Bizi Takip Edin

Diplomasi

Britanya, tarifelerden kaçınmak için ABD’ye teknoloji işbirliği öneriyor

Yayınlanma

Birleşik Krallık’ta Keir Starmer hükümeti, ABD ile daha yakın iktisadi ilişkiler kurma umutlarını ticaret anlaşmasına bağlıyor.

POLITICO’nun aktardığına göre Birleşik Krallık tarafından hazırlanan bir belge, ülkenin teknoloji konusunda bir “iktisadi ortaklık” hedefinin ana hatlarını çiziyor.

Belgede İngiltere, iki ülkenin dünyada trilyon dolarlık teknoloji endüstrisine sahip tek müttefik olduğuna dikkat çekerek, “Batı demokrasilerinin rakiplerini yenmesinin” hayati önem taşıdığını savunuyor.

Londra daha önce yapay zeka, kuantum ve uzay alanlarında ileri misyonları hedeflediğini söylemişti. Belge bu görevler konusunda belirsizliğini koruyor ve ortaklığın ilk aşaması olarak Ar-Ge, yetenek ve tedarik konularında işbirliğinden bahsediyor.

Britanya’nın sunumunda şimdilik gümrük tarifeleri ve düzenlemeler gibi çetrefilli konulara değinilmemesi dikkat çekiyor fakat tarifeler, yüzde 25 çelik ve alüminyum vergilerinin yürürlüğe gireceği çarşamba gününden itibaren gündeme gelebilir. Birleşik Krallık müzakerecileri son dakikada bir muafiyet için baskı yapıyor.

Bu adım aynı zamanda iki ülkenin eski liderleri Rishi Sunak ve Joe Biden’ın Haziran 2023’te imzaladıkları Atlantik Deklarasyonu’nun bazı bölümlerini de yansıtıyor. Bu anlaşmada “dayanıklı, çeşitlendirilmiş ve güvenli tedarik zincirleri oluşturmak ve stratejik bağımlılıkları azaltmak için ortaklık yapma” kararı alınmıştı.

Ne var ki yetkililerin bu yıl bir anlaşmanın yolunu açmasını umdukları son belge çok daha dar kapsamlı ve Trump’a daha uygun; Atlantik Deklarasyonu’nda yer alan temiz enerji ya da sağlık konularında birlikte çalışmaktan söz edilmiyor.

Bu dil, Başkan Yardımcısı JD Vance, Palantir CEO’su Alex Karp ve Beyaz Saray’a bilim ve teknoloji politikası direktörü olarak katılan Scale AI’ın genel müdürü Michael Kratsios da dahil olmak üzere, “Batı demokrasilerinin” teknoloji yarışını kazanması gerektiğinden bahseden ABD yönetimindeki ve yönetime yakın kilit isimleri memnun edecek gibi görünüyor.

Geçtiğimiz ay Starmer ile görüşen Trump, Birleşik Krallık ve ABD’nin bir anlaşmaya varma şansının “çok yüksek” olduğunu söylemişti. Birleşik Krallık’ın Washington Büyükelçisi Peter Mandelson için bu bir öncelik ve Mandelson anlaşmadan “MEGA” (Make our Economies Great Again – Ekonomilerimizi Yeniden Büyük Yap) olarak bahsediyor.

Fakat POLITICO’ya göre Mandelson masaya Trump dostu kısaltmalardan daha fazlasını getiriyor ve ABD’deki kilit karar alıcılarla iyi ilişkiler kurabilecek bir konuma sahip.

Mandelson’ın kurduğu lobi şirketi Global Counsel, Palantir’i müşterisi olarak sayıyor. Palantir’in kurucusu Peter Thiel, Trump’ın ilk destekçilerinden biriydi ve Starmer, Ulusal Güvenlik Danışmanı Jonathan Powell ve Mandelson şubat ayında Alex Karp ile bir araya geldi.

Mandelson atanmadan önce Global Counsel’dan istifa etmiş, fakat ocak ayı sonlarında şirkette hala hissesi olduğu bildirilmişti.

Herhangi bir anlaşmada rol oynayacak olan Vance’in Thiel ile de yakın bağlantıları bulunurken, Kratsios kariyerinin başlarında Thiel’in özel kalem müdürüydü.

Batının teknoloji yarışını kazanmak için birlikte çalışması gerektiği argümanı, Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı bir konuşma da dahil olmak üzere, yakın zamanda İngiltere Teknoloji Bakanı Peter Kyle tarafından da dile getirildi.

Kyle geçen ay BBC’ye verdiği demeçte, “Bu teknolojilerde Batılı liberal demokrasilerin yarışa öncülük etmesi son derece önemli,” demişti.

Birleşik Krallık’ın sunum belgesi bu temayı detaylandırmıyor, ama ABD yönetimine hitap etmeyi amaçlayan bir dil kullanıyor ve “Batı demokrasilerinin” teknoloji yarışını kazanabilmesi için iki ülkenin “güçlü yönlerini” birleştirmekten bahsediyor.

Belgede dijital ticaret anlaşması ya da belirli yatırımlar gibi daha yakın vadeli kazanımlara ilişkin hiçbir şey yok fakat alımları artırarak Birleşik Krallık hükümeti ile ABD’li teknoloji firmaları arasındaki anlaşmalara kapı açıyor. Hem Scale AI hem de Anthropic, teknolojilerini kamu sektörüne satmak için Birleşik Krallık’ta personel istihdam ediyor.

Sektörden bir isim POLITICO’ya İngiltere’nin anlaşmayı hızla sonuçlandırmak istediğini ve her üç alanı da kapsayan ulusal güvenliğin bunun büyük bir parçası olacağını söyledi

Birleşik Krallık yetkilileri anlaşmanın Avustralya, ABD ve Birleşik Krallık arasındaki askeri ittifak olan ve halihazırda yapay zeka, kuantum ve uzay konularında birlikte çalışmayı içeren AUKUS’un üzerine inşa edilmesini istiyor.

Belge, İngiltere’nin teknoloji konusunda ABD ile daha da yakınlaşmaya çalıştığını gösteriyor ki Vance şubat ayında Paris Yapay Zeka Eylem Zirvesinde yaptığı bir konuşmada müttefiklerinden bunu görmek istediğini söylemişti.

Birleşik Krallık, Paris YZ Zirvesi bildirgesini imzalamayı reddederek, YZ Güvenlik Enstitüsünü “güvenlik enstitüsü” olarak yeniden adlandırmış ve YZ mevzuatı planlarını arka plana atarak ABD’ye katılmıştı.

Britanya’nın YZ stratejisi, altyapısını oluşturmak için yabancı yatırıma dayanıyor ve bir hükümet yetkilisi POLITICO’ya ABD’nin bu sermayenin gelebileceği birkaç yerden biri olduğunu söyledi. 

Diplomasi

Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip

Yayınlanma

Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi İcra Direktörü Doç. Dr. Yang Chen, Pekin’in İsrail-İran savaşına dair tutumunu, Çin akademisinin bakışını ve gelişmelerin Çin’in Orta Doğu politikasına etkisini Harici’ye değerlendirdi.

İsrail’in saldırıları sonrası Pekin ilk tepki olarak, “ciddi endişelerini” dile getirdi ve tüm tarafları daha fazla tırmanmayı önlemeye çağırdı.

Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian, cuma günü yaptığı açıklamada, Çin’in İran’ın egemenliği, güvenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik her türlü ihlale ve “gerginliği tırmandıran” eylemlere kararlılıkla karşı olduğunu söyledi.

Lin, “Bölgedeki ani gerginlik artışı kimseye fayda sağlamaz” dedi. “Çin, tüm tarafları, durumun daha da kötüleşmesini önlerken, bölgesel barış ve istikrarı teşvik edecek önlemler almaya çağırıyor” diye ekledi.

Sözcü, Çin’in krizi yatıştırmada “yapıcı bir rol” oynamaya hazır olduğunu da vurguladı.

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de, İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ve İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar ile telefon görüşmeleri yaptı. İsrail’in ‌İran’a yönelik saldırılarını kınayan Wang Yi, uluslararası toplumun İran nükleer meselesinin siyasi yollardan çözülmesi için çaba gösterdiği bir dönemde, bu saldırının “kesinlikle kabul edilemez” olduğunu söyledi. “Sorunların çözümü için ‌diplomatik kanallara dönülmesi‌” çağrısı yaptı.

Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi İcra Direktörü, Doç. Dr. Yang Chen, Pekin’in İsrail-İran savaşına dair tutumunu, Çin akademisinin bakışını ve gelişmelerin Çin’in Orta Doğu politikasına etkisini Harici’ye değerlendirdi.

‘Pekin yapıcı rol oynamaya istekli’

Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian’ın açıklamalarını hatırlatan Yang Chen, Çin’in İsrail’in İran’a saldırısından derin endişe duyduğunu ve bu tür eylemlerin doğurabileceği ciddi sonuçlardan dolayı son derece kaygılı olduğunu belirtti. Çin’in, İran’ın egemenliğinin, güvenliğinin ve toprak bütünlüğünün ihlal edilmesine karşı olduğunu söyleyen Yang, ayrıca çatışmaların tırmanmasına ve gerilimin artmasına da karşı olduğunu ifade etti.

Çin’in, ilgili tüm tarafları, bölgesel barış ve istikrarı teşvik etmeye yönelik daha fazla çaba göstermeye ve gerilimi daha fazla artırmaktan kaçınmaya çağırdığını ve durumun hafifletilmesini teşvik etmek için yapıcı bir rol oynamaya istekli olduğunu kaydetti.

‘İran renkli devrim tehdidiyle karşı karşıya’

Çinli akademisyenlerin bakış açısından ise, Orta Doğu’daki temel çelişkinin artık Suudi Arabistan ile İran arasındaki önceki çatışmadan İsrail ile İran arasındaki çatışmaya kaydığını ifade etti.

Trump’ın göreve başlamasından sonra, İsrail ile İran’ın liderlik ettiği “direniş ekseni”ni arasındaki kuşatma ve karşı-kuşatma mücadelesinin tırmanmaya devam ettiğini belirten Yang, “İsrail karşıtı birlik cephesi ile İran karşıtı birlik cephesi arasındaki mücadele şiddetlenecek” değerlendirmesini yaptı.

İran’ın büyük bir “renkli devrim” tehdidiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayan Yang Chen, “Bu saldırıda, İran’ın sertlik yanlıları hedef alınıp ortadan kaldırıldı ve bu durum İran’ın etkisine ağır bir darbe vurdu. Eğer İran, İsrail saldırısına karşı kararlı bir şekilde misilleme yapmazsa, gelecekte daha tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalmasından ve bölgesel etkisinin ciddi şekilde zayıflamasından, hatta rejimin istikrarının bile tehlikeye girmesinden endişe edilmektedir” ifadelerini kullandı.

‘Çin İran’da istikrardan yana’

Çin’in Orta Doğu politikasının her zaman istikrar ve sürekliliğini koruduğunu ve dramatik değişikliklere rağmen temelden değişmeyeceğini söyleyen Yang, İran’ın Pekin için önemini ise şöyle anlattı: “İran, Çin için stratejik öneme sahip bir ülkedir. İran, Avrasya’nın merkezindedir, Kuşak ve Yol Girişimi’nin önemli bir merkezidir, Çin’in enerji kaynaklarının önemli bir kaynağıdır ve Orta Asya’daki istikrarın korunması ve Sincan’ın güvenliğinin sağlanması için önemli bir güvencedir”.

Bu sebeple Pekin’in, İran’ın istikrarlı kalmasını istediğini belirten Yang, “Çin, İran’ın ABD ve Batı tarafından baskı altına alınmasını istemez, ayrıca İran’ın ABD ve Batı’ya yönelmesini de istemez” değerlendirmesini yaptı.

İran’ın iç ve dış meselelerde büyük zorluklarla karşı karşıya olduğuna da dikkat çeken Yang, bu zorlukları şöyle sıraladı:

  1. Ekonomik durgunluk

“İlk olarak, İran’da ekonomik gelişme durgundur. 2024 yılında İran’ın gayri safi yurtiçi hasılası 434,2 milyar dolardı (bu rakam Çin’in Şensi Eyaleti’nin ekonomik büyüklüğüne eşdeğerdir); bu rakam 2008’den 2017’ye kadar olan on yıllık dönemdeki seviyesine hâlâ ulaşmamış ve 2011’deki zirve değeri olan 625,4 milyar dolardan oldukça uzaktadır. Kişi başına düşen GSYİH yaklaşık 4500 dolardır (İsrail’in kişi başı GSYİH’sı olan 52.261 doların sadece 1/12’si kadardır); bu durum İran halkının memnuniyetsizliğine neden olmuştur. Ekonomik durgunluk, İran’ın “direniş ekseni”ne güçlü destek sağlamasını da engellemektedir.”

  1. Nükleer pazarlık

“İkinci olarak, İran’da siyasi değişimler yaşanmıştır ve ılımlı bir cumhurbaşkanı göreve gelmiştir. 30 Temmuz 2024’te İran’ın yeni cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan yemin ederek göreve başladı. Ilımlı bir cumhurbaşkanı olan Pezeşkiyan, 2024 Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılımı sırasında, ülkesinin uluslararası ilişkilerinde “yapıcı” bir sayfa açma umudunu dile getirdi ve İran’ın “nükleer programı konusunda Batı ile diyaloğa hazır olduğunu” vurguladı. Bu durum da İran’ın Batı ile müzakereye ve “İran nükleer anlaşması”nı yeniden müzakere etmeye niyetli olduğunu göstermektedir. Ancak “direniş ekseni”nin zayıflamasıyla birlikte İran’ın Batı’dan yaptırım muafiyeti elde etme konusundaki pazarlık gücü azalmıştır.”

  1. Ulusal güvenlik

“Üçüncü olarak, İran’daki iç güvenlik durumu endişe vericidir. Son yıllarda İsrail, İran’da art arda suikastlar düzenlemiştir; bu suikastlara İran’ın kıdemli nükleer fizikçisi Muhsin Fahrizade, İran Devrim Muhafızları lideri Kasım Süleymani ve İran Devrim Muhafızları İstihbarat Yetkilisi Muhammed Akiki dahildir. Mayıs 2024’te İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Temmuz 2024’te Hamas lideri İsmail Haniye, İran’ın başkenti Tahran’da suikasta uğradı ve daha sonra bu olaydan İsrail resmi olarak sorumlu olduğunu kabul etti. Bu durum, İsrail ve ABD istihbarat teşkilatlarının İran’ın ulusal güvenlik sistemine tamamen sızdığını ve İran’da diledikleri gibi hareket edebildiklerini, istedikleri kişilere suikast düzenleyebildiklerini göstermektedir. İran’ın ulusal güvenliği, kendi cumhurbaşkanının, üst düzey askeri komutanlarının, önemli bilim insanlarının, üst düzey istihbarat yetkililerinin ve yabancı misafirlerin hayatlarını koruyamamıştır.”

İran’ın şu anda büyük zorluklarla karşı karşıya olduğunu vurgulayan Yang Chen, ancak buna rağmen Tahran’ın ayakta kalabilmesi için “büyük güçlerden ve zorluklardan korkmayan” bir tutum sergilemesi gerektiğini belirtti.

Yang’a göre İran, bölgesel etkisini kanıtlayabilirse ve kararlı şekilde Amerikan ve İsrail karşıtı tutumunu gösterebilirse, daha fazla dış destek elde edebilir.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Eski CIA analisti Johnson: İsrail, ateşkes görüşmesini pusu kurmak için kullandı

Yayınlanma

Eski CIA yetkilisi Larry Johnson, ABD’nin İsrail’in İran’a yönelik saldırısından tamamen haberdar olduğunu ve bu konuda “hiçbir şey bilmiyorduk” şeklindeki açıklamaların “saçmalık” olduğunu belirtti. Johnson, İsrail’in ateşkes teklifi görüşmelerini üst düzey yetkililere pusu kurmak için kullandığını iddia ederek, ne İsrail’e ne de ABD’ye müzakerelerde güvenilemeyeceğini vurguladı.

Eski CIA yetkilisi Larry Johnson, İsrail’in İran’a yönelik saldırısının ABD’nin tam bilgisi ve iştirakiyle gerçekleştirildiğini belirterek, Washington’un saldırıdan haberi olmadığı yönündeki iddiaları “saçmalık” olarak nitelendirdi. Johnson, İsrail’in büyük bir başarıya ulaştığına dair çıkan haberlerin de gerçeği yansıtmadığını ifade etti.

Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “Nükleer Savaşa Giden Yolu Reddetmeliyiz” başlıklı çevrim içi panelde değerlendirmelerde bulunan Johnson, İran’ın hava savunma sistemlerinin başarısız olduğu ve İsrail’in büyük bir zafer kazandığı yönündeki haberlerin doğru olmadığını kaydetti.

Bu durumu, Ukrayna’nın Rusya’ya yönelik saldırılarında ilk başta büyük hasar verildiği yönünde çıkan ancak daha sonra hasarın sınırlı olduğunun anlaşıldığı olaylara benzeten Johnson, “Bu yüzden başlangıçta görünen kadar kötü değildi,” değerlendirmesinde bulundu.

‘Trump, İranlı yetkililerin ölümünü kutluyor’

Saldırının ABD’nin tam bilgisi ve katılımıyla yapıldığını vurgulayan Johnson, Donald Trump’ın New York Post‘a verdiği demeçlere dikkat çekti. Johnson, Trump’ın, “İsrail’in saldıracağını biliyordum. Her şeyi biliyordum,” dediğini aktardı. Johnson ayrıca Trump’ın, “Son zamanlarda muhatap olduğumuz İran hükümet yetkililerinin çoğu artık öldü,” diyerek bu durumu kutladığını belirtti.

Johnson, ABD’nin saldırıdan haberi olmadığı yönündeki açıklamaları eleştirerek, “Amerika şu an bu oyunu oynuyor: ‘Bu konuda hiçbir şey bilmiyorduk.’ Trump aynı şeyi Putin’e de yaptı. Bu saçmalık,” ifadelerini kullandı.

‘İsrail, ateşkes görüşmesini pusu için kullandı’

Johnson, İsrail’in güvenilmez bir aktör olduğunu ve müzakereleri kötüye kullandığını iddia ederek şok edici bir suçlamada bulundu. Johnson, “Hassan Nasrallah öldü. Diğer üst düzey Hizbullahçılarla bir ateşkes teklifini görüşmek üzere bir aradaydı. Ve bu ateşkes teklifini, onları pusuya düşürmek için kullandılar. Burada ortaya çıkan bir davranış kalıbı var. İsrail’e hiçbir tür müzakerede güvenilemez. Ayrıca, ABD’ye de,” dedi.

ABD, ‘herkesi her yerde vurabiliriz’ mesajı verdi’

Çatışmanın hâlen devam ettiğini, füzelerin uçuştuğunu ve en az 10 farklı şehir ile nükleer tesislerin hedef alındığını belirten Johnson, medyanın yer altındaki nükleer ve füze tesislerinden bahsetmediğini söyledi.

Johnson, bu saldırıyla ABD’nin dünyaya bir mesaj verdiğini ifade ederek, “Amerika şimdi başarılı bir ilke oluşturdu: ‘Herkesi, her yerde, sahip olduğumuz her şeyle vurabiliriz.’ Bu ilke ve mesaj gönderilmiştir,” diye konuştu. Johnson, sözlerini şöyle tamamladı:

“Özellikle Arap ve Müslüman dünyası bir araya gelip bununla yüzleşmez ve bir strateji çizmeye başlamazsa, bu durum devam edecektir.”

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Bhadrakumar: Asıl sorun İran’ın nükleer programı değil, İsrail’in bölgedeki hakimiyeti

Yayınlanma

Eski Hint diplomat M.K. Bhadrakumar, İran ile yaşanan krizin nükleer silahlanma meselesi olmadığını, asıl sorunun İsrail’in ABD ve Avrupa destekli bölgesel hakimiyetini sürdürme çabası olduğunu belirtti. Bhadrakumar, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ndan (NPT) ayrılmaya zorlanmasının en büyük tehlike olacağını vurgulayarak, diplomasi için hâlâ bir yol olduğuna inandığını söyledi.

Hindistan’ın eski diplomatlarından M.K. Bhadrakumar, İran ile İsrail arasında yaşanan gerilimin temelinde, Tahran’ın nükleer silah geliştirme ihtimalinin değil, İsrail’in bölgesel hakimiyetini sürdürme arzusunun yattığını ifade etti.

30 yıllık diplomatik kariyeri boyunca İran ile yakın temaslarda bulunduğunu belirten Bhadrakumar, en büyük korkusunun, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı (NPT) terk etmeye zorlanması olduğunu dile getirdi.

‘Asıl sorun İsrail’in bölgedeki hakimiyeti’

Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “Nükleer Savaşa Giden Yolu Reddetmeliyiz” başlıklı çevrim içi panelde konuşan Bhadrakumar, mevcut durumun İran’ın nükleer programından kaynaklandığına inanmadığını belirterek, “Bu bütün sorun burada. Aslında bu, İran’ın nükleer silahlar yarattığına inanmadım. Sonuç olarak, bugün biz neredeyiz? İsrail’in güvenliği hakkında. İsrail dünyanın büyük bir silah kuvvetidir. Dünyanın en büyük silah devletidir ve bu pozisyon, ABD ve Avrupa hükümetlerinin birleşikliğiyle sağlanmıştır,” değerlendirmesinde bulundu.

İran’ın NPT’ye taraf olduğunu ve uluslararası denetimlere açık olduğunu hatırlatan Bhadrakumar, sorunun jeopolitik olduğunu vurguladı. Bhadrakumar, “Sorun, jeopolitik olarak İsrail’in Orta Doğu bölgesinin sürekli domine edilmesi yolunu açmasıdır. Bence bu kriz için ayrıca şiddetli bir sorumluluk var,” dedi.

‘İran’ı NPT’den çıkmaya zorlamak en büyük tehlike’

2015 yılında imzalanan ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak bilinen nükleer anlaşmaya dikkat çeken Bhadrakumar, İran’ın bu anlaşma kapsamında nükleer programını ciddi şekilde sınırlandırdığını ve kapsamlı denetimlere izin verdiğini söyledi.

Bhadrakumar, “Benim büyük korkum, İran’ın NPT’yi bırakmak için bir adım atabileceğidir. Bu benim en büyük sorunumdur,” ifadelerini kullandı.

30 yıl boyunca İranlı siyasi elitlerle iletişimde olduğunu aktaran Bhadrakumar, “İran’ın nükleer yetenekleri hakkında haklarından vazgeçeceğine dair çok az olasılık görüyorum. Bu şanssızlık bugünlerde bile tekrar edilmiştir,” diye konuştu.

‘Bölgedeki hareketler İran’ın icadı değil’

Bhadrakumar, Hamas ve Hizbullah gibi hareketlerin İran tarafından yaratılmadığını, bu yapıların bölgedeki çözülmemiş sorunların, özellikle de Filistin meselesinin doğal bir tezahürü olduğunu savundu. Bhadrakumar, konuyla ilgili şunları söyledi:

“Hamas, Hizbullah, bunların hepsi, bölgedeki doğal haklardan ve bölgenin sahip olduğu bir durumdan oluşan manifestasyonlardır. İran, paradoksal olarak bu grupların kendilerini ılımlılaştırması için etki edebilecek bir konumdadır ve eğer bir çözüm mümkün olacaksa tüm sorunlar için bir taraf olmalıdır.”

‘Diplomasi için hâlâ umut var’

Tüm olumsuzluklara rağmen diploması için hâlâ bir yol olduğuna inandığını belirten Bhadrakumar, Rusya’nın bölgedeki etkisine dikkat çekti. Rusya, Çin ve İran arasında Batı’ya karşı katı bir blok olduğu fikrini reddeden eski diplomat, bu ülkelerin kendi stratejik özerkliklerini koruduğunu belirtti.

Bhadrakumar, “Rusya’nın İran’da büyük bir nüfuzu var. Bu ülkeler kendi yollarındalar, stratejik otoritelerini kutladılar. Bu yüzden buna inanmıyorum. Ama aynı zamanda Rusya ve İran arasında bir birleşiklik var,” değerlendirmesini yaptı.

Son olarak Bhadrakumar, Rusya’nın geçmişte İran’ın uranyum zenginleştirme fazlasının kendi topraklarında depolanmasını içeren bir konsorsiyum önerdiğini hatırlatarak, bu tür çözümlerin hâlâ mümkün olabileceğini sözlerine ekledi.

İran’la savaş kapıda mı?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English