Diplomasi
Halden hâsıldan düşen Ukrayna’da son düzlük: Trump barışı ve sıhhi bölge planı

Ukrayna savaşı, başlangıcından bu yana sadece Doğu Avrupa’yı değil, tüm dünyayı yakından ilgilendiren derin bir kriz olarak gündemdeki yerini koruyor. Bu krizin başlamasıyla birlikte yaşanan diplomatik gerilimler, askeri müdahaleler ve ekonomik yaptırımlar, Avrupa kıtasının savaş ve barış arasındaki kritik sınırda durduğunu bir kez daha tüm açıklığıyla gösterdi.
Eski ABD Başkanı Donald Trump, seçim döneminde Ukrayna’daki savaşı “göreve gelirsem kısa sürede bitireceğim” şeklindeki iddialı laflarla öne çıkmıştı. Bu söylem, ABD’nin bugüne kadar Avrupa’ya yansıyan askeri ve maddi desteğinde önemli dönüşüm sinyalleri verebilir. Trump’ın planının net ayrıntılarını bilmemekle birlikte, kamuoyunda konuşulanlar ve bazı danışmanlarının dile getirdiği veriler, Avrupa ülkelerini çok boyutlu bir tartışmaya sürüklüyor.
Trump’ın hedefi kendi ifadesiyle “barışı tesis etmek” olsa da Amerika’nın geleneksel askeri sorumluluklarını daha fazla yüklenmek istemediği ortada. Öyle ki, Avrupa’nın önüne “ya bu denkleme daha fazla dahil olursunuz ya da sonuçlarına katlanırsınız” şeklinde bir tablo konabilir. Bu, zaten Ukrayna özelinde yoğun baskı altındaki Avrupa’nın güvenlik mimarisini yeniden gözden geçirmesine neden olacaktır.
Eş zamanlı olarak, Ukrayna’ya verilen mali ve askeri desteğin sürdürülmesi meselesi, Avrupa’nın siyasi iradesini ve ekonomik imkanlarını sınıyor. Zira Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, “Maddi destek olmadan kaybederiz,” diyerek çok açık bir yardım çağrısında bulunuyor ve savaşın yükünü Batılı müttefikleriyle paylaşmak istiyor. ABD’nin sağladığı ileri teknoloji silah sistemleri, istihbarat bilgileri ve operasyonel planlama desteği olmadan Ukrayna ordusunun Rusya karşısındaki zorlukları çok daha büyük hale gelecek. Diğer taraftan AB’nin lokomotifi Almanya, ABD’nin bu desteği çekmesi halinde kendi paylarına düşecek muhtemel sorumlulukları üstlenmeye ne kadar istekli olduklarını tartışıyor. Avrupa Birliği içinde “her koyun kendi bacağından asılır” misali, her ülkenin başka ajandaları var.
‘Trump barışı’ neleri öneriyor?
Donald Trump, başkan seçilmesi halinde Ukrayna’daki savaşı kısa sürede bitireceğini öne sürmüştü. Trump döneminde ABD’nin NATO’ya yaklaşımı da oldukça gelgitliydi. Özellikle Avrupa ülkelerine, savunma harcamalarını artırmaları ve Amerikan güvenlik şemsiyesine daha fazla katkı sağlamaları yönünde baskı yapmıştı. Şimdi, yeniden seçilirse Trump’ın Ukrayna savaşına dair atacağı adımlar, Avrupa’yı doğrudan ilgilendiriyor. Zira Avrupa, coğrafi yakınlık nedeniyle çatışmanın sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalan birincil taraf konumunda.
Trump’ın barış planının ayrıntıları kamuoyu tarafından çok bilinmese de, danışmanlarına yakın bazı siyasetçilerin, Ukrayna ve Rusya arasında askerden arındırılmış bölgelerin oluşturulmasından söz ettikleri sızdı. Bu bölgelerde Amerikan askerlerinin görev almayacağı, bunun yerine Avrupa ülkelerinden oluşan bir güç tarafından denetleneceği iddia ediliyor. Fakat bu Brüksel’in aleyhine bir senaryo. Çünkü böylesi bir tampon bölge veya “buffer zone” oluşturulduğunda, en ufak bir hata, Rusya ile Avrupa devletlerini doğrudan karşı karşıya getirme riski taşıyabilir.
Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler çatısı altında oluşturulacak bir barış gücünün (mavi bereli askerlerin) devreye sokulması da gündeme geliyor. BM’nin Balkan Savaşları’ndaki tecrübeleri göz önüne alındığında, bu tür misyonların dezavantajları da fazla. Komuta zincirinin dağınık olması gibi durumlar, sahadaki askerlerin etkisini zayıflatabilir. Ayrıca BM bünyesinde böyle bir gücün oluşturulabilmesi için Çin, Rusya ve ABD gibi daimi üyelerin onayı gerekiyor ki, bu da diplomatik açmazları beraberinde getirir. Özellikle de Rusya’yı kınayan kararlarda veto hakkına sahip olduğu bilinen bir BM Güvenlik Konseyi gerçeği ortada dururken, “BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya vetosu” meselesi çözülmesi en zor konulardan biri.
Avrupa’nın kendi içinde de büyük çelişkiler var. Almanya, Ukrayna’ya mali ve askeri destek vermeye devam edeceğini açıklıyor, ancak aynı zamanda ABD’nin çekileceği bir tabloda Avrupa’nın yükü ne kadar taşıyabileceği tartışılıyor. Üstelik Ukrayna, savaşın devamı için para, silah ve asker ihtiyacı içinde çırpınıyor. Rusya’nın karşısında konvansiyonel güç ve lojistik olarak zayıflayan Ukrayna ordusu, Avrupa’nın çok daha fazla desteğine muhtaç. Bu desteğin sadece nakit veya silah olarak değil, aynı zamanda asker eğitimi, operasyon planlaması, istihbarat paylaşımı ve kritik lojistik hatların sürdürülmesi gibi konuları da kapsadığından söz etmeye de gerek yok. ABD’nin bu alanlardaki rolünü Avrupa’nın tek başına üstlenmesi çok zor. İspanya’dan tutun da Fransa’ya, Polonya’dan Yunanistan’a kadar birçok ülke, ortak bir askeri koordinasyonun gerekliliğini dile getirse de, pratikte herkesin kendine has çekinceleri var.
Kısacası Trump’ın barış çabalarının nasıl somutlanacağı belirsiz, fakat bu çabaların başarısız olma ihtimali Avrupa’yı daha büyük bir sorumlulukla yüz yüze bırakıyor. Zira ABD’nin desteği kesildiğinde, Avrupa ülkeleri hem iktisadi hem de askeri anlamda Ukrayna için daha büyük riskler almak durumunda kalacak. Ayrıca barış görüşmelerinin tıkanması halinde, çatışmanın daha büyük ölçekli bir savaşa dönüşme ihtimali de masada duracak.
Biden yönetiminin ATACMS kararı
Mevcut ABD Başkanı Joe Biden, savaşın başından bu yana Ukrayna’ya silah yardımı konusunda temkinli adımlar attı. Uzun menzilli silah sistemleri olan ATACMS füzeleri Ukrayna’ya vermekten, başta “Üçüncü Dünya Savaşı riskini” ileri sürerek kaçındı. Ne var ki, Biden, geldiğimiz noktada bu silahların Ukrayna topraklarından Rusya’nın derinliklerine dönük operasyonlarda kullanılmasına yeşil ışık yakmaya başladı. Bu karar değişikliği, kamuoyunda Biden’ın Trump’ın barış teşebbüsünü boşa çıkarmaya çalışması olarak okundu. Çünkü her ne kadar Ukrayna, saldırıların meşru müdafaa olduğunu savunsa da, Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füze kullanımı, nükleer kapasitesi bulunan bir devletle savaşı daha da tehlikeli bir boyuta sürükleyebilir.
Ukrayna ordusunun Rusya’nın stratejik üslerine veya hava savunma sistemlerine saldırmak için Batı menşeili silahlara ve istihbarata ihtiyacı olduğu biliniyor. Her ne kadar uluslararası hukuk açısından, işgal altındaki bir ülkenin kendini savunmak adına karşı tarafın lojistik merkezlerini veya askeri noktalarını vurması normal görülse de burada hassas bir durum söz konusu. Özellikle ABD’nin, “Biz yalnızca Ukrayna’nın meşru savunma hakkını tanıyoruz,” şeklindeki argümanı, “pratikte Ukrayna ordusunun hedef seçimine yardım ediyor, istihbarat sağlıyor ve silah veriyor,” gerçeğini gölgelemez. Tam da bu sebeple Almanya Başbakanı Olaf Scholz, ATACMS benzeri uzun menzilli Taurus füzelerini Ukrayna’ya vermeye direnmişti. Scholz, NATO’nun doğrudan taraf olmamasını ve Rusya ile cephede karşı karşıya gelmemesini stratejik bir zorunluluk olarak görüyor.
Bu nokta, aynı zamanda ABD’nin de kendi çıkarlarıyla çelişebileceği bir alan. Rusya ile gerilimin boyutu yükseldikçe, Biden yönetimi savaşın büyümesi riskini artırabilir. ABD’nin çıkarları, Rusya’yı yıpratmak üzerine kurulu olabilir, ancak bunun ne kadar ileriye gidebileceği meçhul. Bu yüzden kimi yorumcular, Biden yönetiminin bu konuda çelişkiler yaşadığını, diğer yandan da “Trump barış getirecek” söylemini önemsizleştirmek için Ukrayna cephesinde bazı “son hamleler” yapmak istediğini dile getiriyor. Neticede, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve beraberinde yaşananlar, Biden’ı “yeniden büyük bir geri adım atmaktan” alıkoyuyor olabilir. Dolayısıyla Washington, Rusya’yı köşeye sıkıştırırken, Avrupa’yı da bu krizin içine daha fazla çekiyor.
Öte yandan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bu gelişmelere vereceği tepki önem taşıyor. Rusya’nın stratejik üslerinin veya uçak pistlerinin doğrudan Batı menşeli uzun menzilli füzelerle vurulması, Moskova’yı daha sert bir karşılık vermeye itebilir. Nükleer silah kullanımına dair tehditlerin çeşitli defalar dile getirildiği bir ortamda, en ufak bir yanlış anlaşılma dahi büyük bir felakete yol açabilir. Hatta bazı uzmanlar, Trump’ın iktidara gelmesiyle Biden’ın izlediği politikanın keskin bir şekilde tersine döneceğine ve müzakere masasına dönüleceğine inanıyor. Savaşın gidişatı açısından bakıldığında, Biden’ın elinde Ukrayna’ya ne kadar silah verirse versin, dengeleri kendi lehine tam anlamıyla değiştirecek bir kozu olmadığı da sıkça dile getiriliyor.
Avrupa’nın askeri kapasitesinin kısıtları
Ukrayna krizi boyunca en büyük tartışmalardan biri, Avrupa Birliği’nin ve NATO üyesi Avrupa devletlerinin kendi askeri kapasiteleri hakkında ne kadar kararlı olduklarıydı. Trump, “Avrupalılar kendi güvenliklerinin bedelini yeterince ödemiyor,” fikrini uzun süredir dile getiriyor. Nitekim NATO üyelerinin silah harcamalarının GSYİH’nin yüzde 2’sine çıkarılması yönündeki hedef, pek çok ülkede ciddi dirençle karşılandı. Şimdi ise yüzde 3 gibi daha yüksek oranlar bile tartışılıyor. Bunun pratikte ne anlama geleceği belirsiz. Avrupa’nın Rusya karşısında caydırıcı bir konvansiyonel güce sahip olması gerektiğini düşünenler, savunmaya yapılan harcamaları bir tür zorunlu sigorta olarak görüyor. Öte yandan, silah sanayisine ayrılan bu büyük bütçelerin sosyal harcamalarını kısacağı ve kamuoyunun tepkisini çekeceği de bir hakikat.
Burada Helmut Schmidt’i hatırlamak belki faydalı olabilir. Almanya’nın eski şansölyelerinden Schmidt, Soğuk Savaş döneminde “askeri denge” olgusunun önemini vurgulamış, ancak bunun tek başına barışı sağlamaya yetmeyeceğini de belirtmişti. Schmidt’e göre, askerî dengeyi siyasi uzlaşılar, silah kontrol anlaşmaları ve güven artırıcı tedbirlerle tamamlamak gerekir. Yani sadece silahlara yatırım yapmak yetmez, aynı zamanda diplomasiye de ağırlık vermek gerekir. Schmidt’in mirası, günümüz Avrupalı liderlere bir uyarı niteliği taşıyor: “Güçlü olmak önemlidir ama esnek diplomasi, diyaloğa açık olmak ve çatışmaların büyümemesi için aktif çaba göstermek de bir o kadar elzemdir.” Bunun somut yansıması, Rusya ile NATO arasında gerilimi düşürecek mekanizmaların yeniden inşa edilmesiyle mümkün olabilir. Ancak şu anki ortamda, özellikle Ukrayna sahasındaki fiili çatışmalar devam ederken, böyle bir diyalog zemini oldukça uzak görünüyor.
Diğer taraftan Avrupa’nın güvenlik mimarisinde “bütün Avrupa ülkelerinin yer alması gerektiği” fikri, sözde herkesin dile getirdiği ancak pratikte bir türlü somutlaştırılamayan bir ideal. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi, Donbass bölgesindeki çatışmalar ve son olarak Ukrayna’ya yönelik geniş çaplı saldırısı, “Rusya’yı Avrupa güvenlik sisteminin parçası olarak kabul etme” iddiasını temelden sarstı. Dolayısıyla bu yeni dönemde, barış girişimleri kapsamında Rusya’yla bir tür “anlaşma” aranacaksa bile, Avrupa’nın nereye kadar esneyebileceği şüpheli.
Zelenskiy’in ölü doğan ‘zafer planı’
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, savaşın başında “Zafer Planı” diyerek tam bir askeri başarıyı hedeflediğini dile getiriyordu. Hatta “Rusya’yı kendi sınırlarına kadar püskürteceğiz, topraklarımızdan tek bir karış bile vermeyeceğiz,” söylemi, Batı’da büyük bir coşkuyla karşılanmıştı. Fakat zaman geçtikçe Ukrayna ordusunun kayıpları arttı, Rusya’nın uzun vadeli stratejisi devreye girdi ve Batı’nın sınırsız desteğinin olmadığı anlaşıldı. Özellikle ABD ve Almanya, Ukrayna’nın Rus topraklarına yönelik kapsamlı saldırılar gerçekleştirmesi halinde doğabilecek büyük çatışma riskini göze alamayacağını defalarca vurguladı.
Zelenskiy’nin barış planı olarak sunduğu 10 maddelik bir yol haritasında, Rusya’nın ilhak ettiği bölgeler dahil olmak üzere Ukrayna topraklarının tamamının iadesi ilk şart olarak öne çıkıyor. Rusya ise Kırım ve Donbass’ta referandumlar yoluyla kendi lehine meşruiyet iddiasında bulunuyor. Bu koşullar altında “Ortak bir uzlaşı zemini var mı?” sorusu yanıtsız kalıyor. Dahası Zelenskiy, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le doğrudan görüşmeyeceğini deklare etmiş ve hatta bununla ilgili bir kararname çıkararak, Putin yönetimini gayri meşru ilan etmişti. Bu tutum, diplomatik bir çözüm yolunu baştan tıkıyor. Buna rağmen bazı Avrupa liderleri, Zelenskiy’in barış konferansı düzenleme önerisini destekliyor ve Rusya’nın da bu konferansa katılmasının faydalı olacağını söylüyor.
Bu açmaz, Trump’ın “Ben seçilirsem oturur konuşurum,” söylemine alan açtı. Zira Avrupa’da ve ABD’de, “Savaşı durdurmak için masaya oturmaktan başka çare yok,” diyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Fakat masaya oturmak için öncelikle savaşı donduracak bir ateşkes gerekiyor. Ateşkes sonrası müzakerelerin ne yönde ilerleyeceği, Ukrayna ve Rusya’nın hangi koşullarda uzlaşacağı, Avrupa’nın hangi garantileri vereceği gibi konular derin bir muamma. BM çatısı altında bir barış gücünün sahaya inmesi de, ancak Rusya’nın veto hakkını kullanmaması halinde mümkün olabilir.
Burada, Avrupalı liderlerin Trump’ın barış girişimlerini desteklemek veya Biden’ın “Rusya’yı geri püskürtme” stratejisine katılmak arasında bir tercihle karşı karşıya kalacağı söylenebilir. Avrupa, her iki senaryoda da büyük bir risk üstlenmek zorunda kalacak. Eğer Trump başarırsa, Ukrayna ve Rusya arasında bir askerden arındırılmış bölge kurulabilir, ancak bu bölgenin güvenliği için AB ülkelerinin askerleri sahada olacak. Eğer Biden’ın politikası sürdürülecek olursa, uzun menzilli silahların kullanımıyla tırmanan gerilimde Avrupa, Rusya’nın hedefi haline gelebilir.
Bunun yanı sıra Avrupa Birliği, NATO, Birleşmiş Milletler gibi kurumlar da bu yeni güvenlik mimarisinde kendi varlık nedenlerini sorguluyorlar. Avrupa, ABD’den kopuk bir askeri yapılanma mı geliştirir, yoksa yine ABD şemsiyesi altında bir savunma iş birliğini mi derinleştirir, bütün bu soruların yanıtı hala belirsiz.
Bu noktada, en büyük ironi, “Barış umudu bir yandan Putin’in soğukkanlı davranmasına, diğer yandan Trump’ın başkan seçilip Biden’ın aldığı kararları geri çevirmesine bağlı,” gibi bir tablo çizilmesi. Bunun Avrupa açısından ne kadar sağlıklı bir beklenti olduğu tartışma konusu.
Diplomasi
Danimarka, Grönland casusluk haberi nedeniyle ABD’ye tepki gösterdi

Danimarka, Washington’un Grönland ve Kopenhag’daki politikacılara yönelik casusluk faaliyetlerini artırdığına dair bir haber üzerine ABD büyükelçisini çağırdı.
Danimarka Dışişleri Bakanı Lars Løkke Rasmussen çarşamba günü yaptığı açıklamada, Wall Street Journal’da yer alan haberi “derin endişeyle” okuduğunu, “dostlara” casusluk yapılmayacağını ve Kopenhag’ın casusluk faaliyetlerine ilişkin endişelerini iletmek için ABD büyükelçisiyle temasa geçtiğini söyledi.
Bu olay, ABD Başkanı Donald Trump’ın bu yılın başlarında Danimarka krallığının yarı özerk bölgesi olan Grönland’ı Washington’un kontrolü altına almak istediğini yinelemesinden bu yana iki NATO müttefiki arasında yaşanan son gerginlik.
Grönland milletvekili Pipaluk Lynge, Arktik adasının liderleri ve Danimarka’nın liderlerinin, bölgenin başkenti Nuuk’taki ABD konsolosluğunun kapatılmasını düşünmesi gerektiğini söyledi.
WSJ’nin haberine göre, geçen hafta ABD istihbarat kurumlarına gizli bir mesaj gönderilerek, Trump’ın jeopolitik açıdan önemli ada üzerinde kontrolü ele geçirme hedefini destekleyen Grönland ve Danimarka’daki kişilerin tespit edilmesi istendi.
Haberde, istihbarat kurumlarının başkanlarına Grönland’ın bağımsızlık hareketi ve Amerikan şirketlerinin maden çıkarma faaliyetlerine yönelik tutumu hakkında daha fazla bilgi edinmeleri talimatı verildiği de belirtildi.
Ulusal istihbarat direktörü Tulsi Gabbard, haberi yalanlamadı ama gazeteyi “gizli bilgileri siyasete alet etmek ve sızdırmak”la eleştirdi.
Danimarka Güvenlik ve İstihbarat Servisi Çarşamba günü geç saatlerde, ABD’nin ilgisi nedeniyle “Danimarka ve Grönland’a yönelik casusluk ve yabancı devletlerin nüfuz etme tehdidinin arttığını” açıkladı.
Financial Times’ın haberine göre, Trump’ın ocak ayında Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen ile yaptığı telefon görüşmesinde 57.000 nüfuslu adanın kontrolünü ele geçireceğini ısrarla belirtmesi üzerine Kopenhag ile Washington arasında Grönland konusunda gerginlik tırmandı.
Danimarka, Başkan Yardımcısı JD Vance’in mart ayında Grönland’daki bir ABD askeri üssüne davetsiz bir ziyaret gerçekleştirerek Kopenhag’ı bu bölgeyi ihmal ettiği için sert bir şekilde eleştirmesinin ardından ABD’ye yönelik eleştirilerini yoğunlaştırdı.
Danimarkalı yetkililer, Vance’in İskandinav ülkesinin Afganistan’da ABD’nin yanında savaşmasına ve nüfusuna oranla Amerika kadar asker kaybetmesine rağmen iyi bir müttefik olmadığını söylemesinden de “dehşete düştü.”
Grönland parlamentosunun güvenlik komitesi başkanı Lynge, adanın politikacılarının ABD’ye karşı ciddi adımlar atmayı düşünmesi gerektiğini söyledi.
Danimarka televizyon kanalı DR’ye verdiği demeçte, “Trump yönetimini olduğu gibi konuşmak zorundasınız. Bu, kuzu kılığına girmiş bir kurt. NATO eskisi gibi mi? Birbirinizi gözetlediğinizde öyle olduğunu düşünmüyorum,” dedi.
Diplomasi
Ukrayna, ABD’yi grivnayla vurmaya karar verdi

Ukrayna Merkez Bankası, grivnanın baz para birimi olarak dolardan avroya geçişini değerlendiriyor. Bu adımın AB ile işbirliğini güçlendireceği belirtilirken, uzmanlar kararın siyasi olduğunu ve ABD’ye karşı bir mesaj taşıyabileceğini ifade ediyor.
Ukrayna, ulusal para birimi grivnanın baz döviz kurunu dolardan avroya kaydırmayı değerlendiriyor.
Ukrayna Merkez Bankası Başkanı Andrey Pışnıy, önceki gün Reuters‘a yaptığı açıklamada, bu adımın ülkenin parçalanmış dünya ticareti karşısında ayakta kalmasına yardımcı olacağını ve Avrupa Birliği (AB) ile işbirliğini güçlendireceğini belirtti.
Pışnıy, Kiev’in şu anda “Avrupa Birliği’nin Ukrayna’nın savunma kabiliyetini sağlamadaki rolünün güçlendiğini” hissettiğini kaydetti.
Doların hâlâ ülkenin döviz piyasasının tüm segmentlerinde hakim olmasına rağmen, avro cinsinden yapılan işlemlerin payının “ılımlı” bir şekilde artmaya devam ettiğini ifade eden Pışnıy, bu reformun “nitelikli ve kapsamlı bir hazırlık gerektirdiğini” vurguladı.
Merkez Bankası Başkanı ayrıca, gelecekte ülkenin çatışma sonrası yeniden yapılanmasının da Avrupa ile daha yakın bağlar gerektireceğini öngördü.
Pışnıy’ın tahminlerine göre, AB ile yatırım ve tüketici faaliyetlerinin yoğunlaşması, Ukrayna’nın ekonomik büyümesini önümüzdeki iki yıl içinde yüzde 3,7 ila 3,9’a kadar hızlandıracak.
Ukrayna Merkez Bankası yetkililerinin dolardan vazgeçip avroya geçme planlarını ilk kez dile getirmediği dikkat çekiyor.
Ocak ayında kurumun başkan yardımcısı Katerina Rojkova, AB pazarlarına yakınlığı artırmak için bu kararın gerekliliğine işaret etmişti.
Fakat Ukrayna, açıklanan planların uygulanması için kesin bir takvim vermedi. Bu tür açıklamaların, Donald Trump’ın doların dünya rezerv para birimi statüsünün korunmasının önemi hakkındaki beyanlarının ardından yapılması dikkat çekiyor.
Trump, başkanlığının en başında BRICS ülkelerini yeni bir para birimi oluşturma girişimleri nedeniyle yüzde 100 gümrük vergisiyle tehdit etmişti.
Uzmanlar, Kiev’in dolardan vazgeçme konusunu kasıtlı olarak Trump’ı provoke etmek için kullandığını belirtiyor.
Uzmanlara göre Ukrayna, AB ile maksimum düzeyde yakınlaşarak ABD’nin mevcut dış politikasından duyduğu memnuniyetsizliği göstermeye çalışıyor. Fakat bu tür eylemler, özellikle yakın zamanda imzalanan kaynak anlaşması bağlamında Vladimir Zelenskiy yönetimi için olumsuz sonuçlar doğurabilir.
Ekonomist İvan Lizan, Vzglyad gazetesine verdiği demeçte “Merkez Bankası’nın niyetleri tamamen siyasi görünüyor. Gerçekte, grivnanın avroya bağlanması Ukrayna’daki ekonomik durumu hiçbir şekilde değiştirmeyecektir. Sonuçta, ülkenin para birimi bugün inanılmaz derecede dalgalı. Ayrıca, ülkede ödemeler dengesiyle ilgili devasa sorunlar var,” dedi.
Lizan, “Pışnıy’ın açıklamaları uluslararası arenadaki keskin değişikliklerden kaynaklanıyor. Son zamanlarda Kiev ve Washington arasındaki diyalog önemli ölçüde soğudu. Buna karşı, daha az çatışmacı bir ortak olan Avrupa Birliği’ne yeniden yönelmek mantıklı. Ukrayna’nın birlik ile genel olarak çok daha yakın ticari ilişkileri var,” diye ekledi.
Uzman, “Ayrıca, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Brüksel’in Kiev’in AB alanına entegrasyonu konusunda daha aktif çalışması gerektiğini belirtti. Belki de Zelenskiy yönetimi bu şekilde Eski Dünya’ya bu girişime olan yatkınlığını göstermek istiyor,” değerlendirmesinde bulundu.
Diğer yandan Lizan, “Genel olarak Ukrayna son zamanlarda Avrupa’ya yakınlık yanılsaması yaratması gereken pek çok yasa kabul ediyor. Örneğin, ülkede trafik ışıklarındaki oklar daha koyu yeşile ‘boyanıyor’ ve benzin, AB gerekliliklerine göre gerekli norma kadar alkolle seyreltilmeye çalışılıyor,” dedi.
Uzman, “Yani, Kiev’i sözde Brüksel’e yaklaştırmayı amaçlayan bir başka aptalca yasadan bahsediyoruz. Bu bağlamda, dolardan potansiyel bir vazgeçişin ABD-Ukrayna ilişkilerini kökten değiştirebileceğini düşünmüyorum. Bu ülkeler arasında bu ‘kozmetik’ reformdan çok daha fazla sorun var,” ifadelerini kullandı.
Lizan, “Ayrıca, Kiev’in bu değişiklikleri gerçekten uygulayabileceğinden emin değiliz. Ülkenin ekonomisi can çekişiyor. Grivnayı destekleyen başka bir para birimine ani bir geçiş, mevcut olumsuz eğilimleri daha da kötüleştirebilir. Ve bu planın uygulanması için önemli siyasi çabalar gerekiyor,” diye hatırlattı.
Ayrıca Lizan, “Ek olarak, yerli halkta zaten bir ‘dolar zihniyeti’ oluşmuş durumda. Örneğin, tüm gayrimenkul fiyatları yalnızca ABD para birimi cinsinden belirtiliyor. Ödemeler de grivna ile yapılmıyor. Bunu değiştirmek, dolarlarla çalışmaya alışkın olan ‘gri piyasa dövizcileri’ ile başa çıkmak kadar zor olacak,” diye ekledi.
Ukraina.ru portalının köşe yazarı siyaset bilimci Vladimir Skaçko ise, Kiev’in Trump’ı hassas noktalarına basarak provoke etmeye çalıştığını belirtiyor.
Skaçko, “Onun, dünya rezerv para birimine sahip olma ayrıcalığına sahip ülke statüsüne ne kadar hassas yaklaştığını biliyorlar ve Rusya’ya yönelik politikasını düzeltmesi için onu kızdırmak istiyorlar. Boğanın suratına kırmızı örtü sallar gibi ABD’nin önünde avroyu sallıyorlar,” dedi.
Skaçko, “Ancak Zelenskiy yönetimi çok riskli hareket ediyor. Sonuçta Trump deneyimli bir iş adamı ve aldatmacayı bir mil öteden sezer. Muhtemelen bu tür açıklamalar onu Kiev’i hizaya getirme yöntemleri hakkında düşündürecektir. Özellikle de ülkeler yakın zamanda bir kaynak anlaşması imzaladığı için,” diye hatırlattı.
Uzman, “Ve bu anlaşma Beyaz Saray’ın elinde bir koz olabilir. Washington muhtemelen belirli hükümleri kendi lehine yorumlayarak Ukrayna’dan maksimum düzeyde faydalanmaya çalışacaktır. Bu nedenle Zelenskiy’in bir başka siyasi manevra yapma girişiminde ABD’yi kızdırmaması gerekiyor,” yorumunu yaptı.
Skaçko, “Fakat Kiev’in açıklanan planı uygulayabileceğinden şüpheliyim. Ukrayna’da devlet kurumları çok zayıf ve bu tür dönüşümler güçlü bir otorite olmadan tamamlanamaz. Bu nedenle, büyük olasılıkla bir başka boş açıklamayla karşı karşıyayız,” diyerek sözlerini tamamladı.
Diplomasi
ABD-İngiltere ticaret anlaşması Çin’in tedarik zincirlerini baskı altına alıyor

ABD-İngiltere ticaret anlaşması imzalandı. İngiltere, Donald Trump ile imzaladığı ticaret anlaşmasında çelik ve ilaç endüstrileri için ABD’nin katı güvenlik “şartlarını” kabul etti. Diplomatlar bu anlaşmayı, Washington’un diğer ortaklarını Çin’i stratejik tedarik zincirlerinden çıkarmaya zorlamak için bir şablon olarak görüyor.
Perşembe günü imzalanan ABD-İngiltere ticaret anlaşması, her iki sektöre de gümrük vergisi indirimi sağladı, ancak bunun için İngiltere’nin tedarik zinciri güvenliği ve “ilgili üretim tesislerinin mülkiyeti” konusunda “ABD’nin şartlarını derhal yerine getirmesi” şartı konuldu.
İngiliz yetkililer, bu hükmün tüm üçüncü ülkelere uygulandığını söylediler, ancak Trump’ın asıl hedefinin Çin olduğunu kabul ettiler.
Sektör grupları, tedarik zinciri güvenliği ve mülkiyetine ilişkin ABD’nin taleplerinin niteliğini netleştirmeye çalışırken, ticaret uzmanları anlaşmanın Trump yönetiminin stratejik öneme sahip mallara Çin’in girişini kısıtlama yönündeki uzun süredir devam eden taleplerini yoğunlaştırdığını gösterdiğini savundu.
Eski İngiltere ticaret bakanlığı yetkilisi Allie Renison, “Washington, İngiltere ve diğer ülkelerin hesaplarını açmasını ve nihayetinde Çin’in ticaret ve yatırımlarından, özellikle çelik gibi hassas alanlardan uzaklaşmasını istiyor” dedi.
Trump’ın 2 Nisan’da küresel ithalat vergilerini açıklamasının ardından yedi hafta içinde aceleyle hazırlanan beş sayfalık ABD-İngiltere anlaşmasının metninde, İngiliz ürünlerine yönelik gümrük vergisi indiriminin, belirli ithalatların ABD’nin ulusal güvenliğini etkileyip etkilemediğini ve nasıl etkilediğini belirlemek için yapılan soruşturmalar olan “Bölüm 232” soruşturmalarına bağlı olacağı belirtiliyor.
Anlaşma metninde, ABD’nin İngiltere’ye yönelik gümrük vergilerini azaltma planlarının “ortak ulusal güvenlik öncelikleri” ve ülkelerin “dengeli ticaret ilişkileri”ne dayandığı da belirtiliyor.
Danışmanlık şirketi Flint Global’in ticaret sorumlusu Sam Lowe, “benzer koşulların diğer anlaşmalarda, özellikle Vietnam ve Kamboçya gibi Güneydoğu Asya’daki ihracat merkezlerinde de tekrarlanmasını” beklediğini söyledi.
Ancak üst düzey AB ticaret yetkilileri, Çin’e ilişkin koşulların, bloğun Washington ile kendi anlaşmasını imzalamaya yönelik çabaları için potansiyel olarak ciddi sonuçlar doğurabileceğini belirtti.
Trump yönetimi ile müzakerelerde yer alan iki yetkili, Financial Times‘a, bloğun ABD-İngiltere ticaret anlaşmasının bu tür ekonomik güvenlik unsurlarını kopyalamakta zorlanacağını söyledi.
Yetkililerden biri, AB’nin 27 üyesinin “Çin’e nasıl yaklaşılacağı konusunda bir birlik olmadığını” belirtti.
İngiltere’nin İşçi Partisi hükümeti, muhalefetteki Muhafazakar Parti’nin, İngiltere’nin alüminyumuna da gümrük vergisi indirimi öngören bu hafta imzalanan anlaşmanın Washington’a tedarik zincirleri üzerinde “veto hakkı” verdiğine yönelik suçlamalarını “tamamen saçma” olarak reddetti.
Hazine baş sekreteri Darren Jones, Times Radio’ya verdiği demeçte, “Bu ticaret anlaşmasında Çin yatırımlarına veto hakkı yok, bu ticaret anlaşmasının konusu bu değil” dedi.
Bir İngiliz yetkili, “ABD, İngiltere’nin dünyanın geri kalanından çok daha düşük gümrük vergilerine sahip olacağı göz önüne alındığında, ülkelerin veya şirketlerin İngiltere’nin ABD’ye ihracatı yoluyla kendi kurallarını atlatabileceği bir yer haline gelmesini istemiyor. Bunun ayrıntıları üzerinde çalışılacak” dedi.
Şu anda SEC Newgate danışmanlık şirketinde çalışan Renison, ABD’nin taleplerinin hızlanan bir eğilimle uyumlu olduğunu belirterek, Biden yönetiminin Trump’ın önceki çelik gümrük vergilerini kaldırmadan önce Çin’e ait bir çelik şirketi hakkında İngiltere’nin denetim raporunu görmek istediğini hatırlattı.
Renison, İngiltere’nin ABD ile yapacağı nihai anlaşma (bu anlaşma daha fazla müzakereye tabi olacak) İngiltere’yi ABD’nin Çin ile ticarete yaklaşımına daha kapsamlı bir uyum içinde olmaya zorlarsa, Pekin’in bir şekilde misilleme yapmasının muhtemel olduğunu söyledi.
İngiliz sanayi grupları, ABD’nin önerdiği gümrük vergisi indirimleri veya tedarik zinciri taleplerinin ne olacağına dair herhangi bir bilgi verilmediğinden, hükümetten daha fazla bilgi talep ettiklerini söyledi.
İngiliz ilaç endüstrisi yetkilileri, nihai şartların Nisan ayında açıklanan ilaç ithalatının ulusal güvenlik üzerindeki etkilerine ilişkin ABD soruşturmasının sonucuna bağlı olacağını söyledi.
Bir yetkili, “Açıkça görülüyor ki, ABD ve İngiltere, ilaçlarla ilgili 232. madde müzakerelerinin tamamlanmasının ardından yeni müzakerelere hazır” dedi.
Sektörün lobi grubu UK Steel, beş sayfalık metinde netlik eksikliğine dikkat çekti. Metinde gümrük vergilerinin sıfıra indirileceğine dair herhangi bir ifade bulunmaması, tedarik zinciri koşullarına ilişkin sorular ve kota uygulanacağına dair bir öneri yer alıyor.
UK Steel, “Anlaşmanın şartları, İngiltere çelik sektörünün bu anlaşmanın faydalarını görebilmesi için aşılması gereken bir dizi engeli ortaya koyuyor” dedi.
ABD-İngiltere ticaret anlaşması üzerine, “Sektörümüz üzerindeki etkisini tam olarak değerlendirebilmek için, yerine getirilmesi gereken tedarik zinciri koşullarını, kotaların nasıl belirleneceğini ve bunların ne zaman yürürlüğe gireceğini tam olarak anlamamız gerekecek” değerlendirmesini yaptı.
-
Görüş2 hafta önce
Pahalgam terör saldırısı, Hindistan ve Pakistan yine kavgalı…
-
Görüş1 hafta önce
Hindistan ve Pakistan savaşır mı?
-
Görüş2 hafta önce
ABD, Ukrayna’ya ihanet etti
-
Dünya Basını2 hafta önce
Jeffrey Sachs: ABD’nin Asya’daki askeri üslerini kapatın
-
Dünya Basını2 hafta önce
Bender Abbas patlaması: Sabotaj mı kaza mı?
-
Rusya3 gün önce
Rusya’da havaalanlarında toplu uçuş ertelemeleri
-
Dünya Basını2 hafta önce
The Ekonomist: Afrika’dan Göç Dünyayı Değiştirecek
-
Dünya Basını2 hafta önce
ABD’nin eski Asya çarı Kurt Campbell: Çin’le hesapsız bir çatışmaya girmekten kaçınılmalı