Bizi Takip Edin

Dünya Basını

Arap dünyasında ABD’nin kaybı Çin’in kazancı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale 7 Ekim’den bu yana beş farklı Arap ülkesinde yapılan anketlerin sonuçlarına ve daha önceki yıllarda yapılan anketlerle kıyaslanmasına odaklanıyor. Anket sonuçları ABD’nin İsrail’e desteğinin ABD’nin itibarını ve güvenirliğini sarstığını ve bundan faydalanan ülkenin ise Çin olduğunu ortaya koyuyor. Anketi analiz edenler, Washington’a uyarılar yaparken mevcut durumu tersine çevirmek için bazı politika önerilerinde bulunuyor.  

***

Amerika Arap dünyasını kaybediyor

Ve Çin bundan faydalanıyor

Michael Robbins, Amaney A. Jamal ve Mark Tessler

7 Ekim 2023, sadece İsrail için değil Arap dünyası için de bir dönüm noktasıydı. Hamas’ın korkunç saldırısı tam da bölgede yeni bir düzen oluşuyor gibi görünürken meydana geldi. Üç yıl önce Arap Birliği’nin dört üyesi -Bahreyn, Fas, Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)- İsrail ile diplomatik ilişkilerini normalleştirmek için süreç başlatmıştı. 2023 yazı yaklaşırken, İsrail’i hâlâ tanımayan en önemli Arap ülkesi Suudi Arabistan da bunu yapmaya hazır görünüyordu.

Hamas’ın saldırısı ve ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik yıkıcı askeri operasyonu normalleşme yönündeki bu yürüyüşü sekteye uğrattı. Suudi Arabistan, İsrail bir Filistin devletinin kurulmasını kolaylaştıracak net adımlar atana kadar normalleşme anlaşmasına yanaşmayacağını açıkladı. Ürdün, Kasım 2023’te İsrail Büyükelçisini geri çağırdı ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 2023 sonlarında Fas’a yapmayı planladığı ziyaret gerçekleşmedi. Arap liderler, vatandaşlarının Gazze’deki savaşa karşı seslerini yükseltmelerini ihtiyatla izlediler. Pek çok Arap ülkesinde binlerce kişi İsrail’in savaşını ve yarattığı insani krizi protesto etmek için bir araya geldi. Ürdün ve Fas’taki protestocular da hükümetlerinin, halklarını dinlememesinden duydukları hayal kırıklığını dile getirerek ülkelerinin İsrail ile olan barış anlaşmalarına son verilmesi çağrısında bulundu.

7 Ekim Amerika Birleşik Devletleri için de bir dönüm noktası olabilir. Gazze’deki savaş nedeniyle Arap kamuoyu İsrail’in en sadık müttefiki ABD’ye karşı keskin bir şekilde cephe almış durumda; bu da ABD’nin sadece Gazze’deki krizin çözümüne yardımcı olma çabalarını değil aynı zamanda İran’ı çevreleme ve Çin’in Orta Doğu’da artan etkisine karşı koyma çabalarını da sekteye uğratabilecek bir gelişme. 2006 yılından bu yana yönettiğimiz partizan olmayan araştırma kuruluşu Arab Barometer (Arap Nabzı) 16 Arap ülkesinde yılda iki kez ulusal düzeyde temsili kamuoyu araştırmaları gerçekleştirerek, kamuoyu yoklamalarının çok az olduğu bir bölgede sıradan vatandaşların görüşlerini yansıtıyor. ABD’nin 2003’te Irak’ı işgalinden sonra yapılan diğer anketler, sıradan Arap vatandaşlarının çok azının ABD hakkında olumlu görüşlere sahip olduğunu ortaya koymuştu. Ancak 2022 yılına gelindiğinde, Arap Nabzı’nın anket yaptığı neredeyse tüm ülkelerdeki katılımcıların en az üçte birinin ABD hakkında “çok olumlu” ya da “biraz olumlu” görüşlere sahip olduğunu teyit etmesi, tutumların bir nebze iyileştiğini göstermişti.

Ancak 2023’ün sonları ve 2024’ün başlarında beş ülkede gerçekleştirdiğimiz anketler, ABD’nin Arap vatandaşları arasındaki konumunun önemli ölçüde gerilediğini gösteriyor. Tunus’ta kısmen 7 Ekim’den önce kısmen de sonra yapılan bir anket, bu değişimin Gazze’deki olaylara tepki olarak gerçekleştiğini güçlü bir şekilde ortaya koydu. Belki de daha da şaşırtıcı olanı, anketler ABD’nin kaybının Çin’in kazancı olduğunu da açıkça ortaya koyuyor. Son anketlerimizde Arap vatandaşlarının Çin’e yönelik görüşlerinin yumuşadığı ve Arap dünyasında Çin’e yönelik desteğin azalma eğilimine girdiği yarım on yıllık eğilimin tersine döndüğü görülüyor. Ancak Çin’in Filistinlilerin haklarını korumak için ciddi çabalar sarf edip etmediği sorulduğunda, katılımcıların çok azı bu görüşe katıldı. Bu sonuç, Arapların görüşlerinin Çin’in Gazze politikalarına spesifik bir destekten ziyade ABD’ye yönelik derin memnuniyetsizliği yansıttığını gösteriyor.

Önümüzdeki aylarda ve yıllarda ABD liderleri Gazze’deki çatışmayı sona erdirmeye ve İsrail-Filistin çatışmasına kalıcı bir çözüm bulmak için müzakereleri başlatmaya çalışacaklar. ABD ayrıca Kızıldeniz’i İran’ın vekillerinin saldırılarından koruyarak uluslararası ekonomiyi güvence altına almayı ve İran’ın saldırganlığını kontrol altına alan ve Çin’in bölgedeki angajmanını sınırlayan bölgesel bir ittifakı güçlendirmeyi umuyor. Ancak bu hedeflerden herhangi birine ulaşmak için Washington’un Arap devletlerinin ortaklığına ihtiyacı var ki Arap halkları ABD’nin Orta Doğu’daki hedeflerine bu kadar şüpheci yaklaşmaya devam ederse bunu elde etmek daha da zorlaşacak.

ABD’li analistler ve politikacılar sıklıkla, bazen küçümseyerek “Arap sokağı” olarak adlandırdıkları şeyin Amerikan dış politikasını pek ilgilendirmemesi gerektiğini ima ederler. Bu argümana göre Arap liderlerin çoğu otoriter olduğu için kamuoyunu fazla önemsemezler ve bu nedenle ABD’li politika yapıcılar Arap vatandaşlarının kalplerini ve zihinlerini kazanmak yerine güç sahipleriyle anlaşma yapmaya öncelik vermelidir. Ancak genel olarak Arap liderlerin kamuoyu tarafından kısıtlanmadığı düşüncesi bir efsane. Arap Baharı ayaklanmaları dört ülkede hükümetleri devirdi ve 2019’daki yaygın protestolar diğer dört Arap ülkesinde liderlerin değişmesine yol açtı. Otoriterler de yönettikleri halkın görüşlerini dikkate almak zorunda. Artık çok az Arap lider, yönettikleri halklar arasında Amerikan karşıtlığındaki keskin yükseliş göz önüne alındığında, Washington ile açıkça işbirliği yaptığının görünmesini istiyor. Arap vatandaşlarının ABD dış politikasına duyduğu öfkenin ABD için de doğrudan ciddi sonuçları olabilir. Cezayir ve Ürdün’deki kamuoyu anketlerinden elde edilen verilere dayanan önceki araştırmamız, ABD dış politikasına duyulan öfkenin, vatandaşların ABD’ye yönelik terör eylemlerine daha fazla sempati duymasına neden olabileceğini gösterdi.

Ancak bazı Arap Nabzı bulguları, Arapların ABD’nin Orta Doğu’daki rolüne ilişkin artan şüpheciliğinin geri döndürülemez olmadığını da ortaya koyuyor. ABD’nin farklı muamelede bulunduğu ülkelerdeki halklar arasındaki görüş farklılıkları, ABD’nin politikalarını değiştirerek Arap dünyasındaki algılanış biçimini değiştirebileceğini gösteriyor. Anket sonuçları ayrıca, Gazze’de ateşkesin sağlanması için daha fazla çaba gösterilmesi, ABD’nin bölgeye ve bölgenin geri kalanına yönelik insani yardımlarının artırılması ve uzun vadede iki devletli bir çözüm için çalışılması gibi Arapların ABD’ye yönelik algılarını iyileştirecek belirli yaklaşım değişikliklerine de işaret ediyor. Nihayetinde, Orta Doğu’daki Arap vatandaşlarının güvenini kazanmak için ABD, İsraillilerin acılarına gösterdiği özeni Filistinlilerin acılarına da göstermeli.

Anket karşılaştırmaları

Her bir Arap Barometer anketi 1.200’den fazla katılımcıyla gerçekleştiriliyor ve katılımcıların ikamet ettikleri yerde yüz yüze yapılıyor. Bu anketlerde katılımcılara ekonomik ve dini konular, hükümetleriyle ilgili görüşleri, siyasi katılım, kadın hakları, çevre ve uluslararası ilişkiler de dahil çok çeşitli konulardaki görüşleri soruluyor. Arap Nabzı 7 Ekim’den bu yana beş farklı Arap ülkesinde anketleri tamamladı: Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Moritanya ve Fas.

Arap Nabzı’nın bu ülkelerdeki bir önceki anketi 2021 ve 2022 yılları arasında yapıldığından, Gazze’deki savaş dışındaki faktörler o zaman ile şimdi arasında kamuoyundaki değişikliklere katkıda bulunmuş olabilir. Ancak bir başka anket çok değerli bir karşılaştırma ölçütü sunarak, görüşlerdeki bazı önemli değişimlerin muhtemelen çok daha yakın bir zamanda meydana geldiği sonucuna varmamızı sağladı. 13 Eylül ve 4 Kasım 2023 tarihleri arasında Tunus’ta 2.406 görüşmeyi içeren planlı bir anket gerçekleştirdik. Bu görüşmelerin yaklaşık yarısı 7 Ekim’den önce, yaklaşık yarısı ise daha sonra yapıldı. Tunusluların görüşlerinin 7 Ekim’den sonra nasıl değiştiğini anlamak için Hamas’ın saldırısından önceki üç hafta boyunca ortalama yanıtları hesapladık ve ardından takip eden haftalarda günlük değişiklikleri izledik- ABD’ye olumlu bakan katılımcıların yüzdesinde hızlı ve keskin bir düşüş bulduk. 2021-22’de ve 7 Ekim’den sonra anket yaptığımız diğer ülkelerin çoğunda da sonuçlar benzer bir seyir izledi: biri hariç hepsinde ABD’ye yönelik görüşler belirgin bir şekilde azaldı.

Hamas’ın saldırısının dehşetine rağmen, Arap Nabzı katılımcılarının çok azı bunun bir “terör eylemi” olarak adlandırılması gerektiği konusunda hemfikirdi. Buna karşılık, büyük çoğunluk, İsrail’in Gazze’deki harekatının terörizm olarak sınıflandırılması gerektiğini düşünüyor. Ankete 7 Ekim’den sonra katılan Arap vatandaşları çoğunlukla Gazze’deki durumu vahim olarak değerlendiriyor. “Savaş”, “düşmanlık”, “katliam” ve “soykırım” da dahil yedi kelimeden hangisinin Gazze’de devam eden olayları en iyi tanımladığı sorulduğunda, katılımcıların biri hariç tüm ülkelerde en yaygın olarak seçtiği terim “soykırım” oldu. Sadece Fas’ta katılımcıların yüzde 24 gibi önemli bir kısmı bu olayları “savaş” olarak nitelendirirken, Faslıların yaklaşık aynı oranı “katliam” olarak nitelendirdi. Diğer tüm ülkelerde katılımcıların yüzde 15’inden daha azı, Gazze’de yaşananları tanımlamak için “savaş” ifadesini seçti.

Ayrıca, Arap Nabzı anketleri Arap vatandaşlarının Batılı aktörlerin Gazzelileri savunduğuna inanmadığını ortaya koydu. Anketimizde “Aşağıdaki taraflardan hangisinin Filistinlilerin haklarını savunmaya kararlı olduğuna inanıyorsunuz?” sorusu soruldu ve katılımcıların on ülke ile Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’den oluşan bir listeden uygun olanları seçmelerine izin verildi. Hiçbir ülkedeki katılımcıların yüzde 17’sinden fazlası Birleşmiş Milletler’in Filistinlilerin haklarını savunduğu görüşüne katılmadı. Avrupa Birliği’nin durumu daha kötüydü ancak Amerika Birleşik Devletleri en düşük notu aldı: Kuveyt’te katılımcıların yüzde sekizi, Fas ve Lübnan’da yüzde altısı, Moritanya’da yüzde beşi ve Ürdün’de yüzde ikisi Birleşmiş Milletler’in Filistinlileri savunduğunu kabul etti. Amerika Birleşik Devletleri’nin sonuçları İsrail’i koruma konusunda diğer Batılı ve küresel aktörlerden daha da farklılaşmıştı. Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’in haklarını koruyup korumadığı sorulduğunda, beş ülkedeki katılımcıların yüzde 60’ından fazlası bunu yaptığı yönünde görüş bildirdi. Bu oranlar, Avrupa Birliği ya da Birleşmiş Milletler’in İsrail’i koruduğunu düşünenlerin oranının çok üzerinde.

Arap dünyasında İsrail’in Gazze’deki askerî harekâtına ve ABD’nin bu harekata yaklaşımına ilişkin bu algıların ABD’nin genel itibarı üzerinde önemli sonuçları olduğu görülüyor. Arap Nabzı’nın 2021’de ABD’nin tercih edilirliğini sorduğu on ülkenin dokuzunda, tüm katılımcıların en az üçte biri ABD’ye olumlu baktıklarını söyledi. Ancak Aralık 2023 ve Mart 2024 tarihleri arasında anket yapılan beş ülkeden dördünde ABD’ye olumlu bakanların oranı üçte birden azdı. Ürdün’de ABD’ye olumlu bakan katılımcıların oranı 2022’de yüzde 51 iken 2023-24 kışında yapılan ankette yüzde 28’e düştü. Moritanya’da ABD’ye olumlu bakan katılımcıların oranı 2021-22 kışında yapılan ankette yüzde 50’den 2023-24 kışında yapılan ankette yüzde 31’e, Lübnan’da ise 2021-22 kışında yüzde 42’den 2024 başında yüzde 27’ye düştü. Benzer şekilde, ABD Başkanı Joe Biden’ın dış politikalarının “iyi” veya “çok iyi” olduğunu düşünen katılımcıların oranı aynı dönemde Lübnan’da 12 puan, Ürdün’de ise dokuz puan düştü.

Tunus’taki anketimizin zamanlaması, İsrail’in Gazze’deki askeri harekatının bu genel düşüşe neden olduğunu kuvvetle düşündürüyor. Tunusluların yüzde 40’ı 7 Ekim’den önceki üç hafta içinde ABD’ye olumlu baktıklarını belirttiler. İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarının başlamasının üzerinden henüz üç hafta geçmemişken 27 Ekim’de Tunusluların sadece yüzde 10’u aynı görüşteydi.

Arapların ABD ve Biden hakkındaki görüşleri 7 Ekim’den sonra kötüleşmiş olsa da ABD’nin Orta Doğu ile ilişkilerinin farklı yönlerine ilişkin görüşler eşit oranda kötüleşmedi. Katılımcılarımız, ABD’nin ülkelerine yaptığı dış yardımların eğitim girişimlerini güçlendirdiğine veya sivil toplumu güçlendirdiğine 7 Ekim’den önce olduğu kadar katılıyor. Aslında, 2023-24 kış anketimizde Ürdün, Moritanya ve Fas’taki katılımcıların ABD dış yardımının sivil toplumu güçlendirdiğine katılma oranı 2021 ve 2022’ye göre biraz daha yüksekti. Bu bulgular, ABD dış politikasının diğer unsurlarının değil, ABD hükümetinin İsrail’e yönelik politikası ve Gazze’deki savaşla ilgili anlaşmazlığın ABD’nin bölgesel itibarındaki düşüşe neden olduğunu gösteriyor.

İkincil fayda

Gazze’ye sınırlı maddi ve retorik destek sunmasına rağmen Çin, ABD’nin Arap halkları arasındaki itibar kaybından en çok faydalanan ülke oldu. Arap Barometer 2021-22 anketlerinde Arapların Çin’e olan desteğinin azaldığını görülüyordu. Ancak son aylarda bu eğilim tersine döndü. Arap Nabzı’nın 7 Ekim’den sonra anket yaptığı tüm ülkelerde, katılımcıların en az yarısı Çin hakkında olumlu görüşlere sahip olduklarını söyledi. ABD’nin kilit müttefikleri olan Ürdün ve Fas’ta Çin’e yönelik olumlu görüşler en az 15 puanlık bir artış gösterdi.

Bölgelerinin güvenliği için ABD politikalarının mı yoksa Çin politikalarının mı daha iyi olduğu sorulduğunda, 7 Ekim’den sonra anket yaptığımız beş ülkeden üçünde katılımcılar Çin’in yaklaşımını tercih ettiklerini söyledi. Aslında Çin’in bölgedeki fiili varlığı asgari düzeyde ve angajmanı daha çok Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla ekonomik anlaşmalara odaklanıyor. Orta Doğu’daki Arap halkları Çin’in Gazze’deki olaylarda sınırlı bir rol oynadığını anlamış görünüyor: Lübnanlı katılımcıların sadece yüzde 14’ü, Faslıların yüzde 13’ü, Kuveytlilerin yüzde 9’u, Ürdünlülerin yüzde 7’si ve Moritanyalıların yüzde 3’ü Çin’in Filistinlilerin haklarını savunmaya kararlı olduğu konusunda hemfikir.

O halde, katılımcıların Çin’e yönelik giderek artan olumlu görüşlerinin ABD ve Batı politikalarından duydukları memnuniyetsizliği yansıtıyor olması muhtemel. Daha spesifik politika soruları sorulduğunda, katılımcılarımız daha kararsız cevaplar verdi. Çin politikalarının “özgürlükleri ve hakları koruma” konusunda daha iyi olduğunu mu, Amerikan politikalarının daha iyi olduğunu mu, Çin ve Amerikan politikalarının eşit derecede iyi olduğunu mu yoksa Çin ve Amerikan politikalarının eşit derecede kötü olduğunu mu düşündükleri sorulduğunda Kuveytliler, Moritanyalılar ve Faslıların çoğunluğu ABD politikalarının Çin politikalarından daha iyi olduğunu söyledi. Ancak İsrail’e sınırı olan iki ülkedeki katılımcılar bunun tam tersini düşünüyor: 7 Ekim’den sonra Ürdün ve Lübnan’da yapılan Arap Nabzı anketlerinde, Çin’in politikalarının hak ve özgürlükleri koruma konusunda ABD’den daha iyi olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça fazla.

Çin’in yurtiçi ve yurtdışında hak ve özgürlükleri koruma konusundaki sicili kötü, ancak Lübnan ve Ürdün halkları artık ABD’nin sicilinin daha da kötü olduğunu düşünüyor. Bu bulgu Arap Nabzı verilerindeki daha büyük bir eğilimi yansıtıyor: coğrafya önemli. Gazze’deki çatışmaya en yakın yerlerde yaşayan ve ülkeleri tarihsel olarak çok sayıda Filistinli mülteciye ev sahipliği yapan insanlar, ABD’nin belirli Orta Doğu politikalarına en düşük güveni ifade ediyorlar.

Muhalefet şerhi

Anketlerimiz, Arapların ABD’ye olan desteğindeki düşüşün kaçınılmaz olmadığını ve Arap halklarının ABD’nin bölge için kilit öneme sahip konulara yönelik politikasındaki farklılıklara duyarlı bir şekilde tepki verdiğini gösteriyor. Bu gösterge en güçlü şekilde, bölgede ABD politikalarına yönelik artan şüphecilik eğilime ters düşen tek ülke olan Fas’taki sonuçlarda ortaya çıkıyor. 2022 yılında Faslıların yüzde 69’u ABD’ye olumlu bakıyordu ve bu oran Arap dünyasındaki en yüksek destekti. Zaten güçlü olan bu destek aslında arttı: Arap Nabzı’nın 2023-24 kış anketi, Faslıların yüzde 74’ünün artık ABD’ye olumlu baktığını ortaya koyuyor. Fas ayrıca yüzde 13 puanlık bir farkla ABD’nin Orta Doğu güvenlik politikalarını Çin’inkilere tercih eden tek ülke oldu.

ABD’nin Fas’ı bölgesel bir anlaşmazlıkta desteklemede oynadığı rol, Fas’ın görüşünün aykırı olmasının neredeyse tek nedeni. Fas hükümeti, Cezayir tarafından desteklenen bir hareketin bağımsız bir devlet kurmak istediği Batı Sahra’nın büyük bir bölümünü on yıllardır yönetiyor. 2020 yılına kadar hiçbir BM üyesi ülke, Fas’ın egemenliğini tanımadı. O yıl ABD, Fas’ın İsrail ile diplomatik ilişkilerini resmileştirmesi karşılığında Fas’ın Batı Sahra üzerindeki hak iddiasını tanıdı. Özellikle 2023’ün ikinci yarısında Biden yönetimi bu politikayı güçlü bir şekilde teyit etti. Fas’ta yaptığımız kamuoyu araştırması, üst düzey bir ABD diplomatı olan Joshua Harris’in bu politikanın altını çizmek üzere Cezayir ve Rabat’a yaptığı ve kamuoyunda geniş yankı uyandıran ziyaretle aynı zamana denk geldi.

Görünen o ki, Batı Sahra politikası ABD’yi diğer Arap ülkelerinde yaşadığı destek düşüşünden büyük ölçüde muaf tuttu. Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanıma konusunda ABD’yi takip etmeyen diğer Batılı ülkeler, Fas halkının desteğini koruyamadı. 2022 ile 2023-24 kışı arasında, Birleşik Krallık’a olumlu baktığını söyleyen Faslıların oranı yüzde 68’den yüzde 30’a düşerek, anket yaptığımız diğer ülkelere kıyasla daha büyük bir düşüş gösterdi. Faslıların Fransa’ya yönelik görüşleri de on puanlık bir düşüş yaşadı.

Anket yaptığımız her ülkede katılımcılar, Filistinlilerin haklarının korunması konusunda en kararlı olanların küresel aktörler değil, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki devletler olduğuna inandıklarını belirttiler. Ancak bu görüş, ABD’nin tarafsızlığının benimsendiği ya da Orta Doğu’dan çıktığını görme arzusuna dönüşmüyor. ABD’nin Gazze’ye yönelik politikalarına duydukları öfkeye rağmen, Arap halkları ABD’nin İsrail-Filistin krizinin çözümüne dahil olmasını istediklerini açıkça ortaya koydular.

Bir Arap Nabzı anket sorusunda katılımcılara Biden yönetiminin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki gündeminin hangi konu olması gerektiği soruldu ve yedi seçenek sunuldu: ekonomik kalkınma, eğitim, insan hakları, altyapı, istikrar, terörle mücadele ve Filistin sorunu. Bu sorunun 7 Ekim’den sonra yapılan anketlerde sorulduğu dört ülkenin üçünde, katılımcıların çoğunluğu Biden’ın Filistin meselesine, ülkelerinin karşı karşıya olduğu diğer temel meselelerden bile daha fazla öncelik vermesi gerektiği konusunda hemfikir. Aslında, Biden yönetiminin bölgedeki en önemli önceliğinin Filistin meselesi olması gerektiğini söyleyen Arap vatandaşlarının oranı son iki yılda dramatik bir şekilde arttı: Ürdün’de 21 puan, Moritanya ve Fas’ta 18 puan ve Lübnan’da 17 puan. Tunus’tan elde ettiğimiz veriler bu yükselişin İsrail’in Gazze’deki askeri harekatının başlamasından hemen sonra gerçekleştiğini gösteriyor.

Gazze’deki savaş Arapların İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik desteğini zaten düşük olan seviyesinden daha da aşağıya çekti. Ancak bu durum Arap dünyasının İsrailliler ve Filistinliler arasında barışçıl bir çözüme karşı olduğu anlamına gelmiyor. Tunus’ta yaptığımız araştırma, başlangıçta Gazze’de patlak veren savaşın iki devletli çözüme verilen desteğin azalmasına yol açabileceğini düşündürmüştü. Aslında, Aralık 2023 ve Mart 2024 tarihleri arasında Ürdün, Moritanya ve Fas’ta yapılan anketlerde, katılımcıların daha büyük bir yüzdesi tek devletli çözüm, konfederasyon veya açık uçlu bir “diğer” yaklaşım yerine iki devletli bir çözümü desteklediklerini belirtti.

Düzeltme

Ortadoğu’da 7 Ekim olaylarından önce yeni bir bölgesel düzen oluşuyor gibi görünüyordu. Bazı Arap hükümetleri İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışırken -yaklaşık 30 yıldır ilk kez böyle bir anlaşma yapıldı- bölgedeki temel bölünmenin İsrail ve Arap devletleri arasında değil, Tahran ve İslam Cumhuriyeti’nin yurtdışındaki saldırganlığını kontrol altına almaya çalışan ülkeler arasında olabileceği görülüyordu. İran’ı çevrelemek için İsrail ve kilit Arap devletlerini içeren yeni bir koalisyon, İran’ın bölgedeki etkisini sınırlamak için son derece faydalı olurdu.

ABD’nin böyle bir koalisyonun oluşumuna aracılık etmesi hâlâ mümkün olabilir: Ürdün’ün İran’ın 13 Nisan’daki insansız hava aracı ve füze saldırısını püskürtmede İsrail’e yardım etmesi ve Suudi Arabistan ve BAE’nin bu saldırı öncesinde ABD’ye istihbarat sağlama kararları, kilit Arap liderlerin hâlâ bölgesel bir yeniden yapılanmanın kendi çıkarlarına olduğuna inandıklarını gösteriyor. 7 Ekim’den sonra yaptığımız anketler, Arap halkları arasında İran’a yönelik desteğin düşük kaldığını ortaya koydu. Lübnanlıların yüzde 36’sı, Ürdünlülerin yüzde 25’i ve Kuveytlilerin sadece yüzde 15’i İran’a olumlu baktığını ifade etti.

Ancak ABD’ye yönelik bölgesel destekteki düşüş devam ettiği sürece yeniden yapılanmaya yönelik çabalar zorlanacaktır. İsrail ile Mısır ve Ürdün arasında yapılanlar gibi soğuk barış anlaşmaları her zaman kopma riski taşıyor. ABD’nin normalleşme anlaşmaları için aracı olarak yeri doldurulamaz. Mısır-İsrail ve İsrail-Ürdün barış anlaşmaları büyük ölçüde ABD’nin her iki Arap ülkesine yaptığı muazzam yardımlar sayesinde yürürlükte kaldı. Son yarım on yıldaki normalleşme anlaşmaları, Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanımak, Sudan’ı, terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkarmak ve BAE’ye F-35 savaş uçakları satmak gibi ABD’nin Arap ülkelerinin endişelerini giderme vaatlerine dayanıyordu.

7 Ekim sonrası bağlamda, Arap vatandaşlarının desteğini kaybetmek sadece Arap liderlerin desteğini riske atmak değil, aynı zamanda ABD’nin kilit Arap müttefiklerinin iç istikrarını da tehlikeye atmak anlamına geliyor. Filistinlilerin çektiği acılara duyulan öfke şimdiden sokaklara taşmış durumda. Ürdün’deki protestolar, Ürdün ve İsrail arasında su ve enerji konusunda BAE ve ABD destekli bir anlaşma olan Refah Projesi’ni şimdiden rayından çıkardı. İran’ın saldırısına karşı İsrail ve ABD ile işbirliği yaptıktan sonra Arap rejimleri, vatandaşlarının öfkesini daha da alevlendirmekten korktukları için rolleri konusunda sessiz kaldılar. ABD’nin, Arap hükümetlerinin İran’ın etkisine karşı İsrail’le birlikte çalışmamaları yönünde hissettikleri genel baskıyı hafifletmeye çalışması gerekiyor.

Bölge bir dönüm noktasında ve ABD teorik olarak Gazze’de ateşkesin sağlanmasına ve İsrailliler ile Filistinlilerin barışa doğru ilerlemesine yardımcı olmak için gerekli baskıyı yapmak için iyi bir konumda. Ancak ABD, bölgesel güvenilirliğini yeniden tesis etmek için iki devletli çözüme yönelik somut ve pragmatik adımlar atmalı, Gazze’de savaş sonrası etkin yönetimin nasıl olacağını ve İsrailliler ile Filistinlilerin barış yolunda ilerleme kaydedilmesini sağlamak için neler yapmaları gerektiğini belirlemeli. Hem İsrailli hem de Filistinli liderleri sorumlu tutmanın zamanı çoktan geldi. Amerika Birleşik Devletleri sadece barış görüşmelerini desteklemekle kalmamalı, aynı zamanda Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerinin genişletilmesine son verilmesi konusunda da ısrarcı olmalı.

Araplar çok uzun zamandır ABD’nin kendi çıkarlarını ve müttefik Arap liderlerin çıkarlarını sıradan vatandaşların çıkarlarının önünde tutmaya çalıştığını düşünüyor -hatta Arap vatandaşları demokratikleşme ve yolsuzlukla mücadele çabalarına daha fazla destek ararken bile. Buna ek olarak, bir başka İran-İsrail çatışması Nisan 2024’teki kadar performatif olmayabilir. Yıkıcı olabilir. ABD, İran’ı kontrol altına almak için Arap halklarının güvenini kazanmaya çalışmalı; bunu sadece gizli yollarla değil, açık, cesur ve etkili politikalarla yapmalı.

Mevcut durum ABD’ye hem tehlikeler hem de fırsatlar sunuyor. Arap ülkelerinin çoğunda Fas’ın Batı Sahra meselesinin doğrudan bir karşılığı yok. Ancak Fas örneği, Arap vatandaşlarının ABD’nin kendi çıkarlarını savunduğunu hissettiklerinde, ABD’yi daha olumlu değerlendirdiklerini açıkça ortaya koyuyor ABD’ye yönelik Arap desteğinin azalmasına yönelik tehlikeler Gazze’nin ötesine geçiyor. ABD’nin İsrail’in savaşına verdiği destekte önemli bir değişim olmazsa ve uzun vadede Araplar arasında artan Arap Amerikan karşıtlığını engellemek için ABD politikasında akıllıca değişiklikler yapılmazsa, Çin de dahil diğer aktörler ABD’yi Orta Doğu’daki liderlik rolünden uzaklaştırmaya devam edecekler.

Dünya Basını

Batı basını, İstanbul’daki ikinci Rusya-Ukrayna görüşmelerine nasıl tepki verdi?

Yayınlanma

Rusya ve Ukrayna heyetleri, çatışmanın çözümüne yönelik ikinci tur müzakereler için 2 Haziran’da İstanbul’daki Çırağan Sarayı’nda bir araya geldi. Bir saatten fazla süren görüşmede, Rus heyetine Devlet Başkanı Yardımcısı Vladimir Medinskiy, Ukrayna heyetine ise Savunma Bakanı Rustem Umerov başkanlık etti.

Müzakereler sonucunda tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri masaya yatırdığı ve yeni bir esir takası için hazırlıklara başlandığı bildirilirken, uluslararası basın kuruluşları görüşmelerden önemli bir ilerleme beklemediklerini aktardı.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri teati ettiğini ve yeni bir esir serbest bırakma sürecinin hazırlıklarına başladıklarını belirtti.

Ukrayna Savunma Bakanı Umerov ise müzakerecilerin tüm ağır hasta esirler ile 25 yaş altındaki kişilerin takası konusunda anlaşmaya vardığını açıkladı.

Rus heyetine başkanlık eden Medinskiy, Rusya’nın gelecek hafta tek taraflı olarak Ukrayna’ya hayatını kaybeden 6 bin askerin naaşını teslim edeceğini söyledi. Ayrıca Medinskiy, Moskova’nın Kiev’den çatışma nedeniyle zor durumda kalan 339 çocuğun isim listesini aldığını da sözlerine ekledi.

Reuters: Atılım beklentisi düşük

İngiliz haber ajansı Reuters, “Pazartesi günü bir atılım beklentisi düşüktü. Ukrayna, Rusya’nın bugüne kadarki yaklaşımını kendisini teslim olmaya zorlama girişimi olarak görüyor ki Kiev bunu asla yapmayacaktır. Diğer yandan, Mayıs ayında son altı ayın en hızlı ilerlemesini kaydeden Moskova ise Kiev’in Rusya’nın şartlarıyla barışı kabul etmesi gerektiğini, aksi takdirde daha fazla toprak kaybıyla yüzleşeceğini belirtiyor,” ifadelerini kullandı.

Associated Press: Taraflar kilit konularda uzak

Amerikan haber ajansı Associated Press (AP), “ABD’nin her iki tarafı ateşkese teşvik etme çabaları henüz başarıya ulaşmadı. Ukrayna bu adımı kabul etti ancak Kremlin fiilen reddetti. Her iki ülkeden üst düzey yetkililerin son yorumları, askeri faaliyetlerin durdurulmasına yönelik kilit şartlar konusunda hâlâ anlaşmadan uzak olduklarını gösteriyor,” değerlendirmesinde bulundu.

Bloomberg: Barış umudu uzak görünüyor

Bloomberg haber kuruluşu ise “Bu görüşme, çatışmanın başlangıcından bu yana savaşan iki taraf arasında kamuoyuna açık ikinci görüşme oldu ve Mayıs ayındaki ilk tur müzakerelerin ardından geldi. ABD Başkanı Donald Trump’ın aylardır süren ve ilerleme kaydedilememesi nedeniyle giderek hayal kırıklığına uğradığı çabalarına rağmen barış olasılığı uzak görünüyor. Moskova, ABD’nin 30 günlük ateşkes önerisine hâlâ direniyor,” diye yazdı.

The New York Times: Müzakereler tıkanırken sahada saldırılar artıyor

ABD’nin önde gelen gazetelerinden The New York Times, “Moskova ve Kiev, her iki ülke liderlerini kâh ikna etmeye çalışan kâh eleştiren Başkan Trump’ın baskısı altında müzakere ediyor. Ancak Rusya ve Ukrayna sert bir duruş sergiliyor ve hiçbir tarafın diğer taraf için kabul edilebilir şartlar sunması beklenmiyor. Müzakereler çıkmaza girerken, savaş alanında saldırılar yoğunlaşıyor,” yorumunu yaptı.

CNN: Belirsizlik sürüyor

Amerikan haber kanalı CNN, “Geçen ay Türkiye’de yapılan ve düşman ülkeler arasında 2022’den bu yana ilk olan birinci tur görüşmelerin ardından her iki taraf da tam bir ateşkes ve potansiyel olarak uzun vadeli bir barış için şartlarını teati etmeyi kabul etmişti. Ukrayna’nın pazar günkü hava saldırısının bu yolu kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı ya da daha da çetrefilli hâle getirip getirmeyeceği henüz belirsiz,” ifadelerine yer verdi.

Financial Times: İlerleme belirtisi yok, Trump hayal kırıklığı yaşıyor

İngiliz Financial Times gazetesi ise, “Heyetler el sıkışmadı ve potansiyel bir anlaşmaya varılması yönünde herhangi bir ilerleme belirtisi göstermedi. Rusya’nın uzlaşmaz tutumu, göreve geldiği ilk gün çatışmayı çözebileceğiyle övünen ve Putin ile yakın ilişkilerinin bir anlaşmaya varılmasına yardımcı olacağına inanan ABD Başkanı Donald Trump’ı hayal kırıklığına uğrattı,” değerlendirmesini okuyucularıyla paylaştı.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Financial Times: Borç batağındaki ‘gelişmekte olan ülkeler’ için kayıp on yıl kapıda

Yayınlanma

İngiliz Financial Times gazetesi, ‘gelişmekte olan ülkelerin’ karşı karşıya olduğu borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki olumsuz etkilerini ele aldı. Gazete, milyarlarca insanın umutlarını boşa çıkaran mevcut mali yapıların acilen yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Borç servisinin eğitim, sağlık ve altyapı gibi kritik alanlardan kaynak çektiği belirtildi.

İngiliz Financial Times gazetesi, “gelişmekte olan ülkelerin” yüzleştiği borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki yıkıcı etkilerini mercek altına aldı.

Gazete, milyarlarca insanın beklentilerini karşılayamayan mevcut mali yapıların acilen yeniden ele alınması gerektiğinin altını çizerek, borç sorununun birçok düşük ve orta gelirli ülkede daha da derinleştiğini belirtti.

Söz konusu ülkeler borçlarını ödemekte temerrüde düşmeseler de kalkınma hedeflerinde geri kalıyorlar.

Likidite eksikliği nedeniyle hükümetler, eğitim, sağlık, altyapı ve iklim uyumu gibi hayati alanlara ayrılması gereken değerli kamu kaynaklarını, daha önce alınmış borçların servisine yönlendirmek zorunda kalıyor.

BM verileri endişe verici

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) tarafından yayımlanan son veriler, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.

Verilere göre 54 ülke, vergi gelirlerinin yüzde 10’undan fazlasını sadece faiz ödemelerine harcıyor.

“Gelişmekte olan ülkelerin” vergi gelirlerine oranla ortalama faiz yükünün 2011’den bu yana neredeyse iki katına çıktığına dikkat çekildi.

Gazete, 3,3 milyardan fazla insanın borç servisine sağlıktan daha fazla harcama yapan ülkelerde yaşadığını, 2,1 milyar insanın ise borçlara eğitimden daha fazla kaynak ayıran ülkelerde hayatını sürdürdüğünü vurguladı.

Financial Times, bunun sürdürülebilir bir kalkınma yolu olmadığını, aksine borcun bir engel teşkil ettiğini belirtti.

Borçlanma maliyetleri artıyor

Bu durumun, borçlanma maliyetlerinin keskin bir şekilde yükseldiği bir dönemde yaşandığına işaret edildi. 2008 mali krizinin ardından faiz oranlarının sıfıra yaklaşmasıyla daralan borçların, şimdi çok daha yüksek faiz oranlarıyla yenilendiği ifade edildi. Gazeteye göre, Covid-19 salgını ve Ukrayna’daki savaş sonrasında getiri farkları azalmış olsa da, sermaye piyasalarında borç yenileme maliyeti birçok düşük ve orta gelirli ülke için hâlâ aşırı derecede yüksek.

Küresel ekonomideki zayıf görünüm de krizi daha da ağırlaştırıyor. Yavaşlayan büyüme, borç sürdürülebilirliğini baltalayarak krizi derinleştiriyor.

“Sistemik bir başarısızlık söz konusu”

Gazete, bugünkü krizin sistemik bir başarısızlığı yansıttığını ve bunun temelinde küresel sermaye akışlarındaki süregelen asimetrinin yattığını vurguladı.

Sermayenin gelişmiş ekonomilere genellikle anti-siklik (ekonomik döngünün tersi yönde) akarak durgunluk dönemlerinde destek sağlarken, “gelişmekte olan ülkelere” pro-siklik (ekonomik döngüyle aynı yönde) aktığı ve bu durumun şokları daha da kötüleştirdiği açıklandı.

Financial Times, bu durumun neticesinde net dış transferlerin negatife döndüğünü belirtti. Sadece 2023 yılında, düşük ve orta gelirli ülkelerin (Çin hariç) uzun vadeli borçlarda 30 milyar ABD doları net özel sektör çıkışı yaşadığı, bunun 2022’deki yaklaşık 50 milyar ABD dolarlık çıkışa göre hafif bir iyileşme olsa da hâlâ “kalkınma için önemli bir kaynak kaybını” temsil ettiği ifade edildi.

Uluslararası kurumlar yetersiz kalıyor

Çok taraflı kurumların da yetersiz kaldığına dikkat çeken gazete, Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) düşük ve orta gelirli ülkelere yapılan net transferlerin —salgın sırasında önemli ölçüde artmışken— şimdi çöktüğünü belirtti.

Gazete, “2020’de 22 milyar ABD dolarlık pozitif transferden, net rakam 2022’de sıfıra ve 2023’te eksi 5 milyar ABD dolarına düştü,” ifadelerini kullandı ve bunun düşük ödemeler ile faiz ödemelerindeki büyük artıştan kaynaklandığını ekledi.

‘Mevcut borç politikaları halklara değil piyasalara hizmet ediyor’

Financial Times, uzmanlar arasında pek çok “gelişmekte olan ülkedeki” mevcut borç politikalarının halklara değil, mali piyasalara hizmet ettiği yönünde artan bir fikir birliği olduğunu aktardı.

Gazete, bunun bütün ülkeleri kayıp bir on yıla veya daha kötüsüne mahkum etme tehlikesi taşıdığını vurgulayarak, dünyanın en yoksul ve en savunmasız insanlarından bazılarının bir veya daha fazla kayıp on yıl yaşamasının “dünyanın kaldıramayacağı bir durum” olduğunu açıkladı.

Gazete, tartışmanın sadece mali temerrütten kaçınmaya dayalı dar başarı anlatılarının ötesine geçmesi gerektiğini belirterek, “Gelecekleri sürdürülemez koşullardaki eski borçların servisine ipotek edilen milyarlarca insanın yaşadığı gerçekliği yansıtmalıdır,” çağrısında bulundu.

Ayrıca, tekrarlayan borç ve kalkınma krizlerine yol açan küresel yapıdaki temel kusurların ele alınmasıyla işe başlanması gerektiğini vurguladı.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Rusya ve Ukrayna heyetleri tekrar İstanbul’da: Masada neler var?

Yayınlanma

Bugün İstanbul’da yapılması planlanan Rusya-Ukrayna görüşmelerinde, barışçıl çözüme yönelik ortak bir muhtıra hedefleniyor. Ancak Moskova merkezli Dünya Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Eduard Solovyov’a göre, tarafların temel konulardaki (toprak bütünlüğü, Ukrayna’nın NATO üyeliği, tarafsızlık statüsü) zıt pozisyonları, Ukrayna yönetiminin meşruiyet sorunu ve muhtıranın hukuki bağlayıcılığının olmaması önemli engeller teşkil ediyor. Rusya’nın asgari talepleri arasında Ukrayna’nın NATO’dan uzak durması ve toprak değişikliklerinin tanınması yer alırken, bu maddeler Kiev için kırmızı çizgi niteliğinde. Uzmana göre, olası bir muhtıranın Rusya’ya yönelik yaptırımları kısa ve orta vadede etkilemesi beklenmiyor.


Post-Sovyet Araştırmalar Merkezi Başkanı, gelecekteki muhtıranın önündeki engelleri değerlendiriyor

RBK

2 Haziran 2025

2 Haziran’da İstanbul’da Rusya ve Ukrayna heyetlerinin bir araya gelmesi bekleniyor. Rusya Bilimler Akademisi Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Post-Sovyet Araştırmalar Merkezi Başkanı Eduard Solovyov, tarafların ortak bir muhtıraya giden yolda çözmeleri gereken sorunları ele alıyor.

2 Haziran’da İstanbul’da Rus ve Ukrayna heyetleri arasında bir görüşme yapılması planlanıyor. Bu görüşmenin sonucunda tarafların barışçıl bir çözüme ilişkin ortak bir muhtıra imzalaması gündemde. Kiev’in iddialarına göre Ukrayna, muhtıra versiyonunu Moskova ve Washington’a göndermiş durumda. Moskova ise sızıntıları ve görüşmeler başlamadan önce yapılabilecek taraflı yorumları engellemek amacıyla kendi taslağını İstanbul’da sunacağını belirtiyor.

Nihai muhtıranın nasıl görüneceği konusunda şimdilik bir yargıya varmak zor. Büyük ihtimalle Kiev ve Moskova tarafından hazırlanan belgeler temelden farklılık gösteriyor. Görüşmeler sırasında bu belgelerin birleştirilip birleştirilemeyeceği ise büyük bir soru işareti. Fakat, çatışmanın olası çözümüne ilişkin tartışmaların, son zamanlarda sadece Ukrayna değil, Avrupa siyasi elitlerinin de özelliği haline gelen sert açıklamalardan, ültimatomlardan ve megafon diplomasisinden uzaklaşarak, daha rasyonel, profesyonel ve somut sonuç odaklı bir tartışma düzeyine kayma fırsatı bulması bile bir ilerlemedir.

Ukrayna tarafının, ateşkesin koşullarına odaklanmaya çalışacağı tahmin ediliyor. Rusya tarafı ise muhtemelen, ikili Rusya-Ukrayna ilişkileri ve anlaşmalarının ötesine geçen, çatışmanın genel olarak sona ermesine yönelik kendi vizyonunu öne sürecektir. Bu vizyon, NATO ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere Batılı ülkelerden belirli taahhütler içeriyor. Dolayısıyla, muhtırada neredeyse kesin olarak Ukrayna çevresindeki çatışmanın çözümüne ilişkin ilkeler ve daha geniş çerçeveler yer alacaktır.

Eduard Solovyov

Muhtıra, hukuki bağlayıcılığı olan bir belge niteliği taşımıyor. Belgede, olası bir anlaşmanın bazı temel parametrelerinin sabitlenmesi bekleniyor. Moskova’nın sıkça ve tutarlı bir şekilde dile getirdiği bir sorun var: Ukrayna tarafındaki meşruiyet eksikliği. Kiev’de bağlayıcı bir hukuki belgeyi imzalayacak kimse bulunmuyor. Ukrayna Devlet Başkanı ve parlamentosunun (Verhovna Rada) yetki süresi 2024 yılında dolmuştu. Muhtıra, gelecekte meşru Ukrayna makamlarıyla yapılacak bir anlaşma çerçevesinde sağlamlaştırılacak olan anlaşmaların bir ara biçimidir.

Tarafların bir dizi kilit konudaki pozisyonları taban tabana zıt. Mevcut Ukrayna yönetimi, Kırım’ın, Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetlerinin, Zaporojye ve Herson oblastlarının Rusya’ya ait statüsünü tanımıyor. Rusya, toprak değişikliklerinin sabitlenmesinde ve daha geniş bir bağlamda Ukrayna’nın tarafsızlık statüsünün ve silahsızlandırılmasının sağlanmasında ısrar ediyor. Bu arada Kiev, ülkenin NATO’ya katılım hedefinin Anayasa’da sabitlendiğini ve bu konuda tartışılacak bir şey olmadığını, savunma kapasitesinin güçlendirilmesinin ise egemenliğin garantisi olduğunu belirterek bu son iki konuyu da görüşmeyi reddediyor.

Esasında Moskova için önemli olan sadece Kiev’in tarafsız, blok dışı statü garantileri ve silahlı kuvvetlerin sayısal azaltılması konusundaki taahhütleri değil, aynı zamanda NATO ülkelerinin sadece Ukrayna’ya değil, en azından diğer Sovyet sonrası ülkelere yönelik olarak da doğuya doğru genişlememe taahhütleridir. Bu tür geniş siyasi genellemelerin muhtırada yer alıp almayacağı henüz belirsiz.

Rusya için asgari program, Ukrayna’nın sadece NATO’ya katılmama taahhüdünde bulunmasını değil, aynı zamanda ittifak ülkelerinin kendi topraklarını askeri amaçlarla kullanmasına izin vermemesini sağlamaktır; yani, ittifak ülkeleriyle ortak tatbikat yapmama, yabancı askerlerin ve askeri altyapının varlığını dışlama ve askeri-teknik işbirliğinin bazı gelişmiş biçimlerinden kaçınma taahhütlerini sabitlemektir. Ayrıca, Kırım’ın, Donbass cumhuriyetlerinin ve Novorusya’nın iki bölgesinin değişen statüsünün tanınmasını sağlamaktır. Kiev makamları için bugüne kadar tüm bu konular, mevcut Ukrayna yönetiminin çizdiği kırmızı çizgilerin aşılması anlamına geldiği için fiilen tabuydu.

Ayrı bir konu da yaptırımların kaldırılması beklentileri; Avrupa kulvarında bu konuyu, çatışmada sürdürülebilir bir çözüme ulaşılana kadar tartışmak zor olacaktır. Bu nedenle, Rusya karşıtı yaptırımlar, özellikle Avrupa yaptırımları, orta vadede büyük olasılıkla devam edecek ve ortak bir Rusya-Ukrayna muhtırasının imzalanması, mevcut durumu ve yasa dışı olarak dondurulan Rus varlıklarının iadesi beklentilerini etkilemeyecektir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English