GÖRÜŞ
Bolsonarocular ABD Kongre baskınından kopya çekti
Yayınlanma
Yazar
Micaela OvelarBu yazıyı henüz baskına uğrayan Brezilya Ulusal Kongre’sinin yakınlarından yazıyorum.
8 Ocak 2023’te Brezilya’nın kamu güçlerinin başkenti ve merkezi olan Brasilia’da yüzlerce Bolsonarocunun Kongre’yi (yasama organı), Planalto Sarayı’nı (yürütme erki) ve Federal Yüksek Mahkeme’yi (yargı erki) işgal etmesiyle, iki yıl önce ABD’de yaşananlar arasında paralellik kurmamak elde değil. İkisi de benzer siyasi nitelikte, anti-demokratik ve terör içerikli olaylar… Hatta arkalarındaki iki siyasi figür — Donald Trump ve Jair Bolsonaro — aynı ideoloji ve siyasi yöntemleri paylaştığı için bu varsayım daha da pekişiyor.
Esasında Bolsonaro, Luiz Inácio Lula da Silva’nın üçüncü kez başkanlık görevine başlamasından birkaç gün sonra Kuzey Amerika’da tatil yapmaya karar vermişti ve şu anda ABD’de. Bu nedenle ABD Kongresinin işgali, Bolsonaro’nun en tepkisel, şiddet yanlısı ve irrasyonel tabanı tarafından gerçekleştirilen bu terör eylemlerinin öncüllerinden biri. Ancak bu olaylar aynı zamanda, bu gösterilere sadece anti-demokratik ve vandal araçlarla eşlik eden diğer kendine has “pasifist” taraftarlar tarafından da gerçekleştirildi.
Diğer öncüller ise şunlar: Brezilya’nın bazı eyaletlerinin özellikle ülkenin güney, güneydoğu ve merkezindeki askeri kışlalarına askeri müdahale talepleri, Brasilia’da, 2022’nin aralık ayında Lula’nın yemin töreninden önce saldırı girişimi, başta Sao Paulo olmak üzere ülkenin ana trafik arterlerinde barikatlar kurulması.
Polis teşkilatı ve Valinin işbirliği
Federal Bölge, yani Brasilia güvenlik güçlerinin, özellikle de Brezilya Askeri Polisinin (PM) Bolsonaro güçleriyle işbirliği her zamankinden daha belirgin hale geldi. Bolsonarocu kalabalığa kıyasla her zaman önemsiz sayıda olan PM mensupları, protestocuları teşvik etmeye geldi. Diğer yandan Adalet Bakanlığı’na bağlı Federal Rodoviaria Polisi’nin (PRF) de işbirliği söz konusuydu, zira sosyal medyadan yayılan çağrı bu olduğu için hazırlıklı geldikleri bilinerek onlarca otobüsün Brasilia’ya gelmesine izin verildi. Silahlı Kuvvetlerin belirli bir zümresi ile Brasilia Valisinin işbirliği de aynı derecede inkar edilemez. Bu bir ihmal değildi, bu aktörlerin eylemsizliği bilinçliydi.
Yani, ABD Kongresi ve Brasilia’daki terör eylemleri arasında kıyaslanabilir bazı unsurlar olsa da, Plaza de los Poderes çevresinde yaşananlar ilkinden daha büyük boyutta. Bu gerçek bize, sadece Lula’ya oy vermenin ve Bolsonaro’nun görevine son vermenin yeterli olmadığını gösterirken, aynı zamanda Bolsonarocu hareketle yüzleşmek gerektiğini de kanıtlamaktadır.
Bolsonaroculuk yaşıyor
Bu hareket için başka bir isim aramaya başlamamız gerekecek zira “Bolsonarismo” veya “Bolsonarista” terimlerini veya nitelendirmelerini kullanmaya devam etmek, Bolsonaro’nun imajını güçlendirmek, egosunu şişirmek anlamına geliyor. Tropiklerin Trump’ı, şüphesiz Brasilia’daki üç erkin işgalinin büyük sermayedarıdır.
Bu fenomeni anlamaya devam etmek, onunla yüzleşmek ve onu devirmek için yavaş yavaş yapısöküme uğratmak gerekecek. Şimdilik onun bir neo-faşist olduğunu ve Brezilya demokrasisini tehdit etmek için terörü kullandığını biliyoruz.
Demokrasi tehdit altında
Brezilya halkının demokratik ve kamusal dizginleri yeniden ele alması 6 uzun ve acılı yılı aldı; seçilmiş Devlet Başkanı Dilma Rousseff’e karşı 2016’da gerçekleşen darbenin ardından geçici hükümeti Michel Temer devralmıştı. Ve bir gün içinde Brezilya’daki resmi demokratik kurumların tehdit altında olduğuna bir kez daha şahit olduk. Bu, Lula’nın siyasi gündemi yeniden yapılandırmasına neden olsa da, o şimdiden kararlı bir şekilde harekete geçti ve hükümet programını durdurmayacak. Kararlarının ne kadar etkili olacağını ve üçüncü döneminin ilk ayının nasıl olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Brasilia şimdilik “huzura kavuştu”. Ancak hala kentin üzerinde uçan helikopterlerin sesini duyabiliyorsunuz. Misafirler otellerde check-in yapıyor, bazı otobüsler yola çıkıyor. Benzer bir şeyin Brezilya’da veya Brezilya’nın başka herhangi bir kentinde yaşanmayacağını garanti edemeyiz. Uyanık olunmalı!
İlginizi Çekebilir
-
Sheinbaum’dan Trump’a: ABD’ye neden ‘America Mexicana’ demeyelim?
-
Kongre Dış İlişkiler Komitesinden yayılmacı ‘Trump Doktrinine’ destek
-
AB’nin ağır topları, Trump’ın yemin töreninden sonra ABD’de “birlik” görüntüsü verecek
-
Trump ekibi, Meksikalı kartelleri terör örgütü ilan etmeyi planlıyor
-
Trump’ın gümrük vergisi açıklaması üzerine dolar düştü
-
Eski Gürcistan Cumhurbaşkanı, ABD’deki McCain Enstitüsü’nde Kissinger bursiyeri oldu
Lübnan Parlamentosu Joseph Aoun’u yeni cumhurbaşkanı olarak seçti. Lübnan eski cumhurbaşkanı Michel Aoun’un görev süresinin Ekim 2022’de sona ermesinden bu yana parlamentoda hiçbir isim üzerinde anlaşma sağlanamamıştı. Bu ilk degil, önceki cumhurbaşkanı Michel Aoun’un seçilmesi de iki yıldan fazla sürmüştü.
Joseph Aoun geçmişte Özgür Yurtsever Partisi’nden eski cumhurbaşkanı Michel Aoun ve damadı Dışişleri eski Bakanı Cibran Bassil ile ittifak yapan ancak daha sonra bağımsız bir siyasi figür haline gelen bir ordu komutanı. Adaylığı, Lübnan’ın en etkili Hristiyan politikacıları olan Cibran Bassil ve Semir Caca tarafından başlangıçta reddedilmiş olsa da, her iki isim de sonunda istemeyerek de olsa Joseph Aoun’u destekledi. Özellikle Caca, kendisi cumhurbaşkanı olmak istiyordu. Lübnan’da Ulusal Anlaşmaya göre cumhurbaşkanının Maruni Hristiyan olması gerekiyor.
Seçim Sürecindeki Siyasi Ortam
Bu seçim, Lübnan’ın karmaşık ve çoğu zaman çelişkili siyasi ortamını yansıtıyor. Yeni cumhurbaşkanının ABD’ye yakın bir figür olması ve Washington ile derin bir koordinasyon içinde bulunması, zafer yolunu şekillendiren önemli etkenlerden biri oldu. Aoun’un Suudi Arabistan’a yaptığı ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın kardeşi Savunma Bakanı ile görüştüğü son ziyaret de konumunu güçlendirdi. Bölünmüş durumdaki Sünni partiler de büyük ölçüde Suudi Arabistan’ın tercihlerine uyarak Joseph Aoun’un adaylığını destekledi.
ABD, Fransa, Katar ve Suudi Arabistan gibi uluslararası aktörler, seçim sürecinde önemli bir rol oynadı. Bu dış müdahale, Lübnan’ın içişlerinde bağımsızlık mücadelesi verme konusundaki uzun süredir devam eden zorluklarını bir kez daha gözler önüne serdi. Ancak ironik bir şekilde, İran’ın Lübnan’daki nüfuzuna tepki olarak kendilerini “Hizbullah karşıtı” olarak tanımlayan partiler, bu dış müdahaleyi Hizbullah’a karşı bir zafer olarak kutladı ve kendi retoriklerine ters düştü.
Hizbullah ve müttefiki Emel Hareketi’nin desteklediği Maruni Marada Hareketi’nin lideri olan Süleyman Franjieh daha geniş bir uzlaşı sağlamak adına adaylıktan Joseph Aoun lehine çekildiğini açıkladı. Seçimden bir gün önce Franjieh’nin yaptığı bu açıklama sonrasında Joseph Aoun’un seçilmesine kesin gözle bakılmaya başlandı.
Hizbullah’ın Direnci ve Stratejik Vizyonu
Sürekli olarak siyasi saldırılara ve ihanetlere maruz kalmasına rağmen Hizbullah, Lübnan’da önemli bir güç olmaya devam ediyor. Hizbullah, olumsuz koşullara uyum sağlama ve karmaşık siyasi manevralar yapma yeteneğini defalarca kanıtladı. Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım’ın yakın zamanda vurguladığı gibi, Hizbullah’ın yaklaşımı yalnızca askeri direnişe dayanmıyor; durumun gerekliliklerine göre şekillenen daha geniş bir stratejik vizyon içeriyor. Hizbullah, Orta Doğu’daki değişen güç dengelerini anlamakta ve Lübnan’ın çıkarlarını korumak için buna uygun hareket ediyor.
Lübnan’ın Geleceği İçin Önemli Sorular
Yeni cumhurbaşkanı Joseph Aoun, seçilmesinde etkili olan ABD, Suudi Arabistan ve müttefiklerinin etkisiyle hareket ederek ülkedeki mevcut bölünmeleri derinleştirecek politikalar mı izleyecek yoksa Lübnan’ın egemenliğini ve iç istikrarını mı öncelik olarak değerlendirecek?
Mayıs 2022’de yapılan genel seçimlerden bu yana yeni bir hükümet kurulamadı ve hala seçim öncesi görevde olan başbakan ve kabine geçici olarak yönetimde. Aoun, Lübnan’ın parçalanmış siyasi yapısında bir başbakan seçip bir hükümet kurmak zorunda. Bu süreç, siyasi gruplar kilit bakanlıkları ele geçirmeye çalışırken yine gecikmelere neden olabilir ve mevcut geçici hükümetin görev süresini uzatabilir.
Lübnan Ordusu’nda Joseph Aoun’dan sonra Genelkurmay Başkanlığına kimin gelecegi kritik bir karar. Bu karar, Lübnan’ın iç güvenliği ve Batı ile Hizbullah arasında kurulacak hassas dengenin geleceği açısından büyük etkiler yaratacak. Özellikle İsrail ile yapılan 60 günlük ateşkesin bitimine günler kala Lübnan Ordusu’nun Litani Nehrinin güneyinde UNIFIL askerleri ile güvenliği sağlayabilmesi konusunda endişeler artarken, ordunun başına gelecek yeni isim kritik önem taşıyor. Yine Ulusal Anlaşmaya göre Genelkurmay Başkanı’nın Maruni Hristiyan olması gerekiyor.
Joseph Aoun Neden Şimdi Seçilebildi?
İki yıldır seçilemeyen Aoun neden şimdi seçimi kazandı? Bunun en önemli nedeni Lübnan’da Hizbullah’ın zayıflaması, Esad rejiminin düşmesi ve direniş ekseninin genel olarak güç kaybetmesidir. İkinci nedeni ise, güneyde, Bekaa Vadisi’nde ve özellikle Beyrut’ta yakın zamanda yaşanan savaş nedeniyle büyük yıkıma uğrayan bölgelerin yeniden inşası için uluslararası fon ve desteğe duyulan ihtiyaçtır.
Hizbullah’ın adayı olan Süleyman Franjieh ya da diğer adaylardan biri cumhurbaşkanı seçilseydi, uluslararası destek ve fonların gelmesi pek olası değildi. Riyad ve Washington’un bu durumu bir baskı aracı olarak gördüğü açık. Uluslararası toplumun üzerinde uzlaştığı bir cumhurbaşkanı seçilmeden bu desteğin sağlanması pek olası görünmüyordu. Bunun ötesinde, Esad’ın düşüşüyle birlikte Lübnan’ın içten içe çöküş yaşayan, kurumları iflas etmiş, dünyadan izole bir ülke haline gelmesinin, bölgedeki yöneticiler için bir tehdit oluşturduğu açıkça görülüyor.
Lübnan’ın yeni cumhurbaşkanı, derin bir şekilde bölünmüş siyasi ortamda ve yoğun dış müdahale altında göreve geliyor. Bu seçim, ülkenin liderlik dinamiklerinde bir değişimi temsil etse de, hükümetin kurulması, iç ve dış çıkarlar arasındaki dengeyi sağlama ve iç istikrarı koruma gibi zorluklar hala büyük önem taşıyor. Lübnan’ın geleceği, liderlerinin hizipçiliği aşarak ülkenin egemenliğini ve birliğini önceliklendirme becerisine bağlı olacak.
GÖRÜŞ
‘Yeni Suriye’ zorluklar arasında ulusal yeniden yapılanmaya başlıyor
Yayınlanma
3 gün önce07/01/2025
Yazar
Ma Xiaolin2025’in ilk günlerinde, Suriye geçici hükümetinin Dışişleri Bakanı Esad Şibani, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın daveti üzerine Riyad’a ulaştı ve ilk diplomatik ziyaretini gerçekleştirdi. Bu ziyaret, geçen hafta Suudi heyetinin Şam’a yaptığı ziyaretin karşılığı niteliğinde olup, dünyaya ‘Yeni Suriye’nin savaş ve karanlık dönemini geride bırakarak ulusal yeniden yapılanmanın yeni bir dönüm noktasına girdiğini gösteriyor.
13 yıl önce Suriye krizi başladığında, Suudi Arabistan, Arap Ligi’ne liderlik ederek Batılı ülkelerle işbirliği içinde Esad rejimini devirmeye ve “Şii Hilali” olarak bilinen stratejik tehdidi ortadan kaldırmaya çalıştı. Ancak bu çaba, IŞİD’in yükselerek uluslararası toplum için bir numaralı tehdit haline gelmesi ve Rusya’nın Şii Hilali ile birlikte Esad rejimini başarıyla koruması nedeniyle başarısız oldu. Suudi-Suriye ilişkileri tarihindeki en düşük noktaya ulaştı ve ancak 2023’te Suudi Arabistan ve İran’ın mezhep çatışmalarını sona erdirip ilişkilerini normalleştirmesiyle toparlanmaya başladı. Ancak bu ilişkiler tam anlamıyla normalleşmeden Esad rejimi hızla çöktü.
Uluslararası toplumun, özellikle Şii Hilali ve Direniş Ekseni’nin zayıflaması sonrasında, Suriye’nin yeni hükümetini örtülü bir şekilde tanıdığı bu hassas dönemde, Suriye ve Suudi Arabistan ilişkileri yapısal bir yeniden düzenlenme fırsatı yakaladı. Suudi Arabistan hızla Suriye geçici hükümetinin bir numaralı bölgesel ortağı haline geldi. Bu işbirliği hem mantıklı hem de karşılıklı fayda sağlıyor çünkü ne Suudi Arabistan ne de yeni Suriye rejimi İran’ın doğal müttefiki. ‘Yeni Suriye’nin Suudi Arabistan’a yaklaşması ve potansiyel bir ittifak kurması, Arap dünyasının birliğini güçlendirecek ve İran ile Şii nüfuzunu daha da zayıflatacaktır.
Suriye Dışişleri Bakanı’nın Suudi Arabistan ziyareti, geçici hükümetin yeni bir sayfa açmasının önemli bir adımıdır. Bu ziyaret, savaşı ve çatışmayı sona erdirme, iç uzlaşı ve istikrar arayışı, ulusal yönetimi, toplumu ve ekonomiyi yeniden inşa etme ve uluslararası topluma yeniden katılma arzusunu dış dünyaya ileten pratik bir mesajdır. Aynı zamanda, lider Ahmed Şara’nın (eski adıyla Ebu Muhammed el-Culani) yeni yönetim ve diplomasi vizyonunun bir testi ve tanıtımı niteliğindedir. Bu nedenle dikkat çekici bir önem taşımaktadır.
Geçen hafta Suudi devlet televizyonu Al Arabiya, Şara ile yarım saatlik bir röportaj yayınladı. Eskiden askeri kıyafetlerle görülen bu tartışmalı figür, takım elbise giymiş, zarif bir şekilde konuşmuş ve akıcı, standart Arapça ile kendinden emin bir şekilde performans sergilemiştir. Yönetim fikirleri ve stratejik planları izleyicileri etkiledi, ancak belirgin sakalı onun El Kaide geçmişini hatırlatmaya devam etti.
Şara, İdlib’deki yönetim deneyimini gözden geçirerek Esad’ı devirmek için yalnızca askeri güce değil, aynı zamanda sivil güçlerin seferber edilmesine de dayanılması gerektiğini vurguladı. Yıkımı ve kayıpları en aza indirme çabalarının yanı sıra, eski rejimle, hatta Esad’ın kendisiyle temas kurarak iktidarın sorunsuz bir şekilde devredilmesine odaklanıldığını belirtti. Şara, “İdlib deneyimi”nin tüm Suriye’deki karmaşık durum için tam anlamıyla uygun olmayabileceğini kabul etmekle birlikte, geçici hükümetin BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde çeşitli grupları birleştirmeye ve farklı etnik grupların çıkarlarını gözeterek düzeni yeniden sağlamaya istekli olduğunu ifade etti. Anayasa reformu veya yeni bir anayasa temelinde ulusal birlik hükümeti kurulması ve nüfus sayımı sonrasında genel seçimlerin yapılması hedefleniyor.
Şara, Suriye’ye müdahil olan farklı güçlerin farkında olarak, Suriye’nin bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi temelinde tüm taraflarla karşılıklı saygıya dayalı ikili ilişkiler geliştirilmesi gerektiğini vurguladı. Bu bağlamda Suriye’nin Rusya ile olan tarihsel bağlarına saygı gösterileceğini belirtti. Ayrıca ABD’ye, Suriye’nin ekonomik zorluklarını hafifletmek için “Sezar Yasası” yaptırımlarını kaldırma çağrısında bulundu ve Türkiye’nin kuzeydeki toprak kontrolüne ilişkin meseleleri çözmeyi hedefledi. Ancak Golan Tepeleri, İsrail ile ilişkiler ve terörizmle tamamen bağları koparma gibi daha hassas konuları pas geçti. Bunun yerine İran’ın Suriye üzerindeki uzun vadeli etkisini sona erdirmenin öncelikli bir hedef olduğunu açıkça belirtti.
Şara, Suriye nüfusunun %80’ini oluşturan Sünni Müslümanları temsil eden bir figür olarak, Suudi Arabistan ve Körfez Arap ülkelerinin rolünü öne çıkardı. Suriye’nin güvenliği ve istikrarının Körfez’in refahı ile yakından ilişkili olduğunu ifade etti ve Körfez ülkelerinin Suriye’nin yeniden inşasında önemli bir rol oynamasını ve yeniden yapılanma faydalarından pay almasını umduğunu dile getirdi. Şara, Suudi Arabistan’ın “2030 Vizyonu”nu kapsamlı bir şekilde incelediğini ve ekonomik çeşitlilik çabalarına hayranlık duyduğunu belirtti. Suudi Arabistan’ın büyük Suriye yeniden yapılanma projelerine katılmasını ve altyapı yatırımlarına liderlik etmesini memnuniyetle karşıladığını ekledi.
Bu ziyaret, Yeni Suriye’nin Arap dünyasının bir parçası olacağını ve Sünni liderliğin geleneksel ana akımında yer alacağını gösteriyor. Aynı zamanda Körfez ülkelerinden destek arayarak Suriye’nin hızla istikrar kazanmasını ve yeniden inşa sürecinin başlamasını hedefliyor.
Suriye geçici hükümeti, savaşın harap ettiği tüm ülkelerdeki yeni hükümetlerin karşılaştığı üç büyük yeniden inşa göreviyle karşı karşıya: güvenlik, siyasi ve ekonomik yeniden yapılanma. “Yeni Suriye” için güvenlik yeniden yapılanması açıkça en acil önceliktir. Bu, gerçek ve kapsamlı bir ateşkesin sağlanması, tüm silahlı grupların ulusal silahlı kuvvetlere entegre edilmesi, silahlı ayrılıkların sona erdirilmesi, tam barış ve güvenliğin yeniden sağlanması ve insan, mal ve özellikle insani yardım malzemelerinin serbest dolaşımının güvence altına alınmasını içerir.
Siyasi yeniden yapılanma ise güvenlik yeniden yapılanmasının başarısına bağlı olan, daha uzun vadeli ve temel bir görevdir. Bu süreç, BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde siyasi diyalogların yürütülmesini, geniş temsili olan bir koalisyon hükümetinin kurulmasını ve hukuki uzmanların rehberliğinde, kapsamlı istişareler ve halkın görüşlerinin alınmasıyla yeni bir anayasa hazırlanmasını veya mevcut anayasanın revize edilmesini kapsar. Ardından, yeni anayasa ve güvenilir, güncellenmiş bir nüfus sayımı temelinde ulusal seçimler düzenlenecek ve bu da yasama, yürütme ve yargı organlarının bir araya getirilmesini sağlayacaktır. Bu adımın tamamlanması üç ila beş yıl sürecektir.
Siyasi yeniden yapılanma, çeşitli grupların siyasi taleplerinin, ulusal ve etnik kimliklerinin uzlaşma ve uyum içinde olup olmayacağını sınayacak kırılgan ve hassas bir geçiş aşamasıdır. Ayrıca, geçici hükümetin, Suriye’yi yarım yüzyıldan fazla bir süre yöneten Arap milliyetçiliği ve Baas Partisi ideolojisinin “çifte mirasını” nasıl yöneteceğini test edecektir. Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından, yeni hükümetin ulusal savunma kuvvetlerini aceleyle dağıtıp Baas Partisi’ni tasfiye etmesi sonucu ülkenin kaosa sürüklendiği trajedinin tekrarlanması önlenmelidir. Bu geçiş aşaması dikkatle yönetilmezse, Yeni Suriye, Irak, Libya ve Yemen’in on yıl süren iç savaşlarına benzer bir duruma düşebilir ve bu, “Suriye Savaşı 3.0” olarak adlandırılabilecek “küçük bir dünya savaşı”na dönüşebilir. Bu da Yeni Suriye’nin inşa edilmesi ve şekillendirilmesi için tarihi fırsatları yok edebilir ve en az bir nesli tekrar kan ve çatışmaya sürükleyebilir. Bu aşamada, Suriye halkının açlık ve yoksulluktan kurtulması ve barış içinde yaşayıp çalışabilmesi hayati önem taşımaktadır. Bu, yalnızca geçici hükümetin liderliği ve bilgelik kapasitesine değil, aynı zamanda uluslararası toplumun cömert yardımı ve kararlı desteğine bağlı olacaktır.
Ekonomik yeniden yapılanma, Yeni Suriye için yalnızca acil bir görev değil, aynı zamanda güvenlik ve siyasi yeniden yapılanmanın ardından gelen uzun, zorlu bir süreçtir. Bir bakıma bu, Suriye’nin güvenliği ve siyasi istikrarının uzun vadeli teminatıdır. Geçtiğimiz dört yıl içinde Esad rejimi ekonomiyi, halkın geçimini ve ordunun moralini istikrara kavuşturmayı başarsaydı, muhalefet güçleri onlarca yıllık yönetimi sadece 12 gün içinde deviremezdi. Ekonomik ve sosyal sorunların temelden çözülmemesi, Esad hükümetini, Arap Baharı’nın patlak vermesinden 13 yıl sonra Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’deki güçlü liderlerin çöküşünün ardından beşinci “domino taşı” haline getirdi. Bu durum, Esad rejiminin bu ülkelerin acı verici derslerinden yeterince yararlanamadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Suriye geçici hükümeti, dağılmış ve kriz içinde bir ülke devralmış, ancak aynı zamanda ‘Yeni Suriye’ için yeni bir dönem başlatmıştır. Suriye’nin nihayetinde bağımsız, özgür, demokratik, kapsayıcı, istikrarlı, gelişen ve tam egemenliğe ve toprak bütünlüğüne sahip bir ülke olarak yeniden inşa edilip edilemeyeceği, zamanla belli olacaktır.
Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.
GÖRÜŞ
Belarus’ta seçimler yaklaşırken Batı yanlısı muhalefet ne diyor?
Yayınlanma
5 gün önce05/01/2025
Yazar
Erkin ÖncanGeride bıraktığımız 2024 senesi, dünya genelinde çatışma bölgelerinin ve toplumsal hareketlerin arttığı bir yıl oldu ve yeni yıla da dünya genelinde ısınmaya devam eden başlıklarla girdik.
Ancak, coğrafi konumu ve politikasıyla oldukça kritik bir konumda bulunan ve uzun süredir dünya gündemine oturacak düzeyde bir gelişme yaşanmadığı için deyim yerindeyse ‘gölgede kalan’ bir ülkede daha siyasi iklim ısınıyor: Belarus.
Belarus, 1994 yılından beri Batı tarafından ‘Avrupa’nın son diktatörü’ olarak nitelendirilen Aleksandr Lukaşenko tarafından yönetilen bir eski Sovyet ve Doğu Avrupa ülkesi. Belarus’un Batı tarafından sık sık hedef alınmasının ise iki önemli sebebi var.
Birincisi, Belarus ekonomisinin büyük ölçüde devlet kontrolüne dayanması.
İkincisi ise, 8 Aralık 1999’da Rusya ile imzalanan Birlik Devleti Anlaşması. Anlaşmayla, ekonomi, savunma, dış politika ve sosyal alanlarda iş birliğini artırarak iki ülke arasında bir tür ‘ortak devlet’ oluşturulması ve ‘kısmen birleşmiş bir yapıda hareket etmesi’ amaçlanıyor.
Özetle Belarus, bir Avrupa ülkesi olmasına rağmen pazarının kontrolünü Avrupa’ya teslim etmiyor, Avrupa’nın ‘tarihsel rakibi’ Rusya ile yakın ilişkiler içerisinde ve uzun süredir ‘otoriter bir lider’ tarafından yönetiliyor.
Bu ülke de, diğer eski Sovyet ülkelerinde olduğu gibi çeşitli renkli devrim girişimlerine sahne olmuş bir ülke. Belarus’un Sovyet mirasını -sembolik olarak- yer yer Rusya’dan daha fazla sahiplenmesi, ittifakları ve ekonomik yapısı ve ciddi yolsuzluk iddiaları, bu ülkedeki Batı yanlısı liberal muhalefetin politik duruşunu, benzerlerine oranla daha da sağda konumlandırıyor.
Belarus’ta düzenlenen kitlesel muhalefet eylemlerinin her seferinde, organizatörlerin ‘daha fazla özelleştirme’, ‘yabancılara toprak satışı’ gibi talepler sunması, mevcut durumun ekonomi politiğini açıkça ortaya koyuyor.
Avrupa’nın doğusundaki bu ‘Rusya dostu’ ülkede yaşananlar, önümüzdeki günlerde yine dünya gündeminin ilk sıralarına yükselecek. Çünkü Belarus’ta 26 Ocak – 9 Şubat tarihlerinde yeniden başkanlık seçimleri düzenlenecek. Lukaşenko’nun yedinci dönemi için yeniden aday olacağını açıkladığı seçimlerde, Belarus Merkez Seçim Komisyonu (CEC) Batı yanlısı Özgürlük İçin Hareket liderleri Yuras Hubareviç ve Aliaksandar Drazdou ile bağımsız adaylar Diana Kovaleva ve Viktor Kuleş’in adaylıklarını reddetti.
Seçimlere Lukaşenko’yla birlikte katılmaya hak kazanan isimler ise, Liberal Demokrat Parti lideri Oleg Gaidukeviç, Komünist Parti’den Sergey Sırankov, bağımsız aday Hanna Kanapatskaya ile Emek ve Adalet Partisi’nden Aleksander Hijnyak’tan oluşuyor.
Belarus’ta seçim dönemlerinin aynı zamanda eylem dönemi olduğu düşünüldüğünde, -2020-21 ‘Terlik Devrimi’ eylemleri de seçim ihlalleri iddialarına karşı başlamıştı- bu seçimlerde de öncelikle Batı yanlısı eylemlerin düzenlenmesi bekleniyor. Ancak, Batı yanlısı liberal muhalefetin ‘anlamsız’ olarak nitelendirdiği bu seçimler, Ukrayna’da devam eden savaşla birlikte düşünüldüğünde, her zamankinden daha fazla dikkat çekici.
Ancak bu sefer, Belarus ve Lukaşenko’yla ilgili yeni iddialar da gündeme geldi. Merkezi Varşova’da olan, Belarus muhalefetinin en önemli propaganda araçlarından Nexta başta olmak üzere, muhalif kesimler yeni bir iddiayı öne sürmeye başladı:
“Putin, Belarus’ta darbe yapabilir.”
Belarus’ta Rus yanlısı bir darbe iddiası, Belaruslu muhalif siyasetçi ve eski diplomat Pavel Latuşko tarafından da dile getirildi. Latuşko, Belarus’ta Kültür Bakanlığı ve Polonya Büyükelçiliği gibi görevlerde bulunmuş, 2020 Belarus protestolarının ardından muhalefet saflarına katılmış ve şu anda ‘sürgünde’ yaşayan bir siyasetçi.
Latuşko’nun “Rusya yanlısı generaller Kremlin’den böyle bir emir alırlarsa gerçek bir darbe gerçekleştirebilirler” ifadeleriyle kastettiği askeri liderler ise, Belarus askeri bürokrasisi içerisinde uzun süredir ‘Rusya yanlısı lobi’ olarak tanımlanan, Belarus Güvenlik Konseyi Devlet Sekreteri Korgeneral Aleksandr Volfoviç, Belarus İçişleri Bakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanlığı Ana Müdürlüğü (OMON) Komutanı -ki OMON, muhalefet eylemlerini bastırmak için kullanılan en aktif askeri birlik- Tümgeneral Mikhail Karpenkov ve Belarus Savunma Bakan Yardımcısı, Genelkurmay Başkan Yardımcısıdır ve askeri strateji ve operasyonlardan sorumlu Tümgeneral Pavel Muraveyko.
İddialara göre, bu isimlerin önderliğinde, Belarus’ta Lukaşenko’ya karşı ‘Putin yanlısı bir darbe’ yapılabilir.
Bu noktada, Belarus siyasetinde son iki ayda yaşanan önemli gelişmeleri tekrar hatırlamakta fayda var.
ABD’nin ‘iç karışıklık’ uyarısı
ABD Dışişleri Bakanlığı, Aralık 2024’te Belarus’ta bulunan vatandaşlarına ülkeyi ‘derhal terk etmeleri’ çağrısında bulundu. Mevcut koşullar nedeniyle ülkede kalmanın ciddi riskler taşıdığını belirten Bakanlık ayrıca, vatandaşlarından Belarus’a seyahat etmemelerini de istedi. Bakanlığın ‘Belarus makamlarının yerel yasaları keyfi bir şekilde uygulaması’, ‘tutuklanma riski’, ‘Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşını kolaylaştırmaya devam etmesi’ gibi sık tekrar ettiği tespitlerinin yanında bir diğer dikkat çekici olan gerekçe ise, ‘iç karışıklık potansiyeli’ ifadesiydi.
Zelenskiy’in Belarus açıklaması
Ukrayna lideri Zelenskiy ise, Putin ile herhangi bir müzakereye girişmeyeceğini bir kez daha vurguladığı mesajında, Moldova ve Gürcistan’da ‘direnenlere’ gönderdiği selamın ardından “Eminim bir gün hepimiz ‘Yaşasın Belarus!’ diyeceğiz diyerek beklentilerini, Rus yanlısı kaynaklara göre ise ‘planlarını’ açıklamış oldu.
Son olarak, Litvanya yönetimi, ülkenin güneybatısında Belarus sınırında bulunan askeri eğitim sahasını 8 haftalık bir kurs için Ukraynalı askerlere tahsis etti.
Rusya/Belarus kaynakları ne diyor?
Rusya ve Belarus yanlısı kaynaklar ise, muhalif çevrelerce dile getirilen ‘Putin yanlısı darbe’ söyleminden de önce, Joe Biden yönetiminin ‘giderayak’ ortalığı karıştıma planı ve seçimler öncesinde Belarus’ta renkli devrim/darbe girişimi olduğu görüşünde.
Belarus devlet televizyonu ONT’nin haberine göre Polonya, Litvanya ve Ukrayna’dan silahlı gruplar, Belarus muhalefetiyle birlikte planlanan bir operasyon kapsamında Belarus’un güneybatısındaki dört bölgeye saldırmayı planlıyor. Kanalın araştırmasına göre, Belarus’a önce milliyetçi çeteler saldıracak, ardından paralı askerler ve NATO güçleri getirilecek.
ONT’ye göre ayrıca, bu operasyon Rusya’nın Bryansk ve Kursk bölgelerinde test edildi. Bu bölgelere düzenlenen saldırılar ‘vur-kaç’ prensibine göre yapılıyordu. Kanal, aynı taktiğin Belarus’ta da uygulanabileceğini iddia ediyor.
Belarus basını, Ukrayna’dan gelecek asıl vurucu gücün, halihazırda Ukrayna ordusu saflarında yer alan sağcı ‘Belarus Gönüllü Kolordusu’, Kalinovski ve paralı askerlerden oluşacağını ve Belarus’a Brest bölgesinden saldırmayı planladıklarını varsayıyor.
Aynı zamanda, Belarus ve Rusya’dan çok sayıda haber kaynağı, Minsk başta olmak üzere ülke genelinde 24-25 Ocak tarihlerinden itibaren sokak eylemlerinin başlayacağını iddia ediyor.
Çernobil iddiaları
Belarus/Rusya yanlısı kaynaklar aynı zamanda, Çernobil’e düzenlenecek bir saldırı senaryosuna dikkat çekiyor. Konuyla ilgili yapılan öngörülere göre, Çernobil’de bir patlamanın sahnelenmesinin ardından, Belarus-Ukrayna sınırında Mozır ve Stolin yönünde bir sınır ihlali yapılacak ve bu operasyon, Çernobil saldırısının ardından Rus birliklerinin Belarus’a geldiği bir senaryo altında gerçekleştirilecek. Belarus muhalefeti ise, Batı’ya Belarus’un güneyindeki duruma müdahale etmeleri için çağrıda bulunacak ve nihayetinde, bu senaryo NATO barış gücünün Ukrayna topraklarına konuşlandırmasıyla sonuçlandırılacak. Bu sırada, Belarus’ta ise uyuyan hücrelerin ve sabotajcıların saldırılarıyla bir iktidar değiştirme girişimi gerçekleştirilecek.
Darbeyi yapmaya kim daha yakın?
Belarus içerisindeki güç dengeleri, bahsi geçen lobiler ve darbe olasılığı, gerçekleşmeden tam olarak bilinemeyecek ve bazı başka soruları da beraberinde getiren ihtimaller. Ancak, bütün bunların aynı bir önceki dönemde olduğu gibi seçim ikliminde gündeme getirilmesi, iddianın gerçekliğine dair önemli ipuçları barındırıyor. Öte yandan, Ukrayna savaşı üzerinden ABD liderliğindeki Batı’yla ciddi bir rekabet içine giren ve zorlanma emarelerini çoktan göstermeye başlayan Kremlin’in ise, Belarus gibi bir müttefikini, yeni bir askeri cephe açılmasıyla sonuçlanabilecek bir darbeyle alaşağı etmeyi düşünmesi de pek akla yatkın değil. Lukaşenko ile Putin arasındaki rekabet ise, Ukrayna gündemi nedeniyle -şimdilik- ertelenmiş görünüyor.
Belarus, kendisini çevreleyen ülkelerin özellikle ikisiyle ciddi gerilimlere sahip. Polonya, Belarus muhalefetinin siyasi merkezi konumunda bir ülkeyken, Ukrayna ise, Belaruslu silahlı muhalif grupların askeri üssü konumunda. Dolayısıyla, eldeki veriler ışığında “Belarus’ta ne olacak?” sorusuna aranan yanıt için Rusya’dan önce bu iki ülkeyi dikkatle izlemek gerekiyor.
Lübnan’da yeni dönem
Merz’den Trump’ın savunma harcamaları limitine itiraz
Çin ve Kongo, 50 milyar dolarlık Afrika yatırım taahhüdü için yol haritası hazırlıyor
Sheinbaum’dan Trump’a: ABD’ye neden ‘America Mexicana’ demeyelim?
Güney Kore’deki son ankete göre katılanların %59’u Yoon’un tutuklanmasını istedi
Çok Okunanlar
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Birbiri ardına yaşanan uçak kazaları: Neler oldu?
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
‘Nihai barıştan bahsetmek için henüz erken’
-
ORTADOĞU2 hafta önce
FT, “İsrail öncülüğünde Orta Doğu’nun yeniden şekillendirilmesini” yazdı
-
ORTADOĞU2 hafta önce
HTŞ’nin Şam Valisi Mervan: İsrail ile sorunumuz yok, belki korktukları için Suriye’yi biraz bombalamışlardır
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Yaklaşan mütareke: daha büyüğüne hazırlık – 2
-
AMERİKA2 hafta önce
BYD, “zorla çalıştırma” iddialarının ardından Brezilya’daki taşeronu kovdu
-
ASYA1 hafta önce
Kopuşun yılı: 2024’te KDHC’de neler oldu?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Yaklaşan mütareke: daha büyüğüne hazırlık – 1