Bizi Takip Edin

AVRUPA

Almanya’da sanayisizleşme tartışmaları üzerine bir değerlendirme

Yayınlanma

Ukrayna savaşı ve Rusya karşıtı yaptırımlarla birlikte yükselen enerji maliyetleri, ABD’nin Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA) ile birlikte ‘temiz enerji’ yatırımlarını kendine çekmeye başlaması ve kritik hammaddeler söz konusu olduğunda başta Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere Asya ve Afrika ülkelerine bağımlılık, uzun bir süredir Almanya’da ‘sanayisizleşme’ tartışmalarına yol açmış durumda.

Meselenin iktisadi boyutunun yanı sıra, elbette Alman iç siyasetine ve jeopolitik gerilimlere uzanan boyutları da var. Hükümetteki trafik lambası koalisyonunun (SPD-Yeşiller-FDP) sert bir Rusya karşıtı politikaya dümen kırması ve ABD’nin Almanya önderliğindeki AB üzerindeki hegemonyasını pekiştirmesi, eski ‘anaakım’ın da marjlara doğru itilmesine yol açtı ve hem ‘sağ’dan (AfD) hem de ‘sol’dan (Sahra Wagenknecht İttifakı) yeni aktörler Alman siyasetinde gündeme oturmayı başardı.

Enerji maliyetleri, bürokrasi, jeopolitik gerilimler gibi nedenlerle tartışılan ‘sanayisizleşme’ süreci tüm AB’yi kapsasa da esas olarak Avrupa’nın iktisadi motoru ve dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi Almanya odakta yer alıyor.

Peki Almanya bağlamında sanayisizleşme ne kadar gerçek?

Enerji fiyatlarında toptan sözleşme avantajları

Almanya’da enerji fiyatlarındaki değişim, doğalgaz fiyatlarındaki değişimle orantılı görünüyor. Sylwia Bialek, Claudia Schaffranka ve Monika Schnitzer’in CEPR için yaptıkları Ocak 2023 tarihli araştırmaya göre, ilk enerji şoku COVID-19 pandemisi döneminde yaşanırken, esas büyük şok Şubat 2022’de başlayan Ukrayna savaşının ardından geldi. Bu dönem doğalgaz fiyatı dolar cinsinden  mW saat başına 350’ye kadar çıkarken, baz elektrik fiyatı da aynı dönemde mW saat başına 500 dolara kadar yükseldi. Karşılaştırma için, Almanya’da 2019’da bu fiyatın 100 doların altında olduğuna dikkat çekelim. Yine karşılaştırma için, ABD’de Şubat 2022’de büyük fiyat artışlarına rağmen baz elektrik fiyatının 200 doların altında seyrettiğini de hatırlatalım.

Bütün bunlar Alman sanayisi için ne anlam ifade ediyor? İlk başta görünen büyük maliyet artışları. Fakat az önce sözünü ettiğimiz çalışmada araştırmacılar başka bir meseleye dikkat çekiyorlar: Enerji emtialarının toptan satış fiyatları hızla yükselirken, bunların doğrudan etkileri, toptan satış piyasalarında doğrudan işlem yapan sanayi müşteriler ve yalnızca korunmasız enerji satın alımlar ile sınırlı.

Daha küçük sanayi tesisleri, kamu hizmetleri ve diğer aracılarla sözleşme yapıyorlar ve sonuç olarak, toptan satış fiyatlarındaki gelişmelerden ancak riskten korunma stratejileri uygulayabilen aracılar aracılığıyla kendilerine daha yüksek fiyatlar çekildiğinde etkileniyorlar. Sözleşme şartları, özellikle beş yıla kadar bağlayıcı olabilen fiyat garantileri, bu etkiyi sınırlıyor.

Kısa vadede, üreticiler tarafından, özellikle de küçük olanlar tarafından ödenen nihai enerji fiyatları, bu nedenle toptan fiyat dalgalanmalarından kısmen korunuyor. Örneğin, aynı araştırmaya göre, toptan gün öncesi elektrik fiyatları %240 artarken, yıllık ortalama elektrik kullanımı yaklaşık 420 MW saat olan Alman sanayiciler için, vergi ve sürşarj öncesi ortalama elektrik fiyatları 2022’nin ilk yarısında 2021’in ilk yarısına göre %29 arttı. Buna karşılık,yıllık ortalama 150.000 mW saat’in üzerinde tüketim yapan şirketler %192’lik bir artış yaşadı.

Elbette, zaman içinde toptan satış fiyatlarındaki gelişmeler, sanayi müşterileri için giderek artan bir şekilde nihai fiyatlara dönüşüyor. Bununla birlikte, Ocak 2023’te Alman hükümeti, elektrik ve doğalgaz için toptan ve nihai fiyatların, muhtemelen 2024 baharına kadar birbirinden ayrı kalacağına işaret eden ‘fiyat frenleri’ uygulamasına başlamıştı.

Nihai enerji fiyatlarının enerji maliyetlerine yansıması

Araştırmada, nihai fiyatların maliyetlere ne şekilde yansıdığına görmek için hangi enerji türlerinin kullanıldığına ve tüketilen enerji miktarına bakmak gerektiği vurgulanıyor.

Burada yazarlar, sanayisizleşme tartışmalarında genellikle gözden kaçırılan bir meseleye işaret ediyorlar. Enerji maliyetlerindeki mutlak artış, sektörler arasında eşit olmayan bir şekilde dağılıyor.

Örneğin, Almanya’da yüksek seyreden doğalgaz fiyatlarının getirdiği daha yüksek üretim maliyetleriyle karşılaşma olasılığı en yüksek sektörler, kimyasalların ve kimyasal ürünlerin imalatı (324.100 GW saat, toplam endüstriyel doğalgaz kullanımının %37’si), gıda ürünleri (%11), ana metaller (154.208 GW saat, %10,5) ve metalik olmayan mineral ürünler (%9) şeklinde listeleniyor.

Üstelik bu sektörlerde bile maliyetler eşit olarak dağılmıyor, bunun yerine birkaç sektörde yoğunlaşıyor. Araştırmacılar, 2022 yılında bir yazılan bir makaleye atıfta bulunarak, 1.600 ürün kategorisinden 300’ünün doğalgaz tüketiminin neredeyse %90’ından sorumlu olduğunu hatırlatıyorlar. En yüksek doğalgaz tüketimine sahip beş ürün temel kimyasallar ve toplam endüstriyel gaz tüketiminin yaklaşık %5’ini oluşturuyor.

Araştırmacılar, enerji fiyatlarındaki artışın sanayisizleşme ile doğrudan bir ilişkisi olmadığını kanıtlamaya çalışıyorlar diyebiliriz. Bunun bir uzantısı da, firmaların enerji fiyatlarındaki artışlara yanıt olarak uyum sağlama ve maliyet artışlarını kısmen dengeleme olanağına sahip olduklarına ilişkin vurgu. Özellikle enerji verimliliği alanında inovasyon da dahil olmak üzere çeşitli uyum süreçlerine işaret ediliyor: ürün portföylerini çeşitlendirme; yakıt tipini değiştirme; tesisler arasında üretim değişimleri ve şirketlerin kendi elektrik üretimindeki artışlar; ve diğer üretim faktörlerinin kullanımındaki ayarlamalar gibi.

Araştırmacılara göre, enerji krizinin başlangıcından bu yana, önemli rekalibrasyon süreçlerinin kanıtları da ortaya çıktı. Örneğin, yazarların aktardığı Ifo araştırmasına göre, Almanya’daki büyük endüstriyel tüketiciler, 2018-2021 yılları arasındaki ortalama tüketime kıyasla 2022’de doğalgaz kullanımlarını yaklaşık %15 oranında azalttı ve şirketlerin çoğu üretimi korurken enerji kullanımlarını da düşürdü.

Şirketlerin fiyat belirleme gücü

Öte yandan maliyet artışlarının ekonomik önemi artışların göreli büyüklüğüne de bağlı. Araştırmacılara göre bu, örneğin, bir avro brüt katma değer (GVA) oluşturmak için gereken enerji miktarı veya enerji maliyetlerinin toplam maliyetlere oranı ile ölçülebilir.

Yapılan analiz, hem sektörler arasında hem de sektörler içinde güçlü bir ‘heterojenlik derecesi’ olduğunu ortaya koyuyor. 2016-2018 yıllarında ortalama makine ve teçhizat imalatı 1 avro GVA başına sadece 0,15 kW saat gerektirirken ve toplam maliyetlerin yaklaşık %1’ini oluştururken, enerji maliyet payları %5 civarında olan tekil şirketler vardı. Öte yandan, kağıt ve kağıt ürünlerinin medyan üretim operasyonu avro GVA başına 0,45 kW saat gerektiriyordu, fakat bu sektördeki şirketlerin %10’u 1 avro GVA başına 9 kW saat’in üzerinde kullanmış ve enerji maliyeti payları %15’i aşmıştı.

Araştırmacılar, maliyet artışları söz konusu olduğunda sanayi sermayesinin iki stratejisi olabileceğine işaret ediyorlar. Buna göre maliyet artışları, ancak nihai ürün fiyatlarına yansıtılamazsa veya artan fiyatlar satışlarda veya pazar payında bir kayba neden olursa şirketlere zarar verecektir.

Mevcut enerji krizi bağlamında, Avrupalı üreticilere göre toptan enerji artışlarından çok daha az etkilendikleri için, Alman üreticilerin Avrupalı olmayan rakipler karşısında maliyetleri fiyatlara yansıtma ihtimali sınırlı görülüyor. Bu ise, Alman üreticilerin, ana metallerde olduğu gibi, Avrupalı olmayan üreticilere karşı rekabet ettikleri pazarlarda maliyet artışları yerine ya daha düşük kâr marjları, hatta potansiyel olarak zarar ya da pazar payını kaybetmeleri anlamına gelebilir.

Öte yandan, AB dışından gelen rekabet, nakliye maliyetlerinin katma değere göre yüksek olduğu içecek imalatı gibi endüstriler için sınırlı. Bu nedenle, içecek üreticileri, maruz kaldıkları önemli enerji maliyeti artışlarını fiyatlara daha kolay yansıtabilir durumdalar.

Ayrıca Almanya ve AB’nin politik ve yasal düzenlemeleri de bu süreci etkiliyor. Örneğin, yazarlara göre, ulaşım ve nakliye için çıkarılan yeni EU-ETS2 mevzuatı ile birlikte sınırda karbon düzenleme mekanizması, ithalat teşviklerini azalttığı için enerji maliyetlerini işlenmiş ürünleri üretimde kullanan ara malı sanayileri için daha az alakalı hale getiriyor.

Araştırmacılar, “Analizimiz, ek politikalar uygulanmadığı sürece temel metal, cam, tekstil ve temel kimyasalların üreticilerinin en büyük risk altında olduğunu göstermektedir. Enerji yoğun olan ancak kısmen uluslararası rekabetten korunan diğer sektörlerin (örneğin içecek üretimi) toplu olarak Avrupa dışına taşınması pek olası değildir,” diyorlar.

Tüm bunlar göz önüne alındığında, araştırmacılara göre, Alman ekonomisi önümüzdeki birkaç yılda belirgin bir ‘yapısal dönüşüm’e uğrayacak ama geniş bir ‘sanayisizleşme’ korkusu yersiz.

Alman sanayisinde enerji verimliliği tartışmaları

German Council of Economic Experts (GCEE) tarafından yapılan Kasım 2022 tarihli bir başka incelemede, yüksek enerji fiyatlarının metal endüstrisi, cam ve seramik üretimi gibi ekonominin en enerji yoğun sektörleri için önemli bir yük olduğunun altı çiziliyor. Araştırmaya göre bu sektörlerdeki şirketler genellikle Avrupa dışında faaliyet gösteren işletmelerle rekabetle karşı karşıya kalmakta ve bu nedenle maliyet artışlarını ürün fiyatlarına daha az yansıtabiliyor.

Uzmanların notundaki dikkat çekici noktalardan biri, Alman ekonomisinin enerji yoğunluğunun, 1970’lerin petrol fiyatı krizlerinden bu yana düştüğü iddiası.

GCEE’ye göre bunun nedeni şu iki gelişmeydi: İlki, daha az enerji yoğun endüstriyel sektörlerin kısmen önem kazanmasıydı. İkincisi ve esas önemli olan gelişme ise, çeşitli sanayilerde artan enerji verimliliğiydi.

Bu iddiayı doğrulamak mümkün mü? Deutsche Bank’ın (DB) 25 Temmuz 2023 tarihli bir raporunda, Alman enerji talebi ile sanayi çıktısı arasındaki ilişkiye dair veriler bulunuyor. Birincil enerji talebinin geçen yıl %5,4 azaldığını hatırlatan DB, bunun Almanya’nın yeniden birleşmesinden bu yana kaydedilen üçüncü en büyük düşüş olduğunu belirtiyor (2020’de COVID-19 nedeniyle -%7,1 ve 2009’da küresel mali kriz nedeniyle -%5,4).

DB’ye göre iktisadi büyüme, son otuz yılda birincil enerji talebinden ayrışmış durumda. Reel GSYİH’deki %1,8’lik artışa rağmen birincil enerji talebinin daralmış olması dikkat çekici. Almanya’nın birincil enerji talebindeki düşüş eğilimi, 2023’ün başında da devam etmişti (1. çeyrekte yıllık bazda -%6,8).

Sanayide doğalgaz talebi, 2022’deki %16,4’lük düşüşün ardından 2023’ün ilk yarısında (yıllık -%11,2) düşmeye devam etti. Düşük endüstriyel gaz talebi, enerji yoğun endüstrilerde endüstriyel üretimdeki düşüşü yansıtıyor. 2023’ün ilk beş ayında kimya sektöründe üretim yıllık bazda %17,2 düştü. Yapı malzemeleri (-%17,7) ve kağıt endüstrisi (-%14,4) de önemli kayıplar kaydetti.

2023’ün ilk yarısında, elektrik tüketiminin yıllık bazda %6,2 düştüğünü (2022’de -%3) kaydeden DB, bunda enerji yoğun sektörlerin ‘zayıf ekonomik performansı’ ile yüksek elektrik fiyatlarının önemli bir faktör olduğuna işaret ediyor.

IMF’nin Temmuz 2023 tarihli raporunda da Alman sanayisindeki ‘enerji/doğalgaz yoğunluğunun’ azaldığına işaret ediliyor. Buna göre, birim doğalgaz başına çıktı olarak tanımlanan doğalgaz yoğunluğu, 2021’den bu yana %25 oranında iyileşti. Bunun yaklaşık üçte ikisi sektörlerdeki verimlilik kazanımlarından, üçte biri ise üretimdeki enerji yoğun sektörlerden diğer sektörlere geçişlerden kaynaklandı.

IMF’ye göre bu, imalat firmalarının yarısından fazlasının enerji verimliliği önlemlerine yatırım yapmayı planladığını gösteren anket sonuçlarıyla tutarlı. Ifo Ekonomik Araştırmalar Enstitüsünün anket bulguları da Alman firmalarının %75’inin üretimi azaltmadan doğalgaz tasarrufu yapabildiğini gösteriyor.

Sağlamasını yapabileceğimiz veriler mevcut. Statista tarafından derlenen Alman sanayisinde enerji tüketimi ve üretim değeri verilerine göre, 2002-2022 arasında Alman endüstriyel enerji tüketimi ve değer oranlarında dramatik bir değişiklik görünmüyor. 1.000 avroluk brüt katma değer için sarfedilen enerji, (gigajoule cinsinden; 1 kW saat=3,6 megajoule) 2002 yılında 2,6 iken, 2022 yılında 2,4’e gerilemiş.

Dolayısıyla, Alman sanayisinde enerji verimliliğinin 20 senede hafif bir artış gösterdiği doğru. Bu hafif verimlilik artışının, enerji maliyetlerindeki dramatik bir yükselmeyi telafi edemeyeceği de görülüyor. Bu durumda, uzun vadeli doğalgaz veya elektrik kontratları, maliyetleri fiyatlara yansıtabilme becerisi, enerji depolama kapasitesi ve sektörler arası geçiş yapabilme imkanları Alman sanayisinin kendi iç eşitsizliklerini besleyen faktörler olarak öne çıkıyor.

Fakat bu noktada, sanayisizleşme tartışmasında genelde gündeme getirilmeyen bir meseleye geliyoruz: kârlılık ve ücretler.

Yüksek enerji fiyatlarına rağmen kârlar hâlâ güçlü

Yeniden IMF raporuna dönelim. Raporda sanayideki şirketlerin kârlılığına ilişkin bir bölüm de yer alıyor.

IMF araştırmacıları, reel çıktı başına birim kârın, tarihsel eğilimi aşarak son iki yılda neredeyse %20 arttığına dikkat çekiyorlar. 2022’nin birinci çeyreği ile 2023’ün birinci çeyreği arasındaki ortalama kâr payı, 2019 ortalamasının 2 puan üzerinde.

Birim işgücü maliyeti ise, bunun tersine, COVID-19 salgını sırasında 2020’nin ikinci çeyreğindeki geçici artış bir kenara bırakılırsa, yüksek enflasyona rağmen tarihsel eğilimini aşamadı (üstelik 2022 sonundaki ücret artışlarına rağmen). Birim kârdaki artış tarım, inşaat, imalat, kamu hizmetleri ve temas yoğun hizmet sektörlerinde yoğunlaştı.

Dahası, Alman Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği (DIHK) tarafından yapılan bir anket, daha yüksek enerji maliyetleriyle karşı karşıya kalan imalat şirketlerinin dörtte üçünün yüksek üretim maliyetlerini son kullanıcılara yansıtmayı planladığını gösteriyor. Aynı ankette, üretimi başka yere kaydırmayı planlayan imalat şirketlerinin oranı %10’un altındayken, üretimi azaltmayı planlayanların oranı da %20’nin altında. Yani fiyat belirleme gücü olan şirketler, pazardaki konumlarını elde tutmayı, hatta güçlendirmeyi başarabilir durumda. Tarım, ormancılık ve balıkçılık ile inşaat sektörlerindeki kârlılıktaki büyük artış pandemi dönemine rastlarken, imalat ve madencilik sektörlerindeki kârlılığın artışı Ukrayna savaşından sonraki enerji şokuna rastlıyor.

Kısmi sonuçlar

Gelişmiş kapitalist ülkelerde son 40 yıldaki eğilimlerden biri sanayisizleşme idi. Almanya, GSYİH içerisindeki sanayi payı hâlâ bir hayli yüksek olan bir ülke olarak istisnai bir yer tutuyordu (%30’a yakın. Karşılaştırmak için: ABD’deki sanayinin GSYİH’deki payı %19 civarı).

Dolayısıyla, Almanya’daki sanayisizleşme tartışmalarına biraz ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor. Kapitalist üretim uluslararası ve ulusal düzeyde olduğu kadar, sektörel düzeyde de eşitsiz gelişiyor. Alman sanayisindeki hem sektörler arası, hem de sektör içi rekabetin enflasyon ve ‘yeşil dönüşüm’ baskısı ile birleşmesi, ilk başta görüldüğünden daha karmaşık ve muhtelif sonuçlar üretiyor.

Şirketlerin fiyat belirleyebilme gücü, maliyetlerini tüketicilere yansıtabilme kapasitesi, sektörler arası geçiş yapabilme imkanları gibi unsurların hepsi olası sanayisizleşme tartışmasında göz önünde bulundurulması gereken özellikler(*).

Buna ek olarak, gözden kaçan meselelerden biri de, yüksek enflasyona rağmen sanayideki kârlılıkların düşüş yerine artış eğiliminde olması ve işgücü maliyetlerinin tarihsel eğilimden sapmaması. Demek ki sanayiciler, enflasyon aracılığıyla başka rakiplerine maliyet yükleyebilirken, bir bütün olarak rakipler işçilerin tüketimini zorlaştıracak maliyet artışlarını elde edebiliyor ve aynı zamanda ücretleri tarihsel eğilimde tutmayı başarabiliyor.


(*) Bu noktada, elbette borçlanma maliyetlerinin artışı ile birlikte krediye ulaşma olanaklarındaki değişiklikler de incelenmeye muhtaç. Bundesbank’ın 2022 yılında yayınladığı Finansal İstikrar Raporuna göre, toplam kredilerin yüzde 70’e yakını ortalamanın altında faiz karşılama oranlarına sahip firmaların üzerinde. Bu oranın, kabaca işletmenin ödemek zorunda olduğu faizin kaç ka­tını kazandığını gösterdiğini de not edelim.

AVRUPA

Polonya’dan Almanya’nın sınır kontrollerini genişletme kararına tepki

Yayınlanma

Polonya, Almanya’nın Schengen bölgesinde sınır kontrollerini genişletme kararına karşı tepki vermeye hazırlanıyor. Almanya, yasa dışı göçle mücadele iddiasıyla bu önlemleri uygularken, Polonya, bu tür kontrollerin Schengen bölgesinin dış sınırlarında yapılması gerektiğini savunuyor.

Polonya Dışişleri Bakanı Radoslaw Sikorski, Almanya’nın iki ülke arasındaki sınırda uyguladığı kontrol önlemlerine karşılık vereceklerini bildirdi.

Polskie Radio‘ya mülakat veren Sikorski, “Bu kararı biz almadık, ancak nasıl tepki vereceğimizi değerlendiriyoruz. Kontrollerin uygulanması bir hata, çünkü hem Polonya hem de Almanya için yasa dışı göçmen akışını kontrol etmek gereken yer, Schengen bölgesinin dış sınırlarıdır,” ifadelerini kullandı.

Almanya, bu yılın eylül ayından bu yana kara sınırlarında geçici kontroller yürütüyor. Almanya İçişleri Bakanlığı’na göre, bu önlemler yasa dışı göçle mücadele etmek ve halkı İslamcı aşırıcılıktan koruma amacı taşıyor.

Ayrıca Almanya Başbakanı Olaf Scholz, geçtiğimiz ağustos ayında, yasadışı göçmenlerin daha aktif bir şekilde sınır dışı edileceğini taahhüt etmişti. Scholz, bu yıl sınır dışı edilenlerin sayısının yüzde 30 oranında arttığını da belirtmişti.

Mayıs ayında, Avrupa Birliği (AB) Konseyi göç ve iltica konusunda bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma, iltica başvurusunda “belirgin hakları” olmayan göçmenler için AB üyesi ülkelerde toplu kabul kamplarının kurulmasını öngören ilkeleri içeriyor.

Ayrıca, göçmenlerin AB ülkeleri arasında kotalara göre yeniden yerleştirilmesi zorunluluğunu getiriyor.

Anlaşma, üye devletlere kabul edilen mülteci sayısını azaltma imkânı tanırken, kabul edilmeyen her göçmen için AB bütçesine ödeme yapma şartı getiriyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Pentagon: Ramstein formatındaki toplantı süresiz olarak ertelendi

Yayınlanma

Pentagon, Ukrayna müttefikleri arasında yapılması planlanan Ramstein formatındaki toplantının Florida’daki Milton Kasırgası nedeniyle süresiz ertelendiğini duyurdu. Toplantıya Biden, Zelenskiy ve Scholz gibi liderlerin katılması ve NATO’nun Ukrayna’nın gelecekteki üyeliği için somut adımları görüşmesi bekleniyordu.

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Patrick Ryder, Ukrayna’nın müttefikleri arasında 12 Ekim’de yapılması planlanan Ramstein formatındaki toplantının süresiz olarak ertelendiğini duyurdu.

Daha önce TASS, Brüksel’deki diplomatik bir kaynağa dayandırdığı haberinde, toplantının 17 Ekim’de yapılacağını aktarmıştı.

Önceki gün Der Spiegel, Amerikalı bir savunma yetkilisinin açıklamasına atıfta bulunarak, Almanya’daki ABD hava üssü Ramstein’da düzenlenmesi beklenen Ukrayna Temas Grubu toplantısının ertelendiğini bildirdi.

Ertelemenin nedeni, Florida’daki Milton Kasırgası sebebiyle ABD Başkanı Joe Biden’ın programında meydana gelen değişiklikler olarak gösterildi.

Toplantıya yaklaşık 50 ülkenin temsilcilerinin katılması bekleniyordu. Reuters‘e göre, etkinlik ABD Başkanı Joe Biden, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ve Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un konuşmalarıyla başlayacaktı.

NATO ülkelerinin Ukrayna’nın gelecekteki olası üyeliği konusunda somut adımlar atması gündemdeydi.

Ramstein temas grubu toplantısında neler konuşulacak?

Okumaya Devam Et

AVRUPA

NATO’dan nükleer tatbikat

Yayınlanma

NATO, Moskova’nın nükleer doktrinini değiştirme kararını takiben, 14 Ekim’de taktik nükleer silahların kullanımına yönelik kapsamlı bir tatbikata başlıyor.

NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, Steadfast Noon tatbikatının 14 Ekim’de başlayacağını ve yaklaşık iki hafta süreceğini açıkladı.

Tatbikata 13 ülkeden 2000 asker, sekiz üs ve 60 uçak katılacak; tatbikat alanı ise Belçika, Hollanda, Büyük Britanya ve Kuzey Denizi’ni kapsayacak. Tatbikatta nükleer savaş başlığı taşıyabilen bombardıman uçakları ve savaş jetleri de yer alacak.

Associated Press‘e göre, NATO yetkilileri Moskova’yı tatbikat hakkında bilgilendirdi.

Yıllık Steadfast Noon 10 yılı aşkın bir süredir düzenleniyor. Ancak bu yılki tatbikat, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Rusya’nın nükleer doktrininde değişiklik yapma niyetini açıklamasından kısa bir süre sonraya denk geldi.

Putin, 25 Eylül’deki Güvenlik Konseyi toplantısında, nükleer olmayan bir devletin nükleer bir gücün desteğiyle gerçekleştirdiği saldırının, Rusya’ya karşı ortak bir saldırı olarak kabul edilmesi gerektiğini önermitşi.

Ayrıca, Rusya’daki hedeflere yönelik stratejik havacılık, seyir füzeleri, hipersonik araçlar ve insansız hava araçlarının kitlesel fırlatıldığına dair güvenilir bilgi alınması durumunda nükleer silah kullanma olasılığını da açıkça belirtti.

Bu tür açıklamalar, Ukrayna’nın Batılı müttefiklerinin yardımıyla Rusya’ya karşı meşru müdafaa eylemlerini teorik olarak kapsıyor.

NATO’nun savunma politikası ve planlamasından sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Angus Lapsley, tatbikatın amacının, ittifakın üyelerine yönelik her türlü tehdidi bertaraf edebileceğini ve “düşmanların bunu son derece ciddiye alması gerektiğini” göstermek olduğunu dile getirdi.

Lapsley, NATO’nun Kuzey Kore ve İran’ın nükleer programlarını, Çin’in hızla genişleyen nükleer kapasitesini yakından takip ettiğini, ancak asıl kaygının Rusya olduğunu ifade etti.

Son iki yılda Moskova, nükleer kuvvetlerine giderek daha fazla yatırım yaparak pek çok yeni sistemi devreye soktu ve kısa ile orta menzilli sistemlere daha fazla önem verdi.

Fakat Lapsley, Ukrayna’ya verilen destek bağlamında, Rusya’nın nükleer doktrini hakkında “oldukça açık bir baskı girişimi” olarak yorumlanan çok fazla konuştuğunu belirtti.

Avrupa’da NATO’nun nükleer caydırıcılık temelini ABD ve Büyük Britanya’nın kuvvetleri oluşturuyor (Fransa’nın da nükleer silahları bulunuyor, ancak bunlar ittifakın komuta sistemine dahil değil). Bununla birlikte, nükleer silaha sahip olmayan NATO ülkeleri de dahil olmak üzere diğer üyeler, Rusya’nın nükleer caydırıcılık politikasına daha aktif katılım sağlamalı.

NATO’nun yeni genel sekreteri Rutte’nin ilk durağı Kiev

Bu politika, yalnızca savaş alanında kullanılmak üzere tasarlanmış nükleer silahların türlerini, sayılarını ve doğruluğunu artırmayı değil, aynı zamanda bu silahların konuşlandırılmasına ve kullanılarak gerçekleştirilen saha tatbikatlarının daha sık ve görünür hale getirilmesine yönelik adımları içeriyor.

Bu durum, Stimson Güvenlik Araştırmaları Merkezi’nin yakın tarihli bir raporunda da vurgulanıyor.

Rapora göre hem nükleer hem de konvansiyonel silahlara yönelik daha geniş bir yetenek yelpazesi, NATO üyelerine daha çeşitli ve sağlam yanıt seçenekleri sunarak topyekûn bir nükleer savaşa tırmanma riskini en aza indirebilir.

Raporda ayrıca, Rusya’ya karşı yürütülen çevreleme politikasının, yalnızca ABD, Büyük Britanya ve Fransa’nın değil, tüm NATO müttefiklerinin nükleer caydırıcılığı güçlendirmek için kararlı siyasi ve askeri adımlar atması durumunda daha etkili olacağı belirtiliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English