Bizi Takip Edin

AVRUPA

Batı, yeşil dönüşümde neden çıkmaza girdi?

Yayınlanma

Batı ülkelerinin yenilenebilir enerjiye geçiş çabaları, Ukrayna krizi, yaptırımlar ve ekonomik zorluklar nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı. Yenilenebilir enerji kaynaklarının verimsizliği, yüksek maliyetleri ve çevreye olan olumsuz etkileri, bu geçişin zorluğunu artırıyor.

İklim değişikliği, Batılı ülkeleri yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş yapma hedefini belirlemeye zorladı.

Ancak, bu kaynakların toplam üretimdeki payı hala düşük seviyede kalırken, Ukrayna krizi ve Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, AB’yi nükleer santrallerin ömrünü uzatmaya ve kömür kullanımını yeniden canlandırmaya mecbur bıraktı.

ABD Başkanı Donald Trump göreve geldikten sonra, ülkenin Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesine yönelik bir kararname imzaladı ve yeni petrol ve gaz yataklarının geliştirilmesine devam etme niyetini açıkladı. Transnasyonal BP ve İngiliz Shell gibi büyük petrol ve gaz şirketleri, geçen yıl yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili varlıklarını satma ve bu alandaki yatırımlarını azaltma planlarını açıkladı.

BP şirketi, yeşil projelerden elde edilen kârın azalması ve hidrokarbonlardan elde edilen kârın artması nedeniyle, 2019’dan 2030’a kadar petrol ve doğalgaz üretimini yüzde 25 azaltma hedefini terk etti. Ukrayna’daki kriz ve ardından Rusya’ya uygulanan yaptırımların alternatif enerji kaynaklarının gelişimini hızlandıracağı yönündeki beklenti gerçekleşmedi.

Ekipman tedarik zincirlerindeki aksamalar ve elektrik maliyetindeki artış nedeniyle, yeşil yatırımların cazibesi azaldı ve şirketler zarar etmeye başladı.

Avrupa ülkelerindeki ekonomik kriz, Avrupa Komisyonu’nun Yeşil Mutabakat üzerindeki kısıtlamaları azaltma, içten yanmalı motorlar üzerindeki yasağı kaldırma ve nükleer enerji üretimine yenilenebilir enerji kaynaklarına tercih etmeme yönünde bir girişime yol açtı. Yenilenebilir enerji kaynaklarının hava durumuna bağlı olması, fiyat dalgalanmalarına ve şebekede kapasite yetersizliğine yol açması nedeniyle, 2022 gibi erken bir tarihte Hollanda ve Belçika, nükleer enerjiden vazgeçme kararlarını gözden geçirdi.

İsveç, mevcut nükleer santralleri korudu ve yenilerini inşa etme sözü verdi. İspanya, eski nükleer santralleri yeniden yapılandırma planlarını açıkladı. Nükleer santralleri olmayan ve yüzde 60 oranında kömür üretimine bağımlı olan Polonya ise 2033 yılında bir nükleer reaktör başlatmayı planlıyor. Benzer planlar nükleer enerjisi olmayan İtalya tarafından da düşünülüyor.

Rüzgâr türbinleri ve güneş panelleri beklentileri karşılamadı

Rüzgâr enerjisinin verimliliği yüzde 35’e, güneş panellerinin ise yüzde 17 ila 20’ye ulaşıyor. Bunlar, verimliliği sırasıyla yüzde 93 ve yüzde 64 olan nükleer ve gaz santrallerine kıyasla önemli ölçüde düşük performans gösteriyor. Ayrıca, güneş pillerinin ve rüzgâr jeneratörlerinin performansı, yerleşim yerine ve bakım kalitesine bağlıdır ve 5-10 yıl sonra kesin olarak düşer.

Batı’da verilen büyük sübvansiyonlara rağmen, kömür, gaz ve nükleer enerjinin yerine alternatif üretim yöntemleri konulamadı, çünkü bunlar hala önemli ölçüde daha pahalıya mal oluyor ve güvenilir değiller.

Karşılaştırılabilir üretim hacimlerinde, gazla çalışan elektrik santralleri “güneş çiftliklerinden” 10 kat daha az yer kaplarken, rüzgâr türbini istasyonlarından altı kat daha az yer kaplıyor. Genellikle güneş panelleri tarım arazilerine yerleştiriliyor ve bu eğilimin devam etmesi halinde, gıda üretimindeki kayıplar 2050 yılına kadar neredeyse 16 kat artabilir.

Yeşil enerjinin çevreye zararı

Fotoelektrik güneş panelleri küresel ısınmayı hızlandırıyor: Bunlar çöllere yerleştirilemez ve evlerin çatılarında şehirlerin aşırı ısınma riskini artırabilir. Bu durum, Nature Cities dergisinde yayınlanan bilimsel bir raporda da doğrulandı.

Rüzgâr türbinleri, kuşların ve yarasaların ölümüne neden oluyor. Deniz rüzgar santralleri üreten şirketler, tesislerin işletmeye alınmadan önce yaydığı ses dalgaları nedeniyle balinalara, yunuslara, foklara ve domuz balıklarına zarar verme konusunda özel izin talep ediyor. Rüzgâr türbinlerinin üretiminde, çıkarılması çevreye zarar verebilen nadir toprak mineralleri ve fosil yakıtlar kullanılıyor. Bir megavatlık karasal rüzgâr santrali gücü için, gaz santraline göre 11 kat daha fazla veya bir nükleer santrale göre iki kat daha fazla bu minerallere ihtiyaç duyuluyor.

Rüzgâr türbinlerinin kanatlarının imhası, ABD ve Avrupa’da ciddi bir sorun. Rüzgâr türbinleri yüzde 90 oranında geri dönüştürülebilirken, cam elyafından yapılmış kanatlar ya çöplüklere gönderiliyor ya da yakılıyor, bu da çevre kirliliğine yol açabiliyor. Kanatların kendisi 100 metreyi aşabiliyor ve rüzgâr enerjisi atıklarının büyük bir kısmını oluşturuyor.

Güneş panelleri geri dönüştürülmüyor, zira parçalarına ayırmak zor ve içlerinde bulunan lityum piller neredeyse geri dönüştürülemiyor.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’nın (IRENA) resmi tahminlerine göre, çöplüklerdeki kullanılmış güneş panellerinin sayısı 2050 yılına kadar 78 milyon tonu bulabilir.

Tüketici davranışları üzerine yapılan istatistiksel bir modele göre ise, sadece dört yıl içinde bu rakamın 50 katına kadar çıkabileceği tahmin ediliyor.

Yeşil dönüşüme olan ilgi azaldı

AB ülkelerinde yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam üretimdeki payı artıyor, ancak bu, esas olarak elektrik enerjisinin ana tüketicisi olan sanayinin küçülmesi ve yaptırımlar sonucu Rusya’dan enerji kaynaklarından zorunlu olarak vazgeçilmesi nedeniyle yaşanıyor.

Almanya’da 2023 yılında kapasitenin yüzde 40’ı rüzgâr ve güneş enerjisiyle sağlandı, ancak aynı dönemde ülkede elektrik tasarrufu ve enerji yoğun sektörlerde üretimin azaltılması yönünde bir rejim uygulandı.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rus enerji kaynaklarından vazgeçmenin Avrupa’daki tüketicilere fahiş bir fiyata mal olduğunu ve Avrupa ülkelerinin bütçe açıklarının hızla arttığını, bunun da sadece vatandaşların refahını değil, devletlerin savunma kabiliyetini de tehlikeye attığını doğruladı.

Ucuz Rus gazından daha pahalı ve daha az güvenilir olan, alışılmış kömür ve gaz santralleriyle desteklenmek zorunda kalınan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş fikri, sıradan Avrupalılar arasında destek görmedi.

AB ülkelerinde, yeşil girişimlere karşı çıkan, fosil yakıtların korunmasını ve Rusya ile bağların devamını savunan sağcı partiler benzeri görülmemiş bir destek aldı.

Genel olarak, yeşil girişimler şu anda iyi bir dönemden geçmiyor. Paris İklim Anlaşması’nda belirlenen sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin üçte birinden fazlası, on yıl öncesine göre daha kötü bir durumda: Finansman sorunları devam ediyor, iklim değişikliğine uyum için yeterince çaba gösterilmedi.

Fakat uzmanlara göre, bu elde edilen başarılardan vazgeçmek için bir neden değil. Yeşil geçiş, ekonomiye zarar vermeden gerçekleşmemeli: Örneğin, hidrokarbon kullanımının yanı sıra yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapan Çin gibi diğer ülkelerin deneyimi, yeşil ajandaya rasyonel bir yaklaşımın çok daha etkili olduğunu gösteriyor, ancak daha büyük yatırımlar gerektiriyor.

AVRUPA

Vulin: Sırbistan’daki protestocular arasında diyalog isteyen yok

Yayınlanma

Sırbistan Başbakan Yardımcısı Aleksandr Vulin, ülkedeki protestolarla ilgili yaptığı açıklamada, hükümetin diyalog çağrılarına rağmen protestocular arasında müzakereye istekli kimsenin olmadığını belirtti. Vulin, protestocuların rasyonel taleplerden ziyade rekabet ve hükümeti devirme amacı taşıdığını iddia etti. Ayrıca, protestoların Batı destekli medya ve kuruluşlar aracılığıyla koordine edildiğini savundu.

Sırbistan Başbakan Yardımcısı Aleksandr Vulin, ülkedeki protestolarla ilgili olarak, hükümetin protestocu üniversitelere müzakere çağrısında bulunduğunu ancak karşı tarafta diyaloğa hazır kimsenin olmadığını söyledi.

Vulin, yaptığı açıklamada, hükümetin fakültelere ve üniversitelere durumu görüşmek üzere defalarca teklifte bulunduğunu, ancak örneğin Belgrad Üniversitesi rektörünün müzakere yetkisi olmadığını belirttiğini ifade etti.

Vulin’e göre, protestocular arasında yapıcı bir tartışmaya ilgi duyan kimse bulunmadığı için kiminle görüşüleceği belirsizliğini koruyor.

Başbakan Yardımcısı, protestocuların daha çok protestoyu kimin daha uzun sürdüreceği ve devam ettirmek için kimin daha geçerli nedenler bulacağı konusunda yarıştığını düşünüyor.

Vulin’e göre, eğer protestolar rasyonel ve gerekçeli taleplere dayansaydı, diyalog çoktan kurulmuş ve taraflar çözümler aramaya başlamış, hatta bulmuş olurlardı. Ancak Vulin, mevcut hâlde çözüm arayışının olmadığını savundu.

Sırbistan’da öğrenci ve muhalefet eylemleri, geçtiğimiz kasım ayından beri devam ediyor.

Söz konusu eylemler, 1 Kasım 2024’te Novi-Sad şehrindeki tren istasyonunda meydana gelen ve 16 kişinin ölümüne yol açan beton saçak çökmesi sonucu tetiklenmişti.

Yetkililerin diyalog çağrıları yanıtsız kalmaya devam ediyor. Hükümet, protestocuların amacının Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic de dahil olmak üzere mevcut hükümeti devirmek olduğuna ve eylemlerinin Batı tarafından finanse edilen medya ve kuruluşlar aracılığıyla koordine edildiğine inanıyor.

15 Mart’ta Belgrad’da, Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic’in politikalarına karşı en büyük protesto eylemi düzenlendi.

İçişleri Bakanlığı verilerine göre eyleme yaklaşık 107 bin kişi katılırken, sivil toplum kuruluşları bu sayıyı 325 bine kadar çıkardı.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İtalya, Alman savunma harcamaları paketinden memnun

Yayınlanma

İtalya Sanayi Bakanı Adolfo Urso’ya göre Almanya’nın mali kuralları gevşetme ve savunma harcamalarını artırma kararı “tarihi bir dönüm noktası” ve İtalya’nın zor durumdaki imalat sektörünü yeniden canlandırması için bir şans. 

Urso Financial Times’a (FT) verdiği demeçte Berlin’in 1 trilyon avroluk yeni harcama programının sadece Almanya’da değil, kuzey sanayi bölgeleri Alman imalatçılarla yakından entegre olan İtalya’da da büyümeyi teşvik edeceğini savundu.

Urso, Almanya’nın savunma harcamalarında önemli bir artışa izin vermek için anayasal “borç frenini” gevşetme kararı için, “Bu tarihi bir dönüm noktası. Bir hamlede iki tabuyu ortadan kaldırıyor: borç tabusu ve savunma tabusu,” diye konuştu.

İtalyan üreticiler şimdi, Avrupa Komisyonu tarafından başlatılan 150 milyar avroluk bir fonu da içeren yatırım hamlesinden en çok faydalanacak olan Alman ve diğer Avrupalı silah üreticilerine hizmet vermeye yönelebilir.

Urso, “Avrupa’nın özgürlüğünü daha iyi savunma zorunluluğunu kalkınma için bir fırsat haline getirmeliyiz. Almanya, Finlandiya, İsveç, Baltık ülkeleri ve Polonya ile Avrupa’nın doğu sınırında yaşayanların ihtiyaçlarını, güney sınırında yaşayan bizler için bir kalkınma fırsatına dönüştürmeye hazırlanıyoruz,” dedi.

İtalyan ekonomisi, en büyük ihracat pazarı olan Almanya’da uzun süredir devam eden endüstriyel durgunluktan etkilendi. İtalya’nın ulusal istatistik kurumu Istat, bu hafta Almanya’daki durgunluğun zayıf ihracat nedeniyle İtalyan GSYİH’sini 2023 ve 2024 yıllarında yüzde 0,2 oranında azaltacağını tahmin etti.

İtalya Avrupa’nın en büyük ikinci imalat sanayiine sahip olmasına rağmen, birçok firması artan enerji ve işgücü maliyetleri, zayıf talep ve Çin ve diğer Asya ekonomilerinden gelen daha ucuz rakiplerle mücadele ediyor.

Bir zamanlar İtalya’nın savaş sonrası ekonomik “mucizesinin” motoru olan otomotiv endüstrisi özellikle ağır darbe aldı ve Urso, otomobil parçaları üreticilerinin çeşitlendirmeye başlamadıkları sürece toparlanmalarının pek mümkün olmadığını söyledi.

İtalyan bakan, “İtalya ve Avrupa için inşa edilen otomotiv tedarik zinciri sadece araba siparişleriyle yaşayamaz,” dedi.

Avrupalı silah üreticilerine daha fazla yatırım yapılması yönündeki baskı, ABD Başkanı Donald Trump’ın Rusya açılımları ve ABD askerlerini ve güvenlik garantilerini Avrupa’dan çekme tehdidinin ardından kıtanın yeniden pozisyon almasıyla birlikte geliyor.

Urso, “Avrupa’nın savunmaya daha fazla yatırım yapması gerekecek çünkü ABD varlıklarını başka kıtalara taşıyacak. İtalya havacılık, su altı, gemi yapımı ve savunma sanayine doğru çeşitlenmeye hazır bir sanayi ekosistemine sahip. Bunlar önemli ölçüde geliştirilebilecek sektörler,” diye konuştu.

Roma, Trump’ın danışmanı ve ABD’li milyarder Elon Musk’ın sahibi olduğu Starlink ile güvenli hükümet iletişimi için 1,5 milyar avroluk potansiyel bir sözleşme üzerinde görüşmeler yürütüyor. Fakat Urso, İtalyan hükümetinin önce kendi alçak dünya yörüngeli uydu takımyıldızını oluşturup oluşturamayacağını görmek için bir fizibilite çalışması yapacağını ve ancak ondan sonra ABD şirketini tercih edip etmeyeceğine karar vereceğini söyledi.

Urso, uzay sektöründe halihazırda faaliyet gösteren 200’den fazla İtalyan şirketi bulunduğunu ve bunların büyük oyunculara bileşen ve hizmet tedarikçisi olduğunu kaydetti.

Başbakan Giorgia Meloni’nin partisinin bir üyesi olan bakan, hükümetin İtalya’da ya da en azından Avrupa düzeyinde geliştirilebilecek olanlara öncelik vermeye çalıştığını söyledi.

Urso, “Eğer bunu Avrupa ile yapamazsam, Batı ile yaparım. Bir çatışma içinde değiller. Hangisi daha iyi ve uygunsa onu yaparım,” dedi.

Meloni ise Avrupa’nın savunma harcamalarını artırma planları konusunda kararsız olduğunu ifade etti ve Brüksel’i bu girişime ReArm Europe [Avrupa’yı Tekrar Silahlandır] adını verdiği için eleştirdi. Başbakan ayrıca ülkesinin ağır borçlu kamu maliyesi göz önüne alındığında daha fazla borç almaktan da çekiniyor.

Katolik pasifist geleneğe sahip İtalyan kamuoyu da yeniden silahlanmaya büyük ölçüde şüpheyle yaklaşıyor. Papa Francis geçen hafta hasta yatağından küresel silahsızlanma çağrısında bulundu. 

Fakat Urso, Roma’nın Avrupa’nın “stratejik özerkliğini” desteklediğini söyledi ki bu, Trump’ın göreve geldiği ilk dönemden bu yana Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından yoğun bir şekilde desteklenen bir terim.

Urso, “Görevimizin başından bu yana Avrupa’nın stratejik özerkliğine odaklandık. [Fakat[ Bizim için yol gösterici ışık ulusal çıkarlardır,” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Oskar Lafontaine: Almanya muz cumhuriyeti mi oldu?

Yayınlanma

Almanya’nın eski Maliye Bakanı Oskar Lafontaine, son seçimlerdeki oy sayım sürecini eleştirerek Almanya’yı ‘muz cumhuriyeti’ olarak nitelendirdi. Lafontaine, Almanya’da seçimlerin adil bir şekilde yapılmadığını ve sistemdeki belirsizliklerin sonuçların doğruluğunu şüpheli hâle getirdiğini vurguladı.

Almanya’nın eski Maliye Bakanı ve Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) eski genel başkanı Oskar Lafontaine, NachDenkSeiten portalında ülkedeki seçim sistemini eleştiren bir makale kaleme aldı.

Lafontaine, “Bir devlette işler yolunda gitmiyorsa, o devlete genellikle muz cumhuriyeti denir. Adil bir seçimi olmayan parlamenter bir demokrasiye de böyle denilebilir,” ifadelerini kullandı.

Ayrıca Lafontaine, 23 Şubat’taki genel seçimlerin Almanya’nın bu açıdan bir muz cumhuriyeti olduğunu gösterdiğini ifade etti.

Bir partinin mecliste temsil edilip edilmediğini belirleyecek güvenilir bir yöntemin olması gerektiğini vurgulayan Lafontaine, Almanya’da böyle bir yöntemin olmadığını belirtti.

Alman siyasetçi, mevcut sayım sistemiyle, BSW’nin (Bündnis Sahra Wagenknecht) oy oranının tam olarak belirlenmesinin mümkün olmadığına dikkat çekti.

Lafontaine, Federal Seçim Komisyonunun kısmi incelemeler sonucunda BSW lehine 4 bin 277 oy düzeltmesi yapmasının ardından, BSW’ye oy verenlerin oranının yüzde 5’i bulmasının kuvvetle muhtemel olduğunu, ancak bunun kesin olmadığını vurguladı.

Bu nedenle Lafontaine, oyların tamamen yeniden sayılması gerektiğini savundu.

‘AYM, inceleme sürecinin bir muz cumhuriyeti yöntemi olduğunu fark etmedi’

Federal Anayasa Mahkemesi’nin, BSW’nin yeniden sayım talebini reddederken, mevcut sayım yönteminin birkaç bin oy fark olduğunda güvenilir sonuçlar vermediğine dikkat çekmesi gerektiğini belirten Lafontaine, Karlsruher yargıçların konuyu meclise havale etmesini eleştirdi.

Lafontaine, “Anayasa Mahkemesi, inceleme sürecinin bir muz cumhuriyeti yöntemi olduğunu fark etmedi,” değerlendirmesini yaptı.

Bunun yanı sıra meclisin, BSW’nin yüzde 5’lik barajı aşıp aşmadığını belirlemek için yeniden sayım yapılıp yapılmayacağına karar vereceğini belirten Lafontaine, meclisteki partilerin kendi çıkarları doğrultusunda karar vereceğini ve bunun temel hukuk ilkelerine aykırı olduğunu savundu.

Lafontaine, yargıçların, ilgili yasal düzenlemelerde değişiklik önermesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

Diğer yandan Lafontaine, meclisin beklendiği gibi çok sayıda yanlış beyanı gerekçe göstererek BSW’nin yeniden sayım talebini reddetmesi hâlinde, Federal Anayasa Mahkemesinin tekrar devreye gireceğini belirtti.

Fakat Lafontaine, Anayasa Mahkemesi yargıçlarının meclis partileri tarafından belirlenmesi nedeniyle tarafsızlık sorununun ortaya çıkacağını savundu.

‘AYM yargıçlarının taraflı olması kaçınılmaz’

Eski CDU/CSU Meclis Grup Başkanvekili Stephan Harbarth veya eski Saarland Başbakanı Peter Müller gibi politikacıların Anayasa Mahkemesi üyesi olmasının bu durumu örneklendirdiğini ifade etti.

Lafontaine, “Kendilerini atayan partilerin seçimde doğru karar verip vermediğini değerlendirirken, Anayasa Mahkemesi yargıçlarının taraflı olması kaçınılmazdır,” dedi.

Aynı zamanda Lafontaine, Federal Anayasa Mahkemesinin açık sayım hatalarına rağmen yeniden sayım emri vermeyi reddetmesi durumunda, Almanya’nın demokratik bir seçim söz konusu olduğunda haklı olarak muz cumhuriyeti olarak adlandırılabileceğini kaydetti.

Bu durumda, seçmenlerin dört yıl boyunca gayri meşru bir parlamento ve hükümetle karşı karşıya kalacağını belirten Lafontaine, şöyle devam etti:

“Bunun sorumlusu, kendini beğenmiş bir kibirle sürekli olarak ‘demokratik merkez’ olarak tanımlayan, ancak görünüşe göre dürüstlük ve nezaketten bihaber olan partiler olacaktır.”

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English