Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Foreign Policy: İsrail ile Barış İran ile Savaş Demek

Yayınlanma

Suudi Arabistan İsrail ile normalleşme için kamuoyu önünde Filistin’in bağımsız devlet olarak kabulünü ön şart koşmaya devam ediyor. Kapalı kapılar ardında ise pazarlık ABD ile yürüyor. Washington’un önüne nükleerden, sorgusuz sualsiz silah satışına ve güvenlik garantisine kadar bir dizi talep listesi sunuyor. ABD’den taviz koparmadan İsrail’le yapılacak bir anlaşma hele ki Riyad’ın bölgedeki en önemli “sorunu” Tahran ile ilişkilerini normalleştirmeye başladığı düşünüldüğünde Suudiler için riskli görünüyor.

Foreign Policy, Riyad’ın neden ABD’den güvenlik garantisi istediğini ve ABD’nin de neden bu garantiyi vermekte çekindiğini ele alan bir analiz yayındı. Dikkatinize sunuyoruz:

 

İsrail ile Barış İran ile Savaş Demek

Suudi Arabistan’ın olası yeni diplomatik anlaşmasının tehlikeli bir diğer yüzü de var.

Bilal Y. Saab ve Nickoo Azimpoor

Washington ve Orta Doğu’daki politika yapıcılar, Suudi Arabistan’ın kısmen ABD ile resmi bir savunma anlaşması karşılığında İsrail ile ilişkilerini normalleştirme olasılığını konuşmakla meşgul. Çok daha az dikkat çekse de en azından Riyad için kritik bir soru var: Böyle bir hamle Suudi Arabistan’ın İran ile yakın zamanda yaptığı diplomatik anlaşmayı tehlikeye atar mı?

Bunu düşünmek için güçlü nedenler var. İran’ın İsrail ile sadece düşmanca ilişkileri yok. İki ülke on yıllardır gölge savaşın içinde ve bu savaş son yedi yılda daha da tırmanmış durumda. Daha geçen yıl, İsrail ordusunun 2017’den bu yana Suriye’de ve Orta Doğu’nun diğer bölgelerinde İran ve devlet dışı müttefiklerine ait hedeflere karşı 400’den fazla hava saldırısı gerçekleştirdiği bildirildi. O zamandan bu yana bu tür saldırıların sayısının arttığı tahmin edilebilir.

Suudi Arabistan İsrail’i kucaklarsa, İran muhtemelen Suudilere karşı hemen hemen her şekilde saldıracak. Krallığın Müslüman dünyasının lideri olarak meşruiyetine daha agresif bir şekilde meydan okuyacak ve büyük olasılıkla güvenliğini tehdit edecek- ya Eylül 2019’da Suudi petrol tesislerini insansız hava araçları ve füzelerle vurduğunda yaptığı gibi doğrudan ya da Yemen’deki Husiler de dahil bölgesel vekiller aracılığıyla dolaylı olarak.

Tahran için Riyad’ın Washington’la dost olması başka bir şey -İranlıların alıştığı bir şey- İran’ın bölgedeki planlarına ve nüfuzuna karşı askeri güç kullanmaktan çekinmeyen İsrail’le ortak olmak bambaşka bir şey. İran ayrıca nükleer programına karşı ABD’den çok İsrail’in önleyici bir saldırıda bulunmasından endişe ediyor. Dolayısıyla Suudi Arabistan İsrail’le işbirliği yaparsa İran, Suudi yönetiminin böyle bir niyeti olmasa bile Riyad’ın İsrail ordusuna İran’a karşı hızlı bir saldırı başlatması için altyapı sağlayacağını varsayacaktır.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Eylül 2020’de İsrail’le ilişkileri normalleştirmeyi kabul ettiklerinde, her ikisi de İsrail’le askeri işbirliğine dair her türlü konuşmayı barış ve istikrar gibi muğlak kavramlarla sınırlandırmak konusunda son derece dikkatliydi. Bunun nedeni Abu Dabi ve Manama’nın İsrail ile askeri ilişkilerini geliştirmek istememeleri değildi. Sadece İsrail’le artan güvenlik işbirliğinin, Abu Dabi’nin gerilimi düşürmek ve İran yanlısı Husilerin Emirlik sivil hedeflerine yönelik saldırılarını önlemek için diplomasi yürüttüğü İran’ı kışkırtabileceğini anladılar.

Suudi Arabistan ya da Körfez Arap ülkelerinden herhangi biri İsrail’e fazla yaklaşır ve örneğin ona önemli istihbarat ve askeri erişim sağlarsa, İran büyük olasılıkla onlara saldıracaktır. Abu Dabi, Manama ve potansiyel olarak Riyad bu durumdan suçlu çıkacaktır ki Tahran Eylül 2019’da Suudi petrol altyapısına saldırdığında Suudilerin başına gelen de tam olarak buydu; Suudilerin yaptığı bir şey yüzünden değil, Trump yönetiminin İran rejimine karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasına verdikleri destek yüzünden.

Ancak Suudi Arabistan; BAE ve Bahreyn’in yolunu izlese ve normalleşmenin ardından İsrail ile güvenlik işbirliğini kısıtlasa bile bu onu İran’ın şiddetli siyasi ve dini kınamalarından kurtarmayacaktır.

Müslüman dünyasındaki konumu, rolü ve otoritesi nedeniyle Suudi Arabistan için riskler BAE, Bahreyn ya da İsrail ile ilişkilerini normalleştiren diğer Müslüman Arap ülkelerinden çok daha yüksek. Halen Suudi Kralı olan Selman bin Abdülaziz el-Suud aynı zamanda “İki Kutsal Caminin Hizmetkârı” unvanını da taşıyor. Kendisi sadece Mekke ve Medine’deki İslam’ın en kutsal iki mekanını korumak ve muhafaza etmekten değil aynı zamanda Kudüs’ün kaderinin İsrailliler ve Filistinliler arasında adil bir şekilde müzakere edilmesini sağlamaktan da sorumlu. Müslümanların en kutsal üçüncü mekânı olan Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapan Kudüs, İsrail-Filistin barış anlaşmasının tarihi bir köşe taşı ve Suudi toplumu ve dünya çapındaki Müslümanlar için derin dini önemi var.

Suudi Arabistan’ın Filistinlileri terk ettiği ve Kudüs’ten vazgeçtiği algısı oluşursa İran, Suud Hanedanı’na karşı yoğun bir siyasi baskı kampanyası başlatacaktır. Ve bu İranlı liderlerin, Suudi yönetiminin meşruiyetine ve otoritesine ilk meydan okuyuşu olmayacaktır. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney uzun yıllardır Müslüman dünyasına, İsrail’in sızdığı “lanetli ağaç” olduğu için Suudi kraliyet ailesini İki Kutsal Caminin Hizmetkârı olarak reddetme çağrısında bulunuyor.

Dolayısıyla Suudi yetkililer, bir Filistin devleti kurulmadan ya da en azından kurulması için etkili bir süreç başlatılmadan İsrail ile normalleşmenin gerçekleşmeyeceği konusunda ısrarcı olduklarında, samimiyetsiz davranmıyor ya da bu konuda lafta kalmıyorlar. Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan ocak ayında yaptığı açıklamada “Gerçek normalleşme ve gerçek istikrar ancak Filistinlilere umut vererek, Filistinlilere itibar kazandırarak gelecektir” dedi. Suudiler, BAE ve Bahreyn gibi İsrail ile sadece İsrail’in Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerini ve Ürdün Vadisi’ni ilhakını askıya alan ya da donduran bir normalleşme anlaşmasını göze alamaz. Suudilerin daha anlamlı bir şeye ihtiyacı var çünkü itibarları, meşruiyetleri, otoriteleri ve hatta güvenlikleri tehlikede.

Washington’un taleplerini yerine getirmesi halinde Suudi yönetiminin ve özellikle de Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Filistin meselesinde kesin olmayan -ama BAE ve Bahreyn’e vaat edilenden daha fazla- bir tavize ikna olması hâlâ mümkün. Aslına bakılırsa, Suudilerin istediği her şeyden çok, ABD ile yapılacak bir ittifak anlaşmasının havuçları, krallık için fazlasıyla karşı konulamaz olabilir. Suudi liderler İran’ın her zaman yaptığını yapacağını, yani Suudi Arabistan’a meydan okuyacağını ve tehdit edeceğini düşünüyor olabilirler, ancak kendilerini koruyacak bir ABD savunma kalkanı ile Suudiler şanslarını deneyebilirler.

Suudi Arabistan’ın Washington’dan resmi bir savunma anlaşması alma konusunda bu kadar ısrarcı olmasının nedeni de bu. Riyad böylesine tarihi ve oyunun kurallarını değiştirecek bir hamlenin İran’dan siyasi tepki ve muhtemelen güvenlik tehditleri alacağını biliyor. Hem İran hem de İsrail’le normalleşmenin mümkün olmayacağının ya biri ya diğeri olacağının farkında.

Ancak bu, aynı zamanda ABD’nin Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme için sunduğu ağır bedeli kabul etmekte neden bu kadar tereddüt ettiğini de açıklıyor. Yukarıda tarif edilen sonuç gerçekleşir ve İran İsrail’i tanıdığı için Suudi Arabistan’a saldırırsa, ABD Suudi Arabistan için İran’a karşı savaşa girecek bir konumda olacak mı? Peki ya İran Suudi Arabistan’a karşı doğrudan askeri eylemden kaçınır ve krallığa saldırmak için bölgesel vekillerini kullanırsa, Washington o zaman nasıl karşılık verir?

Bu soruların kolay cevapları yok ama Riyad Washington’dan bunları bekleyecektir. Suudi Arabistan ve ABD arasında bir ittifak anlaşmasının zorlukları ve sonuçları ağır; şüphesiz ki Riyad ve Washington’daki liderlerin İran’ın olası bir Suudi-İsrail normalleşme anlaşmasına vereceği tepkiyi göz önünde bulundurmaları tavsiye edilir. Tahran’ın tutumu olası bir anlaşmayı caydırmamalı ya da ortadan kaldırmamalı, ancak Riyad ve Washington bunu bilinçli bir şekilde planlamalı.

ORTADOĞU

Lübnanlı Bakan Harici’ye konuştu: ‘HTŞ’den beklentimiz iç meselelerimize karışmaması’

Yayınlanma

Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary Harici’ye konuştu: “HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır.”

İki aylık yoğun ve yıkıcı bir çatışmanın ardından İsrail ve Lübnan arasında ateşkes gerçekleşti. Lübnan hükümeti, haftalar süren müzakereler sonucunda bir ateşkes anlaşmasına varmıştı. 60 gün içinde ateşkesin uygulanması öngörüldü. Anlaşmaya göre, İsrail birlikleri, belirlenen bölgelerden geri çekilecek, Lübnan Ordusu İsrail’in boşalttığı bölgelere konuşlanacak ve güvenliği sağlayacak. Bölgedeki mayınlar, patlamamış mühimmatlar ve altyapıdaki yıkımlar nedeniyle geniş çaplı bir yeniden inşa çalışması yapılacak. Birleşmiş Milletler UNIFIL güçleri, 1701 sayılı BM kararına uygun olarak güney Lübnan’da varlığını sürdürecek.

Ancak İsrail, ateşkesi şu ana kadar 100’den fazla kez ihlal etti ve bu durum Lübnan tarafından kabul edilemez olarak değerlendiriliyor. Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary, Lübnan’daki son duruma ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘İsrail ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti’

Lübnan’daki son durumla başlamak istiyorum. Geçici bir ateşkes olmasına rağmen İsrail vaat edilenleri uygulamıyor. Bize son durum hakkında bilgi verebilir misiniz?

Bildiğiniz gibi, yaklaşık iki ay süren ölümcül bir savaş yaşadık. Hükümet olarak haftalarca ateşkes için müzakere ettik ve sonunda Amerikalıların yardımıyla bir ateşkes anlaşmasına vardık ve bu ateşkesi duyurudan 60 gün sonra uygulamaya koymayı kabul ettik. Bu arada bir askeri plan var: Lübnan Ordusu, İsrail’in geri çekileceği bölgelere konuşlanmaya başlayacak. Yapılacak çok iş var. Ordu bu görevi üstlenecek çünkü birçok mayın, patlamamış mühimmat, yıkım, kapalı yollar, yerinden edilmiş insanlar ve İsrail ile Lübnan arasında hassas bir askeri durum var. İsrail bu ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti ve bu, elbette, kabul edilemez. Lübnan ateşkese saygı duyuyor ve ateşkesin açıklandığı sırada kurulan komiteye güveniyoruz. Amerikalılardan, Fransızlardan, Lübnanlılardan, UNIFIL’den ve İsraillilerden bahsediyorum. İlk toplantıları bu hafta pazartesi günü yapıldı ve umuyoruz ki bu ateşkes en kısa sürede ciddi bir şekilde uygulanır çünkü İsrail’in neden olduğu yıkımın ardından yeniden inşa etmemiz gereken çok şey var.

Eğer İsrail ateşkesi tamamen iptal eder ve kısa bir süre önce olduğu gibi Lübnan’a saldırmaya devam ederse, Lübnan’ın mevcut tutumu ne olacak? Hizbullah’ın Suriye’den geri çekilip daha fazla birliğin Lübnan’a geri dönmesi sürece nasıl etki edecek? Lübnan ordusu saldırıların tekrarlanması karşısında ne yapacak?

Bu ateşkesin bozulacağını düşünmüyorum. Her gün olaylar yaşayacağız, ancak bunun ciddi bir ateşkes olacağına inanıyorum. Sanırım yaklaşık 40 gün içinde tüm Lübnan topraklarından tam bir çekilme gerçekleşecek. Lübnan Ordusu kuvvetlerini konuşlandıracak ve 1701 sayılı kararı gerektiği gibi, güney Lübnan dahil, uygulayacağız. Elbette, bu özellikle de güney Lübnan için geçerli çünkü 1701 sayılı karar, güney Lübnan’da silahların yasak olduğunu belirtiyor ve yalnızca Lübnan Ordusu ile UNIFIL’in silah taşımasına izin veriyor.

‘Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir Suriye’ye ihtiyacımız var’

Beşar Esad’ın devrilmesi ve Rusya’ya iltica etmesiyle Suriye’deki denklem tamamen değişti. Şam’ı ele eçiren Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), Suriye için geçiş dönemi hazırlamaya çalışan geçici bir hükümetle çalışıyor. Lübnan’ın Suriye’deki mevcut konjonktüre ilişkin tutumu ne olacak?

Şu ana kadar HTŞ ile herhangi bir ilişkimiz yok. Söylemek istediğim şu: Suriye halkı, Suriye’yi kimin yöneteceğine kendisi karar vermelidir. Lübnan olarak bizim istediğimiz, Suriye’nin gelecekteki hükümetiyle iyi ilişkilere sahip olmak çünkü birçok çıkarımız var. Orada fanatik bir hükümete ihtiyacımız yok. Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir komşuya ihtiyacımız var. Bu, bizim ihtiyacımız olan tek şey. Komşu ülkeler olarak ilişkilerimizi sürdürmek için gerekli ilişkileri korumak adına elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ekonomi, ticaret, sosyal, siyasi ve hatta çözülmesi gereken sınır sorunları gibi birçok alanda çıkarlarımız var. Milyonlarca Suriyeli mülteci var ve kim yönetirse yönetsin, bu sorunların çözülmesi gerekiyor. Biz Suriye’nin iç işlerine karışmamalıyız ve aynı şekilde onların da bizim iç işlerimize karışmasına izin vermeyeceğiz. Umarız gelecekteki Suriye hükümetiyle onurlu ve verimli bir işbirliği sağlamak için çalışacağız.

‘HTŞ’den istediğimiz, iç işlerimize karışmaması’

HTŞ, Birleşmiş Milletler’in terör örgütleri listesinde yer alıyor ve birkaç ülke bu grubu terörist olarak tanımladı. Ancak yakın gelecekte durum değişebilir. Türkiye, diplomatik ilişkilerini sürdürmek için büyükelçiliğine bir maslahatgüzar atadı. Peki Lübnan’ın HTŞ’ye yaklaşımı ne? Lübnan HTŞ’yi bir terör grubu olarak görüyor mu yoksa Suriye seçimlere doğru giderken yaklaşım değişiyor mu?

Terör gruplarını tanımlayan bir sistemimiz yok. Zaten belirtmiştim, Suriye’nin gelecekteki hükümetinin hedeflerini değerlendireceğiz. HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır. Şu ana kadar söylediğim gibi, Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğini öngöremeyen tek ülke biz değiliz. Sistem teorik olarak devam etmeli. Mevcut durumla ilgilenmeye devam ediyoruz—örneğin Lübnan’daki Suriye büyükelçiliği, sınırlar ve diğer konular. Yeni devletin, yeni yönetimin ve yeni hükümetin ortaya çıkmasını bekliyoruz ve o zaman yolumuza devam edeceğiz. Şu anda yaşananlardan dolayı (büyükelçilik) aktif değil. Bekleyeceğiz, ancak ortaya çıkacak herhangi bir hükümetle iyi ilişkiler kurmayı umuyoruz çünkü bu iki ülkenin de çıkarına olacaktır.

Esad’ın ayrılmasından sonra İsrail, Golan Tepeleri’nde daha fazla ilerledi. İsrail’in bölgedeki konumu ne? Uzmanlar İsrail’in Suriye’deki varlığının geçici olmayabileceğini düşünüyor. Lübnan, İsrail’in Suriye’de alan kazanmasını nasıl değerlendiriyor?

Lübnan için önemli olan İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesidir. Sizin de belirttiğiniz gibi, İsrail yalnızca Golan Tepeleri’nde veya güney Suriye’de değil, Suriye’nin ordusunu, hava ve deniz kuvvetlerini, her şeyini yok etti. Bu durum Suriye’yi zor bir konuma sokuyor. Yeni Suriye hükümetinin nasıl bir orduya ya da güvenlik gücüne sahip olacağını veya İsrail ile nasıl bir ilişki kuracaklarını bilmiyoruz. Şu anda her şey belirsiz. Tüm bunların üzerinden sadece beş ya da altı gün geçti ve işlerin nasıl şekilleneceğini görmek için zamana ihtiyacımız var.

‘Yeni cumhurbaşkanı 9 Ocak’ta seçilecek’

Lübnan’ın İsrail’in saldırıları sırasında zayıf kalmasının en önemli nedenlerinden biri de iç siyaset. Beyrut limanı patlamasıyla sarsılan Lübnan, halen ekonomik zorluklarla boğuşuyor. Bunun yanında ülke, iki yılı aşkın süredir halen cumhurbaşkanını seçemedi. Mevcut durum biraz da bu sorunun sonucu mu?

Lübnan’daki sistem, bu tür süreçleri kolaylaştırmak için tasarlanmış bir sistem değil. Karmaşık bir sistemimiz var; parlamento, din, siyasi gruplar ve daha fazlası işin içine giriyor, bu da bir cumhurbaşkanı seçimini zorlaştırıyor. Cumhurbaşkanı seçmek kolay değil çünkü yasalarımız seçim sürecini geciktiriyor, özellikle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde. Ancak 9 Ocak’ta bir oturumumuz var ve yakında bir cumhurbaşkanımız olmasını umuyoruz.

Bir ülkeyi cumhurbaşkanı olmadan yönetemeyiz. Evet, idare edebiliriz; ülke devam eder, ölmez, yok olmaz, ortadan kaybolmaz. Ama aynı zamanda refah da getirmez. Ülkemizi geliştiremeyiz, inşa edemeyiz ve genç Lübnanlıların isteklerini yansıtan yeni, modern bir yönetim kuramayız. Onlar ki çok hırslı ve özgürlüğün korunduğu, güzel Lübnan kültürü ve Lübnan’ın takdire şayan imajı ile modern bir ülke yaratmak istiyorlar.

Cumhurbaşkanına, yeni bir hükümete, Suriye ile yenilenen ilişkilere ve İsrail ile bir ateşkese sahip olmayı umuyoruz. Uzun vadede, şahsen Lübnan’ın geleceği hakkında bir miktar iyimserim. Elbette bu durumun ciddi bir etkisi var. Geçici bir hükümet olarak büyük kararlar alamayız, yeni yetenekleri işe alamayız ya da yasaları geçiremeyiz. Sistem, cumhurbaşkanı olmadan işleyemez. En yetenekli gençlerimizi kaybediyoruz; Lübnan’ı terk ediyorlar ve bu, bizim çıkarımıza değil.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Irak’a sığınan iki bin Suriye askerinin iadesi bugün başlıyor

Yayınlanma

suriye ordusu

Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, Irak’a kaçan Suriye ordusu askerlerinin iadesine bugün başlanacağını açıkladı.

Irak resmi haber ajansı INA’ya göre Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, konuya dair açıklama yaptı. Miri, Irak’a Esad yönetimi askerlerinin Suriye’ye iadesine bugün başlanacağını belirtti. İade işlemlerinin Irak’taki ilgili makamlar tarafından başlatılacağını aktaran Miri, sürecin Suriye tarafı ile koordineli yürütüleceğini ifade etti.

Suriye ordusuna bağlı yaklaşık 2 bin asker 7 Aralık’ta El-Kaim Sınırı Kapısı üzerinden Irak’a kaçmıştı. 9 Aralık’ta ise Heyet-i Tahrir Şam’a bağlı askeri operasyonlar komutanlığı, zorunlu askerlik yapanlara yönelik genel af kararı çıkarmıştı.

Irak’ın Anbar vilayetine bağlı Rutba ilçesinde bir kampa yerleştirilen askerler kötü koşullar nedeniyle ülkelerine geri gönderilmek için eylem yapmıştı.

Rutba ilçesi Kaymakamı İmat el-Duleymi, yaptığı açıklamada kaçan askerlerin çadırlarda barındığını ve bölgede elektrik, su ve ısınma imkanlarının yetersiz olduğunu ve yerleştirildikleri kampın internet erişiminden yoksun olduğundan dolayı aileleriyle iletişim kuramadıklarını söylemişti.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail tek kurşun sıkmadan Dera’ya ilerliyor: PYD, İsrail dahil herkesten yardım istiyor

Yayınlanma

Türkiye ve onun desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) Ayn el Arap’a (Kobani) yönelik operasyona hazırlanırken HTŞ ile aradığı diyaloğu henüz kuramayan PYD, Türkiye’ye karşı İsrail dahil tüm ülkelerden yardım bekliyor. Bu arada Suriye topraklarına giren İsrail de Dera’ya doğru ilerliyor.

PKK’nın Suriye kolu Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim video konferans yöntemiyle düzenlenen toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtladı.

DW Türkçede yer alan habere göre Salih Müslim HTŞ ile PYD arasında PYD’nin işgalindeki toprakların geleceğine ilişkin henüz bir müzakere süreci başlamadığını söyledi.

Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) Suriye’nin başkentini ele geçirip Esad yönetimini devirdiğinde Salih Müslim HTŞ ile diyaloga açık olduklarını söylemiş, “HTŞ bize bir adım atarsa biz iki adım atarız” demişti. Ayrıca PYD liderliği kendine bağlı kurumlara HTŞ’nin tanıdığı yeni Suriye bayrağının asılması talimatını vermişti.

Şam’a gönderdikleri mesajlara “henüz yanıt alamadıklarını” söyleyen Müslim, yine de olası müzakereleri yürütmek üzere bir heyet hazırladıklarını ve umutlu olduklarını belirtti.

Müslim, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın “HTŞ ve Kürtler arasında bir diyaloğu önlemek için aceleyle ve erkenden” Şam’a gitmiş olabileceğini düşündüğünü de söyledi.

HTŞ ile müzakerelerden istedikleri sonucu alamamaları halinde Şam’la bir çatışma ihtimali görüp görmediğinin sorulması üzerine Müslim, “Bu olmazsa kendimizi siyasi olarak savunacağız. Her şey masada ancak iyi niyetle yaklaşıyoruz” dedi.

Hem HTŞ hem SMO için “cihatçı” nitelemesi yapan Müslim, yine de HTŞ’nin geçmişte kendilerine yönelik operasyonlara katılmadığına dikkat çekti. Fakat bu yapının da “Türkiye ile koordinasyon halinde olduğunun” farkında olduklarını kaydetti.

“İsrail desteğine açığız”

İsrail basınında son günlerde çıkan “İsrail’in Suriyeli Kürtleri Türkiye’ye karşı koruması gerektiği” şeklindeki yorumların sorulması üzerine Müslim, “Özellikle İsrail’den değil, herkesten destek istediklerini” söyledi. Salih Müslim, “İsraille iletişimimiz yok, eğer böyle bir (Kürtlere destek) açıklamaları varsa elbette takdirle karşılarız” dedi. Müslim, Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği tutumun “İsrail’i de rahatsız ettiğini” savundu.

Jerusalem Post gazetesi 9 Aralık tarihinde, “Suriye Kürtlerinin temsilcileri yardım ve koruma talebiyle İsrailli yetkililere başvurdu” diye yazmıştı.

İsrail’in Türkiye’ye karşı açık desteğinin SDG kontrolündeki bölgelerde yaşayan Arap halkları huzursuz edip etmeyeceği sorusu üzerine Müslim, “Mısır, Fas, Tunus, Körfez ülkeleri… tüm bu Arap ülkelerinin zaten İsraille ilişkisi var” ifadelerini kullandı. Arap aşiretlerinin sırf bu yüzden kendileri aleyhine tutum almasını beklemediğini söyledi.

İsrail ordusu Dera’ya ilerliyor

Türkiye’nin PYD’ye yönelik eylemlerinden rahatsızlığını dile getiren İsrail ise Esad yönetiminin devrilmesi üzerine girdiği Suriye topraklarındaki işgalini tek bir kurşun dahi sıkmadan derinleştiriyor.

İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İsrail’in Dera kırsalında dokuz kilometre ilerleyerek bölgedeki Koya köyüne ve Vahdet barajı bölgesine girerek stratejik mevzilere konuşlandığını duyurdu.

SOHR’un bildirdiğine göre İsrail güçleri bölgeye girmeden önce bölge sakinlerinden silahlarını teslim etmelerini istedi.

SOHR, ayrıca İsrail güçlerinin İsrail – Suriye sınırındaki tampon bölge yakınlarındaki Kuneytra bölgesi ve Dera arasındaki sınırda yer alan Sayda köyü yakınlarındaki askeri bir bölge olan 74. Tugay bölgesine girdiğini aktardı.

İsrail ordusu bu ay Esad hükümetinin çöküşünün ardından, Suriye sınırında yer alan stratejik Hermon Dağı’nı işgal etmiş ve Suriye ile işgal altındaki Golan Tepeleri arasındaki silahtan arındırılmış bölgeye girmişti. İsrailli yetkililer, bu hareketi İsrail’in sınırlarının güvenliğini sağlamak için sınırlı ve geçici bir önlem olarak tanımlamasına rağmen en az 2025’in sonuna kadar işgali devam ettireceklerinin mesajlarını veriyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English