Avrupa
Almanya’da nükleer silah çağrıları yükseliyor

Almanya’da bazı siyasetçilerin nükleer silah edinme fikrini gündeme getirmesinin ardından, ülkenin en önemli gazetelerinden faz’da, Berlin’in atom silahlarına sahip olması yönünde bir kampanya başlatıldı.
Almanya’nın nükleer silahlardan vazgeçmesine rağmen uzmanlar Berlin’in yakın gelecekte kendi nükleer silahlarını üretebilecek teknolojik kapasiteye sahip olacağı konusunda hemfikir ve uranyum zenginleştirme için gerekli teknolojinin Jülich ve Gronau’daki araştırma merkezlerinde mevcut olduğunu söylüyorlar.
Jülich Araştırma Merkezinin eski bir çalışanı olan Rainer Moormann, uzmanların çok daha büyük bir uranyum zenginleştirme tesisinin inşasının kaçınılmaz olduğuna inandıklarını, ama bunun “üç ila beş yıl içinde birkaç nükleer savaş başlığı için gerekli miktarı” üretmeyi mümkün kılacağını belirtiyor.
Fakat nükleer silahları hedeflerine ulaştırmak için füzelere ihtiyaç duyuluyor, oysa Almanya uzun menzilli balistik füze yapımı konusunda nispeten zayıf bir konumda.
Yine de nükleer silahlarla donatılabilecek seyir füzeleri üretmek mümkün görünüyor. Örneğin Taurus’un temel olarak bu şekilde kullanılabileceği söyleniyor. Bu amaçla da azami beş yıllık bir sürenin de gerçekçi olduğu düşünülüyor.
Yasal olarak mümkün, siyasi olarak riskli
Hukuki ve siyasi durum ise daha zor. Bir yandan, Federal Almanya Cumhuriyeti Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasını 2 Mayıs 1975’te önemli bir gecikmeyle de olsa onaylamıştı. Dolayısıyla Alman hükümeti kendi nükleer silahlarını inşa etmeye başlamak isterse, önce anlaşmayı feshetmesi gerekecek.
Tamamen hukuki bir bakış açısıyla, bunu daha fazla uzatmadan yapmak mümkün fakat ciddi siyasi sonuçlar doğurması da muhtemel, çünkü diğer devletler de Almanya örneğini takip edebilir ve kendileri için nükleer bomba elde etmeye çalışabilirler.
Bu konudaki en büyük örnekler İran, Suudi Arabistan, Güney Kore ve Polonya gibi görünüyor.
İki Artı Dört Antlaşması da tehlikede
Öte yandan, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlardan vazgeçtiğini teyit ettiği ve aynı zamanda 370.000 Bundeswehr askeri personeli üst sınırını kabul ettiği İki Artı Dört Antlaşması da Almanya’nın nükleer silahlanmasının önünde bir engel teşkil ediyor.
Bu antlaşma feshedilemiyor; herhangi bir değişiklik için İkinci Dünya Savaşı’ndaki müttefikler ve savaş sonrası Almanya’yı işgal eden dört ülkenin (ABD, Britanya, Fransa, SSCB-Rusya) onayı gerekiyor.
Rusya’daki eski Alman büyükelçilerinden Ernst-Jörg von Studnitz yakın zamanda uluslararası hukukun clausula rebus sic stantibus ilkesine başvurulabileceğine hükmetmiştir; buna göre antlaşma hükümleri bir antlaşmanın akdedildiği temel koşulların değişmesi halinde feshedilebilir.
Almanya açısından durum böyle çünkü ABD’nin nükleer şemsiyesi artık güvenilir kabul edilmiyor ve Rusya ile çatışmanın tırmanma ihtimali bulunuyor.
Frankfurter Allgemeine Zeitung (faz) da pazartesi günü çok okunan bir baş makalesinde bu argümanın özünü benimsedi. Gazete, İki Artı Dört Antlaşmasının temelinin ortadan kaldırılmasından söz etmek için ‘iyi nedenler’ bulunduğunu savundu ve “Ülkeye zarar veren [bir] ‘bağlılık’ devam edemez,” diye yazdı.
faz, yorumun başlığında Almanya’nın ‘eski prangalarını gevşetmesi gerektiğini’ ileri sürdü.
İki Artı Dört Antlaşması’nın feshedilmesinin yol açacağı siyasi çalkantı çok büyük olabilir. Federal Cumhuriyet’in nükleer silahlara sahip olması, her biri farklı nedenlerle de olsa, dört eski müttefikin güçlü tepkilerine yol açmakla kalmayacak.
Çünkü Antlaşma, aynı zamanda Alman topraklarına ve Alman sınırlarına ilişkin hükümler de içeriyor. Berlin’in anlaşmaya artık uymayacağını açıklaması halinde Avrupa’da savaş sonrası düzenin önemli bir çıpası kaybedilmiş olacak.
Alman kamuoyu ‘bomba ile yaşamaya’ hazırlanıyor
Alman hükümeti kendi nükleer silahlarını edinmeye karar verirse, hem ülke içinde hem de ülke dışında aşılması gereken bir dizi engel olacak.
Örneğin halkın büyük bir çoğunluğu hâlâ böyle bir plana karşı çıkıyor. Bununla birlikte, çeşitli anketlerin sonuçları önemli ölçüde dalgalanıyor; dahası, bir ‘Alman bombasına’ duyulan isteksizlik azalıyor.
Yaklaşık iki hafta önce yapılan bir Forsa anketi, nüfusun yüzde 64’ünün Federal Cumhuriyet’in nükleer silahlanmasını reddettiğini gösterdi; destekleyenlerin oranı yüzde 31’de kaldı.
Fakat bu oran 2024 yılına göre dört puan daha fazla.
Aynı dönemde kamuoyu araştırma enstitüsü Civey tarafından yapılan bir anket de, nüfusun sadece yüzde 48’inin bir Alman nükleer bombasını açıkça reddettiği sonucuna vardı. Bir yıl önce bu rakam hâlâ yüzde 57’ydi.
Ayrıca Almanya’nın nükleer silah edinmesini destekleyenlerin oranı da yüzde 38’e yükseldi.
Her iki anket de Almanya’nın nükleer silah edinmesini destekleyenlerin oranının, eski Federal Almanya bölgesinde yaşayanlar arasında, eski Alman Demokratik Cumhuriyeti (DDR) bölgelerinde yaşayanlar arasında olduğundan çok daha yüksek olduğunu gösteriyor.
‘Nükleere ahlaki karşı çıkışlara son verme’ çağrısı: Medyaya sefer görev emri
Hamburg merkezli Helmut Schmidt Federal Silahlı Kuvvetler Üniversitesi’nin iki çalışanı dün faz’da yayınlanan makalelerinde, muhtemelen artan nükleer silahlanmaya yönelik yetersiz halk desteğini de göz önünde bulundurarak, Almanya’daki nükleer silah tartışmasının “hâlâ ahlaki refleksler ve tarihsel olarak aktarılan anlatılarla karakterize olduğunu” savundu.
Yazarlar bunun yerine, konunun “ölçülü bir şekilde yeniden değerlendirilmesi” çağrısı yapıyor. Örneğin, “nükleer bir saldırıdan sonra bile devlet işlevlerinin sürdürülmesinin” önemine işaret edilirken, mevcut tartışmanın “sivil savunma ve toplumsal dayanıklılığın önemli yönlerini de içerecek şekilde” genişletilmesi gerektiğini yazıyor.
Alman halkının “bombayla yaşamayı” öğrenmesi gerekecekğini savunan yazarlar, bunun için de “ilgili askeri, siyasi ve sosyal boyutları bütünleştiren kapsamlı, sosyo-politik temelli bir stratejiye ihtiyaç” duyulduğuna işaret ediyorlar.
Kısacası, nükleer silahlanmanın gerekliliği ve sonuçlarına katlanmak konusunda “kendi halkını ikna etmek” gerekirken, “geleneksel olarak” bu görevin önde gelen medyaya düştüğü vurgulanıyor.
Avrupa
Elbit, Filistin yanlısı eylemcileri mahkum ettirmek için lobi yapmış

İsrail’in en büyük silah şirketi Elbit Systems, Palestine Action’ın (Filistin Eylemi) kurucularına yöneltilen suçlamaların reddedilmesinin ardından Birleşi Krallık İçişleri Bakanlığına yeniden yargılama için lobi yaptı.
Declassified’ın haberine göre Snaresbrook Crown Court’taki jüri üyeleri, Aralık 2023’te altı Filistin yanlısı aktivisti dokuz suçlamadan beraat ettirdi, fakat diğer 23 suçlamayla ilgili bir karara varamadı.
Declassified, Elbit’in İngiltere güvenlik direktörü Chris Morgan’ın 15 Ocak 2024’te Birleşik Krallık’ın o dönemki polis bakanı Chris Philp’e mektup yazdığını ortaya çıkardı.
Morgan, “Filistin Eylemi grubunun kurucuları ve kontrol eden zihinleri Richard Barnard ve Huda Ammori’nin çok sayıda suçtan yargılandığını” belirtti.
Morgan, “Barnard, tesislerimizden birinde suçlu bulunurken, jüri, ikisi 2020’de gerçekleşen iki hırsızlık suçu da dahil olmak üzere, ikisi hakkında diğer yedi suçlamada karar veremedi,” diye ekledi.
Bu nedenle Morgan, “yeniden yargılama kesin değil” endişesini dile getirdi ve “bu davanın en kısa sürede yeniden görülmesinin kamu yararına olduğunu” belirterek, “Filistin Eylemi’nin suçlarının çok sayıda ve ciddi olduğunu” vurguladı.
Mektup, Elbit Systems’ın İngiliz yetkililere Filistin yanlısı örgüte karşı sert önlemler alması için baskı yaptığına dair yeni kanıtlar sunuyor. İngiliz hükümeti, Filistin Eylemi’ni yasaklayacağını açıklamıştı.
Kraliyet Savcılık Servisi (CPS) daha sonra aktivistler için yeniden yargılama emri verdi ve duruşma 2027’de yapılacak.
Aktivistlerden biri, yeniden yargılama için beklemeyi “sanıklara yönelik bir psikolojik savaş biçimi” olarak tanımladı ve “Bu, hayatımızda ilerleyemeyeceğimiz bir buçuk yıl daha demek: uzun vadeli kararlar alamazsınız, iş bulamazsınız. Sonuçları, sadece bu duruşmayı beklemekten çok daha öteye gidiyor,” dedi.
Filistin Eylemi’ne yönelik baskı
Elbit’in Birleşik Krallık hükümetine yakınlığını gösteren tek kanıt bu değil.
Filistin Eylemi’nin başlatılmasından sadece bir ay sonra, Ağustos 2020’de, dönemin Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Dominic Raab, İsrail’in eski stratejik işler bakanı Orit Farkash-Hacohen ile bir araya gelmişti.
Farkash-Hacohen, Raab’a İngiltere’deki İsrail şirketlerine karşı doğrudan eylem protestoları konusunda baskı yapmış ve “Elbit Systems’ın Londra ofislerinin” birkaç hafta içinde dördüncü kez saldırıya uğradığını belirtmişti.
Israel National News’in haberine göre, Raab ona “kendisinin ve İngiliz hükümetinin bu tür olayları durdurmaya kararlı olduğunu” söylemişti.
İki yıl sonra, Birleşik Krallık’ın o zamanki içişleri bakanı Priti Patel, Elbit Systems UK’nin CEO’su Martin Fausset ile “protestolar ve güvenlik” konulu özel bir görüşme yapmıştı.
İçişleri Bakanlığı belgeleri görüşmenin amacının “Fausset’e, Elbit Systems UK’ye karşı yapılan suç niteliğindeki protesto eylemlerinin hükümet tarafından ciddiye alındığını temin etmek” olduğunu ortaya çıkardı.
Toplantıda Patel’e, Filistin Eylemi’nin Elbit’e karşı protestolarının “giderek şiddetlendiği” ve aktivistlerin “iyi organize, finanse ve eğitilmiş” olduğu söylendi.
Patel, “duyduğu her şeyden derin endişe duydu” ve bir dizi öneri hazırladı. Bu liste tamamen sansürlendi.
Patel’in Fausset ile görüşmesi sırasında, İngiliz yetkililer Filistin Eylemi aleyhine herhangi bir mahkumiyet kararı almayı başaramamıştı.
Fakat toplantıdan bir ay sonra, o dönemki başsavcı Suella Braverman (daha sonra İçişleri Bakanı oldu), köle tüccarı Edward Colston’un heykelini devirmekten beraat eden dört aktivistin davasını temyiz mahkemesine sevk etti.
Bu nadir görülen hareket, savunma avukatı Raj Chada tarafından “son derece hayal kırıcı ve hukuk sistemimizin bütünlüğüne önem veren herkesi endişelendirmeli” olarak eleştirildi.
Ardından gelen karar, “protesto sırasında mülke önemli zarar vermekten mahkumiyet”in Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin koruması dışında kalacağını belirtmişti.
Bu karar, İngiliz yetkililere Filistin Eylemi aktivistlerini kovuşturmak için daha geniş bir yetki alanı sağladı ve mahkumiyet kararları da kısa sürede verildi.
Elbit’in ‘istihbarat hücresi’
2023 ilkbaharında, Filistin Eylemi, Elbit ve Fransız silah şirketi Thales’in Leicester’da sahip olduğu bir drone fabrikası olan UAV Tactical Systems’a karşı bir kampanya başlatmıştı.
Kampanyanın ortasında Philp, “devam eden protestolar” hakkında Leicestershire polisinin başkomiser yardımcısıyla bir brifing düzenledi.
Mahkemede açıklanan bir polis raporu, görüşülenlerin ayrıntılarını içeriyor. Raporda, “17:00 Polis Bakanı ve İçişleri Bakanlığı ekibine brifing” yazıyor ve “Şirketin meşru işlerini desteklemek için gerçek bir baskı. Meta Facebook ve Instagram ile proaktif çalışma önerisi,” deniyor.
Belge şöyle devam ediyor: “Tutuklananların tutukluluk halinin devamı için baskı yapın ve proaktif eylemleri destekleyin, polis varlığını gösterin ve suç işleyenlere karşı harekete geçmemizi açıkça bekliyorlar. Barışçıl protestoculara ve onların eylemlerini kolaylaştırmaya değil, şirkete odaklanın.”
İçişleri Bakanlığı, bu şekilde polise, İnsan Hakları Yasasında güvence altına alınan toplanma ve ifade özgürlüğünü kolaylaştırmak yerine, şirketin çıkarlarını önceliklendirmesini ve aktivistleri tutuklu yargılamasını talimat vermiş gibi görünüyor.
Declassified tarafından görülen diğer belgeler, İsrailli silah şirketinin Birleşik Krallık’ta işleri kendi eline aldığını da gösteriyor.
Elbit Systems UK’in kendi istihbarat birimi var ve iki haftada bir ülke çapındaki polisle bilgi paylaşıyor. Bu bilgi, polis dosyasında bulunuyor.
Avrupa
Almanya’da sağcı Compact dergisi mahkeme kararıyla yayınına devam edecek

Almanya’da sağcı dergi Compact, Leipzig Federal İdare Mahkemesinin verdiği nihai karar ile yayın hayatına devam edebilecek.
Böylece, Federal İçişleri Bakanlığının bir yıl önce aldığı yasaklama kararı reddedildi.
Mahkeme, derginin içeriğinin büyük bir kısmı anayasaya aykırı olsa da, yargıçlar bu içeriğin dergiyi karakterize edecek eşiği “henüz” aşmadığını savundu.
Kararda, basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün yüksek statüsüne işaret edilerek, abartılı ifadelerin de kabul edilebilir olduğu belirtildi.
Haziran 2024’te, dönemin SPD’li İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Compact-Magazin GmbH ve tüm basılı ve çevrimiçi yayınlarını yasaklamıştı; bu karar 16 Temmuz 2024’te kamuoyuna duyurulmuştu.
Faeser, dergiyi “aşırı sağcı sahnenin merkezi sözcüsü” olarak nitelendirmişti. Bakanlığa göre, şirket bir süredir Anayasa Koruma Dairesinin gözetimindeydi ve 2021’in sonunda aşırı sağcı örgüt olarak sınıflandırılmış ve gözlem altına alınmıştı.
Mahkeme bilgilerine göre, baş editör Jürgen Elsässer tarafından yayınlanan Compact dergisinin tirajı 40.000 olup çevrimiçi TV kanalı videoları 460.000 tık sayısına ulaşıyor.
Elsässer, Faeser’in kararına karşı harekete geçerek Federal İdare Mahkemesine dava açtı. Ağustos 2024’te mahkeme, orantılılığı konusunda şüpheler nedeniyle özet yargılamada yasağı kısmen askıya almıştı.
Bu, Compact’ın yayın hayatına devam etmesini sağladı. Salı günü, hakimler ana yargılamada kararlarını açıkladı.
“Şu anda Almanya’da devletin gerici-militarist yeniden yapılandırılmasını yaşıyoruz”
Hukuki açıdan, Compact’a getirilen yasak bir dernek yasağıydı ve bakanlığa göre, belirli koşullar altında şirketler de bu şekilde yasaklanabilir.
Bakan bir basılı yayın da Dernekler Kanununa dayanılarak yasaklanabilir miydi? Compact bunu kabul edilemez buldu. Ne var ki Federal İdare Mahkemesi salı günü yaptığı açıklamada, bunda bir sorun görmediğini belirtti.
İkinci soru, Compact’ta yer alan ifadelerin hâlâ görüşlerin ifadesi olarak kabul edilip edilemeyeceği ve bu nedenle basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü ile korunup korunmayacağıydı.
Duruşma sırasında derginin temsilcileri, yayının bazen kışkırtıcı ifadelerinin hükümeti devirme stratejisinin bir parçası olmadığını savundu. Elsässer, dergide birkaç sağcı yazar bulunmasına rağmen, “Compact sağcı değildir ve aşırı sağcı kesinlikle değildir,” dedi.
Yargıçlar ise farklı düşünüyor: Kararlarında, Compact’ın aşırı sağcı görüşlere platform sağladığını, “etnik” ideologlara ve Kimlik Hareketine yakınlığını gerekçe göstererek belirtiyorlar.
Yargıçlar, “Fakat Temel Yasa, özgür sosyal tartışmanın gücüne güvenerek, özgürlüğün düşmanlarına bile ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü garanti ediyor,” dedi.
Mahkemeye göre bir yasak, ancak “anayasaya aykırı faaliyetlerin dernek için belirleyici olduğu kanıtlanırsa” haklı olabilir ve bu durum Compact için “henüz” geçerli değil.
Kara göre derginin “komplo teorileri ve tarihsel revizyonizm” için bir forum sağladığı veya örneğin koronavirüs önlemleri veya Ukrayna’daki savaş konusunda “iktidar sahiplerine karşı polemik amaçlı abartılı eleştiriler” dile getirdiği gerçeği de bir yasağı haklı çıkarmıyor.
Avrupa
Finlandiya duvar örüyor, İsveç silahlanıyor

Finlandiya, Rusya ile olan kara sınırını süresiz olarak kapatıp duvar inşa etmeye başlarken, İsveç de Baltık Denizi’ndeki stratejik Gotland adasını korumak için Almanya’dan milyarlarca kronluk hava savunma sistemleri satın alıyor.
Finlandiya, Rusya ile olan kara sınırını süresiz olarak kapatma ve duvar inşa etme kararı alırken İsveç, milyarlarca kron değerinde yeni hava savunma sistemleri satın alıyor.
Finlandiya ‘sınırları yeniden inşa etme’ döneminde
Finlandiya Sınır Muhafaza Teşkilatı Operasyonel Yönetim Başkanı Samuel Siljanen, Reuters‘a yaptığı açıklamada, yetkililerin Rusya ile kara sınırını kapatma kararının sınır bölgelerindeki vatandaşlar üzerinde “çok büyük bir etki” yarattığını belirtti.
Siljanen, “Sınırları silme döneminden, onları yeniden inşa etme dönemine geçtik,” ifadelerini kullandı.
İki ülke, on yıllardır ticaret ve turizm bağlarını kademeli olarak geliştirmişti. Ajansın haberine göre, toplam 1340 kilometre uzunluğundaki sınır “neredeyse fark edilmez” bir hâle gelmişti.
Ancak Helsinki’nin Ukrayna’daki çatışmalar nedeniyle NATO’ya katılma kararı almasından bu yana gerilim yeniden tırmandı.
2023 sonbaharında Finlandiya hükümeti, Orta Doğu ve Afrika’dan gelen sığınmacılar nedeniyle sınırı kademeli olarak kapatmaya başladı.
Helsinki, bu durumdan Moskova’yı sorumlu tutarken, Rusya Dışişleri Bakanlığı ise suçlamaları reddetti. Geçtiğimiz bahar aylarında tüm geçiş noktalarının bir sonraki duyuruya kadar süresiz olarak kapatılmasına karar verildi.
Ayrıca Finlandiya, kameralar, sensörler, alarm sistemleri ve aydınlatma ile donatılacak olan 4,5 metre yüksekliğinde 200 kilometrelik bir duvarın inşasına devam ediyor.
Halk ikiye bölünmüş durumda
Reuters‘ın görüştüğü bazı Finlandiya vatandaşları, iki ülke arasındaki gerilim nedeniyle akrabalarını ziyaret etme imkanlarını kaybettiklerini ve ekonomik zarara uğradıklarını bildirdi.
Diğerleri ise gelecekteki bir çatışmaya hazırlanma ve caydırıcılık gerekliliğini öne sürerek hükümetin önlemlerini destekledi.
Reuters, Finlandiya hükümetinin Aralık 2024 tarihli bir raporunda böyle bir riskin varlığından bahsedildiğini belirtti.
İsveç’ten 9 milyar kronluk hava savunma hamlesi
İsveç Başbakanı Ulf Kristersson ve Savunma Bakanı Pål Jonson, Alman üretici Diehl’den 9 milyar kron (790 milyon avro) karşılığında IRIS-T SLM hava savunma sistemleri satın alınacağını duyurdu.
Başbakan Kristersson, Aftonbladet‘in aktardığına göre, “Artık daha önce sahip olmadığımız yeteneklere, yani askeri bir durumda ortaya çıkabilecek tehditleri püskürtme yeteneğine sahip olacağız,” dedi ve IRIS-T sistemlerinin “Ukrayna’da olağanüstü iyi bir performans sergilediğini” kaydetti.
İsveç, ek teçhizatla birlikte yedi adet sistem teslim alacak. Anlaşma bedeline lojistik ve bakım hizmetleri de dahil. Teslimatların 2028 yılında başlaması planlanıyor.
Gözler stratejik Gotland adasında
Yetkililer, IRIS-T sistemlerinin Baltık Denizi’ndeki stratejik Gotland adasında insansız hava araçları, helikopterler, savaş uçakları ve seyir füzelerine karşı korumayı güçlendirmeyi amaçladığını belirtti.
Ada, Letonya ile İsveç arasında, İsveç kıyılarından 100 kilometre uzakta ve St. Petersburg ile Kaliningrad arasındaki deniz yolu üzerinde yer alıyor.
İsveç ordusu, Gotland’ın stratejik öneme sahip olduğunu ve konumunun Baltık Denizi’nin güneyindeki hem hava hem de deniz trafiğini kolayca kontrol etmeye olanak tanıdığını vurguluyor.
Euractiv ise adanın askeri tehditlere ve potansiyel saldırılara karşı özellikle savunmasız olduğunu yazıyor.
Rusya’nın Stockholm Büyükelçisi Sergey Belyaev, İsveç’in Gotland’daki askeri varlığını Baltiysk’teki Rus deniz üssü nedeniyle güçlendirdiğini belirtmişti.
IRIS-T SLM füzelerinin maksimum menzili 40 kilometre, vuruş yüksekliği ise 20 kilometre. Almanya, 2022 sonbaharında bu sistemleri Ukrayna’ya teslim etmeye başlamıştı.
SIPRI’nin verilerine göre, 2024 itibarıyla Kiev’in elinde altı sistem bulunuyordu. Geçen eylül ayında ise dönemin şansölyesi Olaf Scholz, Kiev’e 17 adet daha IRIS-T sistemi gönderme planlarını açıklamıştı.
-
Görüş1 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Asya2 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu7 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi1 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Avrupa7 gün önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Amerika2 hafta önce
ABD’de göçmen isyanı büyüyor: Deniz piyadeleri Los Angeles’ta
-
Görüş1 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?
-
Dünya Basını2 hafta önce
İran’la savaş kapıda mı?