Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Giden yıl, gelen yıl – 2: Toplum

Yayınlanma

Rusya’nın Ukrayna çatışmasındaki kayıplarıyla ilgili somut bir veri yok. Kiev tarafından açıklanan sayılar çok afaki; bunlara inanılacak olsa Rusya’nın neredeyse yenildiğine kanaat getirmek gerekecek. Ancak gene de önemli olan, bu sayıların ne olduğu değil, her halükârda büyük kayıplara rağmen bunların ne sosyal çatışmayı tırmandırıyor, ne iktidarın itibarını zayıflatıyor, ne ülke içinde genel bir savaşa dair ruh hali ortaya çıkarıyor olması. Aslında bunların tam tersi oluyor: sosyal çatışma dinamikleri zayıflıyor, iktidarın itibarı artıyor, savaş ise Ukrayna’da lokalize bir çatışmadan başka bir şey değil. Dahası, “iki halkın birliği” vurgusu güçleniyor ve bu, lokalize bir çatışmadan başka Ukrayna’da lokalize bir iç savaş olarak da görülüyor. Putin’in Ukrayna çatışmasının bugünkü durumunu “bir iç savaşa benziyor” diye tanımlaması nedensiz değildir.

En dikkat çekici sonuç Rusya’da Kremlin etrafında siyasi konsolidasyonun güçlenmesidir ama bunu ortaya çıkaran da sadece “ideoloji” değildir. Sosyal yardımlar katı bir disiplin içinde artıyor, işsizlik kapitalist Rusya tarihi boyunca minimum seviyesine düştü (2020 ortalarında yüzde 6,4’ten 2023 ocak ayı itibariyle yüzde 3,6, haziranda yüzde 3,1, yıl sonunda yüzde 2,9). GSYH’da artış gözleniyor (yıl sonunda yüzde 3,5 artış bekleniyor). Öte yandan Eurostat verilerine göre AB’de işsizlik ise ortalama yüzde 6 ve dahası, Hollanda (yüzde 3,5) dışında Avrupa’nın bütün kilit ekonomilerinde yüzde 5’in üzerinde (Polonya silah sanayisine rağmen 5, Almanya 5,9, Avusturya 6,5, Fransa 7,4, İtalya 7,8). Başta Almanya olmak üzere (ABD açısından ilan edilmemiş düşman olarak çatışma kararının alınmasında bu ülkenin paryalaştırılması amacı kilit rol oynamıştır) Avrupa ülkelerinin resesyona girmesi de cabası.

Bununla birlikte mevcut durum Avrupa ülkelerinin gerçek hükümdarları için de gayet kârlı ve gelecek vaat ediyor: küresel mali oligarşinin egemenliği pekişiyor, resesyondan çıkış için savaş sanayisi işletiliyor, siyasi haklar bir bir yok ediliyor, faşist hareketler güçleniyor ve iktidara geldiklerinde de demokrasi güçleri diye parlatılıyor.

Rakamlar gene de konvansiyonel şeylerdir; kavramsal açıklamalar olmazsa ne söyletilmek isteniyorsa onu söyleyebilirler. Savaş sanayisinin çoğu zaman iktisadi kalkınmanın kaldıracı olduğu bilinir. Bugün Avrupa’da Çekiya ve Polonya’da bununla karşılaşmak mümkün. Polonya askeri sanayi devlet tekeli PGZ bu yaz teşviklerle istihdam açığını kapatmaya çalışıyordu; bu ülkedeki işsizliğin Avrupa ortalamasının altında olması, askeri sanayinin harıl harıl çalışmasıyla ilişkilidir. 2022’de 29 ülkenin Kiev rejimine ihraç ettiği silahların yüzde 20’si Polonya ve Çekiya tarafından üretiliyordu. Bu, daha ziyade, her iki ülkede de sosyalizm döneminde kurulmuş sanayi altyapısının sonucudur. Ama Rusya’daki durum bu altyapıya çok daha fazlasını borçludur.

Giden yıl, gelen yıl – 1: Ukrayna’da çatışma

Şu satırlar benim “Rusya…”dan:

“Sosyalist bir ekonomide… askeri sanayinin, sivil sanayi ve tarımın diğer kesimleriyle ilişkileri… istihdamı, teknoloji üretkenliği ve silah fabrikalarının kolaylıkla sivil üretime katılabilmelerini kapsar: tank fabrikasından traktör, savaş uçağı fabrikasından sivil uçak, zırhlı fabrikasından ağır sanayi araçları çıkabilir. Aslında öyle de olmuştur. 1950’lerden 1970’lerin ortalarına kadar savunma sektörü diğer sektörleri teşvik etmiştir: Sovyetler Birliği’nde askeri harcamaların tırmanışı milli gelirin artışına paraleldir. Sektördeki istihdam oranları da bunu gösterir. … Aile üyeleri de katıldığında 12-15 milyon insan savunma sektörüyle irtibatlıydı; bu da Rusya’da her 10 kişiden biri demekti.”

Elbette bugün ne sosyalizm var ne sosyalist sanayi; ama sosyalizm döneminde kurulmuş bir altyapı ve yönetme kültürü var. Bu altyapı ve planlamaya dayanan yönetme kültürü savunma çıktılarında muazzam bir artış üretiyor. Ve en önemlisi bütün bunlar, sadece NATO üyelerinin ürettiği toplam silah, zırhlı, tank, mühimmat vb.nden daha fazlasını üretme olanağı sağlamakla kalmıyor, sadece sivil sanayide ve teknoloji birikiminde savunma sanayisinin ihtiyaç duyduğu dolaylı bir artışın tetiklenmesi anlamına da gelmiyor, çok daha yapısal, çok daha önemli başka bir şeyi daha üretiyor: yeni sosyal ilişkileri.

Bu yapısal değişikliğin temel göstergesi, federal bölgelerin 2023’ün ilk üç çeyreğinde topladıkları gelir ve kâr vergisindeki artışta görülüyor.

Bugünkü kanuni düzenleme şöyledir: istisnaları federal hükümet tarafından konulan kâr vergisi yüzde 20, gelir vergisi ise (aynı şekilde istisnaları olsa bile) yüzde 13 olarak tespit edilmiştir. Şirket ve kuruluşların ödemek zorunda olduğu kâr vergisinin yüzde 3’ü federal bütçeye gider, kalanı bölge bütçesine aktarılır; gelir vergisinin ise yüzde 85’i bölgesel (oblast, cumhuriyet, özerk bölge, vb.), yüzde 15’i de yerel (şehir, ilçe, köy, vb.) bütçelere dağıtılır. Federal hükümet ise dolaylı vergilerin ve yararlı mineral çıkarma vergilerinin (NDPİ) tamamını alır. Bu temel kalemlerden başka diğer vergilerin neredeyse tamamı da bölgesel ve yerel idare bütçelerine kaydırılır.

Demek ki gelir vergisi ve kâr vergisi federal bölgelerin temel bütçe gelirlerini oluşturuyor ve bu bütçe kalemlerinin durumu sosyal yapıdaki değişiklikler açısından fikir verebilir.

Buna dayanarak, yılın ilk üç çeyreğindeki duruma bakmak gerek. Rusya Maliye Bakanlığı verilerine göre bu dönemde gelir vergisi yüzde 13 arttı ve 4,9 trilyon ruble (bugünkü kurdan yaklaşık 55 milyar dolar; ancak kur çevirmeleri sadece bir fikir vermeli, özellikle Rusya batı ekonomisinin dışına çıkarken gerçek değerin kur karşılığından fazla olduğunu unutmamak gerek) oldu; bunun 4,8 trilyonu bölge bütçelerinde kaldı. Toplam federal bütçe gelirleri 2022’de 25 trilyon rubleydi (275 milyar dolar); demek ki bölgesel bütçeler için 4,9 trilyon, çok ciddi bir miktar. Gelir vergisinin artmasında küçük ve orta ölçekli işletmelerin sayısındaki artışın önemli bir etkisi var (kâr vergisinde de bütün bölgelerde ortalama yüzde 21,6 artış gözleniyor) ama en önemli rolü, öyle görünüyor ki, işgücü açığı oynadı; bu nedenle işletmeler ücretleri yükseltmek zorunda kaldı, bu da gelir vergisini artırdı.

Gelir vergisinin toplandığı federal bölgeler arasında nakdi lider Krasnodar krayı (126,6 milyar), Tataristan cumhuriyeti (106,6 milyar) ve Primorsk krayı (63,7 milyar). Ama mesela Moskova’da sadece yüzde 6,7, Çeçenistan’da 6,6 artış var. Gelir ve kâr vergisindeki artış özellikle savunma sanayisi kompleksinin gelişkin olduğu federal bölgelerde gözleniyor. Tablo tam da böyle tamamlanıyor: bu bölgelerde işgücü açığıyla birlikte ücretler yükseliyor, savunma sanayisiyle ilişkili teknoloji üretimi bu bölgelerde yoğunlaşıyor, küçük ve orta ölçekli işletmeler yaygınlaşıyor.

Esas önemli olan tam da bu. Çatışmanın başından beri bunun içeride sosyal sonuçları olacağını ve “neredeyse tamamen deklase olmuş orta burjuvaziyi bir tür NEP kullanarak küçük burjuvazi ile konsolide etmeyi, böylece küçük ve orta burjuvazi aracılığıyla sermaye birikimi gerçekleştirmeyi hedeflediğini” vurguladım. Başka deyişle, emperyalist troyka en genelde liberal muhalefetin sosyal omurgasını teşkil eden bu kesimi bilinçli olarak zor durumda bırakıp kışkırtmaya çalıştı; ama Kremlin bunu tam da ülkenin kalkınması için zaruri ve kaçınılmaz saydığı amaçla kullandı: deklase olanın yerine daha konsolide, daha istikrarlı ve daha güvenilir yenisini tesis etmekte.

Rusya ilk yaptırım dalgasının ardından iktisat siyasetinde bir ay kadar panik yaşadı. Başbakan birinci yardımcısı Andrey Belousov geçen yıl aralık ayında belirtmişti bunu; 24 Şubat’ın arkasından mart ayında “ekonominin yerle bir olma riskiyle karşı karşıya bulunduğunu” söylemişti. Ancak Kremlin bütün olumsuz şartlara rağmen paniği ortadan kaldırdı ve riski de tersine çevirmeyi başarmış görünüyor; bu durum ülke yönetiminin siyasi stratejisini ülke dışında olduğu gibi içinde de uygulamaya devam etmek kararlılığını pekiştiriyor.

Sadece bu da değil. Batıdaki varlıklarına el konulması durumunda Rusya’nın da ülkedeki batılı varlıklara el koyacağına artık kuşku yok. Sadece “C” tipi (çıkışı bloke edilmiş, ancak temettüler, kuponlar ve diğer gelirlerle girişi halen açık) hesaplarda toplanan batılı şirketlere ve özel kişilere ait para daha geçen yılın sonunda 300 milyar rubleye yakındı. Bu meblağın 2023 sonu itibariyle 1 trilyonu aşması bekleniyor. Bugünkü kurdan yaklaşık 10 milyar dolar demektir. Üstelik, “C” tipi hesaplar devlet değil sadece “dost olmayan ülkelerden” özel ve tüzel kişilere ait; batılı devletlerin Rusya’daki diğer varlıkları da herhalde çoktan bir bir listelenmiştir.

Gene de bunların Rusya’nın bloke edilmiş varlıklarıyla karşılaştırıldığında pek az olduğu açık; ama epey can yakıcı olduğu da açık.

Ve son olarak, Rusya’dan ayrılan yabancı şirketlerin varlıkları ya devlet idaresinde kayyıma devrediliyor, ya yüzde 50-60’ı bulan indirimler ve bir de devlete “gönüllü aidat” adıyla bir tür ek vergi ödenerek (miktarı sabit değil; ancak satış bedelinin en az yüzde 10’unu buluyor) ve esasen doğrudan kontrol altındaki sermaye grupları tarafından “yerlileştiriliyor”. Bütün bu muazzam sermaye hareketleri, Rusya’nın krizden çıkmasında olduğu gibi geleceğe yönelik orta vadeli bir tür kapitalist NEP siyasetini sürdürmesine, yani yeni bir sosyal düzenleme yapmasına imkân sağlıyor.

GÖRÜŞ

‘Made in Turan’: Neydi, ne oldu?

Yayınlanma

Yazar

Son dönemde, sosyal medya başta olmak üzere, Türk devletlerinin ‘Made in Turan’ markası altında birleşeceğine ilişkin bir iddia dolaşıma girdi.

İddia şu: Türk devletleri, bundan sonra ‘Made in Turan’ markası altında birleşecek…

Peki, Azerbaycan’ın girişimiyle ortaya çıktığı ve 2-3 Mayıs’ta Bakü’de düzenlenen Türk Devletleri Ekonomik Forumu’nda tanıtıldığı belirtilen bu markayla ilgili ne biliniyor?

‘Marka, Azerbaycan’ın girişimiyle ortaya çıkarıldı’ iddiası

Konuyla ilgili dolaşıma sokulan haberlerde, markanın ‘Azerbaycan’ın girişimiyle’ ortaya çıktığı ve 2-3 Mayıs’ta Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenen Türk Devletleri Ekonomik Forumu’nda tanıtıldığı ifade edildi.

Evet, marka, Türk Devletleri Ekonomik Forumu’nda tanıtıldı. Medyaya yansıyan “Azerbaycan’ın girişimiyle” ifadeleri ise, markanın ‘Bakü yönetiminin resmi bir girişimi’ olduğu yönünde bir algı yaratıyor. Ancak, Bakü yönetiminin bu markayla herhangi bir resmi ilişkisi yok. Azerbaycan’ın konuyla ilgili resmi kurumlarının hiçbirinde bu markadan bahsedilmiyor.

Aynı şekilde, markayla ilgili dolaşıma giren haberlerin çoğunda, markanın ‘Türk Devletleri Teşkilatı’nın bir ürünü’ olduğu yönünde ifadeler yer alıyor. Ancak, söz konusu markanın ilan edildiği, 2-3 Mayıs’ta Bakü’de düzenlenen Türk Devletleri Ekonomik Forumu Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) organizatörü olduğu bir etkinlik değildi.

Bu algı da muhtemelen, ‘Türk devletleri’ tanımı kullanılan her etkinliğin Türk basınında Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) bünyesinde gerçekleştirildiği yönündeki aktarımından kaynaklanıyor.

Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) işin neresinde?

Afişten de gördüğümüz üzere, etkinliğin organizatörleri arasında, Azerbaycan merkezli iki kuruluş bulunuyor: Kiçik və Orta Biznes Subyektləri və Klublarının Assosiasiyası (KOBİA) – (Azerbaycan Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerin Geliştirilmesi Ajansı) ve yukarıda bahsettiğimiz, ‘Made in Turan’ markasını piyasaya süren Azərbaycan Françayzinq Assosiasiyası…

Yani, bu etkinliğin ve ilan edilen markanın Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ile doğrudan, organik bir ilişkisi de bulunmuyor…

Öyle ki, Türk Devletleri Ekonomik Forumu’na dair TDT’nin kendi sitesinde yayınlanan haberde de, ne ilan edilen bu markadan, ne de Türk devletlerinin ‘artık tek bir marka altında birleştiğinden’ tek kelime bahsedilmiyor.2

Azerbaycan Franchise Derneği (AFA) nedir?

Azerbaycan Franchising Derneği (AFA), kendini “Azerbaycan da franchising alanında gelişmeleri duyurmak, markaların gelişmesine katkı sağlamak için kurulan ilk kuruluş” ifadeleriyle tanıtıyor ve franchising ile ilgilenen yabancı franchise şirketlerine ve girişimcilere iş kurma konusunda yardım sağlıyor.3

Yani, Azerbaycan merkezli bir franchising şirketi olan AFA, ‘Made in Turan’ ismiyle duyurduğu markasını Bakü’de kendi düzenlediği etkinlikte tanıtıyor. Bu, Türk devletlerini hedef alan ve TDT’nin bağlantılarını kullanmaya çalışan ticari bir girişim.

Made in Turan’ın ne olduğunu ise, aslında AFA Yönetim Kurulu Başkanı Jamid Movsumov defalarca ve açıkça anlatmış.

Movsumov’un da kendine ait bir internet sitesi var, ancak belli ki kurulumu yarım bırakılmış. Azerbaycan dilinde atılan başlıkları, site şablonlarında otomatik bir şekilde yer alan standart yazılar takip ediyor.

Movsumov, ‘Made in Turan’ ile ilgili olarak Mayıs başından bu yana çeşitli basın kuruluşlarına açıklamalarda bulunmuş.

‘Hedefimiz özel avantajlar sağlamak’

Örneğin, 1 Mayıs’ta Azerbaycan merkezli Trend’e konuşan Movsumov, “Hedefimiz, ilgili devletlerin gümrük teşkilatlarıyla işbirliği yaparak ‘Made in Turan’ markasına özel avantajlar sağlamak ve özel ihracat fırsatları yaratmak” ifadelerini kullanıyor.5

Movsumov’un ‘Turan’ fikri ise yeni değil. 2023 yılındaki bir başka açıklamasında, ‘Turan forumu’ düzenlemek istediğini kaydetmiş.6

Bu yıl başında ise, Çinli ve Türk şirketleri Nahçivan’da bir araya getirmiş.7

Özetle Movsumov, çeşitli ekonomik fırsatları değerlendiren, klasik anlamda bir işadamı. ‘Made in Turan’ markası ise, TDT üzerinden yaygınlık kazandırmaya çalıştığı kendi girişimi.

TDT ülkelerinden bu markaya dahil olmak isteyen şirketlere, TDT ülkelerinden özel gümrük ayrıcalıkları sağlayıp büyük karlar elde etmek… Bu açıdan bakıldığında, söz konusu marka, an klasik anlamıyla bir ticari hamle.

Ayrıca, markaya ‘made in…’ kalıbının yapıştırılması ve bu işin doğrudan bir franchising şirketi tarafından yapılması, asıl hedefin Turan’dan ziyade ‘Turan bölgesinde’ iş yapmaya hevesli Avrupalı şirketler olduğu yönünde işaretler de barındırıyor.

Markayı kim kabul etti?

Söz konusu markaya ilişkin tek katılım imzası ise Kazakistan’da atıldı. Bu imza da Türk basınında “Made in Turan’a Kazakistan da katıldı” ifadeleriyle yansıdı. Ancak Kazakistan’da bu markaya dahil olan ise devlet değil, Kazakistan’daki ‘Orta Asya Franchising Derneği’ydi.

Söz konusu katılım, ‘Uluslararası Türk Franchising Dernekleri Kongresi: Türk dünyasında franchising’in gelişimi için beklentiler ve fırsatlar’ başlıklı, Orta Asya Franchise Derneği tarafından ve Kazakistan Ulusal Girişimciler Odası ‘Atameken’ işbirliğiyle düzenlenen yuvarlak masa etkinliği sırasında gerçekleşti.

Made in Turan’ın seçenekleri

Bütün bunlar alt alta konduğunda, ‘Made in Turan’ markasının önünde Avrupalı şirketlerin Rus karşıtı yaptırımları delme konusundaki yeni aracı, ya da Rus karşıtı yaptırımlardan yararlanıp markaya bağlı şirketlerin Avrupa ile ticaretini artırması gibi seçenekler bulunuyor.

Ya da Movsumov bu markayla bölgeyle derin ticari bağları bulunan Çinli şirketlerin tek elden mihmandarlığını yapmayı hedefleyecek. Belki de hepsi birden…

Öte yandan, Türkiye ve Azerbaycan’da bu markanın başarılı olacağını söylemek mümkün. İdeolojik arka planı düşünüldüğünde, özellikle Türk büyük sermaye çevrelerinin milliyetçi/muhafazakar kesimlerinde bu markanın alıcısının çok olması bekleniyor.

Ancak, Movsumov’un gümrük ayrıcalığı elde etmeye çalıştığı TDT ülkelerinden üçü, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan, aynı zamanda Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyesi. Dolayısıyla Movsumov’un işi hiç kolay değil. Hatta, bu koşullarda Made in Turan markasını Türk devletlerinin ‘tek ve en büyük markası’ haline getirmesi mümkün de değil. Gerçekten öyle bir amacı olup olmadığı ise muamma…

Görünüşe göre, Movsumov tarafından başlatılan bu girişim, Çin ve Rusya’yı ürkütmeden ve son yıllarda öne çıkarılan ‘Turan’ modasını takip ederek Türkçe konuşan ülkelerdeki anlaşmalı şirketlerin katılımıyla planlanan bir ticari hamleden fazlası olamayacak. Zira, Made in Turan markası, gündeme geldiği hızla gündemden düştü.

Azerbaycan basınında bile, hem marka hem de Jamid Movsumov’la ilgili en son haberler mayıs ayında yayınlanmış.

Özetle, kendi koşulları içinde karlı görünen bu ticari hamlenin henüz Türklükle veya Turan’la herhangi bir ilgisi bulunmadığını söylemek mümkün.

Markanın önümüzdeki dönemdeki faaliyetlerini yakından takip etmeye devam edeceğiz. Başarısı ise, ‘Türk dünyasının Turan hayaliyle’ değil, Movsumov’un ticari zekası ve ikna gücüyle doğru orantılı olacak.

1. https://www.turkicstates.org/tr/haberler/turk-devletleri-ekonomik-forumu-2024-2-3-mayis-2024-tarihinde-bakude-duzenleniyor_3255

2. https://www.turkicstates.org/tr/haberler/turk-devletleri-ekonomik-forumu-2024-bakude-gerceklestirildi_3273

3. https://franchise.org.az/az/afa-haqqinda#

4. https://jamidmovsumov.com

5. https://www.trend.az/business/3893239.html

6. https://www.trend.az/business/3692931.html

7. https://report.az/ru/biznes/v-nahchyvane-v-kachestve-rezidentov-zaregistrirovany-dve-tureckie-kompanii/

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Yabba-Dabba-Doo!

Yayınlanma

Yazar

Dünya liderleri 3. Dünya Savaşı’nın kapıda olduğu tehlikesinden bahsederken gözler yine İsrail-Lübnan sınırına çevrildi.

Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bu yana gerek yazılarımda gerek ekranlarda yaptığım değerlendirmelerde bölgesel savaşın tetiklenme ihtimalinin çok yüksek olduğunu belirttim. Şimdi de Beyrut’taki evimde bu yazıyı kaleme alırken aynı hissiyat içerisindeyim. Operasyonun ertesi günü 8 Ekim’den bu yana İsrail ile Hizbullah arasında karşılıklı saldırılarla devam eden kontrollü gerginliğin asılı olduğu ip her an kopabilir ve işler çığırından çıkabilir.

Sınır Bölgesinde Neler Oluyor?

İsrail, Gazze Şeridi’nin güneyinde yer alan Refah’taki operasyonlarını bitirdikten sonra hala Hizbullah ile diplomatik bir anlaşma sağlanamazsa kuzeyde yeni bir cephe açabilir.

İsrail Savunma eski Bakanı ve savaş kabinesi eski üyesi Benny Gantz kuzeydeki savaşı eylül ayından yani akademik yılın başlangıcından önce bitirememesi durumunda hükümetten ayrılacağına söz vermişti.

Aylardır sınırda devam eden savaşta Hizbullah için İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Amir Abdullahiyan’ın helikopter kazasında hayatlarını kaybetmeleri bir kırılma noktası olmuş gibi gözüküyor. Zira bu olaydan sonra Hizbullah’ın İsrail’e saldırılarında fark edilir bir yoğunluk başladı.

Diplomatik Anlaşma Olur mu?

Taraflar arasında artan kavgacı söylemlerin karşıdakini caydırmak için gövde gösterisi mi yoksa savaşın ayak sesleri mi olduğunu kestirmek zor. Blöf bile olsa taraflardan birinin tek bir yanlış hamlesinin büyük bir savaşa dönüşme riski var.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1701 sayılı kararına göre sınırdaki Mavi Hat ile Litani Nehri’nin güneyindeki bölgede silahlı personel olarak sadece Lübnan Ordusu askerleri ve Birleşmiş Milletler Barış Koruma Gücü UNIFIL olabilecek. Yani bu bölgedeki Hizbullah askerlerinin çekilmesi isteniyor.

Temmuz 2006’daki savaşı bitiren bu karar yıllardır uygulanmıyor. Her iki taraf da BMGK’nın 1701 sayılı kararına ihlallerde bulunuyor. Hizbullah saldırılarını durdurmak için İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki saldırılarına son vermesini şart koşuyor.

Lübnan Başbakanı Necib Mikati, “Biz her zaman barışın savunucusuyuz” açıklamasında bulundu ve İsrail’in Gazze’deki operasyonlarını durdurması ve Lübnan’da Hizbullah’a saldırmayı bırakması gerektiğini söyledi. Mikati, “Halkımızın yanındayız. Direniş görevini yapıyor, Lübnan hükümeti görevini yapıyor ve amacımız ülkeyi kelimenin tam anlamıyla korumaktır” dedi.

Olası bir İsrail-Hizbullah savaşında, İran ve Irak’taki bazı gruplar da Hizbullah’a desteklerini açıkladılar. Arap Birliği, Hizbullah’ı terörist örgüt listesinden çıkardı. Gazze’ye destek için Şii bir örgüt olan Hizbullah İsrail Ordusu’nu karşısına aldı. Dolayısıyla Lübnanlılar, Gazze’de olup bitene kınamadan öte tepki veremeyen Arap ülkelerine kızgınlar.

Ülkedeki Tek Havaalanı Hedef mi?

Lübnan’da sivillerin kullandığı ülkenin tek havaalanı olan Beyrut Refik Hariri Uluslararası Havaalanı Temmuz 2006’daki savaşta İsrail’in ilk hedeflerinden biriydi. İngiliz The Telegraph gazetesinde yayımlanan bir makalede havaalanı, Hizbullah’ın füze ve patlayıcı stokladığı iddia edilerek hedef gösterildi. Bu iddialar üzerine Lübnan Ulaştırma Bakanı Ali Hamieh, havaalanında herkese açık bir inceleme turu gerçekleştirdi. İsrail, ülkenin tek havaalanını bombalarsa, ülke dışına tahliyeler ancak deniz yoluyla gerçekleşebilecek.

Olası bir savaşta her iki tarafta da yıkım dehşet verici boyutlara kısa sürede erişecektir. Hizbullah, İsrail’e henüz hiç kullanmadığı ekipmanlarla saldıracağını açıkladı ve stratejik hedef konumundaki yerlerin koordinatlarını gösteren bir video yayınladı. Lübnan’dan atılan füzelerle şimdi bile satüre olan demir kubbe İsrail’i korumaya yetmeyecek. ABD’nin sağlayacağı hava savunma sistemleri ise Lübnan topraklarından gelecek olan füzeleri ve sihaları karşılamada etkin olamayacak.

İsrail ise kısa sürede Lübnan’ın alt yapısını ve ülkedeki tek havalimanını bombalayarak büyük zarar verebilir. Litani Nehir’ine kadar Lübnan topraklarına karadan çıkartma yapma olasılığı yüksek. Savaş yorgunu İsrail bunu başarabilir mi?

Silahların susmadığı Ortadoğu’da bölgesel bir savaş riskinin gerçekliği ve yakınlığı ürpertici boyutlara geldi. Sözde kimse büyük bir savaş istemiyor. Karşılıklı tehditlerin ve günlük saldırıların ise neredeyse rutin haline geldiği Hizbullah-İsrail ilişkisinde gövde gösterileri büyük bir savaşı önlemede caydırıcı olabilecek mi?

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Lübnan’da savaş istemediklerini ancak Lübnan’ı taş devrine geri gönderebileceklerini söyledi. Bunun üzerine Lübnanlılar aralarında Taş Devri çizgi filmindeki Fred Çakmaktaş gibi şakalaşmaya başladılar Yabba-Dabba-Doo!

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Modi’nin Moskova ziyareti: İkili ilişkilerden çok, küresel belirsizliğe hazırlık

Yayınlanma

Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin 8 Temmuz’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ikili zirve için Moskova’ya bir ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor. Martta beşinci dönemine başlayan Putin’in ardından haziranda üçüncü dönem hükümetini kuran Modi’nin ilk ikili dış ziyareti. Ayrıca Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana Rusya’ya yapacağı ilk ziyaret. Her iki ülke de küresel belirsizliğin ortasında yeni ortaklıklar ararken Modi’nin gezisi iki ülke arasındaki güçlü bağların yeniden teyididir. Aynı zamanda Hindistan’ın bağlarını “dengelemeye” devam etme niyetinde olduğunun bir işareti. Dolayısıyla iki ülke arasındaki zayıflayan siyasi bağlar üzerine bazı kaygıları ortadan kaldırmakta önemli bir yol kat edeceği, daha açık bir biçimde Rusya’nın ilişkilerde “sapma” kaygılarını gidereceği beklentisi ile ayrıca önem kazanıyor. Ve Batı’nın Putin’i dışlanmış olarak gösterme çabalarını zayıflatması anlamında da önemli görülebilir.

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) Kazakistan’daki zirvesini atlayan Modi’nin bu ziyareti aynı zamanda son iki döneminde seçimlerden sonra ilk dış seyahatlerinde mahalleye odaklandığı geçmiş gelenekten önemli bir sapma anlamına da geliyor. 2014’te ilk ikili dış ziyaretini Himalayalar’da Bhutan ve Nepal ve 2019’da Hint Okyanusu’nda Maldivler ve Sri Lanka’ya yapmayı seçen Modi, son on yılda Rusya’yı beş kez ziyaret etti ancak 2019’dan bu yana Moskova’ya ikili bir gezi yapmadı. Moskova’ya ilk ziyareti BRICS zirvesi için Haziran 2015’te, son ziyareti ise Eylül 2019’da Vladivostok’ta düzenlenen Doğu Ekonomik Forumu içindi.

Hindistan, Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna müdahalesini “işgal” olarak nitelendirmedi ancak genel olarak barışçıl bir çözüm ve anlaşmazlıklarda sivillerin korunması çağrısında bulundu. Modi, İsviçre’de Ukrayna savaşı ile ilgili düzenlenen küresel barış zirvesine katılmadı ve Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili tarafından temsil edildi. Rusya’nın davet edilmediği zirvenin ardından yayınlanan ortak bildiriye mesafeli yaklaşan Hindistan çatışmanın her iki tarafı olan Rusya ve Ukrayna’nın masada olması gerektiğini vurguladı.

Ukrayna savaşı, daha önce durgun olan Hindistan-Rusya ticaretinde önemli bir artışa yol açtı. Son iki yılda iki ülke arasındaki ticaret neredeyse üç katına çıkarak yaklaşık 66 milyar dolara ulaştı. Bu artışın başlıca nedeni Hindistan’ın büyük miktarlarda, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından Batı tarafından yaptırım uygulanan Rus ham petrolü satın almasıdır. Hükümet verilerine göre Hindistan’ın Rusya’dan ham petrol ithalatı 2022’de 2 milyar dolar iken 2024’te 46,5 milyar dolara yükseldi. İronik bir şekilde, Batı’nın Rus petrolüne uyguladığı yaptırımların tetiklediği bir petrol krizi sırasında Hindistan, Rusya’dan aynı petrolün ithalatını indirimli olarak artırdı ve bu da onu Hindistan’ın en büyük petrol ihracatçılarından biri yaptı.

Göreve başlamasından sonraki bir hafta içinde Modi, Küresel Güney’den büyük uluslar ile bir sosyal yardım oturumuna katılmak üzere G-7 zirvesi için İtalya’ya gitti. Ancak ŞİÖ zirvesine katılmadı; Hindistan’ı Dışişleri Bakanı Jaishankar temsil etti. Bu, Batı’ya Delhi’nin Batı ile bağlarını geliştirmeye devam edeceği yönünde bir işaret. Grubun Batı karşıtı yönelimi, Modi’nin dış politikasındaki incelikli Batı yanlısı eğilimler ile giderek daha fazla çeliştiğinden Hindistan ŞİÖ’ye ilgisini kaybediyor gibi. Putin ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in zirveye katılmayı planlaması nedeni ile son dakika iptali özellikle anlamlıydı. Gerçi resmi olarak Modi’nin katılım sağlayacağına yönelik bir bilgilendirme yapılmadığı için pek de iptal denemez ama… Delhi, Moskova’ya ikili bir ziyaret düzenleyerek yokluğunu telafi edecek olsa da Modi-Xi görüşmesi için bir aciliyetin olmadığı açık. Ve bu ziyaret, Hindistan dış politikasının tanımlayıcı bir özelliği olan stratejik özerkliğe güçlü eğilimini yansıtmaktadır ve bu, Moskova ile güçlendirilmiş bağların devam etmesi anlamına gelir. Bu arada Çin’in varlığı dikkate alınırsa, çok taraflı zirvelerde Hindistan pozisyonunu sürdürmeye pek istekli değil gibi.

Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov salı günü yaptığı açıklamada, Putin ile Modi arasındaki ilişkinin “son derece güvenilir doğası” göz önüne alındığında, iki liderin yakında Moskova’da bir araya gelmeleri durumunda her başlığın konuşmaya açık olacağını, diğer deyişle hiçbir konunun yasaklanmayacağını söyledi. Bununla beraber Modi-Putin görüşmelerinin ilk etapta Hindistan’ın petrol ithalatı nedeni ile Hindistan-Rusya ticaretindeki artışa, özellikle Delhi aleyhine gelişen geniş ticaret açığına, Batı yaptırımlarından kaynaklanan ödeme sorunlarının yumuşatılmasına, Chennai-Vladivostok deniz koridoruna ilişkin daha önceki görüşmelere ve daha fazla savunma değişiminin önünü açacak Karşılıklı Lojistik Değişim (RELOS) anlaşmasının sonuçlanmasına odaklanması bekleniyor. Ayrıca Ukrayna savaşı nedeni ile geciken savunma donanımı ve yedek parça tedarikinin hızlandırılması da amaçlanıyor. Son ama daha da önemlisi, gelişen Çin-Rusya bağlarını kaygı ile izleyen Hindistan’ın stratejik çıkarlarının ziyarete yön vermesi bekleniyor.

Kısa süre önce askeri işbirliğini güçlendirmek amacı ile Rus hükümeti Delhi ile bir lojistik anlaşma taslağını onayladı. İki ülkenin silahlı kuvvetleri arasındaki operasyonel katılımın artırılmasında önemli bir adım olan lojistik anlaşması, barışı koruma misyonları, insani yardım ve ortak askeri tatbikatlar da dahil çeşitli askeri operasyonlar sırasında ülkeler arasında karşılıklı lojistik desteği kolaylaştırıyor. Destek genellikle yakıt ikmali, bakım ve tedarik gibi kritik hizmetleri içeriyor ve birlikte çalışabilirliği artırıyor. Anlaşma, kabul edilmesi halinde beş yıl geçerli olacak ve taraflardan herhangi biri feshetme kararı almadığı sürece otomatik olarak yenilenecek. Bu taslak lojistik anlaşması, Rusya ile Hindistan arasında uzun süredir devam eden askeri ilişkinin devamı niteliğinde. İki ülke, 2021’de askeri-teknik işbirliğine ilişkin 2030’a kadar uzatılacak kapsamlı bir anlaşma imzalamıştı. Hindistan’ın ayrıca Amerika, Fransa, Güney Kore, Singapur, Avustralya ve Japonya ile benzer lojistik anlaşmaları var. Bu anlaşmalar, Hindistan’ın stratejik erişimini ve operasyonel hazırlığını artırmada hayati önem taşıyor ve ordusunun daha uzun ve daha karmaşık konuşlandırmaları sürdürebilmesini sağlıyor.

Ve en önemlisini sona sakladım: Beklenen Modi-Putin zirvesi ikili sonuçlardan çok esasen dünya görüşünün paylaşılması ile ilgileniyor.

Ukrayna savaşının tırmanma eğilimi sürüyor. İsrail-Hamas çatışması azalma belirtisi göstermiyor. Pakistan, Ocak 2025’te BM Güvenlik Konseyi’ne iki yıllığına geçici üye olarak katılacak. Pakistan ile her koşulda dostluk yaklaşımı güden Çin’in geçmişte olduğu gibi bazı Hindistan vatandaşlarını küresel teröristler olarak ilan etme veya Jammu ve Keşmir konusunda bir karar alma fırsatı arayacağı yönünde birtakım Hindistan kaygıları doğuyor. Ayrıca, Hindistan gelecek yıl Cenevre’deki Uluslararası İnsan Hakları Konseyi’nin bir üyesi olmayacak. Hindistan’ın üye olmadığı 2018’deki süreçte Konsey’in Jammu ve Keşmir’deki insan hakları ihlalleri hakkında bir rapor sunduğu dikkate alınırsa, Delhi için başka bir kaygı da doğuyor.

Dahası, İşçi Partisi’nin İngiltere’de iktidara gelirken, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un seçimleri kazanma yolunda sağ kanatla zayıflaması söz konusu. Ayrıca Amerika, Başkan Biden ve Trump’ın sınır tanımayan bir mücadele içinde olduğu Başkanlık seçimleri yolunda.

Batı’nın Rusya’yı Ukrayna ile zorlaması ile Rusya doğu çevresinde Pekin tarafından sıkıştırılsa da Putin Xi ile yumuşama arayışına girmek zorunda kaldığı için Hindistan’ın konumu karmaşık bir hal aldı. Batı, Rusya ile tüm kanalları açık tuttuğu için Hindistan’ı eleştirse de Delhi Hindistan’ın askeri malzemelerinin çoğunluğu hala Moskova’dan geldiği için Moskova’nın Pekin ile bağ kurmasını öylece durup izleyemez. Ancak aynı zamanda Çin ile yakın ilişkilerine karşın Rusya’nın Çin’e karşı riskten korunmaya çalıştığı ve Hindistan’ın da buna karşı bir denge unsuru olarak yardımcı olduğu görülüyor. Açık gereklilik şu ki Rusya’nın Çin’e yaklaşması ile birlikte Hindistan, Batı ile büyüyen bağlarına karşın Rusya’ya bir denge unsuru sunmak zorunda.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English