Bizi Takip Edin

AVRUPA

Draghi raporu ve Avrupa’nın Bush momenti

Yayınlanma

“Mario Draghi, merakla beklenen raporunu sundu.”

Başlıklar ya da spotlar birbirine üç aşağı beş yukarı benziyordu. Eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı, eski İtalya Başbakanı gibi sıfatlara sahip bu becerikli teknokrat, Avrupa Komisyonu’nun “takdir ve tensipleriyle”, AB’nin rekabetçiliğine dair bir rapor hazırlamakla görevlendirilmişti.

Raporun içeriği de üç aşağı beş yukarı anlaşılmıştı: Draghi hem yazın çeşitli konferanslarda yaptığı konuşmalarda, hem de geçen hafta AP vekilleri ile AB yetkililerine verdiği bir ön brifingde durumu kendince ortaya koymuştu.

Neydi mesele? Öncelikle AB, rekabetçilik ve verimlilik söz konusu olduğunda ABD ve Çin’in çok ama çok gerisinde kalma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. İnovasyon yoktu, regülasyon (siz bürokrasi anlayın) yenilikçi şirketlerin belini büküyor ve Avrupa dışına kaçmasına neden oluyordu. Karbonsuzlaştırma ve yeşil dönüşüm iyi fikirdi ama bir koordinasyondan ve sanayi politikasından yoksundu. Her şeyin başı sermaye piyasaları birliğiydi ama bunun için AB’nin ortak karar alma süreçlerinin hızlandırılması gerekiyordu. Özel sektör bu yükü tek başına sırtlayamazdı (yılda ilave 800 milyar avro!), devletin de yatırımlara el atması gerekiyordu. Sermaye Piyasaları Birliği bu işin çözümüydü. Elbette bu ilave yatırımlar kamu bütçesine yük bindirirdi; ama reformlar yoluyla üretkenlik artışı da sağlanacağı için bütçede sağlam bir yer açılırdı. Nasrettin Hoca’nın “peşin parayı görünce…” fıkrasındaki gibi: evin önüne çalı diktik, koyun sürüsü geçerken koyunlar çalıya takılacak, biz o koyunların yününü alıp satacağız…

Ezcümle, Avrupa Merkez Bankası Başkanı olarak neoliberal imandan taviz vermeyen Draghi, neoliberalizmin, Washington Konsensüsü’nün ve serbest ticaretin ölümünü ilan edenler korosuna katılıyordu.

Avrupa’nın demarkasyonu: Kuzeyden Güneye, Doğudan Batıya

Bunlarda yeni bir şey yok. Dahası, yatırım finansmanı için önerdiği ortak borçlanmada ve buna yönelik itirazlarda da bilinmeyen çok az şey var.

AB’ye ortak borçlanma için bastıranlar, başta Fransa ve İtalya olmak üzere, yüksek borç seviyelerinde takılıp kalan güney ülkeleri. İtiraz edenler, “mali disiplin” ile tanınan, başta Almanya ve Hollanda olmak üzere, kuzey ülkeleri.

Bir yandan, Draghi raporundaki Franko-İtalyan parmağı sık sık gözümüze girerken (örneğin, otomotiv sektöründe Çin’e yönelik gümrük tarifelerinin yükseltilmesinin övülmesinde), ortak borca karşı çıkışın derhal Almanya ve Hollanda’dan (bir de Avusturya) gelmesi beklenmedik değil. Piyasaya yeni para sürmek, çıkış değildir diyorlar. Tamamen haksız sayılmazlar.

Dolayısıyla Avrupa’nın ve “Batı”nın nerede başlayıp nerede bittiğine dair bir soru da artık sorulmak durumunda. Belki de artık “Batı” (veya “Doğu”) Urallarda değil, Thüringen’de başlıyordur.

Avrupa için güzel günlerin sonu: Sermayenin devalorizasyonu

Peki hiç mi yeni bir şey yok?

Kanımca var: Birincisi, özellikle Rusya karşıtı yaptırımlar ve enerji maliyetlerindeki artış ile sık sık tartışmaların odağı haline gelen “Avrupa’nın sanayisizleşmesi” meselesinin, o kadar basit olmadığına ilişkin işaretler var. Bu konuya daha önce Almanya bağlamında değindiğim için uzatmayacağım.

Bununla birlikte, Draghi raporuna sinen fırsat algısına işaret etmek durumundayız. İtalyan raportör, AB’deki yatırım ve üretkenlik eksikliğini açıkça “hâlâ otomotiv gibi orta teknoloji batağına saplanmak” ile açıklıyor.

Draghi, Ar-Ge söz konusu olduğunda Avrupalıların otomotiv ile yetindiğini, oysa ABD’de bu alandaki yatırımların çoktan dijital-yapay zeka gibi alanlara kaydığını vurguluyor.

Otomotiv sektöründen “çıkılması” gerektiğini savunmuyor; ama kaydırılan vurgu, bazı sektörlerin geride bırakılabileceğine işaret ediyor. Enerji yoğun sanayilerin bazıları için “hard-to-abate” (“küçültülmesi güç”) dese de, kimilerinin Avrupa dışına çıkarılmasına göz yumulabileceğini ilan ediyor. Kimya, metal, tekstil, ahşap, kağıt gibi sektörler bunlar arasında yer alıyor.

Aşırı üretim krizi ve Avrupa için kapanan dönem

Ve bu bizi bir kez daha Marx’a ve kriz teorisine götürüyor.

2008 krizi, finansal sistem içinden tetiklenmiş olsa da, özellikle 2000’lerin başından itibaren ABD’de uygulanan düşük faiz-ucuz kredi politikaları bir aşırı üretimin işaretlerini veriyordu.

Alman marksist Michael Heinrich, 2011 yılında yayımlanan bir araştırmasında özellikle çelik, otomotiv ve bazı yarı iletken sektörlerindeki aşırı kapasiteye dikkat çekiyordu. Heinrich’in bu çalışmasına dikkat çeken bir başka araştırmada(1), Alman otomotiv sanayiinin aşırı üretiminin o dönemde Çin’den gelen talep ve sektörün “doğuya genişlemesi” ile hafifletildiğine işaret ediliyor.

Doğuya doğru genişlemenin durması ve Çin’den gelen talebin azalması şimdi tekrar bir aşırı üretim krizinin içinde olduğumuzun göstergeleri. 2000’li yıllarda Almanya’nın hızlı büyüyen pazarlarla olan bağları, “outsourcing” etkisi (ki, “doğuya genişleme” bunun bir uzantısı), ihracata dayalı ekonomi krizi öteledi. Önce pandemi, sonra Ukrayna savaşı bu dönemin kapandığını, kapanması gerektiğini söylüyor.

Nitekim pandemi öncesinde Alman otomotiv sanayii kriz sinyalleri vermeye başlamıştı. Özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerdeki talep yavaşlaması, bir belirti olarak kendini hissettiriyordu. Mayıs 2020 tarihli bir araştırmaya göre(2), “olgun piyasaların” küresel otomobil satışlarındaki payı, 2019’dan 2024’e kadar olan dönemde yüzde 0,5 azalacaktı. Esas yükü Çin’in de ötesinde, “gelişmekte olan piyasalar” çekecekti: sırasıyla yüzde 3,2 ve yüzde 4,7.

Leyen, Scholz’un önünde diz çöker mi?

Draghi de malumu ilam ediyor. 2008 krizinde ABD’de yaşandığı ileri sürülen bir diyaloğu, daha edepli bir biçimde, tekrar ediyor: Finansal kriz patlak verdiğinde, dönemin Başkanı George W. Bush, kurmayları ile Beyaz Saray’da bir toplantı yapıyor. Bush, büyük banka kurtarma programına mesafeli; klasik bir “piyasa dostu” Cumhuriyetçi, herkes kendi kıçını kurtarsın istiyor. Ama “ikna ediliyor”. Washington Post’un o dönem yazdığına göre toplantının bir yerinde ekonomiyi kastederek şöyle diyor: “Parayı gevşetmezsek, bu enayi batabilir.” (“If money isn’t loosened up, this sucker could go down.”)

Şimdi, sanırım bir de Şansölye Olaf Scholz’un önünde diz çökecek biri lazım. Ursula von der Leyen olabilir. Hatırlayanlar olacaktır: Bush’un Hazine Bakanı Hank Paulson, ki bir zamanlar Goldman Sachs’ta “Tanrı gibi” olduğu öne sürülür, o dönem Temsilciler Meclisi Başkanı olan Nancy Pelosi’nin önünde, kurtarma paketine Demokratların onay vermesi için diz çökmüştü.

New York Times şöyle yazıyordu: “‘Katolik olduğunuzu bilmiyordum,’ dedi Bayan Pelosi, Bay Paulson’un diz çökmesine alaycı bir gönderme yaparak. Sonra devam etti: ‘Bu işi patlatan ben değilim, Cumhuriyetçiler.’”

İhracatçı AfD’ler yolunu bulacak mı?

Gerçekten de, bazı Cumhuriyetçiler, “serbest piyasa” ve neoliberal amentüde büyük bir gedik açacağı gerekçesiyle banka kurtarma paketine ve devasa parasal genişleme politikalarına itiraz ediyordu.

Tıpkı şu anda Orta Avrupa’nın göbeğinde kendilerine sağlam bir yer edinen sağcılar gibi. Vakti zamanında Merkel CDU’sunun Yunanistan’ı kurtarma (ya da daha doğru deyişle ümüğüne çökme) planına itiraz eden serbest piyasa meftunları, şimdilerde ya FDP’deler, ya da AfD’yi kuran ekipte yer aldılar. İhracata dayalı Alman ekonomisinin güzel günlerini geri istiyorlar. Rusya’dan ucuz enerji, Çin’de geniş ihracat pazarı, doğuda kelepir işgücü peşindeler. FDP örneğinde olduğu gibi, ekonomideki sorunun “planlı ekonomi” ve “bürokrasi-regülasyon” olduğunu düşünüyorlar. Önlerinde diz çökülmesini bekliyorlar.

Neoliberalizm sonrasının devlete büyük rol biçen politikalarını yazan neoliberal Draghi’ye karşı, uluslararası neoliberal düzene karşı neoliberal piyasa amentüsünü savunan AfD ve türevleri… Ne ironi ama!


(1) Institute for International Political Economy Berlin, The European Economic crisis from 2007 onwards in the context of a global crisis of overproduction of capital – a Marxian monetary theory of value interpretation, 2019, s. 4 ve s. 31.
(2) The Impact of COVID-19 on the European Automotive Market, Pwc, Mayıs 2020, s. 6.

AVRUPA

Macaristan, Ukrayna’yı Avrupa ile Rusya arasında ‘tampon bölge’ olarak görmek istiyor

Yayınlanma

Budapeşte, Kiev’in AB’ye hızlı bir şekilde katılmasına ve askeri yardım gönderilmesine karşı muhalefetini sürdürerek dün yapılan AB liderler zirvesinde üye devletlerin tamamından ayrıldı.

Financial Times’a verdiği röportajda ülkenin AB Bakanı János Bóka, Budapeşte’nin daha cesur bir çizgi izlediğini kabul ederek Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünün bloğun artık Kiev’i silah ya da para ile desteklememesi gerektiği anlamına geldiğini savundu.

Bóka, “Avrupa’nın güvenliğini Ukrayna’nın savunma sistemlerine entegre edilmesinde görmüyoruz, fakat Rusya ile Avrupa savunma yapıları arasında hem Rusya’nın hem de Avrupa’nın çıkarlarına hizmet eden bir tampon bölgeye ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Ukrayna ancak küresel aktörler arasında Ukrayna topraklarında neyin mümkün olup neyin mümkün olmadığı konusunda bir fikir birliği sağlanırsa bir tampon bölge işlevi görebilir,” dedi.

Bunun için ABD ile Rusya’nın anlaşması gerektiğini öne süren bakan, aksi takdirde Ukrayna’nın ‘tampon bölge değil, çatışma bölgesi olacağını’ söyledi.

Bóka, “Eğer ABD ya da AB Ukrayna’da [Vladimir] Putin’in onayı olmadan bir şey yaparsa, bu başlı başına bir çatışma kaynağıdır,” diye konuştu.

Diğer AB ülkelerinden diplomatlar Macaristan’ın müttefikleriyle arasındaki “stratejik ayrışmanın” aşılamaz göründüğünü ve Budapeşte’nin oybirliğiyle alınan kararlardaki vetosunu ortadan kaldırmanın yolları üzerinde gayri resmi görüşmeler yapıldığını kabul etti.

Üst düzey bir AB diplomatı, “Ukrayna’ya yönelik muhalefetin devam etmesinin er ya da geç Macaristan’ın pozisyonu açısından sonuçları olacaktır,” dedi ve bazı AB dışişleri bakanlarının pazartesi günkü bir toplantıda Budapeşte’ye yönelik yansımaları tartıştığını ekledi.

Bóka’ya göre Trump’ın Moskova ile yakınlaşması Macaristan’ın elini güçlendirdi ve bu yakınlaşma sadece jeopolitik değil aynı zamanda ideolojik.

Bóka, “Pek çok kişi Trump yönetiminin Avrupa kurumlarından ne kadar hoşlanmadığını hafife alma hatasına düşüyor. [Trump] AB’yi sadece karşıt çıkarları olan uluslararası bir kurum olarak değil, siyasi bir rakip olarak görüyor ve ona göre davranıyor,” dedi.

Bóka ayrıca Macaristan’ın Rusya’ya yönelik yaptırımlar konusundaki “çekincelerinin”, barış sürecini baltalama tehdidi taşıdığı için “yoğunlaştığını” söyledi.

Bóka, “Yaptırım rejimine ilişkin kararların ateşkes ve barış müzakerelerinin önünde bir engel haline gelmesini istemiyoruz. . . Yaptırımların bu özel barış sürecine ne ölçüde yardımcı olduğu ya da engel olduğu hakkında konuşmalıyız,” dedi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Almanya’da Kuzey Akım-2’nin ABD’ye devredilmesi gündemde

Yayınlanma

Bild gazetesinin haberine göre, Almanya’da Kuzey Akım-2 boru hattının ABD yönetimine devredilmesi ve Rus gazının Avrupa’ya yeniden akışının sağlanması ihtimali tartışılıyor. Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) içindeki bazı politikacılar, Ukrayna’daki savaşın sona ermesi hâlinde Rusya’dan doğalgaz alımına dönülebileceğini belirtirken, partinin diğer üyeleri ve diğer partilerden politikacılar bu plana karşı çıkıyor.

Almanya’da, Eylül 2022’de sabotaj sonucu kullanılamaz hale gelen Kuzey Akım-2 boru hattının ABD yönetimine devredilmesi ve Rus gazının Avrupa’ya yeniden akışının sağlanması ihtimali tartışılıyor.

Bild gazetesinin haberine göre, bu yönde bir anlaşma üzerinde çalışmalar devam ediyor.

Bu arada, başbakan seçilen Friedrich Merz’in liderliğini yaptığı Hristiyan Demokrat Birliği’nden (CDU) bazı politikacılar, Ukrayna’daki savaşın sona ermesinin ardından Rusya’dan doğalgaz alımının yeniden başlatılabileceğini dile getirdi.

CDU’lu milletvekili Thomas Bareiss, tedarik için Kuzey Akım-2’nin kullanılabileceğini belirterek, “Eğer yeniden barış sağlanır, ilişkiler normalleşir ve ambargo zamanla hafiflerse, o zaman elbette gaz, belki de artık ABD kontrolündeki bir boru hattından, yeniden akabilir,” dedi.

Kuzey Ren-Vestfalya Eyalet Parlamentosu’ndaki CDU grup başkan yardımcısı Jan Heinisch de Ukrayna’da “adil ve güvenilir” bir barış anlaşması imzalanması durumunda Almanya’nın Rus gazı satın alma konusuna geri dönmesi gerekeceğini ifade etti.

Heinisch, “Bunun deniz yoluyla mı yoksa bir boru hattı aracılığıyla mı olacağı henüz belli değil,” diye ekledi.

Aynı zamanda Heinisch, Almanya’nın tek bir tedarikçiye bağımlı olmaması ve gaz konusunda “fiyat dikte ettirme” gibi durumların yaşanmaması gerektiğini vurguladı.

Heinisch, CDU, CSU ve SPD’den oluşan gelecekteki iktidar koalisyonunun enerji politikasının geliştirilmesinde görev alıyor.

Diğer yandan Hür Demokrat Parti (FDP) milletvekili Marie-Agnes Strack-Zimmermann, CDU’nun Rusya’dan yeniden doğalgaz almak için “halihazırda girişimlerde bulunduğunu” ve bu durumun ülkenin bu ülkeye karşı zorlukla elde ettiği enerji bağımsızlığının altını oyduğunu iddia etti.

Ancak CDU içinde bu tür bir işbirliğinin yeniden başlatılmasını istemeyenler de var.

Parti üyesi Ruprecht Polenz, “(Rusya Devlet Başkanı Vladimir) Putin’in Rusya’sına bir daha asla güvenilmeyecek ve (ABD Başkanı Donald) Trump, Amerika’ya olan güveni sarstı. Bu nedenle koalisyon anlaşması, Kuzey Akım boru hattının yeniden faaliyete geçirilmesini dışlamalı,” diye konuştu.

CDU’nun dış politika uzmanı Roderich Kiesewetter de bu adımı eleştirdi.

Kiesewetter, “Yaptırımlara her zaman karşı olanlar, Kuzey Akım’ın yeniden çalışmasını ve ucuz Rus gazına yeniden saldırmak isteyenler, Ukrayna halkının uğradığı soykırımı umursamayanlar, her biri böyle bir yakınlaşmadan son derece memnun olurlar,” dedi.

Bunun yanı sıra SPD milletvekili Michael Roth, Bareiss’in önerisinin “bariz biçimde yakın tarihten hiçbir şey öğrenmemiş” birinden gelen, uygunsuz bir zamanda verilmiş yanlış bir sinyal olduğunu belirtti.

Yeşiller’den Robert Habeck’in liderlik ettiği Almanya Ekonomi Bakanlığı, Kuzey Akım-2’nin onaylanmadığını ve yasal olarak onay almadığını ve “şu anda işletilmesi söz konusu olmadığını” açıkladı.

Partinin kendisi de Bareiss’in açıklamasını “skandal” olarak nitelendirerek, “Almanya yeniden Rusya’dan gaz almaya başlarsa, bu, Devlet Başkanı Vladimir Putin’in saldırgan savaşı için ödüllendirilmesi anlamına gelir,” dedi.

Bild gazetesine konuşan kaynaklar daha önce, ABD’nin eski Berlin Büyükelçisi ve şu anda Trump’ın özel görevler temsilcisi olan Richard Grenell’in Kuzey Akım-2’nin faaliyete geçirilmesini görüşmek üzere bir dizi kez gayri resmi olarak İsviçre’ye gittiğini bildirmişti.

Boru hattının işletmecisi Nord Stream 2 AG’nin genel merkezi bu ülkede bulunuyor.

Kaynaklar, Amerikan tarafının Rus gazının Almanya’ya tedarikinde arabuluculuk yapmak istediğini, ancak yalnızca özel şirketler düzeyinde olduğunu iddia etti.

Bundan önce, Financial Times‘ın görüştüğü kaynaklar, Nord Stream 2 AG’nin eski icra direktörü Matthias Warnig’in, yaptırımların kaldırılması durumunda Gazprom ile bir anlaşma taslağı hazırlayan bir Amerikan yatırımcı konsorsiyumu yardımıyla Kuzey Akım-2’yi yeniden devreye almaya çalıştığını söylemişti.

Konuya vakıf eski bir üst düzey Amerikalı yetkili, “ABD, ‘Artık Rusya’ya güvenilebilir, çünkü işin içinde güvenilir Amerikalılar var’ diyecektir,” diye konuştu.

Yetkili, her şeyin yolunda gitmesi hâlinde Amerikalı yatırımcıların “hiçbir şey yapmadan” para kazanmaya başlayacağını da sözlerine ekledi.

Seymour Hersh yazdı: Kuzey Akım’ın hayalet gemisi ve CIA’in asılsız iddiaları

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Fransa ve İtalya, Ukrayna’ya 5 milyar avro tahsisine taş koydu

Yayınlanma

AB üyesi İtalya ve Fransa, Ukrayna’ya 2025 yılında mühimmat alımı için ayrılması planlanan 5 milyar avroluk fonun tahsisini geciktiriyor. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, üye ülkelerden en azından önerilen paketin bir kısmını onaylamalarını beklediğini belirtirken, Finlandiya Başbakanı Petteri Orpo, AB içindeki anlaşmazlıklardan duyduğu üzüntüyü dile getirdi ve daha fazla çaba gösterilmesi gerektiğini vurguladı.

Avrupa Birliği (AB) üyesi iki ülke, İtalya ve Fransa, 2025 yılında Ukrayna için mühimmat alımına yönelik 5 milyar avroluk fonun tahsisini geciktiriyor.

Bloomberg’in Avrupalı diplomatlara dayandırdığı haberine göre, bu fonun 2 milyon topçu mermisinin satın alınması için kullanılması planlanıyordu.

Dün Brüksel’de toplanan 27 AB üyesi ülkenin çoğu, Kiev’e askeri yardım finansmanı sağlama fikrini destekledi.

Ancak ajansın kaynakları, Fransa ve İtalya’nın bu girişimin finansmanı konusunda taahhütte bulunmakta aceleci davranmadığını belirtiyor.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, önerilen 5 milyar avroluk paketin en azından bir kısmının onaylanmasını beklediğini ifade etti.

Kallas, “Eğer tüm yıl için karar alamıyorsak, en azından kısa bir süre için onaylayalım,” diyerek teklifin “gerçekçi” olduğunu vurguladı.

Daha önce AB ülkeleri, Kaja Kallas’ın önerdiği ve 20 milyar avrodan 40 milyar avroya kadar çıkan Ukrayna’ya yönelik askeri yardım paketi konusunda anlaşamamıştı.

İtalya, Fransa, İspanya ve Portekiz bu pakete karşı çıkmıştı. Bu girişim, yardımın AB üyesi ülkeler arasında ekonomik ağırlıklarına göre dağıtılmasını ve uygulamanın 2025’in sonuna kadar tamamlanmasını öngörüyordu.

Macaristan’ın Ukrayna’ya desteğe sürekli olarak karşı çıkması nedeniyle vetosunu aşmak için Kallas, Kiev’e bireysel olarak yardım etmeye istekli ülkelerden oluşan bir “gönüllüler koalisyonu” oluşturmayı önerdi.

“Hızlı hareket etmenin ve somut sonuçlar göstermenin gerekli olduğunu” vurgulayan, ancak bazı ülkelerin direnciyle karşılaşan Kallas, talep edilen yardım miktarını 5 milyar avroya düşürdü.

Bu miktar, Ukrayna’nın acil ihtiyacı olan 2 milyon adet büyük kalibreli topçu mermisinin maliyetine eş değerdi.

İtalyan diplomatlar, Bloomberg’e, ülkelerinin diğer ülkelerle birlikte 5 milyar avroluk yardım girişimi hakkında ek teknik ve finansal bilgi talep ettiğini açıkladı.

Fransa tarafı ise projenin hedeflerini desteklediklerini, ancak önceliğin AB’nin Ukrayna için hazırladığı 18 milyar avroluk kredi paketinin hayata geçirilmesi olduğunu belirtti.

Finlandiya Başbakanı Petteri Orpo, girişime destek vererek AB içindeki anlaşmazlıklardan duyduğu üzüntüyü dile getirdi.

Orpo, pek çok ülkenin Ukrayna’ya silah sevkiyatı konusunda “yeterli çabayı göstermediğini” ifade etti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English