Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Grevler ve Bidenomics

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Kovid pandemisi ve Ukrayna’daki çatışmaların ardından alım gücü dünya genelinde ciddi bir düşüş yaşadı. ABD’deki emekçi kesim de bu durumdan azade değil ve son haftalarda Detroit Üçlüsü olarak bilinen üç otomobil fabrikasındaki binlerce işçi ve Hollywood’da grevler yaşanıyor. Ana akım medya, grevlerin “milyarlarca dolar” maliyeti olacağı hesabını yaparken emekçilerin taleplerine dair çok az şey söyleniyor. Open Markets Institute’ten araştırmacı Matt Stoller, Joe Biden yönetiminin ülkedeki ekonomik durumun vahim gidişatı konusunda son derece umursamaz davrandığına dikkat çekiyor.


Grevler ve Bidenomics

Matt Stoller

16 Eylül 2023

Beyaz Saray ‘Bidenomics’i satmaya çalışıyor ama anket üstüne anketler halkın ekonomiden son derece hoşnutsuz olduğunu gösteriyor. Bürokratların görmeyip halkın gördüğü ne?

Bugünkü sayımız Biden’ın “Bidenomics” olarak adlandırılan iktisadi ajandasının tutarsızlığı hakkında. Otomobil endüstrisi ve Hollywood’daki grevlerin yanı sıra anket sonuçlarının da kötü çıkması, Beyaz Saray’ın politika çerçevesiyle ilgili bir şeylerin işe yaramadığını gösteriyor.

İlk olarak, hükümet açısından iyi gidiyor gibi görünen Google davasının kısa bir özetini sunmak istiyorum. Davalar, antitröst konusunda lastiğin yolla buluştuğu yerdir, bu nedenle davanın günlük dramasını ele aldığımız Big Tech on Trial adlı özel bir site kurduk. Davanın şu ana kadarki özeti şöyle. Hükümet, arama motoru devinin rakiplerinin pazara girmesini engellemek için büyük miktarlarda para ödediğini oldukça bariz bir şekilde gösterdi. Buna ek olarak, Google kanıtları örtbas ederken yakalandı ya da benim deyimimle Google, Stringer Bell kuralına uyuyor. Buna ek olarak, Google’ın ayrı bir davasında bir yargıç, arama motoru şirketinin Antitröst Departmanı Başkanı Jonathan Kanter’e yönelik kirli oyun girişimini önyargılı olduğu gerekçesiyle reddetti.

Hükümet için her şey güllük gülistanlık olmadı, Google tüketicilerin Bing alternatifiyle karşılaştıklarında Google’a geçtiklerini göstererek biraz kan kaybetti. Fakat Google’ın tekelci bir yalancı olduğuna dair temel anlatı işe yarıyor ve şirketin bu davayı sadece hükümetin Microsoft’a yardım etmeye çalışması olarak gösterme çabası yankı bulmuyor. Google açısından en büyük kazanç, Yargıç Amit Mehta’nın kamuya açık bir yayınını engellemesi, bu yüzden kamuoyu oluşturulamamıştı. Gelişmeleri Big Tech on Trial adresinden kayıt yaptırarak takip edebilirsiniz.

Grev!

Son birkaç gündür Los Angeles’taydım ve buradaki en büyük iktisadi sorun film stüdyolarına karşı yapılan ve üretimi durduran grevler. Daha genel olarak, haberleri okuduğumda, en büyük hikayelerin hayat pahalılığı ve ardından Birleşik Otomobil İşçilerinin (UAW) üç büyük otomobil şirketine karşı greve gitmesi olduğunu gördüm. Washington Post’ta işçilere neden greve gittiklerini soran güzel bir makale vardı. Çoğu enflasyon ve adalete dikkat çekti. 58 yaşındaki Ford tamircisi Petrun Williams, “Yeterince para kazanamıyoruz. İnsanlar kendi evlerini satın alabilmeli ama şu anda bu mümkün değil,” diyor.

GM, Ford ve Stellantis 75 bin dolarlık kamyonlar üretmek için optimize edilmiş yüksek maliyetlere sahip devasa verimsiz bürokrasiler olduğu ve elektrikli araçlar tamamen farklı bir ürün olduğu için üstesinden gelinmesi zor bir sorun. Fakat “Bidenomics” pek de yardımcı olmuyor.

Esasında Biden’ın Beyaz Saray personeli neler olup bittiğini duyma ya da bunları ele alma kapasitesine sahip görünmüyor. Bu ayın başlarında Biden, Philadelphia’da İşçi Bayramı’nı kutlayan bir konuşma yaptı ve öncesinde “Grev konusunda endişeli değilim,” ve “Grev olacağını sanmıyorum,” dedi ki bu yorumların kıdemli personelinin kendisine yanlış bilgi vermesinin bir sonucu olduğu aşikâr. Bu hayal ürünü yorumlar Detroitli bir Kongre üyesinin Beyaz Saray kıdemli danışmanı Steve Ricchetti’yi arayarak “Aklınızı mı kaçırdınız?” diye bağırmasına yol açtı.

Bu da Washington’da sıkça duyduğum bir soruyu gündeme getiriyor. Halk neden bu kadar mutsuz? Ekonomi, çoğu geleneksel ölçüme göre, çok iyi gidiyormuş gibi görünüyor. Dave Dayen istatistikleri şu şekilde özetledi: İşsizlik düşük, enflasyon düşüyor, tüketici harcamaları artıyor ve bazı üretim alanlarında patlama yaşanıyor. Dayen, “İktisadi büyüme ve ilk yaş istihdamı gibi bazı ölçütler 2008 mali krizi öncesindeki trendlerine geri dönmüş durumda ki bu sadece birkaç yıl önce neredeyse düşünülemez bir senaryoydu,” diye yazdı.

Tutarlı anketlere göre halk, enflasyonun yüksek olduğunu ve daha da kötüye gittiğini ve Biden’ın sorunlarını çözmek adına çok az şey yaptığını düşünüyor. Beyaz Saray’ın bocaladığını ne açıklıyor? Sorunlardan biri, siyasi zümredeki pek çok şahsiyetin halkın öfkeli olmakta haksız olduğuna inanması. Örneğin Paul Krugman, normal insanların ekonominin kötü olduğuna inandığını söyleyen bir köşe yazısı yazdı. Beyaz Saray yetkililerinin CNBC’de periyodik olarak mülakata katıldıklarını görüyorum ve bunu açıkça söylemeseler de ekonominin iyi gittiğini ve enflasyonun düştüğünü düşündükleri ve işlerinin başarılarını satmak olduğu belli.

Beyaz Saray’ın etkili bir şekilde yönetemiyor görünmesinin iki nedeni var. Birincisi, siyasi zümrenin enflasyonu anlamak için kullandığı araçların onları yanıltıyor olması. İkincisi ise Biden’ın yekpare bir politika gündemine değil, birbirine karşı çalışan bir dizi politika gündemine sahip olması. Bu iki faktörün sonucu olarak Biden’ın hikayesi —bakın tüm bu refahı ben sağladım— grevler ve öfke karşısında işe yaramıyor.

Etiket fiyatı gerçeğe karşı

Beyaz Saray’ın neden bir sorun görmediğiyle başlayalım. Biden’ın üst düzey ekibinin önemli üyelerinin durumu kötü yönettiği doğru ama bu Krugman’ın ve yönetimdeki pek çok iktisatçının da neden bir sorun görmediğini açıklamıyor. Elbette münferit grevlere bakabilirsiniz, fakat bunlar gürültülü hadiselerdir, ekonominin bütününü etkilemez.

Hükümet sıradan insanların ekonomideki deneyimlerini nasıl algılıyor? Ortada bir bilgi karmaşası söz konusu, hangi bilgi önemli, hangisi değil? Başkan bir karar vermeden önce 100 milyon Amerikalıya nasıl olduklarını soramaz. Geçtiğimiz yüzyıl boyunca bürokratlar bu sorulara, normal insanların deneyimlerine vekil olarak hizmet edecek bir dizi ölçüm icat ederek cevap verdiler.

Hükümet, 1913 yılından bu yana fiyatları Tüketici Fiyat Endeksi’nin (TÜFE) bir çeşidini kullanarak ölçüyor. Enflasyonda bir değişiklik olduğunda, bu genellikle TÜFE’nin yükseldiği ya da düştüğü anlamına gelir. Enflasyondaki bir değişiklik mutlak fiyat seviyelerinde bir değişiklik değildir. Örneğin enflasyon düşüyorsa, bu fiyatların düştüğü anlamına gelmez, sadece fiyatların artış hızının eskisinden daha az olduğu anlamına gelir.

2021’den bu yana fiyatlar oldukça dramatik bir şekilde yükseldi, TÜFE 2022’de belirli noktalarda yüzde 9’a kadar ulaştıktan sonra geçen ay yüzde 3,7’ye geriledi. Bir kez daha, bu fiyatların düştüğü anlamına gelmiyor, sadece artış oranının düştüğü anlamına geliyor. On dört dolarlık çılgın pahalı sandviç hala çılgın pahalı bir on dört dolar, sadece on yedi dolara çıkmıyor. Geçen ay TÜFE’ye en büyük katkıyı yapanlardan biri, geçtiğimiz yıl yüzde 7,3 oranında artış gösteren konut oldu.

Ancak TÜFE gerçekten insanların fiyat artışlarını nasıl deneyimlediğini gösteriyor mu? Sonuçta, ödediğimiz ücretlerdeki en önemli değişikliklerden biri, ABD Merkez Bankası’nın son birkaç yılda önemli ölçüde artırdığı yüksek faiz oranları. Fed’in eylemleri kredi kartı oranlarını, mortgage oranlarını, otomobil finansmanını ve şirket ve devlet borçlanma maliyetlerini artırdı. Şaşırtıcı bir şekilde, bunların hiçbiri doğrudan enflasyon ölçütlerimize dahil edilmedi. Çalışma İstatistikleri Bürosu, “TÜFE’nin kapsamı, faiz oranlarındaki veya faiz maliyetlerindeki değişiklikleri içermez,” diye yazıyor. Her şeyin girdisi olan paranın fiyatı, bugün enflasyonu nasıl gördüğümüze dahil değil.

Bu çılgınlık.

Arşivlerde 1960’lar ve 1970’lerde Temsilciler Meclisi Bankacılık Komisyonu Başkanı olan Kongre üyesi Wright Patman hakkında bilgi edinirken, o dönemde insanların enflasyonu nasıl anladıklarına faiz oranlarının maliyetini de dahil ettiklerini gördüm. 1960 Demokrat Parti platformu enflasyonu tam da bu şekilde ele almış, yüksek faiz oranlarının “ev, otomobil, buzdolabı ya da televizyon alan her Amerikalıya pahalıya mal olduğunu” ve “başlı başına bir enflasyon faktörü” olduğunu söylemişti.

Bu mantık makuldü. Bir araba ya da ev almak için borçlandığınızda, o arabanın ya da evin maliyeti etiket fiyatı değil, aylık ödemenizdir. Fakat 1980’lerde hükümet, enflasyonu ölçme yöntemini değiştirdi, bu nedenle bugün TÜFE farklı varsayımlar altında çalışıyor. Peki bu değişiklik ne anlama geliyor? Bir Amerikan ailesinin en çok satın aldığı iki şey araba ve evdir ve bu iki kategoride de TÜFE, normal insanlar için kilit faktör olan faiz oranlarının aylık ödemeyi nasıl etkilediğini dikkate almıyor. Bir arabanın etiket fiyatı önemli bir rakamdır ama asıl önemli olan aylık ödemedir.

Bunu akılda tutarak, son on yıldaki otomobil fiyatlarına bir göz atalım.

Yeni otomobil fiyatları 2021’in başından 2022’nin sonuna kadar yükseldi ama fiyat seviyeleri yavaş yavaş düşmeye başlıyor. Peki aylık ödemeler düşüyor mu?

Edmunds’a göre, 2022’nin ikinci çeyreğinde bir otomobilde ortalama aylık ödeme 678 dolar, 2023’ün ikinci çeyreğinde ise 733 dolardı. Dolayısıyla, yeni araç fiyatlandırması nedeniyle TÜFE için hafif bir fiyat düşüşü, ancak insanların gerçekte ödedikleri için yüzde 8’lik bir enflasyon söz konusu. Etiket fiyatları düşüyorsa aylık ödemeler neden artıyor? Çok basit, paranın fiyatı arttı. Yeni bir otomobil için ortalama faiz oranı bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 6,63’e yükseldi. Bu oran 2022’nin ikinci çeyreğinde yüzde 4,60, 2021’in ikinci çeyreğinde ise yüzde 4,17 idi.

Peki ya konut? İşte Daily Shot’tan ortalama bir ev fiyatı için aylık ipotek ödemesi grafiği.

Redfin, tipik ipotek ödemesinin bir yıl öncesine göre yüzde 20 arttığını bildiriyor. Ev sahiplerinin çoğunun 2021’den önce aldıkları ipotekleri olsa da ve bu nedenle daha yüksek fiyatlar ödemiyor olsalar da şu anda aylık ödemelerin son derece yüksek olması, insanların artık taşınamayacağı ve çocuklarının yaşayacak bir yer bulmak için mücadele etmelerini izlemek zorunda kalacakları anlamına geliyor. Ev, Amerikan düzeninin merkezinde yer aldığı için konut fiyatları sosyal bir olgu; dolayısıyla finansal olarak etkilenmemiş olsanız bile, pek çok insanın taşınamadığını, ev satın alamadığını ya da uygun fiyatla kiralayamadığını görmek herkese ekonomik güvensizlik hissi verir. Grevdeki otomobil işçileri tam da bu nedenle konut fiyatlarından bahsetmişti.

TÜFE’de konut için yapılan hesaplama yeni arabalar için yapılandan biraz daha karmaşık, fakat anlaşılması gereken kilit nokta 1983 yılında Reagan yönetiminin faiz maliyetlerini hariç tutmayı seçmesi, bunun yerine ev sahiplerine yaşadıkları evin sahibi olmasalardı kira olarak ne ödeyeceklerini düşündüklerini sorması. Redfin’den bir iktisatçıya göre hükümet, “konut maliyetlerindeki değişiklikleri bilhassa faiz oranları yükseldiğinde hafife alıyor. Bunun nedeni, piyasada sahiden aktif olan bir insanın konut maliyetlerinin çok daha büyük dalgalanmalar yaşaması.”

Bu ölçümün değiştirilmesinin nedeni, enflasyonun gerçekte olduğundan daha düşük görünmesini sağlamaktı. Zaman içinde, sonraki yönetimler bu değişimi sürdürdü. Yönetimde kullanılan semboller hakkında yalan söylemenin kısa vadede siyasi bir faydası olur, belki medyada iyi bir şekilde yer almanızı sağlar ama zaman içinde konut maliyetlerinde TÜFE’nin her zaman güvenilir olmadığı anlamına gelir.

Yani temel olarak, paranın fiyatı, bir şeyler için ödeme yapma deneyimimiz açısından büyük bir meseledir ve karar mercilerinin ekonomiye bakmak için kullandıkları enflasyon ölçütünün dışında tutulur. Karar mercilerinin aklı tam da bu yüzden karışık. Kullandıkları bazı temel araçlar gerçeği yansıtmıyor ve başlangıçta bu araçları siyasi amaçlarla bozan insanlar artık orada değil. Günümüz siyasi zümresi neyi bilmediğini bile bilmiyor.

Bidenomics nedir?

Elbette insanların satın aldığı tek şey konut ve araba değil. Otellerden uçak biletlerine, paketlenmiş tüketici ürünlerinden tohumlara kadar her şey gibi gıda da birkaç yıl öncesine göre çok daha pahalı. Yani, enflasyondan neredeyse hiç etkilenmeyen Visa ve Mastercard, tüccarlara verdikleri swipe ücretlerini artırıyor. Bunların hiçbiri sır değil, gıda TÜFE’si enflasyonun düşüyor olabileceğini gösteriyor, ancak fiyatlar hala yüksek. Peki Joe Biden ve Kongre’deki Demokratlar bu konuda ne yapıyor? Beyaz Saray yetkilileri planlarını “Bidenomics” olarak adlandırıyor.

Bidenomics’i açıklamanın en iyi yolu, Biden’ın kısa bir süre önce D.C. bölge mahkemesine atadığı ve iki akıllı kilit üreticisine karşı dava açtıklarında Antitröst Departmanına düşmanca davranan Ana Reyes adlı yargıcı dinlemekten geçiyor. Reyes, geçtiğimiz ay Amerikan Barolar Birliğinin bir paneline katılarak antitröst uygulamasının güçlendirilmesi fikrine saldırmış ve özellikle de işgücüyle ilgili iddialar konusundaki şüpheciliğine odaklanmıştı. Savunma avukatlarından oluşan dinleyicilere, dinlediği antitröst davası sırasında, “1 Nisan Şakası” demeden önce üç dakika boyunca kilit tanıklarını görevden alıyormuş gibi yaparak hükümet avukatlarına “şaka” yaptığını söyleyerek övünmüştü. Daha sonra neşeyle “Hayatımda hiç şaşkın bir sessizlik görmemiştim,” demişti.

Biden tarafından atanan bir şirket avukatı zorbanın, Biden yetkilileri tarafından açılan bir antitröst davasının selasını okuması, Bidenomics’in harika bir örneği, zira bu yönetimin politikasının tutarsızlığını gösteriyor. Federal Ticaret Komisyonu Başkanı Lina Khan’ın büyük bir hayranıyım ama bir başka Biden yargıcı —Jacqueline Corley— Khan’ın anlaşmaya itiraz etmesinin ardından Microsoft Activision’ı satın aldığında tüm zamanların en büyük büyük teknoloji birleşmesine imkân tanıdı.

Bu yargıçlar enflasyon açısından önemli. Biden yargı için Corley ve Reyes yerine gerçek popülistleri seçmiş olsaydı, Beyaz Saray’ın yönetme kabiliyeti epey farklı görünecek ve Amerikan müesses nizamı, baskı korkusu nedeniyle fiyatlandırma davranışlarını değiştirecekti. 2022’nin başlarında, şirketlerin fiyatları yükseltmek için gayri resmi olarak nasıl işbirliği yaptıklarına saldırmak için antitröstü kullanma konusunda bir ilgi telaşı söz konusuydu. Fakat agresif bir hukuki teori, piyasa gücünü ciddiye almaya istekli yargıçlara ihtiyaç duyar ve Biden, bunun yerine kendi yönetimini engelleyen şahsiyetleri seçti. Mesele sadece yargıçlar değil. Yönetimdeki gruplar —bu durumda Beyaz Saray İktisadi Danışmanlar Konseyi— şirket kârı-enflasyon ilişkisine açıkça karşı çıktı.

Antitröst konusunda fazlaca kafa patlatıyorum ama tutarsızlık çoğu politika alanında (ve Kongre’deki Demokratlarda) sistemsel. Emek yanlısı yönetim, Hollywood’da güçlü stüdyolara karşı yapılan grevleri desteklediğini belirtti, ardından birkaç ay sonra Beyaz Saray İç Politika Konseyi eski başkanı Susan Rice, Netflix’in yönetim kuruluna yeniden katıldı. Elektrikli araçların Amerika’da üretilmesine yönelik her girişimde Hazine Bakanı Janet Yellen, bu araçların yurt dışında üretilmesi konusunda yoğun çaba sarf ediyor.

Normalde, politika anlaşmazlıklarına Başkan ve ekibi karar verirdi. Ancak Joe Biden bir ertelemeci ve seçim yapmaktan hoşlanmıyor. Ayrıca çok yaşlı. Ekibine gelince, Biden’ın eski özel kalem müdürü Ron Klain, politika hedefleri açısından agresifken yeni özel kalem müdürü Jeff Zients tamamen sürece odaklanmış, durmaksızın neşeli eski bir yönetim danışmanı. Tim Wu ve Brian Deese gibi diğer önemli isimler de ayrıldı. Klain’in gidişiyle birlikte, tepede dar görüşlü bir gruplaşma ve vizyon sunma ya da politikaların uygulanmasına dikkat etme konusunda yetersizlik söz konusu. Konut fiyatlarına dikkat edilmesi gerektiğini söyleseniz bile, bu konuda bir şey yapabilecek ya da yapacak kimse yok.

Bu da bizi grevlere geri götürüyor. Biden yönetiminin işçilere yardım etmek için atacağı adımlarla UAW’nin işçi eylemini önlemesi gerekirdi ama Beyaz Saray’ın herhangi bir tutarlılığı yok. Biden emek yanlısı şeyler söylerken ve CEO’lara çok fazla ödeme yapıldığını kabul ederken, bir de şu var:

“Bazı Demokratlar ve çalışma yetkilileri arasında da Biden’ın ekibinin açmazı yanlış hesapladığı ve işçilerin hayal kırıklığı ya da endişelerinin ciddiyetini anlamadığı yönünde bir his söz konusu. Bu hafta Biden yönetiminin otomobil tedarikçilerine yardım sağlamayı düşündüğü haberi bile, grevi baltalayabileceğini düşünen ve bunu şirketler için her zaman bütçe bulunduğunun ama işçiler için bulunmadığının kanıtı olarak gören sendika dünyasındaki bazılarını kızdırdı.”

Bu, kayda değer başarıların olmadığı anlamına gelmiyor. Biden’ın sanayi politikası hamlesi, yarı iletken üretimi, elektrikli araçlar ve bataryaların yanı sıra genel olarak yeni fabrikalara yapılan yatırımlardaki artışlarla sahici. Rekabet politikası yaklaşımı da yeni birleşme kurallarının yanı sıra ilaç, birleşme, rekabet etmeme yasağı ve Google davasındaki baskılarla sahici.

Bazı düzenleyici kurumlardan rutin olarak iyi kararlar çıkıyor. Örneğin geçen gün Çalışma Bakanlığı, 4 milyon işçinin daha fazla mesai ücreti almasını sağlayacak bir kural önerdi. Bu arada, Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu özel sermayeye dönük baskıya başladı.

İdeolojik olarak zenginliği ve kuvveti yukarı doğru itmeye odaklanan Obama yönetiminin aksine, Biden yönetiminde bunun tersini yapmaya çalışan birkaç popülist var. Ancak istatistiklerin karar mercilerini yanıltmak için sulandırıldığı enflasyonist bir ortamda bu yeterince iyi değil.

Biden’ın ulusa sesleniş konuşmasına ne oldu?

Şubat ayında Biden, ABD’de bir şeyler üretmeye, gereksiz ücretlerin peşine düşmeye ve kurumsal gücü ele almaya odaklanan bir ulusa sesleniş konuşması yapmıştı. Daha sonra kamuoyu yoklamaları geçici olarak yükseldi. O zamandan bu yana Beyaz Saray’dan Biden’ın o konuşmada söylediklerine dair herhangi bir mesaj gelmedi; sanki Zients ve Beyaz Saray’ın geri kalanı Biden’ın popülist bir argüman ortaya koymasından hicap duymuş gibiydi.

Bunun yerine, çeşitli yetkililer televizyona çıkıp “şu grafiklere bakın!” diyor. Enflasyonun düşmesi, ekonomik büyümenin artması ve işsizliğin düşük olmasıyla övünmek istiyorlar. Fakat gerçek konut ve ulaşım maliyetlerinin giderek karşılanamaz hale geldiğini ve arttığını kabul etmeden, bu en hafif tabirle tuhaf görünüyor. Dahası, ortada gerçek bir politika rejimi yok, yalnızca kendi tercih ettikleri görüşe göre mümkün olduğunca çok şey yapmaya çalışan birbirinden kopuk bir dizi grup var. Biden’ın insanların hayatlarını gerçekte nasıl etkilediği çoğunlukla belirsiz ve gerçekten örgütlü tek işçi grupları işlerin yolunda gitmediğini gösteriyor.

Ekonomi harika değil ve öyleymiş gibi davranmaya çalışmanın da bir anlamı yok. Bununla birlikte Biden, yönetimini kurtarabilir. Başarıları var ve ulusa sesleniş konuşması yankı uyandırmıştı. İlk döneminin, fabrikaları yeniden şekillendirerek, tam istihdamı geri getirerek ve tedarik zinciri sorunlarını çözerek Amerika’nın Kovid’den kurtulmasını sağlamakla ilgili olduğunu iddia edebilir. Beyaz Saray’ın fiyat sınırlaması getirmesine kızan çeşitli ilaç firmaları gibi kendisine dava açan tüm büyük şirketlerle övünebilir. Ardından ikinci döneminde konut maliyetlerini düşürmeye odaklanacağı sözünü verebilir. Böyle bir hikâye işe yarar mı? Bilemiyorum. Belki şu anki söylem işe yarar, 2022 ara seçimlerinde Biden, beklentilerin üzerinde bir performans göstermişti. Ama en azından “Biraz grafik yiyin!”den daha iyisi olabilir.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English