Bizi Takip Edin

Dünya Basını

Rusya’nın Berlin Büyükelçisi: ‘Ukrayna’da yabancı askerlerin konuşlandırılması kabul edilemez’

Yayınlanma

Rusya’nın Berlin Büyükelçisi Sergey Neçayev, Ukrayna’daki savaş ve Almanya ile ilişkiler üzerine yaptığı açıklamalarda, Ukrayna’ya yabancı asker konuşlandırılmasının Rusya açısından kabul edilemez olduğunu söylüyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 80. yıl dönümü nedeniyle yapılan anma törenlerine Rus temsilcilerin davet edilmemesini büyük bir hayal kırıklığı olarak değerlendiren büyükelçi, ABD ile ilişkileri yeniden inşa etme sürecinde olduklarını belirterek Büyükelçi, Almanya’nın silahlanma politikalarını da eleştiriyor. Neçayev, Rusya’nın Avrupa ile barış ve güvenlik içinde yaşamak istediğini vurgularken, NATO’nun doğuya genişlemesini geçmişteki tarihi hatalardan biri olarak gördüğünü dile getiriyor.


Rusya’nın Berlin Büyükelçisi ile mülakat: ‘Ukrayna’da yabancı askerlerin konuşlandırılması bizim için kabul edilemez’

Nicolas Butylin, Daniel Cremer, Moritz Eichhorn
Berliner Zeitung

Dünya, Almanya’nın yetişemeyeceği bir hızla dönüyor. Donald Trump’ın göreve başlamasıyla ABD’nin politikası ve dolayısıyla dünya durumu temelden değişti, özellikle de Ukrayna meselesinde. Moskova ve Washington birbirleriyle görüşüyor, Avrupa ise dünya siyaseti sahnesinde figüran konumuna düşüyor. Amerikalılar, Rusya’ya geniş kapsamlı tavizler vermeye hazır. Ancak Devlet Başkanı Vladimir Putin, Trump’ın yakınlaşma çabalarına pek karşılık vermiyor. Hâlâ gerçek anlamda bir ateşkes yok. Amerikalının seçim kampanyasında vaat ettiği 24 saatte savaşın sona ermesi vaadinden eser yok.

Avrupa hükümetleri Rusya konusunda kararsız görünüyor. Biden yönetiminin çizgisini sürdürmek istiyor gibiler. Savunma Bakanı’nın isteği doğrultusunda Almanya savaşa hazır hâle getirilecek, Alman ordusu için 500 milyar avro ayrılacak, televizyonlarda Alman acemi askerler hakkında belgeseller yayınlanıyor. En nihayetinde, Almanya’nın Rusya ile çok özel bir ilişkisi var. Sadece halklar arasındaki 1000 yıllık ilişkiler nedeniyle değil. İkinci Dünya Savaşı sonrası uzlaşma uzun süre günlük siyasetten etkilenmezken, Putin’in Ukrayna’ya yönelik saldırı savaşından bu yana anma etkinlikleri yeni bir boyut kazandı. Bu günlerde Nazi Almanyası’nın kayıtsız şartsız teslimiyetinin 80. yıl dönümü. Ancak Alman hükümeti, Seelow ve başka yerlerdeki törenlerde Rusları görmek istemiyor.

Berliner Zeitung tüm bu soruları Rusya Büyükelçisi Sergey Neçayev ile ele aldı. Kendisiyle Rusya Federasyonu Büyükelçiliğinde bir araya geldik. Öğle vakti olmasına rağmen, 9 Mayıs’taki Dünya Savaşı anma törenleri için hazırlıkların yapıldığı devasa salonlara sahip, labirent gibi yapının içi karanlık. Havada bir ara dönem atmosferi hissediliyor.

Soru: Sayın Büyükelçi, bu haftalarda İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 80. yıl dönümü. Alman hükümeti, özellikle de Dışişleri Bakanlığı, Almanya’daki törenlerde Rus ve Belaruslu temsilcilerin yer almasını istemiyor. Buna nasıl tepki veriyorsunuz?

Nazizm’e karşı kazanılan zaferin 80. yıl dönümü, halkım için —sadece Rusya için değil, birlikte acı çeken ve zafer kazanan eski Sovyetler Birliği’nin tüm halkları için— kutsal bir gündür. Talimatla ilgili haberler doğruysa, bu acı bir hayal kırıklığı. Geleneksel olarak Alman mezarlıklarında askerlerimizi, savaş esirlerimizi ve zorunlu işçilerimizi anarız. Bunu Almanya ile birlikte yapmak, uzlaşma yolumuzun bir parçasıydı. Bu tür sinyaller bunu tehlikeye atıyor.

Soru: Anma etkinlikleri konusunda Büyükelçiliğiniz ile Alman hükümeti arasında herhangi bir temas var mı?

Maalesef derinlemesine bir diyaloğumuz yok, ancak biz diyaloğu kesmedik. 80. yıl dönümü programımız, diğer BDT ülkelerinin büyükelçilikleriyle birlikte birkaç eyalete ziyaretleri içeriyor. Bu anma kültürünü paylaşan vatandaşlarımızın ve Alman vatandaşlarının katılımını bekliyoruz,

Soru: Bahsettiğiniz Dışişleri Bakanlığı’nın talimatında, yabancı temsilcilerin giriş yasağı yetkisi kullanılarak anma etkinliklerine girişlerinin engellenebileceği belirtiliyor. Bunun olacağını düşünüyor musunuz ve eğer olursa nasıl davranırsınız?

Yerel makamların makul davranacağını umuyorum. İyimserim, zira bu günler sadece Rusya Büyükelçiliği için değil, Alman kamuoyu için de önemli. Bu savaşta 27 milyon insanımızı kaybettik, çoğu sivildi. Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen bu savaş, soykırıma eşdeğer bir imha savaşıydı. Fakat uzlaşma yolunu Almanya ile birlikte açtık. Savaş mezarları başında birbirimize ellerimizi uzattık, karşılıklı anlayış ve güven muazzam ölçüde arttı. Bu tarihi uzlaşma yolunun Almanya’da hâlâ geçerli olduğunu umuyorum. Yoksa yanılıyor muyum? Çünkü kısa süre önce Rusya Federasyonu’na ve Belarus Cumhuriyeti’ne, savaş sonrası uzlaşmanın bir başka sembolü olan Alman Anma, Sorumluluk ve Gelecek Vakfı’nın mütevelli heyeti için aday gösterme hakkının reddedildiği haberi ulaştı.

Soru: Brandenburg eyaletindeki Seelow’da önümüzdeki günlerde bir anma töreni düzenlenecek, şahsen oraya gidecek misiniz?

Kesinlikle. 16 Nisan’da küçük bir heyetle —askeri ataşeler ve birkaç vatandaşımız dahil— çelenk bırakacağım. Orada her yıl bir anma töreni düzenliyoruz. Bunun için Märkisch-Oderland’daki yerel makamlara minnettarım.

Soru: Üç yılı aşkın süredir devam eden, Rusya’nın uluslararası hukuka aykırı saldırı savaşı göz önüne alındığında, pek çok Alman’ın, sadece hükümette değil, bu anmaya karışık duygularla baktığını anlıyor musunuz?

Saldırı savaşı terimini kesinlikle reddetmeliyim. Bu savaşı biz başlatmadık, Ukrayna’da Şubat 2014’teki kanlı, uluslararası hukuka aykırı darbe sonrası başlayan süreçlere tepki verdik. Zira Ukrayna’da darbeyi ve sloganlarını desteklemeyen insanların peşine düşülmesi ve öldürülmesini, Donbass’ın sürekli saldırıya uğraması ve bombalanmasını ve Kiev rejiminin NATO’ya girme isteği ve topyekûn silahlanmasıyla Rusya açısından giderek daha büyük bir tehdit hâline gelmesini görmezden gelemezdik.

Soru: Biz farklı görüyoruz, böyle bir işgalin hiçbir gerekçesi olamaz. Çünkü önceden ne yaşanmış olursa olsun, geniş çaplı bir istila uluslararası hukuka aykırı bir saldırıdır. Gerçek şu ki, Almanya’daki pek çok insan, böyle bir saldırı yürüten bir ülkeyle anma törenleri düzenlemekte zorlanıyor.

Anma konusuna gelince, ikisini tamamen ayırmak elbette mümkün değil. Çünkü her iki durumda da —o zaman da bugün de— konu Nazizm’e, daha doğrusu neo-Nazizme karşı mücadeledir. Ukrayna’daki bu tür eğilimleri örneğin Bandera gibi Nazi işbirlikçilerine tapınmada, Azov Taburu gibi militan oluşumlar aracılığıyla Nazi ideolojisinin yayılmasında, Rusçaya, Rus kültürüne, tarihine, hatta Rus Ortodoks Kilisesi’ne karşı çıkarılan yasalarda görüyoruz. Bu bizi gerçekten son derece endişelendiriyor. İkinci Dünya Savaşı ve günümüz elbette farklı dönemler, fakat bu kez de karşımızda bizimle askeri olarak savaşmak isteyen büyük bir Batılı devletler grubu var.

Soru: Bu doğru değil, Kiev hükümeti ile faşist Nazi rejimi arasında hiçbir paralellik yok. Naziler Doğu’da bir imha savaşı başlattı ve Holokost’ta altı milyon Yahudi’nin öldürülmesinden sorumlu. Devlet Başkanı Zelenskiy’nin kendisi de Yahudi. Ayrıca şunu da belirtmeliyiz: Rusya’nın, Ukrayna’nın Krivoy Rog kentine düzenlediği saldırısında en az 14 kişi öldü, aralarında altı çocuk da vardı. Rusya bir yandan Kızıl Ordu’nun manevi mirasını sahipleniyor ama aynı zamanda komşu bir ülkeye, eski bir Sovyet müttefikine karşı acımasız bir saldırı savaşı yürütüyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Öncelikle, Krivoy Rog’daki olaylarla ilgili hangi kaynaklardan bilgi aldığınızı bilmiyorum. Savunma Bakanlığımızın açıklamalarına göre, ki ben sadece resmi bilgilerle hareket edebilirim, biz prensip olarak sivil hedefleri, ne okulları ne de hastaneleri bombalamıyoruz. Bu bizim için kabul edilemez. Askeri hedeflere, ordu mensuplarına ve paralı askerlere karşı operasyon yürütüyoruz. Ayrıca, Devlet Başkanı Putin söz verdi ve bunu ABD Başkanı Trump’a da iletti, enerji altyapısı tesislerine saldırmayacağız. Biz buna, enerji tesislerimizi gece gündüz bombalayan Ukrayna ordusunun aksine sadık kalıyoruz. Rusya’da da Ukrayna saldırıları nedeniyle yüzlerce insan ölüyor ve yaralanıyor. Lütfen bunu da dikkate alın.

Soru: Elimizde farklı bilgile var, gözlemcilere göre Rusya sivil altyapıya saldırıyor, bu bir gerçek. Ama Donald Trump’tan bahsettiniz: Yeni Amerikan yönetimi göreve geldiğinden beri Rusya politikasını temelden değiştirdi. Fakat son zamanlarda Trump’ın veya Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun üslubu değişti. Amerikalılar sabrını yitiriyor gibi görünüyor. Rusya zaman mı kazanmaya çalışıyor?

Bu bağlamda 80. yıl dönümü hakkında bir şey daha söylememe izin verirseniz: Devlet Başkanı Trump’ın Nazilere karşı ortak mücadelemize büyük saygı duyduğunu hatırlatmak isterim. Ayrıca, ABD Başkan Yardımcısı Münih gezisi sırasında Dachau toplama kampını ziyaret etti. Bunlar ilişkilerimizin değer verdiğimiz tarihi yönleri. Amerika Birleşik Devletleri ile ikili ilişkilere gelince, henüz yolun başındayız.

Soru: 9 Mayıs’ta Amerikalılarla birlikte mi kutlayacaksınız?

Bu henüz belli değil. Her halükârda herkesi bu günü bizimle birlikte kutlamak için Moskova’ya davet ediyoruz. Resmi teyitler hakkında bilgim yok, daha zaman var.

Soru: Moskova hangi somut alanlarda Washington ile tekrar daha yakın işbirliği yapacak?

Önceki ABD yönetimi ilişkiyi neredeyse sıfıra indirmişti. Çok şeyi yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Gerek diplomatik alanda gerekse iktisadi alanda, şu anda ilgili görüşmeler yapılıyor. Temsilcilerimiz kısa süre önce Amerika Birleşik Devletleri’ndeydi. Rusya’ya karşı uygulanan kendi yaptırımları nedeniyle ABD ekonomisinin uğradığı zarar çok büyük. 300 milyar dolarlık kayıptan bahsediyoruz. Mevcut Amerikalı meslektaşlarımız bu kayıpları telafi etmekle ilgileniyorlar. Ayrıca, ABD’lilerle küresel bir gündemimiz var: gelecek yıl şubat ayında sona erecek olan Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması’ndan (START), Orta Doğu’daki küresel sorunlara ve Ukrayna’ya kadar. Ancak şimdi öncelikli olarak ikili meseleler ve güvenin yeniden inşası söz konusu.

Soru: Ukrayna’da neden ciddi bir ateşkes sağlanamıyor?

Enerji altyapısına yönelik saldırılardan vazgeçme girişimini başından beri memnuniyetle karşıladık. Fakat sadece bir ateşkese değil, Ukrayna ile kalıcı, istikrarlı bir barışa ihtiyacımız var. Ve bu barışı sağlamak için bu çatışmanın nedenlerini ortadan kaldırmamız gerekiyor. Bu sadece bizim arzumuz değil. Çinli, Brezilyalı ve Afrikalı ortaklarımız da böyle görüyor. Ukrayna NATO üyesi olmamalı, tarafsız, askerden arındırılmış bir Ukrayna talep ediyoruz ve NATO üyesi ülkelerin askeri altyapısı da burada konuşlandırılmamalıdır. Bu, kalıcı bir barışın temelidir. Bu anlaşmanın uluslararası hukuk açısından meşru olması gerekiyor. Kiev’in bu yönde adımlar atması lazım. Bizim açımızdan, Devlet Başkanı Zelenskiy’nin görev süresi geçen mayıs ayında dolduğu için meşru bir başkan olup olmadığı konusunda hâlâ bazı şüpheler var.

Soru: Ukrayna liderliği, seçimlerin neden yapılamayacağına dair çok sayıda gerekçe sundu. Bunlardan biri de Rus kuvvetlerinin Ukrayna topraklarında bulunması. Peki Rusya, NATO değilse, Ukrayna için herhangi bir tür garantör gücü kabul etmeye hazır mı? Çinliler teklifte bulundu, AB de hazır görünüyor. Moskova için kim kabul edilebilir?

Ben Delfi kâhini değilim, Tanrı korusun. Herhangi bir anlaşma, ki son zamanlarda sıkça duyduğumuz güzel bir kelime, mevcut müzakerelerin konusudur. Ancak kesin olan şu ki, Ukrayna’da nereden gelirse gelsin yabancı birliklerin konuşlandırılması bizim için kabul edilemez.

Soru: Ukrayna halkı on yıllarca süper güçler arasında müzakere kozu olmak istemiyor. Kiev’in güvenlik garantilerine ihtiyacı olduğu yönündeki Ukrayna perspektifini anlıyor musunuz?

Bu yüzden her şeyin yer alacağı meşru, uzun vadeli, kalıcı ve sağlam bir barış anlaşmasından bahsediyoruz. Oraya çok şey yazılabilir. Önemli olan bizim varoluşsal çıkarlarımızın dikkate alınması. Halihazorda 2022 baharında İstanbul’dan taslaklar vardı. Bu, imzaya hazır bir anlaşma için iyi bir temeldi. Ancak sonra Batılı ülkelerden bazı temsilciler geldi ve her şeyi mahvetti.

Soru: Az önce bir anlaşmadan bahsettiniz. Yani Rusya prensipte bir anlaşmaya hazır mı?

Evet, hazırlık var, ama dediğim gibi, şeytan ayrıntıda gizlidir. Bu yüzden bu olası barış anlaşmasını ayrıntılı olarak görüşmeli ve ilgili tanımları sabitlemeliyiz. Aksi takdirde olmaz. Tarihimizde sabitlenmesi gereken bazı şeyleri sabitlemediğimiz oldu. Bunun bedelini NATO’nun doğuya doğru genişlemesiyle ödedik.

Soru: Az önce Amerikalılarla küresel bir gündeminiz olduğunu söylediniz. Bu, Ukrayna’da olası barış anlaşmasının, dünyanın geri kalanında Amerikalılar ve Ruslar arasında kararlaştırılacaklara da bağlı olduğu anlamına mı geliyor?

Başkan Trump yönetimindeki yeni ABD yönetimi Ukrayna’da bir barış düzenlemesi sağlamak istiyor. Aynı zamanda Trump, anladığım kadarıyla, Amerikan şirketlerinin lehine bazı ekonomik sorunları çözmek istiyor. Ve Avrupa’daki barış düzeni de elbette Ukrayna’daki durumla alakalı. Bazı Batı Avrupa başkentlerindeki, Avrupa’da Rusya olmadan veya Rusya’ya karşı iyi bir güvenlik düzeni kurulabileceği yönündeki hüsnükuruntu bana bilim kurgu gibi geliyor.

Soru: Kısa süre önce ARD kanalından Anne Will’e mülakat verdiniz. Orada Sayın Will, Almanların yüzde 56’sının Rusya’ya karşı büyük bir savaştan korktuğundan bahsetti. Almanya’nın Rusya’dan korkması gerekip gerekmediği sorusuna, “şimdilik” birbirleriyle savaş durumunda olmadığınızı söylediniz. Tekrar sormak istiyoruz: Rusya, Almanya’ya saldırmak ve savaşmak istiyor mu?

Öncelikle, Alman halkı, bana göre pek de objektif olmayan bu bilgi dalgasıyla oldukça güçlü bir şekilde etkilenmiş ve enfekte olmuş durumda. Farklı görüşler maalesef duyulmuyor. İkincisi: Alman makamlarının, Avrupa’daki mevcut militarizasyon atmosferi göz önüne alındığında, Rusya’nın bir tehlike olarak algılanması için ne kadar çok şey yaptığını siz de hissetmiyor musunuz? Resmi düzeyde sürekli olarak Rusya ile yakında bir savaş çıkacağından, silahlardan, zorunlu askerlikten bahsediliyor. Biz Almanya’yı hiç tehdit etmedik. Etmiyoruz da. Bizi yüzyıllara dayanan kültürel ve ekonomik ilişkiler bağlıyor. 6 bin 300 Alman firması Rusya’da aktifti, her alanda ortaklıklar vardı. Bu köprüler bizim tarafımızdan yıkılmadı. Bu gelişmeden esef duyuyoruz. Almanya ile bir daha asla savaş durumunda olacağımıza inanmıyorum ve ummuyorum. Ancak son üç yılda Zeitenwende (dönüm noktası) adına yapılanlar, halkımız için de Almanya’nın nereye doğru gittiğini tam olarak netleştirmiyor.

Soru: Kuzey Akım-2 üzerinden tekrar Rus doğalgazı satmak için ABD temsilcileriyle görüşmeler yapıyor musunuz?

Çok şükür, bu benim işim değil. Bu bir ekonomi projesi, Gazprom bu konuda doğru muhataptır. Şu anda görüşmeler olup olmadığını bilmiyorum. Şimdiye kadar sadece Amerikan iş dünyasının ilgisi hakkındaki basın bültenlerini okuyorum. Aynı zamanda Batı Avrupa’dan buna izin vermek istemeyen görüşler de duyuyorum. Fakat genel olarak Almanya’dan, durumu makul ve pragmatik bir şekilde değerlendiren ve Alman-Rus ilişkilerinin normalleşmesini arzulayan birçok ses duyuyorum. Bana göre, buradaki toplumda Rusya ile tekrar daha iyi ilişkilere sahip olma isteği artıyor. Kuzey Akım ve Kuzey Akım-2’ye yönelik sabotaj eylemlerine gelince, Almanya tarafından yürütülen soruşturmanın bir gün sona ereceğini umuyorum.

Soru: Rus temsilcilerinin Washington’da Amerikalılara ayna tuttuğunu ve ABD’nin Rusya yaptırımlarından Rusya’dan daha fazla zarar gördüğünü söylediğinizi belirtmiştiniz. Tersinden bakarsak, henüz muaf olduğunuz gümrük vergilerinden de korkmuyor musunuz?

Kısa süre önce Devlet Başkanı Putin Moskova’daki bir etkinlikte yaptırımlarla ilgili güncel rakamları açıkladı. Tüm bu yıllar boyunca toplamda yaklaşık 29 bin bu tür önlem alındı. Ve buna rağmen hâlâ hayattayız. Ekonomimiz uyum sağladı, büyüyor, girişimciliğimiz aktif. Elbette sorunlar var, bunu gizlemeyeceğiz. Ayrıca, dost ülkelerden firmalar, Batılı ortaklarımızın bıraktığı boşlukları hemen doldurdu.

Soru: Donald Trump’ın, Richard Nixon’ın 1972’de Çin’e giderek Çinlileri Sovyetler Birliği’nden uzaklaştırma stratejisine benzer bir hamle yapmak istediği yönünde bir tez var. Yani, Rusya’yı yeniden Batı’ya, Avrupalı bir ulus olarak çekmeye çalıştığı; böylece Rusya ile Çin arasındaki yakınlaşmanın, ABD’ye karşı bir blok oluşturmasının önüne geçmeyi hedeflediği söyleniyor. Sizce bu görüşte doğruluk payı var mı? Batılı komşularınıza yeniden yakınlaşmak mı istiyorsunuz, yoksa Çin’le kurduğunuz ilişkilerden daha mı rahatsınız?

Çinlilerle rahatız. Karşılıklı çıkarlarımız var, birbirimizi anlıyoruz, iktisadi çıkarlarımız var. Ayrıca, Çin ile stratejik ortaklığımız ve dostluğumuz üçüncü devletlere karşı yönelik değil.

Soru: Geçtiğimiz üç yıl boyunca Rusya Büyükelçiliği ile Alman hükümeti arasında neredeyse bir durgunluk yaşandı. Başbakan Friedrich Merz ile tekrar daha yoğun bir temas bekliyor musunuz?

Alman halkının seçtiği Federal Hükümet ile işbirliği yapacağız ama elbette sadece seçim programlarına değil, somut eylemlere göre hareket edeceğiz. Yeni hükümetin Rusya’ya karşı nasıl davranacağı konusundaki en önemli kriter budur.

Soru: Friedrich Merz seçim kampanyasında defalarca Ukrayna’ya Taurus füzelerinin teslim edilmesini talep etti. Bu gerçekleşirse ne anlama gelir?

Bu gerilimin tırmanması olur. Kursk’taki Alman tankları bile vatandaşlarımız arasında öfkeye neden oldu. Bu, oldukça acı veren belli tarihsel anımsatmalar yaratıyor. Şimdi bir de daha uzun menzilli Taurus ortaya çıkarsa, bu yeni bir nitelik demek. Ukrayna ordusu bu füzeleri kullanamaz. O zaman Alman uzmanların bu füzeleri yönlendirmesi gerekir. Bunu yeni bir durum olarak değerlendirecek ve ilgili kararları alacağız. Fakat Taurus füzeleri de cephe hattındaki durumu temelden değiştirmez.

Soru: Alman Federal Meclisi’ndeki en büyük ikinci parti AfD, oldukça Rusya dostu bir parti. AfD temsilcileri ile Rusya Büyükelçiliği arasında görüşmeler var mı?

Almanya’daki tüm partilerle, tüm meşru siyasi güçlerle —ister kırmızı, ister yeşil, ister siyah olsun— konuşuyoruz. On iki milyon Alman AfD’yi seçiyorsa, bu onların meşru kararıdır. Ancak Almanya’da Rusya yanlısı partiler görmüyorum,

Soru: Yaptırımlar konusuna dönersek: Önce Moskova’dan New York’a direkt uçuş imkânı mı olacak, yoksa daha ziyade Moskova-Berlin güzergâhı mı?

Berlin’e seferleri biz durdurmadık. Uçuş bağlantılarının çalışmasından her zaman yanaydık. Ve sadece Berlin’e değil, Köln, Düsseldorf, Münih veya Dresden’e de çok sayıda bağlantımız vardı. Amerikalıların bu tür direkt uçuş bağlantılarına gerçek bir ilgisi varsa, ben de bunu destekliyorum. Almanya’ya uçuş güzergâhlarına gelince: Elbette bundan yanayım. Ancak Alman tarafının bunu gerçekleştirmek isteyip istemediği bana sorulacak bir soru değil. Hâlâ birkaç bin Alman şirketi Rusya pazarında aktif ve hepsi iyi rakamlar yazıyor. İnanın bana, bu arada bazı Alman iş insanlarıyla konuştum. Hepsi kalmaya devam etmek istiyor ve memnunlar. Size bir sır daha vereyim: Kalan firmaların çoğu Rusya’daki işlerini daha da genişletmek istiyor.

Dünya Basını

Şin-Bet Direktörü’nün yeminli beyanı ne anlama geliyor?

Yayınlanma

Yazar

Şin-Bet Direktörü Ronen Bar, Yüksek Mahkeme’ye sunduğu yeminli ifadede Başbakan Netanyahu’nun kendisinden yasalar yerine şahsen kendisine itaat etmesini talep ettiğini ve güvenlik kurumunu kişisel çıkarları için kullanmaya çalıştığını açıkladı.

Netanyahu ile ilgili bu iddialar çokça dile getirilmiş olsa da ilk kez hukuki bağlayıcılığı olan bir mahkeme önünde üstelik görevdeki bir isim tarafından belgeleriyle gündeme getiriliyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz hem Bar’ın iddialarını hem de bu iddiaların İsrail açısından ne anlama geldiğini inceliyor:

***

Bu bir tatbikat değil: Ronen Bar’ın yeminli beyanı İsrail kritik bir uyarı niteliğinde

Şin Bet Direktörü, Yüksek Mahkeme’ye sunduğu resmi beyanda, Netanyahu’nun kendisine devlete ve yasalarına değil, şahsen kendisine sadakat göstermesini talep ettiğini açıkladı; yargıçların bu konudaki yanıtı, İsrail demokrasisinin ve güvenliğinin geleceğini şekillendirecek.

Yuval Yoaz / Times of Israel

Şin Bet Direktörü Ronen Bar’ın pazartesi günü İsrail Yüksek Mahkemesi’ne sunduğu yeminli beyan, İsrail halkı için kritik bir uyarı niteliğinde.

Ülkenin başlıca güvenlik kurumlarından birinin başkanı, mahkemeye resmî ve açık biçimde, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun kendisinden şahsi sadakat talep ettiğini yani yasalara ya da mahkemelere değil, doğrudan başbakana itaat etmesini istediğini ve Netanyahu’nun Şin Bet’in geniş etki alanına sahip imkân ve yeteneklerini kişisel ve siyasi çıkarları için sistematik biçimde kullanmaya çalıştığını beyan etti.

FT: İsrail anayasal krizin eşiğinde

Tehlike çanları sadece çalmakla kalmıyor adeta sağır ediyor.

Mahkemenin Bar’a beyanını sunması için verdiği sürenin bitmesine dakikalar kala, yargıçların masasının üzerine iki belge ulaştı. Bunlardan yalnızca biri kamuya açık. Bar’ın sekiz sayfadan oluşan kamuya açık yeminli beyanı 4 Nisan’da yargıçlara gönderdiği mektubun içeriğini detaylandırıyor. Gizli yeminli beyanı ise 31 sayfa ve beş ek belge içeriyor.

Mahkemenin kararı gereği, kamuoyu bu detaylı beyana tam erişemeyecek. Ancak belge başbakana ve yakın çevresine de teslim edildiği düşünüldüğünde sızıntı ihtimal dışı değil. Ayrıca yargıçlar, görevden alma konusundaki kararlarında bu belgelerin özetini kullanabilirler. Söz konusu görevden alma kararı, geçen ay Netanyahu’nun yönlendirmesiyle kabine tarafından oybirliğiyle alınmış ve bu da mahkemenin şu anda değerlendirmekte olduğu itirazlara yol açmıştı.

Netanyahu’nun da mahkemeye perşembe günü sunması gereken yanıtında bu yeminli beyanın yankılarının yer alması bekleniyor tabi son anda geri adım atmazsa.

Bar’ın beyanının ardından, Netanyahu’nun ofisi hemen bir açıklama yayınlayarak “Ronen Bar, Yüksek Mahkeme’ye sahte bir yeminli beyan sundu, bu yakında detaylı şekilde çürütülecek” dedi. Ancak, bu çürütmenin Netanyahu’nun sunacağı yeminli beyanda yer alacağına dair bir taahhüt verilmedi.

Bar’ın 31 sayfalık gizli belgesini bir kenara bırakırsak, sadece kamuya açık yeminli ifadesi bile okuyucuları şaşkına çevirmeye yetiyor.

Yüksek Mahkeme, Şin-Bet kararına itirazları dinledi

Bar’ın Netanyahu hakkında dile getirdiği birçok iddia yıllardır kamuoyunda tartışılmış olsa da bu durum tamamen farklı. Çünkü hukuki bağlayıcılığı var. Suçlamalar artık bizzat Shin Bet şefi tarafından açık ve net bir şekilde dile getiriliyor ve mahkemeye yeminli ifade niteliği taşıyan imzalı bir beyanname ile sunuluyor.

Bar’ın sunduğu her önemli iddia, İsrail’i sarsacak nitelikte birer bomba:

  • Netanyahu, olası bir anayasal kriz durumunda Bar’dan, Yüksek Mahkeme’ye değil kendisine itaat etmesini istemiş. Bu tür bir talepte bulunulması bile soruşturulması gereken ciddi bir suç niteliğinde.
  • Netanyahu, Bar’a, devam eden ceza davasında mahkemede ifade vermesini engelleyecek bir güvenlik gerekçesi yayınlaması için defalarca baskı yapmış. Bu yönde Netanyahu’nun çevresinden biri tarafından hazırlanan bir taslak Bar’a imzalanması için iletilmiş, ancak Bar imzalamayı reddetmiş.
  • Netanyahu, Bar’dan Şin Bet’in gözetleme araçlarını İsrail vatandaşlarına karşı – özellikle de 2023’te hükümetin yargı reformuna karşı düzenlenen protesto hareketinin liderlerine karşı – kullanmasını istedi. Bu talebine gerekçe olarak sözde “yıkıcı faaliyet” iddialarını öne sürdü. Bu, Şin Bet’in siyasi faaliyetlerden uzak durma ilkesini ve ifade özgürlüğünü hiçe saymak anlamına geliyor.
  • Netanyahu bu talepleri, toplantıların sonunda, askeri sekreteri ve ses kayıt cihazını kullanan görevlileri odadan çıkardıktan sonra, yani kayda geçmesini önlemek amacıyla sözlü olarak iletmiş.
  • Bar, Başbakan Netanyahu ve Kabine Sekreteri Yossi Fuchs’a mektup göndererek, 7 Ekim’de Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırı ve katliamla ilgili olayların soruşturulması için devlet düzeyinde bir komisyon kurulmasının ulusal güvenlik açısından taşıdığı önemi detaylı biçimde anlatmış. Bar, bunun yalnızca yönetişim açısından doğru bir adım olacağı için değil, aynı zamanda güvenlik kurumlarının gerekli sonuçları çıkarabilmesi ve doktrin ile kurumlarda köklü reformlar yapılabilmesi için de elzem olduğunu vurgulamış. Ancak Netanyahu, böyle bir soruşturma kurulmasına ısrarla karşı çıkmaya devam ediyor.

Bar’ın yeminli beyanından çıkan genel sonuç, asıl meselenin yalnızca görevden alınmasının profesyonel gerekçelerle mi, yoksa kişisel saiklerle mi yapıldığından ibaret olmadığını gösteriyor. Bu sorunun yanıtı fazlasıyla açık.

Netanyahu’dan yargı kararını tanımama sinyali

Asıl odak noktası artık, İsrail’in şu anda yönetiminin başında, en azından bir güvenlik kurumu lideri tarafından adı konularak ciddi şekilde suçlanan bir kişi tarafından yönetiliyor olması gerçeği.

Bar’ın beyanı iki temel anlam taşıyor:

Bunlardan ilki kanıt niteliğinde: Bar’ın bu iddiaları bir yeminli beyanla sunmuş olması, onlara hukuki ağırlık kazandırıyor. Yüksek Mahkeme, teknik olarak yeminli ifade veren kişilerin çapraz sorgulanmasına izin verebilir. Her ne kadar bu uygulama 1990’lardan bu yana kullanılmasa da mahkeme bu davada buna izin verebilir.

İkinci çıkarım ise Bar’ın tam ve gizli yeminli ifadesine eklediği belgelerle ilgili: Bar’ın gizli beyanına eklediği belgeler, iddialarını destekleyen nesnel kanıtlar sunmak için hazırlandı. Bu belgelerin kamuya açıklanmamış olması, toplantı tutanakları, karar özetleri veya iç yazışmalar gibi güvenirliğine itiraz edilmesi zor belgeler içerdiği ihtimalini artırıyor.

Bu da Netanyahu’nun kendi tezini yalnızca sözlü savunmayla değil, somut belgelerle desteklemek istemesi durumunda ciddi delil sıkıntısı yaşayabileceği anlamına geliyor.

Bar’ın yeminli beyanının kamuoyu, hukuk ve anayasa açısından etkileri derin. 7 Ekim saldırısının öngörülememesi nedeniyle görevden ayrılacağını açıklayan Bar, bu hukuki mücadeleyi şahsi çıkar için değil, devlet adına veriyor.

Bar meselesinin çözüm şekli sadece bir sonraki Şin Bet direktörünün bağımsızlığını etkilemeyecek. Bar’ın yeminli ifadesinin içindeki belgeler göz önüne alındığında çok büyük ölçüde, İsrail Devleti’nin güvenlik ve demokratik geleceğini şekillendirecek.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Chatham House: Dolar küresel istikrarsızlık kaynağı haline gelebilir

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız değerlendirme yazısı, Kasım 2024’te, Donald Trump henüz resmen işbaşına gelmeden kaleme alınmış olsa da özellikle dolar ve küresel mali sistemdeki belirleyici rolü ve Trump’a özgü ekonomik yönelimler düşünüldüğünde, yazının temel argümanı, süregiden yapısal bir eğilime ışık tutuyor. Yazının merkezindeki temel iddia, Trump’ın politikalarının, ABD dolarını yalnızca ulusal çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırmakla kalmayıp, onu küresel mali istikrarsızlığın yapısal bir kaynağına dönüştürdüğü. Doların aşırı değerlenmesi, “küresel Güney”de borç kırılganlıklarını derinleştirirken, Trump dönemiyle somutlaşan korumacı hamleler ve mali gevşeme stratejileri, ortak müdahale ve dengeleme mekanizmalarını geçersiz kılıyor. Bu bağlamda metin, sadece Trump’a özgü bir ekonomik-popülist yönelimi değil, aynı zamanda günümüz kapitalizminin merkezî finans mimarisine içkin çelişkilerin sürekliliğini de açığa vuruyor.


Donald Trump’ın politikaları, ABD dolarını küresel istikrarsızlığın bir kaynağı hâline getirme riski taşıyor

David Lubin
Chatham House
5 Aralık 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Seçilmiş Başkan Donald Trump’ın bir dolar sorunu var. Son aylarda, ABD ihracatının rekabet gücünü desteklemek ve ticaret açığını azaltmaya yardımcı olmak amacıyla “daha zayıf bir döviz kuru” yönünde belirgin bir eğilim sergiledi. Ne var ki, piyasanın ABD seçimlerinden bu yana sezdiği üzere, Trump’ın politikalarının çok daha muhtemel sonucu, doların güçlenmesi olacağa benziyor. Burada risk şu ki, halihazırda değerli olan ABD dolarının aşırı değerlenmiş olduğu daha belirgin hale gelebilir ve bu durum küresel finansal istikrarsızlık riskini artırabilir.

Dolar, son birkaç on yılda inişli çıkışlı bir seyir izledi. Örneğin, BIS verilerine göre, 2002’den 2011’e kadar dolar, enflasyona göre ayarlandı ve ticaret ağırlıklı bazda yaklaşık yüzde 30 zayıfladı. Ancak 2011’den bu yana geçen yıllarda dolar güçlendi ve şu anda da 1985’ten bu yana görülmemiş ölçüde yüksek bir değer seviyesine ulaştı.

Bu inişli çıkışlı seyri belirleyen temel etken, genel hatlarıyla, küresel ekonomik canlılık dengesidir: ABD ekonomisi dünyanın geri kalanına kıyasla ivme kazandığında, dolar güçlenme eğilimi gösterir; bunun tersi de geçerlidir, yani ekonomi küçüldüğünde dolar da zayıflar.

Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) katılmasının ardından, ekonomik dinamizm dengesi ABD aleyhine, Çin ve diğer gelişmekte olan ekonomiler lehine kesin biçimde kaydı. Bu, emtia patlamasının yaşandığı on yıldı: En uzun ve en büyük barış dönemi olan yaklaşık 200 yılda emtia fiyat artışı yaşanmış ve Çin ekonomisindeki sürekli yükseliş, gelişmekte olan dünyada GSYİH artışını desteklemiştir. Sonuç, doların zayıflaması olacaktı.

Fakat 2011 sonrasında, Avro bölgesi krizi ve bunun artçı etkileriyle birlikte Çin ekonomisindeki durgunluk gibi bir dizi etken, ekonomik dinamizm dengesini yeniden ABD lehine çevirdi. Böylece dolar yeniden güç kazandı.

Ve Avrupa ile Çin ekonomileri halen oldukça kırılgan olduklarından, ekonomik dinamizm dengesinin ABD doları lehine işlemeye devam etmesi muhtemel duruyor.

Trump’ın ikinci başkanlık döneminde doların daha da güçleneceğine işaret eden iki önemli etken daha var.

Birincisi, Donald Trump’ın önerdiği ithalat tarifelerinin döviz kuru üzerindeki etkileri. ABD bir ticaret ortağına gümrük vergisi uyguladığında, döviz piyasası genellikle söz konusu ticaret ortağının para birimini satar; bu da, tarifenin yol açtığı dolar cinsinden fiyat artışını telafi etmek üzere o para biriminin değer kaybetmesine neden olur.  Bu manzara, Trump’ın 2018 Ocak’ında, Çin’e yönelik ticaret kısıtlamalarını uygulamaya başlamasından sonra, Çin Yuanı’nın yaklaşık yüzde 10 değer kaybetmesini açıklamaya yardımcı olacaktır.

Buradan şu sonuç çıkarılabilir: ABD’nin ticaret ortaklarına yönelik daha geniş ölçekli tarifeler uygulaması, doları genel anlamda daha da güçlendirecektir.

Daha güçlü bir dolar aynı zamanda Trump’ın muhtemelen uygulamaya koyacağı makroekonomik çerçevenin de bir sonucu olacak. Trump, 2017’de yürürlüğe giren ve 2025’te süresi dolacak olan vergi indirimlerini uzatmak isteyeceğinden, ABD maliye politikasının daha uzun süreli bir gevşeme sürecine girmesi olasıdır. ABD ekonomisini canlandırmanın enflasyonist baskı yaratacağı göz önüne alındığında, piyasa faiz oranlarının beklenenden daha yüksek seviyelere çıkması da ihtimaller dahilinde. Gevşek maliye politikası ile sıkı para politikasının bir arada uygulanması, genellikle para biriminin güçlenmesiyle sonuçlanır.

Doların yükselmeye devam etmesi için oldukça fazla alanı var, çünkü henüz açık biçimde aşırı değerlenmiş sayılmaz. ABD’nin bir ülkenin dış ticaret açığının en geniş ölçütü ve finansal kırılganlığın kaba ama verimli bir göstergesi sayılan cari açığı, geçtiğimiz yıl GSYİH’nin biraz üzerinde, yüzde 3 seviyesindeydi.

Bu oran, 2008 küresel finansal krizinden hemen önce, 2006’da ulaşılan düzeyin yaklaşık yarısı; bu da, aşırı değerlenmiş bir dolardan kaynaklanabilecek risklerin Trump’ın ikinci başkanlık döneminin ilerleyen safhalarına sarkabileceği anlamına geliyor.

Güçlenen bir dolar, dünya ekonomisinin geri kalanı için de pek iyi haber değil. Güçlü bir dolar, küresel ticaret büyümesini baskılayarak, gelişmekte olan ülkelerin uluslararası sermaye piyasalarına erişimini kısıtlayarak ve para birimleri değer kaybeden ülkelerin enflasyonu kontrol altında tutmasını zorlaştırarak olumsuz etki yaratır.

Doların sürdürülemez biçimde pahalı hale geldiği durumda ise, başka bir sorun ortaya çıkacaktır: Finansal istikrarı ciddi biçimde sarsmadan aşırı değerli bir para birimiyle nasıl başa çıkılacağı.

Bu sorun en son 1985 yılı başlarında, doların herkesçe dehşet derecede pahalı görüldüğünde yaşanmıştı. O zamanlar ABD, güvenlik şemsiyesine bağımlı olan ticaret ortaklarını -Birleşik Krallık, Almanya, Fransa ve Japonya- devreye sokarak, döviz piyasasında bir dizi koordineli müdahalenin doların kontrollü biçimde değer kaybetmesini sağladığı “Plaza Anlaşması”nı müzakere edebilmişti.

Bugün benzer bir anlaşmanın müzakere edilmesi neredeyse hayal dahi edilemez, bilhassa da Çinli politika yapıcılar “Plaza” sonrasında 1980’lerin sonunda Yen’in değer kazanmasının Japonya için bir ekonomik felakete yol açtığına inandıkları için. Pekin, muhtemel ki bu oyuna dahil olmayacaktır.

Doların kontrollü bir şekilde değer kaybetmesi için çok az alan olması nedeniyle daha kaotik alternatiflerin gündeme gelmesi olası görünüyor.

Bunlardan biri, piyasanın bir noktada pahalı dolar cinsinden varlıklara artık ilgi duymamaya karar vermemesi olabilir, ki bu da döviz piyasasında düzensiz bir ayarlamaya neden olacaktır.

Bir diğer muhtemel senaryo ise Trump’ın bizzat doları zayıflatmaya çalışmasıdır. Ancak bunu gerçekleştirmek için başvurabileceği hemen her yöntem -yabancıların ABD varlıklarını satın almasına sermaye kontrolleri getirmek ya da ABD Merkez Bankası’nın bağımsızlığına müdahale etmek gibi- ABD’nin finansal itibarını ciddi biçimde zedeleyecek bu da bir kez daha kaotik sonuçlara yol açacaktır.

Nihayetinde Trump, doların küresel istikrarsızlık kaynağı haline gelmesini pek umursamayabilir. Nitekim seçilmiş Başkan Yardımcısı JD Vance geçtiğimiz yıl, doların küresel rezerv para birimi olma rolünün, Amerikalıların “çoğu gereksiz ithal ürünlere yönelik aşırı tüketimini” sübvanse ettiğini savunmuştu.

Bu türden bir bakış açısı, çöküş halindeki dolarda belli “faydalar” görebilir. Ancak dünyanın geri kalanı açısından, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde doların kaderi kaybet-kaybet senaryosuna dönüşebilir: Ne güçlü bir dolar ne de onu zayıflatan karmaşık bir ayarlama süreci, küresel ekonomiye fazla bir fayda sağlayacaktır.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

FT: Xi’nin eli neden Trump’tan daha güçlü?

Yayınlanma

Gideon Rachman, Financial Times baş dış ilişkiler köşe yazarı
14 Nisan 2015

Xi’nin eli neden Trump’tan daha güçlü?

Beyaz Saray, Çin ile giriştiği gümrük vergisi savaşında güç dengesini yanlış hesapladı.

Şüpheye düştüğünüzde büyük harf kullanın. “HİÇ KİMSE ‘kurtulmuş’ değil,” dedi Donald Trump pazar günü — ABD’nin akıllı telefonlar ve tüketici elektroniği ürünlerini gümrük vergilerinden muaf tutacağını açıklamasına getirdiği kafa karışıklığının ardından.

Bu muafiyet, geçen hafta Çin’den gelen tüm ürünlere yüzde 145 “karşılıklı” vergi uygulanacağını duyuran politikanın bir değişikliğiydi — ki o da birkaç gün önce açıklanan oranlara dramatik bir artıştı. Takip edebiliyor musunuz?

Yalnızca yüzeysel bir gözlemci bile tüm bu ani gümrük vergisi değişimlerinin Beyaz Saray’daki bir kaosun göstergesi olduğunu düşünebilir. Trump destekçileri ise aynı fikirde değil. Finansçı Bill Ackman, önceki sert geri dönüşü “mükemmel bir icraat… anlaşma sanatı dersi…” olarak övdü.

Başkanın en sadık destekçileri hâlâ onun usta bir stratejist olduğunu savunuyor. Aksi yönde düşünenler ise “Trump Saplantı Sendromu” (TDS) ile suçlanmayı göze alıyor.

Ne yazık ki ben hâlâ bu sendromdan muzdaribim. (Aşısı yasaklandı.)

Ateşli zihnime göre, Trump Çin’le oynadığı bu gümrük vergisi pokerinde elinin sandığından çok daha zayıf olduğunu yeni fark ediyor. Bunu ne kadar geç kabullenirse — hem kendisi hem ABD o kadar çok kaybeder.

Trump ve ticaret savaşçıları, Çin’in gümrük vergisi çatışmasında otomatik olarak dezavantajlı olduğunu varsayıyor. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, Çin’in “elinde sadece iki ikili var… Biz onlara sattığımızın beşte birini onlardan alıyoruz, bu da onlar için kaybedilen bir el” diye savundu.

Ancak Trump ve Bessent’in bu mantığının zayıf noktalarını Adam Posen’in Foreign Affairs’deki son makalesi net biçimde açıklıyor. Posen’in işaret ettiği gibi, Çin’in ABD’ye çok daha fazla ihracat yapıyor olması aslında bir zayıflık değil, bir koz.

ABD Çin’den ürünleri hayır işi olsun diye almıyor. Amerikalılar Çin’in ürettiği şeyleri istiyor. Eğer bu ürünler çok daha pahalı hale gelirse — ya da raflardan tamamen kaybolursa — zarar görecek olan Amerikalılar olur.

Akıllı telefonlar konusundaki ikilemin önemi, Trump’ın sonunda sessizce kabul etmek zorunda kaldığı bir gerçeğe işaret ediyor: Gümrük vergilerini ihracatçılar değil, ithalatçılar öder.

Amerika’da satılan akıllı telefonların yarısından fazlası iPhone ve bu iPhone’ların yüzde 80’i Çin’de üretiliyor. Eğer fiyatları iki katına çıkarsa, Amerikalılar yüksek sesle şikâyet eder. “Özgürlük günü”, kimsenin akıllı telefonlarından kurtulacağı gün olmamalıydı.

Telefonlar ve bilgisayar ekipmanları, geri adım atılması muhtemel en belirgin kalemler. Ancak tek örnekler bunlar değil. Trump, yazın çok sıcak geçmemesini ummak zorunda; çünkü dünyadaki klima üretiminin yaklaşık %80’i Çin kaynaklı. ABD’nin ithal ettiği elektrikli fanların dörtte üçü de Çin’de üretiliyor. Beyaz Saray Noel’e kadar bu ticaret savaşının bitmesini isteyecektir; zira ithal ettiği oyuncak bebeklerin ve bisikletlerin %75’i de Çin’den geliyor.

Peki tüm bu şeyler ABD’de üretilebilir mi? Belki evet. Ama bunun için yeni fabrikaların kurulması gerekir ve nihai ürünler çok daha pahalı olur.

Trump kötü manşetlerden nefret eder ve bu manşetlerin ortadan kaybolmasını ister. Bu yüzden kıtlık ve enflasyonun acısını çekmek yerine, tarifelerden muaf ürünler listesine daha fazla madde eklemesi olası.

Bu koşullarda, Çin bekleyebilir. Ama eğer Pekin işin çirkinleşmesini isterse, kullanabileceği gerçekten güçlü kozlara sahip.

Amerikalıların bağımlı olduğu antibiyotiklerin neredeyse %50’sinde kullanılan bileşenler Çin’de üretiliyor. ABD Hava Kuvvetleri’nin bel kemiği olan F-35 savaş uçakları, Çin’den tedarik edilen nadir toprak elementlerine ihtiyaç duyuyor. Çin ayrıca ABD hazine tahvillerinin en büyük ikinci yabancı sahibidir — bu da piyasa baskı altındayken önemli hale gelebilir.

ABD yönetimi, Amerikalıların eksikliğini hissetmeyeceği bir ithalat kategorisi bulsa bile — Çin’e ciddi zarar verebilmesi pek mümkün görünmüyor.

Amerikan pazarı, Çin’in ihracatının yalnızca %14’ünü temsil ediyor. Pekin’deki Avrupa Ticaret Odası’nın eski başkanı Joerg Wuttke, Amerikan tarifelerinin “rahatsız edici olduğunu ama Çin ekonomisi için tehdit oluşturmadığını… Ekonomi 14-15 trilyon dolarlık ve ABD’ye yapılan ihracat sadece 550 milyar dolar” diyerek durumu özetliyor.

Beyaz Saray ısrarla, Başkan Xi Jinping’in telefonu kaldırıp aramasını istiyor. Ama Trump geri çekilirken, Çin liderinin konuşması için hiçbir teşvik yok — hele ki merhamet dilemesi için.

Çin Komünist Partisi tarafından sıkı kontrol edilen otoriter bir sistem, büyük ihtimalle siyasi ve ekonomik acılara ABD’den daha iyi dayanabilir. ABD’deki ekonomik çalkantılar ise hızla siyasi baskıya dönüşür.

Xi de elbette kendi büyük hatalarını yapabilir. Çin’in Covid-19 salgınını ele alışı bunun bir kanıtı. Ancak Çin, ABD ile bir ticaret hesaplaşmasına uzun süredir hazırlanıyor — ve seçeneklerini baştan sona düşünmüş durumda. Buna karşılık, Beyaz Saray ise her şeyi anlık kararlarla yürütüyor.

Trump, kaybedeceği bir el dağıtmış durumda. Er ya da geç, elini bırakmak zorunda kalacak.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English