Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Biden’ın zombi dış politikası, Batı ile Küresel Güney uçurumunu derinleştiriyor

Yayınlanma

Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı Aksa Tufanı operasyona yanıt olarak İsrail, hedef gözetmeksizin Gazze’ye bomba yağdırıyor. ABD başta olmak üzere Batılı hükümetlerin desteğini arkasına alan İsrail hükümeti, tüm dünyanın gözü önünde her türlü insan haklarını ve savaş hukukunu çiğnemeye devam ediyor. On binlerce sivil Filistinlinin hayatını kaybettiği saldırılar devam ederken ABD’nin İsrail-Filistin politikasına yönelen eleştiriler de artıyor.

Aşağıda çevirisini Nation’da yayınlanan makale, ABD Başkanı Biden dış politikalarındaki tutarsızlığa dikkat çekiyor: “Mantıklı pragmatizm olarak pazarlanan Biden’ın politikasının klasik bir ‘çatlak realizm’ vakası olduğu ortaya çıktı.”

***

Biden’ın Zombi Dış Politikası Körü Körüne İlerliyor

Jeet Heer

Küresel istikrarsızlık yayılmaya devam ederken Başkan başarısız stratejilere bağlı kalmakta ısrar ediyor.

Cuma günü Joe Biden uzun bir dış politika konuşması yaparak Kongre’yi Ukrayna ve İsrail’e daha fazla askeri fon sağlamaya çağırdı. Biden “Hamas ve Putin farklı tehditleri temsil ediyor, ancak ortak noktaları şu: Her ikisi de komşu bir demokrasiyi tamamen yok etmek istiyor” iddiasında bulunarak iki çatışma arasında bağlantı kurdu. Biden bu karşılaştırmayı yaparken istemeden de olsa dış politikasının tutarsızlığını da gözler önüne sermiş oldu.

Biden yönetiminin İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerine göz yumarken aynı zamanda Rusya’nın aynı normları ihlal etmesine karşı uluslararası bir koalisyon kurmaya çalışması dünyanın dikkatinden kaçmadı. Dahası, İsrail’in Gazze’yi bombalaması, bir kez daha Filistin’in devletsizliği sorununu gündeme getirdi ki Biden, İsrail ve Arap otoriteleri arasındaki ittifakı resmileştirmeyi amaçlayan İbrahim Anlaşmalarını desteklerken bu sorunu göz ardı etmeye çalışıyordu.

Avrupa ve Orta Doğu’daki zorlu ve kanlı çatışmalar devam ederken, Biden’ın “güvenilir bir dış politika stratejisti” olduğu gerekçesiyle övülen becerisinin hayal ürünü olduğu ortaya çıktı. Konuşmasının da açıkça ortaya koyduğu gibi, Biden’ın elinde zombi bir dış politikadan başka bir şey kalmamıştır; bu politika, meydana gelen olayların, tüm eylemlerinin altında yatan dünya görüşünü yalanladığına dair herhangi bir biliş veya farkındalık belirtisi olmadan tamamen düşüncesiz bir refleksle yalpalayan ve tökezleyen bir dış politikadır.

Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin Gazze’deki mevcut bombardıman harekâtında İsrail hükümetine verdiği neredeyse açık destek, Batı ile dünya nüfusunun çoğuna ev sahipliği yapan gelişmekte olan ülkeler yani Küresel Güney arasındaki uçurumu derinleştiriyor. Joe Biden’ın liderliğinde Batı’nın politikası, İsrail’e tam gaz destek vermek oldu ve bu politika, aşırı tepkinin tehlikelerine dair en hafif retorik uyarılarla yumuşatıldı.

Çarşamba günü Financial Times’ın haberine göre Avrupa ve Orta Doğu ülkelerindeki yetkililer ve diplomatlar, Batı’nın Gazze savaşına verdiği desteğin “Moskova’yı uluslararası hukuku ihlal eden küresel bir parya olarak göstermek için aylarca süren çalışmaları boşa çıkardığına” ve böylece “ABD, AB ve müttefiklerini ikiyüzlülük suçlamalarına maruz bıraktığına” inanıyor. Bir G7 diplomatı gazeteye şunları söyledi: “[Ukrayna konusunda] Küresel Güney ile yaptığımız tüm çalışmalar boşa gitti… Kuralları unutun, dünya düzenini unutun. Bizi bir daha asla dinlemeyecekler.” Diplomat sözlerine şöyle devam etti: “Ukrayna için söylediklerimiz Gazze için de geçerli olmalı. Aksi takdirde tüm güvenilirliğimizi kaybederiz. Brezilyalılar, Güney Afrikalılar, Endonezyalılar… insan hakları konusunda söylediklerimize neden inansınlar ki?” Bir Arap yetkili ise “Ukrayna’da su, gıda ve elektriğin kesilmesini savaş suçu olarak tanımlıyorsanız, aynı şeyi Gazze için de söylemelisiniz” dedi.

Ukrayna’da uluslararası hukuku destekleyip Gazze’de görmezden gelmek arasındaki çelişki çok açık, ancak Biden’ın ya da konuşma yazarlarının aklına gelmemiş gibi görünüyor. Bu gözden kaçırma, dar görüşlülük ya da basiretsizlikten daha fazlası. Daha ziyade, zombi benzeri bir beyinsizliğin, asgari idrak düzeyine sahip herhangi bir gözlemci için aşikâr olan temel noktaları anlayamamanın bir örneği.

Cuma günkü konuşmasında Biden en azından en sevdiği “kurallara dayalı uluslararası düzen” gibi saçma bir ifadeden kaçınma nezaketini gösterdi. Ve İbrahim Anlaşmalarını öne çıkarmayacak kadar da bilinçliydi. Yine de her iki fikir de üstü kapalı hedefler olarak konuşmaya nüfuz etti. Örneğin, Biden övünerek şunları söyledi: “Amerika Birleşik Devletleri ve bölgedeki ortaklarımız, Orta Doğu’nun daha istikrarlı, komşularıyla daha iyi ilişkilere sahip ve bu yıl dünyanın en büyük ekonomilerinin zirvesinde açıkladığım Hindistan-Orta Doğu-Avrupa demiryolu koridoru gibi yenilikçi projeler aracılığıyla Orta Doğu’da daha iyi bir gelecek inşa etmek için çalışıyor. Bununla bağlantılı daha öngörülebilir piyasalar, daha fazla istihdam, daha az öfke, daha az şikâyet, daha az savaş.”

Biden’ın burada idealize edilmiş ve üstü kapalı terimlerle özetlediği şey, Trump ve Biden yönetimlerinin ortak dış politika hedefidir: Suudi Arabistan gibi Arap otokrasilerini İsrail ile bir araya getirecek ABD liderliğindeki bir ittifak sistemi. Bu pakt, diktatörlükler altında yaşayan Araplar için demokrasi ya da insan hakları vaatlerini bir kenara itmeye ve İsrail’deki Filistinlileri satmaya dayanacak. Bunun dışında haklarından mahrum bırakılan bu gruplar ekonomik iyileştirme teklifiyle susturulacak. Suudi Arabistan, nükleer silah üretme eşiğine gelmesine izin verilmesi de dahil olmak üzere ABD’den askeri güvenlik sözü alacak. İsrail, Filistinlilere taviz vermeden bölgedeki komşularıyla bütünleşebilecek. ABD ise Orta Doğu’daki hegemonik gücünü koruyarak İran ve Çin gibi rakiplerini savuşturabilecek.

Foreign Policy’de yazan Uluslararası Politika Merkezi’nin (Center for International Policy) başkan yardımcısı Matt Duss şunları söylüyor: İşe yarasa bile bu politika, insanları hapsetmenin ABD’ye güvenlik ve istikrar sağlayacağı umuduyla bölgenin geleceğindeki baskı politikasını garanti altına alacak. Elbette en sert şekilde hapsedilenler arasında, Biden doktrininin belki bir gün, bir tür Filistin devleti kurma olasılığını açık tutmaya çalışmak gibi belirsiz vaatlerin ötesinde çok az şey sunduğu Filistinliler de var.

Mantıklı pragmatizm olarak pazarlanan Biden’ın politikasının klasik bir “çatlak realizm” vakası olduğu ortaya çıktı (merhum sosyolog C. Wright Mills’in faydalı bir ifadesini yeniden hatırlatmak gerekirse): yanılsamaya dayalı Makyavelist bir manevra. Yine Duss şöyle diyor:

Biden doktrini Filistinlilerin bir kenara itilebileceğini ve sessiz kalmalarını sağlamak için bazı kırıntılar sunulabileceğini varsayıyordu. Şiddetin temel kaynağı olan Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’teki yarım asrı aşan İsrail işgalini ele almak için hiçbir girişimde bulunulmayacaktı. Bu bölge ve halklarıyla ilgilenenlerin çoğu olmasa da birçoğu bunun bir hayal olduğunu anlamıştır. Geçen hafta boyunca hepimiz bunun ne kadar tehlikeli ve trajik bir fantezi olduğunu grafiksel olarak gördük. Bu çatışma bir şekilde kendini küresel gündemde yeniden ortaya koyuyor.

DÜNYA BASINI

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sabah saatlerinde “kent uzlaşısı ile teröre destek” ve “yolsuzluk” iddiaları ile gözaltına alınmasının yankıları sürüyor.

Batı medyasında İmamoğlu’nun gözaltısı, genel olarak olası Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibine yönelik bir hamle olarak görülüyor.

Örneğin Financial Times, “Türk polisi Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Devlet medyası İmamoğlu’nun çarşamba günü gözaltına alınmasının terörle bağlantılı olduğu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunu belirtirken, muhalefet bu hamleyi bir ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirdi ve tutuklama Türk para biriminin ve piyasalarının düşmesine neden oldu,” dedi.

Yatırım yönetimi zinciri T Rowe Price analisti Tomasz Wieladek FT’ye verdiği demeçte, gözaltıyı “herkes için bir uyandırma çağrısı” olarak nitelendirdi.

Wieladek, Türkiye Merkez Bankası’nın TL’yi savunmak için ‘sınırlı bir ateş gücüne sahip olduğunu’ öne sürerek, “Varlıklar muhtemelen daha fazla satılmaya devam edecek,” dedi.

Bloomberg, sabahtan öğle saatlerine kadar Türk bankalarının TL’ye destek için 8 milyar dolar sattığını yazmıştı.

Piyasalarda sabah saatlerinden itibaren yaşanan çalkantılara dikkat çeken Bloomberg, bir başka haberinde ise, “Türkiye piyasaları çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibinin gözaltına alınmasının ardından, siyasi kargaşanın son dönemdeki yatırımcı dostu ekonomi politikalarını baltalama riski taşıdığı endişesiyle sarsıldı,” dedi.

Haberde görüşlerine yer verilen Londra’daki Monex Europe’un makro araştırma müdürü Nick Rees, “Bu sistem için biraz şok oldu. Piyasalar giderek daha kayıtsız hale gelmişti ve şimdi bu büyü bozuldu, tüccarlar Türkiye’nin siyasi risk primlerini yeniden fiyatlandırırken dramatik sonuçlar ortaya çıktı,” diye konuştu.

Coex Partners’tan Henrik Gullberg, hamlenin büyüklüğünün “şaşırtıcı” olduğunu, fakat siyasi baskı haberlerinin daha az şaşırtıcı olduğunu söyledi ve “Pratikte, bunun piyasaya duyarlı ekonomik politikalar açısından pek bir şey değiştireceğinden emin değilim,” dedi.

Haberde, Borsa İstanbul 100 Endeksi’nin de açılışta yaklaşık %7 düştüğü, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisinin ise 139 baz puan artarak %29,58’e yükseldiği belirtildi.

Alman Der Spiegel, “Türk yetkililer en önemli Erdoğan muhalifini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Türk makamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskıcı önlemlerini genişletiyor,” denildi.

Haberde İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.

DW Türkçe’nin aktardığına göreİmamoğlu’nun gözaltına alınması Alman siyasetinde de geniş yankı buldu. Gelişme, “Erdoğan’ın baş rakibini devre dışı bırakma girişimi” diye değerlendirildi, ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıldı.

SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını ‘Türkiye’deki demokrasiye ağır saldırı” sözleriyle sert bir şekilde eleştirdi.

Klingbeil, “Türk hükümeti böylece artık adil seçimler ve bağımsız bir hukuk devleti istemediğini göstermiş oluyor. Atılan adımlar orantısızdır, güven ve inandırıcılığı yok etmektedir. Bunun tüm ülke açısından dramatik sonuçları olacaktır,” ifadelerini kullandı.

Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Alman-Türk Parlamenterler Grubu Başkanı Max Lucks da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri ışığında adil seçim ve adil rekabete yönelik bir saldırı diye nitelendirdi.

İngiliz The Times ise, “Erdoğan seçim rakiplerine baskı yaparken İstanbul Belediye Başkanı gözaltına alındı” başlıklı haberinde, “Türk liderin başkanlık için en büyük tehdidi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından şehir genelinde protestolar yasaklandı,” ifadeleri kullanıldı.

Tokyo merkezli Nikkei Asia’daki haberde de Türk yetkililerin “Erdoğan’ın ana rakibini” gözaltına aldığı ileri sürülürken, muhalefetin bu hamleyi “darbe” olarak nitelendirdiğine dikkat çekildi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

İsrail, ABD oluruyla Gazze’de katliama yeniden başladı

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun kovacağını açıkladığı Şin-Bet Direktörü’ne Başsavcı kalkanı

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English