Bizi Takip Edin

AVRUPA

Alman patronlar, Scholz’a karşı

Yayınlanma

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, Berlin’de düzenlenen Alman İşveren Sendikaları Konfederasyonu (BDA) toplantısında, hükümetinin görevini yerine getirdiğinde ısrar etti ve yöneticileri “kendi kendini gerçekleştiren bir kasvet kehanetinden” kaçınmaya çağırdı.

Scholz toplantıda yaptığı konuşmada, “Kötü rakamların kötü duygulara, kötü duyguların da daha kötü rakamlara yol açtığı bu kötü durumdan hep birlikte kurtulmalıyız. Daha fazla büyümeye ihtiyacımız var. Pastanın yeniden büyümesi gerekiyor,” diyerek yatırımları teşvik etmeyi, enerji faturalarını düşürmeyi ve bürokrasiyi azaltmayı amaçlayan bir büyüme girişimine işaret etti.

Scholz konuşurken delegeler, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) 2024 Almanya büyüme tahminini sıfıra indiren yeni verileriyle bir kez daha sarsıldı.

Yeni verilerden habersiz Scholz, son haftalardaki diğer kötü iktisadi verileri yineleyerek, Almanya’nın Avrupa ve uluslararası rakiplerinin aksine neden “kritik listede” kaldığına dair açıklamaları sıralamaya devam etti.

Şansölyeden bir ilk: Brüksel’in bürokratik engellerinden yakındı

Şansölye, “Enflasyon, yükselen faiz oranları, jeopolitik çatışmalar, gergin tedarik zincirleri… Sanayileşmiş ve ihracat odaklı bir ülke olarak diğerlerinden daha fazla etkilendik,” dedi.

Scholz, alışılmadık derecede açık sözlü bir şekilde, pek çok bürokratik engelden Brüksel’i sorumlu tuttu ve kısa süre önce kendi koalisyonu tarafından da desteklenen Avrupa tedarik zinciri kurallarını budama sözü verdi.

Scholz, “[Brüksel’den] çıkan öyle şeyler var ki, hayret edersiniz,” iddiasında bulundu.

BDA toplantısında hem sahnede hem de dışarıda delegeler Sosyal Demokrat Şansölyeye sert eleştiriler yöneltti. Birçoğu, konuşmasının liberal Hür Demokratlar (FDP) ve Yeşiller ile kurduğu koalisyon dışında her yerde iktisadi çöküş için bahaneler bulduğunu belirtti. Üç yılın ardından, daha önce denenmemiş ittifakın “ideolojik olarak uyumsuz” olduğu konusunda geniş bir yönetimsel fikir birliği oluştuğu görülüyor.

Patron temsilcisinden trafik lambası koalisyonuna sert eleştiriler

Toplantıda BDA Başkanı Rainer Dulger’in bile “kendi standartlarına göre” fazlasıyla saldırgan bir modda olduğu düşünülüyor.

Berlin’deki koalisyon reformlarının çoğunun “müzelik başarısızlıklar” olduğunu savunan Dulger, üç yılın ardından söylenebilecek en nazik şeyin hükümetin nihayet Almanya’nın pek çok sorununun farkında olduğu olduğunu iddia etti.

“Ekonomi küçülüyor, işsizlik artıyor, Almanya yatırımcılar için cazibesini yitirdi,” diyen Dulger, 45 sanayi ekonomisi arasında yapılan son araştırmada Almanya’nın iş yapmanın en pahalı olduğu ikinci ülke olduğunu belirtti.

Patronlardan Scholz’a asgari ücret tepkisi

BDA lideri, “Bir yatırım yerinin pahalı olduğu kadar iyi de olması gerekir ve burada durum böyle değil. Şirketlerimi hâlâ rekabetçi çünkü yurtdışına yatırım yapıyorlar,” dedi.

İşgücü açığının giderilmesi için daha fazla çaba gösterileceğini duymaktan mutlu olan işverenler, Şansölyenin bu yılın başlarında 12,41 avroya yükselen asgari ücreti 15 avroya çıkarma vaadine çok daha soğuk yaklaştı.

Scholz da patron temsilcilerine “burada her zaman aynı görüşte olmadıklarını bildiğini” söyledi.

İş dünyası CDU iktidarını bekliyor

Birçok kişi Scholz döneminin sona ermesini bekliyor ve merkez sağ muhalefet CDU lideri Friedrich Merz’e bakıyor.

Allensbach anket ajansı tarafından sorgulanan 500 önde gelen yönetici ve girişimcinin yüzde 73’ü Merz’in Almanya’nın bir sonraki şansölyesi olmasını destekliyor. Bu, geçen yılın aynı dönemine kıyasla neredeyse 20 puanlık bir artış demek.

CDU lideri Merz, iktidara geldiğinde Alman ekonomisi ve iş dünyası için “yeni bir çerçeve oluşturacak” Gündem 2030 vaadinde bulundu. Vaatleri arasında bürokrasiyi azaltmak ve Avrupa’nın en yüksekleri arasında yer alan enerji maliyetlerini kıtanın en düşük seviyesine indirmek de var.

Geçen hafta Federal Meclis’te yaptığı konuşmada, trafik lambası koalisyonu döneminde Almanya’da yaklaşık 300.000 sanayi işinin kaybedildiğini söyledi.

Merz, Scholz’a dönerek, “Yönetiminiz sırasında Almanya’dan şimdiye kadarki en yüksek sermaye çıkışını yaşadık, bu ekonominin size günlük güvensizlik oyudur,” diye ekledi.

Scholz koalisyonu özellikle anayasal borç freni konusunda çıkmaza girerken, Merz geçen hafta uzlaşmanın ilk işaretini verdi.

CDU lideri borç freni konusunda “manevra alanı olduğunu, fakat bunun başka yerlerde tasarruf yapılması halinde mümkün olabileceğini” söyledi.

AVRUPA

AB’den göçle mücadele manzaraları – 2: Schengen çatırdıyor

Yayınlanma

Yazar

POLITICO’da yer alan bir değerlendirme şöyle başlıyor: “Hiçbir Avrupalı lider ya da bürokrat 20 milyon kişiyi sınır dışı etmekle ya da Müslümanların [girişini] yasaklamakla tehdit etmemiş –belki de eski Başkan Donald Trump’ın en sevdiği Avrupalı olan Macar diktatör Viktor Orbán hariç– olsa da Avrupa Birliği ve Trump göç konusunda kelimelerin ifade ettiğinden daha yakın.”

AB ülkelerinin önemli bir kısmı, bu yılki Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde göçmen karşıtı partilere verilen desteğin önemli ölçüde artmasının ardından göçü engellemek için tekil olarak harekete geçmeye başladı.

Elbette bu iş yeni değil: Daha sonra değineceğimiz “İskandinav modeli”, Avrupa’nın merkezindeki “göçmen karşıtı” yükselişten çok önce uygulamaya konmuş ve kimse o zamanlar “faşizmin yükselişini” konuşmamıştı.

AB’den “göçle mücadele” manzaraları

Eşyayı adıyla çağırmak: Toplama kampları Avrupa’ya dönüyor

Ama durumun gitgide başka bir noktaya evrildiğini herkes kabul ediyor. Aynı POLITICO makalesinde, Avrupalı liderlerin henüz kamuoyu önünde göçmenlere karşı Trump gibi “ırkçı, yabancı düşmanı” ifadeler kullanmaktan kaçındığı, ama kapalı kapılar ardında “göçmen işleme merkezleri”, “hızlı sınır dışı etme prosedürleri”, “yabancı düşman unsurların AB’yi istikrarsızlaştırmak için göçmenleri kullanarak yürüttüğü hibrit savaş” üzerine saatlerce konuştuklarına işaret ediyor.

Blok yetkilileri, AB dışında kurdukları dışa kapalı kampları ya da gözaltı merkezlerini tanımlamak için “geri dönüşler” ya da “geri dönüş merkezleri”nden bahsediyorlar. Ama eşyayı adıyla anmak gerek: Bunlar açıkça göçmenler için kurulmuş toplama kampları.

2015’teki tepe noktasından bu yana AB’de “göçle mücadele” gündeme hep ilk sıralarda yer aldı. Engellerin kısmen işe yaradığı görülüyor: 2023 yılında 300.000’den az göçmen Kıtaya ulaşmıştı; AB’nin sınır ajansı Frontex bu yıl şimdiye kadar yaklaşık 160.000 göçmenin Avrupa’ya ulaştığını tahmin ediyor.

Üstelik bu “engeller” artık sadece AB’nin “sınırlarında” değil, içeride de yaygınlaşıyor. Schengen’in çatırdadığı yönündeki iddiaların yaygınlaşması da bundan: Son zamanlarda en az 9 Avrupa ülkesi göçmenleri, mültecileri ve sığınmacıları caydırmak amacıyla bir tür iç sınır kısıtlaması getirdi.

Orta Avrupa ülkelerinden göçe karşı işbirliği kararı

Dokuz ülke sınır kontrolleri uyguluyor

Örneğin Polonya bu ay komşu Belarus’tan gelen göçmenlerin sığınma taleplerini “güvenlik tehdidi” gerekçesiyle geçici olarak durdurduğunu açıkladı. Varşova, Belarus ve Rusya’nın sığınmacıları “ülkeyi istikrarsızlaştırmak için” kullandığını ileri sürüyor.

Hatta Başbakan Donald Tusk bir adım daha ileri giderek, “Devlet, kimin girip çıkacağı üzerindeki kontrolünü yüzde 100 oranında yeniden ele geçirmelidir,” diye konuştu.

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, Suriyeli birinin on bir kişiyi bıçaklayarak üç kişinin ölümüne neden olmasının ardından bu yaz “belgesiz göçmenlerin” Almanya’ya geçişini engellemek için tüm sınırlarda kontrol başlattı.

Aralarında İtalya, Fransa ve Avusturya’nın da bulunduğu altı ülke daha sınır kontrolleri uygulamaya başladı.

Schengen’deki iç sınır kontrolleri uygulamalarını takip eden göçmen hizmetleri şirketi Fragomen, İtalya, Norveç ve Slovenya’nın sınırlarındaki iç kontrolleri Ekim-Aralık 2024’e kadar; Avusturya, Danimarka, Fransa, Almanya ve İsveç’in ise Mart-Mayıs 2025’e kadar uzattığını bildiriyor.

Fico, Orbán ve Vučić “düzensiz göçe” karşı birleşik cephe çağrısında bulundu

Schengen’de “istisnalar”: Geçici ulusal güvenlik tedbirleri

Bu kontroller kapsamında, sınır muhafızları kimlik belgelerini talep edebilir ve etkilenen Schengen ülkelerinde sınırı geçen yolcuların detaylı kontrollerini gerçekleştirebilir.

İç sınır kontrolleri, sınırlardaki trafiği geciktirme ve Avrupa Ortak Pazarı içindeki hareketliliği engelleme sonucunu doğurduğu için prensip olarak Schengen Bölgesi içinde yasak.

Bununla birlikte, “geçici ulusal güvenlik tedbirleri” olarak mümkün. Bu kontroller özellikle 2015’in sonlarından bu yana göç akınından etkilenen birçok ülkede çeşitli şekillerde uygulanıyor.

Bu nedenle Brüksel, Avrupa kurumlarının AB ülkelerinin Schengen iç sınırlarında sınır kontrollerini yeniden uygulamaya koyma kapasitelerini incelemelerine olanak sağlamak üzere Schengen Sınır Kodunu değiştirmeyi değerlendiriyor

Schengen Sınır Kodu, Schengen bölgesinin dış sınırlarını geçen herkes için geçerli olan kuralları belirliyor.

Schengen bölgesi, İrlanda ve Kıbrıs hariç tüm AB ülkelerinin yanı sıra İzlanda, Lihtenştayn, Norveç ve İsviçre’yi de kapsıyor. İtalya yarımadasında yer almaları nedeniyle San Marino ve Vatikan resmi olarak olmasa da fiilen üye.

Almanya ve Polonya dışında sınır kontrolleri getiren ülkeler ve ayrıntıları şöyle:

Avusturya

Viyana, Çek Cumhuriyeti sınırında 15 Ekim’e kadar, Slovenya ve Macaristan sınırında ise 11 Kasım’a kadar kontrolleri yeniden başlatmıştı.

Almanya’ya benzer şekilde, bu karar düzensiz göçü engellemek ve iltica sistemi üzerindeki baskıyı azaltmak ve Gazze savaşının ardından “Orta Doğu’dan gelen terörizm tehditlerini durdurmak” için alındı.

Gerekçeler arasında Ukrayna savaşı kaynaklı casusluk faaliyetleri ve siber dolandırıcılıklar da yer alıyor.

Danimarka

Danimarka tüm iç sınırlarında sınır güvenliğini artırdı. Norveç’te olduğu gibi, “Danimarka-Almanya kara sınırına ve Almanya ile feribot bağlantısı olan Danimarka limanlarına odaklanarak” 12 Mayıs’tan 11 Kasım’a kadar kısıtlamalar uygulanacak.

Kopenhag, “İsrail ile Gazze’deki militan gruplar arasındaki çatışma ve militan İslamcı gruplar arasında öncelikli bir hedef olarak Danimarka’ya yeniden odaklanılmasına neden olan 2023’teki Kuran’a saygısızlıklarla ilgili terör tehdidinden” endişe duyduğunu söyledi.

Fransa

Tüm iç sınırlardaki kontroller 1 Mayıs’tan bu yana uygulanıyor.

Paris’in bu kararı almasında “Schengen dış sınırlarındaki sürekli göç baskısı” ve “özellikle Türkiye ve Kuzey Afrika’dan düzensiz geçişlerdeki önemli artış” ile “kabul sistemi üzerindeki baskı” ve “yoğunlaşan terör tehdidi” etkili oldu.

Bu tedbir ayrıca yaz aylarında düzenlenen ve milyonlarca insanı Fransa’ya getiren Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları nedeniyle de uygulandı.

İtalya

Avrupa Komisyonuna göre İtalya’nın G7 dönem başkanlığı ve “Orta Doğu’daki kargaşa ve düzensiz göç akımlarına teröristlerin sızma riski” nedeniyle Roma, 18 Aralık’a kadar sınır güvenliğini artırdı.

Norveç

Schengen Bölgesi ile bağlantısı olan tüm limanlara girişler 12 Mayıs’tan bu yana kısıtlanmış durumda.

Oslo, önlemlerin temel gerekçesini “kritik altyapıya yönelik artan tehdit, Norveç’in gaz ihracatını tehdit eden Rus istihbarat operasyonları ya da Ukrayna’ya askeri destek” olarak açıkladı.

Slovenya

Hırvatistan ve Macaristan sınırında kontroller devam ediyor. Almanya’daki UEFA EURO 2024 ve Fransa’daki Olimpiyat Oyunları gibi büyük spor etkinlikleri nedeniyle haziran sonunda uygulamaya konulan kontrollerin 21 Aralık’a kadar devam etmesi bekleniyor.

Slovenya makamlarına göre bunun sebepleri arasında “Orta Doğu’da artan istikrarsızlık, Rusya’nın Ukrayna’daki saldırganlığı, organize suçlar ve genel terör tehditleri” de yer alıyor.

İsveç

İsveç, 12 Mayıs’tan 11 Kasım’a kadar kontrolleri başlatan İskandinav ülkeleri arasında yer alıyor. Avrupa Komisyonu bu tedbirin “tüm iç sınırlara yayılabileceğini” söyledi.

İsveçli yetkililer, “İsveç’te ve diğer Üye Devletlerde gerilimi artıran, Antisemitizm motivasyonlu ciddi şiddet ve saldırı riskini arttıran, kamu politikasına ve iç güvenliğe ciddi tehdit oluşturan” İsrail’in Gazze’deki saldırısı ve Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarını gerekçe gösterdi.

Polonya’ya AB’den “göçle mücadele” desteği geldi

Üçüncü ülkelerle anlaşmalar hızlanabilir

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, geçtiğimiz perşembe günü yapılan AB zirvesinden önce, ilkbaharda kabul edilen AB göç ve iltica reformunun uygulanmasının önemli ölçüde hızlandırılması çağrısında bulunmuştu.

Bu reform, diğer hususların yanı sıra, mültecilerin doğrudan AB’nin dış sınırlarında taramaya tabi tutulmasını öngörüyor.

AB’nin iltica tanıma oranının yüzde 20 ya da daha düşük olduğu ülkelerden kaçan herkes, iltica başvurusunu sınırda hızlı bir prosedürle işleme koydurmak zorunda ve bu amaçla özel olarak kurulmuş bir sınır kampını terk edemez.

Bir iltica prosedürü için gerekli olan hukuki destek burada fiilen imkansız ve tanınma şansı önemli ölçüde azalıyor. Reddedilen sığınmacılar doğrudan sınır kamplarından sınır dışı ediliyor.

Alman hükümeti, Almanya’ya gelen mülteci sayısını önemli ölçüde azaltacağını umduğu ve Federal Cumhuriyet’in bir dış AB sınırı olmadığı için reformu destekliyor. Yeni AB sınır kampları kurmanın ana yükü ise Yunanistan veya İtalya gibi devletlere ait.

Ursula von der Leyen: Sınır dışı edilen göçmenlerin sayısı artacak

Arnavutluk modeli Brüksel’in radarında

İtalya ise bunun yerine hızla başka bir modele yöneldi: iltica işlemlerinin Arnavutluk’a yaptırılması.

Akdeniz’de İtalyan sahil güvenliği tarafından tekneleri durdurulan erkek mülteciler Arnavutluk’un liman kenti Şingin’deki bir kampa götürülüyor ve yakınlardaki Gjadër’de de ikinci bir kamp mevcut.

Gelecekte, İtalyan sığınma prosedürleri kamplarda gerçekleştirilecek. Sığınma hakkı verilenlerin İtalya’ya seyahat etmelerine izin verilecek; reddedilenler ise doğrudan Arnavutluk’tan sınır dışı edilecek. Roma bu şekilde yılda 36,000 mültecinin işlemlerini gerçekleştirmeyi planlıyor, fakat bu durumda da mültecilere gerekli hukuki yardım sağlanmayacak.

Başbakan Giorgia Meloni perşembe günü AB zirvesi öncesinde düzenlenen özel bir toplantıda bu modeli tanıttı. Toplantıya diğer on AB ülkesinin devlet ve hükümet başkanlarının yanı sıra Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de katıldı.

Leyen daha önce Arnavutluk modelini yakından izleyeceğini ve gelecekte AB çapında çözümler bulmak amacıyla değerlendireceğini açıklamıştı.

İtalya göçmenleri Arnavutluk’a göndermeye başladı

Hollanda, sığınmacılara toplama kampları için bastırıyor

Brüksel’deki özel toplantıda Leyen’in AB dışında “geri gönderme merkezleri” kurma planını sunduğu da bildirildi.

Bu merkezler, iltica başvuruları reddedilen fakat AB’den menşe ülkelerine ya da güvenli olduğu varsayılan üçüncü ülkelere sınır dışı edilmeleri hemen mümkün olmayan mültecilerin nakledileceği sınır dışı kampları.

Leyen’in planları, mültecileri mümkün olduğunca hızlı bir şekilde ülke dışına çıkarmak amacıyla, gelecekte üçüncü ülkelerdeki söz konusu sınır dışı kamplarına nakledilmelerine izin verecek.

Bugüne kadarki en somut girişim, sağcı hükümeti kısa süre önce “tüm zamanların en katı iltica rejimini” ilan eden Hollanda’dan geldi. Bu kapsamda mülteciler zorla birkaç büyük kampa yerleştirilecek ve sadece temel asgari ihtiyaçları karşılanacak.

Lahey ayrıca ülke sınırlarını tamamen kapatabilmek için AB’nin ortak iltica politikasından çıkmayı talep ediyor. Hollanda hükümeti şu anda Uganda ile ilk sınır dışı kampının inşası için görüşmeler yürütüyor ve mültecilerin buradan nereye sınır dışı edileceğine Kampala’daki hükümet karar verecek.

Yeni Fransız hükümetinde göçe ve Schengen’e karşı sesler yükseliyor

Danimarka el yükseltti: Cenevre Sözleşmesi kaldırılmalı

Bu arada ilk AB hükümetleri iltica hakkını tamamen askıya almaya çalışıyor ya da çoktan başladılar.

Finlandiya nisan ayında Rusya ile olan sınırını tamamen kapattı, artık sığınma başvurularını kabul etmiyor ve Finlandiya parlamentosu tarafından sınırı geçmeyi başaran mültecileri geri gönderme konusunda açıkça yetkilendirildi.

Bu ne uluslararası hukuka ne de AB hukukuna uygundur, fakat Brüksel tarafından sorgusuz sualsiz hoşgörüyle karşılanıyor.

Danimarka ise bir adım daha ileri gitmek istiyor. Perşembe günü yapılan AB zirvesinde Başbakan Mette Frederiksen Cenevre Sözleşmesinin yürürlükten kaldırılmasını savunarak, “İkinci Dünya Savaşından sonra oluşturulan kurallar artık günümüz dünyasında işlemiyor,” dedi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Ukrayna’nın nüfusu 2022’den bu yana 10 milyon azaldı

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun açıklamalarına göre, Ukrayna’nın nüfusu 2022’den bu yana 10 milyon azaldı. Ülkeyi terk edenlerin sayısındaki artış, düşük doğum oranları ve demografik kriz, ülkenin nüfus kaybındaki temel etkenler olarak öne çıkıyor.

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Doğu Avrupa ve Orta Asya Bölge Direktörü Florence Bauer, Cenevre’de düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamada, Ukrayna’nın nüfusunun Şubat 2022’den bu yana yaklaşık 10 milyon kişi azaldığını bildirdi.

Bauer, “Bu insanların büyük bir kısmı ülkeyi terk etti. Nüfus yaşlanıyor, gençler ise başka yerlerde fırsatlar arıyor ve ülkeyi terk ediyor,” dedi.

Bauer, Ukrayna’nın doğum oranının Rusya ile çatışmalar başlamadan önce de düşük olduğunu ancak şu anda, kadın başına yaklaşık 1 çocuk ile dünyanın en düşük oranlarından birine gerilediğini belirtti.

Bu oran, nüfusun kendini yenilemesi için gerekli olan 2,1 seviyesinden oldukça uzak.

Yetkili, Ukrayna’nın ciddi bir demografik krizle karşı karşıya olduğunu vurguladı.

Ukrayna Devlet İstatistik Komitesi’nin verilerine göre, Ocak 2022’de, yani Rusya’nın Donetsk ve Luhansk Halk cumhuriyetlerinin bağımsızlığını tanımasından ve çatışmaların başlamasından önce Ukrayna’nın nüfusu 40,98 milyondu. Donetsk oblastının nüfusu 4,05 milyon, Lugansk oblastının nüfusu 2,1 milyon, Zaporojye oblastı 1,64 milyon ve Herson oblastı 1 milyon olarak kaydedilmişti.

Bu dört bölgenin toplam nüfusu 8,79 milyon olup, Ukrayna’nın toplam nüfusunun yüzde 21’ini oluşturuyordu.

Ukrayna Gelecek Enstitüsü’nün Haziran 2023 tahminlerine göre, ülkenin nüfusu 29 milyona geriledi.

Bu yılın temmuz ayında, Ukrayna Demografi ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Ella Libanova, en iyimser senaryoya göre ülke nüfusunun 2033 yılına kadar 35 milyona ulaşabileceğini ifade etti.

Libanova, bu tahminlerinde 1991’de Ukrayna’nın bir parçası olan bölgelerin nüfusunu da dikkate aldı.

Zelenskiy: Enerji tesislerine saldırılmaması savaşın sıcak aşamasını sona erdirmek için ilk adım olabilir

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Her beş Polonyalıdan biri Almanları hâlâ “işgalci” olarak tanımlıyor

Yayınlanma

Deutsches Polen Institut (DPI) tarafından gerçekleştirilen Almanya-Polonya Barometresi araştırmasının sonuncusuna göre Polonyalıların Batılı komşularına ilişkin algıları giderek olumsuzlaşırken, Almanların bu ülkelere bakışı giderek olumlulaşıyor.

Polonya Kamu İşleri Enstitüsü Başkanı Jacek Kucharczyk ve DPI Direktörü Agnieszka Łada-Konefał tarafından hazırlanan rapora göre, Polonya’daki genel olumlu Almanya imajına rağmen, Polonya vatandaşları Almanlar hakkında giderek daha fazla çekince ifade ediyor. Bunun tersine ise Almanlar, Polonya hakkında daha olumlu bir görüş geliştiriyor.

Almanlar Polonya’yı “cazip bir turizm merkezi” olarak görürken ve Polonya’nın misafirperverliğini takdir ederken, Polonyalılar Almanları hâlâ büyük ölçüde tarihi çatışmaların, özellikle de İkinci Dünya Savaşı’nın merceğinden görüyor.

Łada-Konefał raporu sunarken, “Her beş Polonyalıdan biri Almanları hâlâ ‘işgalci’ ya da ‘istilacı’ olarak görüyor,” dedi.

Araştırma, önceki yıllarda olduğu gibi, Polonya’daki Almanya imajının genel olarak Almanya’daki Polonya imajından daha iyi olduğu sonucuna varıyor. Bununla birlikte, Polonya’nın Almanya hakkındaki görüşleri, katılımcıların siyasi kanaatlerinden büyük ölçüde etkileniyor.

İktidardaki değişim Polonya algısını etkiledi

Araştırmanın yayınlanma gerekçesi, Almanya’ya karşı şüpheciliğiyle bilinen muhafazakâr Hukuk ve Adalet (PiS) partisinin, Berlin ile iyi ilişkilerin savunucusu ve Almanya’nın eski şansölyesi Angela Merkel’in eski bir dostu olan Donald Tusk liderliğindeki AB yanlısı koalisyona karşı iktidarı kaybettiği seçimlerin birinci yıldönümüydü.

Araştırmacılar, Polonya’nın Almanların gözündeki imajının 2022 veya 2023’e kıyasla önemli ölçüde iyileştiğini ve bunda iktidardaki daha “Alman yanlısı” bir kabinenin etkili olmuş olabileceğini belirttiler.

Çalışmada ayrıca hem Polonyalıların hem de Almanların iktisadi çıkarlar ve doğrudan toplumsal temaslar nedeniyle ikili ilişkilere genel olarak olumlu baktığı belirtiliyor.

İlişkilere olumsuz bakan Polonyalılar genellikle Polonya’daki Alman savaş suçlarının hesabının yeterince sorulmamasını ana sorun olarak gösterirken, Almanların en büyük grubu ilişkilerin kötü olmasının nedeni olarak farklı siyasi çıkarlara işaret ediyor.

PiS iktidardayken, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Polonya’nın uğradığı kayıplara ilişkin yayınladığı bir rapora dayanarak Almanya’dan 6,22 trilyon zloti (1,31 trilyon avro) savaş tazminatı talep etmişti.

Her iki ülkedeki katılımcıların neredeyse yarısı “Weimar Üçgeni” (Almanya, Fransa, Polonya) içindeki işbirliğinin güçlendirilmesi gerektiğine inanıyor. Polonyalılar ve Almanlar enerji güvenliği ve daha güçlü bir Avrupa savunma politikasını işbirliği için kilit alanlar olarak gösteriyor.

Polonyalılar Rusya karşıtı yaptırımlara daha sıcak bakıyor

Katılımcılara Rusya ve Avrupa’daki güvenlik konuları da soruldu.

Polonyalıların çoğu (%68) ve Almanlar (%60) Rusya’yı ülkeleri için “askeri bir tehdit” olarak görüyor.

Aynı zamanda, Polonyalıların yarısından biraz fazlası Alman ordusunun güçlendirilmesinin Polonya’nın güvenliğini de artıracağına inanıyor, fakat dörtte biri Polonya-Almanya tarihsel bağlamından kaynaklanan endişelere sahip.

Almanya’da ise neredeyse üçte ikisi daha güçlü bir Bundeswehr’in Polonya da dahil olmak üzere müttefiklerin güvenliğini artıracağına inanıyor.

Rusya karşıtı yaptırımlara destek Polonya’da çok daha güçlü: Almanya’da bu oran %58 iken Polonya’da %75.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English