Bizi Takip Edin

Ortadoğu

Dürzi ve Kürt örgütler federasyonda ısrarcı

Yayınlanma

Andulhakim Beşar

Suriye’de HTŞ liderliğindeki yeni yönetim, ülkedeki azınlık liderleriyle görüşmelere devam ederken silah bırakmayan Dürzi bölgesi Süveyda’da ve Kürtlerin bulunduğu bölgelerde temsilciler federasyon talep ediyor.

Geçen hafta Şam’dan gelen askeri konvoyu bölgeye almayan ve silah bırakmayı reddeden Süveyda’daki yerel gruplar “Silah bırakma konusunu konuşmak için çok erken” olduğu görüşünde. Süveyda Operasyon Odası komutanlarından Şeyh Mervan el-Rızk, Rudaw’a yaptığı açıklamada bölgedeki silahlı yerel güçleri “birleşik bir operasyon odasında” toplamaya çalıştıklarını söyledi. “Biz burada Süveyda vilayetinde ademi merkeziyeti tercih ediyoruz” diyen Rızk, ademi merkeziyetin Suriye’den ayrılmak anlamına gelmediğini “her ülkenin merkez ile bağlantılı olarak kendini yönetmesi anlamına geldiğini” ifade etti.

“Eğer Suriye’nin yeni yönetimi ademi merkeziyeti kabul etmezse, sizin tutumunuz ne olacak” sorusu üzerine Rızk özetle şunları söyledi: “Şam yönetimi kendi şeriatını bize dayatamaz, yönetimin böyle bir yetkisi yok. Biz özgürüz ve vatanseveriz, kimse vatanseverlik konusunda bizimle rekabet edemez. Biz Süveyda vilayetinde, bu yüksek dağda Mısırlı İbrahim Paşa’ya karşı savaştık ve yenildik, Türklerin saldırısına karşı savaştık ve bize milletlerin asileri denildi, Fransızlara karşı savaştık ve onları yendik, ülkemizi kurtardık. Hepimiz bu vatanda ortağız, ben Suriye’nin her karış toprağının sahibiyim ve bu her Suriyelinin hakkıdır.”

Süveyda’daki yerel örgütler Esad’ın yönetiminin devrilmesi sırasında HTŞ’den önce Şam’a ilk giren silahlı gruplardan biri olmuştu. Buna atıf yapan Rızk, “Şam’a yardım elimizi uzattık, şu anda Şam’da kimin olduğunu biliyoruz. Şu anda Şam’daki bu yönetimi, onun oluşturduğu geçmişi, nereden geldiğini, neyi temsil ettiğini ve ne yaptığını biliyoruz. Onlar bizim görüşümüzde gizli değiller, eski yönelimlerinin ne olduğunu biliyoruz, ancak şimdiki yönelimleri için söz ve eylem istiyoruz, sözlerin eylemlerle uyuşmasını istiyoruz” ifadelerini kullandı.

İsrail işgaline karşı çıkmadı

Dürzi bölgesi ile ilgili bir tartışma da İsrail’in Dera’ya kadar olan Suriye topraklarını işgal etmiş olması. Şeyh Mervan el-Rızk “Bazı taraflar sizi İsrail güçlerinin Suriye topraklarının derinliklerine daha fazla girmesini istediğiniz iddiasıyla suçluyor, bu doğru mu” sorusu üzerine, “Biz vatanseveriz, bu Suriye vatanının bir parçası olmayı tercih ediyoruz ve biz bu Suriye halkının bir parçasıyız, tercih ettiğimiz budur” dedi.

Muhabirin ısrarla aynı soruyu sorması üzerine Rızk şunları söyledi: “Açık bir cevap vereyim; eğer bir gün burada Suriye’de bir devlet kurulur ve tüm Suriyeliler bunu onaylar ve bu devlet İsrail devletiyle barış için elini uzatırsa, bizim barışa karşı hiçbir engelimiz yok. Barış için herkese elimizi uzatıyoruz, ancak uluslararası anlaşmalar çerçevesinde ve Birleşmiş Milletler ve insan hakları aracılığıyla uluslararası standartlar çerçevesinde olması gerekiyor.”

ENKS: Suriye’nin geleceği federalizm

Suriye’nin kuzeyinde de YPG’den sonra en örgütlü Kürt örgütü olarak ve KDP’ye yakınlığı ile bilinen yakın Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) de federasyon talep ediyor.

Türkiye ile iyi ilişkileri bulunan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun (SMDK) da bir parçası olan ENKS Temsilcisi Abdulhakim Beşar, “Suriye’nin geleceği federalizmdir” dedi.

Rudaw’ın sorularını yanıtlayan Beşar, “Şam’ın yeni yönetimi Rojava için federasyonu kabul ediyor mu” sorusu üzerine “Şu anda, yönetim tek başına bu kararı vermiyor ama Suriye’nin yeni bir anayasası olacak. Bu yönetim 2254 sayılı kararı kabul etmiyorum diyordu ama şimdi bu kararın özünü kabul ettiğini söylüyor ki anayasa, tüm Suriyelilerin katılımıyla oluşturulacak maddelerinden biridir ve biz Suriye Kürtleri olarak diğer milletlerle birlikte katılacağız ve Suriye halkı geniş bir diyalogla gelecekteki Suriye’nin şekli konusunda bir sonuca varacak. O zaman tüm Suriye için iyi olacak. Federasyon talebini müzakere masasına koyacağız” dedi.

Suriye halkının federalizm kelimesinden korktuğunu ancak içerik olarak federalizmi savunduklarını ve istediklerini iddia eden Beşar, “Birçok güçle görüşmeler yaptım, onlar da federasyonun aynı içeriğinden bahsediyorlar ama bu isimden korkuyorlar. Nedenini bilmiyorum. Ama federasyonun Suriye’yi zayıflatmak değil güçlendireceğine ve federasyonun Kürtlerin Suriye’ye daha çok bağlanmasını sağlayacağına dair onlarda inanç oluşturmaya çalışacağız” ifadelerini kullandı.

“Suriye’nin gelecekte merkezi mi yoksa merkezi olmayan bir yapıda mı olacağına inanıyorsunuz” sorusu üzerine Beşar, “Gözlemlerime ve görüşmelerime göre, Suriye’nin geleceğinin federal olduğunu görüyorum. Dürziler kendi kendilerini yönetmek istiyor. Aleviler de aynı şekilde, ayrıca Dera halkı da. Biz Kürtler de kendimizi yönetmek istiyoruz. Suriye’nin geleceği için önemli bir rolü olan büyük bir halktır. Şimdiki yönetim federasyona karşı olduklarını söylüyor ama tek başlarına karar vermiyorlar, Suriye halkı kendisi karar veriyor. Suriye’nin geleceği federaldir” dedi.

Ortadoğu

Trump’ın Ankara ve Şam’daki jokeri: Thomas Barrack kimdir?

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump’ın yakın dostu ve milyarder yatırımcı Thomas J. Barrack, Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olarak atandı. Barrack, geleneksel diplomatik süreçler yerine sonuç odaklı ‘olay diplomasisi’ yaklaşımıyla Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına öncülük ederken, Türkiye ile F-35/S-400 krizinin çözümünü ve Lübnan’da Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını hedefliyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın en güvendiği isimlerden biri olan milyarder yatırımcı Thomas J. Barrack, hem ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi hem de Suriye Özel Temsilcisi olarak yürüttüğü çifte görevle Orta Doğu’da alışılmışın dışında bir diplomatik misyon yürütüyor.

Kırk yılı aşkın finans, hukuk ve hükümet tecrübesini, özellikle Orta Doğu’daki derin ticari bağları ve Başkan Trump ile olan ‘şahsi dostluğuyla’ birleştiren Barrack, Amerika’nın bölgedeki politikasını yeniden şekillendirmek için sonuç odaklı ve “olay diplomasisi” olarak adlandırdığı bir yaklaşım benimsiyor.

Barrack, Mart 2025’te Başkan Trump tarafından Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği’ne aday gösterildi ve Nisan 2025’te Senato’dan onay alarak 14 Mayıs 2025’te resmi olarak görevine başladı. Bu atamadan kısa bir süre sonra, 23 Mayıs 2025’te, Ankara’daki büyükelçilik görevini sürdürürken aynı zamanda ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi olarak atandı.

Ankara’da yeni dönem: F-35 ve S-400 krizi çözülüyor mu?

Barrack, Ankara’daki görev süresi boyunca Türkiye’nin hak ettiği değeri her zaman görmediğini düşündüğü önemli bir bölgesel aktör ve NATO müttefiki olduğunu sık sık vurguladı.

İki ülke arasındaki güveni yeniden tesis etmek için Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki güçlü kişisel ilişkilere güvendiğini belirtti.

Barrack, NATO zirvesinde Erdoğan’ın Trump’ın yanında durduğu bir anı anlatırken, Trump’ın kamuoyundaki imajının aksine “aslında tatlı, nazik ve kibar” olduğunu ve iki liderin “gerçekten birbirlerinden hoşlandıklarını” ifade etti.

En somut diplomatik girişimlerinden biri, Ankara’nın Rus S-400 hava savunma sistemini almasıyla başlayan ve Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasına ve CAATSA yaptırımlarına yol açan krizi çözme taahhüdü oldu. Barrack, bu anlaşmazlığın 2025 sonuna kadar çözülebileceğine inandığını kamuoyuna açıkladı.

Trump ve Erdoğan’ın diplomatlarına bir çözüm bulmaları için talimat vereceğini ve ABD Kongresi’nin de “akıllı bir çözümü” destekleyeceğini söyledi.

Barrack, “Beş yıldır tartışılan tüm bu konular; F-35’ler, F-16’lar, S-400’ler, yaptırımlar, gümrük vergileri… Yeter artık,” diyerek taraflara bu meseleleri bir kenara bırakma çağrısında bulundu.

Şam’da ‘olay diplomasisi’: Yaptırımlar kalktı, 7 milyar dolarlık anlaşma imzalandı

Barrack’ın Suriye Özel Temsilcisi olarak atanması, Washington’un Esad rejiminin Aralık 2024’te düşmesinin ardından Suriye politikasında önemli bir değişikliğe gittiğinin sinyalini verdi.

Trump yönetiminin yeni politikası, geçmişteki “ulus inşası” çabalarından uzaklaşarak yaptırımların kaldırılması, ekonomik yeniden yapılanma ve istikrarın sağlanmasına odaklanıyor.

Barrack, bu yaklaşımı “süreç diplomasisi” yerine olay diplomasisi olarak tanımlıyor ve “icraat ve sonuçlara” öncelik verildiğini belirtiyor.

Bu politikanın ilk adımı, Başkan Trump’ın 14 Mayıs’ta “Suriye’ye yönelik yaptırımları yırtıp atma” kararıyla atıldı.

Hemen ardından Hazine Bakanlığı, 23 Mayıs’ta Suriye’ye yönelik kapsamlı yaptırımları kaldıran bir genel lisans yayımladı ve Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımlara 180 günlük bir muafiyet tanındı.

Barrack, bu süreci yönetmek için Suriye’nin geçici Devlet Başkanı Ahmed eş-Şaraa ile 24 Mayıs’ta İstanbul’da, 29 Mayıs ve 9 Temmuz’da ise Şam’da bir araya geldi.

Bu görüşmelerin somut bir sonucu olarak, 29 Mayıs’ta Suriye ile Katarlı, ABD’li ve Türk şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum arasında 7 milyar dolarlık bir enerji anlaşması imzalandı.

Aynı zamanda, yenilenen diplomatik ilişkilerin bir sembolü olarak Şam’daki ABD Büyükelçiliği rezidansı yeniden açıldı.

Masadaki zorlu başlıklar: SDG entegrasyonu ve Hizbullah’ın silahsızlandırılması

Ekonomik cephede kaydedilen ilerlemeye rağmen, askeri güçlerin entegrasyonu gibi konularda önemli zorluklar devam ediyor. Barrack, Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) yeni Suriye ordusuna entegrasyonu için yapılan görüşmelerde aktif rol alıyor.

Fakat en büyük anlaşmazlık, SDG’nin yeni ordu içinde bir bütün olarak mı kalacağı, yoksa üyelerinin bireysel olarak mı dağıtılacağı konusunda yaşanıyor.

Barrack, bunun büyük bir sorun olduğunu kabul ederek, taraflar arasında güven inşa etmenin gerekliliği nedeniyle ilerlemenin “bebek adımlarıyla” gerçekleştiğini belirtti.

Barrack’ın diplomatik çabaları Lübnan’a da uzandı. Bu hafta Beyrut’u ziyaret ederek, ABD’nin Hizbullah ve diğer silahlı grupların silahsızlandırılmasını amaçlayan önerisine Lübnan hükümetinin verdiği yanıtı aldı.

Barrack, yedi sayfalık yanıttan “inanılmaz derecede memnun kaldığını” söylese de yanıtın detayları kamuoyuna açıklanmadı. ABD’nin önerisinin, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını Lübnan için ekonomik reformlara ve İsrail’in ülkedeki askeri operasyonlarını sona erdirmesine bağladığı bildiriliyor.

Barrack, Lübnan için “tek ulus, tek halk, tek ordu” hedefini yineleyerek, Başkan Trump’ın somut ilerleme olmadan müzakerelere devam etme “sabrı olmadığını” savundu.

Lübnan kökenli bir emlak devinin portresi

28 Nisan 1947’de Kaliforniya’da doğan Thomas Joseph Barrack Jr., Lübnan’ın Zahle kentinden göç eden Katolik bir ailenin torunu.

Bu mirasına diplomatik temaslarında sık sık atıfta bulunuyor. Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde hukuk eğitimi aldıktan sonra kariyerine bir finans avukatı olarak başladı. 1972’de Suudi Arabistan’a gönderildi ve burada bir Suudi prensle yakın ilişkiler kurdu. 1982’de Başkan Ronald Reagan tarafından İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olarak atandı.

Hükümet hizmetinin ardından finans sektörüne dönen Barrack, 1990 yılında, daha sonra DigitalBridge’e dönüşecek olan küresel özel sermaye şirketi Colony Capital’ı kurdu.

Şirket, onun liderliğinde dünya çapında 200 milyar dolardan fazla sermaye yatırımı yaparak dünyanın en büyük gayrimenkul yatırım firmalarından biri haline geldi. Bu kariyeri boyunca, özellikle Orta Doğu’daki yatırımcılar ve hükümetlerle geniş bir küresel ilişki ağı kurdu.

Trump ile dostluğu ve geçmişteki hukuki süreçler

Barrack’ın Donald Trump ile on yıllara dayanan yakın bir dostluğu bulunuyor. Trump’ın 2016 başkanlık kampanyasında kıdemli danışman olarak görev yaptı ve seçimlerin ardından 58. ABD Başkanlığı Yemin Töreni Komitesi’nin başkanlığını yürüterek 100 milyon dolardan fazla bağış topladı.

Ancak bu yakın ilişkiler ve özellikle BAE ile olan bağlantıları, hukuki sorunları da beraberinde getirdi. Temmuz 2021’de yabancı bir hükümet adına kayıtsız ajanlık yapma suçlamasıyla tutuklandı.

Ancak Kasım 2022’de tüm suçlamalardan beraat etti. Daha önce de Trump’ın ilk döneminin son günlerinde, 2019’daki “üniversiteye kabul skandalı” ile ilgili olarak başkanlık affından yararlanmıştı.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Tom Barrack: Şam yönetimi ile SDG arasındaki anlaşmazlık aşılamadı

Yayınlanma

PKK’dan bir grubun yarın silah bırakması beklenirken, Suriye’deki yeni merkezi yönetim ile ülkenin kuzeydoğusunu ABD desteği ile kontrol eden Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında dün yapılan görüşmelerde çıkmaz aşılamadı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Şam’da kendisinin de katıldığı toplantıların ardından Şam’daki geçiş hükümeti ile Kürtlerin entegrasyon konusunda hâlâ anlaşamadıklarını söyledi.

Suriye’de Beşar Esad yönetimini devirerek geçiş hükümeti kuran Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ile SDG arasında 8 Mart’ta bir entegrasyon anlaşması imzalanmıştı. Anlaşmada Kürtler Suriye’nin “asli bir unsuru” olarak nitelenirken, SDG’nin ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki siyasi kurumların yıl sonuna kadar merkezi orduya ve yönetime entegre edilmesi öngörülüyordu. Türkiye ve Irak sınırındaki geçişlerin yanı sıra ülkenin kuzeydoğusundaki havalimanlarının, petrol sahalarının ve IŞİD’lilerin tutulduğu kampların da merkezi yönetime devredilmesi planlanıyordu.

Görüşmelere Fransız temsilci de katıldı

Ancak ayrıntıları tam olarak netleştirilmeyen anlaşma sonrasında SDG’nin, Suriye’nin yeni ordusuna lağvedilmeden yekpare bir blok olarak dahil olma talebi konusundaki anlaşmazlık aşılamamıştı.

Taraflar dün, PKK’nın silah bırakma sürecinin de hızlandığı sırada Şam’da bu konuyu görüşmek üzere bir araya geldi. Kendisini Suriye’nin geçici cumhurbaşkanı ilan eden HTŞ lideri Ahmed Şara (Ebu Muhammed Colani) ile SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi arasındaki görüşmelere, Barrack’ın yanı sıra Fransa’nın Suriye Özel Temsilcisi Jean-Baptiste Faivre de katıldı. Fakat Barrack, tarafların güçlerini birleştirmek konusundaki “ciddi görüş ayrılıklarının aşılamadığını” duyurdu.

‘Birleşme hâlâ büyük bir mesele’

Associated Press (AP) ajansına konuşan Barrack, SDG’nin yeni Suriye ordusunda ayrı bir birim olarak mı, yoksa lağvedilip üyelerinin bireysel olarak mı katılacağı meselesi hakkında “Bu konuda ilerleme sağlandığını düşünmüyorum” dedi. Barrack, “Bu iki taraf arasında hala büyük bir mesele” diye konuştu.

“Bence bu tip şeyler bebek adımlarıyla gerçekleşir çünkü ilerleme sağlanması güven, taahhüt ve anlayışa dayalıdır” diyen Barrack, “Bir süredir ayrı yaşayan ve belki de bir süredir düşmanca bir ilişki yaşayan iki tarafın güveni adım adım inşa etmeleri gerekir” ifadelerini kullandı.

‘SDG umarım hızlı davranacak’

Barrack’ın, Şam’daki yeni yönetimi överek “SDG’ye seçenekler sunma konusunda harika bir iş çıkardığını” söylemesi dikkat çekti. ABD’li temsilci, SDG için de “Bu seçenekleri değerlendireceklerini umuyorum. Umarım bunu çabuk yapacaklar” diye konuştu.

Barrack, yeni Suriye ordusuna güvenlerinin “tam olduğunu” söyleyip, SDG’nin de IŞİD’le mücadelede “değerli bir ortak” olduğunu belirtti. “ABD, SDG’nin yeni hükümete saygılı bir biçimde entegre olma fırsatına sahip olduğundan emin olmak istiyor” ifadelerini kullanan Barrack, Suriye’deki yaklaşık 1300 Amerikan askerini tamamen çekmek konusunda şu an için “acele etmediklerini” ekledi.

‘Suriye’de federalizm işe yaramaz’

Barrack’ın, Şam’daki görüşmeler sonrası Erbil merkezli Rudaw sitesi ile söyleşisinde “Suriye’de federalizmin işe yaramayacağını” söylemesi dikkat çekti. Barrack, Şam’daki HTŞ hükümeti ile SDG arasındaki ilişkilere dair soruya yanıtında “Benim bakış açım şu: Suriye hükümeti, DSG’yi bahsettiğimiz şu çerçeveye dahil etmek için olağanüstü ve büyük bir heves gösterdi: Tek vatan, tek millet, tek ordu, tek hükümet. Bunun nasıl uygulanacağının ayrıntılarına gelince, bence Suriye hükümeti bu çıkarları uzlaştıracak bir yol bulma konusundaki esnekliğini çok iyi ve kararlı bir şekilde gösterdi” dedi.

Tom Barrack, “Dürüst olmak gerekirse, DSG’nin bu durumu kabul etme, müzakere etme ve bu yönde adım atma konusunda ağır davrandığını düşünüyorum. Onlara tavsiyem de bu süreci hızlandırmalarıdır. Tek bir yol var, o yol da Şam’dır. Mesaj budur” ifadelerini kullandı.

‘Adaptasyon zaman alıyor ama devlet içinde devlet kurulamaz’

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun “Kürtlerin özerkliğinin ABD’nin Irak politikasının temel direklerinden biri olduğu” açıklaması konusunda ise şu ifadeleri kullandı:

“Bakan Rubio, özerklik ve egemenlik hakkındaki sözleriyle, Irak’ın bir millet, Suriye’nin de bir millet olduğunu kastediyor. Kürtler, bu milletlerin içindeki eşsiz, seçkin ve güzel bir bileşendir. Onun (Robio’nun) bağımsız bir Kürdistan’ı kastettiğine inanmıyorum… Sorun şu ki, tüm bu ülkelerde federalizmin işlemediğini ve bir devlet içinde (başka) bağımsız bir devlet kurulamayacağını gördük. Bu yüzden herkesin bunu anlaması zaman alıyor, özellikle Suriye’nin yıllarca yaşadığı korkunç olaylardan sonra, adaptasyon zaman alıyor. Ama zamanımız tükeniyor. Dünya hızla ilerliyor, bölge çok hızlı hareket ediyor. Son üç haftada olanlara bakın, inanılmaz. Dolayısıyla fırsat bu fırsattır. Suriye için fırsat şimdidir. Dünya onlara yardım etmek istiyor. Herkes birbirini tamamlıyor. Kendi kendimizin önüne engel olmamalıyız. Hepimizin uzlaşması ve şu sonuca varması gerekiyor: Tek millet, tek halk, tek ordu, tek Suriye.”

İsrail konusunda ‘soğanın kabuğu’ benzetmesi

Öte yandan Tom Barrack, Suriye’nin yeni yönetimi ile İsrail arasında yapıldığı belirtilen görüşmeler hakkında “Mahallede yaşananlara dair hissiyatım, bunun gerçekleşmesi gerektiği ve bölge birbirine güvendikçe, soğanın kabuğunu soyar gibi yavaş yavaş gerçekleşeceği yönünde” dedi.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

ABD ordusu, İsrail için yeni hava üsleri ve cephanelikler inşa ediyor

Yayınlanma

Haaretz gazetesinin 8 Temmuz’da yayımladığı belgelere göre, ABD Ordusu Mühendisler Birliği, İsrail için çeşitli askeri üslerde havaalanları, hangarlar ve mühimmat depoları gibi askeri altyapılar inşa ediyor. Şu anda devam eden projelerin toplam maliyeti 250 milyon doları aşıyor. Haziran ayında yapılması planlanan ancak İsrail’in İran’a karşı savaşı nedeniyle ertelenen ihaleye göre, gelecekteki projelerin değerinin 1 milyar doları aşması bekleniyor.

Belgelerde, ABD’nin İsrail ordusuna ait tesislerde mühimmat depoları, yakıt ikmal istasyonları ve beton yapılar inşa ettirdiği; ayrıca havaalanları dahil çeşitli bakım ve onarım işleri için müteahhit arayışında olduğu belirtiliyor.

Proje kapsamındaki önemli yatırımlardan biri, İsrail’in önümüzdeki yıllarda alması beklenen Boeing KC-46 yakıt ikmal uçakları için yapılacak hangar, bakım ve depo tesislerini kapsıyor ve bu projenin maliyeti 100 milyon doları aşıyor. CH-53K helikopterlerinin konuşlandırılması için inşa edilecek başka bir tesisin maliyetinin ise 250 milyon dolara kadar çıkabileceği belirtiliyor.

ABD ayrıca, 100 milyon dolar değerinde mühimmat depolama binaları için de teklif topluyor. İsrail Savunma Bakanlığı için belirtilmeyen lokasyonlarda yapılacak bakım, onarım, yıkım ve altyapı iyileştirmelerini kapsayan yedi yıllık bir ihale ise 900 milyon dolar tavanıyla açılmış durumda.

Tüm bu projeler, ABD’nin “yabancı askeri finansman” (FMF) programı çerçevesinde finanse ediliyor. Bu sistem kapsamında İsrail her yıl 3,8 milyar dolar askeri yardım alıyor. Harcamalar, büyük ölçüde ABD’li savunma sanayi şirketlerine yönlendiriliyor ve taraflar bu fonun nasıl kullanılacağını birlikte belirliyor.

7 Ekim 2023’te Hamas liderliğinde başlatılan Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bu yana ise Washington, İsrail’e yaklaşık 18 milyar dolarlık ek askeri yardım daha sağladı.

ABD daha önce de askeri yardımları İsrail’in altyapısında kullanmıştı. 2012 yılında, kamu ihale belgeleri Nevatim Hava Üssü’nde ABD tarafından finanse edilen büyük ölçekli çalışmaların yapıldığını ortaya çıkardı. O dönemde Washington Post, ABD’nin burada “911” olarak bilinen gizli bir tesis inşa ettiğini bildirmişti.

Pazartesi günü ayrıntıları açıklanan projeler, İsrail’in Haziran 2025’te İran’a düzenlediği saldırıdan önce planlanmıştı. 2 Temmuz’da Reuters’a konuşan bir İsrailli yetkili, İran’a ait balistik füzelerin 12 günlük çatışma sırasında birkaç İsrail askeri noktasına isabet ettiğini doğruladı.

Haziran ayının başlarında Washington, İsrail için 510 milyon dolarlık yeni bir silah anlaşmasını onayladı. Bu paket kapsamında İsrail’e 7.000’den fazla JDAM kiti ve destek hizmetleri sağlandı. Böylece 2025 yılı itibariyle ABD’nin İsrail’e askeri desteği 9 milyar doları aştı. Tel Aviv yönetimi, 600 gün içinde ABD’den 90 bin tondan fazla silah teslim alındığını açıkladı. Başbakan Binyamin Netanyahu, İsrail’e yapılan silah sevkiyatlarını, “Beyaz Saray’daki en büyük dostumuz” diyerek övdüğü Donald Trump’ın katkısına bağladı.

Aynı dönemde, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Ukrayna’ya yapılması planlanan bazı silah sevkiyatlarını durdurma kararı aldı. İç denetimlerde Ukrayna için acil bir stok sıkıntısı bulunmadığı tespit edilse de İsrail’in İran’a karşı gerçekleştirdiği füze savunmasında ABD’nin aktif rol oynaması ve büyük miktarda mühimmat sağlaması nedeniyle ABD’nin kendi askeri stoklarının tükenmeye başladığına dair endişelerin bu kararda etkili olduğu düşünülüyor. Bu gelişmelerin ardından, ABD’de üst düzey yetkililer, askeri kaynakların artık daha fazla Pasifik bölgesine odaklanması gerektiğini savunmaya başladı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English