Bizi Takip Edin

Dünya Basını

Amerika Çin ile teknoloji savaşını neden kaybediyor?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Bilişim endüstrisinde ABD’nin hakimiyetinin aşındığı dönemde Çin’in yatırımlarının ve aldığı sonuçların etkisi, Trump yönetiminden bu yana çeşitli agresif “tedbirlerin” devreye sokulmasına sebep olmuştu. Çin, halihazırda yüksek teknoloji ve yapay zekaya kapsamlı bir yatırım yapıyor ve bu alanda aldığı sonuçlar, eğlence sektörüne değil de üretime odaklanması açısından Batı’dan bir miktar farklı. Ve dünyanın baş bilgi yoğun ürün ihracatçısı ABD karşısında Çin, kendini yolunu bulmaya başlamış görünüyor ve ABD’nin önünde zorlu seçimler var. Asia Times’ın yayın yönetmeni yardımcısı ve Claremont Enstitüsü araştırmacılarından David P. Goldman’un değerlendirmesi.


Amerika Çin ile teknoloji savaşını neden kaybediyor?

David P. Goldman
The National Interest
23 Temmuz 2023

Çin’i sindirmeye çalışmak için artık çok geç. ABD ya sanayi politikasının yanı sıra araştırma ve geliştirmeye ciddi harcamalar yapar ya da yirmi birinci yüzyılın teknolojik üstünlük yarışını kaybeder.

Batı medyası, Çin’in özellikle dünyanın en büyük telekomünikasyon altyapısı üreticisi ve ABD’nin küresel baskı kampanyasının hedefi olan Huawei tarafından yürütülen endüstriyel otomasyon alanındaki dikkat çekici bir dizi pilot ürününü çoğunlukla görmezden geldi. Tam otomatik fabrikalar, madenler, limanlar ve depolar halihazırda faaliyette ve ilk ticari sürücüsüz taksi hizmeti Pekin’de başlıyor. Huawei yetkilileri, şirketin Çin’de özel 5G ağları konusunda 6 bini fabrikalarla olmak üzere 10 bin sözleşmesi olduğunu söylüyor. Huawei’nin bulut bölümü, Çinli işletmelerin kendi verilerini kullanarak özel yapay zekâ sistemleri oluşturmalarına yardımcı olmak üzere tasarlanmış bir yazılım platformunu piyasaya sürdü.

Biden yönetiminin üst düzey çipler ve bunları üreten yazılım ve makineler üzerindeki kısıtlamalarının, Çin’in Dördüncü Sanayi Devrimi olarak adlandırılan ve yapay zekânın imalat, madencilik, tarım ve lojistiğe uygulanması olarak nitelendirilen alanda hakimiyet kurma çabasını yavaşlattığına dair hiçbir belirti yok. Teknoloji savaşının sisi Çin’in ilerlemesini net anlamda değerlendirmeyi zorlaştırsa da mevcut bilgiler Çin’in teknoloji kısıtlamalarını aşma çabalarında şaşırtıcı derecede hızlı bir ilerlemeye işaret ediyor.

Üç potansiyel sonuç

Çin’in tek hedefi bir sonraki endüstriyel teknoloji dalgasına öncülük etmek. Şu anda Pekin Üniversitesi’nde profesör ve Çin Devlet Konseyi üyesi olan eski Dünya Bankası baş ekonomisti Justin Yifu Lin, 2021 tarihli bir kitabında şöyle yazmıştı:

“[…] Çin’in 5G teknolojisi yeni sanayi devriminde dünya lideri haline geldi. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde ABD eski numaralarını tekrarladı ve tüm ulusal kaynaklarını kullanarak Çinli şirketleri asılsız suçlamalarla baskı altına aldı. Eğer ABD yeni sanayi devriminde Çin’i abluka yoluyla bastırmayı başarırsa ülke, ikinci yüz yıllık hedefine ulaşamayacaktır. Çin ABD ablukasını nasıl kırabilir? Bunu ancak yeni sanayi devrimine öncülük etmek için çok çalışarak yapabilir.”

Çin, yapay zekâ ve yüksek hızlı genişbantın iş verimliliğine uygulanmasında lider konumda. Bunun üç sonucundan biri olabilir:

  1. ABD ve müttefikleri Çin’i geride bırakmak ve sanayide teknolojik liderliği yeniden ele geçirmek için yoğun bir çaba sarf eder,
  2. Amerika ve Avrupa, Çin’in bir nesil önce gelişmiş pazarların takipçisi olduğu gibi, Çin’in endüstriyel teknolojisini benimser ve takipçisi olur,
  3. Amerika, Birleşik Krallık’ın endüstriyel gerileme yolunu izleyerek sanayide pazar payını kaybetmeye ve ithalata bağımlılığını artırmaya devam eder.

İlk seçenek bir tür sanayi politikası gerektirecektir. Yarı İletken Endüstrisi Birliği’ne göre Amerika, yarı iletken üretiminde öngörülen 200 milyar dolarlık yatırımı motive eden CHIPS Yasası aracılığıyla bu türden bir politikaya yöneldi. CHIPS Yasası’nın araştırma ve geliştirme (AR-GE) bileşeninin ne kadar etkili olacağı henüz belli değil. Mevzuatın faydaları ve kusurları ne olursa olsun, ABD’de çip fabrikaları kurmak ulusal güvenlik gerekçeleriyle haklı görülebilir ama diğer endüstrilerin üretkenliğine mutlak anlamda katkıda bulunmaz. Aksine, aynı kalitede (ve hatta daha iyi) çipler Tayvan ve Güney Kore’den daha düşük maliyetle ithal edilebilir; TSMC’nin ABD’de üretilen çipleri Tayvan’da üretilen aynı üründen yüzde 30 daha yüksek bir fiyata satacağı bildiriliyor. ABD, çiplerin ötesinde, daha geniş kapsamlı bir sanayi politikası üzerinde düşünmeye başlamadı, hatta böyle bir politikayı uygulamaya bile koymadı.

Bir noktaya kadar, ikinci seçenek —Çin teknolojisini benimsemek— halihazırda yükselerek devam ediyor. Aşağıda belirtildiği gibi tümüyle otomobil ve ilgili sektörlerde yapay zekâ/5G uygulamalarını benimseyenler yalnızca Çin’de büyük ölçekli üretim faaliyetlerine sahip olan Amerikan şirketleri oldu.

Üçüncü alternatif olan sanayisizleşmenin devam etmesi ise kabul edilemez.

Çin’in çip hakimiyeti ve ABD’nin teknoloji kontrollerinin başarısızlığı

Batılı analistler teknoloji kontrollerinin Çin üzerindeki etkisini abarttı ve Çin’in bu kontrolleri aşma becerisini hafife aldı. Dar kapı genişliği sayesinde tek bir çipe daha fazla transistör sığdırılabilen yeni nesil bilgisayar çiplerinin önemi konusunda büyük bir kafa karışıklığı söz konusu. En yeni iPhone’lar 13 milyar transistörlü çiplerle çalışıyor; referans olarak 1969’da Apollo kapsülünü aya götüren bilgisayarda yaklaşık 64 bin transistör vardı. En yeni çiplerin daha yüksek hızı ve enerji verimliliği 5G telefonlar için vazgeçilmez. Nvidia ve AMD tarafından üretilen grafik işlem birimleri (GPU’lar), ChatGPT gibi büyük dil modelleri (LLM’ler) için gereken muazzam veri kümelerini çekilebilir hale getiriyor. Fakat daha eski çipler, tek başlarına veya paralel çalışarak, çoğu iş amaçlı yapay zekâ uygulamasının üstesinden gelebilir. Ham çip hızından daha önemli olan, doğru verinin mevcudiyeti, hızlı ve rahat bir şekilde iletilebilmesi ve genel sistem mimarisidir.

Trump yönetiminin 2020 yılında Huawei’ye ABD’den üst düzey yarı iletkenlerinin satışını yasaklamasının ardından Batı medyası, Çin’in 5G tanıtımının durma noktasına geleceğini öngörmüştü. Örneğin Nikkei Asian Review şöyle yazmıştı: “Nikkei Asian Review’in öğrendiğine göre Çin’in en büyük iki telekom ekipmanı sağlayıcısı olan Huawei Technologies ve ZTE, ülkedeki 5G baz istasyonu kurulumlarını yavaşlattı; bu da Washington’un Pekin’in teknoloji hırsını engellemeye yönelik artan çabalarının etkili olduğunun bir işareti.”

Aksine: Çin’deki 5G baz istasyonlarının sayısı 2021’de iki katına çıkarak 1,43 milyona, 2022’de ise dünya toplamı 3 milyonken 2,31 milyona yükseldi. Huawei, 5G baz istasyonlarını olgun çiplerle (Washington tarafından yasaklanan 7 nanometrelik çipler yerine 28 nanometrelik kapı genişliğine sahip) inşa etti. Enerji tüketimi optimumdan daha yüksekti ama sistem çalışıyordu. Daha yeni çiplere erişim olmadan, Huawei’nin 2020’nin ikinci çeyreğinde dünyanın en büyüğü olan telefon işi büyük ölçüde küçüldü, zira 5G telefonlar güçlü, enerji tasarruflu işlemcilere ihtiyaç duyuyor.

Şimdi Huawei’nin kendi üst düzey çiplerini tasarlayabileceği ve bunları Çin’de üretebileceği görülüyor. Çinli araştırma firmaları Huawei’nin 2023’ün ikinci yarısında 5G telefon pazarına yeniden gireceğini bildiriyor. Reuters’ın 12 Temmuz tarihli haberine göre Çin’in akıllı telefon sektörünü kapsayan üç üçüncü taraf teknoloji araştırma firması ajansa, “Huawei, Semiconductor Manufacturing International Co’dan (SMIC) çip üretiminin yanı sıra yarı iletken tasarım araçlarındaki kendi ilerlemelerini kullanarak 5G çiplerini yurt içinden tedarik edebilmeli,” dedi. Caixin Global Daily, mart ayında Huawei’nin eski 14 nanometre çipler için yerel firmalarla birlikte Elektronik Tasarım Otomasyonu yazılımı geliştirdiğini bildirmişti. SMIC’in Huawei’nin ihtiyacını karşılayacak kadar 7 nanometrelik çip üretip üretemeyeceği ya da bildirilen yeni 5G çiplerinin başka bir teknoloji kullanıp kullanmadığı, örneğin 7 nanometrelik performans elde etmek için iki 14 nanometrelik çipi bir “çiplet” içinde “istifleyip istiflemediği” net değil.

El cihazları gibi tüketici teknolojileri ise bir alt konu. Belirleyici olan konu ise iş verimliliği. Huawei ve diğer Çinli şirketler artık yeni teknolojiyi binlerce firmaya yaymak için eğitim ve danışmanlığın yanı sıra bulut tabanlı yapay zekâ hizmetleri de sunuyor.

Huawei Cloud CEO’su Zhang Pingan, 7 Temmuz’da Şanghay’da düzenlenen 6. Dünya Yapay Zekâ Konferansı öncesinde ChatGPT’ye küçümseyici bir selam göndererek iş merkezli bir yapay zekâ sistemini tanıttı: “Pangu modeli şiir bestelemiyor, şiir bestelemek için zamanı da yok, zira işi hayatın her alanına derinlemesine inmek ve yapay zekânın hayatın her alanına değer katmasına yardımcı olmak.” Zhang, OpenAI’ın LLM’sinin aksine Huawei’nin girişinin yapay zekâ sistemlerini imalat, ilaç ar-ge’si, madencilik, demiryolları, finans ve diğer sektörlerdeki müşteriler için eğiteceğini söyledi. Platform, Huawei’nin kendi Kunpeng ve Ascend AI hızlandırıcı çipleri tarafından destekleniyor. Huawei’ye göre Amerikan LLM’leri gibi Pangu da bilgisayar kodu yazıyor. Ancak Zhang, “Endüstri için tasarlandı ve endüstriye adanacak,” diye ekledi.

Bunların çoğu doğum aşamasında ama Pangu sistemi ile Huawei Cloud, müşterilerine “büyük ölçekli endüstri geliştirme kitleri sunuyor. Müşteriye ait veriler üzerinde ikincil eğitim yoluyla, müşteriler kendi özel büyük endüstri modellerine sahip olabilirler.”

Zhang Pingan, Huawei’nin kendi Kunpeng ve Ascend işlemcilerine dayanan ve bir dizi yapay zekâ yazılımını destekleyen bir yapay zekâ bulut platformu oluşturduğunu da sözlerine ekledi. Her ne kadar “Nvidia’nın V100 ve A100 GPU’ları Çin’in büyük ölçekli modellerini eğitme konusunda en popüler GPU’lar olmayı sürdürse de,” yakın tarihli bir çalışma, Huawei’nin Pangu modelini eğitmek için “kendi Ascend 910 işlemcilerini kullandığını” belirtiyor. İkincisi, ABD yaptırımları Kirin akıllı telefon yonga setini Tayvan’da üretmesini engellemeye devam etse de Çin, Ascend gibi tescilli yapay zekâ yongaları üretebiliyor gibi görünüyor. Çinli yonga üreticileri, üretim kabiliyetleri konusunda kartlarını saklıyor.

Asıl mesele, endüstriyel sistemlerin ChatGPT’nin okul kompozisyonları ve Sevgililer Günü şiirleri yazmak için kullandığı karmaşıklık ve hesaplama gücüne nadiren ihtiyaç duyması. Çin, bırakın bunları üretecek ekipmanı, 7 nanometre veya daha küçük ağ geçitlerine sahip en hızlı ve en verimli çipleri bile ithal edemez. Fakat daha pahalı bir süreçle 7 nanometrelik çipler üretebilir ya da eski çipleri çiplet adı verilen çipler halinde istifleyerek en hızlı çipin performansına yaklaşabilir ya da akıllı sistem mimarisi yoluyla daha yeni çiplerin performansına yaklaşmak için eski çiplerle oynayabilir.

On dokuzuncu yüzyılda su taşımacılığından uzakta büyük mahsuller yetiştirmeyi kârlı hale getiren demiryolunu düşünün. Bu, ABD ekonomisini dünyanın en büyüğü haline getiren dalgalanma etkilerini ortaya çıkarmıştı. Trenin saatte 40 ya da 80 mil hızla gitmesi, daha geniş ekonomi üzerindeki etkisi açısından küçük bir fark yaratıyordu; önemli olan mesafenin aşılabilmesiydi. Yapay zekâ ve yüksek hızlı geniş bant kombinasyonu, çoğu işletmenin çalışma şeklini dönüştürecek bir veri otoyolu yaratıyor.

Çin teknoloji alanında ilerliyor ve bunu da gösteriyor

ABD ve Çin yapay zekaya farklı yaklaşıyor. Büyük Amerikan teknoloji şirketlerinin trilyon dolarlık değerlemeleri çoğunlukla tüketici eğlencesinden geliyor. Huawei’den Zhang’ın dediği gibi Çin’in şiire ayıracak zamanı yok. Çin, makinelerin ne zaman bilinçli hale geleceğini ya da yapay zekânın insanların yerini ne zaman alacağını tahmin etmek yerine, angarya işlerin —bir fabrika konveyör bandındaki parçaları incelemek, kömür ocağının yakınındaki depolarda yabancı cisimler olup olmadığını kontrol etmek, makinelerdeki anormallikleri tespit etmek, konteynerleri gemilerden alıp otonom kamyonlara yerleştirmek vb.— otomasyonuna odaklandı.

Çin’in Dördüncü Sanayi Devrimi’nde (yapay zekanın üretim, lojistik ve hizmetlere uygulanması) liderliği ele geçirme planı yolunda gidiyor gibi görünüyor.

Çin’de halihazırda büyük ölçekli operasyonlar yürüten büyük üreticiler dışında, Amerikalı üreticiler Dördüncü Sanayi Devrimi teknolojisine çok az bağlılık gösterdi. Bildiğim kadarıyla fabrika otomasyonunu güçlendirmek için özel 5G ağları kuran tek ABD’li imalat firmaları General Motors (2022’de Çin’de 2,3 milyon araba üretti), Ford (2022’de Çin’de 500 bin araba üretti) ve John Deere (Şubat ayında 70 bininci Çin’de üretilmiş traktörünü piyasaya sürdü). Bu firmaların Çinli üreticilerle ortak girişimleri var ve Çin sanayisinin yardımcıları olarak kabul edilebilirler.

Sorun şu ki, 2000’li yıllardaki büyük düşüşün ardından ABD’deki yerli üretimden geriye kalanlar, genelde yapay zekâ uygulamalarının faydalarını gerçekleştirecek ölçeğe sahip değil. Özel 5G ağlarının kurulumu tamamen yapay zekâ uygulamalarıyla örtüşmüyor; wifi ve fiber optik kablolar belirli fabrika ortamlarında bilgiyi aynı şekilde iletebilir. Ancak 5G, özellikle robot yoğun üretim, madenler, limanlar ve depolar gibi hızlı hareket eden ağır makinelerin bulunduğu ortamlarda kablo tabanlı iletişime göre bariz avantajlara sahip.

Avrupa 5G Gözlemevi tarafından yapılan bir sayıma göre Volkswagen, Porsche, Saab ve Toyota gibi otomobil üreticilerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık altmış fabrika, liman ve havaalanına özel 5G ağları kurdu. Yine, bu Endüstri 4.0 teknolojisini uygulayan üretim ve taşımacılık firmalarının çoğu Çin’de kayda değer bir varlığa sahip.

5G, Batılı bir tüketici teknolojisi olarak bir hayal kırıklığı oldu. Wall Street Journal’ın Ocak 2023 tarihli haberinin başlığı şu: “Sorun sadece siz değilsiniz: 5G büyük bir hayal kırıklığı.” Saniyede yaklaşık 150 mbps indirme hızıyla, Amerikan 5G ağları Çin’inkinin ancak yarısı kadar hızlı. Ve ABD’nin bazı 5G ağları, kendilerinden önce gelen 4G ağlarından daha yüksek gecikme süresine sahip, bu da onları sürücüsüz araçlar gibi uygulamalar için daha az kullanışlı hale getiriyor. 5G altyapısına yapılan harcamaların azalması Ericsson’u 2023’ün ikinci çeyreğinde zarara götürdü.

Çin ise 5G’yi endüstriyel bir teknoloji olarak görüyor ve 5G2B’nin (iş amaçlı 5G) satışları artırmasını bekliyor. Batılı ve Çinli şirketlerin göreceli hisse senedi fiyat performansı ileriye dönük bazı bilgiler içeriyor. En büyük telekom altyapısı sağlayıcısı olan Huawei özel bir şirket (patron-işçi şirketi) ve borsada işlem gören bir hisse senedi fiyatı yok, dolayısıyla bu konuda fikir edinilemez. Fakat Çin’in iki numaralı telekom şirketi ZTE, Huawei için kabaca bir fikir sunuyor. Hisse senedi fiyatı son beş yılda iki katına çıkarken, ikinci ve üçüncü sıradaki küresel firmalar Ericsson ve Nokia piyasa değerlerinin yaklaşık yüzde 30’unu kaybetti (fiyat performansı Amerikan doları cinsinden hesaplanmıştır). Temmuz 2018 ile Temmuz 2023 arasında geniş Avrupa pazarı yüzde 23 yükselirken Çin pazarının (CSI 300) neredeyse hiç değişmediği düşünüldüğünde bu durum dikkate değer. ABD’nin baskısı Çinli firmaları ABD pazarından ve pek çok Avrupa pazarından dışlamış olsa da Çinli firmalar kendi pazarlarına ve Küresel Güney’in çoğuna hâkim durumda.

Bu nedenle Çin, iş otomasyonunda kritik bir unsur olan 5G geniş bantta belirgin bir avantaja sahip. Büyük miktarda verinin iletilmesi (örneğin, bir fabrika konveyör bandının dakikada binlerce fotoğrafı ya da yeraltı madencilik operasyonlarının gerçek zamanlı videosu) çip hızından daha fazla bir darboğaz oluşturuyor. Geçtiğimiz ay Çin, “5G/6G spektrum kaynaklarının küresel veya bölgesel olarak bölünmesine” ve “mobil iletişim ve endüstriyel gelişmeleri yurt içinde teşvik etmeye” zemin hazırlamak amacıyla 6GHZ bandındaki spektrumu 5G ve 6G hizmetlerine tahsis eden ilk ülke oldu.

ABD spektrum tahsisi mobil geniş bant yerine Wi-Fi’ı tercih ederek 6GHz bandının neredeyse tamamını “lisanssız kullanıma”, yani Wi-Fi’a tahsis etti. Sektörel internet sitesi Lightreading’in gözlemlediği üzere, “karar kablo endüstrisi ve Apple’dan Cisco’ya kadar diğer Wi-Fi savunucuları için bir kazanımı temsil ediyor. Fakat sabit kablosuz gibi yüksek bant genişliğine sahip hizmetler için yeterli spektruma sahip olmadıklarını savunmaya devam eden 5G ağ operatörleri için FCC’nin kararı bir gerileme oldu.”

Diğer bir deyişle, ABD’nin politikaları endüstri uygulamaları yerine tüketici odaklı büyük teknoloji endüstrisini desteklemeye devam ediyor.

Telekom altyapısı ve ilgili uygulamalar Çin’in Küresel Güney’e ihracatını da artırdı. 2019’dan bu yana ASEAN’da yüzde 50, Brezilya’da yaklaşık yüzde 100 ve Türkiye’de yüzde 250 artış kaydedildi. Geniş bant, kayıt dışı istihdamın yüksek olduğu ülkeler üzerinde dönüşümsel bir etkiye sahip. Ödeme sistemlerini akıllı telefonlara taşıyor ve daha önce marjinalize edilmiş insanlara bankacılık ve krediyi açıyor ve girişimcilere bilgi ve satış fırsatları sağlıyor. Eğitim ve sağlık hizmetleri de dahil olmak üzere hizmetlerin sunum maliyetini düşürüyor ve yeni endüstrileri teşvik ediyor.

Tüm bu çabalar sayesinde Çin, 2023 yılında 3 milyar dolarlık küresel satışla en büyük imalat sanayi olan otomobilde dünya lideri oldu. Yüksek teknolojili üretim ve ölçek ekonomilerinin Çin’in üstünlüğünü artırması muhtemel. 1908 yılında Henry Ford, Model T’yi o zamanlar Amerika’nın kişi başına düşen GSYİH’si olan 800 dolardan fiyatlandırarak kişisel otomobillere kitlesel olarak sahip olma dönemini tanımlamıştı. Çin şimdi yeterli menzile ve güce sahip elektrikli araçları yaklaşık 11 bin dolardan, yani Çin’in kişi başına düşen GSYİH’sinin hemen altında üretiyor. Çin’in ucuz ama tam donanımlı elektrikli otomobilleri Avrupa’nın otomobil pazarının alt ucuna hâkim olabilir. Bir zamanlar Çin’de en çok satan marka olan Volkswagen’in pazar payı düştü ve koronavirüs pandemisinden önce 4,2 milyon olan yıllık satışları 2022’de 3,2 milyon adede geriledi. 5G2B ve yapay zekânın faydaları —daha ucuz endüstriyel ürünler, daha verimli limanlar, otomatik araçların konuşlandırılması vb.— bu nedenle elle tutulur ve gözle görülür.

Bu arada, Batı’da, LLM’lerin kârlılığı nasıl artıracağı daha az net. Üretken yapay zekâ gelecekte, özellikle de yazılım otomasyonunda daha kazançlı kullanım alanları bulabilir ama mevcut teknolojinin ChatGPT’den esinlenen trilyonlarca dolarlık ek hisse senedi değerlemesini nasıl haklı çıkardığı bir sır olarak kalmaya devam ediyor. Bu arada OpenAI’ın ChatGPT modeli, haziran ayında internet sitesi ziyaretlerinde yüzde 10’luk bir düşüşle popüler bir merak nesnesi olarak zirvesine ulaşmış gibi görünüyor.

Mevcut kullanım ve tahminlere gelince, tablo iyimser değil. Asia Times tarafından yapılan bir araştırmaya göre, ABD’deki her yardım masası çalışanının yerine bir chatbot konulması yılda sadece 1,6 milyar dolar tasarruf sağlarken, bilgisayar programcılarının en alttaki yüzde 25’inin kazançlarına göre chatbot ile değiştirilmesi sadece 2,5 milyar dolar tasarruf sağlayacak.

ABD’nin teknoloji yaptırımları neden başarısız oldu?

ABD yaptırımları Çin’deki yapay zekâ gelişimini kısıtlama konusunda çeşitli nedenlerden ötürü etkisiz.

İlk olarak belirtildiği gibi, Çin’in kendi tasarımları, genelde LLM’lerden daha az bilgi işlem gücü gerektiren ve halihazırda Nvidia ve AMD tekliflerine eşdeğer performans sunabilen endüstri uygulamalarında rekabetçi.

İkinci olarak Çin’in SMIC firması, çok daha yüksek maliyetler ve daha düşük verimlilikle de olsa 7 nanometrelik çipler üretebilir. Çin ordusunun 7 nanometrelik çip gereksinimlerini kesinlikle karşılayabilir. RAND Corporation’ın 2022 yılında yaptığı bir çalışmada açıkladığı üzere, mevcut askeri sistemler büyük ölçüde daha sağlam ve güçlendirilmesi daha kolay olan eski çipleri kullanıyor.

Üçüncüsü, Nvidia’nın en hızlı yapay zekâ çipleri Çin’de üçüncü taraf satıcılar aracılığıyla daha yüksek fiyatlarla kolayca temin edilebiliyor. Nvidia tarafından ABD kurallarına uymak üzere tasarlanan daha yavaş versiyonlar Çin’e satılmaya devam ediyor ama Washington’un bunları da yasaklama ihtimalinin olduğu bildiriliyor.

ABD’li sektör liderlerine göre Çinli firmaların bulut hizmetleri aracılığıyla Amerikan yapay zekâ bilgi işlem gücünü kullanmasını engellemek pek bir işe yaramayacak. Amazon CEO’su Andy Jassy’ye CNBC 6 Temmuz’da şu soruyu yöneltmişti: “Yönetimin ortaya attığı şeylerden biri de Çinli şirketlerin Amazon gibi bulut sağlayıcıları aracılığıyla hiper ölçeklendiriciler yoluyla yapay zekâ sınıfı bulut bilişim kaynaklarına erişemeyeceği fikri. Çinli şirketlerin [Amazon Web Services] üzerinde yapay zekâ ölçekli bilgi işleme erişememesinin Amazon’u nasıl etkileyeceği konusunda bir fikriniz var mı?” Jassy’nin yanıtı şöyleydi: “Gerçek şu ki, Çin’de yerli bazı son derece güçlü bulut sağlayıcıları var. Dolayısıyla Çin’deki yerel şirketler ister ABD’li şirketlerden ister Avrupalı şirketlerden isterse Çinli şirketlerden gelsin, yapay zekâ imkânlarına erişebilecekler.”

Ya ciddi rekabet ya da yok oluş

ABD’nin Çin’e teknoloji ihracatına getirdiği sınırlamalar, en büyük stratejik etkiye sahip olan yapay zekâ uygulamalarının yaygınlaşmasını durdurmuş ya da yavaşlatmış gibi görünmüyor. Aynı zamanda Çin’e yapılan satışlara getirilen kısıtlamalar, ABD’li yarı iletken şirketlerinin gelirlerini azaltıyor ve Ar-Ge bütçelerini tehlikeye atıyor. Aralık 2019’da Savunma Bakanlığı, Huawei’nin bir müşteri olarak kaybedilmesinin yonga üreticilerinin Ar-Ge’yi sürdürme kabiliyetini etkileyeceği gerekçesiyle Trump yönetiminin Huawei’ye üst düzey yonga ihracatını yasaklama planını veto etmişti. Başkan Donald Trump başlangıçta Pentagon’un tutumunu desteklemişti ama koronavirüs salgınının tüm gücüyle vurmasının ardından 2020’de bunu tersine çevirmişti.

Yarı iletken endüstrisi, Ar-Ge gereksinimlerinin ölçeği açısından benzersiz. Sektör, 2021’de 600 milyar dolarlık satış için 200 milyar dolarlık Ar-Ge bütçesi ayırdı (pazarın yumuşaklığı nedeniyle gerçek toplam 160 milyar dolar veya daha az olacak). Başka hiçbir sektör gelirinin üçte birini Ar-Ge’ye ayırmıyor. Dünyanın en büyük endüstrisi olan otomobil, gelirinin yaklaşık on dörtte birini Ar-Ge’ye harcıyor. Gelirinin üçte birini Çin’de elde eden Qualcomm ya da gelirinin beşte birini elde eden Nvidia gibi şirketler için CHIPS Yasası kapsamında sağlanan teşvik, federal düzenlemeler nedeniyle kaybedilen gelirleri telafi etmeyecek. Bu şirketler Biden yönetimine Çin üzerindeki kontrolleri gevşetmesi konusunda lobi yapıyor ve iyi bir gerekçeleri var, aslında Pentagon’un Aralık 2019’da sunduğu gerekçenin aynısı.

Çin’e teknoloji ihracatı üzerindeki kısıtlamalar en iyi ihtimalle geçici tedbirler. Dünyanın önde gelen çip litografi ekipmanı üreticisi ASML’nin de belirttiği gibi, her yıl dünyanın geri kalanının toplamından daha fazla mühendis mezun eden Çin, eninde sonunda kendi ikamelerini geliştirecektir. Geçici bir tedbir olarak bile olsa, kontroller başarısız oluyor. Çin’e çeşitli biçimlerde yüksek maliyetler yüklüyorlar ama Dördüncü Sanayi Devrimi’ni engellemediler. Tam aksine Dördüncü Sanayi Devrimi teknolojilerinin Amerikan sanayisi tarafından sınırlı ölçüde benimsenmesi, Çin’e büyük taahhütleri olan firmalarda yoğunlaşıyor.

CHIPS Yasası, değeri ne olursa olsun, ABD’nin Apollo programı kapsamında ya da DARPA’nın dijital ekonominin icadını finanse ettiği 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında gösterdiği çabanın yerini tutamaz. 1983 yılında ABD, GSYİH’nin yüzde 1,2’sini ve ülke bütçesinin yüzde 5’ini federal Ar-Ge’ye ayırıyordu. Bugün ise GSYİH’nin sadece yüzde 0,6’sını ve federal bütçenin ancak yüzde 2’sini Ar-Ge’ye harcıyoruz.

Çin’e karşı teknolojik üstünlüğümüzü korumak için birkaç yüz milyar dolar daha harcamamız, yüksek vasıflı işgücünü eğitmemiz, daha fazla bilim insanı ve mühendis yetiştirmemiz ya da ithal etmemiz ve üretime daha geniş teşvikler sağlamamız gerekecek. Çin’i sindirmeye çalışmak için artık çok geç. Bu artık bizim gücümüz dahilinde değil. Gücümüz dahilinde kalan tek şey Amerika’nın üstünlüğünü yeniden tesis etmektir.

Dünya Basını

ABD ve İsrail, UAEA’yı nasıl ele geçirdi?

Yayınlanma

Editörün notu: Medea Benjamin ve Nicolas J.S. Davies, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi’nin, ABD ve İsrail ile işbirliği yaparak, ajansın İran’ın aktif bir nükleer silah programı olmadığı yönündeki kendi bulgularına rağmen İran’a karşı bir savaş bahanesi yaratmak için kurumu manipüle ettiğini anımsatıyor. Bu durum, İsrail’in askeri saldırılar için hazırlandığı bir dönemde, eski ve potansiyel olarak uydurma İsrail istihbaratına dayanan tartışmalı bir UAEA kararının zayıf bir çoğunlukla geçirilmesiyle sağlandı. Yazarlar, Grossi’nin eylemlerini, benzer baskılara direnen selefi Muhammed el-Baradey’in dürüstlüğüyle karşılaştırıyor ve Grossi’nin bu tutumunun onu hem mevcut görevi hem de gelecekteki BM Genel Sekreterliği gibi pozisyonlar için uygunsuz kıldığına işaret ediyor.


ABD ve İsrail, UAEA’yı ele geçirip İran’a savaş başlatmak için Rafael Grossi’yi nasıl kullandı?

Medea Benjamin, Nicolas J.S. Davies
Common Dreams
23 Haziran 2025

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi, kendi kurumunun İran’ın nükleer silah programı olmadığı yönündeki sonucuna rağmen, ajansının ABD ve UAEA kurallarını uzun süredir ihlal eden ve nükleer silah sahibi olduğunu beyan etmemiş bir devlet olan İsrail tarafından İran’a karşı savaş bahanesi üretmek için kullanılmasına izin verdi.

12 Haziran’da, Grossi’nin hazırladığı ezici rapora dayanarak, UAEA Yönetim Kurulu’nun zayıf bir çoğunluğu, İran’ın bir UAEA üyesi olarak yükümlülüklerine uymadığı yönünde bir karar aldı. 35 ülkeden oluşan Kurul’da sadece 19 ülke karar lehine oy kullanırken, 3 ülke karşı oy kullandı, 11’i çekimser kaldı ve 2’si oylamaya katılmadı.

Amerika Birleşik Devletleri, 10 Haziran’da sekiz yönetim kurulu üyesi hükümetle temasa geçerek onları ya karar lehine oy kullanmaya ya da oylamaya katılmamaya ikna etti. İsrailli yetkililer, ABD’nin UAEA kararı için yaptığı baskıyı, İsrail’in savaş planlarına yönelik önemli bir ABD desteği sinyali olarak gördüklerini söyledi. Bu durum, İsrail’in savaş için diplomatik bir kılıf olarak UAEA kararına ne kadar değer verdiğini ortaya koyuyordu.

UAEA yönetim kurulu toplantısı, Başkan Trump’ın İran’a yeni bir nükleer anlaşma müzakere etmesi için verdiği 60 günlük ültimatomun son gününe denk getirildi. UAEA kurulu oy kullanırken bile İsrail, İran’a yapılacak uzun uçuş için savaş uçaklarına silah, yakıt ve ilave yakıt tankları yüklüyor ve pilotlarına hedefleri hakkında brifing veriyordu. İlk İsrail hava saldırıları o gece saat 03.00’te İran’ı vurdu.

İran, 20 Haziran’da Genel Direktör Grossi’yi, hem kamuoyuna yaptığı açıklamalarda İsrail’in İran’a yönelik tehditlerinin ve güç kullanımının yasa dışı olduğuna değinmeyerek hem de sadece İran’ın sözde ihlallerine odaklanarak kurumunun tarafsızlığını zedelediği gerekçesiyle BM Genel Sekreteri ve BM Güvenlik Konseyi’ne resmi şikâyette bulundu.

Bu karara yol açan UAEA soruşturmasının kaynağı, İsrail’in 2018’de ajanlarının İran’da daha önce açıklanmamış ve 2003’ten önce uranyum zenginleştirme faaliyeti yürüttüğü üç tesisi tespit ettiğini iddia ettiği bir istihbarat raporuydu. Grossi 2019’da bir soruşturma başlattı ve UAEA sonunda bu tesislere erişim sağlayarak zenginleştirilmiş uranyum izleri tespit etti.

Eylemlerinin vahim sonuçlarına rağmen Grossi, İranlı yetkililerin öne sürdüğü gibi, İsrail’in Mossad istihbarat teşkilatının veya Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ) gibi İranlı işbirlikçilerinin bu zenginleştirilmiş uranyumu o tesislere kendilerinin yerleştirmediğinden UAEA’nın nasıl emin olabildiğini kamuoyuna hiçbir zaman açıklamadı.

Bu savaşı tetikleyen UAEA kararı yalnızca İran’ın 2003 öncesi zenginleştirme faaliyetleriyle ilgili olsa da, ABD’li ve İsrailli siyasetçiler hızla İran’ın nükleer silah yapmanın eşiğinde olduğuna dair asılsız iddialara yöneldi. ABD istihbarat teşkilatları daha önce, İsrail ve ABD’nin İran’ın mevcut sivil nükleer tesislerini bombalamaya ve tahrip etmeye başlamasından önce bile, böylesine karmaşık bir sürecin üç yıla kadar süreceğini bildirmişti.

UAEA’nın İran’daki bildirilmemiş nükleer faaliyetlere ilişkin önceki soruşturmaları, Aralık 2015’te UAEA Genel Direktörü Yukiya Amano’nun İran’ın Nükleer Programına İlişkin Geçmişteki ve Günümüzdeki Çözümlenmemiş Konular Hakkında Nihai Değerlendirme başlıklı raporunu yayımlamasıyla resmen tamamlanmıştı.

UAEA, İran’ın geçmişteki bazı faaliyetlerinin nükleer silahlarla ilgili olabileceğini, ancak bunların “fizibilite ve bilimsel çalışmaların, belirli ilgili teknik yetkinliklerin ve kabiliyetlerin edinilmesinin ötesine geçmediğini” değerlendirdi. UAEA, “İran’ın nükleer programının olası askeri boyutlarıyla bağlantılı olarak nükleer materyalin başka amaçla kullanıldığına dair hiçbir güvenilir belirti bulamamıştır,” sonucuna vardı.

Yukiya Amano’nun 2019’da görev süresi dolmadan hayatını kaybetmesi üzerine Arjantinli diplomat Rafael Grossi, UAEA Genel Direktörlüğü’ne atandı. Grossi, Amano döneminde Genel Direktör Yardımcısı ve ondan önce de Genel Direktör Muhammed el-Baradey döneminde Özel Kalem Müdürü olarak görev yapmıştı.

İsraillilerin, İran’ın nükleer faaliyetleri hakkında sahte deliller uydurma konusunda uzun bir geçmişi var. Tıpkı 2004’te HMÖ tarafından CIA’e verilen ve Mossad tarafından yaratıldığına inanılan kötü şöhretli “dizüstü bilgisayar belgeleri” gibi. 2009’da Senato Dış İlişkiler Komisyonu için İran’ın nükleer programı hakkında bir rapor yazan Douglas Frantz, Mossad’ın 2003’te “İran içinden ve başka yerlerden gelen belgeleri” kullanarak İran’ın nükleer programı hakkında gizli brifingler vermek üzere özel bir birim kurduğunu ortaya çıkardı.

Yine de Grossi, İsrail’in son iddialarını takip etmek için onlarla işbirliği yaptı. İsrail’de birkaç yıl süren toplantılar, İran’da ise müzakereler ve denetimlerin ardından UAEA Yönetim Kurulu’na raporunu yazdı ve kurul toplantısını İsrail’in savaşı için planlanan başlangıç tarihine denk gelecek şekilde planladı.

İsrail, son savaş hazırlıklarını, kararı hazırlayan ve lehte oy kullanan Batılı ülkelerin uydularının ve istihbarat teşkilatlarının gözü önünde yaptı. 13 ülkenin çekimser kalması veya oy kullanmaması şaşırtıcı değil, ancak daha fazla tarafsız ülkenin bu sinsi karara karşı oy kullanacak bilgeliği ve cesareti bulamaması trajik.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) resmi amacı, “nükleer teknolojilerin güvenli, emniyetli ve barışçıl kullanımını teşvik etmek.” 1965’ten bu yana 180 üye ülkenin tamamı, nükleer programlarının “herhangi bir askeri amacı ilerletecek şekilde kullanılmamasını” sağlamak için UAEA’nın güvenlik denetimlerine tabi.

UAEA’nın çalışmaları, halihazırda nükleer silahlara sahip ülkelerle uğraşırken bariz bir şekilde tehlikeye giriyor. Kuzey Kore 1994’te UAEA’dan, 2009’da ise tüm güvenlik denetimlerinden çekildi. Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa ve Çin’in UAEA ile olan güvenlik denetimi anlaşmaları, yalnızca “seçilmiş” askeri olmayan tesisler için yapılan “gönüllü tekliflere” dayanıyor. Hindistan’ın askeri ve sivil nükleer programlarını ayrı tutmasını gerektiren 2009 tarihli bir güvenlik denetimi anlaşması bulunurken, Pakistan’ın ise yalnızca sivil nükleer projeler için 10 ayrı güvenlik denetimi anlaşması var; bunlardan sonuncusu, Çin yapımı iki elektrik santralini kapsamak üzere 2017’de yapıldı.

Ancak İsrail’in, ABD ile 1955’te imzaladığı sivil nükleer işbirliği anlaşması için yalnızca 1975 tarihli sınırlı bir güvenlik denetimi anlaşması bulunuyor. 1977’de yapılan bir ek, kapsadığı ABD ile işbirliği anlaşması dört gün sonra sona ermesine rağmen, UAEA güvenlik denetimi anlaşmasını süresiz olarak uzattı. Dolayısıyla, ABD ve UAEA’nın yarım asırdır göz yumduğu bu uyum parodisi sayesinde İsrail, tıpkı Kuzey Kore gibi UAEA güvenlik denetimlerinden etkili bir şekilde kaçtı.

İsrail, 1950’lerde Fransa, İngiltere ve Arjantin dahil Batılı ülkelerden aldığı önemli yardımlarla nükleer silah üzerinde çalışmaya başladı ve ilk silahlarını 1966 veya 1967’de üretti. İran’ın 2015’te Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) nükleer anlaşmasını imzaladığı sırada, eski Dışişleri Bakanı Colin Powell sızdırılan bir e-postada, “İsrail’in hepsi Tahran’a hedeflenmiş 200 nükleer silahı olduğu için” bir nükleer silahın İran için işe yaramaz olacağını yazmıştı. Powell, eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın, “Nükleer silahla ne yapardık ki? Cilalar mıydık?” diye sorduğunu aktarmıştı.

2003’te Powell, BM Güvenlik Konseyi’nde Irak’a savaş açmak için bir gerekçe sunmaya çalışıp başarısız olurken, Başkan Bush, İran, Irak ve Kuzey Kore’yi “kitle imha silahları” peşinde oldukları iddiasına dayanarak “şer ekseni” olarak karaladı. Mısırlı UAEA Direktörü Muhammed el-Baradey, Güvenlik Konseyi’ne defalarca UAEA’nın Irak’ın nükleer silah geliştirdiğine dair hiçbir kanıt bulamadığını temin etti.

CIA, tıpkı İsrail’in 1960’larda Arjantin’den gizlice ithal ettiği gibi, Irak’ın Nijer’den sarı kek uranyum ithal ettiğini gösteren bir belge ortaya çıkardığında, UAEA’nın belgenin sahte olduğunu anlaması sadece birkaç saat sürdü ve el-Baradey bunu derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirdi.

Bush, Nijer’den gelen sarı kek yalanını ve Irak hakkındaki diğer bariz yalanları tekrarlamaya devam etti ve ABD, onun yalanlarına dayanarak Irak’ı işgal edip yok etti. Bu, tarihi boyutlarda bir savaş suçuydu. Dünyanın çoğu, el-Baradey ve UAEA’nın başından beri haklı olduğunu biliyordu ve 2005’te, Bush’un yalanlarını ortaya çıkardıkları, güç odaklarına karşı gerçeği söyledikleri ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesini güçlendirdikleri için Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldüler.

2007’de, 16 ABD istihbarat teşkilatının tamamı tarafından hazırlanan bir Ulusal İstihbarat Değerlendirmesi (NIE), UAEA’nın, Irak gibi İran’ın da nükleer silah programı olmadığı yönündeki bulgusunu teyit etti. Bush’un anılarında yazdığı üzere, “… NIE’den sonra, istihbarat camiasının aktif bir nükleer silah programı olmadığını söylediği bir ülkenin nükleer tesislerini yok etmek için orduyu kullanmayı nasıl açıklayabilirdim ki?” Bush bile aynı yalanları geri dönüştürerek İran’ı da Irak gibi yok etmekten sıyrılabileceğine inanamıyordu ve Trump şimdi bunu yaparak ateşle oynuyor.

El-Baradey, kendi anı kitabı Aldatma Çağı: Hain Zamanlarda Nükleer Diplomasi‘de, eğer İran nükleer silahlar üzerine bir ön araştırma yaptıysa, bunun muhtemelen 1980’lerdeki İran-Irak Savaşı sırasında, ABD ve müttefiklerinin Irak’a 100 bin kadar İranlıyı öldüren kimyasal silahlar üretmesine yardım ettikten sonra başladığını yazdı.

ABD’nin Soğuk Savaş sonrası dış politikasına hâkim olan yeni muhafazakârlar (neocon’lar), Nobel ödüllü el-Baradey’i dünya çapındaki rejim değişikliği emellerine bir engel olarak gördüler ve 2009’da görev süresi dolduğunda daha uysal yeni bir UAEA Genel Direktörü bulmak için gizli bir kampanya yürüttüler.

Japon diplomat Yukiya Amano yeni Genel Direktör olarak atandıktan sonra, Wikileaks tarafından yayımlanan ABD diplomatik yazışmaları, onun ABD’li diplomatlar tarafından kapsamlı bir şekilde incelendiğinin ayrıntılarını ortaya çıkardı. Diplomatlar Washington’a, Amano’nun “üst düzey personel atamalarından İran’ın iddia edilen nükleer silah programının ele alınışına kadar her kilit stratejik kararda kesin olarak ABD’nin tarafında olduğunu” bildirmişlerdi.

Rafael Grossi, 2019’da UAEA Genel Direktörü olduktan sonra, sadece UAEA’nın ABD ve Batı çıkarlarına boyun eğmesini ve İsrail’in nükleer silahlarını görmezden gelme pratiğini sürdürmekle kalmadı, aynı zamanda UAEA’nın İsrail’in İran’a karşı savaş yürüyüşünde kritik bir rol oynamasını sağladı.

Grossi, kamuoyunda İran’ın nükleer silah programı olmadığını ve Batı’nın İran hakkındaki endişelerini çözmenin tek yolunun diplomasi olduğunu kabul ederken bile, UAEA’nın İran’ın geçmiş faaliyetlerine ilişkin soruşturmasını yeniden açarak İsrail’in savaş sahnesini hazırlamasına yardım etti. Ardından, tam da İsrail savaş uçaklarına İran’ı bombalamak için silahların yüklendiği gün, UAEA Yönetim Kurulu’nun İsrail ve ABD’ye istedikleri savaş bahanesini verecek bir kararı geçirmesini sağladı.

UAEA Direktörü olarak son yılında Muhammed el-Baradey, Grossi’nin 2019’dan beri karşılaştığına benzer bir ikilemle yüzleşmişti. 2008’de, ABD ve İsrail istihbarat teşkilatları, UAEA’ya İran’ın dört farklı türde nükleer silah araştırması yürüttüğünü gösteren belgelerin kopyalarını vermişti.

2003’te Bush’un Nijer’den gelen sarı pasta belgesi açıkça sahteyken, UAEA İsrail belgelerinin gerçek olup olmadığını tespit edemedi. Bu yüzden el-Baradey, önemli siyasi baskılara rağmen bu belgeler üzerinde işlem yapmayı veya bunları kamuoyuna açıklamayı reddetti. Zira Aldatma Çağı‘nda yazdığı gibi, ABD ve İsrail’in “İran’ın yakın bir tehdit oluşturduğu izlenimini yaratmak, belki de güç kullanımına zemin hazırlamak istediklerini” biliyordu. El-Baradey 2009’da emekli oldu ve bu iddialar, 2015’te Yukiya Amano tarafından çözülmek üzere geride bıraktığı “çözümlenmemiş konular” arasındaydı.

Eğer Rafael Grossi, Muhammed el-Baradey’in 2009’da gösterdiği aynı ihtiyat, tarafsızlık ve bilgeliği göstermiş olsaydı, bugün ABD ve İsrail’in İran’la savaşta olmaması kuvvetle muhtemeldi.

Muhammed el-Baradey, 17 Haziran 2025’te attığı bir tweette şöyle yazdı: “Müzakerelere değil de güce güvenmek, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nı (NPT) ve nükleer silahların yayılmasını önleme rejimini (kusurlu da olsa) yok etmenin kesin bir yoludur ve pek çok ülkeye ‘nihai güvenliklerinin’ nükleer silah geliştirmek olduğu yönünde net bir mesaj gönderir!!!”

Grossi’nin UAEA Genel Direktörü olarak ABD-İsrail savaş planlarındaki rolüne rağmen, ya da belki de bu rolü yüzünden, 2026’da Antonio Guterres’in yerine BM Genel Sekreteri olacak Batı destekli bir aday olarak lanse edildi. Bu, dünya için bir felaket olurdu. Neyse ki, dünyayı Rafael Grossi’nin ABD ve İsrail’in içine sürüklemesine yardım ettiği krizden çıkaracak çok daha nitelikli adaylar var.

Rafael Grossi, nükleer silahların yayılmasının önlenmesini daha fazla baltalamadan ve dünyayı nükleer savaşa daha da yaklaştırmadan önce UAEA Direktörlüğü’nden istifa etmeli. Ayrıca BM Genel Sekreterliği adaylığından da adını çekmeli.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız, Steven D. Grumbine tarafından kaleme alınan metin, teknik terimlerin ve nötralize edilmiş kavramların egemenliğindeki iktisat yazınında, paranın sınıfsal doğasını ve politik işlevini görünür kılarak iktisadı “yeniden” siyasileştirme çağrısı yapıyor. Grumbine bu kısa makalesiyle, Modern Para Teorisi’nin devletin sınıfsal karakterinden soyutlanarak araçsallaştırılmasına karşı, parasal egemenliğin ancak ve ancak sınıf mücadeleleri içinden devrimci bir imkâna dönüşebileceğini anımsatarak, teknik iktisat jargonu ardına gizlenmiş sınıf savaşımını teşhir ediyor. Kemer sıkma politikalarının, işsizliğin ve enflasyon korkularının nesnel değil, ideolojik ve sınıfsal tercihlerle inşa edildiğini göstermesi bakımından, akademik nötralitenin ötesine geçen ve hâkim iktisat anlayışlarına doğrudan meydan okuyan bir nitelik taşıyor.


Sınıf Mücadelesinden Yoksun Modern Para Teorisi, Muhasebeden İbarettir

Steven D. Grumbine
Real Progressives
11 Haziran 2025
Çev. Leman Meral Ünal

Solun iktisat eğitimi uzun süredir iki ölümcül eksiklikten mustarip: Anaakım iktisadın kemer sıkma mitleri ile ortodoks Marksizmin meta-para fetişizmi. Pavlina Tcherneva’nın The Case for a Job Guarantee [İş Garantisi Savunusu] (2020) adlı çalışmasında gösterdiği üzere, hâkim sınıflar işsizliği, işçi gücünü ve ücretleri baskılamak amacıyla bir disiplin aracı olarak kasıtlı biçimde sürdürür, ki bu da, “kıtlığın” iktisadi bir zorunluluktan ziyade siyasal bir inşa olduğunun somut kanıtıdır. Öte yandan, Marx’ın siyasal iktisat eleştirisi (Kapital, Cilt 1, 1867) temel metin olmayı sürdürdüğü için, birçok sosyalist onun emek-değer kuramını yanlış biçimde uygulayarak parayı meta değişimiyle özdeşleştirmekte ve devlet tarafından yaratılan itibari paranın modern gerçekliğini göz ardı etmektedir. Bu kuramsal kargaşa, devrimci potansiyeli felce uğratmıştır.

Kapitalist devletin parasal egemenliği, Stephanie Kelton tarafından Deficit Myth [Bütçe Açığı Efsanesi] (2020) eserinde etraflıca açıklandığı gibi, kemer sıkma politikalarının sınıf savaşımından başka bir şey olmadığını ortaya koyar. Nitekim para basma yetkisine sahip hükümetler, mali değil, fiziksel kaynak kısıtlarıyla karşı karşıyadır (Mitchell, Wray & Watts, Makroekonomi, 2019). Wynne Godley’nin sektörel denge yaklaşımının (Seven Unsustainable Processes, 1999) matematiksel olarak kanıtladığı üzere, politikacılar trilyon dolarlık askeri bütçeleri onaylarken “evrensel sağlık hizmetini karşılayamayız” dediklerinde, muhasebe hatası yapmıyor, sınıf önceliklerini dayatıyorlar. “Ulusal borç” denilen şey ise, gerçekte egemen sınıfa aktarılan reel kaynakların finansal yansımasından ibaret.

Ne var ki, seçim illüzyonlarını doğru şekilde reddeden Marksistler arasında dahi tehlikeli iktisadi yanılgılar varlığını sürdürüyor. Soldaki enflasyon fobisi, sıklıkla Godley’nin temel öngörüsünü, yani fiyat istikrarının soyut para arzından değil, reel üretim ile talep arasındaki dengeden kaynaklandığı gerçeğini, göz ardı eder. Şili oligarşisi Allende’yi devirmek için kasıtlı olarak kıtlık yarattığında, Marx’ın veciz sözünü (“Modern devletin yürütme organı, tüm burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir”, Komünist Manifesto, 1848) teyit etmiş oldu. Randy Wray’ın Modern Money Theory [Modern Para Teorisi] (2015, 2024) eseri, itibari paranın değerini herhangi bir metaya bağlı olmaktan değil, devletin vergi toplama ve dayatma otoritesinden aldığını ortaya koyar, yine de bazı sosyalistler hâlâ altın standardını veya emek bonolarını savunmakta, mevcut parasal sistemi ele geçirmek yerine ütopyacılığa sığınmaktalar.

Tcherneva ile Mitchell & Muysken (Full Employment Abandoned, [Tam İstihdamın Terk Edilişi] 2008) tarafından geliştirilen İş Garantisi (JG) önerileri, kapitalizm altındaki reformun diyalektik doğasını açığa çıkarır: Mevcut sistem içinde uygulandığında, JG, basitçe ücret disiplinini dayatmanın bir aracına dönüşebilir [çünkü] ancak işçilerin denetimi altında, işsizler ordusu tamamen ortadan kaldırılabilir. Bu çelişki, MMT’nin tüm içgörülerinin belirleyici özelliğidir – yani bu içgörüler, yalnız ve yalnız sermayenin yapısal gücünü kıracak denli güçlü hareketlerin elinde devrimci bir niteliğe kavuşabilirler. Gramsci’nin kültürel hegemonya kuramı (Hapishane Defterleri, 1935), burjuvazinin kapitalist ilişkileri doğal ve kaçınılmaz göstermek yoluyla denetimi nasıl kurduğunu ve sürdürdüğünü açıklar.

Tarihin dersi açıktır. Wray’in belgelediği gibi, 1930’ların işyeri grevleri, politika belgeleriyle değil, Ulusal Çalışma İlişkileri Yasası imzalanana kadar fabrikaların fiziksel işgali yoluyla kazanılmıştır. Mitchell’in savaş sonrası tam istihdam üzerine yaptığı çalışmalar, tam istihdamın yalnızca militan ve mücadeleci sendikaların grev kapasitesini koruduğu sürece var olabileceğini kanıtlamıştır. Gramsci’nin kültürel hegemonya anlayışını ve Godley’nin sektörel denge analizini içselleştirmiş günümüzün finansallaşmış oligarşisi, artık çok daha rafine baskı biçimlerine başvuruyor: Algoritmik ücret gaspı, finans piyasasına endekslenmiş konut hakkı ve her yere sirayet eden borç köleliği. Kelton haklı, tüm toplumsal ihtiyaçlara yetecek para mevcut; Tcherneva ispatladı, işler derhal yaratılabilir; ve Marx haklıydı, sermaye ayrıcalığını asla gönüllü olarak terk etmeyecek.

Dolayısıyla görevimiz “MMT politikalarını uygulamak” değil, ürettiğimiz artık değeri denetleyebilecek işçi sınıfı gücünü inşa etmektir. Mitchell’in JG modelleri, ancak kendiliğinden grevlerle birleştiği bir durumda devrimci nitelik kazanır. Wray’ın parasal analizi yalnızca kredinin spekülasyondan toplumsal ihtiyaçlara yönlendirilmesi söz konusu olduğunda önem arz eder. Gramsci’nin öğrettiği gibi, hem anlık mücadelelerin “siperlerinde” (kira grevleri, borçların reddi) hem de ideolojinin “katedralinde” (paranın sınıfsal bir silah olarak teşhiri) eş zamanlı savaşmalıyız. Kelton’un bütçe açığı gerçekleri ile Marx’ın artık-değer kuramı tek bir talepte kesişiyor: Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek. Seçimlerle falan değil- 1917, 1936 ve 1968’de olduğu gibi sermayeyi tir tir titreten örgütlü bir güçle.

Para, işçilere karşı oynanan hileli bir oyunda burjuvazinin skor tablosudur. Tcherneva’nın JG planları, Godley’nin sektörel denge analizleri ve Wray’ın vergi temelli para teorisi, başka bir dünyanın teknik olarak mümkün olduğunu gösteriyor. Fakat Marx’ın dediği gibi, “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa asıl mesele onu değiştirmektir.” Değiştireceğiz: Grev hatlarımız onların polislerini sayıca aştığında, direnişlerimiz onların rezervlerini tükettiğinde ve dayanışmamız yeni bir kültürel hegemonya haline geldiğinde. Fabrikalar âtıl halde, işçiler hazır bekliyor; bizi engelleyen tek şey sermayenin şiddet tehdidi. O şiddeti tarihin çöplüğüne yollayalım.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor

Yayınlanma

Çin İran’ı destekliyor, İsrail’i kınıyor. Pekin’in tepkisi eskisinden daha güçlü ve daha doğrudan.

James Palmer, Foreign Policy dergisinin yardımcı editörü
17 Haziran 2025

Çin, devam eden İran-İsrail çatışmasında tavrını ortaya koydu. Cumartesi günü, Dışişleri Bakanı Wang Yi, İsrailli mevkidaşına yaptığı telefon görüşmesinde, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının “kabul edilemez” ve “uluslararası hukuka aykırı” olduğunu söyledi.

Wang, İranlı mevkidaşına “İran’ın ulusal egemenliğini korumak, meşru hak ve çıkarlarını savunmak ve halkının güvenliğini sağlamak” için destek teklif etti. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping salı günü yaptığı açıklamada bu yorumları yineledi. Çin’in tepkisi, geçen sonbaharda İran ile İsrail arasında yaşanan çatışmaya verdiği tepkiden daha sert ve doğrudan.

Çin, İran’ın da üyesi olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) aracılığıyla İsrail’in son saldırılarını kınayan bir bildiri yayınlamak da dahil olmak üzere diplomatik kaynaklarını seferber etti. Bu, İsrail ile güçlü silah ticareti bağları olan ve bildirinin hazırlanmasında danışılmayan ŞİÖ üyesi Hindistan’ın tepkisini çekti.

İran, son yıllarda Çin’e yakınlaştı. İki ülke, askeri tatbikatlarda düzenli olarak işbirliği yapıyor ve 2021’de ekonomik, askeri ve güvenlik işbirliği anlaşması imzaladı. İran’ın petrol ihracatının yüzde 90’ından fazlası Çin’e gidiyor. İran, yaptırımları tetiklememek için Batı bankalarını ve nakliye hizmetlerini atlatmak için bir dizi dolanma yöntemi kullanıyor ve yuan cinsinden işlemler yapıyor.

İsrail, İran’ın petrol endüstrisini bozmayı başarırsa, bu Çin için acı verici olabilir. Ancak İran, Çin’in altıncı en büyük tedarikçisi olduğu için Çin bu darbeyi absorbe edebilecektir.

Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?

Çin, güçlü açıklamasına rağmen İran’a retorik destekten öteye geçmesi olası değildir. Çin, Orta Doğu meselelerine daha fazla karışmak istememekte, bunun yerine ABD’nin dikkatinin dağılmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Washington’daki şahinler, Çin-İran ilişkilerini olduğundan daha güçlü göstermeye çalışmaktadır; ancak İran, Çin’in temel çıkarları açısından nihayetinde marjinal bir ülkedir.

Çin müdahale ederse, muhtemelen İran’a, Tahran’ın geçmişte tehdit ettiği gibi Hürmüz Boğazı’nı gemilere kapatmaması için baskı yapmak olacaktır. Çin’in ana petrol tedarikçisi Rusya olsa da, Çin’in petrol ithalatının yaklaşık yarısı Körfez ülkelerinden gelmektedir. Boğazın kapatılması ve bunun sonucunda enerji fiyatlarında yaşanacak artış, zaten zor durumda olan Çin ekonomisi için acı verici olacaktır.

Çin, 2023’te İran-Suudi Arabistan uzlaşmasında oynadığı arabuluculuk rolünü temel alarak barış elçisi olarak hareket etme umudunu taşıyor olabilir. Ancak İsrail’in Çin’i tarafsız bir arabulucu olarak kabul etmesi zor görünüyor. Çin-İsrail ilişkileri, hem Çin’in Filistin yanlısı tutumu hem de Çin internetinde antisemitizm patlamaları nedeniyle İsrail-Hamas savaşı sırasında bozuldu. Anlaşma için Çin’e başvurmak, huysuz bir ABD başkanını kendinden uzaklaştırma riskini de beraberinde getirecektir.

Çin için İran-İsrail çatışmasının bir avantajı, savunma teknolojisi için yeni pazarlar olabilir. Pakistan, Hindistan ile son çatışmasında beklentileri aştı. Bu başarı, büyük ölçüde Çin sistemlerinin kullanılmasına bağlanıyor: J-10C savaş uçağı, bu çatışmada ilk kez savaşta test edildi ve hava savunma sistemi de çoğunlukla Çin yapımı.

Şu ana kadar İsrail, İran’ın eski hava savunma sistemleri ve hava kuvvetleri üzerinde hakimiyet kurdu ve bu durumu düzeltmek, Tahran’ın biraz nefes alması halinde gündeminin üst sıralarında yer alacak. Orta Doğulu alıcılar önceden J-10’lara şüpheyle yaklaşıyordu, ancak İran mevcut çatışma öncesinde ilgi gösteriyor gibi görünüyordu.

Çin bir zamanlar İran’ın önemli silah ortağıydı, ancak iki ülke 2005’ten bu yana yeni bir anlaşma imzalamadı. Bu durum şimdi değişebilir.

Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English