Bizi Takip Edin

AVRUPA

Almanya, yılın ikinci yarısında iktisadi toparlanma beklemiyor

Yayınlanma

Almanya Ekonomi Bakanlığı Pazartesi günü yaptığı açıklamada, yeni siparişler ve iş ortamı gibi ilk göstergelere dayanarak Alman ekonomisinin önümüzdeki aylarda sürdürülebilir bir toparlanma görmesinin muhtemel olmadığını söyledi.

Bakanlığın aylık raporunda, “Yurtiçi cephede, özel tüketim, hizmetler ve yatırımlarda beklenen temkinli toparlanma, yıl ilerledikçe güçlenmesi muhtemel olan ilk umut işaretlerini gösteriyor,” denildi.

Fakat raporda, dış talebin zayıflığına dikkat çekildi ve “Aynı zamanda, hâlâ zayıf olan dış talep, devam eden jeopolitik belirsizlikler, hâlâ yüksek olan fiyat artış oranları ve parasal sıkılaştırmanın giderek daha belirgin hale gelen etkileri, daha güçlü bir ekonomik toparlanmayı azaltmaktadır,” ifadelerine yer verildi.

Anketler de karamsar

Bloomberg’in yaptığı bir ankete göre, kış resesyonundan hâlâ çıkamayan Almanya ekonomisi yılın ikinci yarısında çok az büyüyecek.

İktisatçılar arasında 4-10 Ağustos tarihleri arasında yapılan ankete göre, ikinci çeyrekte duraklamış olan ekonomik çıktı, Eylül ayına kadar olan üç aylık dönemde tekrar durgunlaşacak ve ardından son çeyrekte sadece %0,1 büyüyecek. Bu oran bir ay önceki beklentilere göre yüzde 0,1 puanlık bir düşüşe işaret ediyor.

Ekonomistler, ekonominin 2023 yılında %0,3 oranında daralacağını ve 2024 yılında ise daha önceki %1’lik tahmini revize ederek sadece %0,8 oranında toparlanacağını öngörüyor.

Alman sanayisi, Çin’den gelen zayıf talep, işgücü açığı, daha sıkı para politikası ve geçen yılki enerji krizinin devam eden etkileri nedeniyle zayıflamaya devam ediyor. Avrupa’nın en büyük ekonomisinin IMF tarafından bu yıl G7 ülkeleri arasında tek daralma yaşayan ülke olması bekleniyor.

Doğalgaz fiyatlarının birkaç yıl daha yüksek seyretmesi bekleniyor

Öte yandan, Alman sanayisinin Ukrayna savaşından sonra zorlanmasında en büyük unsur olan yüksek enerji maliyetleri sorununda tünelin ucu henüz görünmüş değil.

Çarşamba günü Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan bir rapora göre, Alman hükümeti gaz fiyatlarının en az 2027 yılına kadar yüksek kalmasını bekliyor ve ek acil durum önlemlerine duyulan ihtiyacı vurguluyor.

Ekonomi bakanlığı tarafından yapılan analize göre, Haziran ayı sonundaki vadeli fiyatlar, önümüzdeki aylarda toptan satış piyasalarında megawatt-saat başına yaklaşık 50 avroya kadar bir artış olabileceğine işaret ediyor.

Hükümetin tahminleri, Almanya’nın gaz depolama operatörlerinin 2027’nin başlarına kadar gaz sıkıntısı riskine işaret eden tahminleriyle örtüşüyor.

Avrupa’nın doğalgaz ölçütü olan Hollanda yakın vadeli işlemleri megawatt-saat başına yaklaşık 38 avro civarında. Hollanda gazı 2008’den Haziran 2021’e kadar olan dönemde ortalama 19,40 avro civarındaydı.

Berlin, işletmelerin ve hanehalklarının yükünü hafifletmek için şimdiye kadar elektrik ve doğalgaz sübvansiyonları için 22,7 milyar avro harcadı. Bakanlığa göre büyük sanayi şirketleri 6,4 milyar avro devlet yardımı aldı.

Çin, Almanya’nın canını sıkmayı sürdürüyor

Veriler, bir yandan da Alman sanayisinin ‘Çin sorununun’ devam ettiğini gösteriyor.

Ekonomik Araştırma Enstitüsü (IW Köln) tarafından yapılan bir analiz, Çin’in diğer AB ülkelerine yapılan ihracatta Almanya’yı giderek en üst sıralardan uzaklaştırdığını ve Asya’nın ağır sanayi ürünlerinin payının otomobil gibi önemli Alman sanayi kategorilerinde yükselmeye başladığını ortaya koydu. Enstitü, “Alman ürünleri onlarca yıldır Avrupa pazarını domine ediyordu, fakat Çinli rakipler hızla arayı kapatıyor,” dedi.

Enstitüye göre özellikle sanayi ürünlerinde Almanya’nın payı azalırken Çin’in payı artıyor. Enstitü, Çin’in, e-mobilite konusundaki kapsamlı uzmanlığı nedeniyle özellikle güçlü olduğunu söyledi. Yüksek enerji maliyetleri genel olarak sanayi şirketleri için zorlukları artırırken, kimya endüstrisi gibi enerji yoğun sektörler özellikle baskı altında kalıyor.

IW Köln’ün ticaret uzmanı Jürgen Matthes, kimyasal madde üretimi ve otomotiv sektörü gibi kilit Alman endüstrilerinin bu gelişmeden özellikle olumsuz etkilenebileceğini savundu. “Almanya’nın en önemli ihracat dallarının ticaretteki üstünlükleri giderek daha fazla azalıyor,” diyen Matthes, ülkenin ihracat modelinin ‘giderek daha fazla çöküyor gibi göründüğünü’ sözlerine ekledi.

2000 yılında Alman ürünleri tüm AB ithalatının yaklaşık yüzde 14’ünü oluştururken, Çin malları yüzde 2,6’sını oluşturuyordu. 2022 yılına gelindiğinde Almanya’nın payı yüzde 12,5’e düşerken Çin’in payı yüzde 8,8’e yükseldi. Sanayi mallarında ise Almanya’nın 2000 yılında yüzde 15 olan ticaretteki üstünlüğü 22 yıl sonra yüzde 2,5’e geriledi.

Bilgisayar ve diğer elektronik cihazlarda en büyük ihracatçı olarak Almanya’nın yerini alan Çin, incelenen dönemde payını yüzde 4,5’ten yüzde 27,4’e yükseltmeyi başardı.

Enstitünün analizinde, “Almanya yüzde 22’lik payıyla [AB’ye] otomobil ithalatında hâlâ lider, fakat son yıllardaki gelişmeler Çin’in arayı hızla kapattığını ve daha da hızlandırmaya devam ettiğini gösteriyor,” denildi.

Çin halihazırda elektrikli otomobil üretiminde önemli bir kapasiteye sahip ve son birkaç yılda Avrupa pazarındaki varlığını büyük ölçüde artırmayı başardı. Çin otomobillerinin payı 2022’de yalnızca yüzde 3,5 olsa da, bu oran 2020’dekinden iki kat daha yüksek. Enstitüye göre, “Çin’in ihracat başarısının kısmen kapsamlı sübvansiyonlara dayanıyor olması bir sorun teşkil ediyor ve bu da ticaret politikası tepkilerine ilişkin soruları gündeme getiriyor.”

Yatırımcı morali Ağustosta yükseldi

Alman ekonomisinin yüzünü güldüren unsurlardan biri ise yatırımcı güveninde görülen kısmi iyileşme.

ZEW ekonomik araştırma enstitüsü Salı günü yaptığı açıklamada, Alman yatırımcıların moralinin Ağustos ayında beklenmedik bir şekilde iyileştiğini, fakat Avrupa’nın en büyük ekonomisindeki havanın ‘bulutlu olmaya devam etmesi’ nedeniyle hâlâ negatif bölgede olduğunu söyledi.

ZEW’in ekonomik duyarlılık endeksi Temmuz ayındaki -14,7 puandan -12,3 puana yükseldi. Reuters anketine katılan analistler Ağustos ayında duyarlılığın -14.7 ile durgunlaşmasını bekliyorlardı.

ZEW Başkanı Achim Wambach, hafif iyileşmenin yatırımcıların Almanya’daki durumun yıl sonuna kadar iyileşmesini beklediğini gösterdiğini söyledi.

ABD ekonomisi için daha olumlu bir görünüm ve Avro bölgesi ve ABD’de faiz artışlarının sona ereceği beklentisi Almanya’ya yönelik beklentilerin artmasına yardımcı oldu.

Wambach, “Fakat bu artan beklentiler, Almanya’daki mevcut ekonomik durumun önemli ölçüde kötüleştiği bir bağlamda değerlendirilmelidir,” diye ekledi.

Almanya’daki mevcut durumu ölçen endeks Ağustos ayında beklenenden daha fazla düşerek bir önceki ay -59.5 iken -71.3’e geriledi. Analistler Ağustos ayı için -63.0 değerini tahmin etmişlerdi.

AVRUPA

Mario Draghi’den iç talep için “yaratıcı yıkım” önerileri

Yayınlanma

Yazar

Eski İtalya Başbakanı ve Eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, yaz aylarında yayınladığı Avrupa’nın rekabetçilik sorunu hakkındaki raporunun ardından, şimdi de Kıta’daki durgun iç talep ve büyüme meselelerini ele alan bir makale yayınladı.

Centre for Economic Policy Research (CEPR) için yazdığı makalede Draghi, 2000’lerin başından bu yana Avrupa’da verimlilik, gelirler, tüketim ve yatırımın yapısal olarak zayıfladığını ve ABD’den önemli ölçüde ayrıştığını hatırlatarak başlıyor.

Draghi’ye göre bu durum her zaman böyle değildi. İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’nın işgücü verimliliği 1945’te ABD’nin %22’si düzeyindeyken 1995’te %95’e yaklaşmıştı. Üstelik bu dönemin büyük bir kısmında, Avro bölgesinde GSYİH’nin payı olarak iç talep, gelişmiş ekonomiler aralığının ortasında yer almıştı.

1990’ların ortalarından itibaren ABD ve Avro bölgesindeki göreli büyümenin “iki büyük şokla” birbirinden uzaklaştığını savunan Draghi, bu şokları şöyle sıralıyor:

İlki internetin getirdiği teknoloji şokuydu ve bu noktada AB’nin ABD ile verimlilik yakınsaması durdu ve sonra tersine döndü. Draghi’nin belirttiğine göre o zamandan bu yana iki ekonomi arasında ortaya çıkan verimlilik farkı büyük ölçüde ABD teknoloji sektörünün daha hızlı üretkenlik artışı ile açıklanıyor.

İkinci şok ise 2008-9’daki büyük mali kriz ve kamu borcu krizi idi. Draghi’nin iddiasına göre bu krizlerin ardından Avro bölgesinin yönelimi, iç talepten uzaklaştı.

Mario Draghi’den AB için kritik konuşma: Radikal bir değişime ihtiyacımız var

Avrupa’nın “batağı”: Dış talebe verilen önem, kısıtlayıcı para politikası, pazar entegrasyonu problemi

Draghi’ye göre Avrupa’nın son yirmi yılda içine sürüklendiği zayıf iç talep, düşük ücretler ve denizaşırı yatırımlara dayalı iktisadi modelin temelinde üç faktör bulunuyor.

Bunlardan ilki, dış talebin büyümenin daha önemli bir itici gücü haline gelebileceği bir ortam yaratan “sınırsız” küreselleşme idi.

İkinci faktör, büyük mali krizden sonra uygulanan fiskal politika idi. Draghi, “Kısmen dış talebi iç talebe göre ayrıcalıklı kılan merkantilist paradigma nedeniyle, kısmen de tamamlanmamış bir tek pazar tarafından kısıtlandığı için fiskal politika gereğinden fazla kısıtlayıcı oldu, iç talebi bastırdı ve kamu yatırımlarını azalttı,” diyor.

Draghi göre üçüncü faktör ise, Avrupa yavaşlayan verimlilik artışı ve derin teknolojik değişimle karşı karşıyayken, özellikle hizmetler için tek pazar içindeki engellerin kaldırılması ve sermaye piyasalarının entegrasyonu konusunda ilerleme kaydedilmemesiydi.

Draghi raporu ve Avrupa’nın Bush momenti

Çifte krizin yarattığı durgunluk

“AB ekonomisini ABD ekonomisinden çok daha fazla etkilediği için genellikle bu dalgalanmadan küreselleşmenin sorumlu olduğu iddia edilir,” diye hatırlatan Draghi, buna rağmen küreselleşmenin ilk dalgasının, 1990’ların ortalarından 2008’e kadar GSYİH’nin %-0,5’i ile %1’i arasında dalgalanan Avro bölgesi cari işlemler fazlası üzerinde fazla bir etkiye sahip olmadığını düşünüyor.

Eski ECB Başkanı, Avro bölgesi hanehalkı sektörünün yapısal fazlasının, “güçlü kredi büyümesi tarafından desteklenen mali ve kurumsal açıklarla dengelendiğini” belirtiyor.

Draghi, “çifte kriz” adını verdiği süreçlerle birlikte ekonominin temelden değiştiğini, yatırımların durması ve maliye politikasının daraltıcı hale gelmesiyle birlikte, hem şirket hem de kamu sektörlerinin fazla vermeye başladığını kaydediyor.

Çinli şirketlerden Draghi raporuna tepki

ABD’nin gerisinde kalan Avrupa

Draghi’ye göre bunun sonucunda, Avro bölgesinde GSYİH’ye oranla iç talep, gelişmiş ekonomiler arasında en alt sıraya geriledi ve ABD ile arasındaki göreli fark açıldı.

Draghi, büyük mali krizden önce, ABD’deki iç talebin Avro bölgesindekinden yaklaşık 1,4 kat daha hızlı büyüdüğünü, o zamandan bu yana ise aradaki farkın 2,2 katına çıktığını hatırlatıyor.

Parasal politikalarda da büyük farklar ortaya çıktığını vurgulayan Draghi, ABD’nin ekonomiye 14 kat daha fazla fon enjekte ettiğini söylüyor: ABD’de 7,8 trilyon avro, Avro bölgesinde ise 560 milyar avro.

Draghi, özel kredilerdeki farklılaşmanın da dramatik olduğunu vurguluyor ve “Bunun net etkisi, Avro bölgesinin yapısal bir sermaye ihracatçısı haline gelmesi ve 2012’den sonra cari işlemler fazlasının düzenli olarak GSYİH’nin %3’ünü aşması olmuştur,” diyor.

Kriz sonrasında çıkışların kısmen doğrudan yabancı yatırımlardan kaynaklandığını kabul eden İtalyan iktisatçı, buna rağmen o zamandan bu yana ana itici gücün “ABD’deki tasarrufların üstün getirisinin cazibesine kapılan portföy akımları” olduğunu savunuyor.

Draghi beklenen raporunu sundu: AB’nin yılda ilave 800 milyar avro yatırıma ihtiyacı var

“Rekabet” için düşük ücret politikasının sonu mu?

Draghi’ye göre hükümetler, AB’nin iç pazarını tamamlamak için çok az çaba sarf ederken, sermaye piyasalarının entegrasyonu da çok yavaş ilerliyor. Draghi, tüm bu faktörlerin verimlilik artışının ve tasarrufların iç yatırıma dönüşmesinin önündeki engeller olduğunu ileri sürüyor.

Ücretler meselesine de değinen Draghi, Avrupa Birliği politikalarının, dış dünyadaki rekabet gücünü artırmak amacıyla düşük ücret artışını tolere ederek zayıf gelir-tüketim döngüsünü daha da kötüleştirdiğine işaret ediyor.

Draghi, “2008 yılından bu yana, yıllık ortalama reel ücret artışı ABD’de Avro bölgesinden neredeyse dört kat daha fazla olmuştur,” diyor.

“Çok büyük küresel ticaret dengesizliklerin reel faizler üzerinde aşağı yönlü baskı yaratarak” tüm hükümetlere zayıf iç talebe karşı dayanmaları için mali alan yarattığını savunan Draghi, en azından pandemiye kadar, Avrupa’da bu alanı kullanmamak için “kasıtlı bir politika tercihi” yapıldığını düşünüyor.

Genel olarak, politika yapıcıların belirli bir iktisadi yapının tercih edildiğini ortaya koyduğunu öne süren Draghi, bu yapının sac ayaklarını şöyle tarif ediyor: dış talep kullanımı ve düşük ücret seviyeleri ile birlikte sermaye ihracına dayalı bir yapı.

Draghi, artık bu yapının “sürdürülebilir görünmediğini” düşünüyor.

Draghi’den AB’ye ‘devasa harcamalar’ yapma çağrısı

İç pazarda engeller ve sermaye piyasalarının birleşememesi

Büyüme yavaşladıkça ve Çinli yerel şirketler daha rekabetçi hale gelip değer zincirinde yukarılara çıktıkça, Çin pazarının bir süredir Avrupalı üreticiler için daha az elverişli hale geldiğinden yakınan Draghi, Çin’e yapılan ihracatın 2020’den bu yana durgunlaştığının altını çiziyor.

Yavaşlama ile birlikte AB’nin ABD pazarına olan bağımlılığının arttığını ve AB mal ihracatının bu dönemde %13 oranında arttığını vurgulayan eski İtalya Başbakanı, “Fakat yeni ABD yönetimi, son çare alıcımız olarak hareket etmeye isteksiz görünüyor. ABD’nin küresel talebi yeniden dengelemeye ve başlıca ticaret ortaklarındaki ticaret fazlalarını bastırmaya yönelik kasıtlı bir stratejisiyle mücadele etmek zorunda kalacağız,” diye yazıyor.

Avrupa’nın şu anda karşı karşıya olduğu zorluk, Draghi’ye göre, “ne makroekonomik politikaların ne de özel kredi yapısının dış talebin bıraktığı boşluğu dolduracak durumda olması.” Ona göre bu zayıflıkları birbirine bağlayan önemli bir faktör de “mal, hizmet ve finans piyasalarının yapısında kilit reformların” yapılmaması.

AB’de makroiktisadi siyasetlerin verimli olamamasının başlıca nedeni olarak iç pazar engellerini gösteren Draghi’nin IMF tahminlerinden aktardığına göre, tek pazar içindeki iç engeller AB imalat sektörü için yaklaşık %45’lik bir ad valorem tarifeye ve hizmetler sektörü için %110’luk bir tarifeye eşdeğer.

Yine IMF, engellerin ABD seviyesine indirilmesi halinde, AB işgücü verimliliğinin 7 yıl sonra “neredeyse %7” daha yüksek olacağını tahmin ediyor.

Avrupa’da talep istikrarını etkileyen ikinci yapısal neden olarak ise “entegre bir sermaye piyasasının” olmamasını gösteriyor. 

Avro bölgesinde, piyasa faizlerindeki değişikliğin aynı çeyrek içinde şirket tahvil getirilerine tamamen aktarılırken, kredi faizleri için bu sürenin genellikle yaklaşık altı ay ila bir yıl arasında değiştiğini belirten Draghi, hisse senedi piyasalarının da “tipik olarak piyasa oranlarındaki değişikliklere anında tepki vererek” hem iskonto oranındaki değişikliği hem de büyüme beklentilerini yansıttığını hatırlatıyor.

Draghi, “Bu yapısal kısıtlamaların makroekonomik politikalar üzerindeki net etkisi, Avro bölgesinin ekonominin potansiyelin altında faaliyet gösterdiği daha uzun dönemler yaşamasıdır ve talep baskısını sürdürmedeki bu yetersizlik daha sonra verimlilik artışına geri yansımaktadır,” iddiasında bulunuyor.

Draghi’nin “deregülasyon” çağrısına patronlardan destek

“Yapısal reformlardan” bugün ne anlıyoruz?

Dolayısıyla Draghi, Avrupa’da iç büyümeyi artırmak için hem yapısal politikalar hem de makroiktisadi siyasetlerin değişmesi gerektiğini savunuyor. Ona göre makroiktisadi siyasetlerin tam etkili olabilmesi için “yapısal reformlar”, yapısal reformların maksimum verimlilik artışı sağlayabilmesi için de “tam etkili makroiktisadi siyasetler” gerekli.

Öte yandan Draghi, bugün “yapısal reformlardan” ne anlamak gerektiğinin değiştiğini kabul ediyor. Ona göre on yıl önce bu terim büyük ölçüde “işgücü piyasasının esnekliğini artırmak” ve “ücretleri baskılamak” anlamına geliyordu.

Bugün ise işgücünü yerinden etmeden, daha ziyade insanlara yeniden beceri kazandırarak (reskilling) verimlilik artışını yükseltmek anlamına geliyor.

20 AB ülkesinden “tek pazarı güçlendirme” girişimi

İnovasyon ve verimlilik artışı: Tek pazar ve “doğal seleksiyon”

Draghi’ye göre verimlilik artışı büyük ölçüde “büyük lider firmalar arasındaki inovasyon” ile bu inovasyonları benimseyen “olgun ve geri kalmış” firmalar ve “yükselen ve her ikisine de meydan okuyan” yeni firmaların bir kombinasyonundan kaynaklanıyor.

Fakat tüm bu cephelerde Avrupa’nın kötü bir performans sergilediğini hatırlatan Draghi, yine IMF analizine başvuruyor ve borsaya kayıtlı büyük firmalar arasında Avrupa’daki verimlilik artışının ABD’dekinden çok daha yavaş olduğunu, ABD teknoloji sektörünün 2005’ten bu yana neredeyse yüzde 40 puan daha hızlı büyüdüğünü aktarıyor.

Draghi, Avrupa’da “hiç büyümeyen” çok sayıda “küçük ve olgun firma” bulunduğunun altını çiziyor ve “gelecek vaat eden genç firmaların” ise “nadiren toplam dinamikleri etkileyecek kadar hızlı büyüdüğünden” yakınıyor.

Draghi’ye göre “tek pazarın kilidini açmak”, sorunu her yönden ele almanın anahtarı. Böylece genç firmaların Avrupa’da büyümesi için ölçek yaratılaca, durgun büyük firmalar üzerindeki rekabetçi baskılar artırılacak ve kaynakların başka yerlere akabilmesi için “başarısız firmaların piyasadan daha fazla çıkışı” teşvik edilecek.

Avrupa’da imalat sektöründeki gerileme devam ediyor

Finans sektörünü bankacılıktan risk sermayesine kaydırmak

Bunun yanında Avrupa’nın aynı zamanda “genç ve yenilikçi firmaların” büyümesini kolaylaştıracak bir finansal yapıya da ihtiyacı bulunuyor ve Draghi’ye göre “banka tabanlı sistem” bunu sağlayamıyor.

Bugün Avrupa’daki bankaların gayrimenkul şirketlerine BİT şirketlerinden yaklaşık altı kat, imalat şirketlerine ise dört kat daha fazla kredi verdiğini aktaran Draghi, ABD’de de gayrimenkul kredilerinin toplam kredi portföyünün yaklaşık %45’ini oluşturduğunu hatırlatıyor.

Draghi bankaların, “genellikle değişken nakit akışlarına, yüksek iflas olasılığına ve büyük ölçüde maddi olmayan teminatlara” sahip yeni teknolojiler geliştiren genç firmaları finanse etmek için doğru aracılar olmadığını düşünüyor. 

Burada bankacılık sektörü dışındaki finansal araçların/kurumların devreye girmesi gerekiyor ama Draghi’ye göre şu anda Avrupa risk sermayesi bu finansman boşluğunu doldurmaya hazır değil.

Örneğin ABD’deki %52’lik oranla karşılaştırıldığında AB’nin küresel risk sermayesi fonlarındaki payı sadece %5.

Bunun aynı zamanda “büyümenin nasıl sağlanmak istendiğine” dair temel bir zihniyet değişikliğini de gerektireceğini savunan Draghi, AB kurumsal yatırımcılarının ABD hisse senedi piyasalarına Avrupa’dakilerden çok daha fazla yatırım yaptığını çünkü getirilerin sürekli olarak daha yüksek olduğunu hatırlatıyor.

Draghi, “Bu, düşük ücretler ve düşük yerli yatırımla ihracata dayalı bir büyüme modelinin karşılığıdır ve bu model yürürlükte kaldığı sürece bu düşük getirileri kabul etmek zorunda kalacağız,” diyor.

Avrupa Merkez Bankası kriz dönemi stratejisini terk etmeye hazırlanıyor

Ortak AB borcu ile büyüme tetiklemek

İtalyan iktisatçı ve siyasetçi, AB ülkelerinin ortak borçlanma yoluyla, “potansiyelin altında büyüme dönemlerini sınırlamak için kullanılabilecek ek mali alanlar” yaratabileceğine inanıyor.

Öte yandan Draghi, orta vadede potansiyel büyüme oranlarını yükseltecek “yapısal reformlar” yapılmadığı sürece bu yola giremeyeceklerini de vurguluyor.

Ona göre ortak borç olmadan, bugün ulusal bütçelerin sürdürülebilirliği, ulusal fiskal politikaların genişletilmesi üzerinde bir kısıtlama olacak. Bu durumda, Draghi’ye göre, AB eylemlerini, fiskal politika duruşunu değiştirmekten ziyade, onun kompozisyonunu iyileştirmeye, örneğin kamu yatırımlarını artırmaya ve üye devletler arasında koordinasyona kaydırmak zorunda.

İtalyan siyasetçi için bu aynı zamanda talebi artırmak için de bir alan yaratacak.

Almanya’dan ortak AB borçlanmasına itiraz

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Danimarka Grönland’ın güvenliği için milyarlarca dolar yatırım yapacak

Yayınlanma

Yeni ABD Başkanı Donald Trump geçtiğimiz günlerde Grönland üzerinde bir kez daha hak iddia etti ve Danimarka şimdi milyarlarca dolarlık yatırımlarla buradaki askeri varlığını güçlendirme niyetini açıkladı.

Danimarka Savunma Bakanı Troels Lund Poulsen bu amaçla “çift haneli milyarlık bir meblağ” ayrıldığını açıkladı. Bakan kesin bir miktar vermedi fakat 10 milyar Danimarka kronu yaklaşık 1,34 milyar avroya denk geliyor.

Poulsen’in Jyllands-Posten gazetesine verdiği demece göre, iki yeni Thetis sınıfı devriye botu, iki yeni uzun menzilli insansız hava aracı, Grönland’daki Sirius devriyesi için iki yeni kızak köpeği ekibi ve Arktik Komutanlığı için daha fazla personel satın alınacak.

Trump, Panama’dan sonra Grönland’a göz dikti

Poulsen, “Uzun yıllardır Kuzey Kutbuna yeterince yatırım yapmadık, şimdi daha güçlü bir varlık planlıyoruz,” dedi.

Bakan Poulsen, Trump’ın açıklamalarından bir gün sonra hükümetinin askeri yatırımları kamuoyuna duyurmasını “kaderin bir cilvesi” olarak nitelendirdi.

Aynı zamanda Danimarka’nın Grönland’ın geniş topraklarını tek başına izleyemeyeceğini vurgulayan Poulsen, “Somut bir plan yok ama ABD ile birlikte çalışacağız,” dedi.

Grönland yönetimi daha önce Trump’ın iddiasını reddetmişti. Grönland Başbakanı Múte Egede Grönland’ın satılık olmadığını söylemiş, ama aynı zamanda “İşbirliğine açık olmaya devam etmeliyiz,” demişti.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Ukrayna, 10 milyon mülteciyi geri döndürmeyi hedefliyor

Yayınlanma

Ukrayna hükümeti, ülkedeki nüfus krizini çözmek için yurtdışındaki yaklaşık 10 milyon vatandaşını geri döndürmeyi planlıyor. Avrupa’daki bazı ülkelerin Ukraynalı mültecilere sığınma statüsü vermeyi reddettiği belirtilirken, doğurganlık oranının kritik seviyelere gerilemesi Ukrayna’nın demografik sorunlarını derinleştiriyor.

Ukrayna hükümeti, ülkedeki “demografik boşluğu” kapatmak amacıyla yaklaşık 10 milyon mülteci ve göçmeni geri getirmeyi hedefliyor.

İspanyol gazetesi El Pais‘in haberinde, Ukraynalıların ülkelerine dönüşü için bir mekanizmanın henüz netleşmediği belirtiliyor.

Kiev yönetimi, çeşitli çözümleri değerlendirirken Avrupa Birliği üyesi ülkelerden mültecilere yönelik yardımların kesilmesini ve askerlik çağındaki erkeklere konsolosluk hizmetlerinin sağlanmamasını öneriyor.

Fakat Ukrayna yetkilileri, yaklaşık 1,3 ila 3,3 milyon kişinin geri dönmeyebileceğini de kabul ediyor.

Ukrayna’da doğurganlık oranı 1991 yılında kadın başına 1,8 çocuk seviyesine gerilemişti. Bu durum, günümüzdeki 35 yaş grubunda bir “demografik boşluk” yarattı ve bu grup üreme çağına ulaştığında daha da derinleşen bir etki ortaya çıkardı.

2023 yılı itibarıyla ülkede doğurganlık oranı kadın başına 0,7 çocuk seviyesindeyken, 2024’te bu oranın 0,6 çocuk seviyesine düşmesi bekleniyor.

Dünya Ukraynalılar Kongresi Başkanı Paul Grod’un açıklamasına göre, Avrupa Birliği, Batı Ukrayna’da yaşayan Ukraynalılara sığınma taleplerini reddetmeye başladı.

Bazı Avrupa ülkeleri, Batı Ukrayna’nın çatışma bölgelerinden uzak olması nedeniyle mülteci statüsü vermeyi reddettiklerini ifade etti.

Grod ayrıca Çekya, Macaristan ve Norveç gibi ülkelerdeki giriş-çıkış politikalarının Ukraynalı mülteciler için “son derece yorucu” hale geldiğini belirtti. Bu mülteciler arasında, Ukrayna’da bulunan oğullarını, babalarını ve eşlerini ziyaret eden kadınlar ve çocuklar da bulunuyor.

Almanya’da eyaletler Ukraynalı mültecilere sosyal yardımların kesilmesini tartışıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English