Söyleşi
‘F-16 meselesi İsveç’in üyeliği ile bağlantılı’

ABD’li emekli albay Richard Outzen, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Politika Planlama Ekibinde görev yapmış ve birkaç dışişleri bakanına danışman olarak hizmet vermiş bir isim.
Outzen, 2016’dan 2021’e kadar ABD Dışişleri Bakanlığı’nda hem askeri hem de sivil danışman olarak görev yaptı, Politika Planlama Ofisinde ve daha sonra Suriye Özel Temsilciliği Ofisinde çalıştı. 2013-2016 yılları arasında Milli Savunma Üniversitesi (NDU) ve Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü öğretim üyeliği yaptı. 2014’ten 2015’e kadar Kabil’de ABD savunma ataşesi olarak görev yaptı. Daha önce Kudüs’teki ABD Güvenlik Koordinatörü’nün eğitim ve geliştirmeden sorumlu genelkurmay başkan yardımcısı olarak görev yaptı. Orta Doğu ve Orta Asya’ya odaklanarak, politika ve strateji konularında kapsamlı araştırmalar yayınlandı.
Şu anda Atlantik Konseyi gibi önde gelen ABD’li düşünce kuruluşlarında jeopolitik danışman olarak çalışan ve Türkçe, Arapça, İbranice ve Almanca bilen Outzen, otuz yılı aşkın aktif askerlik hizmeti yerine getirmiş, çeşitli komuta, personel ve irtibat pozisyonlarında bulunmuş ve Irak ve Afganistan savaşları da dahil olmak üzere Orta Doğu’da on yıl geçirmiş.
Outzen, Türkiye-ABD ilişkileri, Türkiye’nin NATO’daki pozisyonu ve Rusya-Ukrayna savaşına dair sorularımızı yanıtladı.
‘Türkiye’nin İsveç’in üyeliğine karşın istekleri makul ve yerinde’
- Geçtiğimiz günlerde Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında üçlü toplantı gerçekleşti. Toplantı sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsveç’in üyeliği için “pek sıcak bakmıyoruz” ifadesini kullandı. Sizce önümüzdeki ay Litvanya’da yapılacak NATO zirvesine kadar bu düşünce değişebilir mi? Değişmediği takdirde NATO’nun ve ABD’nin buna tepkisi nasıl olur.
Değişiklik için büyük bir ihtimal görmüyorum. İsveç’in yapacağı icraatlar önemli. Onların bir takım yasal sorunları vardı. İsveç yasalarında teröre karşı bir gevşeklik olduğu söylenebilir. Onlar için terör örgütü üyesi olmak ağır bir suç teşkil etmiyordu. Bu anayasal sorunlar 2022 sonunda değişti. Eskiden bir kişi fiilen bir terör eyleminde bulunmamışsa, bu suç olmazdı. Üye olmayı bırakın, örgüt propagandası yapmak ve üye toplamak bile suç değildi. Bu sayede uluslararası terörist bir organizasyon olan PKK İsveç’te rahatça gösteri yapabiliyor, nüfuzunu genişletebiliyordu. Türkiye doğal olarak buna sıcak bakmaz. Bu yasayla ilgili değişiklik daha ancak 1 Haziran’da yürürlüğe girdi. Şu ana kadar terör suçlusu bir kişiyi iade edecekleri biliniyor o da PKK üyeliğinin yanı sıra uyuşturucu gibi suçlarla anılıyor. Ancak bu sadece bir adım.
Türkiye daha önemli adımlar bekliyor. Örgütün para ve üye toplama yöntemlerinin engellenmesini istiyor. Bu da bence gayet makul ve yerinde bir istek. Sonuçta NATO üyeliğiyle beraber bir çok yükümlülük geliyor. İsveç bir gün saldırı altında kaldığında Türkiye’nin İsveç’i savunması gerekecek. Bu nedenle Türkiye’nin bir numaralı ulusal güvenlik sorunu olan PKK’yı da İsveç’in ciddiye alması gerekir. Bu son derece makul bir istektir. Bu nedenle bir ayda büyük bir değişim olacağını sanmıyorum. Vilnius’a yetişmesini beklemiyorum. Burada bizim (ABD’nin) de hayal kırıklığına uğrayacağını biliyorum. Neticede biz de NATO’yu Rus tehdidine karşı büyütmeye çalışıyoruz. İki istek de yerinde ve makuldür ama zamanlama iyi değil.
Ben bu sebepten ötürü ABD’nin tehditkar bir üslup ve yaptırımlarla tepki vereceğini düşünmüyorum. Bu hiç bir şekilde süreci hızlandırmaz. Türkiye, yaptırımlarla milli çıkarlarından vaz geçmeyeceğini gösterdi. Benim tahminim bir 3-4 ay daha bu şekilde geçecek. İsveç, yeni yasalarını uygulamaya devam edecek. Türkiye’nin tatmin olması durumunda aynı Finlandiya gibi onlar da NATO’ya girebilecekler. Bunun çabuk olmasını beklememek gerekir.
‘İsveç’in NATO üyeliğini görene kadar F-16 onayını vermeyecekler’
- Biliyorsunuz Türkiye ve ABD arasında F-16 ve modernizasyon kiti istişareleri devam ediyor. Joe Biden hükümeti de bu konudaki olumlu fikirlerini bildirdi ancak kararın kongreden de geçmesi gerekiyor. Türkiye’nin İsveç konusunda aldığı tutum ve politikalar sizce F-16 kararını nasıl etkileyecek? F-16’ların alınması İsveç üyeliğine mi bağlı?
Bağlıdır. Bağlı olmaması gerekirdi ama maalesef ki bağlı. Silah satış konusunda kongrenin yeri bizim sistemimizde çok önemli. Özellikle dış işleri komisyonunda dört kıdemli kongre üyesi var. Bu dört üyeden biri dahi itiraz etse bir gecikme olacak. Başkanın isteğine göre bir oylama zorlayabilir ancak bu kendi partisinde çok hoş karşılanmayacaktır. Bu nedenle Biden, ikna turlarına başlayacak. İkna etmesi gereken kişilerden biri Senatör Menendez. Menendez, İsveç’in NATO üyeliğini görene kadar onay vermeyeceğini söyledi. İsveç meselesi uzayacağına göre F-16 da uzayacak. Bu çok üzücü. Ben şahsen Türkiye’nin F-16’ları almasını destekliyorum. Neticede bu biraz da iç siyasetle alakalı bir mesele. Demokratlar, İsveç’i NATO’da görmek istiyorlar ve PKK konusuna pek önem vermiyorlar. Tabii kongrede Türkiye karşıtları da var. Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsız oluyorlar. Bu tabii yeni bir mesele değil. 1974 barış harekatı zamanında da kongre kızmıştı ve ambargolar getirdi. 5-6 yıl boyunca Türkiye’ye hiç bir şey satmadık. O zaman Türkiye’nin savunma sanayii de pek olgun değildi. Türkiye için daha büyük bir sorun olmuştu. Hatta bu Türkiye’deki savunma yatırımlarının gelişmesinde de büyük rol oynadı. O dönemki gibi bağımlı bir rolde bulunmamak adına Türkler savunma sanayiini güçlendirdiler. F-16 meselesi kısa vadede çözülmeyecek gibi duruyor ama Türkiye’nin kendi savunma sanayii ya da diğer ortakları gibi başka de seçenekleri var.
‘ABD Fırat’ın batısına operasyona tepki göstermez’
- Türkiye’nin geçtiğimiz yıllarda Suriye’ye yaptığı operasyonlar batıda ciddi tepki görmüştü. Son bir yıldır da Suriye’deki PKK-YPG terör unsurlarına yeni bir operasyon geleceği konuşuluyor. Ukrayna savaşı sonrası Rusya’ya uygulanan yaptırımlar bekleneni veremedi. Türkiye’nin olası bir operasyonu benzer yaptırımların kapısını açar mı?
Bu yaptırım meselesi ABD’de çok popüler. Ne kadar etkili olduğu ise tartışmaya açık. Böyle bir olası operasyonda seçilen bölge çok önemli. Daha çok bizim askerlerimizin olduğu yer Suriye’nin kuzeydoğusunda. Kobani ya da Kamışlı gibi yerler de askerlerimiz var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bahsettiği yerler ise Fırat’ın batısında. Tel Rıfat, Menbiç gibi bölgeler de ABD askeri yok. Oradaki YPG unsurlarının IŞİD’le mücadele gibi bir görevi de yok. Onlar bölgeyi Esad’ın, Rusların ve İranlıların desteğiyle işgal ediyor. Bu bölgeler Sünni nüfus çoğunluklu bölgeler. Ben küçük çapta bir operasyonun büyük bir tepkiye yol açacağını sanmıyorum. Yine de dikkatli olunması gerekir, Türkiye ve ABD gibi iki müttefik karşı karşıya gelmemeli.
‘Beyaz Saray Türkiye seçim sonuçları konusunda pragmatik davranacak’
- Joe Biden’ın 2020 seçim döneminde Türkiye’deki muhalefeti destekleyeceğine yönelik açıklamaları olmuştu. Bu açıklamalarla Biden ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki gerilimin arttığını gözlemledik. Türkiye seçimleri sonrası Erdoğan’ın tekrar kazanması ve 5 yıl daha hükümette kalacak olmasının Türk Amerikan ilişkilerine nasıl etki edeceğini düşünüyorsunuz?
İlk belirtilere göre Beyaz Saray pragmatik davranacak. Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan bir röportaj yaptı. Sullivan, “Türkiye seçim kampanyalarındaki ABD karşıtlığı sizi rahatsız ediyor mu?” sorusuna “Türkiye bir demokrasidir. Türkiye seçimlerinde hep bir Amerikan karşıtlığı gözlemlenir. Ancak bu, bugüne kadar bizim ilişkilerimizi engellemedi. Türkiye’yle birlikte Ukrayna’dan Suriye’ye, yapılacak çok iş var. Biz yapıcı bir şekilde yaklaşacağız” ifadelerini kullandı. Bu çok ilginç çünkü 2021 ve 2022’de yapılan Demokrasi toplantılarına Türkiye davet edilmemişti. Bu şekilde Türkiye’nin demokratik bir ülke olmadığı vurgulanmıştı. Ancak şimdi Ulusal Güvenlik Danışmanı Türkiye’nin bir demokrasi olduğunu söylüyor. Şartlı demokrasi demedi, otoriter demokrasi demedi. Doğrudan demokrasi dedi. Bu olumlu bir işaret. Beyaz Saray, “tamam istediğimiz olmadı ama birlikte çalışmaya devam” mesajını verdi.
‘Türkiye-Yunanistan meselesinde ABD pek dengeli davranmıyor’
- Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin son yıllarda giderek gerildiğini söylemek şaşırtıcı olmaz sanırım. Bu gerilimlere son dönemde ABD’nin Türkiye sınırında kurduğu askeri üsler de eklendi. Özellikle Türk medyasında bu yığınakların Rusya’dan ziyade Türkiye’ye karşı yapıldığı iddiası çokça dile getiriliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Ben bir Amerikalı olarak NATO’nun güçlü olmasını isterim. Bu hem Yunanistan’ı hem de Türkiye’yi kapsıyor. Bu tarz bir yığınak asla müttefiklere karşı olmaz. Tabii ben Türkiye’nin kaygılarını anlıyorum. Türkiye-Yunanistan meselesinde ABD pek dengeli davranmıyor. Mesela Miçotakis kongre önünde konuşma yapabiliyor ama Türkiye yapamıyor. Bu yüzden kaygıları anlıyorum ama bunun Türkiye’ye karşı bir gözdağı olduğunu düşünmüyorum. Yunanistan’daki askeri üslerin maddi bir sebebi de var. Almanya’daki üslere nazaran bakım masrafları daha düşük. Bu asla Türkiye’ye karşı bir hareket olmayacak.
Miçotakis ve Erdoğan arasındaki gerilim iki tarafa da seçim arifesinde faydalı geldi. İki lider de 4-5 yıl rahatlık elde ettiler. Buradan sonra gerilimler devam etse de biraz daha hafifleyecektir. Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunlar çok büyük değil. Çözülmeyecek mesele yok. Gözlerden uzak toplantılarda bütün sorunlar çözülebilir.
Tabii Yunanlı arkadaşlar bu gerilimden rahatsız olmadıklarını söylüyorlar. Gerilim sayesinde batıdan “hediyeler” alıyorlar. Ekipmanlarını yeniliyorlar. ABD’nin büyük ağabey olarak barışı teşvik etmesi ve dengeli davranması gerekir.
‘Mariupol gibi bölgelerde bir kırılma olursa Ruslar masaya oturmaya teşvik edilebilir’
- Ukrayna, Batı’dan gelen ekipmanlar sonrası bir taarruza başladı. Bu taarruz için Batı ülkelerinde ciddi bir yatırım yapıldı. Ancak taarruzun ilk bir haftası, bize büyük bir ilerleme kaydedilemediğini, dahası ciddi kayıplar yaşandığını söylüyor. Bir çok uzmanın yorumuna göre ise önümüzdeki bir yılda ciddi bir toprak değişimi yaşanmayacak. ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley de “büyük bir değişim beklemiyoruz” demişti. Hatta öyle yorumlar var ki savaşın yıllar değil on yıllar sürebileceği iddia ediliyor. Siz savaşın gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
General Milley, “Kiev 3 gün içinde düşecek” de demişti. Yüksek rütbe her zaman iyi tahmin demek olmuyor. Savaş çok karmaşık ve zor bir süreç. Bir harekatın önceden nasıl gelişeceğini tahmin etmek zor. Ancak biz şunu biliyoruz ki Rus ordusu içinde ciddi zaaflar mevcut. Onlar kendi taarruzlarını başarılı sonuçlandıramadılar. Evet, Bahmut alındı ama başka bir ilerleme kaydedilemedi, dahası ciddi kayıplar verildi.
Ukrayna’nın taarruzu henüz olgunlaşmadı. Şimdilik zayıf nokta bulmak için yapılan ufak saldırılar yapıyorlar. Bu sayede Rusların yedek güçlerini de kaydırmalarını bekliyorlar. Ukrayna’nın taarruz için kurduğu ağır zırhlı tugaylar var. Bu tugaylar batı ekipmanlarıyla donatıldı. Biz taarruzun ana gücünü henüz sahada görmedik. Çok sürmez, bir hafta on gün içerisinde zayıf nokta bulup şanslarını deneyecekler. O zaman sonuç alınıp alınmayacağını göreceğiz. Ben de bu savaşın uzun sürebileceğini kabul ediyorum. Özellikle Kırım’ın Ruslardan temizlenmesi çok zaman alabilir. Ancak savaş sürprizlerle doludur. Melitopol ve Mariupol gibi bölgelerde bir kırılma yaratılması işin gidişatını değiştirebilir. Belki o zaman Ruslar masaya oturmaya teşvik edilebilirler. Böyle bir hatayı Ruslar dünya savaşlarında da yapmıştı. Ciddi bir kuvveti önde bırakmış ancak yanları zayıflatmışlardı. Almanlar hızla etraflarını sararken Ruslar birliklerini çekememiş 200-300 bin kadar Rus askerinin esir alınmasına yol açmışlardı. Tabii savaşın boyutları gereği şu an bu kadar olmaz. Ukrayna bir zayıf noktayı iyi kullanabilirse bir çöküş yaşanabilir.
- Peki ya olmazsa? Taarruzun başarısız olması durumunda Batı ülkeleri desteğini daha ne kadar sürdürebilir? Ya da sürdürmek isterler mi?
Bence savaşın en büyük sürprizi bu. Putin Batı’nın yılacağını ve Ukrayna’yı yalnız bırakacağını düşündü ama yanıldı. Çünkü Batı, Rusya’nın başarılı olması durumunda bu savaşın Ukrayna’ya yapılan son saldırı olmayacağını düşünüyor. Hemen hemen bütün NATO ülkeleri Ukrayna’ya yardıma devam edecektir. Rusya’nın kazanması Türkiye için de bir felaket olur. Rusya, Ukrayna’yı haritadan silerse, Türkiye Karadeniz’de çok zor durumda kalacak. Evet belki Rusya bu savaşa 10 sene kadar devam edebilir. Ancak biz de en azından bir iki sene daha desteklemeye devam edebiliriz.
‘Çin, Ortadoğu’da ABD’nin hatalarını tekrarlamayacak’
- Biliyorsunuz ki geçtiğimiz aylarda Çin’in Ortadoğu’ya sert bir girişi oldu. Yemen üzerinden uzun zamandır savaşta olan Suudi Arabistan ve İran’ın arasında bir diplomasi rüzgarı esmeye başladı. Biz bu dönemi ABD’nin Ortadoğu’daki nüfusunun azaldığı ancak Çin’in nüfusunun arttığı bir dönem olarak gördük. Peki siz Ortadoğu’daki yeni dengeleri nasıl görüyorsunuz? ABD’nin Ortadoğu’da geçirdiği 30 yılı nasıl değerlendiriyorsunuz?
ABD 30 yıl boyunca büyük hatalar yaptı. Bene 90’larda iyi şeyler yapılmaya çalışılmıştı. Soğuk savaş sonrası dünyanın her yerinde iyilik yapsın beklentisi vardı. Refah, demokrasi getirme maksadı oluşturulmuştu. Filistin ve İsrail arasında barışa odaklanmıştık. Diktatörleri göndermek istemiştik. Ancak olmadı. Biz çok güçlü olsak bile bu kadar karmaşık bir bölgeyi yönetemedik. Klasik İngilizler gibi bir İmparatorluk kurmaya çalışmadık. Halkımız, bu ülkeleri sömürge yapmak ve hatta para vermek dahi istemedi. Bu işten kolay yorulduk. Açıkçası çok da hatalar yapıldı. Irak’tan Libya’ya çok hatalar oldu. ABD halkı da “biz beceremiyoruz” dedi ve çekilme talebini gösterdi.
Çin, bence hataları tekrarlamayacak. Bölgeyi yönetme gibi bir istek gütmüyorlar. Onlar, hem Suudi Arabistan’dan hem İran’dan petrol alıyorlar. Petrolün onlara sorunsuz ulaşabilmesi için savaşmamaları gerektiğini düşünüyorlar. Bu daha çok ticari bir anlaşma gibi . Yani sadece düzen olsun istiyorlar.
“Çok kutupluluk” bu dönemde fazla konuşuluyor. Eğer Çin bölgeyi kontrol etmeye çalışırsa onlar da beceremezler. ABD de artık pek niyetli değil. Ortadoğu’dan çıkıp nüfuzunu Asya’ya kaydırmayı planlıyor.
Çok kutupluluk bu bölge için iyi bir şey çünkü bölgede İran, İsrail, Suudi Arabistan Türkiye gibi çeşitli güç odakları var. Onlar da kendi aralarında anlaşsınlar. Biz her şeyi dışarıdan etkileyemeyiz. Bu ülkelerin aralarında diyalog kurulması iyi bir şey ki şu anda bu gerçekleşiyor. Herkes birbiriyle konuşur hale gelmeli. Mesela artık Mısır’la da anlaşıyorsunuz Türkiye olarak. Bence ABD’den açılan boşluğu bölge ülkelerin doldurması iyi ve normal bir şey.
Söyleşi
İsrail-İran savaşını kim kazandı? E. Tuğamiral Alaettin Sevim Harici’ye anlattı

12 gün süren İsrail-İran savaşı, şimdilik ABD Başkanı Donald Trump’ın dahliyle ateşkesle sonuçlanmış gibi görünse de, bölgede gerilim devam ediyor. Bu kısa süreli çatışma ardında pek çok soru işareti bıraktı. Savaş hakikatten bitti mi? Kazanan kim kaybeden kim? İran’ın nükleer tesisleri gerçekten yok oldu mu? Pek çok soru hala tartışılıyor. Bunlardan bazılarını, emekli Tuğamiral ve İstanbul Kent Üniversitesi Öğr. Gör. Dr. Alaettin Sevim’e sorduk.
İsrail-İran savaşına 10. günde müdahil olan ABD, 12. günde de “tamam bu kadar yeter savaş bitti” dedi. ABD’nin bu çatışmaya hızla girip hızla çıkmaya çalışması ne anlama geliyor? Yoksa bu da Trump’ın diplomasi masasında yaptığı gibi taktik bir manevra veya şaşırtmaca mı?
Kanaatimce Amerika, özellikle Başkan Trump zaten bu savaşa çok fazla taraftar değildi. Müdahil olmak istemedi, ancak buna mecbur kaldı. Sonuç olarak Amerika’nın teknolojik gelişmişliği ve dünya politikasındaki ağırlığına orantılı bir şekilde bir taarruz yapıldı. Ancak gerek bu saldırılan nükleer tesislerin 2 gün önceden boşaltılmaya başlaması ve bu boşaltılma kaydedildiği halde, tespit edildiği halde buradaki boşaltmaya destek veren, boşaltmayı yapan, tahliyeyi yapan unsurların herhangi bir taarruza maruz kalmamış olmasına dair kanaatim bunun önceden haber verilmiş, bu nedenle de etkisi minimize edilmiş bir taarruz olduğu yönündedir. Benzer şekilde İran’ın da Amerika’ya verdiği cevapta yine Katar’daki hava üstüne yapılan taarruzda önceden haber verilmiş olması, boşaltılmış üstlere yapılan bu taarruzun da yine kararlaştırılmış ve birlikte onay verilmiş bir taarruz olduğu ortaya çıkıyor diye değerlendiriyorum. Dolayısıyla Amerika’nın bu savaşı istemediğini, özellikle başkan Trump’ın bunu istemediğini, kısıtlı bir müdahale yapıldığını ve bu müdahale sonucunda da yine kısıtlı ve önceden planlanmış bir cevap verildiğini ve savaşın şu an için ateşkesle sonuçlandırıldığını düşünüyorum.
Bu çatışmanın sonlandığını ve İsrail-İran arasındaki ateşkesin kalıcı olabileceğini düşünüyor musunuz? Yoksa taraflar bir sonraki çatışma için birbirlerinin ağırlıklarını mı tartmış oldu?
Bence, bir müddet devam edecek. Burada asıl belirleyici olan İran’ın nükleer programına devam edip etmeyeceği ve de İsrail’de de Netanyahu’nun başının ne kadar sıkışmış olabileceği, ne kadar daha fazla iç politikada sıkışabileceği. Bunlar önemli hususlar. Bu savaşın çıkmasında da temel nedenlerin bunlar olduğunu düşünüyorum. Eğer ki bu konularda bir yumuşama sağlanırsa ateşkes en azından bir süre daha devam edecektir diye değerlendiriyorum.
Çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşme riskinden hep bahsedildi. Bu yönüyle Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması gibi bir senaryo da dillendirildi. Siz böyle bir risk görüyor musunuz? Yoksa Hürmüz’ün kapanmasıyla ilgili riskin şimdilik geçtiğini mi düşünüyorsunuz?
Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması, İran’ın çok zorda kalması ve artık başka bir çaresinin kalmadığı bir durumda söz konusu olabilir. Neler olabilir? Örneğin İran’ın petrol tesislerinin vurulması, İran’ın da petrol ihraç etme imkanlarının azalması, rejimin tehlikeye düşmesi, İran hükümetinin tehlikeye düşmesi, isyanların başlaması ve İran’ın başka çaresinin kalmaması durumunda Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması söz konusu olabilir. Aksi takdirde bu İran’ın kendi ayağına ateş etmesi olacaktır. Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasıyla beraber İran’ın da ticareti etkilenecektir. Özellikle Çin’e yaptığı petrol ürünleri sevkiyatının engelleneceği ortadadır. Bu da İran’ın ve müttefiklerinin istemeyeceği bir şeydir. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasının, savaşın çok ilerlemesi ve İran’ın artık başka çaresinin kalmadığı bir durumda her şeyi göze alabileceği bir noktada söz konusu olabileceğini değerlendiriyorum. Yakın bir zamanda bunu mümkün görmüyorum.
İsrail-İran çatışmasında hava güçleri ve füze yetenekleri konuşuldu. Ancak Hürmüz’den Kızıldeniz’e önemli deniz ticaret yolları da diken üstündeydi. Bölgede donanmaların sahneye çıkacağı gerilimler tetiklenmiş olabilir mi?
Evet, günümüzün savaşlarının en önemli özelliği hava gücünün muhakkak olması. Hava gücüyle bir savaşı sonlandıramazsınız ama hava gücü olmadığı takdirde bir savaşı muhakkak kaybedersiniz. Hedefleriniz doğrultusunda hava gücünüzü ve düşman hava güçlerine karşı salınma kabiliyetlerinizi geliştirmek gerektiği ortaya çıktı.
Bölgede donanmalar ise zaten sahnede. Her zaman için bölgede donanmalar varlıkları son dönemde mevcut oldu. Halen de mevcut. Krizin büyümesine bağlı olarak bölgedeki donanma varlığının artması söz konusu olabilir. Örnek olarak en son Amerikan taarruzunda denizaltılardan atılan cruze füzeler kullanıldı. Dolayısıyla Amerika’nın ve diğer devletlerin görünür ve görünmez bir donanma varlığının her zaman bölgede mevcut olduğunu ve krizin gelişmesine bağlı olarak bu miktarın donanma varlığının artıp azalabileceğini devamlı olarak göz önünde bulundurmak lazım. Ama her zaman bölgedeki üsler vasıtasıyla görünür ve görünmez denizaltılar gibi görünmez unsurlarla da olsa bölgede donanma varlıkları devam edecektir.
ABD’nin ve İsrail’in bu müdahaleleri Çin ve Moskova tarafından sizce nasıl izlendi. Bu iki başkentin, hem ABD ile karşı karşıya gelmemek hem de müttefikini korumak gibi bir ikileme düştüğü söylenebilir mi?
Göründüğü üzere burada Rusya’nın belli oranda Amerika’nın müdahalesini sınırlandırmak üzere bir çabası olabilir. Özellikle Rusya’nın son dönemde yaptığı açıklamalar dikkati çekti. Örnek olarak İsrail’e çok uzun süreler boyunca İran’ın herhangi bir silah geliştirme kapasitesinin, nükleer silah geliştirme kapasitesinin olmadığını bildirdiklerini belirttiler. Daha sonra da Putin ABD müdahalesinin bölgedeki barışı ve hatta dünya barışını etkileyeceğini açıklaması da dikkat çekici oldu. Çin’in en azından bizim önümüze gelen demeçleri Rusya’ya göre daha düşük yoğunlukta kaldı. Ama İran’ın önemli bir müttefiki olarak Çin’in de demeçler seviyesinde ya da kamuoyundaki açıklamalarıyla yapılan destek seviyesinde İran’ın yanında yer aldığını görüyoruz. Burada ben özellikle Rusya’nın kapalı kapılar ardında Amerika’yı ikna çabaları olmuş olabileceğini değerlendiriyorum.
Sonuç olarak bu kriz İsrail’in İran’ın altyapısına ve nükleer kapasitesine verdiği hasarla İsrail’in avantaj sağladığını ama İran’ın da bu savaşı kaybetmeyerek kazandığını değerlendiriyorum. Özellikle de İran‘ın İsrail’e cevap verme kapasitesinin, reaksiyon gösterme kapasitesinin düşük hesaplandığını ve bu kadar uzun süre füzelerle de olsa uzak mesafeden de olsa cevap verebileceğinin değerlendirilmediğini ve burada hata yapıldığını düşünüyorum. Bu nedenle İran da bu savaşı kaybetmeyerek kanaatimce kazanan sayıldı.
Söyleşi
E. Koramiral Kadir Sağdıç: ‘Hürmüz’ü kapatmak ABD-İsrail’e yarar’

E. Koramiral Kadir Sağdıç, Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında deniz güvenliğini ve işbirliğini artırmak amacıyla kurulan çok uluslu bir deniz kuvveti oluşumu BLACKSEAFOR’un (Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu) Planlama Grubu Başkanlığı’nı yürütmüş, 2009’da Güney Deniz Saha Komutanı olarak Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz güvenliğini yöneten donanma komutanlığı görevini icra etmiştir. Kadir Sağdıç’a Hürmüz Boğazı’yla ilgili gelişmeleri ve olası senaryoları sorduk: “Hürmüz’ü kapatmak ABD-İsrail’e yarar.”
‘Uluslararası hukuk açısından mümkün değil’
Hürmüz’ü kapatmak üzerine bir senaryo krizin hangi aşamasında devreye alınabilir? Hürmüz Boğazı’nın hukuki statüsü nedir? İran donanmasının bugüne kadar bu senaryo üzerine yaptığı tatbikat ve simülasyonlar nelerdir?
Hürmüz Boğazı, Cebelitarık Boğazı gibi ya da Baltık geçitleri gibi uluslararası bir su yolu ve çok da dar değil. Aslında en dar yeri 30 kilometre. Bizim Türk Boğazları gibi değil, mesela İstanbul Boğazı 700 metre. Bu 40 misli daha geniş bir yer ve karşılıklı sahillerde farklı ülkeler var. Umman var, İran var, Birleşik Arap Emirlikleri’ne kıyıdaş, aynı zamanda Katar’a kıyıdaş. Böyle kıyıdaş olan tarafların çok sayıda ülkenin aynı bölgede olduğu yerde bir Hürmüz’ü kapatmak uluslararası hukuk açısından mümkün değil.
Türk Boğazlarının özel statüsü var. Gerek Çanakkale Boğazı gerek İstanbul Boğazı çok dar ve her iki kıyısı da Türkiye Cumhuriyeti’nin kıyıları. Her ne kadar Karadeniz uluslararası su ise de 140 mil ve 300 mil gibi geniş alanlar var. Karasuları 12 mil olduğuna göre iki ülkenin sahilleri, iki ülkenin karasuları denizi kapatmıyor. Ama Türk Boğazları dediğimiz Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’nda tüm sahiller ve içerideki su Türkiye’nin. Dolayısıyla Montrö Sözleşmesiyle Türk Boğazları’nın özel statüsü var. Ama Hürmüz Boğazı’nın öyle bir özel statüsü yok. Böyle bir durumda evet geçmiş krizlerde İran-Irak Harbi’nde tanker trafiğine zarar verme anlamında İran inisiyatif kullanıp tanker vurdu. Ama orada riski kendisi üstleniyor onun vebalini kendisi ödemek durumunda. Uluslararası hukuka sığınarak bunu yapmıyor.
‘Çin’den gelecek gelirin önü kesilir’
Askeri literatürde durum muhakemesi deriz. Bir karar almadan önce o kararı bir testten geçiririz. Bu uygunluk, tatbik kabiliyeti ve kabul edilebilirlik dediğimiz üç test aşaması var. Mesela Hürmüz Boğazı’na bu açıdan bakalım. Eğer İran kapatmaya kalkarsa bu İran’a ne kazandırır? Hürmüz’ü kapatmak amacına hizmet eder mi? Ona bakmak lazım. Örneğin kapatabildiği takdirde dikkatleri ekonomiye çeker. Çünkü petrol ve doğalgaz maliyetleri yükseliyor. Dünya ekonomisinin sıkıntıdan geçtiği bir süreçte dünyanın dikkatini petrol üzerinden Hürmüz’e çekebilir. Bu da dikkat edin, beni kollayın, kriz sönümlensin, benim haklarımı gözetin. Dolayısıyla ben de boğazı kapatmayayım gibi mütevazi bir yarar sağlayabilir.
Ama petrol fiyatları ve doğal gaz fiyatları artarsa bundan spekülatörler yararlanır. Yani uzun vadede siz yararlanamazsınız. Sonunda kriz harbe de dönüşse harbin sonunda bu sönümlenecek. Dolayısıyla kalıcı petrol fiyatları artışı için OPEC ve benzeri kartellerin topluca karar alması lazım. Yani o bölgede arz sadece İran’la olmuyor. Başta Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi ülkeler olmak üzere petrol arzının birçok oyuncusu var. Dolayısıyla OPEC kalıcı karar almadığı sürece petrol fiyatları yüksek kalmaz. Kriz boyunca yükselir sonra da düşer. Kapatılacak boğazdan İran kendi arzını da dünya piyasasına sürüyor. Özellikle uzun süreli sözleşmeler yaptığı büyük bir alıcısı var Çin. Oradan da zararı olacaktır. Bu irade İran’a kazandırmayacak, kaybettirecek çünkü Çin’den gelecek gelirin önünü keser.
‘Hürmüz’ü kapatmak İran’ı hedef haline getirir’
Hürmüz boğazının kapatılması şeklindeki bir İran askeri uygulaması ABD’ye uluslararası hukuktan kaynaklanan “meşru” bir müdahale hakkı tanır mı? Ya da ABD bunu gerekçe göstererek uluslararası bir koalisyonla İran donanmasına saldırı için “meşru” bir gerekçe bulmuş sayılır mı?
Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılmasının başka ne zararı olur? İran siyasi olarak hedef büyütür. Şu an muhatapları İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri iken bir anda boğaz kapatıldığında, buradan zarar gören çok sayıda ülke İran’ı hedefine alır ve siyasi tarafta büyük bir dengesizlik olur. Yani İsrail’e karşı siyasi yük çok artar. Gereksiz yere hedef büyütmüş olur, kendi satışları aksar. Hürmüz Boğazı’nı kapatacağım ama harbin sonunda ayakta kalırsam misliyle şu fiyattan şu kadardan arz gelecek, devam edecek, size satış yapacağım diye Çin’le şu an yapmış olduğu anlaşmanın revizyonunu yapması gerekir. Çin’le bu anlaşmayı perde arkasında revize etmeden, onları ikna etmeden Hürmüz Boğazı’nı kapatamaz.
Peki kapatılmasına karar verildi ama tatbik kabiliyeti var mı? Bunu yapabilir mi? Tatbik kabiliyetinden kasıt askeri gücünüzle elinizdeki olanaklarla, yani gemileriniz, insansız hava araçlarınız, uçaklarınız, kara bataryalarınız ateş gücü olarak o boğazdan geçen trafiği kapatmaya yetecek mi? İran girişimde bulunduğunda bu karşı unsurların yani isabet alacak olan gemilerin ülkeleri ki oradan bütün dünya ülkeleri geçiş yapıyorlar. Sadece arzı sağlayan kıyıdaş petrol üretici ülkeler değil, üçüncü tarafların gemisi de geçiyor. Dolayısıyla o gemiler zarar gördüğünde onların unsurları da öz savunma kapsamında askeri müdahaleye karşı onlar da güç kullanma aşamasına gelebilirler.
Zarar gören taraflar doğrudan hukuken İran unsurlarını hedef almayabilirler. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İran’ı üçüncü taraflara verdiği zarardan dolayı kınayıp önlemler alacaktır. Bu güç kullanmaya kadar gidebilir. Yani sadece kınamayla kalmayacak. Bir uluslararası koalisyon gücü, Birleşmiş Milletler kararları altında, Güvenlik Konseyi kararları altında İran’a muhtemelen müdahale edecektir. Bu da İsrail’in ve ABD’nin elini çok güçlendirir. Yani iki ülkeli müdahale yerine bir anda çok uluslu ve Birleşmiş Milletler’in aldığı karar altında İran’a karşı kuvvet kullanımını gerektirir ki o zaman Hürmüz Boğazı’nı kapatmanın tatbik kabiliyeti de pek yok gibi gözüküyor.
Tatbik kabiliyet de var, gücünüz de var, o gücü de askeri gücü kapatma yönünde kullanmaya kalktınız diyelim. Yok ama var diyelim. Peki, o kadar riske girmeye o kadar unsuru kaybetmeye siyasi yönden de kaybeden tarafta olmaya değer mi? İsrail ve ABD’nin İran’ı zorladığı bir aşamada bir anda dünyanın önemli bir kısmını karşısına alıp onların oluşturacağı koalisyon kuvvetlerinden zarar görüp ek güç kaybetmesine değer mi? Bu riski göğüsleyebilir mi? Bence hayır. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması mantığını test ettiğimizde kapatılması bir kazanç getirmiyor. Ne tatbik kabiliyeti var, elindeki kuvvet dünyaya karşı onu kapatmaya yetmeyebilir; ne de riskinin kabul edilebilir bir durumu var. Dolayısıyla mantıklı davrandığı takdirde İran Hürmüz Boğazı’nı kapatmayacaktır diye değerlendiriyorum.
Diğer taraftan İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapanma teşebbüsü tabii ABD’ye doğrudan bir müdahale hakkı doğurmaz. ABD’nin bunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları üzerinden değerlendirmesi gerekir. İran doğrudan ABD gemisini, Amerikan tankerini hedef alırsa tabii ki karşı taraf olarak ABD öz savunma yapar ve misliyle mükabele de edebilir. Ama İran’ın bunu nasıl uygulayacağını bilmiyoruz. Diğer taraftan böyle bir kararın alınmayacağını mantıken de değerlendirmiş oluyorum.
‘Kriz bölgesel kalacaktır’
Böyle bir senaryoya İran ve Çin donanmaları nasıl tepki verir? Dünya üzerindeki Malakka Boğazı gibi diğer kritik su yolları üzerinde askeri tansiyonu artırıcı bir etkisi olur mu? Hürmüz’deki bir çatışmanın Husiler üzerinden Kızıldeniz’e ve diğer kritik ticaret yollarına sıçraması riskini görüyor musunuz?
Hürmüz Boğazı bölgesindeki gerilim ve tırmanışın Çin donanmasına nasıl tepki vereceği konusu da gündemde sorgulanıyor. Çin bu aşamada kendi yakın çevresi Tayvan ve Çin denizinde farklı tepkiler verebilir. Orada bir kriz gelişirse askeri harekata geçebilir. Ama Körfez bölgesinde, Hürmüz Boğaz’ında Çin donanmasının bir harekata katılacağını ya da Çin’in inisiyatif üstlenip silahlı müdahalede bulunacağını hiç mümkün görmüyorum. Öyle bir olasılık yok. Şu aşamada Çin’in gördüğümüz kadarıyla uluslararası ilişkilerde öyle bir niyeti olmadığını değerlendiriyorum. Buralarda tansiyonun artması şu an İran’ın geçmişteki bir iki yıl içinde yanında gözüken Husiler üzerinde bir etkisi olacaktır. Belki de eğer İran teşebbüs ederse Hürmüz Boğazı’nda Husiler de Kızıldeniz’de benzeri eylemler yapabilirler. Hürmüz Boğazı’nda olası bir tırmanışın, Husilerin de hareketlerini artıracağını değerlendiriyorum. Kriz ve harp durumu devam ettiği sürece Kızıldeniz’de onlar da daha ileri düzeyde girişimlerde bulunabilirler.
Diğer kritik su yollarına, örneğin Malakka Boğazı’na bu aşamada bir müdahale olacağını beklemiyorum. Ama olaylar tırmanır da bloklaşır, Avrasya’ya karşı Okyanusya ülkeleri yani Heartland dediğimiz Avrasya kıtasını Çin’in, Rusya’nın, Türkiye’nin Avrupa’yla birlikte bulunduğu ana kıtalar grubuna okyanuslardan Büyük Okyanus, Hint Okyanusu ve Atlas Okyanusu’ndan, çevreleyen başta Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Avustralya ve Kanada’nın bulunduğu deniz ağırlıklı grubun müdahalesi söz konusu olduğunda (ki buna Kore ve Japonya’yı da dahil etmeliyiz), o zaman Endonezya, Malezya gibi ülkeler üzerinden Malakka Boğazı’nda da olası gerginlik mümkün olabilir. Ama bu topyekun krizin küresel çapa sıçraması demek. Bu da çok tehlikeli bir durum olur. O aşamaya geleceğini değerlendirmiyorum. Bu krizin bölgesel kalacağını değerlendiriyorum.
Uzmanlar Harici’ye değerlendirdi: Hürmüz’ün kapanma ihtimali ‘sıfır’
Diplomasi
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip

Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi İcra Direktörü Doç. Dr. Yang Chen, Pekin’in İsrail-İran savaşına dair tutumunu, Çin akademisinin bakışını ve gelişmelerin Çin’in Orta Doğu politikasına etkisini Harici’ye değerlendirdi.
İsrail’in saldırıları sonrası Pekin ilk tepki olarak, “ciddi endişelerini” dile getirdi ve tüm tarafları daha fazla tırmanmayı önlemeye çağırdı.
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian, cuma günü yaptığı açıklamada, Çin’in İran’ın egemenliği, güvenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik her türlü ihlale ve “gerginliği tırmandıran” eylemlere kararlılıkla karşı olduğunu söyledi.
Lin, “Bölgedeki ani gerginlik artışı kimseye fayda sağlamaz” dedi. “Çin, tüm tarafları, durumun daha da kötüleşmesini önlerken, bölgesel barış ve istikrarı teşvik edecek önlemler almaya çağırıyor” diye ekledi.
Sözcü, Çin’in krizi yatıştırmada “yapıcı bir rol” oynamaya hazır olduğunu da vurguladı.
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de, İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ve İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar ile telefon görüşmeleri yaptı. İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını kınayan Wang Yi, uluslararası toplumun İran nükleer meselesinin siyasi yollardan çözülmesi için çaba gösterdiği bir dönemde, bu saldırının “kesinlikle kabul edilemez” olduğunu söyledi. “Sorunların çözümü için diplomatik kanallara dönülmesi” çağrısı yaptı.
Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi İcra Direktörü, Doç. Dr. Yang Chen, Pekin’in İsrail-İran savaşına dair tutumunu, Çin akademisinin bakışını ve gelişmelerin Çin’in Orta Doğu politikasına etkisini Harici’ye değerlendirdi.
‘Pekin yapıcı rol oynamaya istekli’
Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian’ın açıklamalarını hatırlatan Yang Chen, Çin’in İsrail’in İran’a saldırısından derin endişe duyduğunu ve bu tür eylemlerin doğurabileceği ciddi sonuçlardan dolayı son derece kaygılı olduğunu belirtti. Çin’in, İran’ın egemenliğinin, güvenliğinin ve toprak bütünlüğünün ihlal edilmesine karşı olduğunu söyleyen Yang, ayrıca çatışmaların tırmanmasına ve gerilimin artmasına da karşı olduğunu ifade etti.
Çin’in, ilgili tüm tarafları, bölgesel barış ve istikrarı teşvik etmeye yönelik daha fazla çaba göstermeye ve gerilimi daha fazla artırmaktan kaçınmaya çağırdığını ve durumun hafifletilmesini teşvik etmek için yapıcı bir rol oynamaya istekli olduğunu kaydetti.
‘İran renkli devrim tehdidiyle karşı karşıya’
Çinli akademisyenlerin bakış açısından ise, Orta Doğu’daki temel çelişkinin artık Suudi Arabistan ile İran arasındaki önceki çatışmadan İsrail ile İran arasındaki çatışmaya kaydığını ifade etti.
Trump’ın göreve başlamasından sonra, İsrail ile İran’ın liderlik ettiği “direniş ekseni”ni arasındaki kuşatma ve karşı-kuşatma mücadelesinin tırmanmaya devam ettiğini belirten Yang, “İsrail karşıtı birlik cephesi ile İran karşıtı birlik cephesi arasındaki mücadele şiddetlenecek” değerlendirmesini yaptı.
İran’ın büyük bir “renkli devrim” tehdidiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayan Yang Chen, “Bu saldırıda, İran’ın sertlik yanlıları hedef alınıp ortadan kaldırıldı ve bu durum İran’ın etkisine ağır bir darbe vurdu. Eğer İran, İsrail saldırısına karşı kararlı bir şekilde misilleme yapmazsa, gelecekte daha tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalmasından ve bölgesel etkisinin ciddi şekilde zayıflamasından, hatta rejimin istikrarının bile tehlikeye girmesinden endişe edilmektedir” ifadelerini kullandı.
‘Çin İran’da istikrardan yana’
Çin’in Orta Doğu politikasının her zaman istikrar ve sürekliliğini koruduğunu ve dramatik değişikliklere rağmen temelden değişmeyeceğini söyleyen Yang, İran’ın Pekin için önemini ise şöyle anlattı: “İran, Çin için stratejik öneme sahip bir ülkedir. İran, Avrasya’nın merkezindedir, Kuşak ve Yol Girişimi’nin önemli bir merkezidir, Çin’in enerji kaynaklarının önemli bir kaynağıdır ve Orta Asya’daki istikrarın korunması ve Sincan’ın güvenliğinin sağlanması için önemli bir güvencedir”.
Bu sebeple Pekin’in, İran’ın istikrarlı kalmasını istediğini belirten Yang, “Çin, İran’ın ABD ve Batı tarafından baskı altına alınmasını istemez, ayrıca İran’ın ABD ve Batı’ya yönelmesini de istemez” değerlendirmesini yaptı.
İran’ın iç ve dış meselelerde büyük zorluklarla karşı karşıya olduğuna da dikkat çeken Yang, bu zorlukları şöyle sıraladı:
- Ekonomik durgunluk
“İlk olarak, İran’da ekonomik gelişme durgundur. 2024 yılında İran’ın gayri safi yurtiçi hasılası 434,2 milyar dolardı (bu rakam Çin’in Şensi Eyaleti’nin ekonomik büyüklüğüne eşdeğerdir); bu rakam 2008’den 2017’ye kadar olan on yıllık dönemdeki seviyesine hâlâ ulaşmamış ve 2011’deki zirve değeri olan 625,4 milyar dolardan oldukça uzaktadır. Kişi başına düşen GSYİH yaklaşık 4500 dolardır (İsrail’in kişi başı GSYİH’sı olan 52.261 doların sadece 1/12’si kadardır); bu durum İran halkının memnuniyetsizliğine neden olmuştur. Ekonomik durgunluk, İran’ın “direniş ekseni”ne güçlü destek sağlamasını da engellemektedir.”
- Nükleer pazarlık
“İkinci olarak, İran’da siyasi değişimler yaşanmıştır ve ılımlı bir cumhurbaşkanı göreve gelmiştir. 30 Temmuz 2024’te İran’ın yeni cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan yemin ederek göreve başladı. Ilımlı bir cumhurbaşkanı olan Pezeşkiyan, 2024 Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılımı sırasında, ülkesinin uluslararası ilişkilerinde “yapıcı” bir sayfa açma umudunu dile getirdi ve İran’ın “nükleer programı konusunda Batı ile diyaloğa hazır olduğunu” vurguladı. Bu durum da İran’ın Batı ile müzakereye ve “İran nükleer anlaşması”nı yeniden müzakere etmeye niyetli olduğunu göstermektedir. Ancak “direniş ekseni”nin zayıflamasıyla birlikte İran’ın Batı’dan yaptırım muafiyeti elde etme konusundaki pazarlık gücü azalmıştır.”
- Ulusal güvenlik
“Üçüncü olarak, İran’daki iç güvenlik durumu endişe vericidir. Son yıllarda İsrail, İran’da art arda suikastlar düzenlemiştir; bu suikastlara İran’ın kıdemli nükleer fizikçisi Muhsin Fahrizade, İran Devrim Muhafızları lideri Kasım Süleymani ve İran Devrim Muhafızları İstihbarat Yetkilisi Muhammed Akiki dahildir. Mayıs 2024’te İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Temmuz 2024’te Hamas lideri İsmail Haniye, İran’ın başkenti Tahran’da suikasta uğradı ve daha sonra bu olaydan İsrail resmi olarak sorumlu olduğunu kabul etti. Bu durum, İsrail ve ABD istihbarat teşkilatlarının İran’ın ulusal güvenlik sistemine tamamen sızdığını ve İran’da diledikleri gibi hareket edebildiklerini, istedikleri kişilere suikast düzenleyebildiklerini göstermektedir. İran’ın ulusal güvenliği, kendi cumhurbaşkanının, üst düzey askeri komutanlarının, önemli bilim insanlarının, üst düzey istihbarat yetkililerinin ve yabancı misafirlerin hayatlarını koruyamamıştır.”
İran’ın şu anda büyük zorluklarla karşı karşıya olduğunu vurgulayan Yang Chen, ancak buna rağmen Tahran’ın ayakta kalabilmesi için “büyük güçlerden ve zorluklardan korkmayan” bir tutum sergilemesi gerektiğini belirtti.
Yang’a göre İran, bölgesel etkisini kanıtlayabilirse ve kararlı şekilde Amerikan ve İsrail karşıtı tutumunu gösterebilirse, daha fazla dış destek elde edebilir.
-
Görüş2 hafta önce
Altı Gün Savaşı’ndan ‘On İki Gün Savaşı’na
-
Ortadoğu2 hafta önce
Reuters: Suriye’de Şara’ya bağlı güçler 1.500 Alevi’yi katletti
-
Avrupa2 hafta önce
Yeni MI6 şefinin dedesi, “Kasap” olarak bilinen Nazi casusu çıktı
-
Dünya Basını2 hafta önce
Kimler faşist olabilir? Önce Mussolini’nin İtalya’sına, sonra İsrail’e bakalım
-
Amerika2 hafta önce
Zohran Mamdani: Canavarın ininde bir ‘nepo bebek’
-
Görüş2 hafta önce
Modi dönemi, Hindistan’ın ‘karanlık döneminin’ ileri bir uyarlaması mı?
-
Görüş1 hafta önce
Kazananı Olmayan Kontrol Edilebilir Bir Çatışma
-
Amerika1 hafta önce
Trump’ın gümrük vergilerini erteleme süresi 9 Temmuz’da doluyor, şimdi ne olacak?