Bizi Takip Edin

Dünya Basını

Avrupa sağı, AB karşıtlığını bırakıyor

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, Avrupa’daki sağcı partilerin kısmi yükselişine tanıklık etse de, meclisteki “merkez” bileşim gücünü korudu. Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, Batı Avrupa’daki birçok “egemenlikçi” ve “Avrupa şüphecisi” partinin yıllar içinde Brüksel bürokrasisi içinde eridğini ileri sürüyor. Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Avrupa şüpheciliğinden sonra

Christopher Bickerton
New Left Review
13 Haziran 2024

Avrupa Parlamentosu seçimleri farklı insanlar için farklı anlamlar ifade ediyor. Brüksel’deki basın mensupları için bu seçimler, günlerce süren at pazarlığı ve arka oda anlaşmalarının ardından “üst düzey görevlere” –Konsey ve Komisyon başkanlıkları, parlamento başkanlığı, dış politika yüksek temsilciliği– kimin getirileceğine dair hararetli spekülasyonlar için bir fırsattır. Üye devletlerin liderleri için bu görevler, partilerinin milletvekili sayısını arttırmak ve muhtemelen bir parlamento grubuna liderlik etmek için bir fırsattır – güç ve prestij kazanmanın yanı sıra diğer Avrupa ülkeleriyle pazarlık kozu. Muhalif siyasetçiler için AB parlamentosu, kendi ülkelerinde siyasi fırsatlar ortaya çıkana kadar zaman kazanmak için faydalı (ve kazançlı) bir yol sunar. İtalya’nın şu anki dışişleri bakanı Antonio Tajani yirmi yıldan fazla bir süre parlamentoda görev yaptı; Marine Le Pen ve Nigel Farage da uzun süre AP üyesi olarak görev yaptı.

Bu arada bloğun vatandaşları için seçimlerin önemi genellikle ulusal siyasi mücadelelerin kristalize olmasında yatıyor. Podemos ve 5 Yıldız Hareketi’nin atılım yaptığı 2014 seçimleri, Syriza’nın Pasok’u bir kenara iterek Yunanistan’ın soldaki lider seçim gücü haline gelmesini sağladı. Birleşik Krallık’ta 2019 oylaması Brexit konusunda fiilen ikinci bir referandum işlevi gördü. 2024’te kıta ölçeğinde gerici bir sorpassoya [ele geçirilme] tanık olmamız bekleniyordu: popülistlerin ve aşırılık yanlılarının parlamentonun ana akım siyasi oluşumlarını yıkacağı bir an. Komisyon Başkanı olarak ikinci kez aday olan Ursula von der Leyen, merkezciler ve liberallerden oluşan “büyük koalisyonunu” koruyup koruyamayacağından şüphe duydu ve oylama öncesinde İtalyan Giorgia Meloni ile temasa geçerek aşırı sağ ile bir anlaşma olasılığının sinyalini verdi.

Fakat geçen hafta oylama yapıldığında, ezici bir üstünlükten bahsedilmesinin abartılı olduğu ortaya çıktı. Hollanda’da Geert Wilders’in Özgürlük Partisi altı sandalye kazandı ama merkez sol ve yeşiller koalisyonu tarafından yenilgiye uğratıldı. Almanya’da AfD dokuz sandalyeden on beş sandalyeye yükseldi ama 29 sandalye kazanan CDU-CSU ittifakının çok gerisinde kaldı. İspanya’da Vox iki sandalye kazandı ancak oy oranı %10’un altında kalırken, Partido Popular [Halk Partisi] iktidardaki PSOE’nin dört puan önüne geçerek zafer kazandı. Gerçek Finliler de oyların %10’undan azını alarak bir sandalye kaybederken, İsveç Demokratları bir sandalye kazandı fakat ülkenin ana akım partileri ve Yeşiller’in ardından dördüncü sırada yer aldı. Avrupa Parlamentosu’ndaki baskın gruplar da nispeten dirençli olduklarını kanıtladılar. Merkez sağ Avrupa Halk Partisi (EPP) dokuz sandalye kazanarak toplam sandalye sayısını 185’e çıkarırken, merkez sol Sosyalistler ve Demokratlar (S&D) sadece iki sandalye kaybederek 137’ye geriledi. En büyük kaybedenler ise sırasıyla 23 ve 19 sandalye kaybeden liberal Renew Europe ve Yeşiller oldu.

İki ana aşırı sağcı oluşum aralarında sadece on üç sandalye kazandı; Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) 73, Kimlik ve Demokrasi (ID) ise 58 sandalyeye sahip. Bu ikilinin birleşme şansı çok az ve AfD’nin –ikisine de bağlı değil– nereye uyum sağlayacağı hâlâ belirsiz. ECR, 2009 yılında EPP’nin fazla Avrupa yanlısı olmaya başladığını düşünen İngiliz Muhafazakârlar tarafından kurulmuştu. Aşırı sağın daha ılımlı kanadını temsil eder ve radikal sağ milletvekillerini parlamentodaki güçlü pozisyonlardan dışlayan cordon sanitaire’e [güvenlik kordonu] tabi değil. Üyeleri arasında Meloni’nin Fratelli d’Italia’sının yanı sıra Polonya’nın Hukuk ve Adalet partisi de bulunur. Buna karşın ID, Le Pen’in Rassemblement National ve Matteo Salvini’nin Lega’sının yanı sıra Estonya’nın Muhafazakâr Halk Partisi ve Vox’a ev sahipliği yaparak kabul edilemez bulunuyor.

O halde AB’de meydana gelen şey, beklenenden daha yavaş bir hızda da olsa, derin bölünmelerden etkilenen popülist-milliyetçi gruplarla birlikte parlamentonun bileşiminde sağa doğru bir kaymadır. Seçim sonuçları her zamanki gibi işlerin devam edeceğini gösteriyor. Von der Leyen “merkezin korunduğu” ve koalisyonunun belki de Yeşiller tarafından desteklenerek bir gün daha yaşayacağı konusunda ısrar etti. Bloğun ana siyasi akımları hegemonyalarını sürdürmek için farklılıklarını bir kenara bırakmaya istekli görünüyor. Fakat Brüksel’deki pek çok kişinin de farkında olduğu üzere, bu büyük koalisyon stratejisi siyasi merkezi daha da farklılaşmamış, iktidara aç politikacılar yığını haline getirebilir, rakiplerine desteği artırabilir ve ileride sorunlara yol açabilir.

En heyecan verici ulusal yarışmalar, iç cephedeki siyasi gelişmelerin habercisi gibi görünen yarışmalardı. Fidesz’in içinden çıkıp muhalif ve ihbarcı olan Péter Magyar’ın güçlü performansı, belki de erken bir şekilde, Viktor Orbán’ın hakimiyetinin azalmakta olduğunun bir işareti olarak yorumlandı. Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi düşüşünü sürdürerek beş sandalye kaybetti ve Donald Tusk’ın Sivil Platformu’na daha fazla zemin kaptırdı. Meloni, destekçilerine seçmen kağıtlarına “Giorgia” yazmalarını söyleyerek oldukça kişiselleştirilmiş bir kampanya yürüttü ve oyların %30’undan biraz azını alarak 14 ekstra sandalye kazandı. Bu arada Scholz’un SPD’si hem ana muhalefet hem de AfD tarafından geçildi ve görevde daha ne kadar kalabileceği konusunda spekülasyonlara yol açtı.

Fakat ulusal düzeyde en fazla drama ödülünü kazanan Fransa oldu. Rassemblement National seçimleri Macron’un ikinci dönemi için bir referandum olarak değerlendirdi ve cumhurbaşkanının seçim oluşumunun iki katından fazla oy aldı. Parti socialiste’den [Sosyalist Parti] Raphaël Glucksmann, yeni ortak listesi için Macron’un partisi ile aynı sayıda on üç sandalye kazanarak merkez solda yeni bir figür olarak ortaya çıktı. La France insoumise [Boyun Eğmeyen Fransa] %10 oy ve dokuz yeni sandalye kazanmış olsa da, parçalanmış NUPES ittifakının diğer partileri genel olarak kötü bir performans sergiledi. Sonuçlar ışığında Macron hükümeti feshetti ve 30 Haziran ve 7 Temmuz için yeni yasama seçimleri planladı. Bu, RN’nin blöfünü görmeye yönelik bir girişim gibi görünüyor. Aşırı sağ hükümete hazır olduğunu söylüyor fakat yaklaşan oylamayı kazanmaları halinde liderleri Jordan Bardella Başbakan olabilir ve Macron bu pozisyonda birinin popülaritesini korumasının zor olduğunu biliyor.

Tüm bunların Avrupa siyasetindeki temel bölünme için ne anlama geldiği, AB’nin destekçileri ve eleştirmenleri arasında daha az yorumlanıyor. Siyaset bilimci Peter Mair bir keresinde bu uluslarüstü kurumun kendine özgü yapısının vatandaşların tek tek politikaları şekillendirmesini ya da bunlara itiraz etmesini zorlaştırdığını gözlemlemişti. Sonuç olarak, bu politikalara karşı muhalefet zorunlu olarak AB’ye karşı muhalefet biçimini almıştır. Avrupa şüpheciliği savaş sonrası dönem boyunca solda öne çıkarken, 1990’lardan itibaren egemenlikçi ve milliyetçi sağ ile ilişkilendirilmeye başlandı; Birleşik Krallık’ta UKIP ve Avusturya’da Özgürlük Partisi tarafından simgeleştirildi. Bu değişim hem Fransa’daki Parti communiste’in [Komünist Parti] göz alıcı düşüşünde olduğu gibi kıtanın komünist partilerinin bir seçim gücü olarak çöküşünü hem de Pasok’un 1970’lerde Avrupa entegrasyonunun baş eleştirmeniyken 1980’lerin sonunda sadık bir destekçiye dönüşmesinde canlı bir şekilde görüldüğü üzere daha geniş solun ulusal egemenlik ilkesini terk edişini yansıtıyor.

Bu yıl, aşırı sağ partiler AB tarihindeki en önemli kazanımları elde ederken, seçimler aynı zamanda bu partilerin kuruma ne ölçüde uyum sağladıklarını da yansıttı. Sert Avrupa şüpheciliğinin yerini Meloni’nin kampanya sloganı olan “İtalya Avrupa’yı Değiştiriyor” ile örneklenen ılımlı reformizm aldı. Bir zamanlar AB’den ayrılmayı savunan Wilders, kampanyanın başlamasıyla birlikte bu tutumundan hızla vazgeçti. Le Pen de 2014 Avrupa seçimlerinde “Frexit”i savunmuş ancak o zamandan beri “içeriden değişim” politikasını benimsedi.

Batı Avrupa’nın aşırı sağ partileri bu anlamda Orta ve Doğu Avrupa’daki muadillerinin stratejilerini taklit etmeye başladılar. Hukuk ve Adalet yıllardır Brüksel’le kavgalı olmasına rağmen “Polexit” fikrini hiçbir zaman ciddi bir şekilde gündeme getirmedi. Fidesz antlaşmalardan doğan yükümlülükleri nedeniyle AB ile sık sık çatışsa da gemiyi terk etmeyi düşünmüyor. Bu reformist eğilimin bir istisnası, Avro bölgesinden ayrılma ve Alman Markı’nı yeniden yürürlüğe koyma konusunda hala sert bir çizgi izleyen AfD gibi görünmektedir; fakat bu ne partinin varoluş nedeni ne de Almanya’nın kültür savaşlarını körüklemedeki rolüne çok daha fazla borçlu olan başarısının nedenidir.

Bu ılımlı eğilimin bir nedeni Brexit’tir: anayasal bir krize yol açarak ve iç göçü kesemeyerek Avrupa’nın aşırı sağına AB’den ayrılmanın yararları konusunda temkinli olmayı öğreten bir olay. Bir diğeri ise üye ülkelerin çoğunun halkları arasında bloğa verilen desteğin devam etmesi. RN ve Fratelli d’Italia gibi grupların kararsız seçmenlere kur yaparak geleneksel sağ partilerin yerini almaya çalışmasıyla birlikte, AB karşıtı pozisyonlar bir seçim yükümlülüğü haline geldi. Bu tür partilerin liderleri genellikle gözü kara ideologlar olarak lanse edilse de gerçekte çoğu esnek pragmatistlerdir. AfD’nin Maxmilian Krah’ı gibi çok katı olanlar ise genellikle kendilerini marjinalleşmiş olarak buldular. Son yıllarda Avrupa’nın popülist güçleri Brüksel hiyerarşisi içinde yavaş yavaş asimile oldular. Bu seçim, bazılarının tahmin ettiği gibi onların zirveye yükselişini görmemiş olabilir. Ancak Avrupa şüpheciliği ile yollarını ayırarak yükselişlerini kolaylaştırmaya istekli olduklarını gösterdi.

Dünya Basını

Batı basını, İstanbul’daki ikinci Rusya-Ukrayna görüşmelerine nasıl tepki verdi?

Yayınlanma

Rusya ve Ukrayna heyetleri, çatışmanın çözümüne yönelik ikinci tur müzakereler için 2 Haziran’da İstanbul’daki Çırağan Sarayı’nda bir araya geldi. Bir saatten fazla süren görüşmede, Rus heyetine Devlet Başkanı Yardımcısı Vladimir Medinskiy, Ukrayna heyetine ise Savunma Bakanı Rustem Umerov başkanlık etti.

Müzakereler sonucunda tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri masaya yatırdığı ve yeni bir esir takası için hazırlıklara başlandığı bildirilirken, uluslararası basın kuruluşları görüşmelerden önemli bir ilerleme beklemediklerini aktardı.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri teati ettiğini ve yeni bir esir serbest bırakma sürecinin hazırlıklarına başladıklarını belirtti.

Ukrayna Savunma Bakanı Umerov ise müzakerecilerin tüm ağır hasta esirler ile 25 yaş altındaki kişilerin takası konusunda anlaşmaya vardığını açıkladı.

Rus heyetine başkanlık eden Medinskiy, Rusya’nın gelecek hafta tek taraflı olarak Ukrayna’ya hayatını kaybeden 6 bin askerin naaşını teslim edeceğini söyledi. Ayrıca Medinskiy, Moskova’nın Kiev’den çatışma nedeniyle zor durumda kalan 339 çocuğun isim listesini aldığını da sözlerine ekledi.

Reuters: Atılım beklentisi düşük

İngiliz haber ajansı Reuters, “Pazartesi günü bir atılım beklentisi düşüktü. Ukrayna, Rusya’nın bugüne kadarki yaklaşımını kendisini teslim olmaya zorlama girişimi olarak görüyor ki Kiev bunu asla yapmayacaktır. Diğer yandan, Mayıs ayında son altı ayın en hızlı ilerlemesini kaydeden Moskova ise Kiev’in Rusya’nın şartlarıyla barışı kabul etmesi gerektiğini, aksi takdirde daha fazla toprak kaybıyla yüzleşeceğini belirtiyor,” ifadelerini kullandı.

Associated Press: Taraflar kilit konularda uzak

Amerikan haber ajansı Associated Press (AP), “ABD’nin her iki tarafı ateşkese teşvik etme çabaları henüz başarıya ulaşmadı. Ukrayna bu adımı kabul etti ancak Kremlin fiilen reddetti. Her iki ülkeden üst düzey yetkililerin son yorumları, askeri faaliyetlerin durdurulmasına yönelik kilit şartlar konusunda hâlâ anlaşmadan uzak olduklarını gösteriyor,” değerlendirmesinde bulundu.

Bloomberg: Barış umudu uzak görünüyor

Bloomberg haber kuruluşu ise “Bu görüşme, çatışmanın başlangıcından bu yana savaşan iki taraf arasında kamuoyuna açık ikinci görüşme oldu ve Mayıs ayındaki ilk tur müzakerelerin ardından geldi. ABD Başkanı Donald Trump’ın aylardır süren ve ilerleme kaydedilememesi nedeniyle giderek hayal kırıklığına uğradığı çabalarına rağmen barış olasılığı uzak görünüyor. Moskova, ABD’nin 30 günlük ateşkes önerisine hâlâ direniyor,” diye yazdı.

The New York Times: Müzakereler tıkanırken sahada saldırılar artıyor

ABD’nin önde gelen gazetelerinden The New York Times, “Moskova ve Kiev, her iki ülke liderlerini kâh ikna etmeye çalışan kâh eleştiren Başkan Trump’ın baskısı altında müzakere ediyor. Ancak Rusya ve Ukrayna sert bir duruş sergiliyor ve hiçbir tarafın diğer taraf için kabul edilebilir şartlar sunması beklenmiyor. Müzakereler çıkmaza girerken, savaş alanında saldırılar yoğunlaşıyor,” yorumunu yaptı.

CNN: Belirsizlik sürüyor

Amerikan haber kanalı CNN, “Geçen ay Türkiye’de yapılan ve düşman ülkeler arasında 2022’den bu yana ilk olan birinci tur görüşmelerin ardından her iki taraf da tam bir ateşkes ve potansiyel olarak uzun vadeli bir barış için şartlarını teati etmeyi kabul etmişti. Ukrayna’nın pazar günkü hava saldırısının bu yolu kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı ya da daha da çetrefilli hâle getirip getirmeyeceği henüz belirsiz,” ifadelerine yer verdi.

Financial Times: İlerleme belirtisi yok, Trump hayal kırıklığı yaşıyor

İngiliz Financial Times gazetesi ise, “Heyetler el sıkışmadı ve potansiyel bir anlaşmaya varılması yönünde herhangi bir ilerleme belirtisi göstermedi. Rusya’nın uzlaşmaz tutumu, göreve geldiği ilk gün çatışmayı çözebileceğiyle övünen ve Putin ile yakın ilişkilerinin bir anlaşmaya varılmasına yardımcı olacağına inanan ABD Başkanı Donald Trump’ı hayal kırıklığına uğrattı,” değerlendirmesini okuyucularıyla paylaştı.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Financial Times: Borç batağındaki ‘gelişmekte olan ülkeler’ için kayıp on yıl kapıda

Yayınlanma

İngiliz Financial Times gazetesi, ‘gelişmekte olan ülkelerin’ karşı karşıya olduğu borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki olumsuz etkilerini ele aldı. Gazete, milyarlarca insanın umutlarını boşa çıkaran mevcut mali yapıların acilen yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Borç servisinin eğitim, sağlık ve altyapı gibi kritik alanlardan kaynak çektiği belirtildi.

İngiliz Financial Times gazetesi, “gelişmekte olan ülkelerin” yüzleştiği borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki yıkıcı etkilerini mercek altına aldı.

Gazete, milyarlarca insanın beklentilerini karşılayamayan mevcut mali yapıların acilen yeniden ele alınması gerektiğinin altını çizerek, borç sorununun birçok düşük ve orta gelirli ülkede daha da derinleştiğini belirtti.

Söz konusu ülkeler borçlarını ödemekte temerrüde düşmeseler de kalkınma hedeflerinde geri kalıyorlar.

Likidite eksikliği nedeniyle hükümetler, eğitim, sağlık, altyapı ve iklim uyumu gibi hayati alanlara ayrılması gereken değerli kamu kaynaklarını, daha önce alınmış borçların servisine yönlendirmek zorunda kalıyor.

BM verileri endişe verici

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) tarafından yayımlanan son veriler, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.

Verilere göre 54 ülke, vergi gelirlerinin yüzde 10’undan fazlasını sadece faiz ödemelerine harcıyor.

“Gelişmekte olan ülkelerin” vergi gelirlerine oranla ortalama faiz yükünün 2011’den bu yana neredeyse iki katına çıktığına dikkat çekildi.

Gazete, 3,3 milyardan fazla insanın borç servisine sağlıktan daha fazla harcama yapan ülkelerde yaşadığını, 2,1 milyar insanın ise borçlara eğitimden daha fazla kaynak ayıran ülkelerde hayatını sürdürdüğünü vurguladı.

Financial Times, bunun sürdürülebilir bir kalkınma yolu olmadığını, aksine borcun bir engel teşkil ettiğini belirtti.

Borçlanma maliyetleri artıyor

Bu durumun, borçlanma maliyetlerinin keskin bir şekilde yükseldiği bir dönemde yaşandığına işaret edildi. 2008 mali krizinin ardından faiz oranlarının sıfıra yaklaşmasıyla daralan borçların, şimdi çok daha yüksek faiz oranlarıyla yenilendiği ifade edildi. Gazeteye göre, Covid-19 salgını ve Ukrayna’daki savaş sonrasında getiri farkları azalmış olsa da, sermaye piyasalarında borç yenileme maliyeti birçok düşük ve orta gelirli ülke için hâlâ aşırı derecede yüksek.

Küresel ekonomideki zayıf görünüm de krizi daha da ağırlaştırıyor. Yavaşlayan büyüme, borç sürdürülebilirliğini baltalayarak krizi derinleştiriyor.

“Sistemik bir başarısızlık söz konusu”

Gazete, bugünkü krizin sistemik bir başarısızlığı yansıttığını ve bunun temelinde küresel sermaye akışlarındaki süregelen asimetrinin yattığını vurguladı.

Sermayenin gelişmiş ekonomilere genellikle anti-siklik (ekonomik döngünün tersi yönde) akarak durgunluk dönemlerinde destek sağlarken, “gelişmekte olan ülkelere” pro-siklik (ekonomik döngüyle aynı yönde) aktığı ve bu durumun şokları daha da kötüleştirdiği açıklandı.

Financial Times, bu durumun neticesinde net dış transferlerin negatife döndüğünü belirtti. Sadece 2023 yılında, düşük ve orta gelirli ülkelerin (Çin hariç) uzun vadeli borçlarda 30 milyar ABD doları net özel sektör çıkışı yaşadığı, bunun 2022’deki yaklaşık 50 milyar ABD dolarlık çıkışa göre hafif bir iyileşme olsa da hâlâ “kalkınma için önemli bir kaynak kaybını” temsil ettiği ifade edildi.

Uluslararası kurumlar yetersiz kalıyor

Çok taraflı kurumların da yetersiz kaldığına dikkat çeken gazete, Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) düşük ve orta gelirli ülkelere yapılan net transferlerin —salgın sırasında önemli ölçüde artmışken— şimdi çöktüğünü belirtti.

Gazete, “2020’de 22 milyar ABD dolarlık pozitif transferden, net rakam 2022’de sıfıra ve 2023’te eksi 5 milyar ABD dolarına düştü,” ifadelerini kullandı ve bunun düşük ödemeler ile faiz ödemelerindeki büyük artıştan kaynaklandığını ekledi.

‘Mevcut borç politikaları halklara değil piyasalara hizmet ediyor’

Financial Times, uzmanlar arasında pek çok “gelişmekte olan ülkedeki” mevcut borç politikalarının halklara değil, mali piyasalara hizmet ettiği yönünde artan bir fikir birliği olduğunu aktardı.

Gazete, bunun bütün ülkeleri kayıp bir on yıla veya daha kötüsüne mahkum etme tehlikesi taşıdığını vurgulayarak, dünyanın en yoksul ve en savunmasız insanlarından bazılarının bir veya daha fazla kayıp on yıl yaşamasının “dünyanın kaldıramayacağı bir durum” olduğunu açıkladı.

Gazete, tartışmanın sadece mali temerrütten kaçınmaya dayalı dar başarı anlatılarının ötesine geçmesi gerektiğini belirterek, “Gelecekleri sürdürülemez koşullardaki eski borçların servisine ipotek edilen milyarlarca insanın yaşadığı gerçekliği yansıtmalıdır,” çağrısında bulundu.

Ayrıca, tekrarlayan borç ve kalkınma krizlerine yol açan küresel yapıdaki temel kusurların ele alınmasıyla işe başlanması gerektiğini vurguladı.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Rusya ve Ukrayna heyetleri tekrar İstanbul’da: Masada neler var?

Yayınlanma

Bugün İstanbul’da yapılması planlanan Rusya-Ukrayna görüşmelerinde, barışçıl çözüme yönelik ortak bir muhtıra hedefleniyor. Ancak Moskova merkezli Dünya Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Eduard Solovyov’a göre, tarafların temel konulardaki (toprak bütünlüğü, Ukrayna’nın NATO üyeliği, tarafsızlık statüsü) zıt pozisyonları, Ukrayna yönetiminin meşruiyet sorunu ve muhtıranın hukuki bağlayıcılığının olmaması önemli engeller teşkil ediyor. Rusya’nın asgari talepleri arasında Ukrayna’nın NATO’dan uzak durması ve toprak değişikliklerinin tanınması yer alırken, bu maddeler Kiev için kırmızı çizgi niteliğinde. Uzmana göre, olası bir muhtıranın Rusya’ya yönelik yaptırımları kısa ve orta vadede etkilemesi beklenmiyor.


Post-Sovyet Araştırmalar Merkezi Başkanı, gelecekteki muhtıranın önündeki engelleri değerlendiriyor

RBK

2 Haziran 2025

2 Haziran’da İstanbul’da Rusya ve Ukrayna heyetlerinin bir araya gelmesi bekleniyor. Rusya Bilimler Akademisi Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Post-Sovyet Araştırmalar Merkezi Başkanı Eduard Solovyov, tarafların ortak bir muhtıraya giden yolda çözmeleri gereken sorunları ele alıyor.

2 Haziran’da İstanbul’da Rus ve Ukrayna heyetleri arasında bir görüşme yapılması planlanıyor. Bu görüşmenin sonucunda tarafların barışçıl bir çözüme ilişkin ortak bir muhtıra imzalaması gündemde. Kiev’in iddialarına göre Ukrayna, muhtıra versiyonunu Moskova ve Washington’a göndermiş durumda. Moskova ise sızıntıları ve görüşmeler başlamadan önce yapılabilecek taraflı yorumları engellemek amacıyla kendi taslağını İstanbul’da sunacağını belirtiyor.

Nihai muhtıranın nasıl görüneceği konusunda şimdilik bir yargıya varmak zor. Büyük ihtimalle Kiev ve Moskova tarafından hazırlanan belgeler temelden farklılık gösteriyor. Görüşmeler sırasında bu belgelerin birleştirilip birleştirilemeyeceği ise büyük bir soru işareti. Fakat, çatışmanın olası çözümüne ilişkin tartışmaların, son zamanlarda sadece Ukrayna değil, Avrupa siyasi elitlerinin de özelliği haline gelen sert açıklamalardan, ültimatomlardan ve megafon diplomasisinden uzaklaşarak, daha rasyonel, profesyonel ve somut sonuç odaklı bir tartışma düzeyine kayma fırsatı bulması bile bir ilerlemedir.

Ukrayna tarafının, ateşkesin koşullarına odaklanmaya çalışacağı tahmin ediliyor. Rusya tarafı ise muhtemelen, ikili Rusya-Ukrayna ilişkileri ve anlaşmalarının ötesine geçen, çatışmanın genel olarak sona ermesine yönelik kendi vizyonunu öne sürecektir. Bu vizyon, NATO ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere Batılı ülkelerden belirli taahhütler içeriyor. Dolayısıyla, muhtırada neredeyse kesin olarak Ukrayna çevresindeki çatışmanın çözümüne ilişkin ilkeler ve daha geniş çerçeveler yer alacaktır.

Eduard Solovyov

Muhtıra, hukuki bağlayıcılığı olan bir belge niteliği taşımıyor. Belgede, olası bir anlaşmanın bazı temel parametrelerinin sabitlenmesi bekleniyor. Moskova’nın sıkça ve tutarlı bir şekilde dile getirdiği bir sorun var: Ukrayna tarafındaki meşruiyet eksikliği. Kiev’de bağlayıcı bir hukuki belgeyi imzalayacak kimse bulunmuyor. Ukrayna Devlet Başkanı ve parlamentosunun (Verhovna Rada) yetki süresi 2024 yılında dolmuştu. Muhtıra, gelecekte meşru Ukrayna makamlarıyla yapılacak bir anlaşma çerçevesinde sağlamlaştırılacak olan anlaşmaların bir ara biçimidir.

Tarafların bir dizi kilit konudaki pozisyonları taban tabana zıt. Mevcut Ukrayna yönetimi, Kırım’ın, Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetlerinin, Zaporojye ve Herson oblastlarının Rusya’ya ait statüsünü tanımıyor. Rusya, toprak değişikliklerinin sabitlenmesinde ve daha geniş bir bağlamda Ukrayna’nın tarafsızlık statüsünün ve silahsızlandırılmasının sağlanmasında ısrar ediyor. Bu arada Kiev, ülkenin NATO’ya katılım hedefinin Anayasa’da sabitlendiğini ve bu konuda tartışılacak bir şey olmadığını, savunma kapasitesinin güçlendirilmesinin ise egemenliğin garantisi olduğunu belirterek bu son iki konuyu da görüşmeyi reddediyor.

Esasında Moskova için önemli olan sadece Kiev’in tarafsız, blok dışı statü garantileri ve silahlı kuvvetlerin sayısal azaltılması konusundaki taahhütleri değil, aynı zamanda NATO ülkelerinin sadece Ukrayna’ya değil, en azından diğer Sovyet sonrası ülkelere yönelik olarak da doğuya doğru genişlememe taahhütleridir. Bu tür geniş siyasi genellemelerin muhtırada yer alıp almayacağı henüz belirsiz.

Rusya için asgari program, Ukrayna’nın sadece NATO’ya katılmama taahhüdünde bulunmasını değil, aynı zamanda ittifak ülkelerinin kendi topraklarını askeri amaçlarla kullanmasına izin vermemesini sağlamaktır; yani, ittifak ülkeleriyle ortak tatbikat yapmama, yabancı askerlerin ve askeri altyapının varlığını dışlama ve askeri-teknik işbirliğinin bazı gelişmiş biçimlerinden kaçınma taahhütlerini sabitlemektir. Ayrıca, Kırım’ın, Donbass cumhuriyetlerinin ve Novorusya’nın iki bölgesinin değişen statüsünün tanınmasını sağlamaktır. Kiev makamları için bugüne kadar tüm bu konular, mevcut Ukrayna yönetiminin çizdiği kırmızı çizgilerin aşılması anlamına geldiği için fiilen tabuydu.

Ayrı bir konu da yaptırımların kaldırılması beklentileri; Avrupa kulvarında bu konuyu, çatışmada sürdürülebilir bir çözüme ulaşılana kadar tartışmak zor olacaktır. Bu nedenle, Rusya karşıtı yaptırımlar, özellikle Avrupa yaptırımları, orta vadede büyük olasılıkla devam edecek ve ortak bir Rusya-Ukrayna muhtırasının imzalanması, mevcut durumu ve yasa dışı olarak dondurulan Rus varlıklarının iadesi beklentilerini etkilemeyecektir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English