Bizi Takip Edin

Diplomasi

Erdoğan’ın yılan hikâyesine dönen Irak ziyareti: Sorunlar ve olası senaryolar

Yayınlanma

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın olası Irak ziyareti, uzun süredir gündemde. Ancak Bağdat ile Ankara arasında sürekli istişare edilen ziyaret bir türlü gerçekleşmiyor. 25 Mayıs’ta Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Erdoğan’ın ziyaretinde konuşulacak olası konuları görüşmek üzere Türkiye’nin Irak Büyükelçisi Ali Rıza Güney’i kabul etti. Ardından ağustos ayında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Erdoğan’ın ziyaretine hazırlık için Bağdat’a gitti. Bu ay gerçekleşmesi beklenen ama henüz tarihi açıklanmayan ziyaret gerçekleşirse Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla bu ülkeye yapacağı ilk ziyaret olacak.

Türkiye ile Irak arasında çözüm bekleyen ve Fidan’ın Bağdat ziyaretinin de gündemini meşgul eden birbiriyle bağlantılı dört temel konu var: PKK sorunu, Kuzey Irak’tan petrol ihracatı, su meselesi ve Kalkınma Yolu Projesi. Erdoğan’ın ziyaretinin gecikmesi, ziyaretin başarısı için gerekli koşulların olgunlaşmadığı yorumlarına neden oluyor. Erdoğan’ın da iki ülke arasındaki önemli sorunların biri ya da birkaçını çözüme kavuşturmadan yani bir “müjde” olmaksızın böylesine önemli bir ziyaret için acele etmediği anlaşılıyor.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz, Türkiye ile Irak arasında çözüm bekleyen temel sorunlara mercek tutuyor. Sorunların çözümüne ve iki ülke arasındaki ilişkilerin rotasına ilişkin muhtemel senaryoları ele alıyor:

***

Irak-Türkiye İlişkilerinde Karmaşık Konular Nasıl Aşılır

Irak Araştırmaları Birimi

Temel Çıkarımlar

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bağdat ziyaretine hazırlık amacıyla Türk yetkililer tarafından Irak’a yapılan bir dizi ziyaret, daha iyi ilişkiler ve her iki tarafın da üzerinde çalışacağı öncelikli gündeme dair umutları canlandırdı.
  • Dört ana konu Irak-Türkiye ilişkilerinin geleceğini etkileyebilir: Kürdistan İşçi Partisi ve Türkiye’nin Irak içinde bu partiye yönelik saldırıları, Irak-Türkiye boru hattı üzerinden petrol ihracatı, su ve Kalkınma Yolu projesi.
  • Her iki ülkenin de en ihtilaflı konuları çözüme kavuşturması gerektiği düşünüldüğünde Irak-Türkiye ilişkilerini iyileştirmek için fırsat var, bu da geri kalan konuların ele alınmasına ve ilişkilerin rayına oturtulmasına olumlu yansıyacaktır.
  • Yeni Türk hükümetinin, özellikle de Şam ile normalleşme girişiminin karşılaştığı zorluklar göz önünde bulundurulduğunda, bölgede elverişli bir ortama ihtiyacı var.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 22-24 Ağustos tarihleri arasında Irak’ın başkenti Bağdat’ı ve Irak Kürdistan bölgesinin başkenti Erbil’i ziyaret etti. Türkiye Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar da Erbil’de Fidan’a katılarak Irak Kürdistan başbakanı ile görüştü. Bayraktar ayrıca Bağdat ve Erbil’de petrol ve enerji yetkilileriyle ayrı ayrı bir araya geldi. Türk Ticaret Bakanı Ömer Polat 28-29 Ağustos tarihlerinde Bağdat’ı ziyaret etti. Kendisine diğer yetkililer ve iş adamları da eşlik etti.

Bu ziyaretlerin açıklanan amacı, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak ziyaretine hazırlık yapmaktı. Bu ziyaretler yeni kurulan Türk hükümetinin Bağdat’la başta güvenlik, enerji ve su olmak üzere karmaşık ve tartışmalı konuları gündeme getirmesine olanak sağladı. Türk diplomatik faaliyetlerinin bu meseleleri çözüme kavuşturduğuna dair herhangi bir gösterge yok. Ancak bu ziyaretler, bu konuları tek tek ele almak yerine kapsamlı bir ikili anlaşmaya varmanın yollarını araştıran ciddi bir diyalog başlatma fırsatı yarattı.

Bu makale Irak-Türkiye ilişkilerinin mevcut durumunu, ihtilaflı konuları ve ikili ilişkilerin geleceğine dair muhtemel senaryoları inceliyor.

Genel Bakış

Geçmişte Irak-Türkiye ilişkileri iki çelişkili etkiye maruz kaldığı için istikrarsızdı:

Birincisi, iki ülkenin komşu olarak işbirliği yapmak zorunda olması ve bunun sonucunda iç içe geçen ekonomik, kültürel ve güvenlik bağları.

İkincisi ise, Türkiye’nin Irak’ın egemenliğini ihlal etmesi, Kürdistan bölgesinin petrol ve su ihracatı ve başta Suriye ihtilafı olmak üzere bölgesel meseleler gibi bazı temel konuların ele alınmasındaki anlaşmazlık.

Irak-Türkiye ilişkileri, iki taraf arasında daha fazla işbirliği ile doğru yönde ilerliyor gibi görünüyordu. Ancak bu durum, iki ülkenin kalıcı çözümler bulmak için birlikte çalışamaması ya da çalışmak istememesi nedeniyle yaşanan anlaşmazlıklar yüzünden ilişkilerin hızla bozuldu. Umut verici son örneklerden biri Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin mart ayında Türkiye’ye yaptığı ziyaret oldu.

Bu ziyaret, özellikle de iki tarafın ekonomik entegrasyon ve işbirliğini geliştirmesi beklenen Kalkınma Yolu projesi üzerinde anlaştıklarını duyurmalarının ardından Irak-Türkiye ilişkilerinin doğru yola girme olasılığı konusunda büyük bir iyimserlik yarattı. Ancak Uluslararası Ticaret Odası’nın (ICC) Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Irak boru hattı üzerinden Türkiye’nin Ceyhan limanına petrol ihraç etmesine izin vermesinin yasadışı olduğuna hükmetmesi üzerine anlaşmazlıklar yeniden su yüzüne çıktı.

Bir diğer anlaşmazlık noktası da Türkiye’nin Irak topraklarında PKK mevzilerini hedef aldığını söylediği saldırılardı. İki tarafın ihtilaflı konuları çözememesine yol açan başka faktörler de vardı; özellikle de PKK’nın Irak’taki varlığı gibi bazı konularda kritik kararlar alıp uygulayamayan zayıf bir Irak hükümetinin varlığı gibi. Ayrıca Türkler de Irak’ı eşit bir ortaktan ziyade bir nüfuz ve çatışma alanı olarak görme eğiliminde. Ankara, Bağdat’taki merkezi hükümete bağlı olmak yerine Irak’taki birden fazla tarafla muhatap olmayı tercih ediyor.

Irak-Türkiye ilişkileri, milliyetçi duyguların yükselişine tanıklık eden (bazen kibirli bir hal alan) Türkiye’deki seçim kampanyaları veya Irak’ta değişen iç güç dengesi, özellikle Bağdat’ın Erbil ile ilişkisi ve Şii grupların Sünni ve Kürt gruplarla ilişkileri gibi her iki ülkedeki iç siyasetten etkileniyor. Bir diğer faktör de İran ve ABD gibi etkili bölgesel ve uluslararası aktörlerin Irak’ta oynadıkları roller.

Tartışmalı Konular

Irak-Türkiye ilişkilerinin izleyebileceği yolu dört ana konu etkiliyor. Bu konular Türk dışişleri, enerji ve ticaret bakanlarının Irak ziyaretleri sırasında gündemin bir parçasıydı.

Birincisi: Kürdistan İşçi Partisi (PKK)

Türkiye, Irak Kürdistan bölgesinde ve Kuzey Irak’ın diğer bölgelerinde PKK mevzilerine yönelik saldırılar düzenlemeye devam ediyor. Türk yetkililere göre son saldırıda insansız hava araçları kullanıldı ve yedi PKK üyesi öldürüldü. Bu saldırı Türk Dışişleri ve Enerji Bakanı’nın Kürdistan bölgesine yaptığı ziyaret sırasında gerçekleştirildi. Irak hükümeti bu saldırıların egemenliğini ihlal etmesinden ve Türkiye tarafından tek taraflı olarak gerçekleştirilmesinden şikayetçi. Ankara, Irak hükümetinin kendi topraklarındaki PKK savaşçılarını ortadan kaldırmak için yeterli önlem almadığını savunuyor.

Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi’nin hükümeti, PKK’nın kalesi haline gelen Sincar bölgesinde durumu normalleştirmek için IKBY ile bir anlaşma yaparak bu sorunu çözmeye çalıştı. Ancak bu anlaşma tam olarak hayata geçmedi ve PKK, Sincar’daki yerel müttefikleri ve Halk Seferberlik Güçleri (HSG) çatısı altında faaliyet gösteren gruplar tarafından reddedildi. Dahası, coğrafi olarak Irak-Suriye sınırına yakın olan Sincar’daki durum, PKK savaşçılarının Kandil dağları ve Türkiye sınırına yakın Duhok gibi Irak içindeki diğer bölgelerde konuşlanması nedeniyle daha da karmaşık bir hal aldı.

Iraklı Kürt partilerin farklı tutumları işleri daha da karmaşık hale getiriyor. Erbil ve Duhok’ta iktidardaki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), PKK’yı sıkıştırmaya çalışırken Türk hükümetiyle uzlaşmaya meyilli. Süleymaniye’de hâkim olan Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ise PKK ile daha iyi ilişkilere sahip ve Ankara tarafından PKK üyelerine güvenli bir sığınak sağlamakla suçlanıyor. Türkiye ile KYB arasındaki gerilim, Ankara’nın Nisan ayında Süleymaniye’den kalkan uçaklara hava sahasını kapatmasıyla zirveye ulaştı. KYB’nin Türk hava sahasının yeniden açılması için defalarca yaptığı çağrılara rağmen bu yasak devam etti.

Bazı Iraklı, Arap ve Kürt partiler, sorunun Türkiye’nin PKK sorununa salt güvenlikçi bir bakış açısıyla yaklaşmakta ısrar etmesi ve siyasi boyutlarını göz ardı etmesinden kaynaklandığını savunuyor. Bu partiler, her zaman isyancılar için bir sığınak görevi gören Irak’ın dağlık bölgelerinin güvenliğini sağlamanın zorluğuna dikkat çekerek Ankara’nın Bağdat üzerindeki baskısının Türkiye’nin iç krizini ihraç etmeyi amaçladığını savunuyor.

Bazı Iraklı partiler, özellikle de Haşdi Şabi’ye bağlı Şii gruplar, Türkiye’nin Irak’a askeri müdahalesine tepki olarak Türkiye’ye karşı söylemlerini sertleştirdiler. Hatta şubat ayında bazı gruplar Türk güçlerinin mevzilerine saldırdı. Ancak bu gruplar daha sonra, yakın ilişkilere sahip oldukları Sudani hükümetinin ilk birkaç ayında, başbakanı utandırmamak ve hükümetinin olaylar üzerinde kontrolü olmadığı izlenimi vermemek için gerilimi düşürdü.

Ziyareti sırasında Fidan’ın Irak hükümetini PKK’yı terör örgütü olarak tanımaya çağırması, Bağdat’ı net bir tutum almaya zorlamak için doğrudan bir girişim gibi görünüyordu. Türkiye’nin, Irak hükümetinin Irak Kürdistanı’ndaki İranlı Kürt muhalif gruplara ve Tahran ile Bağdat arasındaki güvenlik anlaşmasına nasıl yaklaştığını yakından izlemesi kuvvetle muhtemel; özellikle de Bağdat’ın bu grupları silahsızlandırmayı taahhüt ettiğine dair İran tarafından sızdırılan bilgiler dikkate alındığında.

Bu durumda Ankara’nın Bağdat’ın PKK konusunda da benzer bir tutum alması gerektiği yönündeki argümanı güçlenecektir. Ancak Sudani hükümeti üç nedenden ötürü yakın zamanda aynı yolu izlemekte tereddüt edecektir:

Birincisi, bunun Ankara’nın Irak topraklarındaki askeri faaliyetlerine resmi bir kılıf sağlayacağından korkuyor;

İkincisi, özellikle IŞİD’e karşı ortak mücadelenin bir parçası olarak PKK ve Iraklı ve Suriyeli Kürt gruplarla koordinasyon halinde olan Tahran ve Iraklı müttefiklerinin muhtemel muhalefetinden çekiniyor;

Üçüncüsü, Sudani hükümeti bazı müttefiklerinin itirazlarının üstesinden gelebilse bile Türkiye’den benzer bir karşılık almadan Ankara’ya bir hediye vermesi pek olası değil.

İkincisi: Enerji ve Petrol İhracatı

Türkiye, Irak petrolünün küresel piyasalara akmaya devam ettiği tek komşu ülke. Ancak bu ortak çıkar, petrol konusundaki anlaşmazlıkların Irak petrol boru hattı üzerinden Türkiye’ye petrol ihracatının durdurulmasına kadar varmasını engelleyemedi. Anlaşmazlık yıllar önce Ankara ve IKBY’nin, Bağdat’ın rızası olmadan petrolünü Irak-Türkiye boru hattı üzerinden ihraç etmesine izin veren uzun vadeli bir anlaşma imzalamasıyla başladı.

Irak hükümeti bu anlaşmanın Türkiye tarafından egemenliğinin, IKBY tarafından da anayasanın ihlali olarak değerlendirdi, zira anayasa Bağdat’a münhasıran petrol ihraç etme hakkı tanıyor. Ancak Bağdat, mart ayında ICC, Kürt petrolünün Türkiye’nin Ceyhan limanı üzerinden ihraç edilmesini yasadışı ilan etmeden önce, anlaşmanın uygulanmasını durduramayacağını söyledi. Türkiye’nin ayrıca Irak-Türkiye ortak petrol boru hattı anlaşmasını ihlal ettiği gerekçesiyle Irak’a tazminat olarak 1,5 milyar dolar ödemesine karar verildi.

Ankara hemen boru hattını kapattı ve Irak’ın Türkiye üzerinden petrol ihracatını durdurdu. Bağdat ve Erbil, Irak Kürdistanı petrolünün ihracatını yeniden başlatmak için Irak hükümetinin gözetiminde yeni bir düzenleme üzerinde müzakere ederken Ankara bu konuda pek istekli görünmedi ve şubat ayında Türkiye’nin bazı bölgelerini vuran depremi bahane ederek petrol ihracatının yeniden başlamasını geciktirdi.

Bu durum, Türk Enerji Bakanının Irak ziyareti sırasında petrol ihracatının yeniden başlamasına izin verilmesi için sunduğu taleplerde açıkça görülüyordu. Ankara, Irak petrolünün kendi toprakları üzerinden ihracatının durdurulması nedeniyle yılda yaklaşık 1 milyar dolar kaybediyor. Bazı tahminler Irak’ın günde yaklaşık 33 milyon dolar kaybettiğine işaret ediyor. Irak, Türkiye üzerinden günde yaklaşık 400.000-500.000 varil petrol ihraç ediyordu ve IKBY’nin payı 350.000 varildi.

Irak Başbakanının eski bir danışmanı, Türkiye’nin Irak’tan petrol ihracatının durduğu dönemde transit ücreti ödemesi ve Türkiye’den tazminat talep etmekten vazgeçmesi gibi zorlu taleplerde bulunduğunu söyledi. Bloomberg’in haberine göre Ankara, ICC’nin Irak için tazminat olarak kararlaştırdığı 1,5 milyar ABD Dolarını IKBY’nin ödemesini istiyor. 28 Ağustos 2023 tarihinde Kürt meselelerini ele alan Insight internet sitesi, Irak parlamentosunun petrol ve gaz komitesinden bir üyenin Türkiye’nin, Irak’tan ithal edilen her varil için 13 ABD doları indirim istediğini söylediğini aktardı.

Yine de Türkiye’nin Irak’ın petrol ihracatına kısa süre içinde yeniden başlaması zorunluğuna dair okuması doğru olmayabilir. Irak’ın petrol ihracatı nisan ayında (290,000 varil/gün) azaldı. Ancak petrol fiyatlarındaki artış (geçen temmuz ayında 8.239 milyar ABD doları) nedeniyle ülke iyi gelir elde ediyor ve bu da Bağdat’ın petrol ihracatını yeniden başlatmak için önemli tavizler vermeye daha az meyilli olmasına neden olabilir. Bağdat ek gelir kaybediyor ve 2023 bütçesine göre IKBY hükümetine tazminat ödemesi gerekiyor.

Ancak Bağdat’taki merkezi hükümette yer alan bazı isimlere göre, Bağdat’ın petrol ihracatı üzerindeki otoritesini ortaya koyma ve Kürdistan bölgesini merkezi otoriteye yeniden bağlamanın getireceği siyasi kazançla kıyaslandığında bu bedel kabul edilebilir. Mevcut düzenlemede en büyük kaybeden KBY olsa da yabancı petrol şirketlerine olan borcunu Bağdat’a devrederek ya da bu fırsattan yararlanarak yük paylaşımı için yeni şartları yeniden müzakere ederek fayda sağlayabilir. Dahası, yerel kaynaklar Kürdistan bölgesinin petrolünün bir kısmını kamyonlarla kaçırmaya devam ettiğini ve gelirlerin kontrolü elinde tutan siyasi partilere gittiğini söylüyor.

Ankara’nın bu konudaki taleplerini muhtemelen yüksek tutacak ve daha sonra hafifletilebilecek. Türkiye’nin Bağdat’ın tazminat talebini iptal etme hedefi, Türkiye’ye indirimli fiyatla petrol sağlarken, yeni herhangi bir düzenlemede en çok tercih edilen kazanım olabilir.

Üçüncüsü: Su

Irak, geniş tarım arazilerini çoraklaştıran ciddi bir kuraklık sorunuyla karşı karşıya kalırken, Türkiye de bazı bölgelerde su kaynakları sıkıntısı yaşıyor. Bu durum, her iki ülke için de (Suriye’ye ek olarak) Dicle ve Fırat nehirlerindeki su kaynaklarının paylaşımını uzun vadeli sonuçları olan ciddi bir mesele haline getiriyor. Şimdiye kadar Irak’ın petrol gelirlerine bağımlılığı ve önemli gıda ithalatı su sıkıntısının olumsuz sonuçlarını hafifletmeye yardımcı oldu.

Ancak petrol gelirlerinin azalması ve yerel tarımın kötüleşmeye devam etmesi halinde bu sorunun ciddi bir krize dönüşmesi muhtemel. Irak’a giren Dicle ve Fırat sularının neredeyse yüzde 71’i Türkiye’den geliyor ve bu da Türkiye’ye su akışı üzerinde büyük bir kontrol sağlıyor ve Irak’ın payını potansiyel olarak azaltıyor. Değerlendirmeler, Türkiye’nin barajlarını doldurması nedeniyle Irak’ın payının 2003’te 73 milyar metreküpten 2020’de 50 milyar metreküpe düştüğünü gösteriyor. Ankara’nın su sektöründeki planlarını sürdürmesi halinde bu payın önümüzdeki yıllarda daha da düşmesi muhtemel.

Öte yandan Türkiye, eski sulama sistemlerinin kullanılmaya devam edilmesi de dahil su kaynaklarının kötü yönetilmesinden Irak’ı sorumlu tutuyor. Ankara su kaynakları yönetiminin ülke ekonomisinin ihtiyaçlarını karşıladığını ve uluslararası hukuka uygun olduğunu vurguluyor. İki ülke arasındaki toplantıların çoğunda gündeme gelen su konusu, giderek siyasi bir boyut kazanmaya başlıyor ve diğer konuları da etkiliyor.

Erdoğan’ın beklenen ziyaretine hazırlık amacıyla Türk yetkililer tarafından Irak’a yapılan ziyaretler arasında Cumhurbaşkanı’nın su konusundaki özel temsilcisi Veysel Eroğlu’nun Bağdat’a yaptığı ziyaret de vardı. Eroğlu, iki komşu ülke arasında suyla ilgili anlaşmazlıkları görüşmek üzere Iraklı yetkililerle bir araya geldi. Bu da suyun iki ülke arasındaki ilişkilerin şekillenmesinde giderek daha fazla önem kazandığını gösteriyor.

Dördüncüsü: Kalkınma Yolu Projesi

Irak hükümetinin desteklediği Kalkınma Yolu projesi tartışmalı olmasa da başta ikili ticaret olmak üzere diğer konuları etkiliyor. Ankara projeye destek veriyor. Türk Ticaret Bakanı Ömer Polat’ın Bağdat ziyareti, ülkesinin pozisyonunu yinelemek ve Irak tarafıyla bu konudaki görüşmeleri sürdürmek için bir fırsat oldu. Ancak iki tarafın projenin yürütülmesi konusunda, özellikle de Irak hükümetinin yolun Kürdistan bölgesi topraklarından geçmeden Fişabur sınır kapısından Türkiye topraklarına girmesi talebi konusunda net bir anlaşmaya vardığına dair bir işaret yok.

Türk tarafı, yolun güzergahı konusunda Erbil-Bağdat arasındaki anlaşmazlıktan kaynaklanan sorunlardan kaçınmaya çalışıyor. Bu anlaşmazlık Kürdistan Bölgesi Başbakanı Mesrur Barzani ile Türkiye Dışişleri ve Enerji Bakanları arasındaki görüşmede ortaya çıktı. Barzani, projenin IKBY’nin rızası ve işbirliği ile hayata geçirilmesi çağrısında bulundu. Kürt tarafı, Bağdat’ın Irak ve Türkiye’yi doğrudan birbirine bağlayacak yeni bir sınır kapısı açarak Kürdistan bölgesini projenin dışında bırakma girişimlerine karşı çıkıyor. Bu, bölgenin jeopolitik değerini zayıflatabilir ve Türkiye ile ticaretine zarar verebilir.

Bu nedenle Ankara, Bağdat’ın ticari kısıtlamaları gevşetmesini ve kümes hayvanları ve yumurta gibi bazı temel gıda ürünlerinde gümrük vergilerini düşürmesini istiyor. Irak bu kısıtlamaları ve gümrük vergilerini kendi iç üretimini desteklemek için uyguluyor; bu karar Türk üreticilerin itirazlarıyla karşılaştı ve Ankara’daki yetkililer Irak hükümetinden bu kısıtlamaları kaldırmasını isteyerek müdahale etmek zorunda kaldı. Irak tarafı, Kürdistan bölgesinin Türk üreticilerin ihracatlarını kabul ederek ve gümrük vergisi ödemeden Irak’ın geri kalan bölgelerine geçişlerini kolaylaştırarak onlarla işbirliği yapmasından şikayetçi.

Türkiye’nin 2022 yılında Irak’a ihracatı yaklaşık 14 milyar ABD dolarıydı ve Ankara daha fazla ihracat yapmayı hedefliyor. Ankara, Irak pazarında İran ve Çin’in rekabetiyle karşı karşıya olduğundan, Türkiye muhtemelen Kalkınma Yolu projesindeki konumunu Irak’ta daha fazla ticaret ve yatırım ayrıcalığı elde etme olasılığıyla ilişkilendirmeye çalışacak. Bu rekabetin Körfez Arap ülkelerinin bu pazara kademeli olarak girmesiyle daha da kızışması bekleniyor.

İlişkinin Olası Rotaları

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bağdat ziyaretine hazırlık amacıyla Türk yetkililer tarafından Irak’a yapılan bir dizi ziyaret, iki ülke arasındaki gergin ilişkileri yeniden canlandırdı ve her iki tarafın da üzerinde çalışacağı öncelikli gündemi belirledi. Öngörülebilir gelecekte bu ilişkilerin nasıl bir seyir izleyeceğine dair üç temel senaryo var.

Birincisi, büyük anlaşma senaryosu: Bu, iki tarafın büyük bir kazan-kazan anlaşmasının parçası olarak başlıca ihtilaflı konuları ele almaya karar verdiği anlamına gelir. Bu senaryo, Irak hükümetinin PKK’nın Irak içindeki faaliyetlerine karşı sert bir tutum benimsemesi, Irak’ın Türkiye üzerinden petrol ihracatına yeniden başlaması karşılığında Türkiye’nin Irak’ta örgüte karşı askeri operasyonlar düzenlemesine izin vermesi ve ICC’nin tazminat kararına ilişkin bir uzlaşmaya varılması olasılığına dayanıyor. Bu senaryo, Sudani hükümetinin Iraklı tarafları bu anlaşmanın faydaları konusunda ikna etmeye istekli olmasını gerektiriyor. Bu ikna, Kürdistan’la, özellikle de iki büyük partisiyle ve Irak’taki İran yanlısı gruplarla bir uzlaşmaya varmak anlamına gelecektir.

İkincisi, sorunların ayrıştırılması: Bu, iki tarafın farklı öncelikleri ve çatışan çıkarları olan çok sayıda yerli ve yabancı aktör nedeniyle kapsamlı bir anlaşmaya varmanın zorluğu nedeniyle ihtilaflı konuları ayrı ayrı ele almaya devam ettiği en olası senaryo olabilir. Bu durumda enerji ve PKK konularında ilerleme sağlanabilir. Ancak bu kapsamlı bir anlaşma değil kısmi bir çözüm olacaktır ki bu da su gibi daha karmaşık meselelerin çözümüne yardımcı olmayacaktır.

Üçüncüsü, yükselen tansiyon: Ankara’nın Bağdat’a danışmadan Irak içinde PKK’ya karşı saldırıları yeniden başlatması ve Kürdistan’a ayrı bir yaklaşım benimsemesinde olduğu gibi, her iki tarafın da herhangi bir temel meseleyi çözüme kavuşturamaması ve tek taraflı hareket etme eğilimine teslim olması, Bağdat’ın bölgedeki meşru otoritesini sarsmakta. Bu yaklaşım IKBY’nin petrol ihracatında ve su paylaşımı meselesinde de kendini gösteriyor. Bu senaryo, her iki taraf için de daha yüksek bir maliyet içerdiğinden daha az olası görünüyor.

Sonuç

Her iki ülkenin de en acil konuları (özellikle Türkiye’nin Irak içindeki PKK savaşçılarına yönelik askeri operasyonları ve Irak-Türkiye boru hattı üzerinden petrol ihracatının yeniden başlatılması) çözüme kavuşturma ihtiyacı göz önünde bulundurulduğunda, Irak-Türkiye ilişkilerini geliştirmek için iyi bir fırsat var. Muhtemelen bu iki konunun çözüme kavuşturulması diğer konulara da olumlu yansıyacak ve Irak-Türkiye ilişkilerini doğru rotaya sokacaktır. Ancak bu, kapsamlı bir anlaşmayla gerçekleşmek zorunda değil, güven artırıcı ve gelecekte diğer sorunların çözümünün önünü açan kısmi bir anlaşmayla da mümkün olabilir.

Gerçek sorunlardan kaçınmak artık her iki taraf için de ideal seçenek değil. Yeni Türk hükümetinin, özellikle de Şam ile normalleşme girişiminin karşılaştığı zorluklar nedeniyle, bölgede elverişli bir ortama ihtiyacı var. Bu da Türkiye’nin güney kanadını güvence altına almak için Bağdat’la ilişkileri ve bu ilişkilerin Ankara’ya sağladığı diğer kritik ekonomik ve ticari faydaları gerekli kılıyor.

Sudani hükümetinin altyapıyı geliştirme, ekonomik kalkınma projeleri başlatma ve güvenlik sorunlarını çözme çabaları, Türkiye’nin taleplerini dikkatle ele alması ve Ankara ile anlaşmazlıkları çözmek için daha ciddi çalışması gerektiği anlamına geliyor. Sudani’ye bu zorlu görevinde yardımcı olabilecek şey, şimdiye kadar Irak’ın Türkiye ile ilişkilerinde çıkarları olan çeşitli Iraklı taraflar, özellikle de Kürdistan bölgesi ve İran yanlısı gruplar arasında denge kurmadaki başarısıdır.

Diplomasi

NATO zirvesinde Erdoğan-Trump toplantısı olacak

Yayınlanma

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek amacıyla NATO zirvesi sırasında ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmeye hazırlanıyor.

Bloomberg’e göre görüşmenin salı günü (24 Haziran) geç saatlerde Lahey’de gerçekleşmesi bekleniyor.

Türkiye’nin Rus yapımı S-400 füze savunma sistemini satın alma kararı, ABD’nin Ankara’yı F-35 programından çıkarmasına yol açarak iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirmişti.

İlişkiler ayrıca Türkiye’nin tehdit olarak gördüğü Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) ABD’nin verdiği destek nedeniyle de bozulmuştu

Bloomberg haberine göre Erdoğan, ülkesinin Rus füze savunma sistemini “kontrollü bir şekilde kullanacağına” dair güvence vererek Trump’ı yasağı kaldırmaya ikna etmeye çalışacak.

Türkiye, F-35 jetlerinin satın alınmasının ordusunun diğer NATO üyeleriyle uyumlu bir şekilde hareket etmesini ve ittifakın güneydoğu kanadındaki caydırıcılığını güçlendireceğini savunuyor. Kaynaklara göre Türkiye, toplam 40 adet F-35 ve 40 adet F-16 satın almak istiyor.

Ayrıca Ankara, ABD yapımı savaş uçaklarında ve Türkiye’nin çift motorlu Kaan savaş uçakları ile Hürjet eğitim uçaklarında kullanılan GE Aerospace F110 ve F404 motorlarını satın almak ve monte etmek için de izin isteyecek.

Kaynaklar, Erdoğan’ın Trump ile görüşmesinde, SDG’nin yeni Suriye ordusu içine entegrasyonu konusunu da gündeme getirebileceğini belirtti.

Kaynaklar, Erdoğan’ın ayrıca ABD başkanından İsrail’i dizginlemesini ve bu ülkenin Suriye’de kalıcı bir askeri varlık tesis etme girişimine karşı olduğunu ifade edebileceğini de söyledi.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

NATO zirvesi: Silahlanma çılgınlığı ve Silikon Vadisi çağı

Yayınlanma

Lahey’deki NATO zirvesi, çok sayıda savunma bakanı, savunma uzmanı ve silah endüstrisi temsilcisinin katıldığı geniş çaplı bir toplantıyla bugün (24 Haziran) başlıyor.

NATO Savunma Sanayii Forumu, ittifakın açıklamasına göre, NATO ülkelerinin “benzeri görülmemiş bir hızla” nicel olarak yeniden silahlanmasına yardımcı olmayı ve en son teknolojilerin gelecekteki savaşlarda daha kullanışlı hale getirilmesini amaçlıyor.

Yapay zeka (AI) teknolojisinin hiç olmadığı kadar yaygın olarak kullanıldığı İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, şu anda askeri teknoloji standartlarını belirliyor.

Raporlara göre, İsrail silahlı kuvvetleri, özellikle AI’ın yardımıyla “hava, siber ve kara operasyonlarını” entegre ederek “drone sürülerini, gizli ağları ve sabotaj görevlerini gerçek zamanlı olarak koordine ediyor.”

ABD de AI’ın savunmaya entegrasyonunu hızla ilerletirken, Alman girişimler de AI kontrollü insansız hava araçlarının (İHA) üretiminde başarılar elde ediyor.

Bunlar arasında, sivil şirketleri geride bırakarak Almanya’nın en pahalı girişimi olarak kabul edilen savunma startup’ı Helsing de bulunuyor.

Test sahası olarak Ukrayna

Bu yılki Savunma Sanayii Forumunda NATO, savaşların büyük ölçüde savaşan tarafların sahip olduğu savunma sanayii kapasitelerine göre sonuçlandığını gösteren deneyimlerden sonuçlar çıkarıyor.

Örneğin, Hollanda Savunma Bakanı Ruben Brekelmans’a göre, Ukrayna’daki savaş “endüstriler arası bir savaş” haline geldi. Brekelmans’ın bakanlığı, NATO ile birlikte ve sanayi birliği VNO-NCW ve Hollanda Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği içinde forumu düzenliyor.

Büyük miktarlarda askeri teçhizat üretebilen ve özellikle bunu hızlı bir şekilde yapabilenlerin belirleyici bir avantaja sahip olduğunun altı çiziliyor.

Foruma savunma bakanları, savunma uzmanları ve özellikle savunma sanayii temsilcileri dahil olmak üzere 400’den fazla katılımcı davet edildi.

Toplantı öncesinde yapılan açıklamalara göre, tartışmalar “silah üretimini benzeri görülmemiş bir hızla genişletme ve yoğunlaştırma” üzerine odaklanacak.

Toplantıda, niceliksel artışların yanı sıra, finansman seçenekleri ve “otonom sistemler dahil” savaşta en son teknolojilerin nasıl kullanılabileceği ele alınacak.

AI savaşı: Azerbaycan ve Ukrayna örneği

İsrail silahlı kuvvetlerinin İran savaşındaki operasyonlarına ilişkin raporlara bakıldığında, en son teknolojilerin nasıl kullanıldığına dair bir fikir edinilebilir.

İHA’ların kullanımı yeni bir şey değil ama İHA savaşının dönüm noktası 2020’de Azerbaycan-Ermenistan savaşında yaşandı. İHA’lar şu anda Ukrayna savaşında önemli bir rol oynuyor.

İran savaşında da yapay zekanın yaygın kullanımı devreye girmiş durumda: Al Monitor’un analizine göre, AI tabanlı savaş ilk kez merkezi sahneye çıktı. Washington merkezli Orta Doğu Enstitüsü’nden (MEI) bir uzmana göre, İsrail AI’ın yardımıyla “hava, siber ve kara operasyonlarını entegre ederek drone sürülerini, gizli jetleri ve sabotaj görevlerini gerçek zamanlı olarak koordine ediyor.”

AI tabanlı siber saldırılar ve AI tabanlı elektronik savaş da İran’ın hava savunmasını etkisiz hale getirmeyi mümkün kıldı. MEI uzmanı, bunun en önemli örneği olarak Mossad’ın Tahran’a yakın bir yerde gizli bir drone üssü kurmasını ve Tel Aviv’in buradan AI kontrollü saldırılar düzenlemesini gösteriyor.

İsrail ayrıca İran şehirlerinde AI yardımıyla saldırı silahı olarak kullanılan patlayıcılarla donatılmış sivil araçlar kullanıyor.

NATO’da Silikon Vadisinin ağırlığı artıyor

ABD’de Trump yönetimi, yapay zeka da dahil olmak üzere çeşitli araçlarla yüksek teknolojili savaşa yönelme politikasını sürdürüyor.

Halihazırda küresel askeri harcamaların üçte birinden fazlasını oluşturan askeri bütçe, yüzde 13,4 oranında artırılarak 1,01 trilyon dolara çıkarıldı.

Aynı zamanda, kaynaklar ve kapasiteler geleneksel ABD savunma şirketleri olarak bilinen 5 şirketten (General Dynamics, Lockheed Martin, RTX, Northrop Grumman, Boeing) yapay zeka ve havacılık endüstrilerindeki startup’lara kaydırılıyor.

Bunun bir örneği, İsrail’in Demir Kubbe sistemini örnek alan kıtasal füze savunma sistemi “Altın Kubbe” projesi. Elon Musk’ın SpaceX ve Starlink şirketleri ile Palantir ve Anduril gibi genç teknoloji şirketleri bu projeden büyük ihaleler almayı umuyor.

Elon Musk’ın hükümetten çekilmesine rağmen, Silikon Vadisinden teknoloji şirketleri, personel açısından Trump yönetiminde güçlü bir şekilde temsil edilmeye devam ediyor.

Örneğin, Palantir CEO’su Alex Karp’ın çalışanları, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon’da etkili pozisyonlarda bulunuyor. Haberlere göre, ABD Savunma Bakanlığında şu anda “yeni bir ton” var ve bu, ABD’nin Batı Kıyısındaki startup’lar ve teknoloji şirketleri” arasında “adeta coşku”ya neden oluyor.

Almanya’nın en pahalı startup’ı

Alman Silahlı Kuvvetleri henüz benzer bir başarıya ulaşmaktan çok uzak olsa da, Alman savunma sanayisinde ABD’dekine benzer yüksek teknoloji startup’ları kurma çabalarında ilk başarı işaretleri görülmeye başladı.

Şu anda Almanya’nın en değerli startup’ı, Münih merkezli Helsing. Şirketin kurucu ortağı Gundbert Scherf, bir zamanlar McKinsey tarafından Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen’in “Stratejik Silah Kontrol Komiseri” olarak görev yapmak üzere gönderilmişti.

Helsing, yapay zeka yardımıyla kontrol edilen ve sinyal bozucularla durdurulamayan Ukrayna için kamikaze insansız hava araçları üretmesiyle adını duyurdu.

Son zamanlarda, Ukraynalı askerlerin Helsing insansız hava araçlarının bazı rakip modellere göre çok pahalı ve kalitesinin düşük olduğunu düşündükleri bildiriliyor.

Bununla birlikte, Helsing, NATO’nun doğu kanadında kurulması planlanan bir “insansız hava aracı duvarı” için ekipman tedarik etmek üzere görüşmelerini sürdürüyor. 

İnsansız hava araçlarının yanı sıra, bu şirket öncelikle savaş uçakları, denizaltılar ve tanklar için yapay zeka geliştiriyor. Bu sayede bu araçlar gelecekte daha verimli bir şekilde kullanılabilecek.

Şu anda 12 milyar avro değerinde ve Almanya’nın en pahalı startup’ı olan Helsing, İsveçli Saab ile işbirliği içinde Eurofighter uçaklarını elektronik savaş için donatmaya hazırlanıyor.

Alman AI çalışmaları Ukrayna’ya odaklanıyor

AI ve drone şirketi Helsing’in yanı sıra, Münih yakınlarındaki Gilching’de bulunan drone üreticisi Quantum Systems de yükselişte.

Quantum Systems, 2015 yılında eski Alman Silahlı Kuvvetleri subayı Florian Seibel tarafından kuruldu. Şirket, sadece Alman Silahlı Kuvvetleri için değil, Ukrayna için de üretim yapıyor.

Ayrıca gelecekte Airbus Defence ile de yakın işbirliği içinde olacak. Bu konuyla ilgili bir niyet mektubu, geçtiğimiz günlerde Le Bourget Havalimanında düzenlenen Paris Havacılık Fuarında imzalandı.

Mektuba göre, Quantum Systems, insansız hava araçları ve insansız hava araç sürüleriyle birlikte çalışacak altıncı nesil savaş uçağı Future Combat Air System (FCAS) projesinde yer alacak.

Quantum Systems, bugüne kadar Airbus Defence tarafından 40 milyon avro ile finanse edildi.

Pentagon bağlantılı sermaye Avrupa’ya akıyor

Helsing ve Quantum Systems Alman şirketleri olsa da, Rheinmetall drone ve yapay zeka alanında kısmen ABD’li ünlü teknoloji milyarderi Peter Thiel tarafından finanse edilen Anduril adlı ABD şirketiyle işbirliği yapıyor.

Rheinmetall ve Anduril, geçen hafta askeri insansız hava araçları üretmek için stratejik bir ortaklık anlaşması imzaladı.

Anduril’den yapılan açıklamaya göre ortaklık, zamanla daha fazlasını kapsamayı amaçlayan üç kanıtlanmış yeteneğin geliştirilmesine odaklanıyor: Anduril’in düşük maliyetli, seri üretilebilir otonom hava araçları ailesinin bir parçası olan Barracuda’nın Avrupa versiyonunun Rheinmetall’in dijital egemenlik çerçevesi (“Battlesuite”) içine entegrasyonu; Anduril’in yüksek performanslı, çok görevli grup 5 otonom hava aracı (AAV) Fury’nin Avrupa versiyonunun Rheinmetall’in dijital egemenlik çerçevesi (“Battlesuite”) içine dahil edilmesi; ve Anduril’in yeni üretim yaklaşımlarından yararlanarak Avrupa’da kullanılmak üzere katı roket motorları için fırsatların araştırılması.

Anduril Industries CEO’su Brian Schimpf, “Bu, ortak üretim, operasyonel uygunluk ve egemenliğe karşılıklı saygı üzerine kurulu farklı bir savunma işbirliği modeli. Rheinmetall ile birlikte, hızlı bir şekilde üretilebilen, geniş çapta konuşlandırılabilen ve NATO misyonlarının gelişmesine göre uyarlanabilen sistemler geliştiriyoruz,” dedi.

Bu anlaşma, ABD’li bir teknoloji şirketinin, Berlin ve Brüksel’in silah üretiminde ABD’den bağımsız olarak mümkün olduğunca özerk hale gelme çabalarına ters düşen, Avrupa’da silah teknolojisinin yaygınlaşmasında önemli bir konum elde etmesini sağlıyor.

Anduril, Avrupa’yı gözüne kestirdi

Geçen mart ayında Silikon Vadisi devi Anduril’in, Avrupa kıtasının savunma harcamalarını artırmaya hazırlanırken, İngiltere’de insansız hava aracı üretimi ve Avrupalı silah üreticileriyle sözleşmeler imzalamayı düşündüğü açıklanmıştı.

Anduril’in İngiltere ve Avrupa genel müdürü Rich Drake, Bloomberg’e verdiği bir röportajda, “Yeterli sipariş alırsak, kesinlikle İngiltere’de bir tesis açmayı planlıyoruz. Müstakil bir İngiliz şirketi olmaya kararlıyız,” demişti.

Anduril ve veri analizi geliştiricisi Palantir gibi Amerikan savunma teknolojisi şirketleri, Ukrayna’da savaşın başlamasından bu yana Avrupa’da ilgi görmeye başladı.

Geçen şubat ayının başlarında Anduril ve İngiliz hükümeti, Ukrayna’ya saldırı amaçlı insansız hava araçları sağlamak için yaklaşık 30 milyon sterlin (38 milyon dolar) tutarında bir anlaşma yaptığını duyurmuştu.

2024 yılının haziran ayında, Anduril ve Rheinmetall, küçük insansız hava araçlarına odaklanan hava savunma sistemleri üzerinde ortak çalışma yapmak üzere bir anlaşma imzalamıştı.

Drake, şirketin Almanya dışında “birkaç başka ülke”deki savunma şirketleriyle de görüşmelere başladığını söylemişti.

Anduril, Silikon Vadisinin önde gelen risk sermayesi fonları Andreessen Horowitz ve Founders Fund dahil olmak üzere bir dizi yatırımcı tarafından destekleniyor ve son zamanlarda, Meta ile askerler için karma gerçeklik başlıkları sağlamak üzere anlaşma dahil olmak üzere bir dizi başarı elde etti.

Geleneksel Amerikan silah şirketleri için Avrupa’nın önemi

ABD’nin önde gelen savunma şirketleri, yıllık gelirlerinin önemli bir bölümünü oluşturan Avrupa’da uzun süredir devam eden bağlara sahipler ve daha derin ortaklıkların kıtada iş yapmaya devam etmelerini sağlayacağını umuyorlar.

Bu bölge, 2024 yılında hem Lockheed Martin’in hem de RTX’in yıllık gelirlerinin yaklaşık yüzde 11’ini oluşturuyor. Birçok Avrupa ordusu Lockheed’in F-35 savaş uçağına sahipken, RTX’in Patriot füzesi hava savunma alanında açık ara pazar lideri.

Lockheed ve RTX’in savunma iştiraki Raytheon, son iki yılda kıtada geniş kapsamlı ortak üretim ortaklıkları kurduklarını duyurdu. Lockheed, Rheinmetall ile büyük ölçekli füze üretimi kuracak, Raytheon ve Avrupalı füze üreticisi MBDA’nın ortak girişimi ise Almanya’da NATO için Patriot füzeleri üretecek.

Raytheon’un kara ve hava savunma sistemleri başkanı Thomas Laliberty, ülkelerin “egemenlik kavramına farklı yaklaşımlar” sergilediğini söyledi.

Raytheon’un “her birini anlamaya ve elimizden geldiğince bu gereksinimleri karşılamalarına yardımcı olmaya” çalıştığını da sözlerine ekledi.

Lockheed Martin’in baş işletme sorumlusu Frank St John, Paris’te Financial Times’a verdiği demeçte, şirketin sadece Avrupa’daki tedarik zincirini genişletmekle kalmayıp, aynı zamanda üretim tesisleri kurduğunu da söyledi.

Lockheed, ortaklıkların bölgenin finansmanına uygun olmasını ve Avrupa gereksinimlerini karşılayabilmesini sağladığını da ekledi.

Boeing de “hangi işbirliği fırsatlarının mevcut olduğunu incelediğini” söylüyor. Şirket, Avustralya ile insansız savaş uçağı MQ-28 Ghost Bat’ı geliştirmek için uyguladığı ortak geliştirme yaklaşımını Avrupa’da da uygulamak istediğini belirtti.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

AB ve Kanada savunma paktı imzaladı

Yayınlanma

Kanada Başbakanı Mark Carney, pazartesi günü (23 Haziran) Avrupa Birliği (AB)ile bir güvenlik ve savunma ortaklığı anlaşması imzaladı.

Anlaşmanın amacı, ABD Başkanı Donald Trump’ın Amerika’nın kuzey komşusunu ilhak etme tehditlerinin ardından Kanada’nın savunma ve güvenlik ilişkilerini ABD’den uzaklaştırmak.

Önemli bir konu, Kanada’nın AB’nin milyarlarca avroluk ReArm Europe girişimi kapsamında yeni savunma harcamaları programlarına katılmasına izin verilmesi.

Kanada ve Avrupa’daki NATO ülkeleri de savunma harcamalarını önemli ölçüde artıracaklarını vaat ediyorlar. Bu vaat, Çarşamba günü Lahey’de başlayacak zirvede ittifak liderleri tarafından yeniden teyit edilecek.

Avrupa Konseyi Başkanı António Costa, zirvenin ardından düzenlediği basın toplantısında, “NATO kolektif savunmamızın temel taşı olmaya devam ederken, bu ortaklık hazırlıklarımızı daha hızlı ve daha iyi bir şekilde güçlendirmemize, daha fazla ve daha akıllı yatırımlar yapmamıza olanak tanıyacak,” dedi.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, bu ortaklığın Kanada’nın hızla gelişen Avrupa savunma mimarisindeki rolünü güçlendireceğini savundu ve bunun sadece başlangıç olduğunu söyledi.

Leyen, “Bu, endüstrilerimiz, halkımız ve transatlantik güvenlik aracı için iyi olacak,” dedi. Leyen, Carney’in Brüksel’de “dostların arasında” olduğunu da sözlerine ekledi.

Pazartesi akşamı yayınlanan ortak açıklamaya göre, Ottawa artık Brüksel ile AB’nin 150 milyar avroluk Avrupa için Güvenlik Eylemi (SAFE) planıyla ilgili ikili bir anlaşma üzerinde çalışacak.

Program, AB ülkeleri ve yakın müttefikleriyle sınırlı olup, üyelere silah satın almaları için kredi vererek ve diğer ülkelerin ortak alımlara katılmalarına izin veriyor.

Carney basın toplantısında, SAFE’ye katılım yolunda bir adım atmaktan “çok memnun” olduğunu belirtti.

Carney, “Bu, yeni yetenek gereksinimlerimizi daha hızlı ve daha etkili bir şekilde karşılamamıza, endüstrilerimizi geliştirmeye ve yargı yetkilerimizi güvence altına almaya yardımcı olacak. Yapacağımız şey, her iki taraf için de daha verimli ve daha uygun maliyetli olmalı,” dedi.

Güvenlik ve Savunma Ortaklığına göre, AB ve Kanada, Ukrayna’ya askeri yardım konusunda işbirliği ve Kanada ve Avrupa askeri teçhizat, personel ve malzemelerinin birlikte çalışabilirliğini ve hareketliliğini iyileştirme yollarını araştıracak.

Ayrıca, Kanada’nın AB topraklarında askeri hareketliliğini artırmak için askeri hareketlilikle ilgili Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği (PESCO) projelerinde işbirliğini genişletecek ve Kanada’nın ek PESCO projelerine katılımı için yeni fırsatlar araştıracak.

Carney, havacılık ve çift kullanımlı endüstri projeleri gibi savunma işbirliği alanlarında daha fazla ilerleme çağrısında bulundu.

AB ve Kanada ayrıca yıllık güvenlik ve savunma diyaloğu düzenleyecek ve Kanada ile Avrupa Savunma Ajansı arasında bir idari düzenleme kurulmasını araştıracak.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English