Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Ekim başarısızlıkları

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Gazze Şeridi’ndeki Filistinli grupların başlattığı saldırı ve halihazırda devam eden savaş hali, hatırı sayılır bir süredir “yargı reformu” ısrarıyla protestoların muhatabı olan Başbakan Binyamin Netanyahu’nun aleyhindeki seslerin gürleşmesine de vesile oldu. O taraftan bakıldığında Netanyahu, ultra sağcı bir kabineyle savaşa zemin hazırlayacak tüm taciz ve ihlalleri bir bir gerçekleştirmişti.

Gazze’den İsrail’e binlerce füze saldırısı düzenlenirken gruplar da bölgedeki yasa dışı yerleşimlere girdiler. Hem Filistin hem de İsrail tarafında kayıplar ağırlaşırken Tel Aviv yönetimi, Gazze’ye saldırılarını sürdürüyor.

İsrailli yazar ve eski üst düzey general Matti Peled’in oğlu olan Miko Peled, Filistinlilerin son saldırılarını ve İsrail’in siyasi ve askeri yöneticilerinin içinde bulunduğu durumu ele alan bir makele kaleme aldı.


Ekim başarısızlıkları

Miko Peled

Mondoweiss

7 Ekim 2023

Ekim 1973’te ve yine Ekim 2023’te İsrail’in siyasi ve askeri komuta kademesinde çöküş yaşandı. Arapların böylesine cüretkâr bir saldırı başlatacak kadar yetenekli ya da cesur olduklarını hayal bile edemezlerdi.

Bu yazının kaleme alındığı sırada Gazze’den çıkan Filistinli savaşçılar, çoğunlukla Nakab bölgesinde Gazze’yi çevreleyen bir dizi İsrail yerleşiminin kontrolünü ellerinde tutuyorlardı. Yaklaşık on altı saat oldu ve hala İsrail ordusu ve diğer güvenlik güçleri tabiri caizse elektrik düğmesini bulmaya çabalıyor. Gazze’deki Filistinliler, roket saldırıları ve geniş çaplı bir kara hücumunu içeren müşterek bir askeri harekatla 1948 Filistin’ine ya da “İsrail’e” eşi benzeri görülmemiş bir taarruz başlattı.

6 Ekim 1973’teki sürpriz saldırının haberini veren İsrailli gazeteci Oded Ben-Ami, bugün de yayındaydı. Bugünkü saldırıdan bir sis şoku olarak bahsederken 1973’ten 6 Ekim başarısızlığı olarak bahsetti. Bugün ise 7 Ekim başarısızlığına tanıklık ettiğimizi söyledi. Her iki durumda da bu büyüklükte bir sürpriz saldırıyı önlemesi ya da en azından uyarması gereken tüm sistemler çökmüştü.

Nakab ve özellikle de Gazze civarındaki yerleşimlerde yaşayan İsrailliler, on saatten fazla bir süredir Filistinli savaşçıların kontrolü elinde tuttuğu ve İsrail’in yalnızca ufak bir askeri varlığının bulunduğu bir kuşatma altında. Kavraması belki de daha zor olan şey ise Filistinli savaşçıların İsrail Savunma Kuvvetlerinin Gazze Tugayı karargâhına —tugay komutanı bir general burada görev yapıyor— girmiş ve burada kontrolü ele geçirmiş olması. Gazze’den gelen Filistinliler, terk edilmiş İsrail tankları karşısında şaşkınlık içinde askeri üssün etrafında elini kolunu sallayarak dolaşıyor.

Bu arada, bölgedeki İsrail hastanelerinde binlerce yaralı bulunuyor ve bu saldırıda 200’den fazla İsraillinin öldüğüne dair haberler geliyor. Gazze’deki Filistinliler ellerinde çok sayıda rehine olduğunu bildiriyor.

Her yıl 6 Ekim’e giden günler ve haftalar boyunca İsrail basını, Yom Kippur Savaşı olarak da bilinen 1973 Ekim Savaşı hakkında makaleler, hikayeler ve zaman zaman ilk kez gösterilen bir film klibi veya tanıklık yayınlar. Mısır ve Suriye ordularının 1973 yılının Yom Kippur gününde başlattığı sürpriz saldırı yalnızca İsrail ordusu için değil, İsrail halkı için de yıkıcı olmuştu. Şimdi, 6 Ekim felaketinden elli yıl sonra, Filistinliler İsraillilere bir başka kaba uyandırma çağrısı yaptılar.

1973’te savaşın başladığı günü asla unutmayacağım. Yom Kippur’da güneşli bir öğleden sonraydı ve ibadet etmeyen bir Yahudi evi olduğumuz için sinagogda değildik ya da oruç tutmuyorduk. Savaş haberi geldiğinde ve sirenler çaldığında bir arkadaşımın evinde takılıyordum. Arkadaşımın babası eve gitmemi önerdi, ben de gittim. Evim sadece beş dakikalık bir yürüyüş mesafesindeydi ama ürkütücüydü. Kudüs ve Tel Aviv arasındaki ana otoyol olan Route 1’in hemen yukarısındaki tepede sakin bir mahallede yaşıyorduk. Yom Kippur olduğu için epey sessiz bir gündü, trafik ya da toplu taşıma yoktu ve bir savaşın daha başladığını öğrenmek garip hissettiriyordu.

O zamana dek İsrailliler, dünyanın en iyi ordularından biri olan İsrail ordusunun —ya da biz öyle sanıyorduk— her zaman galip geldiği ve Arapların aşağılandığı kısa, kesin sonuçlu savaşlara ve kahramanca harekatlara alışkındı. Eve geldiğimde babam telefonda arkadaşı ve eski silah arkadaşı emekli general Ezer Weizman ile konuşuyordu. İkisi de bundan sadece birkaç yıl önce İsrail yüksek komuta kademesinin kıdemli üyeleriydi ve 1967 savaşından sonra emekli olmuşlardı.

Tel Aviv’den canlı yayın yapan İsrailli bir muhabir, Siderot ve diğer İsrail yerleşimlerinde Filistinli savaşçılarla çatışma sahneleri gerçek zamanlı olarak gösterilirken “İsrailliler büyük savaşlar döneminin sona erdiğini sanıyordu,” dedi. İsraillilerin unuttuğu ya da belki de hiç fark etmediği şey, İsrail askerlerinin cesur ve kesinlikle yenilmez olmadığı. On yıllar içinde, İsraillilerin savaşta Arap eşdeğerlerinden daha aşağı oldukları ortaya çıktı.

Yaygın kanı, 1967 savaşındaki mağlubiyet ve aşağılanmanın ardından “Arapların bize saldırmaya cesaret edemeyeceği” yönündeydi. Ama saldırdılar ve 1973’te İsrail ordusunu pantolonları inikken yakaladılar. Mısır ordusu binlerce askerin Süveyş Kanalı’ndan Sina yarımadasına geçmesini sağlayacak köprüler inşa ederken İsrailli yedek askerler sığınaklarında uyuyorlardı. Bu Mısır birlikleri daha sonra İsrail sığınaklarına girip İsrail askerlerini öldürmeye ve esir almaya başladılar. Ardından Mısır kuvvetleri Sina çölünü ele geçirdi, şimdi de Filistin güçleri işgalci İsrail yerleşimlerinin tamamını.

Mısır ordusu rahat ve direnişsiz bir şekilde Sina Yarımadası’na, Suriye ordusu da İsrail’in 1967’de işgal ettiği Golan Tepeleri’ne ilerledi. Suriyelilerin, bir tuzağa doğru ilerledikleri endişesiyle durmasalardı, Golan Tepelerini alabilecekleri ve direnişle karşılaşmadan Celile’ye ulaşabilecekleri söyleniyor.

İsrail Genelkurmay Başkanı General David Elazar’ın 1973’te “kemiklerini kıracağız, onları yeneceğiz,” dediğini ve annemin acı acı gülerek, daha çok kendi kendine, “bunu önlemeniz gerekiyordu ve şimdi bu kadar çok genç çocuk öldü,” dediğini hala hatırlıyorum. Onu tanıdığım kadarıyla, ifade ettiği acı, savaşın tüm taraflarındaki çocukların ölümü içindi.

Ezer Weziman emekli oldu ve bugünkü Likud’un öncülü olan sağcı parti Herut’a katıldı, babam ise akademik kariyerine ve İsrail siyasetinde sol siyaset olarak kabul edilen politikaya atılmak üzere emekli oldu. İkisi de ömür boyu arkadaş kaldılar. Savaş patlak verdiğinde, ilk tepki 1967 yüksek komuta kademesini oluşturan generalleri çağırmak oldu, böylece günü kurtarabileceklerdi.

Bu generallerden bazıları hala görevdeydi, bu yüzden emekli olanları çağırdılar; ikisi hariç tamamı: babam Matti Peled ve Ezer Weizman. Weizman artık bir politikacıydı, bu yüzden çağrılamadı. Babam, Başbakan Golda Meir ve Savunma Bakanı Moşe Dayan’ı —Golda-Dayan ikilisinin— başının belasıydı, zira birkaç yıldır İsrail yönetimine Arap komşularıyla barış yapma çağrısında bulunuyordu.

Golda-Dayan ikilisine karşı yöneltilebilecek suçlamaların listesi bu makale için çok uzun ama naçizane görüşüme göre asıl suçlanması gereken şey, kibirleri olmasaydı savaşın tamamen önlenebileceği. 1970 yılında Enver Sedat Mısır Cumhurbaşkanı olduğunda, İsrail ile bir barış anlaşması yapılması çağrısında bulunmuş ve Golda-Dayan liderliğindeki hükümet onu görmezden gelmişti. Üç yıl boyunca Mısır’dan alınan toprakları barışçıl yollarla geri almaya çalıştıktan sonra savaşı seçti.

Filistinliler onlarca yıldır özgürlük talep ediyor, dolayısıyla iyi planlanmış ve uygulanmış bu saldırının önceden tahmin edilmesi gerekirdi. Fakat İsrail, ordusunun beceriksiz, aşırı kibirli ve kendine aşırı güvenen bir ordu olduğunu bir kez daha gösterdi.

Babam o yıllarda İsrail gazetesi Ma’ariv’de yazıyor ve kamuoyu önünde pek çok konuşma yapıyordu. İsrail yönetimini, Filistin halkının meşru temsilcisi olarak gördüğü FKÖ de dahil olmak üzere Arap komşularıyla barış müzakereleri yapmaya çağırıyordu. Özellikle Golda-Dayan ikilisini eleştiriyordu. Onların öngörü eksikliği, korkaklıkları ve Sedat’ın barış çağrısını görmezden gelerek sorumsuzca hareket ettiklerine dair sert ifadeler kullanmıştı. Söylemeye gerek yok, aralarında sevgi bağı yoktu.

Hikâyenin bir başka kişisel yönü de kardeşim Yoav Peled ile ilgili. O sırada ABD’de eğitim görüyordu ve orada bulunan eski İsrailli subayların derhal geri dönüp ülkeleri için savaşmalarını sağlamayı amaçlayan bir girişimin parçasıydı. O da döndü ve onu havaalanından alıp doğrudan bir ordu üssüne götürdüğümü hatırlıyorum, ardından bir tank birliğinin komutasını alıp Mısırlılara karşı savaşa katılacaktı. Bu kulağa çılgınlık gibi geliyorsa, öyle olduğu içindir. Yine de o dönemde hâkim olan atmosfer buydu.

İsrail komutanlığı bugün olduğu gibi o zaman da mutlak bir kaos içindeydi. Kardeşimle irtibatı kaybetmiştik ve kimse nerede olduğunu bilmiyordu. İsrail ordusu ağır kayıplar veriyordu; çok sayıda asker kayıptı ve belirli bir askerin ölü mü yoksa sağ mı olduğunu ya da esir mi alındığını öğrenmenin hiçbir yolu yoktu. Bu durum bugün de geçerli, fakat bir istisna var: Ölenler, yaralananlar ve kaybolanlar İsrailli siviller, zira hiç kimse Arapların böylesine cüretkâr bir saldırı düzenleyecek kadar yetenekli ya da cesur olduğunu düşünmemişti.

O zaman olduğu gibi bugün de iletişim kopukluğu söz konusu. Ancak o zaman daha da kötüsü, bazı emekli generaller geri döndüğü için net bir emir komuta zincirinin olmamasıydı, yani emir komuta çöküşü ordunun en üst kademesinde mevcuttu.

Savaş sona erdikten sonra bir soruşturma komisyonu hükümeti suçsuz buldu ve tüm suçu ordu yönetimine attı. Fakat ortada çok fazla suç vardı ve hükümeti aklamak büyük bir hataydı, zira ordu emirleri hükümetten alıyordu, tersi değil.

Mısırlıların 1973’te saldıracağına dair güvenilir istihbarat vardı. Bu istihbarat Mossad, askeri istihbarat ve hatta İsrail yönetimini savaşın yakın olduğu konusunda uyaran Ürdün’ün merhum Kralı Hüseyin de dahil olmak üzere farklı kaynaklardan geliyordu. İsrail istihbarat teşkilatlarının 7 Ekim 2023 saldırısına karşı hazırlıksız olmalarını nasıl gerekçelendirecekleri merak konusu.

Altı yıl sonra Mısır Sina Yarımadasını geri aldı ve iki ülke arasında bir barış anlaşması imzalandı. Golda-Dayan ikilisi görevden alındı ama Dayan yeni sağcı hükümette yüksek makamlara geri dönmeyi başardı. Golda büyük bir lider olarak mirasını sürdürdü, her ne kadar öyle olmadığı açık olsa da.

İsraillilerin kalplerinde ve zihinlerinde 1973 savaşının utancı hala yaşarken, şimdi yeni ve belki de daha büyük bir utanç mevcut. İsrail, 1973’ten önceki savaşlarda hep düşmanları zayıf ve hazırlıksızken saldırmıştı. Ekim 1973’te ve yine Ekim 2023’te İsrailliler kendi ilaçlarının tadına baktılar. Dahası, askeri ve siyasi olarak dağıldılar.

Kesin olan bir şey var: bu harekât ne kadar başarılı olursa olsun, Filistinliler muhtemelen ağır bir bedel ödeyecek. El Halil’den arkadaşım aktivist İsa Amro’nun İsrail askerleri tarafından fena şekilde dövüldüğü ve gözaltına alındığı bildirildi. El Halil’den gelen bir habere göre tıbbi bakıma ihtiyacı var. O sadece bir örnek. Umarım Filistinlilerin bu askeri başarısı tüm Filistinliler için gerçek bir siyasi kazanım olur.

FHKC üst düzey yetkilisi ‘Aksa Tufanı’nı Harici için yazdı

DÜNYA BASINI

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sabah saatlerinde “kent uzlaşısı ile teröre destek” ve “yolsuzluk” iddiaları ile gözaltına alınmasının yankıları sürüyor.

Batı medyasında İmamoğlu’nun gözaltısı, genel olarak olası Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibine yönelik bir hamle olarak görülüyor.

Örneğin Financial Times, “Türk polisi Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Devlet medyası İmamoğlu’nun çarşamba günü gözaltına alınmasının terörle bağlantılı olduğu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunu belirtirken, muhalefet bu hamleyi bir ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirdi ve tutuklama Türk para biriminin ve piyasalarının düşmesine neden oldu,” dedi.

Yatırım yönetimi zinciri T Rowe Price analisti Tomasz Wieladek FT’ye verdiği demeçte, gözaltıyı “herkes için bir uyandırma çağrısı” olarak nitelendirdi.

Wieladek, Türkiye Merkez Bankası’nın TL’yi savunmak için ‘sınırlı bir ateş gücüne sahip olduğunu’ öne sürerek, “Varlıklar muhtemelen daha fazla satılmaya devam edecek,” dedi.

Bloomberg, sabahtan öğle saatlerine kadar Türk bankalarının TL’ye destek için 8 milyar dolar sattığını yazmıştı.

Piyasalarda sabah saatlerinden itibaren yaşanan çalkantılara dikkat çeken Bloomberg, bir başka haberinde ise, “Türkiye piyasaları çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibinin gözaltına alınmasının ardından, siyasi kargaşanın son dönemdeki yatırımcı dostu ekonomi politikalarını baltalama riski taşıdığı endişesiyle sarsıldı,” dedi.

Haberde görüşlerine yer verilen Londra’daki Monex Europe’un makro araştırma müdürü Nick Rees, “Bu sistem için biraz şok oldu. Piyasalar giderek daha kayıtsız hale gelmişti ve şimdi bu büyü bozuldu, tüccarlar Türkiye’nin siyasi risk primlerini yeniden fiyatlandırırken dramatik sonuçlar ortaya çıktı,” diye konuştu.

Coex Partners’tan Henrik Gullberg, hamlenin büyüklüğünün “şaşırtıcı” olduğunu, fakat siyasi baskı haberlerinin daha az şaşırtıcı olduğunu söyledi ve “Pratikte, bunun piyasaya duyarlı ekonomik politikalar açısından pek bir şey değiştireceğinden emin değilim,” dedi.

Haberde, Borsa İstanbul 100 Endeksi’nin de açılışta yaklaşık %7 düştüğü, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisinin ise 139 baz puan artarak %29,58’e yükseldiği belirtildi.

Alman Der Spiegel, “Türk yetkililer en önemli Erdoğan muhalifini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Türk makamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskıcı önlemlerini genişletiyor,” denildi.

Haberde İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.

DW Türkçe’nin aktardığına göreİmamoğlu’nun gözaltına alınması Alman siyasetinde de geniş yankı buldu. Gelişme, “Erdoğan’ın baş rakibini devre dışı bırakma girişimi” diye değerlendirildi, ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıldı.

SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını ‘Türkiye’deki demokrasiye ağır saldırı” sözleriyle sert bir şekilde eleştirdi.

Klingbeil, “Türk hükümeti böylece artık adil seçimler ve bağımsız bir hukuk devleti istemediğini göstermiş oluyor. Atılan adımlar orantısızdır, güven ve inandırıcılığı yok etmektedir. Bunun tüm ülke açısından dramatik sonuçları olacaktır,” ifadelerini kullandı.

Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Alman-Türk Parlamenterler Grubu Başkanı Max Lucks da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri ışığında adil seçim ve adil rekabete yönelik bir saldırı diye nitelendirdi.

İngiliz The Times ise, “Erdoğan seçim rakiplerine baskı yaparken İstanbul Belediye Başkanı gözaltına alındı” başlıklı haberinde, “Türk liderin başkanlık için en büyük tehdidi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından şehir genelinde protestolar yasaklandı,” ifadeleri kullanıldı.

Tokyo merkezli Nikkei Asia’daki haberde de Türk yetkililerin “Erdoğan’ın ana rakibini” gözaltına aldığı ileri sürülürken, muhalefetin bu hamleyi “darbe” olarak nitelendirdiğine dikkat çekildi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

İsrail, ABD oluruyla Gazze’de katliama yeniden başladı

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun kovacağını açıkladığı Şin-Bet Direktörü’ne Başsavcı kalkanı

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English