibi projeler için devlet fonu sağlayıp sağlamadığı tartışılıyor. İnsanlar, başka ülkelerdeki projeler için hazineden ne kadar rakam ödeneceğini merak ediyor.

Herhangi bir uluslararası finans kuruluşunda olduğu gibi, proje finansmanı ve önceliklendirmeyle ilgili tüm kararlar Yönetim Kurulu tarafından verilecek. Her ülkenin çıkarları ve katkıları dikkate alınacak ve burada “kaybeden” olmayacak, sadece “kazanan” olacak. 

Bu önemli röportaj için çok teşekkür ederim, Sayın Büyükelçi. Hala birçok sürecin devam ettiği anlaşılıyor, ancak şimdilik bize bir manşet verebilir misiniz? Yakın gelecekte dünyanın hangi bölgesinin Türk Yatırım Fonuyla büyük ölçekli projelerde işbirliği yapma olasılığı en yüksek? Avrupa, Asya, Rusya veya Körfez ülkeleri mi olacak? Türk Yatırım Fonu işbirliklerinde en büyük sürpriz ne olacak?

Öncelikle Türk Yatırım Fonu yeni kurulmuş bir finans kuruluşudur ve 1 Ocak 2025’te operasyonel faaliyetlerimize başlayacağız. Avrupa, Asya, İslam dünyası ve Arap dünyasındaki finans kuruluşlarıyla yakın temas ve müzakereler içindeyiz. Onlar tarafından güçlü bir ilgi görüyoruz ve onlarla ilişkilerimizi geliştirmek için eşit derecede istekliyiz.

Bence en büyük sürpriz, üye devletlerimiz içinde Türk bölgesinde elde edeceğimiz başarı olacak. Ülkelerimizin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmaya ve ortak projeler üzerinde birlikte çalışan girişimcileri desteklemeye ciddi şekilde kararlıyız. Onları desteklemek ve Türk ülkeleri ve şirketleri arasında daha fazla ortak girişim teşvik etmek için buradayız.

Söylediğim gibi, nihai hedef, daha birleşmiş bir Türk dünyasının temeli olacak Türk ülkeleri arasında daha fazla ekonomik entegrasyona katkıda bulunmaktır. Bu bizim temel amacımız.

Büyükelçi Bağdat Amreyev, bu diplomatik röportaj için teşekkür ediyorum. Türk Yatırım Fonu’nun politikaları, yatırımları ve projeleri resmi olarak başlatıldığında 1 Ocak’tan sonra daha fazlasını duymayı dört gözle bekliyoruz.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 3: Üye ülkelerin karşı karşıya olduğu zorluklar neler?

Yayınlanma

Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Cumhuriyeti’nin Başkenti Kazan’da gerçekleştirilen BRICS Zirvesi’nin yankıları devam ederken; gündemle ilgili soruları BRICS & Şanghay İşbirliği Örgütü İnovatif Diplomasi Merkezi Direktörü Dr. Nina Ladıgina-Glazunova’ya sorduk.

İlber Vasfi Sel: Nina Hanım, Kazan’daki zirveye siz de katılım sağladınız. Zaten direktörü olduğunuz kurumda “Bricsolog” olarak çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin için zirve hem sembolik hem de pratik açıdan önemli görülüyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Bu zirvenin Rusya için önemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu zirve Rusya’nın küresel ajandasını nasıl etkiler? Ek olarak; BRICS içerisinde rekabet halinde olan ülkeler de var. Üye ülkeler arasındaki rekabet ve çatışmaları değerlendirdiğinizde BRICS’in çeşitli alanlardaki işbirliğini derinleştirme hedefini nasıl görüyorsunuz?

Nina Ladıgina-Glazunova: Kazan’da yapılan BRICS Zirvesi’nin Rusya açısından önemi, esas olarak Batı’nın Rusya’yı tecrit etme politikasının tamamen başarısızlığa uğramasında ve genel gerginliklere rağmen Rusya’nın dünya sahnesindeki öneminin devam ettiğinin kabul edilmesinde yatmaktadır. Kazan’daki BRICS Zirvesi’nin yüzyılın olayı haline geldiğini; Azerbaycan, Ermenistan, Bahreyn, Bangladeş, Belarus, Bolivya, Kongo, Küba, Endonezya, Kazakistan, Kırgızistan, Laos, Malezya, Moritanya, Moğolistan, Nikaragua, Filistin, Sırbistan, Sri Lanka, Tacikistan, Tayland, Türkiye, Türkmenistan, Özbekistan, Venezuela, Vietnam ve Sırp Cumhuriyeti’nden (Bosna-Hersek’e bağlı bir birim) oluşan heyet başkanlarını bir araya getirdiğini görüyoruz. Bunlardan 23’ü devlet başkanları düzeyinde, sadece BRICS üye ülkelerinden (Rusya, Brezilya, BAE, Çin, Mısır, Etiyopya, Hindistan, İran, Güney Afrika ve davetli ülke olarak Suudi Arabistan) değil, aynı zamanda zirveye büyük ilgi gösteren Küresel Güney ülkeleriyle birlikte Birleşmiş Milletler (Genel Sekreter – Antonio Guterres), Avrasya Ekonomik Komisyonu (Yönetim Kurulu Başkanı – Bakıtcan Abdirulı Sağıntayev), Birleşmiş Devletler Topluluğu (Genel Sekreter – Sergey Lebedev), Rusya ve Belarus Birliği Devleti (Devlet Sekreteri – Dmitriy Mezentsev), Şanghay İşbirliği Örgütü (Genel Sekreter – Zhang Ming) ve Yeni Kalkınma Bankası BRICS (Banka Başkanı – Dilma Rousseff) gibi beş uluslararası örgütün başkanları da vardı.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 1: Bağımsız BRICS ödeme sistemi başarıya ulaşabilir mi?

23 Ekim’de heyetler ve BRICS ülkelerinin delegasyon başkanlarının toplantılarının ardından yayınlanan bildiride, BRICS’in kurumsal gelişimini teşvik etme yolu mutabakatla kabul edildi ve tarihte ilk kez, birliğe dahil olan ülkeler bildirgenin ilk paragrafında listelenmiyor.

Bu ne anlama geliyor?

Bunun başlıca nedeninin, bu yıl çoğu formatta eşit düzeyde yer almasına rağmen, hala tam üye statüsünü kabul etme sürecinde olan Suudi Arabistan’ın belirsiz statüsü olduğu varsayılabilir. Bu da yüksek ve uzmanlaşmış bir düzeyde temsil anlamına geliyordu. Ayrıca yazılı, görsel ve sosyal medyada sahte haber tehlikesine ve ülkelerimiz hakkında doğrulanmış bilgilerin yayılmasına da özel dikkat gösterildi.

Zirve ve tüm horizontal formatlar yelpazesi sayesinde Rusya, BRICS’teki başkanlığı sırasında yeni pazarlara girme yeteneklerini genişletebildi, bu kesinlikle olumlu bir andır ve ülke en başından, kurulduğu andan itibaren, bu yönelime bağlı kalmalı ve yalnızca Batı ülkelerine ana yönelim olarak bakmamalıydı. Şimdi yapbozu bir araya getirmek gibi düşünürsek; ekonomiyi çeşitlendirme ve yalnızca yurtdışından gelen bileşenlere odaklanan üretimden uzaklaşma süreci başlatıldı ve yabancı bileşen üreticilerinin üzerimizdeki nüfuzu giderek azaldı. Rusya, kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzalamak konusunda İran ile anlaştı.

Bugün emin bir şekilde söyleyebiliriz ki en güçlü BRICS ülkeleri; Rusya, Çin, Hindistan ve İran’dır. Yani, tek kutuplu Batı dünyasının antipodu haline gelen ülkeler… Parametrelerinde G7’yi aşan küresel bir ülkeler birliğinden bahsedebiliriz ve bu gezegenimizin ekonomik geleceğiyle ilgilidir. Ortak hedeflerine ve çok kutuplu bir dünyaya odaklanmalarına ve kendi kimliklerini korumalarına rağmen; BRICS ülkeleri, özellikle komşularıyla çeşitli rekabet biçimleri ve toprak zorluklarıyla karşı karşıyadır.

Her ikisi de büyük gelişmekte olan ekonomiler olan Çin ve Hindistan, küresel pazarlarda ve gelişmekte olan ülkelerde nüfuz için rekabet ediyor ve birbirleriyle toprak anlaşmazlıkları var. Rusya ve Güney Afrika arasında jeopolitik gerginlikler Özel Askeri Operasyonun başlangıcından bu yana ortaya çıkmıştır. Rusya ve Çin her alanda yakın ortaklardır, ancak her iki ülkenin bireysel siyasi gündemlerinde, Kazakistan gibi Orta Asya ülkeleri gibi, çatışabilecekleri alanlar vardır. Aynı zamanda Hindistan ve Çin, Rusya’nın diplomatik çabalarının da yardımıyla uzun süredir devam eden sınır sorunlarını çözmede ilerleme kaydettiklerini duyurdular ve bu zirvede önemli bir başarıydı.

BRICS ülkeleri ve gelecekteki ortakları, Filistin’e desteklerini ilan ederken; dünyanın dört bir yanındaki yaklaşık iki milyar Müslüman Kazan’daki olayları izledi. Zirve sırasında, birçok delegasyon başkanı Filistin’e, Orta Doğu’ya, hızlıca barışçıl şekilde bir arada yaşamayı ve BM sözleşmelerine uyumu gerektiren çok hassas ve kırılgan bir bölge olarak büyük vurgu yaptı. Bu doğrultuda zirvede Filistin meselesinin dünya Müslüman toplumu için önemini vurgulayan güçlü bir sonuç bildirgesi kabul edildi.

Brezilya, Venezuela’nın BRICS ile yakınlaşmasından pek memnun değil ve bu durum, onu Pakistan gibi “Ortak Ülkeler” listesinde göremememizin başlıca nedenlerinden birisidir (13 ülke BRICS ortak ülke statüsü aldı. Bunlar Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Cezayir, Belarus, Bolivya, Küba, Endonezya, Malezya, Nijerya, Tayland, Uganda ve Vietnam’dı). Ek olarak BRICS’te farklı ülkelerin ve medeniyetlerin dünya düzenine ilişkin farklı fikirleri olması nedeniyle G7 ile çatışma platformu olmayacak.

Öte yandan politikasını dünyadaki tüm çatışmaların çözümü üzerine kuran; ancak Pakistan ile ilgili konulara nadiren değinen Narendra Modi var… Çünkü aralarında uzun yıllardır bir çatışma var ve aynı zamanda Çin ile Rusya, Pakistan’ı BRICS ortağı olarak tanıtıyorlar.

Bu nedenle, BRICS’in ticaret cirosunu artırma, karşılıklı yatırımlar (çatışmaları önlemek için, belirli bölgelerdeki etki alanlarının sınırlandırılması konularını “kıyıda” çözmek gerekir), sosyo-insani değişimlerin birbirimizi daha iyi tanımamızı ve belki de bazı ülkeler söz konusu olduğunda “baltayı gömmemizi” ve ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin “yumuşak güç” yoluyla yaptığı kültürel genişlemeye yönelik olası müdahaleleri düzenlememizi sağlayacağı gibi karşılıklı olarak faydalı işbirliği alanlarını teşvik etmesi gerektiğine inanıyorum.

Öte yandan Güney Amerika, sosyal, politik, ekonomik olarak her anlamda çok istikrarsız ve ABD’nin güçlü etkisi altında. BRICS platformuna geldiğinizde tüm bunları unutmanız gerektiğini; çünkü büyük resmi ve küresel gündemi düşünmeniz gerektiğini hatırlamak önemlidir. Ve gerçekten barışçıl olarak adlandırılabilecek olan Kazan Zirvesi, BRICS+ formatındaki bazı katılımcıları, örneğin Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’i, barış antlaşması, sınır belirleme ve diğer karşılıklı ilgi konular da dahil olmak üzere ikili barış gündemini ilerletmeyi tartışmak üzere bir araya getiren bir toplantı oldu ve daha önce duraklamış olan karşılıklı sorunları çözmek için müzakere etmeye teşvik etti.

Bugün, bildirge halihazırda ulusal para birimlerindeki koşullu rezervler için mevcut mekanizmalarını da açıklıyor. Bunlar: IMF ve Dünya Bankası gibi mevcut kurumlar kadar büyük ve kapsamlı olmasa da; onlar için ciddi bir tehdit oluşturuyor. BRICS Pay mekanizması da başlatıldı: Çin’in CIPS (Sınır Ötesi Bankalararası Ödeme Sistemi) sistemine ve uluslararası SWIFT sistemine benzer bir ödeme sistemi projesi olan BRICS Pay, uluslararası ödeme kartları Visa ve Mastercard veya Rusya’nın MIR, RuPay’i ile Çin’in UnionPay gibi ulusal banka kartlarıyla birlikte çalışabilir ve BRICS+ ülkelerinde kullanabilecek halde olacak.

Gelişmekte olan ülkelerin katılımıyla kolektif çözümler bulmanın doğrudan, açık ve etkili bir yolu, ulusal para birimlerinin giderek yaygınlaşan kullanımıyla de-dolarizasyondur ve bizim için yeni bir rezerv para birimi dediğimiz şeye ihtiyacımız var. Çok sayıda medeniyet ve kültürün temsilcilerinin, bilinçaltında kendi ülkelerinin refahı için kendi gündemlerini tanıtmak istedikleri birleşmeleri, yalnızca Küresel Güney ülkeleri için açık olan konularda; örneğin BM Güvenlik Konseyi reformu veya iklim değişikliği (Burada Vladimir Putin de yeşil gündemi topluma zarar vermek için kullanma konusundaki açıklamasında dikkatlice ima ettiğini hatırlatalım) birleşik bir şeye yönelik kararlar almayı zorlaştırıyor.

BRICS’in rolünün artacağı ve BRICS ülkelerinin halihazırda küresel ekonomik büyümenin itici güçleri olduğu, jeopolitik manzarayı Avrasya’ya ve bir bütün olarak Güney’e doğru kaydırdığı oldukça açık. Mevcut yılın sonuçlarına göre, BRICS’teki ortalama ekonomik büyüme oranı %4 olarak tahmin ediliyor. Bu, G7 ülkelerindeki, sadece %1.7’lik orandan daha yüksek. Ekonomik büyüme oranlarındaki bu kadar farkla, öngörülebilir gelecekte küresel GSYİH’daki ana artış BRICS’te üretilecek. OPEC Plus’da aslında BRICS ülkelerinin bir parçası ve Rusya ve Suudi Arabistan aslında oradaki liderler. Dünya çapında petrol fiyatlarını onlar belirliyor. Ancak çoğu ticaret platformunun bununla mücadele etmek için çıkarlarını lobi yapan Batılı şirketlere ait olduğunu hatırlamakta fayda var ve birleşmek gerekiyor.

BRICS, BM’nin aksine, herkesin aynı masada oturması ve üye devletlerin daha adil bir şekilde temsil edilmesiyle eşit bir sese sahip olması bakımından farklı. Belki de BRICS, gelecekte tüm BRICS ülkeleri tarafından savunulan reformu gerçekleştirerek, BM’ye bir alternatif olabilir. Ancak bu uzun bir süreç olacaktır.

Sorunlarını ve toprak anlaşmazlıklarını kabul eden BRICS ülkeleri, küresel işbirliğinin ortak gündemine odaklanmayı hedefliyor. 1 Ocak 2024’ten itibaren birliğe yeni ülkelerin de dahil olmasıyla, ortak bir hedef adına güçlü bağlar ve diyalog kurulmalı, sadece ‘a priori’ değil, böyle bir format olmamalı, Birlik’in çeşitli alanlardaki işbirliğinin önceliği ile Anglo-Sakson ideolojisine dayalı bir birlik olarak temellendirilmemelidir. Birliğin ortak çıkarları teşvik etme ve eşitlik ve saygıya dayalı çok kutuplu küresel yönetişimi teşvik etme konusunda muazzam bir potansiyeli var.

Zirvede imzalanan mutabakat aynı zamanda herhangi bir katılımcının ulusal çıkarlarının garanti altına alınmasının da bir garantisidir.

İlber Vasfi Sel: Nina Hanım, oldukça geniş ve bilgilendirici cevaplarınız için Harici olarak teşekkür ederiz.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 2: Türkiye BRICS’e üye olabilir mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English