Bizi Takip Edin

Görüş

ABD, Ukrayna’ya ihanet etti

Avatar photo

Yayınlanma

23 Nisan’da Hindistan’ı ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Vance, medyaya yaptığı açıklamada, Washington’ın Rusya ve Ukrayna’ya bir barış anlaşmasına varılması amacıyla “çok net bir öneri” sunduğunu ve “artık ya her iki tarafın da anlaşması ya da ABD’nin arabuluculuktan çekilmesi zamanı geldiğini” söyledi.

Bu sözde “barış planı”, aslında Ukrayna’nın geniş topraklar vermesini ve NATO’ya katılmaktan vazgeçmesini şart koşuyor. Bu plan, Ukrayna’nın ağır bir yenilgi ve kayıplara uğraması, Rusya’nın ise isteklerine ulaşmasıyla sonuçlanan bir arabuluculuk girişimi olarak görülebilir ve nihayetinde ABD’nin gerçek niyetini açığa çıkararak Ukrayna’ya ve Avrupalı ortaklarına açık ve tarihi bir şekilde ihanet ettiğini gösteriyor.

Haberlerde, Vance’in, Rusya ve Ukrayna’nın her ikisinin de toprak tavizlerinde bulunması, mevcut kontrol ettikleri bazı bölgelerden vazgeçmesi gerektiğini vurguladığı belirtiliyor.

Son sınırların mevcut cephe hatlarına göre çizilmeyeceği, ancak tarafların silahlarını bırakıp çatışmayı dondurmaları ve daha iyi bir Rusya ve Ukrayna inşa etmeye yönelmeleri gerektiği ifade edildi.

Güvenlik işlerinden sorumlu bu üst düzey ABD yetkilisi, müzakerelere dair iyimser olduğunu ve tarafların şimdiye kadar samimi bir şekilde görüşmelere yaklaştığını belirtti.

Aynı akşam, Vance’in bu “ya-o ya-bu” şeklindeki açıklamasından sonra, ABD Başkanı Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’nin Kırım’dan vazgeçmeyi reddetmesiyle ilgili açıklamalarını bir kez daha açıkça eleştirdi.

Trump, bunun müzakereleri daha da zorlaştırdığını ve “şiddetin uzamasına” neden olacağını söyledi.

Beyaz Saray’da gazetecilere konuşan Trump, “Zelenskiy barışa sahip olabilir ya da üç yıl daha savaşarak tüm ülkesini kaybedebilir. Bir anlaşmaya varmaya çok yakınız, ancak elinde hiçbir koz olmayan bu adam artık bir sonuca varmak zorunda,” diye yakındı.

Beyaz Saray sözcüsü Leavitt ise Trump’ın “hayal kırıklığına uğradığını ve sabrının tükenmek üzere olduğunu” belirterek, “Zelenskiy Başkan yanlış yönde ilerliyor gibi görünüyor,” diyerek destek verdi.

22 Nisan’da Axios haber sitesi, ABD’nin geçen hafta Paris’te Ukraynalı yetkililere yalnızca bir sayfadan oluşan bir “barış planı” sunduğunu ve bunun Trump yönetiminin Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirme konusundaki “nihai teklifi” olduğunu vurguladığını bildirdi.

Gözlemciler, bu teklifin uygulanması halinde Rusya’nın “özel askeri operasyonunun” tam bir zafer kazanmış olacağını, Ukrayna’nın NATO’dan kalıcı olarak dışlanacağını, Ukrayna’nın yaklaşık %20’sinin kaybedileceğini, Avrupa’nın son üç yılda Ukrayna’ya yaptığı tüm yatırımların boşa gideceğini, buna karşılık ABD’nin bundan kazanç sağlayacağını düşünüyor.

Haberlere göre, bu “nihai” arabuluculuk planı, ABD Ortadoğu Özel Temsilcisi Whitcoff’un geçen hafta Rusya Devlet Başkanı Putin ile yaklaşık dört saat süren görüşmesinden sonra hazırlandı.

Bu da ABD’nin Rusya’nın taleplerine tamamen boyun eğdiğini gösteriyor. Başka bir deyişle, bu aceleye getirilmiş savaş sonlandırma anlaşması, yalnızca İngilizce yazılmış bir Rusya tek taraflı ateşkes anlaşmasıdır.

Plan kapsamında, Rusya Rusya-Ukrayna savaşının en büyük kazananı oluyor:

  • ABD, “hukuken” Rusya’nın Kırım üzerindeki kontrolünü tanıyacak;
  • Luhansk’ın neredeyse tamamı, Donetsk, Herson ve Zaporijya’nın bazı bölümleri üzerindeki Rus kontrolünü “fiilen” tanıyacak;
  • Ukrayna’nın AB’ye katılmasına izin verilecek ama NATO üyeliği olmayacak;
  • 2014’ten bu yana Rusya’ya uygulanan yaptırımlar kaldırılacak;
  • Rusya ve ABD, enerji ve sanayi gibi alanlarda işbirliğini güçlendirecek.

Bu plana göre, Ukrayna Rusya-Ukrayna savaşının en büyük kaybedeni oluyor:

  • Avrupa ülkelerinden oluşan geçici bir güvenlik mekanizmasıyla güçlü güvenlik garantileri alacak;
  • Rusya’nın kontrolü altındaki Harkov bölgesinin küçük bir kısmını geri alacak;
  • Güneydeki savaş bölgelerinde Dinyeper Nehri’nin akışı kesintisiz kalacak;
  • Ukrayna, yeniden yapılanma için gerekli tazminat ve yardım alacak;
  • Avrupa’nın en büyük nükleer santrali olan Zaporijya Nükleer Santrali Ukrayna’ya ait olacak, ancak ABD tarafından işletilecek ve hem Rusya’ya hem de Ukrayna’ya elektrik sağlayacak;
  • Ukrayna’nın maden kaynakları ABD ve Ukrayna arasında imzalanan anlaşmalar doğrultusunda geliştirilecek.

Diğer Amerikan medya kaynaklarına göre, ABD’nin planı her ne kadar Ukrayna’nın doğu ve güneyindeki dört bölge üzerinde Rus kontrolünü “fiilen tanısa” da, Rus birliklerinin çekilmesini talep etmiyor.

Ayrıca bir “esnek kuvvet” kurulacak veya Rusya, Ukrayna ve NATO üyesi olmayan bir ülkeden oluşacak bir “ortak komite” ateşkesi denetleyip barış anlaşmasının uygulanmasını teşvik edecek.

ABD bu komiteye sadece mali destek sağlayacak, kara kuvveti göndermeyecek. Rusya ise NATO askerlerinin Ukrayna topraklarında bulunmasına açıkça karşı çıktı.

Trump, 21 Nisan’da, bu “barış planının” üç gün içinde açıklanacağını duyurdu. New York Times ise 18 Nisan’da bir Amerikan yetkilisine atıfla, Ukrayna’nın “topraklarının %20’sinden vazgeçmeye istekli olduğunu,” ancak bunun yalnızca Rus kontrolünü “fiilen kabul etmek” anlamına geldiğini ve “hukuki bir tanıma” teşkil etmediğini bildirdi.

“Fiili tanıma” sadece Ukrayna’nın bazı topraklarını kaybetmiş olduğu gerçeğini kabul etmek anlamına gelirken, “hukuki tanıma” Ukrayna’nın bu topraklar üzerindeki hak taleplerinden sonsuza kadar vazgeçmesi anlamına gelecekti.

ABD medyasının ifşa ettiği bir sayfalık öneri ile Vance ve Trump’ın son açıklamaları, ABD’nin Ukrayna’nın çıkarlarını feda ederek Rusya’yı memnun etmeye ve bu süreçten kazanç sağlamaya kararlı olduğunu ve bu arabuluculuk önerisinin kesinleştiğini gösteriyor.

21 Nisan’da Putin, Rus devlet televizyonuna verdiği demeçte, Paskalya sonrası askeri operasyonların yeniden başladığını, ancak Rusya’nın herhangi bir “barış girişimine” açık olduğunu ve Ukrayna’nın da aynı tutumu benimsemesini umduğunu belirtti.

Eğer bu plan ABD ile Rusya arasındaki istişareler sonucunda belirlenmişse, Putin’in temelde buna karşı çıkacak bir sebebi yok, çünkü bu plan Rusya’nın Ukrayna’ya asker göndermesinin tüm taleplerini karşılıyor:

  • Kırım dahil olmak üzere Ukrayna’nın güneydoğusundaki geniş toprakları ele geçirmek ve
  • Ukrayna’nın NATO’ya alınmaması için Batı’dan garanti almak.

Tek fark, Rusya’nın sonunda “Rusya’ya katılan dört bölge”nin bir kısmından vazgeçebilecek olmasıdır.

Ukrayna her ne kadar bir dönem Rusya’nın Kursk bölgesine girip bazı yerleri kontrol etmiş olsa da, uzun süren yıpratma savaşının ardından Rus ordusu kaybettiği toprakların %99,5’ini geri aldı. Geriye sadece yaklaşık 30 kilometrekarelik bir alan kalmış durumda. Bu tamamlandığında, Rusya Ukrayna’nın %20’sini alabilmek için pazarlığa odaklanacak. Ancak nasıl olursa olsun, zafer Rusya’ya, mağlubiyet ise Ukrayna’ya ve savaşı sonuna kadar sürdürmesini savunan Avrupalı ortaklarına ait olacak.

23 Eylül 2022’de — Rusya’nın Ukrayna’ya asker göndermesinden ve güneydoğudaki geniş toprakları kontrol altına almasından yedi ay sonra — Rusya, işgal ettiği Luhansk, Donetsk, Zaporijya ve Herson bölgelerinde dört gün süren bir “halk referandumu” düzenledi.

Dört bölge de %90’ın üzerinde destekle Ukrayna’dan ayrılmayı ve Rusya Federasyonu’na katılmayı kabul etti. Bu dört bölgenin toplam alanı 90.000 kilometrekareye ulaşıyor ve bu da Ukrayna topraklarının yaklaşık %15’ine, yani Portekiz ve Ürdün’ün toplam alanına eşdeğer. Üç gün sonra, Putin dört bölgenin liderleriyle katılım anlaşmalarını imzaladı. 4 Ekim’de Rusya Federasyon Konseyi bu anlaşmaları oybirliğiyle onayladı ve bölgelerin federal birimler olarak Rusya’ya katılımı resmen yasallaştı. Aynı gün Putin, dört bölgenin Rusya’ya katılımını tamamlayan emri imzaladı ve süreç anında yürürlüğe girdi.

Çoğu egemen devlet, Rusya’nın dost ülkeleri de dahil olmak üzere, Rusya’nın yukarıda bahsedilen Ukrayna topraklarını yasa dışı ilhakını açıkça kabul etmeyi reddetti.

Daha sonra, NATO’nun gayri resmi şekilde doğrudan savaşa müdahil olmasıyla, Rusya-Ukrayna savaşı karşılıklı ilerleme ve geri çekilmelerin yaşandığı bir saldırı-savunma mücadelesine, bir çekişme ve bir yıpratma savaşına dönüştü. Sonuçta, savaşın dengesi yavaş yavaş Rusya’nın lehine kaydı ve söz konusu dört bölgenin büyük kısmı Rusya’nın fiili kontrolü altına girdi.

22 Nisan’da Zelenskiy, ABD’nin barış planına ilişkin olarak, Ukrayna’nın Rusya’nın Kırım işgalini tanımayacağını açıkça ifade etti.
Ukrayna, ateşkes sağlandıktan sonra “herhangi bir formatta” müzakere masasına oturmaya hazır olduğunu, ancak işgal altındaki toprakların Rusya’ya ait olduğunu asla tanımayacağını belirtti.

Haberlere göre, Ukrayna’nın bu sert tutumu nedeniyle, ABD Dışişleri Bakanı Rubio, 23 Nisan’da Londra’da yapılması planlanan ABD, İngiltere ve diğer ülkelerin Ukrayna konulu bakanlar toplantısına katılmayı reddetti. Toplantı ertelendi ve daha düşük bir seviyeye indirildi. Medya, Rusya’nın kontrol ettiği Ukrayna topraklarının bir kısmından vazgeçmeye hazır olduğunu, karşılığında ABD’nin Kırım üzerindeki Rus kontrolünü tanımasını istediğini bildirdi.

Analistler, Trump yönetiminin Rusya-Ukrayna savaşının bataklığından bir an önce kurtulmak ve ABD-Rusya ilişkilerini hızlıca onarmak istediğini belirtiyor. Bu nedenle, Ukrayna hükümeti üzerinde güçlü baskılar uygulandı, hatta açıkça tehdit edildi; Zelenskiy’nin başkanlık meşruiyetini kaybettiği iddia edilerek, Ukrayna’nın hızlıca yeni bir başkanlık seçimi düzenlemesi talep edildi. Böylece ya Zelenskiy bu aşağılayıcı barış anlaşmasını kabul edecek, ya da seçimle yeni bir başkan seçilecek ve bu yeni lider anlaşmayı imzalayacaktı.

Ukrayna ve diğer Avrupa ülkeleri Trump yönetiminin dayattığı barış planına genel olarak karşı çıkıyor ve onun tutumunu değiştirmeye çalışıyor. Ancak Trump yönetiminin zorbalığı, buyurganlığı ve ABD’nin Rusya-Ukrayna çatışmasını umursamadan terk etme ihtimali, Ukrayna’yı ve Avrupalı müttefiklerini son derece zor bir duruma soktu. Trump yönetiminin barış planı uygulanana kadar elbette birçok iniş çıkış yaşayacak, ancak üç yıldır süren Rusya-Ukrayna savaşı, ABD’nin ihaneti ve desteğini çekmesi nedeniyle, nasıl olursa olsun, sonunda Rusya’nın büyük kazanan olmasına yol açacak.

Tek soru, Rusya’nın ne kadar kazanç sağlayacağı ve bunun ne kadar süreceği. Ukrayna krizinin kışkırtıcısı olan Amerika Birleşik Devletleri, başlangıçta Batı’ya tamamen yaklaşmaya çalışan Rusya’yı uzun süre manipüle edip kandırdı. Daha sonra NATO’nun doğuya doğru sürekli genişlemesini teşvik ederek Rusya-Avrupa gerilimini tırmandırdı. Son anda ise Rusya’nın askeri harekâtına karşı doğrudan müdahale etmeyeceğini açıkça belirterek, Rusya’yı “özel askeri operasyon” başlatmaya yöneltti veya kışkırttı. Bu durum her iki tarafı da “Avrupa versiyonu Afganistan Savaşı”na sürükledi ve karşılıklı güveni tüketti. Sonunda da Ukrayna’yı ve Avrupa’daki ortaklarını yüzüstü bıraktı.

ABD, Batı’nın lideri ve NATO’nun öncüsü olarak siyasi ahlakını yerle bir etti.

Doğu, Batı ve tüm dünya, Amerikan politikacılarının bencilliğini, acımasızlığını ve adaletsizliğini gözler önüne serdi.

Ve son gelişmeler, “Amerika güvenilmezdir, Amerika ile iş tutulmaz, Amerika’ya güvenilmez” şeklindeki yeni demir yasayı bir kez daha kanıtlamış oldu.

Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.

Görüş

Hindistan-Pakistan gerilimi: Geleneksel ve sınırlı bir askerî güç gösterisi oyunu

Avatar photo

Yayınlanma

Yazar

7 Mayıs’ta, dünya Trump yönetiminin başlattığı ticaret savaşına odaklanmışken, Güney Asya yarımadasında Hindistan ve Pakistan arasında kısa ama şiddetli bir askeri çatışma patlak verdi. O gün, Pakistan ordusu beş Hindistan savaş uçağını düşürdüğünü, çok sayıda Hint kontrol noktasını yok ettiğini ve çeşitli Hint karakollarını vurduğunu duyurdu. Hindistan da en az üç savaş uçağının Hindistan kontrolündeki Keşmir’de “düştüğünü” doğruladı.

8 Mayıs’ta Pakistan ordusu, İsrail yapımı 25 “Harpy” insansız hava aracını daha düşürdüğünü ve Hindistan’ı çatışmayı daha da “tırmandırmakla” suçladığını açıkladı. Pakistan Bilgi Bakanlığı, Keşmir’deki fiili Hindistan-Pakistan kontrol hattı yakınında yaklaşık 50 Hint askerinin öldüğünü bildirdi. Aynı gün Hindistan, Pakistan’ı, Hindistan kontrolündeki Keşmir’in Pencap bölgesine drone ve füze saldırıları yapmakla suçladı. Buna karşılık, Hindistan ordusu misilleme saldırıları düzenleyerek bazı hedefleri yok etti.

Pakistan Dışişleri Bakanı Dar, Keşmir’de çatışma çıktıktan sonra iki ülkenin ulusal güvenlik danışmanlarının temas kurduğunu doğruladı. 8 Mayıs akşamı Hindistan Dışişleri Sekreteri Vijay Gokhale, “Sindoor Operasyonu”nun özel askeri hedefleri değil, yalnızca Pakistan’daki terörist tesisleri ve Hindistan’a yönelik sınır ötesi terör saldırılarıyla açıkça bağlantılı yerleri vurduğunu, Hindistan’ın durumu tırmandırma niyeti olmadığını vurguladı. Bir başka olumlu işaret ise Hindistan’ın daha önce kapattığı Çenab Nehri üzerindeki iki hidroelektrik santralinin üç kapısının yeniden açılması ve böylece Pakistan’a su temininin sağlanmasıydı.

Gözlemciler, iki taraf askeri mücadeleyi tamamen durdurmamış olsa da çatışma şiddetinin belirgin biçimde azaldığını ve Hindistan’dan sürekli yumuşama sinyalleri geldiğini kaydetti. Bu nedenle, iki nükleer güç arasındaki bu yerel çatışmanın zamanla sona ermesi ve dördüncü bir Hindistan-Pakistan savaşına dönüşmemesi bekleniyor. Analistler, Hindistan ile Pakistan arasındaki geleneksel sorunun hâlâ çözülmediğine, Hindistan tarafından başlatılan bu askeri güç gösterisinin iç politikaya hizmet etmenin ötesinde, yalnızca Güney Asya’daki gerilimi artırdığına ve iyi komşuluk ilişkilerine ya da Hindistan’ın süper güç olma hayaline katkı sunmadığına dikkat çekiyor.

Hindistan-Pakistan arasında yeniden patlak veren büyük çatışma, adeta “hafif bir esintiden çıkan fırtına” oldu. Bir anlamda Hindistan durumu abartarak, bir terör saldırısını iki Güney Asya gücü arasında son yarım yüzyılın en büyük hava çatışmasına dönüştürdü.

22 Nisan’da, Hindistan kontrolündeki Keşmir’in Pahalgam kasabasında bir terör saldırısı gerçekleşti. Üç silahlı saldırgan sivillere ateş açarak 26 kişinin ölümüne neden oldu. Hindistan hükümeti hiçbir kapsamlı soruşturma yürütmeden bu saldırının “Pakistan destekli terörizm” olduğunu ilan etti ve sert misillemeler yapılacağını duyurdu. Sonrasında Hindistan, Pakistanlı diplomatları sınır dışı etti, ikili ticaret anlaşmasını iptal etti ve hatta tarım ile içme suyu alanında Pakistan’a su tedarikini tamamen kesti. Hindistan’ın bu basit ve saldırgan adımları, terör saldırısının sorumluluğunu tartışmasız şekilde Pakistan’a yüklemeyi ve kamuoyu savaşında üstünlük kurmayı hedefliyordu.

29 Nisan’da Hindistan Başbakanı Modi, Pakistan’ın suçlamaları reddetmesi ve uluslararası tarafsız bir soruşturma çağrılarını göz ardı ederek, Hint ordusuna terör saldırısına karşı sert tepki verme yetkisi verdi. Orduya her türlü askeri müdahaleyi yöntem, hedef ve zaman açısından özgürce seçme hakkı tanındı. Hindistan’ın bu saldırgan tavrına karşı Pakistan da geri adım atmayarak hazırlıklarını artırdı ve nükleer silah kullanma tehdidinde bulundu.

7 Mayıs sabahı erken saatlerde, Hindistan ordusu “Sindoor Operasyonu” adı verilen sınır çatışmasının ilk saldırısını başlattı ve Pakistan’daki çeşitli hedeflere hava saldırısı düzenledi. Hindistan Basın Bürosu, dokuz Pakistan hedefinin vurulduğunu doğruladı. Pakistan’ın Dawn gazetesi, Pakistan kontrolündeki Keşmir’in başkenti Muzaffarabad ve Pencap’taki Bahawalpur dahil beş kente hava saldırısı düzenlendiğini, bazı şehirlerde elektrik kesintileri yaşandığını bildirdi. Pakistan askeri istihbaratı, birçok bölgenin Hindistan’dan gelen füze saldırılarına maruz kaldığını ve hava kuvvetlerinin savaş durumuna geçtiğini açıkladı. Ardından, Pakistan devlet televizyonu, askeri kaynaklara dayandırarak Pakistan’ın misillemeye başladığını ve Hint sınır kamplarına, karakollarına ve hava üslerine füze saldırısı düzenlediğini, beş Hint savaş uçağını düşürdüğünü bildirdi. 8 Mayıs sabahına kadar Pakistan tarafında 31 ölü ve 57 yaralı raporlandı.

Amerikan medyasına göre, her iki taraf da kendi hava sahasında eşi benzeri görülmemiş bir hava çatışmasına girdi, toplamda 125 savaş uçağı kullanıldı, çatışma menzili 165 kilometreyi aştı. Pakistan’ın düşürdüğü uçaklar arasında üç Fransız yapımı Rafale, bir Rus yapımı MiG-29, bir Su-30MKI ve bir Heron insansız hava aracı yer aldı.

Rafale, Hindistan Hava Kuvvetleri’nin en gelişmiş ana savaş uçağıdır ve yaklaşık 3,5 nesil seviyesindedir. Bazı askeri gözlemciler, uçakları düşüren Pakistan uçaklarının yüksek olasılıkla PL-15E hava-hava füzesi taşıyan JF-17 savaş uçakları ve LY-80 hava savunma sistemleri olduğunu belirtti. Pakistan Hava Kuvvetleri şu anda 150’den fazla JF-17 savaş uçağına sahiptir, PL-15E’nin azami menzili 145 kilometredir. Bu askeri çatışmanın sonucu, genel güç dengesi açısından dezavantajlı durumda olan Pakistan’ın yüksek performanslı hava savaşlarıyla Hindistan üzerinde moral üstünlüğü sağladığını göstermektedir.

Her iki taraf da şiddetli çatışmalara girmiş olsa da ve Hindistan herhangi bir avantaj elde edememiş, hatta kayıplar yaşamış olsa da, bu Hindistan tarafından başlatılan yerel çatışma, yine Hindistan’ın ilk olarak geri adım atmasıyla bir dönüm noktasına ulaşmış gibi görünüyor.

Birincisi, hava saldırılarını başlatan Hindistan Hava Kuvvetleri, Pakistan topraklarına girmeye cesaret edemedi, Pakistan ise hava kuvvetlerine Hindistan hava sahasına girmemesi talimatını verdi ve bu konuda ölçülü davrandı.
İkincisi, Hindistan “Sindoor Operasyonu”na dair bilgileri Rusya, Birleşik Krallık, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve ABD ile paylaşarak hem müttefik arayışına girdiğini gösterdi hem de arabuluculuk ve krizi yumuşatarak sonlandırma niyetinde olduğunu ima etti.
Üçüncüsü, birçok savaş uçağının düşürülmesine rağmen Hindistan, ilk “göz kırpan” ve yumuşama sinyali veren taraf oldu; diğer ülkelere yaptığı bilgilendirmelerde mevcut durumu “tırmandırma niyetinde olmadığını” vurguladı ve ancak Pakistan durumu tırmandırırsa kesin karşılık vermeye hazır olduğunu belirtti.

Hindistan-Pakistan arasında aniden patlak veren bu çatışma, zaten kaotik olan dünyaya yeni bir kaygı dalgası ekledi ve geçici olarak kamuoyunun dikkatini ABD’nin gümrük vergisi savaşı, Kızıldeniz krizi, İsrail-Filistin çatışması, İran nükleer meselesi, Rusya-Ukrayna savaşı gibi sıcak gelişmelerden uzaklaştırdı. Çin, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer ülkeler ile uluslararası kuruluşlar, her iki tarafa da itidal çağrısı yaparak çatışmanın büyümemesi ve tırmanmaması gerektiğini belirttiler. İran ve Türkiye aktif biçimde arabuluculuk yaparken, genelde Hindistan’ı destekleyen ABD hükümeti bu kez belirsiz bir tutum takındı; Başkan Trump, iki tarafın da bu krizi kendi başlarına düzgün şekilde çözeceğine inandığını ifade etti.

Bu çatışmanın büyük olasılıkla zirve noktasını geçtiği ve düşük yoğunluklu çatışmalara, hatta askerî olmayan yöntemlerle rekabete evrileceği öngörülüyor. Ancak, Hindistan’ın bu durumu abartarak büyük çaplı çatışmayı tetiklemesi, gözlemciler tarafından sorgulanmayı ve analiz edilmeyi hak ediyor.

Birincisi, Pahalgam’daki terör saldırısının kurgulanmış olma ihtimali dikkat çekiyor. Saldırıdan sonra Hindistan medyası, Hindistan kontrolündeki Keşmir’de faaliyet gösteren Müslüman “Lashkar-e-Taiba” örgütünün uzantısı olan “Direniş Cephesi”nin sorumluluğu üstlendiğini iddia etti. Hindistan güvenlik birimleri, birçok saldırganın Pakistan’dan geldiğini belirtti. Ancak birkaç gün sonra “Direniş Cephesi” bu saldırıyla bağlantısı olmadığını resmi olarak duyurdu ve daha önceki “sorumluluğu üstlenme” mesajının, Hindistan siber istihbarat birimleri tarafından “hacklenerek uydurulduğunu” açıkladı. Pakistan yetkilileri, bunun Hindistan istihbaratının bir başka “sahte operasyonu” olduğunu, Pakistan’ın uluslararası itibarını zedelemeyi ve Hindistan’da Hindu temelli radikal siyasi ajandaya hizmet etmeyi amaçladığını ifade etti.
1 Mayıs’ta, sosyal medya platformu Telegram’da, saldırının Hindistan güvenlik birimleri tarafından planlandığı ve Pakistan’a suç atıldığına dair bir sızıntı yayımlandı. Kaynağın, Hindistan İstihbarat Teşkilatı Başkanı Korgeneral Rana olduğu bildirildi. Ardından, Rana gizemli bir şekilde görevden alındı.

İkincisi, Hindistan’ın ortak bir soruşturma teklifini reddetmesi makul değil. Pahalgam saldırısından sonra Pakistan Başbakanı Şahbaz, olayla ilgili güvenilir, şeffaf ve tarafsız uluslararası bir soruşturma yapılması çağrısında bulundu. Ancak Hindistan, bu çağrıyı kesin bir dille reddetti ve hızla ardı ardına misilleme adımları attı, suçlamaları tek taraflı olarak Pakistan’a yöneltti. Analistlere göre, bu anormal davranışlar Hindistan’ın gerçeği bulanıklaştırmak ve askerî müdahaleye alan açmak istediğini gösteriyor.

Üçüncüsü, mevcut durumda Pakistan’ın gerilimi tırmandırmasından bir çıkarı yok. Güney Asya uzmanlarına göre, Pakistan’da siyasi istikrar bu yıl itibariyle adım adım sağlanmakta, ekonomik zorluklar ise devam etmekte ve güvenlik durumu köklü biçimde iyileşmiş değil. Hindistan’a karşı büyük ölçekli bir askerî çatışma başlatmak, ciddi belirsizlikler doğurur. Bu nedenle Pakistan savunma pozisyonunu koruyor ve Hindistan’a saldırı başlatması olası görülmüyor.

Dördüncüsü, Hindistan’ın Pakistan’a karşı sert tutumunun iç politikada krizleri örtme amacı taşıdığı söylenebilir. Analistler, Modi’nin uzun süredir Hindu milliyetçiliğini teşvik ettiğini, Müslüman azınlığı baskı altına aldığını ve kendi siyasi meşruiyetini bu ideolojiye dayandırdığını belirtiyor. Bu durum, Hindistan’ın bu ideolojiye bağımlılığını artırmış ve karşılıklı bir simbiyotik ilişki doğurmuştur. Pakistan ve Müslüman kökenli terör saldırıları ve bunlara verilen sert tepkiler, Modi hükümetinin milliyetçi ve dini anlatısını güçlendirmektedir.

Beşinci olarak, Hindistan bu fırsatı kullanarak Keşmir bölgesinin “Hindulaştırılması” sürecini daha da ileri taşıdı. Modi’nin 2019’daki yeniden seçilmesinin ardından, Hindistan hükümeti Hindistan kontrolündeki Keşmir üzerindeki merkeziyetçi kontrolü ve “Hindulaştırma” sürecini güçlendirdi; bölgenin özel özerk statüsünü kaldırdı, yasama meclisini feshetti, yıllardır sahip olduğu özerk eyalet statüsünü sona erdirerek doğrudan merkezden yönetilen bir bölgeye dönüştürdü. Bu durum, yerel Müslüman nüfusun etnik ve dini aidiyet duygusunu daha da bastırdı, Keşmir sorununun çözüm perspektifini karmaşıklaştırdı ve radikal, aşırılıkçı hatta terör eğilimli yapıların yükselmesini tetikledi. Modi hükümeti, Hindistan kontrolündeki Keşmir’de G20 bakanlar toplantısı düzenleyerek Keşmir’in ilhakını uluslararası topluma meşru gösterme çabasına dahi girdi.

Keşmir’in statüsü konusunda Hindistan ve Pakistan’ın tutumu tamamen zıttır. Hindistan, Keşmir’in kendi ayrılmaz parçası olduğunu savunurken, Pakistan Birleşmiş Milletler kararlarına dayanarak Keşmir halkının referandum yoluyla kaderini belirlemesi gerektiğini vurgular. Bu tutum farklılığı, her iki tarafın kamuoyu oluşturma biçiminde bazı ince farklar yaratmakta ve Hindistan kontrolündeki Keşmir’de neden sürekli terör saldırıları yaşandığını da açıklamaktadır. Modi hükümetinin altı yıl önce Keşmir’i zorla “Hindulaştırması”, mevcut çelişkileri derinleştirmiştir. Hindistan, Pakistan’ın sunduğu toprak anlaşmazlığı müzakere tekliflerini sürekli reddetmekte, bunun yerine önce terörizmi çözmesini şart koşmaktadır. Bu şekilde Hindistan, hem ikili ilişkilerin iyileştirilmesi için tek taraflı bir gündem belirlemekte hem de Pakistan’a ilgisiz terör saldırılarının sorumluluğunu yükleyerek Keşmir sorununun barışçıl çözümünü çıkmaza sokmaktadır.

Hindistan-Pakistan arasındaki bu son çatışma, iki tarafın nükleer güç olması, karmaşık jeopolitik ilişkiler ve kırılgan iç siyaset nedeniyle dördüncü büyük ölçekli bir savaşa dönüşmeyecektir. Bunun yerine, daha önce defalarca sahnelenmiş olan tanıdık anlatı mantığı ve olay örgüsünün tekrarını gördük. Ancak bu olay sayesinde gözlemciler, Modi hükümeti yönetiminde Hindistan’ın ekonomik kalkınmada ciddi ilerleme kaydettiğini açıkça görebiliyor. Hindistan’ın genel ulusal gücü ve jeopolitik ağırlığı Pakistan’ı çoktan aşmıştır. Üstelik Çin, ABD, Rusya, AB ve hatta Japonya gibi aktörlerin hepsi, jeopolitik rekabet içinde Hindistan’ı kendi yanlarına çekmeye çalışmaktadır. Bu da Modi hükümetinin üstünlük duygusunu eşi benzeri görülmemiş düzeye çıkarmış ve “Hindistan Rüyası” ile büyük güç olma hedefinde kendinden geçmesine, hatta gerçeklikten kopmasına yol açmıştır.

Güçlenen Hindistan, sadece Pakistan’a karşı “sert olmakta doğal” hale gelmekle kalmamış, Çin ile ilişkilerinde de sert ve saldırgan bir çizgi izlemeye başlamıştır. Hindistan, Çin’in kendisini Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dahil etmesini takdir etmek yerine, bu örgüt içinde ve BRICS içinde sürekli Çin’in önünü kesmekte, G20 üzerinden Keşmir konusunu gündeme getirmekte, hatta Küresel Güney ülkeleri liderliğini açıkça kapma yarışına girmektedir; bu durum Hindistan’ı adeta II. Dünya Savaşı sonrası bağlantısızlar hareketinin ilk yıllarına geri götürmektedir.

Gerçekte ise Hindistan hâlâ Güney Asya’nın büyük ülkesi, bölgesel bir güçtür. Körü körüne güven, kibir ve kendine hayranlıkla gerçek gücünün ötesinde bir büyük güç statüsünü hedeflemesi, büyük ihtimalle zarardan başka bir şey getirmeyecektir. Pakistan’la nadir görülen bir çatışmayı pervasızca başlatması ve hava savaşında yaşadığı aşağılayıcı mağlubiyet, umarız Modi hükümetini kendi hayali büyük güç rüyasından uyandırır; daha gerçekçi bir dış politika ve stratejiye dönmesini sağlar ve Hindistan’ın gerçek gücü ve konumuna uygun bir rekabet stratejisi ve hedefi geliştirmesine vesile olur.

Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.

Okumaya Devam Et

Görüş

“Ölüm denir mi hiç öylesine?”

Avatar photo

Yayınlanma

Yazar

Bu defa farklı bir 9 Mayıs yazısı olacak. Daha doğrusu, uzun bir tanıtımın ardından iki şiir çevirisi.

Şiirler, Tatar-Sovyet şairi, Sovyetler Birliği kahramanı Musa Celil’e ait.

Esas olarak iki nedenle yapıyorum bunu. İlki, bizde hâlâ pek yaygın olan “esir Türkler” demagojilerindeki sahtekarlığı gösterdiği için. Orenburg’da fakir bir Tatar ailesinden çıkıp bolşevik devrimcisi olan, esir düştüğü faşist toplama kampında Sovyet propagandası yaptığı ve (bizim Nazi işbirlikçilerinin takdirleri ve teşvikleriyle kurulan) faşist Tatar lejyonunu dağıtmak üzere örgütlendiği için idam edilen bir devrimci bu.

İkincisi, Musa Celil’in hikayesi, Sovyetler Birliği’nde milli meselenin nasıl çözüldüğünü de gösteriyor: her halkın eşitliği, milli kültürlerin geliştirilmesi, kurucu devrimci enerjinin bütün halklara yaygınlaştırılması.

Musa Celil bir Tatar. Şiirlerinin neredeyse tamamı da Tatarca. 1906’da Orenburg oblastinin Mustafino köyünde doğmuş. 11 yaşında yazdığı piyesin Orenburg şehir tiyatrosunda sahneye konduğu söylenir. İş savaş sırasında şehir iki defa Beyaz Ordu tarafından ele geçirilmiş ve özellikle Tatarlara karşı pogromlar düzenlenmiş. Musa bunların tanığı. 1920’de komünist gençlik örgütüne (VLKSM, Komsomol) katılmış. 1922’de Kazan’a gelmiş ve yerel Tatar gazete ve dergilerinde yazmaya başlamış. 1926’da Rusya Komünist Partisi (bolşevik) üyesi. 1927’de Moskova Devlet Üniversitesi etnografya fakültesi edebiyat bölümü öğrencisi. Aynı yıl VLKSM MK Tatar-Başkır bürosu sekreteri. Bu sırada en çok Tatarca çocuk dergilerinde çalışmış, yayın yönetmenliği yapmış. 1931’de üniversiteyi bitirmiş. Kommunist (yerel değil, birlik gazetesi) sanat-edebiyat bölümü yöneticisi. 1934’te Moskova konservatuarında Tatar opera stüdyosunun edebiyat yöneticisi. Çok sayıda operanın librettosunu Tatarcaya çevirmiş. 1936’da evlenmiş. 1939’da Tataristan özerk Sovyet sosyalist cumhuriyeti yazarlar birliği sorumlu sekreteri. 1942 şubat sonunda ikinci hücum ordusu gazetesi muhabiri olarak cepheye gönderilmiş. 26 Haziran’da esir düştü.

Tutsaklığı boyunca en az 115 şiir yazdığını notlarından biliyoruz; ama bunların sadece 94’ü savaştan sonraya kalmış. Geri kalanları, Moabit zindanlarında yok olmuş.

Kalan, iki defter. Bunlar “Moabit defterleri” diye bilinir. Birinci defter Arap harfleriyle yazılmış şiirler. Defterin son sayfasında şöyle yazıyor: “… Eğer bu kitap eline geçerse şiirleri itinayla güzelce bir temiz bir deftere geçir, sakla ve savaştan sonra Kazan’a haber et. Tatar halkının ölen şairinin şiirleridir, diye ortaya çıkar. Benim vasiyetim budur.” Defterde, kendisiyle birlikte yeraltında çalışan ve nazilerin Tatar lejyonunu dağıtmayı amaç edinen “siyasi suçluların” isimlerini de not etmiş, şöyle yazıyor: “Bunlar Tatar lejyonunu dağıtmak, Sovyet propagandası yapmak ve grubun kaçmasını organize etmekle suçlanmaktadırlar.” İkinci defteri ise Latin harfleriyle yazmış.

Birinci defter, Celil’in idamından sonra Tatar yoldaşlarından biriyle birlikte Fransa’da toplama kampına gitmiş, orada bir Fransız partizan tarafından kurtarılmış, 1946’da gene bir Tatar savaş esiri tarafından Kazan’a getirilmiş. İkinci defter, Celil’in Moabit’teki Belçikalı bir arkadaşı tarafından kurtarılmış; 1947’de Sovyetler Birliği’nin Brüksel konsolosluğuna teslim edilmiş.

Musa Celil, 20 Ağustos 1944’te Berlin’de, Plötzensee hapishanesinde, aralarında kendisi gibi ünlü Tatar bolşeviklerinden Abdullah Aliş’in de olduğu 12 kişiyle birlikte, giyotinle başı kesilerek idam edildi.

1956’da Lenin nişanı verildi ve Sovyetler Birliği kahramanı ilan edildi.

* * *

Affet, vatan!

Affet beni, bencileyin eratı,

Senin en küçük parçanı.

Affet, kızgın kavgada

Asker ölümüyle ölmedim.

Kim cüret edebilir sana

Şöyle demeye: Haindir Musa!

Kim sitem edebilir bana?

Volhov’dur tanığım, kaçmadım,

Canım tasasına kapılmadım.

Ölüme mahkûm kuşatma

Titrerken bombalar altında,

Yoldaşlarımın kanını, canını

Gördüm ama benzim atmadı.

Ve ne de gözyaşı… Bilirdim:

Yollar kesilmiş. İşitirdim:

Merhametsiz ölüm saymakta

Kalan saniyelerimi hayatta.

Mucize beklemedim… kurtuluş da.

Ölümü çağırdım: “İndir kılıcı!”

Yalvardım: “Amansız esaretten kurtar!”

Yakardım: “Bir an evvel, gel!”

Ben değil miydim, hayat arkadaşıma

Yazan şu satırları: “Tasalanma.

Kanımın son damlası da aksa

Andıma leke koymayacak.”

Kanlı savaşa giderken, ben

Değil miydim şiirle and içen:

“Ölüm, yüzümde tebessümle

Gelecek son nefesimde.”

Yazacağım: içimdeki ateşli ölümü

Senin, canan, aşkın söndürdü;

Vatanımı ve seni sevdiğimi

Kanımla yazacağım toprağa.

Kucaklarsam ölümü vatan uğruna

İçim huzur dolu olacağını da.

Can suyu olacak bu and

Sesini yitirmiş yüreğime.

Kader alay ediyor benimle:

Ölüm teğetti, geçip gitti.

O son an — kurşun gelmedi!

Tabancam bana ihanet etti…

Akrep iğnesiyle kendini sokar,

Kartal kendini kayalara çarpar.

Madem ki bir kartaldım ben de,

Kartal gibi olmalıydı ölümüm de.

Kartaldım ben, inan bana vatan:

Kartal tutkusuydu içimde yanan!

Kanatlarımı katladım artık, hazırım

Bir taşla düşmeye ölüm uçurumuna.

Elden ne gelir?

Yarenim tabancam reddetti

Son sözü söylemeyi.

Düşman zincirledi

Yarı ölü bileklerimi.

Toz ve toprak gizledi

Kalan kanlı izlerimi…

… Dikenli telden yükselen şafaktır.

Yaşıyorum, ve şiir hayattadır:

Kartalın yaralı yüreğinden

Nefret alevleri fışkırmaktadır.

Yükselecek şafak, telin üstünde,

Dostlar sancağı kaldırır gibi!

Esir ruhumun kanlı nefreti

Kükrüyor! Tek bir ümidim vardır:

Ağustos olacak. Karanlığında gecenin

Düşmana nefretim ve vatana sevgim

Esaretten benimle birlikte çıkacak.

Tek bir ümidim vardır benim,

Yüreğim tek bir şey için çarpar:

Saflarınızda katılmaktır kavgaya.

Yoldaşlar, yer açın ona da!

* * *

İnanma

Hakkımda haber ederlerse eğer sana,

Derlerse: “Yoruldu, geri çekildi, düştü…” —

İnanma cancağızım! Böyle sözü

Dostlar söylemez, inanıyorlarsa bana.

Andımdır, sancağa kanımla yazılan:

Çağırır, kuvvet verir bana, ileriye taşır.

Hakkım mıdır yorulup geri kalmak?

Hakkım mıdır düşüp de kalkmamak?

Hakkımda haber ederlerse eğer sana,

Derlerse: “Haindir! Vatana hıyanet etti!” —

İnanma cancağızım! Böyle sözü

Dostlar söylemez, seviyorlarsa beni.

Kaptım tüfeğimi, koştum savaşmaya,

Senin için ve vatanım için kavgaya.

Sana hıyanet mi? Hem de vatanıma?

Öyleyse ne kalır ki hayatımdan ardıma?

Hakkımda haber ederlerse eğer sana,

Derlerse: “Can verdi. Musa ölüler arasında.” —

İnanma cancağızım! Böyle sözü

Dostlar söylemez, seviyorlarsa seni.

Toprak soğuk teni örtse de —

Örter mi hiç ateşten yüreği;

Ölsen de, yenerek ölünce

Ölüm denir mi hiç öylesine?

Okumaya Devam Et

Görüş

Hindistan-Pakistan savaşı henüz başlamadı

Avatar photo

Yayınlanma

Hindistan iki gün önce (5 Mayıs’ta) 7 Mayıs’ta ulusal düzeyde Sivil Savunma Tatbikatı yapacağını duyurdu ve 7 Mayıs’a girdiğimiz an, askeri eyleme başladı. Pakistan’ın beklemediğini düşündüğü bir zaman mıydı acaba? Hindistan-Pakistan savaşı kapıda mı?

Hindistan saati 7 Mayıs’ı gösterdiğinde, saat 01:00 sularında, Hint füzeleri peşi sıra “Hint hava sahasından” patlatıldı ve Pakistan’ın kontrolündeki Keşmir topraklarına düşmeye başladı. Yani beklenen saldırı gerçekleşti.

Hindistan, operasyona “Sindoor ” ismini koydu. Sindoor, geleneksel olarak Hindu inancı ve Hint kültüründe önemli anlamlar içeriyor ancak burada yüzeysel değineyim: Evli Hindu kadınlar tarafından saçlarını ayırırken uygulanan vermilyon tozunun ismi aslında ve evlilik bağlılığını ve kocanın karısını koruma görevini sembolize eder. Yani Hindistan, operasyona “Sindoor” adını vererek, vatandaşlarını ve ulusal onurunu koruma mesajını iletir. Ki 22 Nisan Pahalgam terör saldırısının turistik bir bölgede sivillere yönelik gerçekleştiğini tekrar belirteyim.

Hindistan Ordusu, operasyonun yaklaşık yarım saat sürdüğünü, Hindistan saati ile saat 01:05-1:30 saatleri arasında sürdüğünü açıkladı. “Pakistan işgali altındaki Jammu ve Keşmir’e Sindoor Operasyonu’nu başlattık” diye duyuran Hindistan Ordusu’nun ilk açıklamaları önemliydi: Terör altyapısını hedef aldıklarının, Pakistan’a ait hiçbir askeri tesisin hedef alınmadığının ve 9 bölgenin – 9 bölgedeki terör altyapısının hedef alındığının, eylemlerini odaklı, ölçülü ve tırmanmaya yol açmayacak şekilde gerçekleştirdiklerinin vurgusu yapıldı. Ve tüm gece Hint kaynaklarından açıklamaları takip eden biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki “Hindistan’ın açıklamaları savaş istemediği yönünde”. Yani bu çok net: Hindistan savaş istemiyor. Belki Öncelikle bunu belirtmek gerekiyordu: Bir Hindistan-Pakistan savaşı henüz başlamadı. Bu henüz savaş değil. Gece gerçekleşen olaylar, sınırlı hava saldırılarıydı ki bu zaten hem Pakistan hem de tüm dünya tarafından bekleniyordu. Bu arada gece Pakistan da sınırlı bir karşılık verdi. Şu an Hindistan, Birleşmiş Milletler ve yabancı elçilerine brifing vermekle meşgul. Gece attığı füzeleri gün içinde meşrulaştırmanın ve kendi haklı gerekçelerini onaylatmanın çabası içinde. Peki şimdi ne olacak? Bu durum savaşa dönüşür mü? Açıkçası henüz kestirmek zor. Ama ilk söylenecek şey, iki taraf da savaşmamaya uğraşır ÇÜNKÜ ikisi için de bir nükleer caydırıcılık söz konusu.

Peki, masada başka hangi seçenekler var?

Hindistan’ın 2019’da Pakistan’a gerçekleştirdiği Balakot misillemesi hemen karşılık bulmuş ve Pakistan da bir Hint uçağını düşürüp, pilotunu rehin almıştı. Dolayısıyla zamanlama açısından aceleci davranmak istemediği belliydi. Nitelik ve ölçek olarak ise alacağı karşılığı da hesap ederek planlama yapmaya çalışıyordu. Ama açıkçası benim dahi beklediğimden erken bir saldırı gerçekleştirdi. Pahalgam terör saldırısını 22 Nisan’da yaşamış olan Hindistan’ın ordusu, bundan 14 gün sonra, saatler 15. güne geçiş yaptığı zaman askeri eylemine start verdi. Dediğimiz gibi bu beklenendi, yani zamanlama biraz beklenenden erken olsa da askeri eylem sürpriz değildi. Şimdi karşılıklı hava saldırıları yaşandı ANCAK daha da önemlisi, bu kez doğrusu Pakistan’a daha büyük bir ceza kesmek istiyor ama bunu nükleer savaşı tetiklemeden yani savaş yapmadan yapmak istiyor. Yani kontrollü tırmanmayı biraz sürdürmek istiyor. Ki bu kavga zaten öyle hemen sükunete ermez diye düşünüyorum. Ve burada “Soğuk Başlangıç” devreye giriyor. Tabii Pakistan’ın şimdi tekrar nasıl bir karşılık vereceği de çok önemli, uluslararası toplumun Hindistan’a nasıl bir yaklaşımda bulunacağı da önemli. Ama planlama masasında bir seçenek daha var, uygulamayı elbette zaman gösterecek ama buna şimdiden değinmek önemli:

Soğuk Başlangıç: Hindistan’ın Pakistan’a yönelik yeni saldırı stratejisi

Soğuk Başlangıç her şeyden önce Hindistan’ın 1947’deki bağımsızlığından bu yana kullandığı temelde savunmacı askeri doktrinler ile bir kopuşu işaret ediyor. Hindistan’da Soğuk Başlangıç fikri, 2001 yılında Hindistan Parlamentosu’na yönelik Pakistan tarafından desteklendiği düşünülen terör saldırılarının ardından, Hindistan’ın gerçekleştiği “Parakram Operasyonu”ndan beslendi. Çünkü bu operasyon ile Hindistan’ın saldırı gücündeki operasyonel boşlukları, özellikle sınır boyunca birliklerin seferberliğinin yavaşlığı fark edildi. Ki Hint birliklerinin sınıra ulaşması neredeyse bir ay sürmüş ve bu hem Pakistan’a karşı önlemler alması hem de Amerika’nın Hint hükümetine geri adım atması yönünde baskı yapması için yeterli zaman vermişti.

2004 yılında duyurulan bu doktrin, Hindistan’ın, Pakistan’ın Keşmir’deki “vekalet savaşını” sona erdirmek için konvansiyonel üstünlüğünü kullanma konusundaki algılanan yetersizliğine bir yanıt niteliği taşıyor. Ve Hindistan Ordusu’nun, Pakistan’ın nükleer eşiğini geçmeden, hızla seferber olmasını ve komşusuna sınırlı misilleme saldırıları gerçekleştirmesini sağlamayı amaçlıyor. Hindistan Hava Kuvvetleri ile ortaklaşa faaliyet gösteren müşterek birlik harekatı diyebiliriz. Bu noktada, Hindistan Kara Kuvvetleri Komutanı, en son bu yılın başlarında, Entegre Muharebe Grupları kurulmasının son aşamasında olduklarını açıklamıştı. Doktrin aynı zamanda Hindistan’ın konvansiyonel kuvvetlerinin bir çatışma durumunda Pakistan’dan nükleer bir misillemeyi önlemek için sabitleme taarruzları (sahte saldırılar) gerçekleştirmesini de içeriyor.

Bu doktrinin hala deneysel aşamada olduğunu söyleyebilirim. Aynı zamanda, mevcut krizde böyle bir stratejiyi kullanma yönünde bir siyasi baskının ve daha da önemlisi yoğun bir kamuoyu baskısının olduğunu da söylemek mümkün. Yani bu kez Hindistan’ın tepkisi yalnızca cerrahi bir müdahaleden daha fazlası olabilir. Hindistan Başbakanı Modi’nin, hayal dahi edilemeyecek bir cezalandırma olacağı yönündeki söylemleri de buna işaret ediyor. Modi’nin ayrıca Hindistan Silahlı Kuvvetleri’ne “tam yetki” verdiğini de tekrar ifade edeyim. Ancak, Pakistan’ı nokta operasyondan daha fazlası ile cezalandırmayı ancak çatışmayı nükleer eşiğin altında tutmayı amaçlayan Soğuk Başlangıç hem ismi hem doğası itibarıyla Hindistan’ın tam ölçekli bir “sıcak” savaştan kaçınma niyetini ortaya koyar.

Zamanlaması sürpriz, niteliği hızlı, kapsam olarak sınırlı, ancak ölçek olarak daha sert bir saldırı stratejisi bu. Bu strateji ile Hindistan aslında kendine Pakistan ile nükleer çatışmanın kaçınılmazlığından bir kaçış yolu açıyor ya da açmak istiyor. Ancak Soğuk Başlangıç için en büyük zorluğun, Pakistan’ın karşı strateji olarak taktik nükleer silahları kullanma olasılığı düşünülüyor. Dolayısıyla nükleer eşiği aşabilecek bir krizi kışkırtma veya tırmandırma riski taşıyor. Hem Hindistan hem de Pakistan’ın nükleer güçler olduğunu dikkate alırsak, çatışmanın kontrolden çıkma potansiyeli yüksek, risk büyük ve her şey pamuk ipliğine bağlı. Ve Pakistan’ın nasıl karşılık vereceği çok önemli. Ancak yine de her iki ülkenin de sıcak bir savaşa girmemek için elinden geleni yapacağına inanıyorum. Hindistan-Pakistan savaşı henüz başlamadı…

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English