Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Foreign Policy: İsrail ile Barış İran ile Savaş Demek

Yayınlanma

Suudi Arabistan İsrail ile normalleşme için kamuoyu önünde Filistin’in bağımsız devlet olarak kabulünü ön şart koşmaya devam ediyor. Kapalı kapılar ardında ise pazarlık ABD ile yürüyor. Washington’un önüne nükleerden, sorgusuz sualsiz silah satışına ve güvenlik garantisine kadar bir dizi talep listesi sunuyor. ABD’den taviz koparmadan İsrail’le yapılacak bir anlaşma hele ki Riyad’ın bölgedeki en önemli “sorunu” Tahran ile ilişkilerini normalleştirmeye başladığı düşünüldüğünde Suudiler için riskli görünüyor.

Foreign Policy, Riyad’ın neden ABD’den güvenlik garantisi istediğini ve ABD’nin de neden bu garantiyi vermekte çekindiğini ele alan bir analiz yayındı. Dikkatinize sunuyoruz:

 

İsrail ile Barış İran ile Savaş Demek

Suudi Arabistan’ın olası yeni diplomatik anlaşmasının tehlikeli bir diğer yüzü de var.

Bilal Y. Saab ve Nickoo Azimpoor

Washington ve Orta Doğu’daki politika yapıcılar, Suudi Arabistan’ın kısmen ABD ile resmi bir savunma anlaşması karşılığında İsrail ile ilişkilerini normalleştirme olasılığını konuşmakla meşgul. Çok daha az dikkat çekse de en azından Riyad için kritik bir soru var: Böyle bir hamle Suudi Arabistan’ın İran ile yakın zamanda yaptığı diplomatik anlaşmayı tehlikeye atar mı?

Bunu düşünmek için güçlü nedenler var. İran’ın İsrail ile sadece düşmanca ilişkileri yok. İki ülke on yıllardır gölge savaşın içinde ve bu savaş son yedi yılda daha da tırmanmış durumda. Daha geçen yıl, İsrail ordusunun 2017’den bu yana Suriye’de ve Orta Doğu’nun diğer bölgelerinde İran ve devlet dışı müttefiklerine ait hedeflere karşı 400’den fazla hava saldırısı gerçekleştirdiği bildirildi. O zamandan bu yana bu tür saldırıların sayısının arttığı tahmin edilebilir.

Suudi Arabistan İsrail’i kucaklarsa, İran muhtemelen Suudilere karşı hemen hemen her şekilde saldıracak. Krallığın Müslüman dünyasının lideri olarak meşruiyetine daha agresif bir şekilde meydan okuyacak ve büyük olasılıkla güvenliğini tehdit edecek- ya Eylül 2019’da Suudi petrol tesislerini insansız hava araçları ve füzelerle vurduğunda yaptığı gibi doğrudan ya da Yemen’deki Husiler de dahil bölgesel vekiller aracılığıyla dolaylı olarak.

Tahran için Riyad’ın Washington’la dost olması başka bir şey -İranlıların alıştığı bir şey- İran’ın bölgedeki planlarına ve nüfuzuna karşı askeri güç kullanmaktan çekinmeyen İsrail’le ortak olmak bambaşka bir şey. İran ayrıca nükleer programına karşı ABD’den çok İsrail’in önleyici bir saldırıda bulunmasından endişe ediyor. Dolayısıyla Suudi Arabistan İsrail’le işbirliği yaparsa İran, Suudi yönetiminin böyle bir niyeti olmasa bile Riyad’ın İsrail ordusuna İran’a karşı hızlı bir saldırı başlatması için altyapı sağlayacağını varsayacaktır.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Eylül 2020’de İsrail’le ilişkileri normalleştirmeyi kabul ettiklerinde, her ikisi de İsrail’le askeri işbirliğine dair her türlü konuşmayı barış ve istikrar gibi muğlak kavramlarla sınırlandırmak konusunda son derece dikkatliydi. Bunun nedeni Abu Dabi ve Manama’nın İsrail ile askeri ilişkilerini geliştirmek istememeleri değildi. Sadece İsrail’le artan güvenlik işbirliğinin, Abu Dabi’nin gerilimi düşürmek ve İran yanlısı Husilerin Emirlik sivil hedeflerine yönelik saldırılarını önlemek için diplomasi yürüttüğü İran’ı kışkırtabileceğini anladılar.

Suudi Arabistan ya da Körfez Arap ülkelerinden herhangi biri İsrail’e fazla yaklaşır ve örneğin ona önemli istihbarat ve askeri erişim sağlarsa, İran büyük olasılıkla onlara saldıracaktır. Abu Dabi, Manama ve potansiyel olarak Riyad bu durumdan suçlu çıkacaktır ki Tahran Eylül 2019’da Suudi petrol altyapısına saldırdığında Suudilerin başına gelen de tam olarak buydu; Suudilerin yaptığı bir şey yüzünden değil, Trump yönetiminin İran rejimine karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasına verdikleri destek yüzünden.

Ancak Suudi Arabistan; BAE ve Bahreyn’in yolunu izlese ve normalleşmenin ardından İsrail ile güvenlik işbirliğini kısıtlasa bile bu onu İran’ın şiddetli siyasi ve dini kınamalarından kurtarmayacaktır.

Müslüman dünyasındaki konumu, rolü ve otoritesi nedeniyle Suudi Arabistan için riskler BAE, Bahreyn ya da İsrail ile ilişkilerini normalleştiren diğer Müslüman Arap ülkelerinden çok daha yüksek. Halen Suudi Kralı olan Selman bin Abdülaziz el-Suud aynı zamanda “İki Kutsal Caminin Hizmetkârı” unvanını da taşıyor. Kendisi sadece Mekke ve Medine’deki İslam’ın en kutsal iki mekanını korumak ve muhafaza etmekten değil aynı zamanda Kudüs’ün kaderinin İsrailliler ve Filistinliler arasında adil bir şekilde müzakere edilmesini sağlamaktan da sorumlu. Müslümanların en kutsal üçüncü mekânı olan Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapan Kudüs, İsrail-Filistin barış anlaşmasının tarihi bir köşe taşı ve Suudi toplumu ve dünya çapındaki Müslümanlar için derin dini önemi var.

Suudi Arabistan’ın Filistinlileri terk ettiği ve Kudüs’ten vazgeçtiği algısı oluşursa İran, Suud Hanedanı’na karşı yoğun bir siyasi baskı kampanyası başlatacaktır. Ve bu İranlı liderlerin, Suudi yönetiminin meşruiyetine ve otoritesine ilk meydan okuyuşu olmayacaktır. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney uzun yıllardır Müslüman dünyasına, İsrail’in sızdığı “lanetli ağaç” olduğu için Suudi kraliyet ailesini İki Kutsal Caminin Hizmetkârı olarak reddetme çağrısında bulunuyor.

Dolayısıyla Suudi yetkililer, bir Filistin devleti kurulmadan ya da en azından kurulması için etkili bir süreç başlatılmadan İsrail ile normalleşmenin gerçekleşmeyeceği konusunda ısrarcı olduklarında, samimiyetsiz davranmıyor ya da bu konuda lafta kalmıyorlar. Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan ocak ayında yaptığı açıklamada “Gerçek normalleşme ve gerçek istikrar ancak Filistinlilere umut vererek, Filistinlilere itibar kazandırarak gelecektir” dedi. Suudiler, BAE ve Bahreyn gibi İsrail ile sadece İsrail’in Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerini ve Ürdün Vadisi’ni ilhakını askıya alan ya da donduran bir normalleşme anlaşmasını göze alamaz. Suudilerin daha anlamlı bir şeye ihtiyacı var çünkü itibarları, meşruiyetleri, otoriteleri ve hatta güvenlikleri tehlikede.

Washington’un taleplerini yerine getirmesi halinde Suudi yönetiminin ve özellikle de Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Filistin meselesinde kesin olmayan -ama BAE ve Bahreyn’e vaat edilenden daha fazla- bir tavize ikna olması hâlâ mümkün. Aslına bakılırsa, Suudilerin istediği her şeyden çok, ABD ile yapılacak bir ittifak anlaşmasının havuçları, krallık için fazlasıyla karşı konulamaz olabilir. Suudi liderler İran’ın her zaman yaptığını yapacağını, yani Suudi Arabistan’a meydan okuyacağını ve tehdit edeceğini düşünüyor olabilirler, ancak kendilerini koruyacak bir ABD savunma kalkanı ile Suudiler şanslarını deneyebilirler.

Suudi Arabistan’ın Washington’dan resmi bir savunma anlaşması alma konusunda bu kadar ısrarcı olmasının nedeni de bu. Riyad böylesine tarihi ve oyunun kurallarını değiştirecek bir hamlenin İran’dan siyasi tepki ve muhtemelen güvenlik tehditleri alacağını biliyor. Hem İran hem de İsrail’le normalleşmenin mümkün olmayacağının ya biri ya diğeri olacağının farkında.

Ancak bu, aynı zamanda ABD’nin Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme için sunduğu ağır bedeli kabul etmekte neden bu kadar tereddüt ettiğini de açıklıyor. Yukarıda tarif edilen sonuç gerçekleşir ve İran İsrail’i tanıdığı için Suudi Arabistan’a saldırırsa, ABD Suudi Arabistan için İran’a karşı savaşa girecek bir konumda olacak mı? Peki ya İran Suudi Arabistan’a karşı doğrudan askeri eylemden kaçınır ve krallığa saldırmak için bölgesel vekillerini kullanırsa, Washington o zaman nasıl karşılık verir?

Bu soruların kolay cevapları yok ama Riyad Washington’dan bunları bekleyecektir. Suudi Arabistan ve ABD arasında bir ittifak anlaşmasının zorlukları ve sonuçları ağır; şüphesiz ki Riyad ve Washington’daki liderlerin İran’ın olası bir Suudi-İsrail normalleşme anlaşmasına vereceği tepkiyi göz önünde bulundurmaları tavsiye edilir. Tahran’ın tutumu olası bir anlaşmayı caydırmamalı ya da ortadan kaldırmamalı, ancak Riyad ve Washington bunu bilinçli bir şekilde planlamalı.

ORTADOĞU

Trump, Batı Şeria’nın ilhakına şartlı destek verecek

Yayınlanma

Trump’ın eski yardımcıları, İsrailli bakanları, ikinci döneminde Trump’ın ilhakı koşulsuz desteklemesini ummamaları konusunda uyardı.

The Times of Israel’in bilgi sahibi üç kaynağa dayandırdığı habere göre Donald Trump’ın önceki yönetiminden en az iki yetkili, İsrailli bakanları, Trump’ın ikinci döneminde İsrail’in Batı Şeria’yı ilhakını destekleyeceğini varsaymamaları konusunda uyardı.

Mesaj, Trump’ın geçen hafta başkanlık seçimlerini kazanmasından önceki aylarda yapılan toplantı ve görüşmelerde iletilmiş olsa da aşırı sağcı kabine üyeleri bu uyarılardan etkilenmedi.  Pazartesi günü Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Trump’ın yeniden göreve gelmesiyle 2025 yılının “Yahudiye ve Samiriye’de [Batı Şeria] egemenlik yılı” olacağını ilan etti. Geçen hafta Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir de “egemenlik zamanı geldi” dedi.

Cuma günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail’in bir sonraki ABD Büyükelçisinin, Batı Şeria’nın büyük bölümünün ilhak edilmesini savunan ve Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkan eski bir yerleşimci lideri olan Yechiel Leiter olacağını açıkladı.

İsminin açıklanmaması kaydıyla konuşan İsrailli bir yetkili, Times of Israel’e, Trump’ın eski danışmanlarının İsrailli üst düzey bakanlarla yaptıkları son görüşmelerde, Trump’ın bu hamleyi destekleme ihtimalini göz ardı etmediklerini ancak bunun “kesin bir sonuç” olarak görülmemesi gerektiğini belirttiklerini söyledi.

Trump’ın eski bir yardımcısının bir bakanla yaptığı görüşmelerden birine vakıf bir İsrailli yetkiliye göre, tartışmalı hamle gündeme gelirse Trump’ın İran’la mücadele, Çin’le rekabet ve Ukrayna’daki savaşı sona erdirme gibi daha acil dış politika hedefleri sekteye uğrayabilir. Çünkü Trump bu dış politika hedefleri için Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez’deki ABD müttefiklerinin desteğine ihtiyaç duyuyor. Ancak İsrail’in ilhakını desteklerse müttefiklerin ciddi tepkisiyle karşılaşacak.

Trump 2020’de İsrail’in tüm yerleşim yerlerini ilhak etmesini öngören bir barış planı sunmuş olsa da teklif, Batı Şeria’nın geri kalan bölgelerinde bir Filistin devletinin kurulmasına olanak tanıyordu.

Netanyahu o dönemde bu öneriye temkinli yaklaşırken geçen hafta Trump’ın zaferini ilhak planlarını hayata geçirmek için bir fırsat olarak kutlayan Smotrich ve birçok yerleşimci lider, plana karşı çıkmıştı.

Trump’ın eski bir danışmanı, İsrailli bir bakana, ikinci Trump yönetiminin, 2020’de olduğu gibi İsrail egemenliğini koşulsuz desteklemeyeceğini söyledi.

Filistin Yönetimi’nin Trump’ın 2020 “Barıştan Refaha” önerisini reddetmesinin ardından Trump yönetimi Batı Şeria’nın kısmen ilhakını planlamak için İsrail’le birlikte çalışmış, ancak Birleşik Arap Emirlikleri’nin Yahudi devletiyle ilişkileri normalleştirmeyi kabul etmesi karşılığında bu girişim rafa kaldırılmıştı.

ABD’nin İsrail’in ilhak hamlesini engellemek için BAE’ye verdiği taahhüt 2024 sonunda sona erecek ancak eski bir Trump yetkilisi The Times of Israel’e yaptığı açıklamada ABD’nin İsrail ilhakına verdiği desteğin koşullarında büyük bir değişiklik beklenmediğini söyledi. Eski Trump yetkilisi, “Eğer bu gerçekleşirse, bir sürecin parçası olması gerekecek” dedi.

Trump’ın eski Ortadoğu temsilcisi Jason Greenblatt da The Times of Israel’e yaptığı açıklamada benzer bir mesaj verdi:

“İsrail’de Başkan Trump’ın zaferini kutlayanların bunu, Trump’ın ilk döneminde yaptığı pek çok tarihi şeyin de gösterdiği gibi İsrail’e verdiği güçlü destek nedeniyle yapmalarının önemli olduğunu düşünüyorum. Bazı İsrailli bakanlar, Yahudiye ve Samiriye’deki İsrail egemenliğinin genişletilmesinin otomatik olarak tamamlanmış bir mesele olduğunu varsayıyor ve Başkan Trump göreve gelir gelmez bunun gerçekleşeceğini düşünüyor.”

“Bir nefes almalarını öneririm. Bu bakanlara tavsiyede bulunuyor olsaydım, öncelikle Başbakan Netanyahu ile yakın bir şekilde çalışarak İsrail’in ABD ile ilişkilerini derinleştirmesine ve İsrail’in şu anda karşı karşıya olduğu muazzam tehditler ve zorluklar üzerinde çalışmasına olanak sağlamaya odaklanmalarını şiddetle tavsiye ederdim. Yahudiye ve Samiriye hakkında bir tartışma yapmanın zamanı gelecektir, ancak bağlam ve zamanlama önemli.”

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İİT-Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi başladı: İsrail’in soykırımı ve İran’a saldırıları kınandı

Yayınlanma

Riyad zirvesi

ABD Başkanı Donald Trump görevi devralmadan önce İslam ve Arap ülkeleri, İsrail’in Gazze soykırımına yönelik tepkisini ortak zirvede deklare etti.

İsrail’in Filistin topraklarına ve Lübnan’a yönelik devam eden saldırıları ve ateşkesin ele alınacağı İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) -Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da başladı.

11 Kasım 2023’te Riyad’da düzenlenen İİT-Arap Birliği ortak zirvesinin devamı niteliğindeki zirveye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Lübnan Başbakanı Necib Mikati ve Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani başta olmak üzere çok sayıda Arap ve Müslüman ülke lideri katıldı.

İran lideri Mesud Pezeşkiyan’ın zirveye katılmaması dikkat çekti. Pezeşkiyan dün akşam Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı arayarak “yoğun programı” nedeniyle zirveye katılamayacağını bildirmişti.

Zirvenin açılış konuşmasını yapan Muhammed bin Selman, İsrail’in Filistin’deki saldırılarını ilk kez “soykırım” olarak niteledi ve İsrail’in İran’a yönelik saldırganlığını kınadı.

Selman zirvenin İsrail’in Filistin topraklarına yönelik saldırılarının gölgesinde gerçekleştirildiğine işaret ederek, İsrail’in saldırılarını kesin bir şekilde reddettiklerini belirtti. Filistin devletinin kurulmasının gerekliliğine vurgu yapan Bin Selman, iki devletli çözüm lehinde daha fazla ülkenin desteğini seferber ettiklerini ifade etti.

Filistin yönetiminin rolünün azaltılmasını reddettiklerini belirten Bin Selman, UNRWA’nın bölgede görevini yerine getirmesinin engellenmesinden üzüntü duyduklarını kaydetti.

Bin Selman, İsrail’in Lübnan’da gerçekleştirdiği saldırıları ve ülkenin güvenliğini tehdit etmelerini kınadıklarını söyledi. ​​​​​​​

“Bir avuç Batılı ülke…”

Selman, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını da kınayarak uluslararası toplumun İsrail’i “kardeş İran İslam Cumhuriyeti’nin egemenliğine saygı göstermeye” zorlaması gerektiğini söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuşmasında “İsrail’in amacı Gazze’ye yerleşmek, Doğu Kudüs dahil olmak üzere Batı Şeria’daki Filistin varlığını yok etmek ve nihayetinde ilhak etmektir. Adım adım buraya doğru bir gidiş söz konusudur. Buna engel olmalıyız” dedi. Erdoğan, “Bir avuç Batılı ülke, İsrail’e askeri, siyasi, ekonomik ve moral açıdan her türlü desteği verirken Müslüman ülkelerin tepki göstermekte yetersiz kalması, maalesef sahadaki durumun bu noktaya gelmesine yol açmıştır. Uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler Şartı temelinde Filistin’de soykırım suçu işleyenlere özellikle zorlayıcı tedbirler alınması için girişimlerimizi eş güdüm halinde sürdürmemiz fevkalade önemlidir” dedi.

“İslam ülkeleri olarak öncülük etmeliyiz”

Aralarındaki görüş ve tutum farklılıklarının ortak davalarında ayak bağı olmasına izin verilmemesi talebini dile getiren Erdoğan, “Filistinli kardeşlerimizin de kendi içlerinde milli birlik sağlayabilmelerini gönülden arzu ediyoruz. Bunu da ayrıca teşvik ediyoruz. Aziz kardeşlerim, İslam ülkeleri olarak İsrail’e karşı atılabilecek adımlara öncülük etmeliyiz. Her şeyden önce İsrail’e silah ambargosu uygulanması, İsrail’le ticaretin sonlandırılması ve İsrail’in saldırganlığı sona ermedikçe uluslararası alanda tecrit edilmesi, son derece mühimdir. Türkiye olarak İsrail’e yönelik ticari kısıtlamaları yürürlüğe koyduk. Netanyahu hükümetine Filistin topraklarını işgalinin maliyeti olduğunu hissettirecek somut ve gerçekçi tüm önerileri hayata geçirmeye hazırız” şeklinde konuştu.

7 Ekim’den bu yana 9 ülkenin daha Filistin Devletini tanıdığını dile getiren Erdoğan, “Güvenlik Konseyindeki direncin de aşılarak Filistin Devletinin Birleşmiş Milletler üyesi olduğu günleri göreceğine inanıyoruz” dedi.

İİT-Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi’nin ilk toplantısı, İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırganlığını ele almak üzere Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da gerçekleştirilmesi öngörülen Arap Birliği Zirvesi ile 8. Olağanüstü İslam Zirvesi’nin tek çatı altında birleştirilmesi sonucunda 11 Kasım 2023’te Riyad’da yapılmıştı.

 

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Lübnan’da ateşkes diplomasisi hızlanırken işgalin genişletilmesine onay verildi

Yayınlanma

ABD Başkanı Trump, görevi devralmadan Lübnan cephesinde ateşkes sağlanması için Biden yönetimine mesaj iletti. Netanyahu, birinci adamını müzakere için ABD’ye gönderirken Genelkurmay Başkanı olası müzakerelerde el yükseltmek için Lübnan’ın güneyindeki işgali genişletme planını onayladı. Hizbullah ise uzun bir savaş için yeterli silah, teçhizat ve malzemeye sahip olduklarını açıkladı.

İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer, Hizbullah ile ateşkesi görüşmek için ABD’ye gitti. ABD başkanı seçilen Trump’ın, Joe Biden yönetimine, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması çabalarında ilerleme kaydedilmesi gerektiği mesajını ilettiği öne sürüldü.

İsrail basınında çıkan haberde, Başbakan Binyamin Netanyahu’ya yakınlığıyla bilinen İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer’in Dermer’in geçen hafta Rusya’ya “gizli bir ziyarette” bulunduğu belirtildi. Dermer’in Rusya ziyaretinin Hizbullah ile ateşkese varılması çabalarının bir parçası olduğu ifade edildi. Hizbullah ile varılacak ateşkes görüşmelerinde “kilit role sahip olduğu” söylenen Dermer’in ofisi, Rusya ziyaretine ilişkin yorum yapmadı.

“Lübnan’da ateşkes” iddialarının perde arkası

Öte yandan Dermer’in Hizbullah ile ateşkesi görüşmek için ABD’ye gittiği kaydedildi. Axios’ta yer alan haberde, Dermer’in Trump ile de görüşmesinin planlandığı belirtildi.

Netanyahu, kabine toplantısı sonrası yayımladığı görüntülü mesajda, ABD Başkanı seçilen Donald Trump ile son birkaç günde önemli 3 görüşme gerçekleştirdiğini belirtmişti.

Yedioth Ahronot gazetesinin ismini açıklamayan ABD’li yetkililere dayandırdığı haberinde ise Trump’ın Biden yönetimine İsrail ile Hizbullah arasında ateşkese varılmasına ilişkin mesaj yolladığı belirtildi. Gazeteye konuşan ABD’li yetkililer, Biden’ın Kıdemli Danışmanı Amos Hochstein’ın iki tarafın da anlaşmaya varabileceğinden, bir yılı aşkın süredir devam eden çatışmalara ve İsrail’in Lübnan’ın güneyine düzenlediği saldırılara son vereceğinden emin olduğunu söyledi. Gazete ismini paylaşmadığı İsrail’deki siyasi yetkililere dayandırdığı haberinde ise “(Lübnan ile) ateşkes olasılığının da tartışıldığını” öne sürdü.

Öte yandan, İsrail Cumhurbaşkanlığı ofisinden yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un Biden ile salı günü Beyaz Saray’da bir araya geleceği belirtildi.

“Lübnan’da ateşkes” iddialarının perde arkası

Öte yandan İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’nin, Lübnan’ın güneyine yönelik kara saldırısının genişletilmesini onayladığı belirtildi.

İsrail devlet televizyonu KAN’ın haberinde, İsrail ordusu ve güvenlik teşkilatının geçen hafta Lübnan’a yönelik kara saldırısının sonlandırılmasını duyurmayı değerlendirdiği ileri sürülmüştü. Lübnan’dan çekilme konuşulurken ve ateşkes müzakereleri için diplomasi devreye girerken Halevi’nin yeni planı onaylaması masada el yükseltme taktiği olarak değerlendirildi.

WSJ: Hizbullah’ın direnişi İsrail için eziyete dönüşebilir

Hizbullah Sözcüsü Muhammed Afifi ise tüm cephelerde uzun sürecek bir savaş için yeterli silah, teçhizat ve malzemeye sahip olduklarını söyledi.

Afifi, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un Hizbullah’ın kalesi olarak bilinen Dahiye bölgesindeki Seyyid el-Şüheda Külliyesinde “Şehitler Günü” dolayısıyla bir basın toplantısı düzenledi. İsrail ordusunun tüm imkanlarına rağmen Lübnan’ın güneyindeki hiç bir yerleşim yerinde tam olarak kontrolü ele geçiremediğini aktaran Afifi, İsrail’e seslenerek “Savaşınızı asla hava üstünlüğüyle ya da sivil, kadın ve çocukları öldürerek kazanamayacaksınız. Karada ilerleyemediğiniz ve etkili bir kontrol sağlayamadığınız sürece, asla siyasi hedeflerinize ulaşamayacaksınız ve kuzey halkı asla geri dönmeyecek” ifadelerini kullandı.

Afifi, İsrail tarafından Hizbullah’ın füze stokunun sadece yüzde 20’sinin kaldığına yönelik iddialarına ilişkin cevabı sahada verdiklerini belirterek Tel Aviv, Hayfa ve Golan’daki bazı noktaları füzelerle hedef aldıklarını dile getirdi.

“Özellikle ön saflarda, her düzeyde hazırlandığımız uzun bir savaş için yeterli silah, teçhizat ve malzemeye sahibiz” ifadesini kullanan Afifi, Hizbullah’ın Lübnan ordusuyla da iyi bir ilişki içerisinde olduğunu ve tüm çabalara rağmen bu bağın koparılmayacağını belirtti.

Hizbullah’la 8 Ekim 2023’ten beri kontrollü çatışmalara devam eden İsrail ordusu, 23 Eylül’den bu yana da Lübnan’ın güney kentlerinin yanı sıra Bekaa ve Baalbek bölgeleri ile başkent Beyrut’un güneyine saldırılar düzenliyor. İsrail, Hizbullah’ın, Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmesini istiyor.  Lübnan Sağlık Bakanlığı verilerine göre, İsrail ordusunun 8 Ekim 2023’ten bu yana sürdürdüğü saldırılarda 194’ü çocuk ve 621’i kadın olmak üzere toplam 3 bin 189 kişi öldü, 14 bin 78 kişi yaralandı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English