Bizi Takip Edin

AVRUPA

Avrupa’nın Latin Amerikalılaşması mı?

Yayınlanma

Ulrike Guérot ve Hauke Ritz
European Democracy Lab

Önümüzdeki haftalarda ve aylarda European Democracy Lab [Avrupa Demokrasi Laboratuvarı] kendisini “Avrupa’nın Latin Amerikalılaşması” konusuna adamak ve bu konuda araştırma ve yayın yapmak istiyor.

Avrupa’nın siyasi, iktisadi, toplumsal ve entelektüel olarak kritik bir durumda olduğuna ve bu nedenle dünyanın şu anda yaşadığı muhtemelen en kapsamlı jeopolitik ve jeoekonomik duraklama [caesura] ile yüzleşemeyeceğine inanıyoruz. Aşağıdaki soruları ele almak istiyoruz:

Avrupa siyasi ilişkilerinde bir Latin Amerikalılaşma ile mi karşı karşıya? Eğer öyleyse, bu terim esasında neyi tanımlıyor? İlk olarak bu terim, bir zamanlar etkin olan ve kamu yararına odaklanan devletin önemli ölçüde daha düşük bir gelişmişlik düzeyine gerilemesini tanımlıyor. Aslında, tüm ülkelerin gelişmişlik düzeyindeki bu tür düşüşler, özellikle 20. yüzyılda Latin Amerika’da sık sık meydana gelmiştir. Bu durum, 1860-1930 yılları arasında muazzam bir iktisadi büyüme yaşayan, 1950’lerin ortalarına kadar gelişmiş bir sanayi ülkesi seviyesini koruyabilen, fakat daha sonra kısa kesintilerle günümüze kadar devam eden bir gerileme evresine giren Arjantin örneğinde açıkça görülüyor. Ülke şu anda dramatik bir enflasyon yaşıyor. Nüfusun bir kısmı yeterli beslenebilmek için mücadele ediyor.

Arjantin’in düşüşü, tüm Latin Amerika’nın düşüşünü özellikle sert bir şekilde yansıtıyor. Bütün bir kıtanın bu şekilde gerilemesi, bir zamanlar izin verilen ve daha sonra ilerlemeye devam eden egemenlik kaybının sonucudur. 1823 gibi erken bir tarihte ABD, Monroe Doktrini’nin bir parçası olarak Latin Amerika’yı kendi nüfuz bölgesi ilan etti; bu adım başlangıçta Avrupa emperyalizmine karşı atılmıştı, fakat 20. yüzyılda giderek daha açık bir şekilde ABD-Amerikan emperyalizmine dönüştü. Latin Amerika ülkelerinin kendi çıkarlarını ABD müdahalesinden korumaları giderek zorlaştı. Kıta, ABD’nin coğrafi olarak ana rakibi Sovyetler Birliği’nden uzakta, burada deneyebildiği neo-emperyal güç teknikleri için bir test alanı haline geldi. Orta Amerika’da, Guatemala, Kosta Rika, Haiti ve Dominik Cumhuriyeti’ nde başladı ve daha sonra burada test edilen güç tekniklerini Ekvador (1961/63), Brezilya (1964), Peru (1968), Bolivya (1971), Uruguay (1973), Şili (1973) ve Arjantin (1976) gibi daha büyük devletlerde uyguladı. Hedef ülkenin askeri aygıtıyla ilişkiler geliştirildi ve bazı birimleri darbe yapmak için kullanıldı. 1964 yılında Brezilya Devlet Başkanı João Goulart, solcu hükümetinin bağımsız bir dış siyasete sahip olduğunu iddia etmesi nedeniyle devrildi. Brezilya’da ilk kez ölüm mangaları kullanıldı. Özellikle de demokratik yollarla seçilmiş Başkan Salvador Allende’nin 11 Eylül 1973’te vurularak öldürüldüğü ve takip eden haftalar ve aylarda partisinin çok sayıda üyesinin öldüğü Şili’de çok yüzsüz davrandılar. Tutuklamalar, adam kaçırmalar ve infazlar aşamasından sonra ülkeye ilk neoliberal şok terapisi dayatıldı. Şili, daha sonra diğer Latin Amerika ve Doğu Avrupa ülkelerinin sanayisizleştirilmesi için bir model haline geldi. Arjantin, Brezilya, Paraguay, Şili, Uruguay ve Bolivya gizli servislerinin ortak çalışması olan, teknik olarak ABD tarafından desteklenen ve bu ülkelerdeki muhalefeti ortadan kaldırmayı amaçlayan Condor Operasyonu da unutulmazlar arasındadır. Yazar William Blum, Killing Hope – US Military and CIA Interventions since World War II (1) [Umudu Öldürmek – II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD Askeri ve CIA Müdahaleleri] adlı kitabında (2) bu tür müdahalelerin uzun bir listesini ayrıntılı olarak anlatmaktadır.

Günümüze uygulandığında, Latin Amerikalılaşma terimi muhtemelen artık 1964’te Brezilya’da ya da 1973’te Şili’de olduğu gibi hükümet darbelerine atıfta bulunmayacaktır. Bu tür açık güç gösterileri dönemi artık gücün öncelikle psikolojik bir boyut kazandığı ve her şeyden önce medya ve halkla ilişkiler teknikleri aracılığıyla uygulandığı bir dünyaya uymuyor. Fakat bu terim, hükümetin bilgi ve yönlendirme eksikliğiyle başlayan, siyasi kararların dışarıdan alınmasına yol açan ve nihayetinde hükümeti hareket edemez hale getiren borç ve döviz krizleriyle doruğa ulaşan birkaç aşamada gerçekleşen bir egemenlik kaybı sürecini tanımlamaktadır ki bu da ya askeri bir grubun ya da uyuşturucu ve silah ticaretinden suç şebekelerinin giderek daha fazla nüfuz kazanmasına neden oluyor. Refah kaybı, yetkililerin ve karar alıcıların büyük bir kısmının yozlaşmasına neden olacak kadar dramatik bir şekilde geliştiğinde bir ülke Latin Amerikalılaşmış demektir. Bu da yabancı aktörlerin nüfusun kırılganlığı üzerinden ülkede doğrudan nüfuz kazanmasına olanak tanır. Egemenlik kaybı da nüfuzun devamı için gerekli koşulları yarattığı ölçüde, kendi kendini besleyen bir etkiye sahip olur. Aslında, egemenlik kaybının da kara deliğe benzer bir tür olay ufkuna sahip olduğu ve bunun ötesinde gelişmenin artık geri döndürülemeyeceği söylenebilir.

Latin Amerika’nın böylesi bir gelişmeyi sembolize eder hale gelmesinin, tüm Latin Amerika uluslarının görece genç olmaları ve dolayısıyla kendilerine ait bir devlet geçmişlerinin neredeyse hiç olmamasıyla da bir ilgisi olabilir. Sonuç olarak, Latin Amerika ülkeleri dış müdahale girişimlerine karşı dirençten yoksundu. Avrupa’da da Balkanlar ya da Ukrayna gibi devlet geçmişi zayıf olan bölgeler bulunmaktadır. Özellikle bu bölgelerin son otuz yılda defalarca kaosa sürüklenmesi ve hatta savaş alanı haline gelmesi tesadüf değildir. 1990’larda Rusya da kendisini, nüfusun büyük çoğunluğunun sanayisizleşmesine ve yoksullaşmasına yol açan ve aslında Latin Amerikalılaşmayla sonuçlanması gereken kademeli bir olumsuz gelişme dinamiği içinde buldu. Amerikalı jeostratejist Zbigniew Brzezinski, 1997 tarihli Büyük Satranç Tahtası adlı kitabında Rusya’yı bir kara delik olarak tanımlamış ve o dönemde ülkenin egemenliğini tamamen kaybetmeye doğru giden olay ufkunu çoktan geçtiğine inandığını belirtmiştir.(3) Fakat Ukrayna ve Balkanların aksine Rusya’nın güçlü bir devlet geleneğine ve halk arasında belirgin bir tarih bilincine sahip olması, gözünü bu dev ülkenin tükenmez hammadde rezervlerine dikmiş olan Washington’u hayal kırıklığına uğratarak sürecin kesintiye uğramasına neden oldu.

Avrupa’nın bir bütün olarak Latin Amerikalılaşma tehdidi altında olup olmadığı, nihayetinde Avrupa’daki tarihsel bilincin ve devlet geleneklerinin bugün hâlâ ne kadar güçlü olduğu sorusuna bağlıdır. Tarihin sonu ve hakikatin öznelleştirilmesi şeklindeki postmodern tavrın şimdiden büyük bir direnci etkisiz hale getirdiğine şüphe yok. Bu durum karşısında, Avrupa halklarının siyasi bilinci, egemenliğin zaman içinde giderek kaybolduğunu fark edip bunu önleyebilir mi? Yoksa uzun vadede Avrupa’nın büyük bölümünün Balkanlaşması ve Ukraynalaşması ile mi karşı karşıya kalacağız? AB elitleri kişisel çıkarları için ve Avrupa’nın zararına olacak şekilde yozlaşmaya ne ölçüde izin verecekler? Yoksa tarih bilinci ve devlet gelenekleri nihayetinde kamu bilincine o kadar sağlam bir şekilde yerleşecek ki, belli bir gerileme noktasında karşı bir eğilim mi başlatılacak? Bu soruların ucu şu anda hâlâ açık, fakat iki ya da üç yıl içinde karar verilecek. Çünkü önümüzdeki birkaç yıl Avrupa’nın hangi yolu izleyeceğini belirleyecek: bağımsızlık, kalkınma ve refah mı yoksa egemenlikten vazgeçme, sanayisizleşme ve yoksulluk mu? Çünkü şimdiden net olan bir şey var. Egemenlikten vazgeçmek için yüksek bir bedel ödenmelidir. Bu her zaman ve neredeyse kaçınılmaz olarak refah ve istikrar kaybına yol açar. Kendilerini yabancı bir güce teslim edenler, o güç tarafından kendi çıkarları için kullanılır ve sömürülürler. Latin Amerika’nın kanlı ve trajik tarihi, ABD’nin sömürgelerine nasıl davrandığına tanıklık etmektedir. Bir yandan Avrupa’nın müreffeh olabileceği, diğer yandan ABD’nin arka bahçesi olabileceği fikri bir kurgudur.

Bu analize dayanarak, ikinci adımda AB’nin ötesinde Avrupa egemenliği ve özgürleşmesi olasılığı sorusunu sormak istiyoruz: bu hâlâ mümkün mü, siyasi olarak arzu edilir mi, neye benzemeli?

Öngörülebilir gelecekte BRICS ülkeleri;

– Küresel BM mimarisinin organlarındaki çoğunluklar (Güney Afrika’nın UCM nezdinde İsrail’e karşı yaptığı şikayet, Küresel Güney’in siyasi özgürleşmesine yönelik açık bir adımdır);

– ucuz işgücü
– hammaddeler
– ve dünya nüfusunun ¾’ü,
– SWIFT’in muadili olarak kendi para birimi sistemi ve
– BRICS içi bir ticaret sistemi [kuruyor.]

Buna karşılık, sözde “Batılı değerler”, henüz kodlanmamış ve esasen aşırı borçlanmış bir dolar sistemine bağımlı olan “kurallara dayalı bir düzene” dayanmaktadır.

Bu durum Avrupa’nın nerede olmak istediği sorusunu gündeme getiriyor: aşağıdaki haritada kırmızı çizginin içinde mi, yoksa Avrasya’da mı, yani küresel Güney ülkelerini de hızla fetheden Çin, Hindistan, İran ve Rusya gibi büyük güçlerle eşit düzeyde çıkar odaklı bir alışverişte mi?

Bu da www.Europa2049.eu’nun önüne şu soruyu getiriyor:

Avrupa’nın Latin Amerikalılaşması ya da Avrupa’nın özgürleşmesi!

Yakında bu projenin ana hatlarını netleştireceğiz: Lütfen çalışmalarımızı destekleyin! Avrupa’nın geleceği hakkında düşünmek hiç bu kadar acil olmamıştı!


Kaynaklar:

(1) 50.000 kişinin öldürüldüğü, 400.000 kişinin esir alındığı ve 350.000 kişinin kaybolduğu tahmin edilmektedir. https://web.archive.org/web/20230325172134/http://www.tagesschau.de/ausland/meldung77018.html.
(2) William Blum, Killing Hope – USMilitary Inerventions since World War II, London 2014.
(3) Bkz: Zbigniew Brzezinski, Die einzige Weltmacht [Tek Dünya Gücü], Berlin 1997, S. 130 ff.

AVRUPA

Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması

Yayınlanma

Ukrayna’nın Rusya’ya ilk kez ABD yapımı uzun menzilli füzeler fırlatması ve Rusya lideri Vladimir Putin’in ülkesinin nükleer doktrinini güncellemesi ile birlikte Avrupa ülkeleri kıtada topyekûn bir savaşa hazırlanıyor.

Alman Silahlı Kuvvetlerinin (Bundeswehr) hazırladığı “Operationsplan Deutschland” (Almanya Organizasyon Planı) başlıklı 1.000 sayfalık belgeye göre Almanya’nın NATO ülkelerinden yüz binlerce askere ev sahipliği yapacağı ve cepheye büyük miktarlarda askeri teçhizat, gıda ve ilaç göndermek için lojistik bir merkez olarak hizmet vereceği bildirildi.

Alman ordusu ayrıca Rusya’nın Avrupa genelinde insansız hava araçları uçuşlarını, casusluk operasyonlarını ve sabotaj saldırılarını genişlettiği bir durumu varsayarak şirketlere ve sivillere kilit altyapıyı nasıl koruyacakları ve ulusal savunma için nasıl harekete geçecekleri konusunda talimat veriyor.

İşletmelere acil durumlarda çalışanların sorumluluklarını detaylandıran kriz planları oluşturmaları tavsiye edildi ve enerji bağımsızlığını sağlamak için dizel jeneratör stoklamaları ya da rüzgar türbinleri kurmaları talimatı verildi.

Ekonomiye daha fazla devlet müdahalesi konuşuluyor

Bu kapsamda ekonomiye ve şirketlere yönelik devlet müdahalesi daha yoğun bir şekilde tartışılmaya başladı.

Alman devleti, kriz durumlarında geniş kapsamlı haklara sahip. Enerji krizi, devletin ne kadar hızlı müdahale edebileceğini göstermişti: O dönemde Alman hükümeti gaz depolama tesislerini kanun yoluyla doldurmuş, gaz ithalatçısı Uniper’i kamulaştırmış ve diğer şeylerin yanı sıra yüzer LNG terminalleri tedarik etmişti.

faz’ın Bavyera İşletmeler Birliği Genel Müdürü Bertram Brossardt’ın açıklamalarına dayandırdığı haberine göre, acil bir durumda “planlı ekonomiye geçiş” bile mümkün olabilir.

Bu “planlı ekonomi” uygulamalar kapsamında devlet gıda kuponu vermesi, hatta insanları su temini ya da ulaşım şirketleri gibi belirli sektörlerde çalışmaya zorlaması da gündeme getiriliyor.

Dolayısıyla şirketlerin de bugün afet yardımı, Bundesanstalt Technisches Hilfswerk (Almanya’da afet ve acil durum yönetiminden sorumlu bir kuruluş – THW) ya da itfaiye için gönüllü olan çalışanlara sahip olmaları durumunda bundan yarar sağlayabileceği öne sürülüyor.

Hamburg’daki şirket eğitimini veren Yarbay Jörn Plischke, “Bunu desteklemek size yılda birkaç güne mal olur. Fakat bir kriz anında, insanları ve altyapıyı koruyan kişilerle doğrudan bir bağlantınız olur,” diyor.

Hamburg: Sivil-askeri ekonominin kesişimi

Yarbay Plischke’nin katıldığı etkinliğin gerçekleştiği Hamburg, mal ve asker taşımacılığında merkezi bir konumda.

Hansa kentinin belediye başkanı Peter Tschentscher, faz’a verdiği demeçte, “Altyapımız askeri amaçlarla kullanılırsa, siber saldırı ve sabotaj riski önemli ölçüde artar,” uyarısında bulundu.

Hamburg Senatosu bu nedenle sivil savunmayı güçlendirmek için ek kadrolar oluşturdu. Birliklerde savaşmayan fakat koruma ve güvenliği sağlamak için çalışan gönüllülerden oluşan üçüncü bir “yurt savunma birliği” hizmete sokuldu.

Hansa kentinde şu anda Alman Silahlı Kuvvetleri ve sivil güçlerle birlikte tatbikatlar yapılıyor.

Habere göre, “Red Storm Alpha” adı verilen bu tatbikatta liman tesislerinin korunması konusunda eğitim veriliyor.

Bir sonraki tatbikat olan “Red Storm Bravo” ise yakında başlayacak ve daha büyük çaplı olacak.

Bu tür tatbikatlardan elde edilen deneyimler daha sonra “Almanya Organizasyon Planı”na aktarılacak. Bu planın sürekli gelişen ve yeni bilgi ve tehditlere uyum sağlayan “yaşayan bir belge” olması amaçlanıyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Ford Avrupa’da 4.000 kişiyi işten çıkaracak

Yayınlanma

Ford, elektrikli araçlara olan talebin yavaşlaması ve Çinli rakipleriyle girdiği rekabet nedeniyle Avrupa’da yaklaşık 4.000 kişiyi işten çıkarmayı planlıyor.

ABD’li şirket çarşamba günü yaptığı açıklamada, kesintilerin 2027 yılı sonuna kadar uygulanacağını ve Avrupa’daki 28.000 kişilik işgücünün yaklaşık yüzde 14’ünü temsil eden Almanya’daki 2.900 ve Birleşik Krallık’taki 800 işi etkileyeceğini söyledi.

Ford’un Birleşik Krallık’taki iki tesisi Dagenham ve Halewood ile İspanya’nın Valencia kentindeki fabrikası etkilenmeyecek.

Yetkililer kesintilerin idari görevlerin yanı sıra benzinli motor üretimiyle ilgili işleri de kapsayacağını söyledi.

Ford’un Avrupa Başkan Yardımcısı Dave Johnston, iş kayıplarına rağmen şirketin bölgeye bağlılığını sürdürdüğünü söyledi ve “Ford’un Avrupa’da gelecekteki rekabet gücünü sağlamak için zor ama kararlı adımlar atmak kritik önem taşıyor,” dedi.

İşçi Konseyi Başkanı: Personel kesintisi sürdürülebilir bir iş stratejisi değil

Söz konusu hamleler sendikalar ve hükümetlerle yapılacak görüşmeleri bekliyor. Ford’un işçi konseyi başkanı Benjamin Gruschka, “Bu büyük istihdam kesintisini reddediyoruz. Daha fazla personel kesintisi sürdürülebilir bir iş stratejisi değildir,” dedi.

Birleşik Krallık hükümeti de Ford’u planlanan kesintilerin tüm ayrıntılarını paylaşmaya çağırdı. Bir sözcü, “Ford ile uzun süredir devam eden bir ortaklığımız var ve Birleşik Krallık’taki üretim gelecekleri konusunda onlarla yakın bir şekilde çalışmaya devam edeceğiz,” dedi.

Küresel otomotiv endüstrisi, elektrikli araç satışlarındaki büyümenin yavaşlaması ve Çinli rakiplerle yaşanan sert fiyat rekabeti nedeniyle Avrupa’da ve başka yerlerde fabrikaların kapatılması ve personel sayısının azaltılması yönünde yoğun bir baskı altına girdi.

Şirket geçen yıl da 3.800 kişiyi işten çıkaracağını duyurmuştu

Ford, yıllardır zarar açıkladığı ve işten çıkardığı Avrupa’da zor günler geçiriyor. Şirket, yavaşlayan talebi karşılamak için, rekabet gücü yüksek pazarın daha kârlı alanlarına odaklanmak amacıyla ürün gamındaki araç sayısını azalttı.

Ford’un Avrupa’daki insan kaynakları başkanı Peter Godsell, daha fazla yeniden yapılandırma adımını göz ardı edemeyeceğini söyledi ve “benzeri görülmemiş” regülasyonları ve iktisadi rüzgarları suçladı. Godsell, “İleriye dönük olarak uygulanabilir ve kârlı bir işle burada var olmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor,” diye ekledi.

Ford geçen yılın başlarında 1.300’ü İngiltere’de olmak üzere Avrupa’da 3.800 kişiyi işten çıkaracağını açıklamıştı.

İcra Kurulu Başkanı Jim Farley, geçmişte elektrikli otomobillerin üretiminde içten yanmalı motorlarla çalışan araçlara kıyasla “yüzde 40 daha az işçiye” ihtiyaç duyulacağı konusunda uyarıda bulunmuştu.

Ford’dan Alman hükümetine uyarı

Ford ayrıca Almanya’da geliştirilen ve üretilen elektrikli spor aracı yeni Explorer ve elektrikli Capri’nin üretimini azaltacağını ve bunun Köln fabrikasındaki çalışma saatlerinin daha da kısalmasına neden olacağını söyledi. Şirket fabrikayı elektrikli araç üretecek şekilde dönüştürmek için 2 milyar dolar yatırım yaptı.

Ford’un finans müdürü John Lawler kısa bir süre önce Alman hükümetine bir bildiri yazarak piyasa koşullarını iyileştirmek ve emisyon hedeflerini karşılamak için esneklik sağlamak üzere daha fazlasını yapması çağrısında bulundu.

Lawler mektubunda, “Avrupa ve Almanya’da eksik olan şey, e-mobiliteyi ilerletmek için açık ve net bir politika gündemidir,” dedi.

Volkswagen’den patronlara taviz önerisi

Çarşamba günü erken saatlerde Volkswagen çalışanları, Alman şirket yöneticilerinin ikramiyeleri düşürmeyi, temettüleri azaltmayı ve fabrikaları kapatma planlarını iptal etmeyi kabul etmeleri halinde gelecekteki maaş artışlarından 1,5 milyar avroyu kaybetmeye hazır olduklarını söyledi.

IG Metall’in baş müzakerecisi Thorsten Gröger ve VW iş konseyi başkanı Daniela Cavallo düzenledikleri ortak basın toplantısında, daha önce talep edilen yüzde 7’lik ücret artışının, kısa süreli saat azaltma dönemlerinde ücretleri desteklemek üzere bir “dayanışma fonuna” aktarılmasını önerdiler. 

VW çalışanları ile yöneticiler arasında giderek gerginleşen açmazın ilk tavizi olan önerilen paket, yöneticilerin önümüzdeki iki yıl boyunca ikramiyelerinin bir kısmından ve “temettü politikası yoluyla katkıdan” vazgeçmeleri anlamına geliyor.

IG Metall’den Gröger, VW yöneticilerinin Almanya’daki en az üç fabrikayı kapatma planlarından vazgeçmeyi kabul etmemeleri halinde, “ülkenin on yıllardır görmediği bir endüstriyel anlaşmazlığa” hazırlanmaları gerektiğini söyledi.

VW’nin Almanya’daki tesislerinde olası grevler 1 Aralık’tan itibaren mümkün olacak.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Baltık Denizi’nde iletişim kabloları hasar gördü: Sabotaj şüphesi

Yayınlanma

Baltık Denizi’nin altındaki telekomünikasyon kablolarında hasar meydana geldi. Finlandiya-Almanya hattındaki C-Lion1 kablosunda yaşanan kesinti, sabotaj şüphelerini güçlendirdi. Almanya, İsveç ve Litvanya olayla ilgili soruşturma başlatırken, Rusya suçlamaları reddetti.

Finlandiya ile Almanya arasında Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1 telekomünikasyon kablosunda bir kesinti yaşandı.

Ayrıca Litvanya ile İsveç arasındaki iletişim kabloları da zarar gördü. Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, bu olayların sabotaj ihtimaline işaret edebileceğini belirtti.

Finlandiya devlet telekom altyapı operatörü Cinia, kabloda hasar tespit etti ve onarım için özel bir gemi hazırladı. Onarımın tam tarihinin belirsiz olduğu, ancak önümüzdeki hafta başlamasının planlandığı bildirildi.

Litvanya ile İsveç arasında iletişim sağlayan kablonun kesilmesi, Telia Lietuva tarafından doğrulandı. Olay, ülkede internet erişiminin yüzde 33 oranında azalmasına neden oldu.

Helsingin Sanomat gazetesi, Çin’e ait Yi Peng 3 gemisinin hasar bölgesine yakın olduğunu, bu geminin Danimarka donanması tarafından takip edildiğini öne sürdü.

İsveç, olayın sabotaj olabileceği şüphesiyle soruşturma başlattı.

Litvanya, olayın “terör” kapsamında değerlendirildiğini ve kablonun tamamen mi kesildiği yoksa sadece hasar mı gördüğünün soruşturulduğunu duyurdu.

Finlandiya Merkezi Soruşturma Dairesi, iletişim müdahalesi ve mülke zarar verme suçlarından inceleme yürütüyor.

Almanya ve Finlandiya dışişleri bakanlıkları, olayla ilgili derinlemesine bir soruşturma yürütüleceğini açıklarken, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, sabotaj iddialarının henüz kesinleşmediğini ifade etti.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius ise, kablonun yanlışlıkla zarar görmüş olabileceği ihtimaline şüpheyle yaklaştı.

Rusya, bu tür olaylarda kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, iddiaları “saçma ve komik” olarak nitelendirdi.

Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1, Finlandiya’nın Kuzey Akım doğalgaz boru hatlarının rotasını takip ederek Orta Avrupa’ya doğrudan bağlantı sağlayan tek denizaltı kablosu.

Kablo, 2016’da devreye alındı ve Helsinki ile Rostock (Almanya) arasında veri aktarımı yapıyor.

Finlandiya ve Estonya, Baltık Denizi’nde Rusya donanmasına karşı plan hazırlıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English