Bizi Takip Edin

Avrupa

Almanya’da sanayisizleşme tartışmaları üzerine bir değerlendirme

Yayınlanma

Ukrayna savaşı ve Rusya karşıtı yaptırımlarla birlikte yükselen enerji maliyetleri, ABD’nin Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA) ile birlikte ‘temiz enerji’ yatırımlarını kendine çekmeye başlaması ve kritik hammaddeler söz konusu olduğunda başta Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere Asya ve Afrika ülkelerine bağımlılık, uzun bir süredir Almanya’da ‘sanayisizleşme’ tartışmalarına yol açmış durumda.

Meselenin iktisadi boyutunun yanı sıra, elbette Alman iç siyasetine ve jeopolitik gerilimlere uzanan boyutları da var. Hükümetteki trafik lambası koalisyonunun (SPD-Yeşiller-FDP) sert bir Rusya karşıtı politikaya dümen kırması ve ABD’nin Almanya önderliğindeki AB üzerindeki hegemonyasını pekiştirmesi, eski ‘anaakım’ın da marjlara doğru itilmesine yol açtı ve hem ‘sağ’dan (AfD) hem de ‘sol’dan (Sahra Wagenknecht İttifakı) yeni aktörler Alman siyasetinde gündeme oturmayı başardı.

Enerji maliyetleri, bürokrasi, jeopolitik gerilimler gibi nedenlerle tartışılan ‘sanayisizleşme’ süreci tüm AB’yi kapsasa da esas olarak Avrupa’nın iktisadi motoru ve dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi Almanya odakta yer alıyor.

Peki Almanya bağlamında sanayisizleşme ne kadar gerçek?

Enerji fiyatlarında toptan sözleşme avantajları

Almanya’da enerji fiyatlarındaki değişim, doğalgaz fiyatlarındaki değişimle orantılı görünüyor. Sylwia Bialek, Claudia Schaffranka ve Monika Schnitzer’in CEPR için yaptıkları Ocak 2023 tarihli araştırmaya göre, ilk enerji şoku COVID-19 pandemisi döneminde yaşanırken, esas büyük şok Şubat 2022’de başlayan Ukrayna savaşının ardından geldi. Bu dönem doğalgaz fiyatı dolar cinsinden  mW saat başına 350’ye kadar çıkarken, baz elektrik fiyatı da aynı dönemde mW saat başına 500 dolara kadar yükseldi. Karşılaştırma için, Almanya’da 2019’da bu fiyatın 100 doların altında olduğuna dikkat çekelim. Yine karşılaştırma için, ABD’de Şubat 2022’de büyük fiyat artışlarına rağmen baz elektrik fiyatının 200 doların altında seyrettiğini de hatırlatalım.

Bütün bunlar Alman sanayisi için ne anlam ifade ediyor? İlk başta görünen büyük maliyet artışları. Fakat az önce sözünü ettiğimiz çalışmada araştırmacılar başka bir meseleye dikkat çekiyorlar: Enerji emtialarının toptan satış fiyatları hızla yükselirken, bunların doğrudan etkileri, toptan satış piyasalarında doğrudan işlem yapan sanayi müşteriler ve yalnızca korunmasız enerji satın alımlar ile sınırlı.

Daha küçük sanayi tesisleri, kamu hizmetleri ve diğer aracılarla sözleşme yapıyorlar ve sonuç olarak, toptan satış fiyatlarındaki gelişmelerden ancak riskten korunma stratejileri uygulayabilen aracılar aracılığıyla kendilerine daha yüksek fiyatlar çekildiğinde etkileniyorlar. Sözleşme şartları, özellikle beş yıla kadar bağlayıcı olabilen fiyat garantileri, bu etkiyi sınırlıyor.

Kısa vadede, üreticiler tarafından, özellikle de küçük olanlar tarafından ödenen nihai enerji fiyatları, bu nedenle toptan fiyat dalgalanmalarından kısmen korunuyor. Örneğin, aynı araştırmaya göre, toptan gün öncesi elektrik fiyatları %240 artarken, yıllık ortalama elektrik kullanımı yaklaşık 420 MW saat olan Alman sanayiciler için, vergi ve sürşarj öncesi ortalama elektrik fiyatları 2022’nin ilk yarısında 2021’in ilk yarısına göre %29 arttı. Buna karşılık,yıllık ortalama 150.000 mW saat’in üzerinde tüketim yapan şirketler %192’lik bir artış yaşadı.

Elbette, zaman içinde toptan satış fiyatlarındaki gelişmeler, sanayi müşterileri için giderek artan bir şekilde nihai fiyatlara dönüşüyor. Bununla birlikte, Ocak 2023’te Alman hükümeti, elektrik ve doğalgaz için toptan ve nihai fiyatların, muhtemelen 2024 baharına kadar birbirinden ayrı kalacağına işaret eden ‘fiyat frenleri’ uygulamasına başlamıştı.

Nihai enerji fiyatlarının enerji maliyetlerine yansıması

Araştırmada, nihai fiyatların maliyetlere ne şekilde yansıdığına görmek için hangi enerji türlerinin kullanıldığına ve tüketilen enerji miktarına bakmak gerektiği vurgulanıyor.

Burada yazarlar, sanayisizleşme tartışmalarında genellikle gözden kaçırılan bir meseleye işaret ediyorlar. Enerji maliyetlerindeki mutlak artış, sektörler arasında eşit olmayan bir şekilde dağılıyor.

Örneğin, Almanya’da yüksek seyreden doğalgaz fiyatlarının getirdiği daha yüksek üretim maliyetleriyle karşılaşma olasılığı en yüksek sektörler, kimyasalların ve kimyasal ürünlerin imalatı (324.100 GW saat, toplam endüstriyel doğalgaz kullanımının %37’si), gıda ürünleri (%11), ana metaller (154.208 GW saat, %10,5) ve metalik olmayan mineral ürünler (%9) şeklinde listeleniyor.

Üstelik bu sektörlerde bile maliyetler eşit olarak dağılmıyor, bunun yerine birkaç sektörde yoğunlaşıyor. Araştırmacılar, 2022 yılında bir yazılan bir makaleye atıfta bulunarak, 1.600 ürün kategorisinden 300’ünün doğalgaz tüketiminin neredeyse %90’ından sorumlu olduğunu hatırlatıyorlar. En yüksek doğalgaz tüketimine sahip beş ürün temel kimyasallar ve toplam endüstriyel gaz tüketiminin yaklaşık %5’ini oluşturuyor.

Araştırmacılar, enerji fiyatlarındaki artışın sanayisizleşme ile doğrudan bir ilişkisi olmadığını kanıtlamaya çalışıyorlar diyebiliriz. Bunun bir uzantısı da, firmaların enerji fiyatlarındaki artışlara yanıt olarak uyum sağlama ve maliyet artışlarını kısmen dengeleme olanağına sahip olduklarına ilişkin vurgu. Özellikle enerji verimliliği alanında inovasyon da dahil olmak üzere çeşitli uyum süreçlerine işaret ediliyor: ürün portföylerini çeşitlendirme; yakıt tipini değiştirme; tesisler arasında üretim değişimleri ve şirketlerin kendi elektrik üretimindeki artışlar; ve diğer üretim faktörlerinin kullanımındaki ayarlamalar gibi.

Araştırmacılara göre, enerji krizinin başlangıcından bu yana, önemli rekalibrasyon süreçlerinin kanıtları da ortaya çıktı. Örneğin, yazarların aktardığı Ifo araştırmasına göre, Almanya’daki büyük endüstriyel tüketiciler, 2018-2021 yılları arasındaki ortalama tüketime kıyasla 2022’de doğalgaz kullanımlarını yaklaşık %15 oranında azalttı ve şirketlerin çoğu üretimi korurken enerji kullanımlarını da düşürdü.

Şirketlerin fiyat belirleme gücü

Öte yandan maliyet artışlarının ekonomik önemi artışların göreli büyüklüğüne de bağlı. Araştırmacılara göre bu, örneğin, bir avro brüt katma değer (GVA) oluşturmak için gereken enerji miktarı veya enerji maliyetlerinin toplam maliyetlere oranı ile ölçülebilir.

Yapılan analiz, hem sektörler arasında hem de sektörler içinde güçlü bir ‘heterojenlik derecesi’ olduğunu ortaya koyuyor. 2016-2018 yıllarında ortalama makine ve teçhizat imalatı 1 avro GVA başına sadece 0,15 kW saat gerektirirken ve toplam maliyetlerin yaklaşık %1’ini oluştururken, enerji maliyet payları %5 civarında olan tekil şirketler vardı. Öte yandan, kağıt ve kağıt ürünlerinin medyan üretim operasyonu avro GVA başına 0,45 kW saat gerektiriyordu, fakat bu sektördeki şirketlerin %10’u 1 avro GVA başına 9 kW saat’in üzerinde kullanmış ve enerji maliyeti payları %15’i aşmıştı.

Araştırmacılar, maliyet artışları söz konusu olduğunda sanayi sermayesinin iki stratejisi olabileceğine işaret ediyorlar. Buna göre maliyet artışları, ancak nihai ürün fiyatlarına yansıtılamazsa veya artan fiyatlar satışlarda veya pazar payında bir kayba neden olursa şirketlere zarar verecektir.

Mevcut enerji krizi bağlamında, Avrupalı üreticilere göre toptan enerji artışlarından çok daha az etkilendikleri için, Alman üreticilerin Avrupalı olmayan rakipler karşısında maliyetleri fiyatlara yansıtma ihtimali sınırlı görülüyor. Bu ise, Alman üreticilerin, ana metallerde olduğu gibi, Avrupalı olmayan üreticilere karşı rekabet ettikleri pazarlarda maliyet artışları yerine ya daha düşük kâr marjları, hatta potansiyel olarak zarar ya da pazar payını kaybetmeleri anlamına gelebilir.

Öte yandan, AB dışından gelen rekabet, nakliye maliyetlerinin katma değere göre yüksek olduğu içecek imalatı gibi endüstriler için sınırlı. Bu nedenle, içecek üreticileri, maruz kaldıkları önemli enerji maliyeti artışlarını fiyatlara daha kolay yansıtabilir durumdalar.

Ayrıca Almanya ve AB’nin politik ve yasal düzenlemeleri de bu süreci etkiliyor. Örneğin, yazarlara göre, ulaşım ve nakliye için çıkarılan yeni EU-ETS2 mevzuatı ile birlikte sınırda karbon düzenleme mekanizması, ithalat teşviklerini azalttığı için enerji maliyetlerini işlenmiş ürünleri üretimde kullanan ara malı sanayileri için daha az alakalı hale getiriyor.

Araştırmacılar, “Analizimiz, ek politikalar uygulanmadığı sürece temel metal, cam, tekstil ve temel kimyasalların üreticilerinin en büyük risk altında olduğunu göstermektedir. Enerji yoğun olan ancak kısmen uluslararası rekabetten korunan diğer sektörlerin (örneğin içecek üretimi) toplu olarak Avrupa dışına taşınması pek olası değildir,” diyorlar.

Tüm bunlar göz önüne alındığında, araştırmacılara göre, Alman ekonomisi önümüzdeki birkaç yılda belirgin bir ‘yapısal dönüşüm’e uğrayacak ama geniş bir ‘sanayisizleşme’ korkusu yersiz.

Alman sanayisinde enerji verimliliği tartışmaları

German Council of Economic Experts (GCEE) tarafından yapılan Kasım 2022 tarihli bir başka incelemede, yüksek enerji fiyatlarının metal endüstrisi, cam ve seramik üretimi gibi ekonominin en enerji yoğun sektörleri için önemli bir yük olduğunun altı çiziliyor. Araştırmaya göre bu sektörlerdeki şirketler genellikle Avrupa dışında faaliyet gösteren işletmelerle rekabetle karşı karşıya kalmakta ve bu nedenle maliyet artışlarını ürün fiyatlarına daha az yansıtabiliyor.

Uzmanların notundaki dikkat çekici noktalardan biri, Alman ekonomisinin enerji yoğunluğunun, 1970’lerin petrol fiyatı krizlerinden bu yana düştüğü iddiası.

GCEE’ye göre bunun nedeni şu iki gelişmeydi: İlki, daha az enerji yoğun endüstriyel sektörlerin kısmen önem kazanmasıydı. İkincisi ve esas önemli olan gelişme ise, çeşitli sanayilerde artan enerji verimliliğiydi.

Bu iddiayı doğrulamak mümkün mü? Deutsche Bank’ın (DB) 25 Temmuz 2023 tarihli bir raporunda, Alman enerji talebi ile sanayi çıktısı arasındaki ilişkiye dair veriler bulunuyor. Birincil enerji talebinin geçen yıl %5,4 azaldığını hatırlatan DB, bunun Almanya’nın yeniden birleşmesinden bu yana kaydedilen üçüncü en büyük düşüş olduğunu belirtiyor (2020’de COVID-19 nedeniyle -%7,1 ve 2009’da küresel mali kriz nedeniyle -%5,4).

DB’ye göre iktisadi büyüme, son otuz yılda birincil enerji talebinden ayrışmış durumda. Reel GSYİH’deki %1,8’lik artışa rağmen birincil enerji talebinin daralmış olması dikkat çekici. Almanya’nın birincil enerji talebindeki düşüş eğilimi, 2023’ün başında da devam etmişti (1. çeyrekte yıllık bazda -%6,8).

Sanayide doğalgaz talebi, 2022’deki %16,4’lük düşüşün ardından 2023’ün ilk yarısında (yıllık -%11,2) düşmeye devam etti. Düşük endüstriyel gaz talebi, enerji yoğun endüstrilerde endüstriyel üretimdeki düşüşü yansıtıyor. 2023’ün ilk beş ayında kimya sektöründe üretim yıllık bazda %17,2 düştü. Yapı malzemeleri (-%17,7) ve kağıt endüstrisi (-%14,4) de önemli kayıplar kaydetti.

2023’ün ilk yarısında, elektrik tüketiminin yıllık bazda %6,2 düştüğünü (2022’de -%3) kaydeden DB, bunda enerji yoğun sektörlerin ‘zayıf ekonomik performansı’ ile yüksek elektrik fiyatlarının önemli bir faktör olduğuna işaret ediyor.

IMF’nin Temmuz 2023 tarihli raporunda da Alman sanayisindeki ‘enerji/doğalgaz yoğunluğunun’ azaldığına işaret ediliyor. Buna göre, birim doğalgaz başına çıktı olarak tanımlanan doğalgaz yoğunluğu, 2021’den bu yana %25 oranında iyileşti. Bunun yaklaşık üçte ikisi sektörlerdeki verimlilik kazanımlarından, üçte biri ise üretimdeki enerji yoğun sektörlerden diğer sektörlere geçişlerden kaynaklandı.

IMF’ye göre bu, imalat firmalarının yarısından fazlasının enerji verimliliği önlemlerine yatırım yapmayı planladığını gösteren anket sonuçlarıyla tutarlı. Ifo Ekonomik Araştırmalar Enstitüsünün anket bulguları da Alman firmalarının %75’inin üretimi azaltmadan doğalgaz tasarrufu yapabildiğini gösteriyor.

Sağlamasını yapabileceğimiz veriler mevcut. Statista tarafından derlenen Alman sanayisinde enerji tüketimi ve üretim değeri verilerine göre, 2002-2022 arasında Alman endüstriyel enerji tüketimi ve değer oranlarında dramatik bir değişiklik görünmüyor. 1.000 avroluk brüt katma değer için sarfedilen enerji, (gigajoule cinsinden; 1 kW saat=3,6 megajoule) 2002 yılında 2,6 iken, 2022 yılında 2,4’e gerilemiş.

Dolayısıyla, Alman sanayisinde enerji verimliliğinin 20 senede hafif bir artış gösterdiği doğru. Bu hafif verimlilik artışının, enerji maliyetlerindeki dramatik bir yükselmeyi telafi edemeyeceği de görülüyor. Bu durumda, uzun vadeli doğalgaz veya elektrik kontratları, maliyetleri fiyatlara yansıtabilme becerisi, enerji depolama kapasitesi ve sektörler arası geçiş yapabilme imkanları Alman sanayisinin kendi iç eşitsizliklerini besleyen faktörler olarak öne çıkıyor.

Fakat bu noktada, sanayisizleşme tartışmasında genelde gündeme getirilmeyen bir meseleye geliyoruz: kârlılık ve ücretler.

Yüksek enerji fiyatlarına rağmen kârlar hâlâ güçlü

Yeniden IMF raporuna dönelim. Raporda sanayideki şirketlerin kârlılığına ilişkin bir bölüm de yer alıyor.

IMF araştırmacıları, reel çıktı başına birim kârın, tarihsel eğilimi aşarak son iki yılda neredeyse %20 arttığına dikkat çekiyorlar. 2022’nin birinci çeyreği ile 2023’ün birinci çeyreği arasındaki ortalama kâr payı, 2019 ortalamasının 2 puan üzerinde.

Birim işgücü maliyeti ise, bunun tersine, COVID-19 salgını sırasında 2020’nin ikinci çeyreğindeki geçici artış bir kenara bırakılırsa, yüksek enflasyona rağmen tarihsel eğilimini aşamadı (üstelik 2022 sonundaki ücret artışlarına rağmen). Birim kârdaki artış tarım, inşaat, imalat, kamu hizmetleri ve temas yoğun hizmet sektörlerinde yoğunlaştı.

Dahası, Alman Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği (DIHK) tarafından yapılan bir anket, daha yüksek enerji maliyetleriyle karşı karşıya kalan imalat şirketlerinin dörtte üçünün yüksek üretim maliyetlerini son kullanıcılara yansıtmayı planladığını gösteriyor. Aynı ankette, üretimi başka yere kaydırmayı planlayan imalat şirketlerinin oranı %10’un altındayken, üretimi azaltmayı planlayanların oranı da %20’nin altında. Yani fiyat belirleme gücü olan şirketler, pazardaki konumlarını elde tutmayı, hatta güçlendirmeyi başarabilir durumda. Tarım, ormancılık ve balıkçılık ile inşaat sektörlerindeki kârlılıktaki büyük artış pandemi dönemine rastlarken, imalat ve madencilik sektörlerindeki kârlılığın artışı Ukrayna savaşından sonraki enerji şokuna rastlıyor.

Kısmi sonuçlar

Gelişmiş kapitalist ülkelerde son 40 yıldaki eğilimlerden biri sanayisizleşme idi. Almanya, GSYİH içerisindeki sanayi payı hâlâ bir hayli yüksek olan bir ülke olarak istisnai bir yer tutuyordu (%30’a yakın. Karşılaştırmak için: ABD’deki sanayinin GSYİH’deki payı %19 civarı).

Dolayısıyla, Almanya’daki sanayisizleşme tartışmalarına biraz ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor. Kapitalist üretim uluslararası ve ulusal düzeyde olduğu kadar, sektörel düzeyde de eşitsiz gelişiyor. Alman sanayisindeki hem sektörler arası, hem de sektör içi rekabetin enflasyon ve ‘yeşil dönüşüm’ baskısı ile birleşmesi, ilk başta görüldüğünden daha karmaşık ve muhtelif sonuçlar üretiyor.

Şirketlerin fiyat belirleyebilme gücü, maliyetlerini tüketicilere yansıtabilme kapasitesi, sektörler arası geçiş yapabilme imkanları gibi unsurların hepsi olası sanayisizleşme tartışmasında göz önünde bulundurulması gereken özellikler(*).

Buna ek olarak, gözden kaçan meselelerden biri de, yüksek enflasyona rağmen sanayideki kârlılıkların düşüş yerine artış eğiliminde olması ve işgücü maliyetlerinin tarihsel eğilimden sapmaması. Demek ki sanayiciler, enflasyon aracılığıyla başka rakiplerine maliyet yükleyebilirken, bir bütün olarak rakipler işçilerin tüketimini zorlaştıracak maliyet artışlarını elde edebiliyor ve aynı zamanda ücretleri tarihsel eğilimde tutmayı başarabiliyor.


(*) Bu noktada, elbette borçlanma maliyetlerinin artışı ile birlikte krediye ulaşma olanaklarındaki değişiklikler de incelenmeye muhtaç. Bundesbank’ın 2022 yılında yayınladığı Finansal İstikrar Raporuna göre, toplam kredilerin yüzde 70’e yakını ortalamanın altında faiz karşılama oranlarına sahip firmaların üzerinde. Bu oranın, kabaca işletmenin ödemek zorunda olduğu faizin kaç ka­tını kazandığını gösterdiğini de not edelim.

Avrupa

Merz: Bu hafta ilerleme olmazsa Rusya’ya yeni yaptırımlar yolda

Yayınlanma

Almanya Başbakanı Merz, Ukrayna’daki savaşın sona erdirilmesi yönünde bu hafta somut ilerleme kaydedilmemesi hâlinde Avrupa Birliği’nin Rusya’ya yönelik yeni ve daha sert yaptırımlar uygulayacağını açıkladı. Alman Dışişleri Bakanı Wadephul ise Rusya Devlet Başkanı Putin’i, barışa niyetliyse Türkiye’de yapılması planlanan görüşmelere bizzat katılmaya çağırdı.  

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, bugün yaptığı açıklamada, Ukrayna’daki savaşın sona erdirilmesi yönünde önümüzdeki günlerde somut bir ilerleme kaydedilmemesi hâlinde Avrupa Birliği’nin (AB) Rusya’ya yönelik yaptırım baskısını artırmaya hazır olduğunu belirtti.

Merz’e göre, ilgili yaptırım paketi halihazırda hazırlanmış durumda.

Yunan mevkidaşı Kiryakos Miçotakis ile düzenlediği ortak basın toplantısında konuşan Merz, “Vladimir Putin’den bir anlaşma bekliyoruz. Hafta sonuna kadar bir gelişme olmazsa, Avrupa düzeyinde yaptırımların önemli ölçüde sıkılaştırılması için birlikte çalışacağız,” diye vurguladı.

Merz, yeni kısıtlayıcı tedbirlerin diğerlerinin yanı sıra enerji sektörü ve finans piyasalarını da etkileyebileceğini kaydetti.

Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul de konuya ilişkin bir açıklama yaparak, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in gerçekten barış istemesi hâlinde, 15 Mayıs’ta Türkiye’de Ukrayna ile yapılması planlanan görüşmelere bizzat gelmesi çağrısında bulundu.

Tagesschau‘nun aktardığına göre Wadephul, “Rusya, İstanbul’da boş bir sandalye bırakmamalıdır. Eğer Kremlin gerçekten bir çözümle ilgileniyorsa, o (Putin) orada olmalıdır,” dedi.

Bakan ayrıca, önerilen diyaloğun reddedilmesi durumunda Moskova’nın “sonuçlarla yüzleşeceğini” belirterek, “Berlin, Rusya’nın bu savaşı cezasız bir şekilde sürdürmesine izin vermeyecektir,” diye ekledi.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius ise Kremlin üzerindeki yaptırım baskısının ve Ukrayna’ya desteğin artırılması çağrısında bulundu.

Pistorius, Putin’in ateşkes ve müzakerelerin başlaması konularındaki tutumunda bir değişiklik olmadığını ifade ederek, “Her zamanki gibi hareket ediyor ve gerçek bir uzlaşma isteği göstermiyor,” şeklinde konuştu.

10 Mayıs’ta Kiev’de “Gönüllüler Koalisyonu” ülkelerinin liderleri bir zirve gerçekleştirmişti.

Toplantının ardından katılımcılar, Moskova’nın 12 Mayıs’ta yürürlüğe girmesi gereken ön koşulsuz 30 günlük ateşkes önerisini reddetmesi durumunda AB ve ABD’nin yeni, daha sert yaptırımlar uygulayacağını duyurmuştu.

Zirvede ayrıca, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından Ukrayna’ya yapılan askeri yardım hacminin artırılacağı da belirtilmişti.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 10 Mayıs’ı 11 Mayıs’a bağlayan gece geçici ateşkes girişimini reddetmiş, ancak 15 Mayıs’ta İstanbul’da Ukrayna ile doğrudan görüşmeler yapmaya hazır olduğunu ifade etmişti.

Buna karşılık Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, Kiev’in müzakere sürecinin başlamasına onay verdiğini teyit ederek Putin’e görüşme için bizzat Türkiye’ye gelmesini önermişti.

Zelenskiy, diyaloğun başlaması için ön cephede sükunet rejiminin kurulması şartını bir kez daha vurgulamıştı. Bu pozisyon hem ABD hem de “gönüllüler koalisyonu” katılımcıları tarafından desteklenmişti.

Kremlin: Rusya, Ukrayna’da uzun vadeli barış konusunda ciddi

Okumaya Devam Et

Avrupa

Avrupa’nın ‘güvenliğinde’ Almanya belirsizliği

Yayınlanma

Almanya ve yeni şansölyesi Friedrich Merz, görevinin ilk günlerini Avrupa’yı dolaşarak geçirdi fakat Berlin’in yeni liderliğinin Avrupa savunma politikası için ne anlama geleceği konusunda belirsizlik sürüyor.

Şubat ayında Hıristiyan Demokratların (CDU/CSU) seçim zaferinden bu yana, birçok kişi Merz’in liderliğinde Alman savunma politikasında hızlı bir dönüş olacağını öngörüyordu.

Merz, seçim gecesi Avrupa’nın ABD’den stratejik bağımsızlığını “mutlak önceliği” olarak nitelendirerek çağrıda bulundu ve ardından ulusal askeri harcamaları Alman borç kurallarının kısıtlamalarından kurtarmak için SPD ile 1 trilyon avroluk bir anlaşma imzaladı.

Merz, Paris, Varşova ve Kiev’e yaptığı ziyaretlerle ve göreve başladıktan birkaç gün sonra Brüksel’de AB ve NATO liderleriyle kısa bir görüşme yaparak bu umutları daha da körükledi.

Merz’in seçilmesi, Almanya’nın transatlantik bağlarından uzaklaşmasına ve Paris’in uzun süredir savunduğu türden bir stratejik özerkliğe büyük ölçüde kucak açılmasına yol açarsa, Avrupa savunma projeleri muazzam bir ivme kazanacak.

Başlangıçtaki ‘Merz coşkusu’ yerini temkinli iyimserliğe bıraktı

Fakat Merz’in iktidara gelmesi ve ABD Başkanı Donald Trump’ın NATO taahhütlerini sorgulamaktan çok ticaret açığına odaklanmasıyla, Alman liderin tonu daha temkinli hale geldi.

Merz hâlâ açıkça Avrupa’da liderlik rolünü hedefliyor olsa da, birçok savunma başlığında belirsizliğini koruyor ve cesur bir yeni rota çizmek yerine, gelecekteki taahhütler için seçeneklerini açık bırakıyor.

NATO savunma harcamaları hedeflerini GSYİH’nin %3,5’ine çıkarmayı düşünürken, Merz cuma günü Brüksel’e yaptığı ziyaret sırasında, Avrupa genelinde daha yüksek savunma harcamaları yapılabilmesi için AB borç kurallarının gevşetilmesine ilişkin taahhütte bulunmayı reddederek bazılarını hayal kırıklığına uğrattı.

Şansölyeden ‘ortak borçlanma’ya ret

Merz, Almanya’nın uzun süredir devam eden ortak AB borcuna karşı tutumuna sadık kalarak, savunma için ortak Avrupa borçlanmasını reddetti fakat kapıyı tamamen kapatmadı ve ortak borçlanmanın istisnai bir durum olarak kalması gerektiğini söyleyerek, gerekirse geri adım atma imkânını açık bıraktı.

“Avrupa’da bir savunma sanayisi oluşturma“ çabalarını destekleyen şansölye, savunma sanayisinde daha fazla verimlilik çağrısında bulundu, ortak askeri tedarik önerilerini destekledi ve daha fazla Avrupa işbirliği çağrısı yaptı.

Merz, kesin olan tek şeyin “%2 için Avrupalıların birbirine verdiği sözlerin” yeterli olmaması olduğunu söyledi. 

Ukrayna’ya Taurus’ tedarikinde geri adım

Bu arada, Almanya’nın Ukrayna’ya uzun menzilli Taurus füzeleri teslim edeceği yönündeki ilk beklentiler de ortadan kalkmış görünüyor.

Savunma Bakanlığı sözcüsü pazartesi günü yaptığı açıklamada, “konunun tamamen abartıldığını” ve füzelerin teslimatının artık kamuoyunda tartışılmayacağını belirtti.

Benzer şekilde, Merz, Ukrayna ile Rusya arasında barış anlaşmasının sağlanmasına yardımcı olmak için Alman askerlerinin gönderilmesi olasılığı konusunda da belirsizliğini korudu.

Kendisinden önceki Scholz gibi, bu tür soruları tamamen erken bulduğunu söyledi. Merz, şimdilik çabaların olası bir ateşkes üzerinde yoğunlaşması gerektiğini vurguladı.

Fakat Berlin’in ateşkesi nasıl uygulayacağı belirsiz. Merz cumartesi günü, Moskova’nın ateşkes talebini reddetmesi halinde Ukrayna’ya “sadece siyasi ve mali değil, askeri olarak da” destek vermeye devam edeceklerini ve ayrıca “kapsamlı bir yaptırım paketi” daha kabul edeceklerini açıklamıştı.

Alman sermayesine Ukrayna dopingi: Yermak’a göre Kiev, Berlin’i bekliyor

Bu arada Ukrayna, savaşın sona ermesi halinde Almanya’ya her türlü cazip iş teklifini sunuyor.

Bu teklifler, ABD ile hammadde anlaşmasının imzalanmasının ardından ülkenin yeraltı kaynaklarının öncelikle ABD şirketleri tarafından işletilebileceği ve dolayısıyla Avrupa şirketleri için artık kolayca erişilebilir olmayacağı gerçeğini de göz önünde bulunduruyor.

Kiev Başkanlık Ofisi Başkanı Andriy Yermak’ın Frankfurter Allgemeine Zeitung (faz) gazetesindeki yazısında belirttiği gibi, Ukrayna’nın mevcut enerji stratejisi 383 milyar dolarlık yeni enerji kapasitesi için kapsamlı yatırım fırsatları öngörüyor.

Bu sektörde, Alman-Ukrayna enerji ortaklığı çerçevesinde Almanya ile halihazırda son derece yakın bir işbirliği içinde çalışıldığına işaret eden Yermak, Alman sanayisinin, savunma sektöründe de son derece kazançlı bir işbirliği umut edebileceğinin altını çiziyor.

Yermak ayrıca siyasi sadakatini de ifade ediyor ve “Ukrayna ve Avrupa, Almanya’yı iyiliğin öncü gücü olarak görüyor” diyor ve “Almanya’nın rolü, Avrupa’nın dünyadaki konumunun tanımlanmasında belirleyici olacak” diye ekliyor. 

Yermak, Federal Şansölye Merz’in göreve başladığı dönemde, son 80 yılda görülmediği kadar hızlı değişen bir jeopolitik düzenle karşı karşıya olduğunu belirtiyor ve “Ukrayna ve Avrupa, Almanya’ya liderlik için bakıyor,” ifadelerini kullanıyor.

Okumaya Devam Et

Avrupa

AB, silah sanayisi için ESG kriterlerini gevşetebilir

Yayınlanma

Avrupa Komisyonu, savunma şirketlerinin özel finansman sağlamasına ve yatırımcılardan nakit para toplamasına yardımcı olmak için sürdürülebilirlik kurallarını yeniden düzenlemeyi düşünüyor.

Bu, Avrupa genelinde silah üretimini artırmaya yönelik AB destekli geniş çaplı çabalar kapsamında, büyük özel yatırımları kaçırdıkları için çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) yatırım kriterlerini suçlayan silah üreticileri ve diğer savunma şirketlerini rahatlatabilir.

Komisyon sözcüsü Thomas Reigner pazartesi günü Euractiv’e verdiği demeçte, Komisyon’un sektöre finansmanı artırma çabalarının bir parçası olarak “sürdürülebilir finansman çerçevesinin ayarlanmasını” değerlendirdiğini söyledi.

Reigner, AB yürütme organının “Avrupa genelinde hızlı endüstriyel artış için koşullar” yaratmak amacıyla “Omnibus” olarak bilinen savunma basitleştirme paketinin temellerini attığını söyledi.

Euractiv’in gördüğü bir belgeye göre, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB’nin savunma sanayisiyle stratejik diyaloğunun başlatılması vesilesiyle pazartesi günü Avrupa savunma şirketleriyle düzenlenecek bir etkinlikte finansmana erişim konusunu gündeme almayı planlıyordu.

ESG kısıtlamalarının gevşetilmesi, mühimmat üretimi gibi alanlarda özel yatırımların önünü açabilir. Hem savunma bakanları hem de savunma sanayisi, AB’yi bankalar ve finans kurumlarından krediye erişimi iyileştirmeye defalarca çağırmıştı.

Özellikle, silah üreticilerini listelemediği ve bankaların bu şirketlere kredi vermeyi engellediği için bloğun mevcut sürdürülebilir yatırım sınıflandırmasını eleştiriyorlardı. Savunma şirketlerinin kriterler kapsamında “zararsız” olarak yeniden sınıflandırılmasını talep ettiler.

Komisyon, savunma politikası hakkında yakın zamanda yayınladığı beyaz kitapta, savunma şirketleri için “ESG yatırımları da dahil olmak üzere finansmana erişimle ilgili engelleri” kaldırma sözü vermiş, fakat o sırada çok az ayrıntı vermişti.

Avrupa Yatırım Bankası (EIB) daha önce, silah endüstrisine daha fazla nakit akışı sağlamak için yatırım uygulamalarını değiştirdi. EIB’nin siber güvenlik sistemleri ve insansız hava araçları gibi sivil ve askeri amaçlı çift kullanımlı ürünlere ilişkin kriterleri, geçtiğimiz yıl içinde giderek gevşetildi.

Mart ayında EIB, Avrupa savunma sanayine yönelik özel kredi koşullarını kolaylaştırmak için bir “basitleştirme çalışması” çağrısında bulundu.

EIB’nin öncülüğünde, Avrupa’nın en büyük borsa grubu Euronext de savunma şirketlerinin özel yatırım fırsatlarına daha iyi erişimini sağlamak için görev tanımını gözden geçireceğini duyurdu.

ESG odaklı yatırımcılar, savunma şirketlerinin ölümcül çatışmalara katkıda bulunabileceği ve demokratik olmayan rejimlere hizmet edebileceği endişeleri nedeniyle, bu şirketlerin gerçekten sürdürülebilir olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda tartışıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English