DÜNYA BASINI
Andrey Kortunov: Ermenistan muhalefetinin “Karabağ kartını” kullanma teşebbüsü hiçbir işe yaramayacak
Yayınlanma
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: Ermenistan ile Azerbaycan arasında sınır belirleme çalışmaları nisan ayı sonunda başladı. Bu bağlamda geçen hafta Gazah bölgesine bağlı Bağanis Ayrım, Aşağı Eskipara, Heyrimli ve Kızılhacılı Bakü’nün kontrolüne geçti. Geçen haftalarda buna tepki olarak Ermenistan’da “Vatan Adına Tavuş” hareketi Tavuş kasabasından Erivan’a yürüyüş başlattı ve başkentte 150 kadar kişinin gözaltına alındığı bir protesto gösterisi düzenlendi. Hareketin lideri Başpiskopos Bagrat Galstanyan, genel grev çağrısında bulunmuştu.
Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) Akademik Direktörü Andrey Kortunov, Erivan ile Bakü arasında sınır belirleme konusunda atılan adımları ve Ermenistan’da oluşan muhalefeti yorumluyor.
Andrey Kortunov: Ermenistan muhalefetinin “Karabağ kartını” kullanma teşebbüsü hiçbir işe yaramayacak
Nana Hoştarya
22 Mayıs 2024
Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) Akademik Direktörü Andrey Kortunov, mülakatında Ermenistan’daki yeni muhalif protesto hareketinin “Karabağ kartını” kullanmasını ve bunun nereye varacağını yorumladı.
Andrey Vadimoviç, Erivan ile Bakü’nün sınır belirleme sürecini başlatmasının ardından Ermenistan’da Tavuş Başpiskoposu liderliğindeki muhalif protestolar devam ediyor. Yeni muhalefet lideri, Paşinyan’ın istifasını talep etmenin yanı sıra Karabağ konusunda da oldukça agresif açıklamalar yapıyor. “İntikam alacağız,” diyorlar. Dün Erivan’da ayrılıkçı Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin eski hükümetinin üyeleriyle bir araya geldi. Hükümet, geçen yıl eylül ayında kendini feshetmiş ve Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin varlığı sona ermiş olmasına rağmen, ayrılıkçılar bir gün önce Başpiskopos ile Karabağ’a dönüş konusunun görüşüldüğüne ve Karabağ’ın bağımsızlığının ilan edilmesi gerektiğine dair açıklamalar yaptılar. Protestolar ve bu tür beyanlar nereye varır?
Ermenistan’ın siyasi hayatı son 30 yıldır Karabağ ile yakından alakalı olduğu için mevcut durum öngörülebilirdi. Nikol Paşinyan’ın aksine, ondan önceki Ermeni liderlerin [Koçaryan, Sarkisyan] Karabağ’da doğduklarını ve Karabağ savaşının başlangıcıyla doğrudan ilişkili olduklarını biliyoruz, bunlar Ermeni Karabağ hareketinin liderleriydi. Ermenistan’ın ve Ermenilerin İkinci Karabağ Savaşı’ndaki şok edici mağlubiyeti, bölgedeki jeopolitik durumdaki müteakip değişim, Karabağ’ın tamamen kaybedilmesi ve bölgenin Ermenistan makamları tarafından resmen Azerbaycan toprağı olarak tanınmasının Ermenistan Cumhuriyeti’nin iç siyasi hayatını uzun süre etkileyeceği aşikâr. Bugün Ermenistan Cumhuriyeti’ndeki periyodik protesto dalgalarında gözlemlediğimiz şey, bir yandan Karabağ ve diğer kaybedilmiş topraklar konusundaki hayali acılar, diğer yandan da insanların Karabağ’la ilgili bu hüsranının bazı çıkarcı güçler tarafından suistimal edilmesi, yani “Karabağ kartının” geleneksel olarak kullanılması.
Burada kesinlikle bir dış etki var. Tarih, yurt dışındaki, yani Avrupa ve ABD’deki Ermeni diasporasının bazı gruplarının bazen Ermenistan’daki Ermenilerden bile daha radikal, daha kararlı olduğunu gösterdi.
Mevcut muhalif protesto dalgasının akıbetine konuşacak olursak, sokak eylemlerinin; insanlar sokağa çıkmaları, tutumlarını ve duygularını ifade etmelerinin Ermenistan’da bir tür yerleşik gelenek olduğu sır değil. Buna şaşırmamak lazım.
Bugün Ermenistan’daki gerçek siyasi güç dengesini değerlendirecek olursak da bu durum görevdeki Başbakan Nikol Paşinyan’ın ikna edici bir zafer kazandığı parlamento seçimleri sırasında ortaya çıkmıştı.
Paşinyan’ın iktidardaki görevi sırasında ülke için tekrarlanan kritik durumlara rağmen, muhalefetin periyodik öfke patlamalarına rağmen, hiç kimsenin onu devirmeyi başaramadığını da belirtmek lazım. Buradan şu sonuç çıkıyor; muhalefetin periyodik öfke patlamaları ülkedeki siyasi güç dengesini değiştiremedi. Bugün muhalefet başka bir taktiğe yöneldi; kiliseyi temsil eden yeni bir karizmatik şahsiyet protesto hareketinin yeni lideri olarak seçildi. Bir başpiskopos siyasi güç dengesini değiştirebilir mi? Görünüşe göre muhalefet, Robert Koçaryan ve Serj Sarkisyan gibi ülkenin eski liderleri halihazırda toplumun kayda değer bir kısmı için olumsuz bir çağrışıma sahipken, yeni bir “taze” sima çıkarmaya karar verdi. Protestoların çehresini değiştirmek lazımdı. Bu mantıklı bir hamle ve şu ana kadar sadece bu hamlenin ülkedeki siyasi durumu nasıl etkileyeceğini gözlemleyebiliyoruz. Şu ana kadar mevcut hükümeti ciddi şekilde tehdit eden bir eğilim yok.
Karabağ Ermenilerinin intikamcı açıklamaları hakkında konuşacak olursak, Ermenistan’ın tarihinin bu sayfasını çevirmesi ve yeni bir sayfa açması gerektiğini defalarca dile getirdim. Bunu yapmanın o kadar kolay olmadığı, bu konuda psikolojik ve siyasi zorluklar olduğu bariz.
Muhalefet Paşinyan’ı aniden devirse bile Karabağ’ı tekrar kontrolü altına almayı nasıl aklına getirebilir ki? Bu mümkün değil. Karabağ’ın tamamen geri verilmesi ya da bağımsızlığının ilan edilmesi yönündeki mevcut çağrılardan da hayırlı bir şey çıkmayacaktır. Bugünkü durumda, Ermenistan’daki herhangi bir siyasi gücün, çözümü sıradan insanlar için burada ve şimdi önemli olan gerçek sorunları gündeme getirmesi gerekiyor. Maksimalist tutum ve muhalefetin “Karabağ kartını” çekmesi doğru olmaz. Bundan olumlu sonuçlar çıkabileceğini zannetmiyorum.
Ermenistan, eğer ilerlemek ve barış içinde yaşamak istiyorsa, Azerbaycan ile yaşanan mevcut durumun gerçeklerini kabul etmeli. Fakat protestoların da gösterdiği gibi, Karabağ meselesinin yeniden ele alınması gerektiğine inanan ve halihazırda kapalı olan Karabağ konusunu kendi amaçları için kullanmaya çalışanlar var. Bu, resmi olarak sona erdikten sonra bile ardında bir tortu bırakan uzun ve sancılı bir çatışmanın ardından yaşanan beklendik bir durum.
Geçtiğimiz sonbaharda Karabağ’ın tamamının Azerbaycan’ın kontrolüne geçmesinin bir sonucu olarak Karabağ’dan Ermenistan’a göç eden Ermenilerin hoşnutsuz olmak için kendi gerekçeleri olabilir. Fakat burası Azerbaycan toprağıdır ve kimse bu gerçeği değiştirmemiştir. Ancak Ermeni nüfusun hayali acılar yaşadığı hakikati, ele alınması gereken ciddi bir konudur, tutarlı bir şekilde ve Azerbaycan tarafıyla temas halinde ele alınmalıdır. Azerbaycan makamları, prensip olarak Ermenilerin Karabağ’a geri dönebileceğini defalarca ifade ettiler ve aslında hiç kimse onları oradan kovmadı. Ermenilerin haklarının, kültürel ve dini faktörlerinin teminat altına alınarak Karabağ’a geri dönmesi önemli bir konudur ve çözümü hem Erivan’ın hem de Bakü’nün çıkarınadır. Ve burada ilerleme kaydedilebilir. Esasında sorunun pratikte çözümü kolay değil, zira yıllar süren çatışmalar nedeniyle insanlar birbirlerine karşı güvensizlik, korku ve nefret geliştirdiler. Ve bu bir anda ortadan kalkmayacaktır. Halkların yakınlaşması, sahada sürekli ve özenli bir çalışma gerektiriyor.
Orada yaşayan Azerilerin Ermenistan’a geri dönüşü konusunda da çalışmalıyız ve Bakü de bu konuya eğilmekte haklı.
İnanıyorum ki her iki taraftan da az sayıda da olsa insanlar geri dönmeye başladığında, bu bir şeylerin değişmeye başladığının ve sorunun çözüme kavuştuğunun işareti olacaktır.
Bu arada, Ermenistan makamları Karabağ ayrılıkçılarının ülke topraklarında siyasi faaliyet yürütme teşebbüslerinin bastırılacağını ve bunun Ermenistan devletinin altına bomba koyma girişimi olduğunu defalarca ifade ettiler. Ve ayrılıkçıları “sürgündeki hükümet” olarak sunmak isteyenler var…
Eski Dağlık Karabağ yetkililerinin bu tür eylemleri Paşinyan’ın kendisine yönelik olduğu için tepki anlaşılabilir. Ne de olsa Karabağ’ı Azerbaycan toprağı olarak tanıyan oydu. Ve bu anayasaya aykırı bir tehdit, parlamento dışı yöntemlerle ülkedeki siyasi durumu etkileme teşebbüs. Fakat aynı zamanda ülkede ciddi sorunlar olduğu inkâr edilemez. Ve bu bağlamda, belki de ülkenin akıbeti hakkında bir tür tartışma gerekli. Muhalefet güçlerinin, kimi temsil ederlerse etsinler, kendi ülkelerine karşı yapıcı ve mantıklı bir tutum takınmaları iyi olur. Zira her şey radikal popülist taleplere indirgenmeye devam ederse, bu sadece muhalefetin itibarını zedeleyecek ve bir güç hakikatle ya da gelecekle hiçbir ilgisi olmayan böylesine radikal bir tutum alırsa, diğer konularda onu dinlemenin bir anlamı olmadığı izlenimini yaratacaktır. Gündemini genişletmek, umutlarını ve taleplerini mevcut gerçeklerle ilişkilendirmeye çalışmak muhalefetin yararına olur.
Ve gördük ki halk da Paşinyan’dan önceki yetkililer tarafından izlenen politikaya geri dönmek istemiyor. Dolayısıyla bugün de benzer bir gündemi zorlarsak, bundan iyi bir şey çıkması pek mümkün değil.
Bakü ile Erivan sınırı çizmeye başlamakla kalmadılar, hatta sahada sınırın küçük bir bölümünü tamamladılar. Ermeni tarafı da bu süreci tamamen tamamlanıncaya kadar sürdürmeye hazır olduğunu söylüyor. Buna ek olarak, Azerbaycan’a yönelik eleştiriler, daha önce düzenli olmasına rağmen, Erivan’ın Azerbaycan’a yönelik söyleminden aniden kayboldu…
Bugün şahit olduklarımızın, sınırın belirlenmesi ve sınırların çizilmeye başlanmasının, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki doğrudan müzakerelerin ve bunların etkinliğinin barış sürecinde kayda değer kazanımlar olduğuna inanıyorum. Sınıra gitmiştim, terk edilmiş köyler, yıkılmış binalar gördüm. En hafif tabirle tablo hiç de tozpembe değil. Barış süreci ne kadar hızlı ve kapsamlı ilerlerse her iki taraf için de o kadar iyi olacaktır. Aynı zamanda uçuk beklentilere girilmemesi de çok önemli. Taraflar arasında hala pek çok alanda anlaşmazlıklar var ve Bakü ile Erivan’ın bir uzlaşmaya varması, her iki tarafça da adil olarak algılanacak çözümlere ulaşması çok arzu edilen bir durum olacaktır. Bunu yapmanın kolay olmadığı aşikâr, her zaman memnuniyetsiz insanlar olacaktır ama doğru denen şeyi yapmak gerekir. Bu yönetişim sanatıdır, böylece her ülkede hoşnutsuzluk en aza indirilebilir. İki ülke arasındaki barış muazzam bir atılım olacak ve dünyadaki bir başka çatışmayı daha ortadan kaldıracaktır. Azerbaycan ile Ermenistan arasında yapıcı bir etkileşime, ülkelerin ve bölgenin kalkınmasına, bölgesel ve küresel iktisadi projelere katılıma kapı aralayacaktır.
Bakü ile Erivan’ın yakın vadede bir barış anlaşması imzalaması konusundaki gerçekçi olasılıklar beler? Yoksa süreç, bölge üzerindeki dış etki girişimleri de dahil olmak üzere çeşitli faktörler nedeniyle hala karmaşık mı?
Elbette zorlaştıran faktörler var. Ancak iki ülke arasında bir barış anlaşması imzalanmasının imkânsız olduğunu söyleyemem. Bakü ile Erivan doğru rotayı seçti. Her iki tarafın da, özellikle Ermeni tarafının, aldıkları kararların bu koşullar altında en iyisi olduğuna halklarını ikna etmeleri gerekecek.
Bakü ile Erivan arabulucular olmadan doğrudan müzakerelere başladı. Zira arabuluculuk ancak her iki taraf da buna ilgi duyduğunda mümkün olabilir. Ve her iki tarafa da eşit uzaklıkta bir güç olmalı. Aksi takdirde arabuluculuk etkisiz ve istenmeyen bir şey olarak algılanır. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki mevcut durumda bir arabulucu nasıl bir rol oynayabilir? Sınır çiziminden bahsedecek olursak, idari sınırı tanımlamak için belirli müzakereler devam ediyor. Bir arabulucu burada ne işe yarasın? Arabuluculuk gereksiz. Muhtemelen, Ermenistan liderliğinin mantığı açısından bakıldığında, dış aktörlerin arabuluculuğu Erivan’ın müzakere sürecindeki pozisyonunu güçlendirebilir.
Bildiğimiz üzere Ermenistan tarafı yakın zamana kadar düzenli olarak bir arabulucuya ihtiyaç olduğunu, Bakü ile olan anlaşmaların uluslararası bir mekanizma aracılığıyla güçlendirilmesi gerektiğini söylüyordu. Son zamanlarda Erivan aniden bu tür açıklamalar yapmayı bıraktı ve Bakü’nün ısrar ettiği şekilde, Azerbaycan ile doğrudan müzakereler yürütmeye başladı.
Azerbaycan’ın Fransa’nın katılımı gibi arabuluculuk formatlarını kabul etmediği aşikâr. Ermenistan buna karşı çıkabilir mi? Eğer kabul etmediyse, öyle bir sürpriz de gelmedi.
Dolayısıyla barış sürecindeki durum, müzakerelerde arabuluculuğun anlamlı olabileceği aşamayı çoktan geride bıraktı.
Azerbaycan altı aydır ABD’yi eleştiriyor, Bakü’ye karşı yaklaşımının adil olmadığından bahsediyor. Bunu gördük ve ABD Dışişleri Bakanı’nın arabuluculuğu boşa çıktı. Daha geçen gün İlham Aliyev, bugün Azerbaycan’a en çok ABD ve Fransa’nın baskı yaptığını söyledi. Yani barış sürecine de mi baskı yapıyorlar?
ABD’nin pozisyonu Fransa ile hemen hemen aynı. Yaşadığı ülkedeki politikacıları etkileyen bir Ermeni Diasporası var. Burada şaşırtıcı bir şey yok. Prensip olarak ABD’nin mevcut pozisyonundan bahsedecek olursak, bu Biden yönetiminin belirli ideolojik tutumlarını yansıtıyor. Ona göre dünya, demokrasiler ile otokrasiler arasında bir mücadele alanı olarak algılanıyor. Ve bu anlamda Azerbaycan, Washington tarafından bir otokrasi olarak sınıflandırılıyor. Dolayısıyla Biden yönetimi, Ermenistan-Azerbaycan sürecinde daha çok Ermenistan’ın yanında yer alıyor. Fakat bu yaklaşım 1992 yılında da geçerliydi. 1992’de, Birinci Karabağ Savaşı sırasında ABD, eski Sovyet cumhuriyetlerine yardım anlamına gelen “Özgürlük Destek Yasasını” kabul etmişti. Ancak Ermeni lobisinin baskısıyla bu yasada 907 sayılı değişiklik de kabul edildi. Bu değişiklik, “Başkan, Azerbaycan hükümetinin Ermenistan ve Dağlık Karabağ’a yönelik tüm ablukaları ve diğer saldırgan güç kullanımlarını sona erdirmek için kanıt niteliğinde adımlar attığını belirleyip Kongre’ye bildirene kadar” Azerbaycan Cumhuriyeti’ne yardım yapılamayacağı ifadesini içeriyor. Dolayısıyla genel manada ABD’nin bu yönde, Azerbaycan’a yönelik tarihsel olarak oturmuş bir yaklaşımından bahsedebiliriz.
Aynı zamanda bugün ne kadar Ermenistan ile Batı arasındaki hızlı yakınlaşmadan, Erivan ile Washington arasındaki etkileşimin derinleşmesinden konuşulursa konuşulsun ve Paşinyan, daha geçen gün Erivan’da CIA Başkan Yardımcısı ile görüşmüş olsun, Güney Kafkasya’nın ABD için stratejik bir öncelik olmadığını belirtmek isterim. ABD’nin bu bölgeye olan ilgisini belirleyen başlıca unsurlar İran ile yaşanan çatışma, ABD-Türkiye ilişkilerindeki sorunlar ve Rusya’yı kenara itme arzusu. Kanımca Biden, ABD-Türkiye ilişkilerinde ciddi bir krize neden olacak adımlar atmayacaktır ve bunun anlaşılması gerekir.
Evet, Batı bu durumdan istifade ederek Ermenistan üzerinden Güney Kafkasya’daki konumunu güçlendirmeye ve Rusya’yı bölgeden uzaklaştırmaya çalışıyor. Aynı zamanda bu sürecin sınırları var ve hiçbir şeyi abartmamalıyız.
Batı, Ermenistan için elinden geleni yapmayacak. Ermenistan, Avrupa Birliği’ne kabul edilmeyecek, ülkeye tam teşekküllü güvenlik garantileri verilmeyecek. İktisadi iş birliğinin genişletilmesi için bazı programların uygulanması mümkün. Elbette Batı’nın bölgedeki nüfuzunu arttırma girişimleri devam edecek. Fakat Batı’nın bölgenin jeopolitik haritasını tamamen yeniden çizmesi, en azından yakın gelecekte, özellikle de bu sonbaharda ABD Başkanının kim olacağını henüz bilmediğimiz için epey zor. Dolayısıyla şu an ABD ya da Avrupa Birliği’nin Transkafkasya’da büyük ölçekli stratejik kararlar alabileceği bir zamanda değiliz. Şimdi Ermenistan ile Ukrayna’ya dair periyodik karşılaştırmalar duyuyoruz. Batı’nın Ermenistan’ı Rusya’dan koparmaya ve mümkünse Güney Kafkasya bölgesinde bir tür ileri karakol haline getirmeye çalıştığı gerçeği son derece bariz ve kimse bunu saklamıyor.
İlginizi Çekebilir
-
Nippon, US Steel teklifinin süresini uzattı
-
Azerbaycan uçağının düşmesine Rus füzesi neden oldu iddiası
-
ABD’nin Rusya’nın ‘gölge filosuna’ yeni yaptırımları yolda
-
Lavrov: Suriye’de Türkiye’nin meşru güvenlik çıkarları güvence altına alınmalı
-
Macaristan’ın eski Çin Büyükelçisi: Alman ekonomisinin harakirisini hayretle izliyorum
-
Lavrov: Ukrayna’da yasal garantiler şart
DÜNYA BASINI
2024 İran için zor geçti ama asıl sınav 2025’te
Yayınlanma
2 saat önce26/12/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız makale 2024 yılının İran açısından nasıl geçtiğini özetliyor ve 2025’e dair öngörülerde bulunuyor:
***
İran 2024’ü zor geçirdi ve 2025 daha kolay olmayabilir
Arash Azizi
İran bu yıla 1 Ocak’ta Batı’ya alternatif güç merkezlerini bir araya getiren BRICS’e katılarak hayırlı bir başlangıç yapmıştı. Böylece, geçen yıl Suudi Arabistan’la ilişkilerin yeniden kurulması ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olmasının ardından diplomatik başarılarına bir yenisini daha eklemiş oldu.
2022-2023 protestolarının üstesinden geldikten sonra, hükümet yeniden dengesini buluyor gibi görünüyordu. Ancak, çok az kişi İran’ı ne kadar fırtınalı bir yılın beklediğini tahmin edebilirdi. 2024, hükümetin ve dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in politikalarının sürdürülemezliğinin her zamankinden daha belirgin hale geldiği bir yıl oldu.
Bölgesel olarak Tahran, yıllardır dış politikasının merkezinde yer alan Batı ve İsrail karşıtı milislerden oluşan ve Direniş Ekseni olarak adlandırılan koalisyonun eşi benzeri görülmemiş bir şekilde hırpalanmasına tanık olmak zorunda kaldı. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını sürdürmesiyle birlikte, Eksen üyesi Hamas kapasitesinin büyük bir kısmını kaybetti. İsrail Hamas lideri İsmail Heniyye’yi Tahran’da, Yahya Sinvar’ı ise Gazze’de öldürdü. Ayrıca Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ile birlikte örgütün Lübnan’daki pek çok komutanını da öldürdü.
Eksen’in bu şekilde zayıflaması, Suriye’de on yıl süren iç savaşın ardından Beşar Esad hükümetinin devrilmesinde önemli bir etken oldu. Bu aynı zamanda İran’ın bölgedeki ana devlet müttefikini kaybetmesi anlamına geliyordu.
Eksen’i desteklemek, bu yıla kadar Tahran’ın İsrail’le doğrudan askeri çatışmaya girmek zorunda kalmadan mücadelesini sürdürmesini sağlayan bir stratejiydi. Ancak bu “Hamaney Doktrini” İran ve İsrail’in Nisan ve Ekim aylarında ilk kez doğrudan karşı karşıya gelmesiyle başarısızlığa uğradı.
Fırtınalı bir yıl geçiren İran, iki nükleer güç olan İsrail ve Pakistan’a ait toprakların yanı sıra Irak ve Suriye’ye de saldırılar düzenledi. Hamaney’in savaşı ülkeden uzak tutma iddiası o zamandan beri inandırıcı görünmüyor. Ve yıl sona ererken hem Direniş Ekseni hem de Hamaney Doktrini harabeye dönmüş durumda.
İran ayrıca kendisini Batı’dan diplomatik olarak daha da izole olmuş bir halde buldu.
Haziran ayında Kanada, Devrim Muhafızları Ordusu’nu terör örgütü listesine alarak ABD’ye katıldı. İranlı-Alman bir siyasi mahkûmun idam edilmesine tepki olarak Berlin, Ekim ayında üç İran konsolosluğunu kapattı. Yılın başlarında da Hamburg’da 1950’lerden beri faaliyet gösteren İran destekli bir camiyi kapattı. Almanya ayrıca Rusya’nın Ukrayna’daki savaşına verdiği destek nedeniyle Tahran’a yeni yaptırımlar uygulanmasında Fransa ve ABD’ye katıldı.
İç politikada ise Hamaney ve müesses nizamdaki diğer kişiler baskıların devam etmesinin hükümetleri için iyi olmayacağını anlamış görünüyorlardı. Şubat ayında yapılan parlamento seçimlerine katılım yüzde 40’ta kaldı ki bu İslam Cumhuriyeti tarihindeki en düşük orandı.
Mayıs ayında meydana gelen bir helikopter kazası durumu bir nebze değiştirdi. Bu kaza İran’ın o zamanki muhafazakâr (ve Hamaney’e sadık) Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümüne yol açtı. Bu ani ölüm, Tahran’a reformist ve merkezci grupları tekrar siyasi arenaya dahil etme fırsatı verdi. İki tur cumhurbaşkanlığı seçimi (yine İran tarihindeki en düşük katılımla) sonrasında halk, yaklaşık 20 yıl sonra ilk kez bir reformisti, Mesud Pezeşkiyan’ı Cumhurbaşkanı seçti.
Pezeşkiyan, 1997-2005 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapan ve ülkeyi demokratikleştirme sözü veren Muhammed Hatemi gibi reformist seleflerine kıyasla daha mütevazı bir programla seçime girdi. Buna karşılık yeni Cumhurbaşkanı, iyi yönetişim ve internet özgürlüğü ve kadınlar için zorunlu başörtüsü gibi alanlarda sınırlı reformlardan biraz daha fazlasını vaat etti.
Dr. Pezeşkiyan’ın yönetimi daha önce ABD ile müzakerelerde yer almış deneyimli isimlerle dolu. Pezeşkiyan, ülkenin diplomatik izolasyonunu hafifletmek ve halkına ekonomik rahatlama sağlamak amacıyla Batılı güçlerle angajmana geri dönme sözü verdi. Başkanlık görevine zor bir başlangıç yapan Dr. Pezeşkiyan’ın işi oldukça zor.
Muhafazakarların çoğunlukta olduğu Parlamento kısa bir süre önce Pezeşkiyan’ın vaatlerine ters düşen acımasız bir hicap yasasını kabul etti. Salı günü, üyelerinin çoğu Dr. Pezeşkiyan’a karşı sorumlu olmayan Siber Uzay Yüksek Konseyi nihayet WhatsApp ve Google Play üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasını kabul etti, ancak bu sadece devede kulak.
Bu arada İran, modern tarihinde çok az örneği olan enerji kıtlığı ve elektrik kesintileriyle karşı karşıya.
Ancak 2024 yılı İran için ne kadar zorlu geçmiş olsa da Dr. Pezeşkiyan ve ülke için en önemli sınav yeni yılda, ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump’ın göreve başlamasıyla başlayacak.
Trump, İran’a karşı “maksimum baskı” politikasını sertleştirme sözü verdi. Son haberlere göre İsrail yönetimindeki birçok kişi İran topraklarına yönelik saldırıları yeniden başlatmayı planlıyor. Trump’ın bu saldırılara onay verip vermeyeceği belirsiz, ancak Tahran üzerindeki baskıyı arttırmak için bu tehdidi kullanacağı kesin.
Trump’ın ikinci dönemi ne kadar tehditkâr görünse de önümüzdeki dört yıl Tahran’a bir fırsat da sunabilir. Seçilmiş başkan İran’la bir anlaşma yapmayı tercih ettiğini defalarca dile getirdi ve Tahran’ın esneklik göstermesi halinde bu anlaşma gerçekleşebilir. Japonya basınında İran yönetiminin Tokyo’dan Tahran ve Washington arasında arabuluculuk yapmasını isteyebileceğine dair haberler çıkmaya başladı bile.
İran hükümeti Trump ile bir anlaşma yapmak istiyorsa, kayıplarını ve İsrail’i “yok etme” yönündeki romantik ama gerçekçi olmayan vaadinin halkına yalnızca izolasyon ve sefalet getirdiği gerçeğini kabul etmeli. Hükümet, başarısızlıklarını kabul etmeli ve bölgedeki güç dengelerine uygun bir anlaşmayı kabul etmelidir. Ayrıca hem Batı ile bir anlaşmaya hem de ülkedeki popüler taleplere verilecek herhangi bir tavize karşı çıkan kendi içindeki muhafazakarlarına karşı koyması gerekecektir.
Yine de riskler, İran’ın müesses nizamı içindeki pek çok kişiyi daha uzlaşmacı bir yol izlemeye motive edecek kadar yüksek. Dolayısıyla yeni yıl ülke için zorlu geçebilecek olsa da tarihi bir değişim ve reform yılı da olabilir.
DÜNYA BASINI
İran’ın Suriye’deki yeni stratejisi: Kürt gruplarla yeni bir dönem mi?
Yayınlanma
2 gün önce24/12/2024
Esad yönetiminin çöküşü, İran’ın Suriye’deki nüfuzunu zayıflatırken Türkiye’nin etkisini artırdı. Ancak aşağıda çevirisini okuyacağınız makaleye göre İran, Suriye’deki etkisini tamamen kaybetmiş değil. Devrim Muhafızları’na yakın isimlerin bazı yorumlarını öne çıkaran makale Suriye’deki Kürt gruplara verilecek desteğin, İran’ın gelecekteki stratejisinin temel taşlarını oluşturabileceğini iddia ediyor:
***
Putin Tahran’da tartışmalara yol açarken Devrim Muhafızları’nın Suriye’den çıkışı gündemde
Amwaj.media
Olay: İran’da, Suriye’deki eski askeri varlığının gerçek boyutu ve ülkeden çekilme koşulları konusunda tartışmalar patlak verdi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye’nin eski lideri Beşar Esad’ın isyancılar tarafından devrilmesi sırasında Rus güçlerinin binlerce “İranlı savaşçıyı” havadan Suriye dışına çıkardığını iddia etti.
İranlı yetkililer bu iddiayı yalanladı. Ancak Putin’in açıklamaları İran’ın Suriye’deki askeri konuşlanmasına ilişkin soru işaretlerini artırdı ve Moskova’nın güvenilir bir ortak olup olmadığına ilişkin tartışmaları yeniden alevlendirdi. Bu gelişme, Şam Büyükelçiliği’ne bağlı İranlı bir Şii din adamının “teröristler” tarafından vurularak öldürülmesinin ardından geldi.
Haber: Putin 19 Aralık’ta düzenlediği yılsonu basın toplantısında İran’ın Suriye’deki varlığıyla ilgili bir dizi tartışmalı açıklama yaptı.
-Rus lider televizyonda yayınlanan etkinlikte Rus güçlerinin Suriye’deki Hmeymim Hava Üssü’nden 4.000 “İran askerini” Tahran’a tahliye ettiğini iddia etti. Putin ayrıca İran yanlısı bazı birliklerin Lübnan ve Irak’a yerleştirildiğini de iddia etti.
-Rusya Devlet Başkanı gazetecilere yaptığı açıklamada “Geçmişte İranlı dostlarımız birliklerini Suriye’ye konuşlandırmak için bizden yardım istemişlerdi, ancak şimdi bizden birliklerini tahliye için yardım istediler” dedi.
-İsyancılar tarafından ele geçirilen ilk büyük şehir olan Halep’in 30 Kasım 2024’te düşmesi hakkında konuşan Putin, 30.000 hükümet askerinin ve İran destekli birliklerin “savaşmadan geri çekildiğini” söyledi.
Tahran’daki yetkililer Putin’in İran güçlerinin tahliyesiyle ilgili iddiasını reddetmekte gecikmedi.
-Dışişleri Bakanlığı sözcüsü İsmail Bekayi 20 Aralık’ta yaptığı açıklamada İran’ın Suriye’de “savaşçıları” değil sadece askeri danışmanları olduğunda ısrar etti. Bekayi İranlı sivillerin ve diplomat ailelerinin Hmeymim Hava Üssü’nden Tahran’a götürüldüğünü ama bunun İran uçaklarıyla yapıldığını da sözlerine ekledi.
-Milletvekili ve eski üst düzey Devrim Muhafızları Komutanı İsmail Kowsari ise İran’ın Suriye’de “hiçbir zaman” 4.000 askeri personeli olmadığını iddia etti. Muhafazakâr milletvekili, Rusya’nın “Lübnan, Afganistan ve diğer ülkelerin Suriye’de danışman sıfatıyla bulunan vatandaşlarını” havadan taşıdığını da belirtti.
İran ordusunun birleşik komutanlığı olan Khatam Al-Anbiya Merkez Karargâhı Başkan Yardımcısı Muhammed Cafer Asadi, 4.000 askerin tahliye edilip edilmediğini “tam olarak bilmediğini” söyledi. Ancak Asadi, tahliye edilenler arasında “uzun süredir Suriye’de yaşayan İranlıların” da bulunduğunu söyledi. Bu kişilerin askeri danışman olmadığını da iddia eden Asadi, İran’ın “Rusya’ya kendi güçlerini tahliye etmesine asla izin vermeyeceğini” söyledi.
Putin’in bu iddiası sosyal medyada da tartışılırken, bazıları Rusya’nın sadık bir ortak olup olmadığını sorguladı.
-Bölgeye odaklanan bir gazeteci ve gözlemci olan Elijah J. Magnier, Rusya’nın “tahliyeye yardımcı olduğunu” iddia etti ancak Esad 8 Aralık 2024’te devrildiğinde Suriye’de “sadece 2.100 İranlı danışman” olduğu iddia etti.
-Putin’in “İranlı dostlar” ifadesini kullanmasına atıfta bulunan siyasi yorumcu Hüseyin Yezdi, bu “dostların” son 200 yıldaki İran-Rusya ilişkilerini gözden geçirmelerini “dilediğini” söyleyerek Tahran’ın Moskova’ya yönelik tarihten gelen güvensizliğine gönderme yaptı.
-İran Ticaret Odası’nın eski başkanlarından Hüseyin Selahvarzi ise “Putin’den daha hain ve geveze biri var mı” diye sordu.
Bu arada İran medyası, Rai al-Youm’un 21 Aralık tarihli bir haberine atıfta bulunarak Sünni İslamcı lider Ebu Muhammed el-Colani’nin Şii Müslümanlara güvence verdiğini aktardı.
-Gerçek adı Ahmed el-Şara olan Colani’nin Suriyeli Şii bir dini otoriteyle görüştüğü ve Şam’ın dış mahallelerindeki önemli bir Şii merkezi olan Seyyide Zeynep türbesini korumak için bir güvenlik ekibi görevlendirdiği bildirildi.
-İsyancı liderin ayrıca Alevi toplumuna da güvenlik garantisi verdiği bildirildi.
-İran Dışişleri Bakanlığı 21 Aralık’ta Suriye’de yaşayan ve Şam’daki İran Büyükelçiliği’nde “yerel görevli” olarak çalışan İranlı din adamı Davud Bitaraf’ın 15 Aralık’ta “teröristler” tarafından vurularak öldürüldüğünü açıkladı.
Esad’ın devrilmesi İran’ın Suriye’deki nüfuzunu önemli ölçüde zayıflatırken Türkiye’nin etkisini arttırdı. Ancak sosyal medyada dikkat çeken bir tartışmada iki DMO mensubu ve güvenlik uzmanı oyunun henüz bitmediğini düşünüyor.
-Hadi Masumi Zare, Ali Samadzadeh ile yaptığı tartışmada Suriye’nin en iyi ihtimalle Irak ya da Tunus gibi bir ülke haline geleceğini, ancak çeşitli hatlara bölünmüş bir ülkede tek bir grubun düzeni sağlamasının pek mümkün olmadığını savundu. Zare, bunun dış müdahaleye alan açacağını söyledi.
-Samadzadeh de bu görüşe bir dereceye kadar katılarak yönetim sorunları, iç bölünmeler ve dış rekabetin Suriye’yi İran’ın düşmanları için bir kaynak israfına dönüştüreceğini ileri sürdü.
-Samadzadeh, ABD’nin desteğini daha da zayıflatması halinde İran’ın Kürtler de dahil belirli grupları destekleyerek nüfuzunu yeniden kazanmaya çalışabileceğini sözlerine ekledi.
Esad yönetimindeki Suriye, İran’ın ‘Direniş Ekseni’ndeki tek devlet müttefikiydi ve ağın diğer üyeleri genellikle Tahran’ın “vekilleri” olarak anılıyordu. Ancak İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney 22 Aralık’ta bu nitelemeyi açıkça reddetti.
-Hamaney Tahran’da yaptığı bir konuşmada İslam Cumhuriyeti’nin “vekilleri olmadığını” ve Eksen bayrağı altında savaşan silahlı grupların “inançlarının gücü” nedeniyle Eksen’e yöneldiğini ısrarla vurguladı.
-Dini lider, İran’ın başta İsrail olmak üzere düşmanlarıyla savaşmak için “vekil güçlere ihtiyacı olmadığını” da vurguladı.
Bağlam/analiz: İran’ın Rusya’ya duyduğu güvensizlik toprak kayıpları, İran hareketlerinin bastırılması ve yabancı müdahaleler de dahil uzun bir geçmişe dayanan sömürü ve egemenlik ihlallerinden kaynaklanıyor.
-Bu tarihsel şikâyetler, fırsatçı ortaklıklara ilişkin güncel kaygılarla birleşerek İran’da Rusya’ya yönelik keskin görüş ayrılıklarını şekillendirmeye devam ediyor.
Şubat 2022’deki Rusya’nın Ukrayna işgalinden sonra gelişen askeri ortaklığa rağmen, Rusya İran’ın sabrını test etmeye devam etti.
-İran devlet medyası Aralık 2022’de Rusya’nın gelişmiş Sukhoi-35 (Su-35) savaş uçakları sağlayacağını bildirdi. Aradan iki yıl geçmesine rağmen Moskova söz konusu anlaşmayı henüz yerine getirmedi.
-Temmuz 2023’te Moskova, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile İran’ın Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından iddia edilen üç ada üzerindeki egemenliğine itiraz eden ortak bir bildiri imzalayarak tartışmalara neden oldu.
-Temmuz 2023’te Moskova hem İran hem de Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) hak iddia ettiği üç ada üzerinde İran’ın haklarını sorgulayan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ortak bildirisini imzalayarak tartışma yarattı.
-Rusya Eylül 2024’te Azerbaycan’ı Nahçıvan’a bağlayan tartışmalı Zengezur Koridoru’nun kurulmasını destekliyor gibi göründü. Tahran, Ermenistan’la bağlantısını keseceği endişesiyle uzun süredir bu plana karşı çıkıyor.
2013 yılında İran Devrim Muhafızları, silahlı bir ayaklanmayı bastırmak ve Sünni aşırılık yanlısı gruplarla mücadelede Esad’a destek vermek üzere Suriye’ye konuşlandırıldı.
-Çatışma sırasında öldürülen İranlı askeri danışmanların kesin sayısı belirsizliğini koruyor. Ancak Raporlar 2.000’den fazla “türbenin savunucusu”nun -İran destekli güçler için kullanılan bir terim- hayatını kaybettiğini ve ölenlerin çoğunun İran Devrim Muhafızları tarafından organize edilen Afgan uyruklular olduğunu gösteriyor.
-Esad, büyük ölçüde Rus hava desteği ve Lübnan Hizbullahı ile İran tarafından sağlanan kara kuvvetleri sayesinde iktidarını korudu.
Türkiye destekli grupların da katıldığı Sünni İslamcı Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) Kasım ayı sonlarında Esad’a karşı bir yıldırım harekâtı başlattı ve bu saldırı 8 Aralık’ta Esad’ın düşüşüyle sonuçlandı.
-İran devletine bağlı medya, eski Suriye liderinin İran’ın uyarılarını ve yardım tekliflerini reddettiğini söyledi.
Öngörü: Putin’in yorumları İranlı yetkilileri hasar kontrol moduna soktu. Ancak bu tartışmanın ikili ortaklığı etkilemesi pek olası görünmüyor.
– İranlı yetkililerin açıklamalarındaki tutarsızlıklar, iç anlaşmazlıkların ya da Suriye’deki önceki askeri varlıkla ilgili belirli bir anlatıyı öne sürme çabalarının göstergesi olabilir.
Colani’nin Şii Müslümanlara verdiği bildirilen güvenceler hem kendi imajını hem de grubunun imajını yumuşatma çabasıyla uyumlu.
-Tahran, Şii Müslümanların korunmasını memnuniyetle karşılarken, Suriye’deki nüfuzunu sürdürmek için diplomatik ya da başka yollar arayacaktır.
-Esad’ın düşüşünün tozu dumanı dindikçe, İran’ın adapte olmuş duruşunun içeriği -özellikle Kürt gruplara yaklaşılırsa daha geniş yansımalar da dahil- muhtemelen daha belirgin hale gelecektir.
DÜNYA BASINI
Trump’ın Pax Americanası ve Orta Doğu’da değişen dengeler
Yayınlanma
3 gün önce23/12/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Suriye’de Baas yönetiminin devrilmesi ile hızlanan Orta Doğu’daki güç dengelerini değiştiren sürecin Türkiye ve İsrail’i öne çıkardığını ve bu iki ülkenin Trump’ın öngördüğü yeni Pax Americana’ya yatırım yaparak avantaj sağlamaya çalıştığını belirtiyor. Makalede bu çabalar, iki ülkenin çıkarlarının farklılığı nedeniyle kalıcı bir stratejik ortaklıktan çok, taktiksel bir ittifak şeklinde değerlendiriliyor. Trump’ın hedefi, maliyeti ABD’nin üstlenmediği ama kârlı bir Amerikan hegemonyası sağlamak. Bu noktada makalenin yazarı ABD’nin çıkarının Türkiye’nin çıkarı ile uyuştuğunu düşünüyor:
***
İsrail ve Türkiye, Trump’ın Pax Americanasına Yatırım Yapıyor
Raghida Dergham
Hem İsrail hem de Türkiye için mevcut dönem, önümüzdeki yıllarda kalıcı bir bağ kurmak adına altın bir fırsat gibi görünebilir. Ancak, iki ülkenin ulusal çıkarlarının çelişkili doğası ve liderlerinin kişilikleri göz önüne alındığında bunun stratejik bir ortaklıktan ziyade geçici ve taktiksel bir ittifak olma ihtimali daha yüksek.
Hem Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, seçilmiş ABD Başkanı Donald Trump’a hem güvenle hem de tedirginlikle yatırım yapıyor.
Gerçekten de Trump her ne kadar değişken olsa da her şeyin üstünde tuttuğu Amerikan çıkarları söz konusu olduğunda kararlı bir tutum sergiliyor. Trump, dünya liderleriyle olan kişisel ilişkilerde ya da daha geniş politikaları ve gelecekteki eylemleri hakkındaki varsayımlarda rehavetten hoşlanmaz. Henüz Beyaz Saray’a girmeden önce bile etkisi, uluslararası ve bölgesel güç dinamiklerini şekillendirmeye başlamış durumda ve Türkiye ile İsrail’in Orta Doğu’nun yeni haritasındaki konumlarını yeniden tanımlıyor.
Yeni bir Pax Americananın – Amerikan liderliğindeki barış – ana hatları bazılarına güven verirken, bunun çok kutuplu bir dünya pahasına kontrolsüz bir Amerikan hegemonyasına işaret edebileceğinden korkan diğerlerinde paniğe yol açıyor.
Ancak, geleneksel anlamda bir Pax Americana Trump’ın hedefi değil. Trump, bu tür bir barışı sürdürmenin maliyetini ABD’nin üstlenmesini istemiyor. NATO üyesi ülkelere yönelik tutumunda da görüldüğü gibi, başkalarının savunmasının bedelini ödemeye inanmadığını açıkça ortaya koyuyor.
Trump Amerika’nın başka bir ülkede devlet inşasını finanse etmesini istemiyor. Bunun yerine, ABD’ye fayda, kâr ve zenginlik getiren, Amerika’ya yatırım yapılmasını merkezine alan, bu vizyonu gerçekleştirmek için uygun ortamların yaratılmasını ve engellerin kaldırılmasını gerektiren bir Pax Americana öngörüyor.
Orta Doğu, şu ana kadar Rusya’nın Suriye’deki üslerinden çıkarılması ve potansiyel olarak Akdeniz’den atılmasıyla sonuçlanabilecek büyük dönüşümlerden geçiyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye’den çekilmenin terörizme karşı kazanılmış bir “görev tamamlama” zaferi olduğunu iddia etmesine rağmen, Rus üslerinin geleceğine ilişkin açıklamaları dikkat çekici.
Putin, Rusya’nın Suriye’deki üslere ne ölçüde ihtiyaç duyduğunu ve bu üslerin ne gibi faydalar sağlayabileceğini bilmediğini söyledi ve Moskova’nın Suriye’deki varlığının geleceğini yeni Suriyeli yetkililerin eylemlerine göre yeniden değerlendirdiğini belirtti.
Putin’in iddialarına rağmen Akdeniz’deki Hmeymim ve Tartus üslerini kaybetmek Rusya’nın Orta Doğu ve Afrika’daki yeteneklerini zayıflatabilir ve hedeflerini sınırlandırabilir. Suriye’deki kayıp, Rusya’nın Libya ve Afrika’daki konuşlanmaları için ağır bir maliyet oluşturacaktır.
Bu arada, Erdoğan’ın Trump’a, diğer NATO liderlerine ve İsrail’e sunabileceği şey, Türkiye’nin yaklaşan seçimleri denetlemeye ve yeni bir anayasa taslağı hazırlamaya yardımcı olabileceği, Türkiye’nin yönetim modelini uygulayabileceği yeni bir Suriye olabilir. Erdoğan, Suriye’nin İslamcı aşırılığın merkezi haline gelmeyeceğini garanti etmese de söz verebilir.
Trump, Erdoğan’ın hırslarına ve kişiliğine duyduğu hayranlığı dile getirerek, ilişkilerini “harika” ve Sayın Erdoğan’ı, daha önce yüzlerce yıl Suriye’ye hâkim olan Osmanlı İmparatorluğu’nun büyüklüğüne layık, “çok güçlü ve akıllı bir adam” olarak nitelendirdi.
Erdoğan’ın Suriye’deki eylemlerini muhalif gruplar aracılığıyla “dostane olmayan bir ele geçirme” olarak niteleyen Trump, “Türkiye’nin çok akıllı olduğunu düşünüyorum” dedi ve Suriye’nin Osmanlı geçmişine atıfta bulunarak “Türkiye ‘binlerce yıldır’ Suriye’nin kontrolünü istiyordu ve şimdi buna sahipler” diye ekledi.
Türkiye Dışişleri Bakanı, Trump’ın Ankara’nın eylemlerini “ele geçirme” olarak tanımlamasına itiraz etti ancak perde arkasında Trump’ın ekibi Erdoğan hükümetine, Amerika’nın Kürtlerle ilgili kırmızı çizgilerine saygı gösterdiği sürece Trump’ın Türkiye’nin yoluna çıkmayacağı konusunda güvence verdi.
Ayrıca ABD, Türkiye’nin F-35 uçaklarını satın almasına, Suriye’de kendi yönetim modelini dayatmasına ve Kuzey Afrika’da Libya’dan Mısır’a kadar nüfuzunu yaymasına karşı çıkmaktan vazgeçebilir.
Gerçekten de ABD’nin çıkarları şu anda Türkiye’nin Washington ve NATO başkentleri adına hareket etmeye hazır olmasıyla örtüşüyor. Türkiye, modelini önce Suriye’de, ardından Mısır ve diğer Arap ülkelerinde uygulamayı başarırsa, bölgesel nüfuzunu daha da artırabilir.
İran liderleri ise ABD’nin İran’a yönelik saldırı başlatma kararı alıp almayacağından endişe duyuyor. ABD’nin saldırmamak için öne sürdüğü şartlar basitçe şöyle: İran’ın nükleer silah edinme projelerini ya da hedeflerini mümkün olan en kısa sürede durdurması. İkincisi, Tahran’ın nüfuzunu genişletmeye ve devrimini sadık vekil güçler ve milisler aracılığıyla ihraç etmeye dayalı doktrininin ortadan kaldırılması.
Şu anda görüldüğü üzere Tahran, belki de kendi iç anlaşmazlıkları nedeniyle bu kurallara uymaya hazır değil. Ancak Trump İran’ın nükleer programını tamamlamasını beklemek istemiyor. İran’ın mevcut stratejik zayıflığının sunduğu fırsatı değerlendirmek istiyor- yani teşviklerden tehditlere geçebilir ve İran’ı nükleer programıyla birlikte ekonomik olarak da felç edebilir.
Trump için Orta Doğu’daki en önemli ilişki, ABD-İsrail ittifakı olarak tanımlanabilir ve seçilmiş başkan, bu ilişkinin en güçlü ittifak olmasını istiyor. İsrail bugün bölgesel olarak en güçlü konumunda ve İran’a yönelik politikalarında, özellikle de İran’ın nükleer kapasitesini vurma konusunda Türkiye’nin işbirliğini istiyor.
Bölgesel güç dengesi, İran’ın nüfuzunun azalması ve Türkiye ile İsrail’in öne çıkmasıyla dramatik bir şekilde değişti. Arap ülkeleri, ellerindeki kozları etkili bir şekilde kullanmaları halinde ağırlıklarının daha da artabileceğinin farkında olarak temkinli davranıyor. Bazı Körfez ülkeleri ideolojik gruplaşmadan, İran’a karşı bir pozisyon almaktan veya Türkiye-İsrail ilişkilerine karışmaktan kaçınmaya çalışıyor.
Körfez ülkelerinin elindeki en güçlü koz, Filistin devleti ve iki devletli çözüm konusundaki pozisyonlarını korurken, Trump’ın özellikle Suudi Arabistan ve İsrail arasında hayata geçirmek istediği “yüzyılın anlaşmasına” açık olmaları.
Buna ek olarak, Lübnan ve Suriye’nin yeniden inşasında hem sahada pratik olarak hem de Türkiye ve İsrail’in kendi çıkarlarına uygun değişiklikleri dayatmayı amaçlayan projelerine rağmen bu ülkelerin Arap kimliğini koruyacak şekilde yeniden şekillendirilmesinde etkili olabilecek araçlar bulunuyor.
ABD, Türkiye veya İsrail’e Arap ülkelerine müdahale konusunda sınırsız bir yetki tanırsa büyük bir hata yapmış olur. Çünkü yeni Pax Americana önemli fırsatlar sunuyor ve bu fırsatlar Amerikan çıkarlarına Arap dünyası üzerinden hizmet edebilir. Ancak bu, Orta Doğu’yu Türk-İsrail şölenine dönüştürerek ve bu şölenin Amerikan açık çeki eşliğinde gerçekleşmesine izin vererek yapılamaz.
Nippon, US Steel teklifinin süresini uzattı
Azerbaycan uçağının düşmesine Rus füzesi neden oldu iddiası
ABD’nin Rusya’nın ‘gölge filosuna’ yeni yaptırımları yolda
Lavrov: Suriye’de Türkiye’nin meşru güvenlik çıkarları güvence altına alınmalı
Rusya’da enflasyon yükselişte: Gıda ve ilaç fiyatları rekor kırdı
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Kirillov suikasti, olası sonuçlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Suriye hezimeti ve Rusya: Birkaç soru ve yanıt
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Esad’dan sonra sırada İran mı var?
-
ORTADOĞU2 hafta önce
SDG sözcüsü Ferhad Şami: ABD’nin bizi terk etmesinden korkuyoruz
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
‘İkinci Trump döneminin en büyük zorluklarından biri Çin olacak’
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Bir milletin trajedisi: Beşar’ın parlak günleri ve yıkıma giden yol
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Suriye’de Esad’ın devrilmesi Çin’i nasıl etkileyecek?
-
DÜNYA BASINI4 gün önce
Şam’a giden yollar