Bizi Takip Edin

AVRUPA

Avrupa’nın Latin Amerikalılaşması mı?

Yayınlanma

Ulrike Guérot ve Hauke Ritz
European Democracy Lab

Önümüzdeki haftalarda ve aylarda European Democracy Lab [Avrupa Demokrasi Laboratuvarı] kendisini “Avrupa’nın Latin Amerikalılaşması” konusuna adamak ve bu konuda araştırma ve yayın yapmak istiyor.

Avrupa’nın siyasi, iktisadi, toplumsal ve entelektüel olarak kritik bir durumda olduğuna ve bu nedenle dünyanın şu anda yaşadığı muhtemelen en kapsamlı jeopolitik ve jeoekonomik duraklama [caesura] ile yüzleşemeyeceğine inanıyoruz. Aşağıdaki soruları ele almak istiyoruz:

Avrupa siyasi ilişkilerinde bir Latin Amerikalılaşma ile mi karşı karşıya? Eğer öyleyse, bu terim esasında neyi tanımlıyor? İlk olarak bu terim, bir zamanlar etkin olan ve kamu yararına odaklanan devletin önemli ölçüde daha düşük bir gelişmişlik düzeyine gerilemesini tanımlıyor. Aslında, tüm ülkelerin gelişmişlik düzeyindeki bu tür düşüşler, özellikle 20. yüzyılda Latin Amerika’da sık sık meydana gelmiştir. Bu durum, 1860-1930 yılları arasında muazzam bir iktisadi büyüme yaşayan, 1950’lerin ortalarına kadar gelişmiş bir sanayi ülkesi seviyesini koruyabilen, fakat daha sonra kısa kesintilerle günümüze kadar devam eden bir gerileme evresine giren Arjantin örneğinde açıkça görülüyor. Ülke şu anda dramatik bir enflasyon yaşıyor. Nüfusun bir kısmı yeterli beslenebilmek için mücadele ediyor.

Arjantin’in düşüşü, tüm Latin Amerika’nın düşüşünü özellikle sert bir şekilde yansıtıyor. Bütün bir kıtanın bu şekilde gerilemesi, bir zamanlar izin verilen ve daha sonra ilerlemeye devam eden egemenlik kaybının sonucudur. 1823 gibi erken bir tarihte ABD, Monroe Doktrini’nin bir parçası olarak Latin Amerika’yı kendi nüfuz bölgesi ilan etti; bu adım başlangıçta Avrupa emperyalizmine karşı atılmıştı, fakat 20. yüzyılda giderek daha açık bir şekilde ABD-Amerikan emperyalizmine dönüştü. Latin Amerika ülkelerinin kendi çıkarlarını ABD müdahalesinden korumaları giderek zorlaştı. Kıta, ABD’nin coğrafi olarak ana rakibi Sovyetler Birliği’nden uzakta, burada deneyebildiği neo-emperyal güç teknikleri için bir test alanı haline geldi. Orta Amerika’da, Guatemala, Kosta Rika, Haiti ve Dominik Cumhuriyeti’ nde başladı ve daha sonra burada test edilen güç tekniklerini Ekvador (1961/63), Brezilya (1964), Peru (1968), Bolivya (1971), Uruguay (1973), Şili (1973) ve Arjantin (1976) gibi daha büyük devletlerde uyguladı. Hedef ülkenin askeri aygıtıyla ilişkiler geliştirildi ve bazı birimleri darbe yapmak için kullanıldı. 1964 yılında Brezilya Devlet Başkanı João Goulart, solcu hükümetinin bağımsız bir dış siyasete sahip olduğunu iddia etmesi nedeniyle devrildi. Brezilya’da ilk kez ölüm mangaları kullanıldı. Özellikle de demokratik yollarla seçilmiş Başkan Salvador Allende’nin 11 Eylül 1973’te vurularak öldürüldüğü ve takip eden haftalar ve aylarda partisinin çok sayıda üyesinin öldüğü Şili’de çok yüzsüz davrandılar. Tutuklamalar, adam kaçırmalar ve infazlar aşamasından sonra ülkeye ilk neoliberal şok terapisi dayatıldı. Şili, daha sonra diğer Latin Amerika ve Doğu Avrupa ülkelerinin sanayisizleştirilmesi için bir model haline geldi. Arjantin, Brezilya, Paraguay, Şili, Uruguay ve Bolivya gizli servislerinin ortak çalışması olan, teknik olarak ABD tarafından desteklenen ve bu ülkelerdeki muhalefeti ortadan kaldırmayı amaçlayan Condor Operasyonu da unutulmazlar arasındadır. Yazar William Blum, Killing Hope – US Military and CIA Interventions since World War II (1) [Umudu Öldürmek – II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD Askeri ve CIA Müdahaleleri] adlı kitabında (2) bu tür müdahalelerin uzun bir listesini ayrıntılı olarak anlatmaktadır.

Günümüze uygulandığında, Latin Amerikalılaşma terimi muhtemelen artık 1964’te Brezilya’da ya da 1973’te Şili’de olduğu gibi hükümet darbelerine atıfta bulunmayacaktır. Bu tür açık güç gösterileri dönemi artık gücün öncelikle psikolojik bir boyut kazandığı ve her şeyden önce medya ve halkla ilişkiler teknikleri aracılığıyla uygulandığı bir dünyaya uymuyor. Fakat bu terim, hükümetin bilgi ve yönlendirme eksikliğiyle başlayan, siyasi kararların dışarıdan alınmasına yol açan ve nihayetinde hükümeti hareket edemez hale getiren borç ve döviz krizleriyle doruğa ulaşan birkaç aşamada gerçekleşen bir egemenlik kaybı sürecini tanımlamaktadır ki bu da ya askeri bir grubun ya da uyuşturucu ve silah ticaretinden suç şebekelerinin giderek daha fazla nüfuz kazanmasına neden oluyor. Refah kaybı, yetkililerin ve karar alıcıların büyük bir kısmının yozlaşmasına neden olacak kadar dramatik bir şekilde geliştiğinde bir ülke Latin Amerikalılaşmış demektir. Bu da yabancı aktörlerin nüfusun kırılganlığı üzerinden ülkede doğrudan nüfuz kazanmasına olanak tanır. Egemenlik kaybı da nüfuzun devamı için gerekli koşulları yarattığı ölçüde, kendi kendini besleyen bir etkiye sahip olur. Aslında, egemenlik kaybının da kara deliğe benzer bir tür olay ufkuna sahip olduğu ve bunun ötesinde gelişmenin artık geri döndürülemeyeceği söylenebilir.

Latin Amerika’nın böylesi bir gelişmeyi sembolize eder hale gelmesinin, tüm Latin Amerika uluslarının görece genç olmaları ve dolayısıyla kendilerine ait bir devlet geçmişlerinin neredeyse hiç olmamasıyla da bir ilgisi olabilir. Sonuç olarak, Latin Amerika ülkeleri dış müdahale girişimlerine karşı dirençten yoksundu. Avrupa’da da Balkanlar ya da Ukrayna gibi devlet geçmişi zayıf olan bölgeler bulunmaktadır. Özellikle bu bölgelerin son otuz yılda defalarca kaosa sürüklenmesi ve hatta savaş alanı haline gelmesi tesadüf değildir. 1990’larda Rusya da kendisini, nüfusun büyük çoğunluğunun sanayisizleşmesine ve yoksullaşmasına yol açan ve aslında Latin Amerikalılaşmayla sonuçlanması gereken kademeli bir olumsuz gelişme dinamiği içinde buldu. Amerikalı jeostratejist Zbigniew Brzezinski, 1997 tarihli Büyük Satranç Tahtası adlı kitabında Rusya’yı bir kara delik olarak tanımlamış ve o dönemde ülkenin egemenliğini tamamen kaybetmeye doğru giden olay ufkunu çoktan geçtiğine inandığını belirtmiştir.(3) Fakat Ukrayna ve Balkanların aksine Rusya’nın güçlü bir devlet geleneğine ve halk arasında belirgin bir tarih bilincine sahip olması, gözünü bu dev ülkenin tükenmez hammadde rezervlerine dikmiş olan Washington’u hayal kırıklığına uğratarak sürecin kesintiye uğramasına neden oldu.

Avrupa’nın bir bütün olarak Latin Amerikalılaşma tehdidi altında olup olmadığı, nihayetinde Avrupa’daki tarihsel bilincin ve devlet geleneklerinin bugün hâlâ ne kadar güçlü olduğu sorusuna bağlıdır. Tarihin sonu ve hakikatin öznelleştirilmesi şeklindeki postmodern tavrın şimdiden büyük bir direnci etkisiz hale getirdiğine şüphe yok. Bu durum karşısında, Avrupa halklarının siyasi bilinci, egemenliğin zaman içinde giderek kaybolduğunu fark edip bunu önleyebilir mi? Yoksa uzun vadede Avrupa’nın büyük bölümünün Balkanlaşması ve Ukraynalaşması ile mi karşı karşıya kalacağız? AB elitleri kişisel çıkarları için ve Avrupa’nın zararına olacak şekilde yozlaşmaya ne ölçüde izin verecekler? Yoksa tarih bilinci ve devlet gelenekleri nihayetinde kamu bilincine o kadar sağlam bir şekilde yerleşecek ki, belli bir gerileme noktasında karşı bir eğilim mi başlatılacak? Bu soruların ucu şu anda hâlâ açık, fakat iki ya da üç yıl içinde karar verilecek. Çünkü önümüzdeki birkaç yıl Avrupa’nın hangi yolu izleyeceğini belirleyecek: bağımsızlık, kalkınma ve refah mı yoksa egemenlikten vazgeçme, sanayisizleşme ve yoksulluk mu? Çünkü şimdiden net olan bir şey var. Egemenlikten vazgeçmek için yüksek bir bedel ödenmelidir. Bu her zaman ve neredeyse kaçınılmaz olarak refah ve istikrar kaybına yol açar. Kendilerini yabancı bir güce teslim edenler, o güç tarafından kendi çıkarları için kullanılır ve sömürülürler. Latin Amerika’nın kanlı ve trajik tarihi, ABD’nin sömürgelerine nasıl davrandığına tanıklık etmektedir. Bir yandan Avrupa’nın müreffeh olabileceği, diğer yandan ABD’nin arka bahçesi olabileceği fikri bir kurgudur.

Bu analize dayanarak, ikinci adımda AB’nin ötesinde Avrupa egemenliği ve özgürleşmesi olasılığı sorusunu sormak istiyoruz: bu hâlâ mümkün mü, siyasi olarak arzu edilir mi, neye benzemeli?

Öngörülebilir gelecekte BRICS ülkeleri;

– Küresel BM mimarisinin organlarındaki çoğunluklar (Güney Afrika’nın UCM nezdinde İsrail’e karşı yaptığı şikayet, Küresel Güney’in siyasi özgürleşmesine yönelik açık bir adımdır);

– ucuz işgücü
– hammaddeler
– ve dünya nüfusunun ¾’ü,
– SWIFT’in muadili olarak kendi para birimi sistemi ve
– BRICS içi bir ticaret sistemi [kuruyor.]

Buna karşılık, sözde “Batılı değerler”, henüz kodlanmamış ve esasen aşırı borçlanmış bir dolar sistemine bağımlı olan “kurallara dayalı bir düzene” dayanmaktadır.

Bu durum Avrupa’nın nerede olmak istediği sorusunu gündeme getiriyor: aşağıdaki haritada kırmızı çizginin içinde mi, yoksa Avrasya’da mı, yani küresel Güney ülkelerini de hızla fetheden Çin, Hindistan, İran ve Rusya gibi büyük güçlerle eşit düzeyde çıkar odaklı bir alışverişte mi?

Bu da www.Europa2049.eu’nun önüne şu soruyu getiriyor:

Avrupa’nın Latin Amerikalılaşması ya da Avrupa’nın özgürleşmesi!

Yakında bu projenin ana hatlarını netleştireceğiz: Lütfen çalışmalarımızı destekleyin! Avrupa’nın geleceği hakkında düşünmek hiç bu kadar acil olmamıştı!


Kaynaklar:

(1) 50.000 kişinin öldürüldüğü, 400.000 kişinin esir alındığı ve 350.000 kişinin kaybolduğu tahmin edilmektedir. https://web.archive.org/web/20230325172134/http://www.tagesschau.de/ausland/meldung77018.html.
(2) William Blum, Killing Hope – USMilitary Inerventions since World War II, London 2014.
(3) Bkz: Zbigniew Brzezinski, Die einzige Weltmacht [Tek Dünya Gücü], Berlin 1997, S. 130 ff.

AVRUPA

İtalya’nın Kardeşleri ile Hukuk ve Adalet anlaştı

Yayınlanma

Polonya Basın Ajansı’nın (PAP) bildirdiğine göre Polonya’nın muhafazakâr Hukuk ve Adalet (PiS) partisi, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin Fratelli d’Italia (İtalya’nın Kardeşleri – FdI) partisi ile Avrupa Parlamentosu’ndaki (AP) siyasi ailesi olan Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri Grubu (ECR) içindeki görevlerin paylaşımı konusunda anlaşmaya vardı.

PiS ve FdI, sırasıyla 20 ve 24 AP üyesi ile milli-muhafazakâr ECR grubunun en büyük iki ulusal partisi konumunda.

Yeni üyelerin katılımıyla ECR kısa bir süre önce Avrupa Parlamentosu’nun en büyük üçüncü grubu haline gelmişti.

Tahminler, üye partilerden herhangi birini, özellikle de PiS kadar büyük bir partiyi kaybetmemesi koşuluyla, bu durumun devam edeceğini gösteriyor.

Fakat düne kadar PiS’in ECR’nin bir parçası olarak kalması hiçbir şekilde kesin değildi.

Perşembe günü basında çıkan haberlerde, partinin Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın Fidesz’i tarafından, eski Çekya başbakanı Andrej Babiš’in ANO hareketi ve Jansa’nın Slovenya Demokratik Partisi’nin (SDS) de yer alacağı yeni bir gruba katılmaya ikna edildiği öne sürüldü.

PiS, Le Pen ve Orban’ı da istemiş

PAP, PiS’in FdI ile uzlaşmaya vardığını ve gruptaki liderlik pozisyonlarını kendi aralarında paylaşarak uzlaşmanın yolunu açtığını bildirdi.

Grup resmi olarak oluşturulacak ve yeni başkan, son tarihten bir gün önce, önümüzdeki salı günü (3 Temmuz) seçilecek.

Euractiv’e konuşan çeşitli kaynaklar, çarşamba günü grubun oluşumuna ilişkin görüşmelerin önce kesintiye uğradığını ve ileri bir saate ertelendiğini, ardından da Polonya heyetinin boykotu nedeniyle iptal edildiğini söyledi.

PiS heyeti çarşamba günü (26 Haziran) toplantıya katılmış fakat ulusal partiler arasındaki gerginlik nedeniyle görüşmeler yapılamamıştı. Ayrıca PiS üyeleri liderlik pozisyonlarına kimin atanacağı konusunda da kendi içlerinde bölünmüş durumdaydı.

PiS, diğer hususların yanı sıra Fidesz ve Marine Le Pen’in Fransız Ulusal Birlik’inin ECR’ye kabul edilmesini talep etti.

“Meloni’nin dışlanması PiS’e cesaret verdi”

Toplantıya devam edilmemiş olsa da PiS nihayetinde FdI ile uzlaşmayı başardı ve Polonya grubun iki başkan yardımcılığı pozisyonundan birini aldı ve grubun genel sekreterliği de dahil olmak üzere halihazırda sahip olduğu diğer bazı pozisyonları korudu.

Fidesz’in üyeliği şu an için söz konusu değil ancak kaynaklar gelecekte bu konunun tekrar gündeme gelebileceğini söylüyor.

Euractiv Polonya’nın ulaştığı PiS, PAP’ın haberlerini ne doğruladı ne de yalanladı.

Bu arada İtalyan delegasyonu PAP’a yaptığı açıklamada PiS’in taleplerinin en başından beri grubun genişlemesiyle ilgili olmadığını, sadece Avrupa Konseyi’nin AB’nin üst düzey görevlerini müzakere ederken Meloni’yi dışlamasından cesaret alarak Polonya’nın gruptaki konumunu güçlendirmeye yönelik bir girişim olduğuna inandığını söyledi.

İtalyan bir AP üyesi, “Polonya delegasyonu Meloni’nin yenilgisinden bir şeyler kazanabileceğine karar verdi. Bu onun mezarı üzerinde bir dans,” dedi.

Yeni bir sağ AP grubu ihtimali artıyor

Öte yandan ANO hareketinin lideri, eski başbakan Andrej Babiš, geçen hafta Liberallerin saflarından ayrılan partisinin Avrupa Parlamentosu’nda yeni bir grup kuracağını söyledi fakat partinin kiminle işbirliği yapacağı henüz belli değil.

Babiš, 27 Haziran Perşembe günü Instagram hesabından yaptığı açıklamada, “Avrupa Parlamentosu’nda göçe karşı ve Yeşil Mutabakat’ta bir değişiklik için yeni bir grup kuracağız. Yakında daha fazlasını öğreneceksiniz,” dedi.
ANO hareketi geçen hafta liberal Renew grubundan ve ALDE partisinden ayrıldığını duyurmuş, Babiš ise hareketinin artık bu gruplarda kendi gündemini sürdüremeyeceğini savunmuştu.

Brüksel’de basına yansıyan haberlere göre Babiš, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın Fidesz partisi, Slovenya’nın SDS partisi ve Polonya’nın PiS partisi ile güçlerini birleştirebilir, ancak bunların hiçbiri doğrulanmadı.
ANO’ya yakın kaynaklar geçtiğimiz günlerde yeni grupta Marine Le Pen’in RN ya da Geert Wilders’in Hollanda Özgürlük Partisi’nin yer alacağını öne sürmüştü.

Fakat her iki parti de halen AP2de sağcı Kimlik ve Demokrasi (ID) fraksiyonunun bir parçası ve bu iki partinin ilgilenip ilgilenmeyeceği şimdilik belirsiz.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Zelenskiy’in eski yardımcısı Kirill Timoşenko’ya yolsuzluk baskını

Yayınlanma

Ukrayna Ulusal Yolsuzlukla Mücadele Bürosu (NABU) görevlileri, Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in eski yardımcısı, Savunma Bakan danışmanı ve Büyük İnşaat Projesi eski sorumlusu Kirill Timoşenko’nun evinde arama yaptı.

Ukrayinska Pravda gazetesinin haberine göre yayımlanan fotoğraflarda Timoşenko’nun NABU dedektifleri tarafından bir araca bindirildiği görüldü.

Telegram kanalından açıklamada bulunan NABU, Timoşenko’nun henüz gözaltına alınmadığını ve soruşturmanın devam ettiğini belirtti.

Daha sonra Timoşenko’nun kendisi de evinin arandığını doğruladı, ancak bunların ‘kendisinin hiçbir ilgisinin olmadığı bir davayla ilgili’ olduğunu belirtti.

Timoşenko, “Kanun uygulayıcıların sunduğu tüm gereklilikleri yerine getirdim, bana karşı hiçbir suçlama yok,” ifadesini kullandı.

‘Büyük İnşaat’, Zelenskiy yönetimi tarafından 2020 yılında başlatılan bir projeydi. Amacı sosyal, ulaşım ve spor altyapısını geliştirmekti. Zelenskiy, daha sonra beş yıl içinde 25 bin kilometrelik yolu yenileme ve düzinelerce inşaat projesini tamamlama sözü vermişti.

Timoşenko, devlet başkan yardımcısı olarak görev yaparken (Mayıs 2019’dan Ocak 2023’e kadar) projeye nezaret etti.

Fakat ‘Büyük İnşaat’, kartelcilik, şişirilmiş fiyatlar ve ihalelerin yerli şirketler yerine yabancı şirketlere verilmesi nedeniyle defalarca eleştirildi. Eski Maliye Bakanı İgor Umanskiy, Rusya’nın askeri müdahalesinin başlamasından önce bile proje bütçesinin yaklaşık yüzde 40’ının zimmete geçirildiğini söylemişti.

Ukrayinska Pravda, Timoşenko’nun evindeki aramalardan önce basın mensuplarının devlete ait enerji şirketi Naftogaz’ın eski başkanı ve eski Yerel İdareler Kalkınma Bakanı Aleksey Çernişev’in aranması yönünde emir alan NABU’nun, büro başkanı Semyon Krivonos’un kararıyla aramayı gerçekleştirmediğine dair bir soruşturma yürüttüğünü kaydetti.

Daha önce Krivonos, NABU’ya olası sızıntılarla ilgili soruşturmanın bir parçası olarak sorgulanması gereken Verhovna Rada’nın yolsuzlukla mücadele komisyonu toplantısına katılmamıştı.

Strana‘nın haberine göre dava mayıs ayından bu yana devam ediyor ve Büyük İnşaat projesindeki yolsuzlukla alakalı. Daha sonra NABU’nun üst düzey çalışanlarının yolsuzluk soruşturmasında şüphelilere bilgi aktardığı ve onları yaklaşan aramalar konusunda uyardığı ortaya çıktı.

Sızıntı iddiaları, müfettişlerin soruşturma altındaki işadamı Yuriy Golik’e ait bir telefonu ele geçirmelerinin ardından ortaya çıktı.

Strana, NABU’ya yönelik saldırının Ukrayna’nın iki ana yolsuzlukla mücadele yapısı olan NABU ile Yolsuzlukla Mücadele Kovuşturma Teşkilatı (SAP) arasındaki çatışmayla alakalı olduğunu kaydetti.

Gazeteye göre, mevcut NABU yönetimi, ‘Batı’nın himayesindeki’ bir dizi yetkiliyi görevden almış, bu da SAP yönetimini ve Batı yanlılarını kızdırmıştı.

Ukrayna ordusunda dev yolsuzluk: Rusya ordusu neden bu kadar hızlı ilerliyor?

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Meloni, partisinin gençlik kollarına ait video nedeniyle zorda

Yayınlanma

İtalya’da Başbakan Giorgia Meloni’nin partisi Fratelli d’Italia’nın (İtalya’nın Kardeşleri – FdI), partinin gençlik grubu üyelerinin toplantılarında faşist diktatör Benito Mussolini’yi ve sağcı bazı tartışmalı isimleri övdüklerini ortaya çıkaran bir soruşturma üzerine haftalar süren sessizliğinin ardından, Senato Başkanı Ignazio La Russa eylemlerini kınarken, Meloni henüz bir yorum yapmadı.

Senato Başkanı ve FdI’nın kurucularından La Russa, Facebook’ta yaptığı paylaşımda her türlü ırkçılık ve antisemitizmi “kesin bir dille kınadığını” ifade etti ve olayların partinin değerlerine aykırı olduğunu ekledi.

İtalyan medya kuruluşu Fanpage, FdI gençlik kanadına yönelik bir soruşturma başlatmış ve Roma selamı veren, Mussolini’yi öven ve faşist sloganlar atan gençlerin gizli çekilmiş görüntülerini ortaya çıkarmıştı.

La Russa’nın açıklaması, soruşturmanın ikinci bölümünde Gioventù Nazionale’nin (Milliyetçi Gençlik) üst düzey bir liderinin gizli bir kamerada FdI Senatörü ve Roma Yahudi Cemaati eski sözcüsü Ester Mieli hakkında antisemitik ifadeler kullanırken yakalanmasının ardından geldi.

La Russa, “Gioventù Nazionale’nin bazı üyelerinin kabul edilemez sözlerinin kurbanı olan Senatör ve dostum Ester Mieli’ye en içten ve sevgi dolu dayanışma duygularımı iletiyorum,” diye yazdı.

FdI tutumunu değiştirdi

Çarşamba günü, FdI’nın örgütlenme sorumlusu Giovanni Donzelli’den de bir ton değişikliği geldi.

Donzelli ilk başta, “Solcu militan basının önyargılı soruşturmalarına itibar etmiyorum. Fratelli d’Italia’yı aşırılık yanlısı ve nostaljik bir hareket olarak gösterme çabası acınası bir durumdur,” demişti.

Fakat akşam saatlerinde, soruşturmanın ikinci bölümünün tamamlanmasının ardından U dönüşü yapıldı, hatta disiplin tedbirleri alınacağı duyuruldu.

Donzelli, “Tekrar ediyoruz: Fratelli d’Italia’da ırkçılara, aşırılık yanlılarına ve antisemitlere yer yoktur. Bugün yayınlanan videolarda yer alan ifadeler, kaydedilme ve ifşa edilme şekline rağmen, kabul edilemez ve siyasi hareketimizin değerleriyle bağdaşmamaktadır… Fratelli d’Italia sorumlulara karşı büyük bir kararlılıkla hareket edecektir,” dedi.

Meloni’den açıklama bekleniyor

Muhalefet, Giorgia Meloni’den Fanpage soruşturması hakkında yorum yapmasını talep etmeye devam ediyor.

Birçok kişi ayrıca, kendileri dışındaki tüm kanal ve gazetelerde yer aldığı üzere, kamu yayıncısı Rai’nin soruşturmayı yayınlamasını talep ediyor.

Buna cevaben, çeşitli dernek ve partiler çarşamba akşamı Rai’nin Torino’daki merkezinin önünde, kısa bir süre önce ulusal kamu yayıncısının soruşturmaya yer vermemesinden şikayet eden RaiNews24’ün yayın komitesiyle dayanışma amacıyla bir gösterim düzenledi.

“Rai’de göremiyorsak, Rai’de izleyelim” sloganıyla yola çıkan girişim, soruşturmanın ikinci bölümünü büyük bir ekranda yayınladı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English