Bizi Takip Edin

Ortadoğu

Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi, mezhepçi katliamlara dair nihai raporunu yayımladı

Yayınlanma

İskandinav İnsan Hakları Enstitüsü Başkanı Dr. Heysem Menna liderliğindeki Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi, Suriye’nin sahil bölgelerinde ve civarında Alevi sivillere yönelik sistematik katliamları ve mezhepçi temizlik uygulamalarını belgeleyen nihai raporunu yayımladı. Rapor, yeni yönetimin kontrolündeki bölgelerde işlenen vahşi cinayetleri, tehcir uygulamalarını ve yağma suçlarını detaylandırıyor.

İskandinav İnsan Hakları Enstitüsü’nün başkanlığını yürüten hukukçu ve Suriyeli muhalif aktivist Dr. Heysem Menna liderliğindeki Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi, Suriye’nin sahil kentleri Lazkiye ve Tartus’un yanı sıra Humus ve Hama vilayetlerinde Alevi sivillere yönelik işlenen ağır insan hakları ihlallerini ve katliamları belgeleyen nihai raporunu yayımladı.

22 Nisan tarihli rapor, 8 Aralık’ta Beşar Esad hükümetinin düşmesinin ardından bölgede kontrolü ele alan yeni yönetimin uyguladığı sistematik şiddet ve ayrımcılık politikalarına dikkat çekiyor.

Sistematik şiddet ve ayrımcılık

Rapor, Suriye sahil bölgelerinde sivillere yönelik yaygın şiddetin sistematik bir model izlediğini ortaya koyuyor.

Belgelenen ihlaller arasında saha infazları, işkence, tehcir, mülk yağmalama ve yıkım ile keyfi işten çıkarmalar yer alıyor. Özellikle Alevi toplumuna mensup belirli bir nüfus grubunun hedef alındığı vurgulanıyor.

Komite raporunda, bu ihlallere hükümet güçleri, güvenlik unsurları, yerli silahlı unsurlar ve yeni askeri komutanlığa bağlı yabancı silahlı grupların karıştığı belirtildi.

Görgü tanığı ifadeleri, cesetlerin gömülmesinin engellenmesi, evlere el konulması ve sivillerin alenen aşağılanması gibi vakaların belgelendiğini gösteriyor. Bu eylemlerin, belirli gruplara mezhepçi saiklerle zarar verme yönünde açık bir niyet taşıdığı ifade ediliyor.

Rapora göre, bazı dini merciilerden yayılan nefret söylemi ve cihat çağrıları ile bazı medya kuruluşlarının Alevi toplumuna karşı yürüttüğü yayınlar, mezhepçi kışkırtmayı tırmandırarak toplumsal ayrışmayı derinleştirmede temel bir faktör oldu.

Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi: Sahil bölgesinde soykırım işlendi

HTŞ yönetiminin politikaları: Ayrımcılık ve etnik temizlik

8 Aralık’ta ülkede kontrolü ele alan Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki yeni yönetim, “düşman yaratma” politikasını dini ve mezhepçi temelde benimsedi. Rapor, yeni yönetimin, eski hükümete mensup olduğu düşünülen şahıslara yönelik “kan temizliği” adı altında keyfi işten çıkarmalar ve tutuklamalar başlattığını, özellikle Alevi memurların hedef alındığını belirtiyor. Kamu sektöründeki çalışanların yüzde 28’inden fazlasının işten çıkarıldığı, bu sayının ilgili bakanlıklar tarafından da doğrulandığı aktarılıyor.

Yeni yönetim, eski güvenlik ve ordu mensuplarını da hedef aldı. Rapor, yaklaşık 13 bin eski asker ve subayın tutuklandığına dair kesinleşmiş bilgiler olduğunu, bunların akıbetinin bilinmediğini belirtiyor. Irak ve Lübnan’a kaçan eski askerlerin de yeni yönetime teslim edildiği ve akıbetlerinin belirsiz olduğu ifade ediliyor.

Sahil bölgelerinde vahşetin boyutları

Rapor, 7 Mart’tan tarihinden itibaren Suriye sahilinde yaşanan katliamları detaylandırıyor. Ceble civarındaki el-Daliye köyünde başlayan olaylar, güvenlik güçlerinin bir genci alıkoyma girişimi sırasında halkın direnmesiyle çatışmaya dönüştü. Çatışmaların ardından güvenlik güçleri ve onlara bağlı gruplar, el-Daliye ve çevresindeki köylere rastgele topçu ateşi açtı.

El-Muhtariye köyünde 7 Mart’ta yaşanan katliamda, aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların da bulunduğu 128’den fazla sivilin öldürüldüğü belgelendi. Görgü tanığı ifadeleri ve videolar, yaralıların sürünmeye zorlandığını, hayvan sesleri çıkarmaya mecbur bırakıldığını ve ardından infaz edildiğini gösteriyor. Cesetlerin günlerce sokaklarda kaldığı, ailelerin cenazeleri gömmesinin engellendiği belirtiliyor.

El-Şeer köyünde yaşananlarda ise sivillerin demir zincirler ve çivili sopalarla işkence gördüğü, aşağılandığı ve soğukkanlılıkla öldürüldüğü aktarılıyor. Bu köyde 65 sivilin hayatını kaybettiği, evlerin yakıldığı ve yağmalandığı ifade ediliyor.

Barabişbo köyünde yine 7 Mart’ta yaşanan saldırıda 44 sivilin öldürüldüğü, evlerin ve mülklerin yakılıp yıkıldığı, tarım arazilerinin yağmalandığı belirtiliyor. El-Şalfatiye köyünde 37 sivilin öldürüldüğü, evlerin ve iş yerlerinin yağmalandığı, el-Datur mahallesinde ise 65 sivilin öldürüldüğü, 13 kişinin gözaltına kaybedildiği ve cesetlerin günlerce sokaklarda kaldığı rapor ediliyor.

El-Kardaha civarındaki köylerde (Kubbu el-Avamiye, Ayn el-Arus, Beni İsa) ve Banyas civarındaki köylerde (Barmaya, Askalebe, el-Hattaniye, Fneytek, el-Meydan, Hammam Vasıl) da benzer katliamlar yaşandığı, evlerin yakıldığı, mülklerin yağmalandığı ve sivillerin hedef alındığı rapor ediliyor. El-Rasafa köyünde 7 Mart’ta yaşanan saldırıda 33 sivilin öldürüldüğü, evlerin ve iş yerlerinin yağmalandığı, hayvanların çalındığı belirtiliyor.

Raporun hukuki analiz bölümünde, Suriye sahilinde yaşanan katliamların ve sistematik Alevi sivillerin hedef alınmasının, 1948 Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde tanımlanan soykırım ve insanlığa karşı suçlar kapsamına girebileceği ifade ediliyor. Bu eylemlerin sadece doğrudan cinayetleri değil, aynı zamanda Alevi toplumunun kültürel ve dini kimliğini silmeye yönelik sistematik uygulamaları da içerdiği vurgulanıyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Suriye üzerinde doğrudan yargı yetkisi olmasa da, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin konuyu UCM’ye sevk etmesi durumunda yargılama yapılabileceği hatırlatılıyor. Ayrıca, bazı Avrupa ülkelerinde uygulanan evrensel yargı yetkisi ilkesi kapsamında, bu suçları işleyenlerin kendi toprakları dışında da yargılanabileceği belirtiliyor.

Kimler sorumlu?

Rapor, katliamlarda ve ihlallerde rol oynayan başlıca yerli ve yabancı aktörleri belirliyor. Yerli sorumlular arasında, Esad hükümetinin düşmesinin ardından askeri operasyonları yöneten ve daha sonra sahil bölgelerine yayılan Ortak Askeri Operasyonlar Odası’nın üst düzey komutanları yer alıyor.

Bunların başında HTŞ lideri Ahmed eş-Şaraa (Ebu Muhammed el-Colani) geliyor. Ayrıca, Suriye Milli Ordusu (SMO) bünyesindeki Hamza Tümeni (Seyfeddin Polat liderliğinde) ve Sultan Süleyman Şah Tümeni (Muhammed el-Casim liderliğinde) gibi gruplar ile yeni yönetime bağlı sivil ve askeri unsurlar da sorumlu tutuluyor.

Yabancı militanlar da katliamlarda aktif rol aldı. Raporda, Afgan, Çeçen, Özbek, Uygur, Türk, Faslı, Azerbaycanlı, Arnavut, Pakistanlı ve çeşitli Avrupa ülkelerinden gelen militanların bu ihlallere karıştığı belirtiliyor.

Yeni yönetimin, katliamların ardından bir soruşturma komitesi kurduğu, ancak bu komitenin bağımsızlık, şeffaflık ve uzmanlık açısından yetersiz olduğu, mağdur temsilcilerini içermediği ve yetkilerinin sınırlı olduğu eleştirisi getiriliyor. Uluslararası toplumun ve ilgili ülkelerin (özellikle Astana sürecinin garantörleri Rusya ve Türkiye) bu vahşet karşısındaki sessizliği veya yetersiz tepkisi de raporda eleştirilen bir diğer nokta.

Katliamlardan kaçanlar Lübnan’a sığındı

Katliamlar, bölgede büyük bir insani krize yol açtı. Rapor, binlerce Alevi sivilin evlerini terk ederek Lübnan’a sığındığını, burada zorlu koşullarda yaşadıklarını belirtiyor. Lübnan’daki sivil ve insan hakları örgütlerinin verilerine göre, Lübnan’da kayıtlı Suriyeli mülteci sayısı 31 bin civarında, kayıt dışı olanlarla birlikte bu sayının daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Humeymim’deki Rus üssüne sığınan yaklaşık 10 bin sivilin de evlerine güvenli dönüşlerinin sağlanması gerektiği vurgulanıyor.

Rapor, kadınların kaçırılması ve cinsel saldırı vakalarına da dikkat çekiyor. Bu eylemlerin, IŞİD ve Nusra Cephesi gibi Selefi cihatçı grupların ideolojileriyle bağlantılı olduğu, kadınların “ganimet” olarak görüldüğü belirtiliyor. Kaçırılan kadınların bir kısmının fidye karşılığı serbest bırakıldığı, ancak bazılarının akıbetinin hala bilinmediği ifade ediliyor.

Çocukların da kaçırıldığı ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi psikolojik sorunlar yaşadığı, yetersiz beslenme ve sağlık hizmetlerine erişimde zorluk çektikleri belirtiliyor.

Adalet çağrısı

Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi, raporunda bir dizi acil çağrıda bulunuyor:

— Sistematik ihlallerden sorumlu tüm kişilerin, eski veya yeni rejimden olsun, hesap vermesi için yürütme organından tamamen bağımsız, üst düzey bir geçiş dönemi adaleti organı kurulması.

— Suriye halkının mezhepsel, etnik veya siyasi kökenine bakılmaksızın tam korunmasının sağlanması.

— Suriye sahilinde, Humus ve Hama kırsalında işlenen insanlığa karşı suçları soruşturmak için bağımsız bir uluslararası soruşturma komitesi kurulması.

— Soykırım veya mezhepçi etnik temizliği kışkırtan veya bu eylemlere karışan kişi ve kuruluşlara karşı sert uluslararası yaptırımlar uygulanması.

— Mağdurlara ve ailelerine adil tazminat ödenmesi ve yerinden edilenlerin evlerine güvenli ve gönüllü dönüş hakkının sağlanması.

— Uluslararası ve insani yardım kuruluşlarının Lübnan’daki Suriyelilere karşı sorumluluklarını yerine getirmesi.

— Azınlıklara, özellikle Alevilere yönelik katliamların tekrarlanmasını önlemek için Suriye topraklarının tamamında kalıcı uluslararası izleme komiteleri oluşturulması.

— Suriye sahil bölgelerinin insani afet bölgesi ilan edilmesi ve Birleşmiş Milletler’in acil ve sürdürülebilir müdahalesinin sağlanması.

— Bağımsız medya ve insan hakları örgütlerinin etkilenen bölgelere girerek suçları belgelemesine ve durumu tarafsız bir şekilde aktarmasına izin verilmesi.

Rapor, uluslararası toplumun bu ağır ihlaller karşısındaki sessizliğinin cezasızlık ortamını pekiştirdiğini ve Suriye’de barış ve adaletin geleceğini tehlikeye attığını vurguluyor.

Bu tavsiyelerin acilen uygulanmasının sadece hukuki bir zorunluluk değil, aynı zamanda bu tür suçların gelecekte tekrarlanmasını önlemek ve hukukun üstünlüğüne dayalı, eşit vatandaşlığa sahip bir devlet inşa etmek için ahlaki bir yükümlülük olduğu belirtiliyor.

16 Şubat 2025’te kurulan Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, Suriye içinden ve dışından 13 insan hakları ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla oluşturulmuş olup yaklaşık 60 insan hakları aktivistini bünyesinde barındırıyor.

Ortadoğu

İran ve E3 ülkeleri İstanbul’da yeniden müzakere masasında

Yayınlanma

İran ve E3 ülkeleri, nükleer müzakereler kapsamında 16 Mayıs’ta İstanbul’da yeniden masaya oturacak. İran, Avrupa’nın dışlandığı bir diplomasiye karşı olduğunu vurgularken, görüşmelerin doğrudan ilerlemesini istiyor.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi, İran ve E3 ülkeleri olarak bilinen İngiltere, Fransa ve Almanya ile nükleer görüşmelerin 16 Mayıs Cuma günü İstanbul’da yapılacağını açıkladı. Irakçi, görüşmelerin dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde gerçekleşeceğini belirtti.

İran resmi ajansı IRNA’ya göre Irakçi, kabine toplantısı sonrası gazetecilere yaptığı açıklamada, “ABD ile dolaylı görüşmeler devam ederken, Avrupa ile doğrudan temaslara da hazırız” dedi. Irakçi, Avrupa ülkelerinin izlediği politikalar nedeniyle müzakerelerde bir ölçüde yalnızlaştığını ifade ederek, “Biz bu yalnızlaşmayı istemiyoruz, görüşmelerimizi sürdürüyoruz” diye konuştu.

“Pasifliği bırakın, yeniden başlayalım”

Öte yandan Irakçi, Fransız Le Point dergisinde yayımlanan makalesinde, Avrupa’nın Orta Doğu’daki diplomatik etkisinin giderek azaldığını vurguladı ve İran-Avrupa ilişkilerinde “yeni bir başlangıç” çağrısında bulundu.

E3 ülkeleri olan Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık’ı “stratejik pasiflikle” suçlayan Irakçi, bu ülkelerin ABD’nin 2015 nükleer anlaşmasından (KOEP) çekilmesinin ardından Washington’ın yaptırımlarına uyum sağlamasının Avrupa’nın güvenilirliğini zedelediğini belirtti.

Ayrıca KOEP kapsamında yer alan “snapback” mekanizmasının kötüye kullanılmasının, geri dönülmez bir krizi tetikleyebileceği uyarısında bulunan Irakçi, bunun Avrupa’nın anlaşmadaki rolünü tümüyle sonlandırabileceğini dile getirdi.

Trump’ın açıklamalarına sert tepki

İranlı Bakan, gazetecilere yaptığı açıklamada ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinde İran’ı hedef alan açıklamalarına da yanıt verdi. Irakçi, Trump’ı “İsrail’in suçlarını görmezden gelmekle” suçlayarak, “ABD Başkanı, bölgede gerçek tehdidin kim olduğunu gizlemeye çalışıyor” dedi.

İsrail’in Gazze’de yaklaşık 60 bin kişiyi katlettiğini belirten Irakçi, “Gazze’yi abluka altına alan Siyonist rejimdir. Tüm bunlar göz ardı edilirken İran bir tehdit gibi sunuluyor. Bu bir saptırmadır” ifadelerini kullandı.

Trump, Riyad’da düzenlenen Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) – ABD Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, “İran’la bir anlaşma yapmak istiyorum. Ama bunun için İran’ın terörü ve vekalet savaşlarını desteklemeyi bırakması, en önemlisi de nükleer silah peşinde koşmaktan kalıcı ve doğrulanabilir şekilde vazgeçmesi gerekiyor” demişti.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Trump-Şara görüşmesi: Beş şart masaya kondu

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump, Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile Riyad’da bir araya geldi. Trump-Şara görüşmesi, 25 yıl aradan sonra iki ülke liderleri arasındaki ilk temas oldu. Trump’ın Şara’ya beş kritik talep ilettiği açıklandı.

ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile görüştü. Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) liderleriyle yürütülen diplomasi trafiği kapsamında gerçekleşen Trump-Şara görüşmesi, iki ülke arasında 25 yıldır gerçekleşmeyen doğrudan temaslara sahne oldu.

Esad döneminin sona ermesinin ardından yeniden şekillenen Suriye denkleminde, bu görüşme “yeni bir başlangıç” olarak yorumlandı. Toplantıya, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın bizzat katıldı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise çevrim içi olarak dahil oldu.

Trump normalleşme için Şam’a haham ve pastör gönderiyor

Önce İsrail’le normalleşme…

Görüşmenin ardından Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, “Başkan Trump, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın davetiyle Ahmed Şara ile görüştü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da görüşmeye telefonla katıldı” ifadeleri yer aldı.

Leavitt’e göre, Erdoğan Trump’ı Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırdığı için takdir etti, Suudi Arabistan’la birlikte barış ve kalkınma için ortak çalışacaklarını belirtti. Selman da Trump’ın kararını “cesur” olarak nitelendirdi.

Beyaz Saray’ın açıklamasına göre Trump görüşmede, Ahmed Şara’dan aşağıdaki beş konuda adım atmasını istedi:

  • İsrail ile imzalanan İbrahim Anlaşmalarına katıl
  • Suriye’deki tüm yabancı teröristlerin ülkeden ayrılmasını sağla
  • Filistinli teröristleri sınır dışı et
  • IŞİD’in yeniden toparlanmasını önlemek için ABD’ye destek ver
  • Kuzeydoğu Suriye’deki IŞİD kamplarının yönetimini üstlen

Bu taleplerin daha önce ABD tarafından Şam yönetimine iletildiği ve Şara yönetiminin “yabancı teröristler” dışında kalan maddelerde kademeli adımlar attığı bilgisini Washington’a bildirdiği ortaya çıkmıştı.

Suriye’deki Filistin direnişi kıskaca alındı

Bu süreçte bazı Filistinli direniş örgütlerinin hedef alındığı ve liderlerinin gözaltına alındığı biliniyor. İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine yönelik söylemler de artmış durumda.

Şara’dan yatırım ve ticaret çağrısı

Beyaz Saray açıklamasında, Şara’nın görüşmede İranlı askeri güçlerin Suriye’den çekilmesini “tarihi bir fırsat” olarak değerlendirdiği aktarıldı. Şara, ABD ile kimyasal silahların yok edilmesi ve terörle mücadelede ortak çıkarları olduğunu vurguladı.

Ayrıca 1974’te İsrail ile yapılan Kuvvetlerin Ayrılması Anlaşması’na bağlılığını yineleyen Şara, Suriye’nin doğu ile batı arasında ticareti kolaylaştıracak jeopolitik bir köprü olmasını hedeflediklerini belirtti. Amerikan şirketlerini, ülkesindeki enerji sektörüne yatırım yapmaya davet etti.

Reuters: BAE, İsrail ve Suriye arasında gizli diplomatik kanal kurdu

Erdoğan: Karar tarihi, yatırım fırsatları doğuracak

Anadolu Ajansı’nın geçtiği habere göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan toplantıda Türkiye’nin, Suriye’nin komşularıyla iş birliği yapan, tehdit oluşturmayan, istikrarlı bir ülke olmasını arzuladığını vurguladı. Erdoğan, bu hedefe ulaşmak için çaba göstermeye devam edeceklerini söyledi.

Erdoğan’ın, Şam yönetiminin IŞİD ve diğer terör örgütleriyle mücadelesine Türkiye’nin destek vereceğini belirttiği; özellikle IŞİD’li teröristlerin tutulduğu kampların güvenliği ve yönetimi konusunda Türkiye’nin katkıya hazır olduğu kaydedildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump’ın yaptırımları kaldırma kararını “tarihi bir adım” olarak nitelendirerek, bu yaklaşımın diğer ülkelere de örnek olması gerektiğini ifade etti. Erdoğan, kararın ardından Suriye’de birçok alanda yatırım olanaklarının doğacağına inandığını da dile getirdi.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Nükleer anlaşma için Araplarla işbirliği teklifi

Yayınlanma

Tahran yönetimi, nükleer krizden çıkış için ABD’ye, Suudi Arabistan ve BAE gibi Arap ülkelerinin yer alacağı yeni bir nükleer anlaşma modeli sundu. Çok uluslu bu yapıda sivil yakıt üretimi devam edecek, ancak denetim artırılacak.

İran, ABD ile yaptığı son temaslarda, uranyum zenginleştirmeye devam edebileceği ancak daha sıkı denetime tabi olacak çok uluslu bir ortaklık önerdi.

New York Times’ın dört İranlı yetkiliye dayandırdığı haberine göre, Tahran, Washington’un nükleer programı tamamen sonlandırma talebine karşılık olarak, bölgedeki Arap ülkeleriyle ortaklaşa yürütülecek bir uranyum zenginleştirme girişimi ve ABD yatırımlarını içeren alternatif bir plan sundu.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi’nin, Pazar günü Umman’da ABD’nin Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile yaptığı doğrudan ve dolaylı görüşmelerde bu teklifi ilettiği aktarıldı.

İran medyasında “müzakere masasında yeni plan” başlığıyla geniş yer bulan öneri, Devrim Muhafızları’na yakın Farhikhtegan gazetesi tarafından “hizmet mi, ihanet mi?” şeklinde sorgulandı.

Suudi Arabistan ve BAE ile ortaklık

İran ile iki büyük bölgesel rakibi olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu yapıya dahil edilip edilemeyeceği henüz net değil. İran ile ABD arasında 45 yıldır diplomatik ilişki bulunmaması, ayrıca Amerikan özel sektörünün İran’daki nükleer projelere yatırım yapma konusundaki çekinceleri, planın uygulanabilirliğini belirsiz kılıyor.

Suudi Arabistan’da konuşan ABD Başkanı Donald Trump, İran’ı bölgedeki militan gruplara destek vermekle eleştirirken, diplomatik bir çözümün bölgeyi daha güvenli hale getireceğini söyledi.

“İran’la bir anlaşma yapmak istiyorum” diyen Trump, “Eğer böyle bir anlaşma sağlanırsa çok memnun olurum. Bu, bölgenizi ve dünyayı daha güvenli kılar” dedi.

Ancak İranlı liderleri uyaran Trump, bir karar verme zamanının geldiğini vurguladı: “Artık bekleyecek fazla zaman yok. Karar şimdi verilmeli.”

Nükleer anlaşma önerisinin detayları

İran’ın sunduğu teklif, üç ülkenin yer alacağı kalıcı bir nükleer konsorsiyum oluşturulmasını içeriyor. Buna göre İran, nükleer silah üretiminden uzak, düşük seviyede uranyum zenginleştirmeye devam edecek. Üretilen yakıt ise sivil kullanım için diğer Arap ülkelerine gönderilecek.

Bu yapı, İran’ın yüzde 3,67 oranında zenginleştirmeye izin verilen 2015 tarihli nükleer anlaşmasına benziyor. Ancak yeni öneride, muhtemelen ABD dahil olmak üzere diğer ülkelerden temsilciler sahada sürekli denetim sağlayacak.

Dört İranlı yetkili, bu planın 2015 anlaşmasından farklı olarak süresiz olacağını belirtti. Bu durum, ABD’yi önceki anlaşmadan çeken Başkan Trump’a, selefi Barack Obama’dan daha fazla kazanım elde ettiği iddiasını da destekleyecek bir zemin sunabilir.

Uluslararası Kriz Grubu’nun İran Direktörü Ali Vaez, öneriyi “denemeye değer yeni bir yaklaşım” olarak değerlendirdi: “Taraflar artık sıfır toplamlı taleplerden vazgeçip, her iki tarafın da itibarını koruyabileceği ortak bir yol bulmalı.”

Müzakereler olumlu

Umman’daki görüşmeler öncesinde İran ile ABD arasındaki gerilim, askeri çatışma ihtimalini gündeme getirmişti. Ancak hem Tahran hem Washington, diplomatik çözümden yana olduklarını ilan etti.

ABD tarafının talepleri netleşmemişken, Witkoff Breitbart News’e verdiği röportajda, İran’ın nükleer programını tamamen sona erdirmesini ve Natanz, Fordow ile İsfahan’daki üç temel tesisin kapatılmasını istediklerini söyledi.

İranlı yetkililer ise bu talebin “kırmızı çizgi” olduğunu defalarca dile getirdi. Irakçi, İsrail’in suikastlarına atıfla “nükleer programımız için kan döküldü” diyerek, uranyumu barışçıl amaçlarla zenginleştirme hakkının İran için bir “ulusal onur” meselesi olduğunu belirtti.

Ancak Irakçi ve Witkoff’un Umman’daki üç saatlik görüşmesinin ardından yapılan açıklamalar, daha yumuşak ve yapıcı bir tona sahipti. Görüşmelerin teknik düzeyde, özellikle nükleer tesisler ve yaptırımların kaldırılmasına ilişkin finansal konular üzerinde devam edeceği belirtildi.

Umman Dışişleri Bakanı Badr bin Hamad Al Busaidi, sosyal medya paylaşımında “Görüşmelerde yapıcı ve özgün fikirler ortaya kondu. Her iki taraf da onurlu bir anlaşma hedefliyor” dedi.

Irakçi, Amerikalılarla buluşmadan önce Suudi Arabistan’ı ziyaret etti; ardından Birleşik Arap Emirlikleri’ne geçti. Suudi Arabistan ve BAE’nin bu ortaklığa katılıp katılmayacağı henüz netlik kazanmadı.

Her iki ülke de İran-ABD arasında bir anlaşma sağlanmasını ve bölgesel bir savaşın önlenmesini destekliyor. Aynı zamanda kendi sivil nükleer programlarını geliştirme yönünde hedefleri bulunuyor. BAE, 2020 yılında Arap dünyasının ilk nükleer enerji santralini açmıştı. Ancak ABD ile yaptığı anlaşma, uranyum zenginleştirmesini yasaklıyor.

“Bölgesel konsorsiyum” fikri daha önce gündeme gelmişti

İran’ın eski diplomatı ve 2015 nükleer müzakerelerinde yer alan Seyyid Hüseyin Museviyan, bu bölgesel nükleer konsorsiyum fikrini ilk kez 2023’te Princeton Üniversitesi’nden fizikçi Frank von Hippel ile birlikte yazdığı bir makalede gündeme getirmişti.

Museviyan, bu önerinin ABD’nin endişelerinin çoğunu gidereceğini savunarak, İran’ın zenginleştirme kapasitesini ve uranyum stoklarını sınırlayarak hem mevcut hem de gelecekteki tehditleri azaltabileceğini söyledi.

“Trump böyle bir bölgesel nükleer anlaşma açıklarsa bu büyük bir başarı olur” diyen Museviyan, “Bu gelişme İran kaynaklı tehdidi ortadan kaldırır, bölgedeki zenginleştirme faaliyetlerini sınırlar ve Amerikalılar için yeni fırsatlar doğurur” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English