Bizi Takip Edin

AVRUPA

Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?

Yayınlanma

Almanya’da Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve Hür Demokratlardan (FDP) oluşan “trafik lambası” koalisyonu çöktü.

Aylardır, özellikle bütçe meselesinde yaşanan gerilimler, bir süredir sürdürülemez hale gelmişti. FDP lideri ve Maliye Bakanı Christian Lindner’in başını çektiği koalisyon içi muhalefet, anayasal “borç freni” söz konusu olduğunda eli sıkı bir tavır takınılmasını istiyor ve “yeşil dönüşüm”de borçlanma taraftarı Yeşiller ve SPD ile ters düşüyordu.

Geçen hafta sonu tansiyonu düşürmek için Şansölye Olaf Scholz öncülüğünde atılan adım işe yaramadı ve 6 Kasım günü yapılan liderler buluşmasında Lindner’in kovulduğu ve FDP’nin koalisyondan çekildiği ilan edildi.

Scholz, kendisinden beklenmedik derecede sert açıklamasında Lindner ve FDP’yi sorumsuz davranmakla ve hükümeti “sırtından bıçaklamakla” suçladı.

Lindner’in “ülkenin yararına olacak önerileri hayata geçirme konusunda hiçbir isteklilik göstermediğini” öne süren Scholz, “Artık ülkemizi bu tür davranışlarla karşı karşıya bırakmak istemiyorum,” dedi.

15 Ocak’ta güven oylaması yapılacağını duyuran Scholz, hükümetin güvenoyu alamaması durumunda mart sonunda erken seçimlere gidileceğini söyledi.

Federal seçim anketlerinde yüzde 5’lik seçim barajının altında yer aldığı görülen FDP’de de dağılma emareleri baş gösterdi. FDP’li Ulaştırma Bakanı Volker Wissing, partisinin hükümetten ayrılması ile birlikte kabineden ayrılmak yerine FDP’den ayrılmayı tercih etti. Scholz, Maliye Bakanlığına da Federal Hükümet’te müsteşarlık görevini yürüten Jörg Kukies’i getirdi.

Wissing’in kabinede tutulması önemli, zira bakan, Çinli elektrikli araçlara getirilen gümrük vergilerine itiraz ediyor. Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri döndüğü bir ortamda, Alman hükümetinin Çin’e yönelik “yumuşak” çizgide ısrar etme sinyali vermesi dikkat çekiyor.

Alman Ulaştırma Bakanı Wissing: Çin otomobillerine yönelik gümrük vergileri yanlış yaklaşım

İktisat politikalarında çatallanma

İronik olan, SPD’li Scholz’un uzunca bir süre koalisyonda aracı rolünü sürdürürken aslında borç freni konusunda FDP’ye ve Lindner’e daha yakın bir pozisyonda yer almasıydı.

FDP her zaman mali yönden “eli sıkı” olmakla biliniyordu. 2010’lu yıllardaki Yunanistan krizi sırasında, Angela Merkel yönetiminin AB kurumları ile ortaklaşa Atina’yı “kurtarmasına” itiraz edenlerin bir kısmı FDP’de buluşmuştu. AB’nin borçlu ülkelerini Almanya’nın “kurtarmasına” itiraz ediyorlar, bu yükü Berlin’in çekmesini istemiyorlardı.

FDP ve Lindner, bu pozisyonunu Ukrayna savaşı ve sonrasında gelen Rusya karşıtı iktisadi yaptırımların yarattığı enflasyon şoku ve “yeşil dönüşüm” ile nasıl mücadele edileceği meselesinde de korudu. Örneğin sanayicilerin yakındığı yüksek enerji fiyatları söz konusu olduğunda, sübvansiyon politikasına karşı çıkıyor, elektrikli araçlara eyaletlerin verdiği teşviklerin kaldırılmasını savunuyordu.

Lindner’in geçen cuma “sızdırdığı” ve bir muhtıra kıvamındaki 18 sayfalık iktisadi politika önerileri ise bardağı taşıran son damla oldu. İklim hedeflerinin (yeni yeşil dönüşüm) ertelenmesi, sosyal harcamaların kısıtlanması gibi talepler özellikle Yeşiller ve Yeşil Ekonomi Bakanı Robert Habeck tarafından “provokasyon” olarak nitelendirildi.

Almanya’da kritik gün: SPD’den FDP’ye “sorumlu davranma” çağrısı

Lindner’in ilhamı tekerrür eden tarih: Lambsdorff belgesi

Lindner’in muhtırası üzerine Alman medyası, Helmut Schmidt yönetimindeki sosyal demokrat-liberal koalisyonun sona ermesine neden olan 1982 tarihli Lambsdorff belgesini hatırlattı.

O dönem de Maliye Bakanlığı FDP’ye aitti ve Otto Graf Lambsdorff “refah devleti” krizine karşı serbest piyasaya dönüşü savunuyordu.

Tıpkı şimdilerde olduğu gibi, 1970’lerin sonundaki çifte “petrol fiyatı krizi” sonrasında küresel ekonomide yaşanan köklü değişim, Lambsdorff’un tetiklediği krizin arka planını oluşturuyordu.

1950’li yıllarda “iktisadi mucize” olarak adlandırılan uzun süreli bir canlanmayla övülen Federal Almanya Cumhuriyeti, 1980’lere gelindiğinde tıpkı şimdi olduğu gibi endişe verici iktisadi göstergelerle karşı karşıya kaldı: İktisadi büyüme sıfıra yaklaşmış, birkaç yıl içinde işsizlik oranı iki katına çıkarak o zamana kadar bilinmeyen seviyelere ulaşmış ve aynı zamanda ulusal borç üçte bir oranında artmıştı.

Schmidt-Genscher hükümetinin koalisyon ortaklarının bu gelişmeye karşı öne sürdükleri önlemler çok farklıydı: Hür Demokratlar 1977’de Kiel’deki parti konferansından itibaren “Keynesyen” iktisat politikasından uzaklaşmaya ve piyasa ekonomisine dönmeye başlamışken, SPD’nin çoğunluğu devlete ve özellikle Nisan 1982’deki parti konferansında açıkça görüldüğü gibi giderek artan vergi artışlarına güvenmeye devam ediyordu.

İşin ilginç yanı, Lambsdorff belgesinin tetiklediği krizi bizzat kendi partisinin politikalarına şüpheyle yaklaşan Schmidt çağırmıştı: SPD’li Şansölye, FDP’li Lambsdorff’tan sosyal demokratlara yönelik eleştirilerini yazılı olarak özetlemesini istemişti!

Maliye Bakanı sıkı bir bütçe konsolidasyonu, kamu harcamalarının yeniden yapılandırılması, özel sektör için daha fazla manevra alanı ve “emek faktörünün göreceli olarak ucuzlatılması” çağrısında bulunuyordu.

Lambsdorff bu konseptin “gerçekte sosyal sistemimizin temellerinin iyileşmesine ve yenilenmesine hizmet edeceğini” vurgulasa da, yine de halk tarafından reddedildi ve dirençle karşılaştı; kendi partisi içinde bile böyle bir konseptin siyasi açıdan akıllıca ve uygulanabilir olup olmadığı konusunda şüphecilik vardı.

Şansölye Schmidt bu ruh halinden yararlanarak Lambsdorff’u ve ardından Hür Demokratları koalisyonun ve şansölyeliğinin sona ermesinin “suçluları” haline getirdi ve kendi partisinin, hükümetin önceki çizgisini reddettiğini gizledi.

Şimdi, Scholz’un da benzer bir kurnazlıkla hareket ederek, Alman ekonomisinin ve siyasetinin krize girmesinin sorumluluğunu FDP’ye atmak istediği görülüyor.

Nitekim Lindner, Şansölyeyi koalisyonu “hesaplı bir şekilde bozmakla” suçladı. Scholz nihayetinde anayasal borç frenini askıya almasını talep etmişti fakat bunu yaparak maliye bakanı olarak görev yeminini ihlal etmiş olacaktı.

Almanya’da erken seçim sesleri

Kara deliğin kapatılması mümkün mü?

Yolların ayrılmasına neden olan en önemli faktörlerden biri, Federal Anayasa Mahkemesinin, COVID-19 döneminde oluşturulan acil durum fonunun “yeşil dönüşüm” için kullanılamayacağına karar verip bütçeyi yaklaşık 60 milyar avroluk bir delikle karşı karşıya bırakmasının ardından gelmişti.

Zaten borç freni tartışmaları da bunun üzerine patlak verdi. Yeşiller borçlanmak istiyor, FDP buna itiraz ediyor, SPD de ortada bir yerde konumlanmaya çalışıyordu.

Geçen ekim ayında Şansölye Scholz’un elektrik sübvansiyonuna gidileceğini açıklamasının ardından sosyal demokratların da borçlanmadan yana ağırlık koyduğu anlaşıldı.

SPD parlamento grubu başkan yardımcısı Matthias Miersch o dönem verdiği demeçte, Federal Şansölye tarafından açıklanan önlemlerin kapsamlı bir “endüstriyel elektrik fiyat paketi” olduğunu söylemişti. Elektrik fiyat telafisinin özellikle kimya ve cam endüstrilerini kapsayacak şekilde genişletilmesi ve şebeke ücretlerinin düşürülmesine yönelik ek araçlar, “rekabetçi elektrik fiyatlarına” giden yolda atılmış önemli adımlar olarak görülüyordu.

Draghi raporu Alman hükümetini böldü, Hollanda’dan tepki aldı

Perşembenin gelişi: Alman patronlar Scholz’a bayrak açmıştı

Bütçe meselesinin, Alman sanayisinin zorlanması ile doğrudan ilgisi var. Bir süredir, sanayi lobisinin federal hükümete güvenini yitirdiği, anketlerde önde giden CDU ve lideri Friedrich Merz’in iktidarını beklediği gizli saklı değil.

Geçen ekim ayında Alman İşveren Sendikaları Konfederasyonu (BDA) toplantısında patronlar sözlerini hiç sakınmadan Scholz’u bombaladılar.

BDA toplantısında hem sahnede hem de dışarıda delegeler Sosyal Demokrat Şansölyeye sert eleştiriler yöneltmişti. Birçoğu, konuşmasının liberal FDP ve Yeşiller ile kurduğu koalisyon dışında her yerde iktisadi çöküş için bahaneler bulduğunu belirtiyordu.

Üç yılın ardından, daha önce denenmemiş ittifakın “ideolojik olarak uyumsuz” olduğu konusunda geniş bir yönetimsel fikir birliği oluştuğu görülüyordu.

BDA Başkanı Rainer Dulger, Berlin’deki koalisyon reformlarının çoğunun “müzelik başarısızlıklar” olduğunu savunuyor ve “Ekonomi küçülüyor, işsizlik artıyor, Almanya yatırımcılar için cazibesini yitirdi,” diyordu.

Alman patronlar, Scholz’a karşı

CDU iktidarını beklerken

Dolayısıyla patronlar epeyce bir süredir Scholz döneminin sona ermesini bekliyor ve merkez sağ muhalefet CDU lideri Friedrich Merz’e bakıyor. Lindner’in “kamikaze” dalışının bununla ilgili olduğu görülüyor.

Allensbach anket ajansı tarafından görüşlerine başvurulan 500 önde gelen yönetici ve girişimcinin yüzde 73’ü Merz’in Almanya’nın bir sonraki şansölyesi olmasını destekliyor. Bu, geçen yılın aynı dönemine kıyasla neredeyse 20 puanlık bir artış demek.

CDU lideri Merz, iktidara geldiğinde Alman ekonomisi ve iş dünyası için “yeni bir çerçeve oluşturacak” Gündem 2030 vaadinde bulundu. Vaatleri arasında bürokrasiyi azaltmak ve Avrupa’nın en yüksekleri arasında yer alan enerji maliyetlerini kıtanın en düşük seviyesine indirmek de var.

Trafik lambası koalisyonu özellikle anayasal borç freni konusunda çıkmaza girerken, Merz uzlaşmanın ilk işaretlerini de verdi.

CDU lideri borç freni konusunda “manevra alanı olduğunu, fakat bunun başka yerlerde tasarruf yapılması halinde mümkün olabileceğini” söylemişti.

Şimdi, Yeşiller-SPD azınlık hükümeti, CDU’nun desteğini arıyor. Yeşil Ekonomi Bakanı Habeck önemli kararların alınamayacağı uzun bir belirsizlik dönemine girileceği uyarısında bulundu. Örneğin, 2025 federal bütçesinin önümüzdeki yılın ortasına kadar kabul edilmemesi muhtemel. Bu nedenle SPD ve Yeşiller, CDU’nun “siyasi sorumluluğuna” başvurmaya karar verdi.

Berlin’de göçmen yardımları çatlağı: FDP’li Lindner bayrak açtı

AVRUPA

Baltık Denizi’nde iletişim kabloları hasar gördü: Sabotaj şüphesi

Yayınlanma

Baltık Denizi’nin altındaki telekomünikasyon kablolarında hasar meydana geldi. Finlandiya-Almanya hattındaki C-Lion1 kablosunda yaşanan kesinti, sabotaj şüphelerini güçlendirdi. Almanya, İsveç ve Litvanya olayla ilgili soruşturma başlatırken, Rusya suçlamaları reddetti.

Finlandiya ile Almanya arasında Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1 telekomünikasyon kablosunda bir kesinti yaşandı.

Ayrıca Litvanya ile İsveç arasındaki iletişim kabloları da zarar gördü. Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, bu olayların sabotaj ihtimaline işaret edebileceğini belirtti.

Finlandiya devlet telekom altyapı operatörü Cinia, kabloda hasar tespit etti ve onarım için özel bir gemi hazırladı. Onarımın tam tarihinin belirsiz olduğu, ancak önümüzdeki hafta başlamasının planlandığı bildirildi.

Litvanya ile İsveç arasında iletişim sağlayan kablonun kesilmesi, Telia Lietuva tarafından doğrulandı. Olay, ülkede internet erişiminin yüzde 33 oranında azalmasına neden oldu.

Helsingin Sanomat gazetesi, Çin’e ait Yi Peng 3 gemisinin hasar bölgesine yakın olduğunu, bu geminin Danimarka donanması tarafından takip edildiğini öne sürdü.

İsveç, olayın sabotaj olabileceği şüphesiyle soruşturma başlattı.

Litvanya, olayın “terör” kapsamında değerlendirildiğini ve kablonun tamamen mi kesildiği yoksa sadece hasar mı gördüğünün soruşturulduğunu duyurdu.

Finlandiya Merkezi Soruşturma Dairesi, iletişim müdahalesi ve mülke zarar verme suçlarından inceleme yürütüyor.

Almanya ve Finlandiya dışişleri bakanlıkları, olayla ilgili derinlemesine bir soruşturma yürütüleceğini açıklarken, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, sabotaj iddialarının henüz kesinleşmediğini ifade etti.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius ise, kablonun yanlışlıkla zarar görmüş olabileceği ihtimaline şüpheyle yaklaştı.

Rusya, bu tür olaylarda kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, iddiaları “saçma ve komik” olarak nitelendirdi.

Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1, Finlandiya’nın Kuzey Akım doğalgaz boru hatlarının rotasını takip ederek Orta Avrupa’ya doğrudan bağlantı sağlayan tek denizaltı kablosu.

Kablo, 2016’da devreye alındı ve Helsinki ile Rostock (Almanya) arasında veri aktarımı yapıyor.

Finlandiya ve Estonya, Baltık Denizi’nde Rusya donanmasına karşı plan hazırlıyor

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Avrupa Parlamentosu’nda “sağcı çoğunluk” dönemi

Yayınlanma

Ursula von der Leyen’in ikinci başkanlık döneminde Avrupa Komisyonu, “aşırı sağa” karşı daha önce uyguladığı “güvenlik kordonu” (cordon sanitaire) siyasetinden vazgeçiyor.

Leyen’in yeni komisyonunda, “aşırı sağ” yelpazeden iki üye de yer alacak. Bunlar İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin partisi Fratelli d’Italia’dan (İtalya’nın Kardeşleri – FdI) Raffaele Fitto ve Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın partisi Fidesz’e yakın Olivér Várhelyi.

Fratelli d’Italia, AP’deki Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) grubuna aitken, Fidesz, Fransız Ulusal Birlik (RN) ve Avusturya Özgürlük Partisini (FPÖ) de içeren Avrupa için Vatanseverler (PfE) grubunda.

Alman CSU’lu siyasetçi Manfred Weber’in liderliğindeki muhafazakâr Avrupa Halk Partisi (EPP), geçtiğimiz yasama döneminde defalarca ECR ile işbirliği yaptı ve gelecekte de bunu yapma hakkını açıkça saklı tutuyor.

Ursula von der Leyen yeniden Avrupa Komisyonu Başkanı seçildi

Sağa karşı “güvenlik kordonu” fiilen yok

Son zamanlarda ise PfE ile, hatta bazen Alman AfD’nin de üyesi olduğu Egemen Uluslar Avrupa’sı (ESN) ile birlikte oy kullandı. “Aşırı sağ” karşı oluşturulduğu iddia edilen geleneksel sınır (“güvenlik kordonu”) böylece parçalanmaya devam ediyor.

Güvenlik kordonu uygulaması, EPP tarafından son yasama döneminde sistematik olarak esnetilmişti. Ocak 2022 gibi erken bir tarihte EPP, sağcı ECR’den bir milletvekilinin AP Başkan Yardımcılarından biri olarak seçilmesini mümkün kılmıştı.

Yeşiller tarafından yapılan bir araştırma, Ursula von der Leyen yönetimindeki Avrupa Komisyonunun çoğunluğu elde etmek için yaklaşık 340 oylamada ECR ve hatta daha sağcı ID (Kimlik ve Demokrasi) grubundan milletvekillerine güvendiğini ortaya koyuyor.

Araştırmaya göre, bu talepler genellikle motorlu taşıt endüstrisi için CO2 fiyatının düşürülmesi veya fosil yakıtlar için sübvansiyonların onaylanmasını içeriyordu.

EPP, ECR ve ID’nin oylarıyla Nisan 2024’te parlamento çalışanlarının milletvekilleri tarafından taciz edilmesini önlemeye yönelik tedbirler öngören bir önergeyi engellemeyi de başarmıştı.

Böylece güvenlik kordonunun ihlali küçük adımlarla art arda gerçekleştirildi.

AP’de yeni “kutsal ittifak”: Venezuela karşıtı sağcı çoğunluk

Kırılma noktası: Avrupa sağı Maduro karşıtlığında birleşti

Eylül ayında, yeni seçilen AP’nin ilk oylamalarından biri daha fazla dikkat çekti. Tartışılan karar, 28 Temmuz 2024 tarihinde Venezuela’da yapılan başkanlık seçimlerinde yenilgiye uğrayan aday Edmundo González’in seçimin gerçek galibi olarak tanınmasını öngörüyordu.

González lehindeki karar EPP ve ECR tarafından ortaklaşa sunuldu; ECR’de İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin partisi en büyük gücü oluşturuyor.

Karar nihayetinde Orbán’ın Fidez’i, Le Pen’in Ulusal Birlik’i (RN) ve FPÖ’yü içeren PfE’nin ve AfD’yi içeren ESN’nin oylarıyla kabul edildi.

“Trump’ın dönüşü Avrupa için Vatanseverler’e yarayacak”

“Venezuela çoğunluğu” AP’de iş başında: EPP’den AfD’ye destek

AP’deki muhafazakâr ve sağcı partilerin geniş oy çoğunluğu olarak adlandırılan “Venezuela çoğunluğu” o zamandan bu yana birkaç kez devreye girdi.

Örneğin ekim ayında Avrupa Parlamentosu gelecekteki AB komiserlerinin sunulması ve oylanmasına ilişkin yöntemlere karar verdiğinde durum böyleydi. Yine ekim ayında EPP, AB’nin dış sınırlarında kapsamlı bariyerler oluşturulmasını öneren AfD bütçe önergesi lehine oy kullandı.

Bu yılın Avrupa Parlamentosu Sakharov Ödülü’nün González ve sağcı Venezuelalı muhalif siyasetçi María Corina Machado’ya verilmesi de EPP, ECR ve PfE’nin oylarıyla gerçekleşti.

Son olarak geçen hafta EPP, sağındaki diğer milletvekilleriyle bir araya gelerek küresel ormansızlaşmayı durdurmayı amaçlayan bir tasarıyı düzeltti.

Solda öfkeye yol açan ECR, PfE, ESN ve liberal Renew grubundan birkaç isyancı vekil, kilit değişikliklerde EPP’yi destekledi.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen temmuz ayında EPP, Liberaller, Sosyal Demokratlar ve Yeşillerin ittifakı temelinde seçilmişti.

AfD, AP’de yeni grup kuruyor: “Egemen Ulusların Avrupa’sı”

Sağın yeni Komisyon üyeleri

Giorgia Meloni’nin partisi FdI’ya mensup Raffaele Fitto, Meloni’nin en yakın arkadaşlarından biri olarak biliniyor ve Leyen tarafından “uyum ve reformlardan sorumlu” AB Komisyonu başkan yardımcılarından biri olarak atanacak.

Macaristan ise genişlemeden sorumlu eski Komisyon Üyesi Olivér Várhelyi’yi gelecekte sağlıktan sorumlu olmak üzere Brüksel’deki Komisyon Üyesi olarak atadı. Várhelyi, Başbakan Orbán’ın Fidesz partisine çok yakın bir isim.

Leyen Komisyonunu destekleyen Sosyal Demokrat ve Yeşil parlamento gruplarında Fitto ve Várhelyi’ye karşı güçlü bir protesto var. Her iki grubun da iki siyasetçinin atanmasını desteklemeyeceği söyleniyor.

Orbán, Kickl ve Babiš’ten yeni grup: “Avrupa için Vatanseverler”

Sağ ittifakın görünmeyen mimarı: CSU’lu Manfred Weber

Gelecekteki komisyon üyeleri konusundaki anlaşmazlık son günlerde doruğa çıktı.

Grubunun ECR ve PfE ile ittifaka açılmasının arkasındaki ana beyin olarak kabul edilen EPP Başkanı Manfred Weber’in (CSU), teorik olarak iki sağcı Komisyon üyesini “Venezuela çoğunluğu” ile onaylatabileceği belirtiliyor.

Bununla birlikte CDU veya AP’deki CDU ya da CSU’lu siyasetçilerin kilit bir kararda AfD ile birlikte oy kullanmaları, Almanya’daki erken Federal Meclis seçimlerinden kısa bir süre önce istenmeyen bir sinyal olarak görülebilir.

Bununla birlikte eski İtalya başbakanları Romano Prodi ve Mario Monti’nin salı günü söyledikleri gibi, AB’nin “hem Doğu’da hem de Batı’da büyük zorluklarla” karşı karşıya olduğu bir dönemde AB’nin “tek vücut olarak” hareket etmesi konusunda baskı artıyor.

Almanya’dan CSU’lu EPP milletvekili Peter Liese de pazartesi günü gazetecilere verdiği demeçte, “Bu seçimden sonra da bir şeylerin değiştiğinden emin olma sorumluluğumuz var… Çoğunluk ECR’yi çok sık içerecek,” dedi.

Liese, kendisi için ECR’ye karşı bir “güvenlik duvarı” bulunmadığını söyledi ve Fitto’nun üst düzey pozisyonunun yaz başında Avrupa Konseyi’nde ana siyasi aileler arasında yapılan bir anlaşmanın parçası olarak müzakere edildiğini iddia etti.  

EPP’de Le Pen çatlağı: Alman muhafazakârlardan Fransız muhafazakârlara ihraç tehdidi

Sağcı üyelere karşılık Ukrayna’ya desteğe devam

Öte yandan çarşamba günü (20 Kasım) Brüksel’de bir araya gelen AP grup liderleri bir anlaşmaya vardı.

Buna göre Fitto ve Várhelyi’nin Avrupa Komisyonunda Leyen’in kendileri için öngördüğü görevleri üstlenmelerine izin verilecek; Sosyalistler de bunu kabul edecek.

Bunun karşılığında EPP, sadece “Ukrayna yanlısı”, AB’yi destekleyen ve hukukun üstünlüğünü savunan partilerle işbirliği yapma sözü veriyor.

Bunun, eski “cordon sanitaire”in, yani “aşırı sağa” karşı sınırın yerine öncelikle dış politika şartlarını getirildiği anlamına geliyor.

EPP’nin yorumuna göre, artık ECR ile işbirliğinin önünde hiçbir engel kalmadı.

Liberaller EPP’yi Meloni’den uzaklaştırmaya çalışıyor

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Merkel, anılarında neden Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı çıktığını yazdı

Yayınlanma

Eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel, anılarını yazdığı yeni kitabında Ukrayna’nın NATO’ya kabulüne 2008 yılında karşı çıkmasının nedenlerini açıkladı. Merkel, bu kararın hem NATO’nun güvenliğini hem de Rusya’yla olası çatışmaları göz önünde bulundurarak alındığını belirtti.

Eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel (2005-2021 yılları arasında görev yaptı), anılarında Ukrayna’nın 2008 yılında NATO’ya kabul edilmesine neden karşı çıktığını açıkladı.

Merkel, bu kararın alınmamasında yalnızca Ukrayna’nın durumu değil, aynı zamanda NATO’nun güvenliğine dönük endişelerin de etkili olduğunu belirtti.

Kitaptan alıntılar, bazı bölümlerinin ön baskı kopyasına ulaşan Die Zeit gazetesi tarafından yayımlandı.

Anılarının tanıtımı, 26 Kasım’da Berlin’de gerçekleştirilecek. Kitap, “Freiheit: Erinnerungen 1954 – 2021” başlığıyla yayımlanacak.

Merkel, kitabını uzun süre boyunca asistanlığını yapan özel kalemi Beate Baumann ile birlikte kaleme aldı.

Merkel, anılarında şu ifadelere yer verdi: “Yeni bir üyenin kabulü yalnızca o ülkeye değil, NATO’ya da daha fazla güvenlik sağlamalıdır. Bu nedenle, bir ülkenin üyeliğe kabul edilmesi için yalnızca askeri yetenekleri değil, aynı zamanda iç yapısına dair kriterler de göz önünde bulundurulur.”

Eski Şansölye, Moskova’nın tutumu dikkate alınmadan Ukrayna ve Gürcistan’a Üyelik Eylem Planı (MAP) statüsü verilmesinin “son derece pervasız” bir yaklaşım olduğunu ifade etti.

Merkel, Ukrayna’nın NATO’ya katılması durumunda ittifakın askeri yapılarının, Rusya’nın askeri güçleriyle doğrudan temasa geçeceğini belirtti.

Özellikle, o dönemde Rusya Karadeniz Filosunun Kırım’da konuşlanmış olduğunu vurgulayan Merkel, bu bağlamda, 2008’de varılan uzlaşmanın –Ukrayna ve Gürcistan’a MAP statüsü verilmemesi ancak bu ülkelerin NATO’yla yakınlaşmasının prensipte kabul edilmesi– “her uzlaşma gibi bir bedeli olmasına rağmen gerekli” olduğunu savundu.

Eski Şansölye ayrıca, Moskova’nın Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya katılım isteklerini “bir meydan okuma” olarak algıladığını dile getirdi.

Merkel’e göre, bu ülkelere aday ülke statüsü verilmesi durumunda Rusya’nın herhangi bir tepki göstermeyeceğine inanmak “kibir ve hayal siyaseti” olurdu.

Merkel, 2008 yılında Bükreş’te düzenlenen NATO Zirvesi’nde Ukrayna’nın NATO’ya kabul edilmesine sürekli olarak karşı çıkmıştı.

Trump’ın zaferinden sonra: Ukrayna’da savaş sona mı eriyor?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English