Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Hizbullah’la olası topyekûn savaş İsrail ekonomisini nasıl etkileyecek?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağını makale İsrail ekonomisinin 7 Ekim’den sonraki durumuna ve Hizbullah’la olası bir topyekûn savaştan nasıl etkileneceğine odaklanıyor. Makaleye göre savaşın etkisiyle sermaye kaçışları, enflasyonun yükselmesi ve inşaat sektörünün daralması, ülke ekonomisini zor durumda bırakıyor. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in savurgan politikaları ve bütçe açığının hızla artması yatırımcıları endişelendirirken, gelecekte daha geniş çaplı bir savaş senaryosu ekonomiyi daha da derin bir krize sürükleyebilir.

***

İsrail ekonomisi Hizbullah’la topyekûn bir savaşın yükünü kaldırabilir mi?

The Economist

Ülke bankaları sermaye kaçışı yaşıyor.

İsrail ekonomisi toparlanma yolunda ilerliyor olmalıydı. Ne de olsa, savaşmak için işlerini terk eden 300 bin işçinin çoğu şimdi ofislere, fabrikalara ve çiftliklere geri döndü. Ancak aksine durum giderek daha da kötüleşiyor. Bloomberg’e göre nisan ve haziran ayları arasında GSYİH büyümesi yıllık bazda sadece %0,7 oldu. Bu rakam ekonomistlerin beklentilerinin yaklaşık 5,2 puan altında. 16 Eylül’de İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, milletvekillerinden bütçe artışını acil olarak onaylamalarını istemek zorunda kaldı. Bu yıl ikinci kez böyle bir talepte bulundu.

Smotrich’in savurganlığı yatırımcıları endişelendiriyor. Çatışmaların daha da şiddetlenmesi ihtimali de öyle. 23 Eylül’de İsrail, Lübnan sınırı üzerinden hava saldırıları başlatarak yerel yetkililere göre 558 kişiyi öldürdü. Bu saldırılar, Hizbullah tarafından kullanılan çağrı cihazları ve telsizlerin patlaması sonucu 39 kişinin ölmesinin ve Lübnanlı milis grubun aylardır İsrail yerleşimlerine roket saldırıları düzenlemesinin ardından geldi.

Ülkeden para çıkışı başlamış durumda. Mayıs ve temmuz ayları arasında İsrail bankalarından yabancı kurumlara para çıkışı geçen yılın aynı dönemine kıyasla iki katına çıkarak 2 milyar dolara ulaştı. Ülkenin ekonomi politikalarını belirleyenler çatışmanın başlangıcından bu yana hiç olmadıkları kadar endişeli.

Her savaş dönemi ekonomisi bıçak sırtındadır: Hükümet bir yandan silahlı kuvvetlerini genellikle bütçe açığı harcamalarıyla finanse ederken, diğer yandan da barış geldiğinde borçlarını temizleyebilecek kadar sağlam kalmasını sağlamalıdır. İsrail için kâbus senaryosu, çatışmaların ülkenin ticari merkezleri olan (Batı) Kudüs ve Tel Aviv’e yayılmasıdır. Ancak çatışmaların sadece ülkenin kuzeyinde sınırlı kaldığı yoğunluğu daha az bir savaş bile, İsrail ekonomisini çöküşün eşiğine getirebilir.

İsrail’in bol keseden harcayan hükümeti de durumu daha da kötüleştiriyor. Mart ayında, silahlı kuvvetler temmuz ayına kadar bir ateşkes umarken, generaller normal bütçelerine ek olarak 60 milyar şekele (16 milyar dolar ya da İsrail GSMH’sinin %3’ü) ve ardından yeni güvenlik durumuyla başa çıkmak için yılda 30 milyar şekellik kalıcı bir artışa ihtiyaç duyacaklarını hesapladılar. O zamandan bu yana çatışmalar devam ettikçe bütçe açığı tahminleri de yükselmeye devam etti. Açığın bu yıl GSYH’nin %8,1’ine ulaşması bekleniyor; bu, savaş öncesi tahmin edilen miktarın neredeyse üç katı. Çatışmaların daha da yayılmasıyla birlikte bu oran muhtemelen daha da büyüyecek.

Bu durum İsrailli politikacılar için ne anlama geliyor? Ocak ayında ülkenin borçları GSMH’nin %62’sine ulaştı, bu oran çoğunlukla zengin ülkelerden oluşan OECD ortalamasının oldukça altında kaldı. Bu nedenle Smotrich’in biraz nefes alanı var. Ama yalnız biraz. Çatışmalar gelecek yıl da devam ederse mali durum daha da kötüleşecek. Tahvil sahipleri daha fazla savaş harcaması için imkân olduğuna dair güvence istiyor, benzer ülkelerle karşılaştırıldığında, İsrail’deki tahvil sahipleri için kabul edilebilir borçlanma düzeyi daha düşük bir sınırda. Derecelendirme kuruluşları da tedirgin olmaya başladı. Fitch ve Moody’s bu yıl zaten bir kez düşürdükleri İsrail’in notunu muhtemelen yeniden düşüreceklerini söylüyor.

Partisi İsrail’in aşırı sağında yer alan bir Batı Şeria yerleşimcisi olan Smotrich sorunu daha da kötüleştiriyor. Kimse onun ordudan maliyetleri düşük tutmasını isteyeceğine inanmıyor. Ayrıca bütçe açığını dizginlemek için diğer harcamaları kısarak ya da vergileri artırarak başka önlemler almayı da reddetti. İsrail’in refah devletine dokunulmadı. Smotrich’in müttefikleri olan ultra-Ortodoks nüfus ve yerleşimciler, erkekleri evde tutmak için daha fazla sübvansiyon ve yardımdan yararlandılar. Smotrich, gelecek yıl 35 milyar dolarlık tasarruf sözü veriyor, ancak bunun büyük kısmının nereden geleceğini henüz açıklamadı.

Daha güçlü bir ekonomik büyüme, sıkıntıları hafifletebilir. Yedek askerler işlerine geri dönmüş ve tüketim savaş öncesi seviyelere dönmüş olsa da İsrail ekonomisi hâlâ savaş öncesine göre daha küçük. Smotrich, toplumun en az verimli kesimlerini desteklerken, sanayiye kaynak ayırmayı ihmal etti. İşgücü piyasası son derece sıkı, işsizlik oranı sadece %2,7. Firmalar boş pozisyonlarını doldurmakta zorlanıyor ve İsrail’in küçük yüksek teknoloji şirketleri baskı altında. Düşünce kuruluşu Startup Nation, savaş nedeniyle bu şirketlerin finansman kaynaklarını kaybettikleri uyarısında bulunuyor.

Yaklaşık 80.000 Filistinli işçiye 7 Ekim’den sonra çalışma izin verilmedi ve bu işçilerin yerine yenileri alınmadı. Sonuç olarak, inşaat sektörü geçen yıla göre %40 daha küçük ve bu da ev yapımını ve onarımını büyük ölçüde engelliyor. Şimdilik en büyük etki enflasyon üzerinde görülüyor; ağustos ayında yıllık %3,6’ya ulaşan enflasyon, yaz boyunca hızlandı. Eğer Hizbullah saldırılarının boyutu artarsa, inşaat işçilerinin eksikliği daha büyük bir sorun haline gelebilir.

Yatırımcılar İsrail’in toparlanma kabiliyetinden emin değil. Şekel dalgalı seyrediyor, İsrail bankaları sermaye kaçışı yaşıyor ve en büyük üç banka tasarruflarını başka ülkelere transfer etmek ya da dolara endekslemek isteyen müşterilerin sayısında ciddi bir artış olduğunu bildiriyor. Enflasyon hedefin üzerinde seyretmesine rağmen, Merkez Bankası toparlanmayı rayından çıkarma korkusuyla ağustos ayındaki para politikası toplantısında önceki politika faizine bağlı kalmayı tercih etti.

Bir de kâbus senaryosu var.  Az sayıda yatırımcı, Hizbullah böyle bir saldırı başlatabilecek kapasitede olsa bile (Batı) Kudüs veya Tel Aviv dahil tüm İsrail’i içine alacak bir savaşa hazırlık yapıyor. Böyle bir senaryoda ekonomik büyüme büyük darbe alır, belki de 7 Ekim sonrasından bile daha ağır. Ordunun giderleri artar. Kaçan yatırımcılar muhtemelen bankaları sarsar ve şekelin değerini düşürür, bu da İsrail Merkez Bankası’nı müdahale etmeye ve rezervlerini kullanmaya zorlar.

Ne olursa olsun, İsrailli ekonomistler durumun daha da kötüleşeceğini kabullenmiş durumda. Genellikle iyimser olan Smotrich bile şimdi yorgun bir hava yayıyor: “İsrail tarihindeki en uzun ve en pahalı savaşın içindeyiz.” Önceki çatışmalar, İsrail için ekonomik felaketle sonuçlanmıştı. Bu sefer de aynı olursa şaşırmayın.

DÜNYA BASINI

ABD seçimleri, Ukrayna için ne anlama geliyor?

Yayınlanma

Emekli Yarbay ve ABD’nin eski Ulusal Güvenlik Konseyi Avrupa İşleri Direktörü Alexander Vindman, Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı makalesinde, yaklaşan ABD başkanlık seçimlerinin Ukrayna’nın Rusya ile savaşının geleceğini ciddi şekilde etkileyebileceği uyarısında bulunuyor.

Vindman, seçim sonuçlarının Ukrayna’nın zafer şansını artırabileceğini ya da kimin göreve geleceğine bağlı olarak ülkeyi tehlikeli bir duruma sokabileceğini vurguluyor.

Vindman, savaşta tutarlı bir stratejinin önemini vurgulayarak başlıyor ve Rusya’nın 2022’deki askeri müdahalesinden bu yana Ukrayna’nın topraklarını başarıyla savunduğunu, ancak kalıcı bir zafer için savunma taktiklerinden fazlasının gerektiğini belirtiyor.

“Taktikler strateji değildir,” diyen Vindman, Ukrayna’nın yıpratma savaşına—yani Rus güçlerini yavaş yavaş tüketmeye—bel bağlamasının savaşı hızlı veya olumlu bir sonuca ulaştırmayacağını ifade ediyor. Bunun yerine, Ukrayna’nın 2025’te yeniden saldırıya geçmesi gerektiğini, ancak bunu başarmak için Batı’dan daha fazla destek alması gerektiğini savunuyor.

Bu desteğin gelip gelmeyeceğini belirleyecek kritik faktör ise Kasım 2024’teki ABD seçimlerinin sonucu. Vindman iki olası senaryo sunuyor: Birincisi, Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in başkanlığı kazanması, ikincisi ise eski Başkan Donald Trump’ın yeniden iktidara gelmesi. Harris’in zaferi durumunda, yönetimin Biden politikalarını sürdürerek Ukrayna’ya desteği devam ettireceğini ve hatta artıracağını öngörüyor. Vindman’a göre, “ABD’nin, Rusya’nın yenilgiye uğratılmasını ve Avrupa’ya yönelik daha fazla saldırganlıktan caydırılmasını istemesi,” Washington’un Ukrayna’nın 2025’teki olası bir saldırısını desteklemesini sağlayacak. Bu süreçte, savunma harcamalarını artıran NATO da önemli bir rol oynayacak.

Ukrayna’nın bu desteği elde edebilmesi için ise net bir askeri stratejiye sadık kalması gerektiğini vurgulayan Vindman, “Ukrayna’nın elindeki kaynaklarla küçük ama anlamlı zaferler kazanması gerekecek,” diyor. Batılı müttefiklerine 2025’e kadar başarıya ulaşabilecek bir plan sunmanın önemini belirten Vindman, bu planın toprak kazanımları sağlamayı, Rus güçlerine sürekli kayıplar verdirmeyi ve güçlü bir savunma sürdürmeyi içermesi gerektiğini ifade ediyor.

Öte yandan, Trump’ın zaferinin ABD politikasını köklü şekilde değiştireceği ve ‘Ukrayna için son derece tehlikeli2 olacağı uyarısında bulunan Vindman, Trump’ın Ohio Senatörü J.D. Vance ile muhtemelen izolasyonist bir yönetim yürüteceğini, ABD’nin Ukrayna’ya yönelik askeri ve mali desteğini keseceğini ve Avrupa güvenliğinden uzaklaşacağını belirtiyor.

Bu durumda, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in cesaretlenebileceğini, ABD desteği olmadan Kiev’in Avrupalı ortaklarının yeterli yardımı sağlamada zorlanacağını ve Ukrayna’nın sınırlı kaynaklarla uzun süren bir savaşa terk edilebileceğini de ekliyor. En kötü senaryoda, ABD’nin çekilmesi Avrupa’da daha geniş çaplı bir çatışmaya bile yol açabilir.

Vindman, böyle bir ihtimale karşı hazırlık yapılması gerektiğini belirterek, Kiev ve Avrupalı ortaklarının ABD desteğinin artık garanti olmadığı bir geleceğe yönelik planlar yapmaya başlamalarını tavsiye ediyor. “Brüksel ve Kiev’in bugün atacağı adımlar, Trump yönetiminin olası etkisini hafifletebilir,” diyor. Avrupa ülkelerinin, çatışmanın Avrupa’nın diğer bölgelerine yayılmasını engellemek için Ukrayna’ya daha fazla maddi destek vermek zorunda kalabileceğini ve hatta asker göndermeyi düşünmeleri gerekebileceğini öngörüyor.

Her ne kadar Trump yönetimi Ukrayna için zorluklar yaratsa da Vindman, Ukrayna’nın 2025 stratejisinin seçim sonuçlarından bağımsız olarak uygulanması gerektiğini vurguluyor. Önümüzdeki aylarda Ukrayna’ya ‘tut, inşa et ve vur’ stratejisini öneren Vindman, bu stratejinin Rus saldırılarını engellemeyi, askeri kapasiteyi artırmayı ve 2025’te saldırıya hazırlanmayı içerdiğini belirtiyor. Ayrıca, Batı’nın Ukrayna’ya daha gelişmiş silahlar, zırh ve mali destek sağlamasını hızlandırması gerektiğini de vurguluyor. “Yeterli mali destek sağlanırsa, Ukrayna askeri-endüstriyel tabanını savaşa uygun şekilde harekete geçirebilir,” diyor.

Maddi yardımın yanı sıra, Vindman Ukrayna’nın daha fazla askeri seferberlik yapması gerektiğini savunuyor. Ukrayna’nın 300 bin askerlik potansiyeli olduğunu ve bu askerlerin savaşın kaderini değiştirebileceğini öne sürüyor. Ancak, bu askerlerin başarılı olabilmesi için daha iyi askeri eğitime ihtiyaç duyulduğunun altını çiziyor. NATO personelinin yöneteceği kapsamlı bir birleşik silahlı eğitim programının, Ukrayna’nın savaş kabiliyetini artırabileceğini söylüyor.

Batı’nın, özellikle de ABD’nin rolü, Ukrayna’nın başarısında kilit olmaya devam ediyor. Vindman, Biden yönetiminin ve Harris’in ulusal güvenlik ekibinin başkanlığı kazanması halinde Ukrayna’nın 2025 askeri stratejisini desteklemeyi taahhüt etmesi gerektiğini savunuyor. Öte yandan, Ukrayna’nın da askeri kapasitesini artırarak, insan gücünü ve sanayi tabanını harekete geçirerek savaşı kazanma kararlılığını göstermeye devam etmesi gerektiğini belirtiyor.

Trump’ın ikinci döneminin olası etkilerine gelindiğinde Vindman, Ukrayna’nın ciddi şekilde zayıflayabileceğini ifade ediyor. Trump’ın dış politikasının, kişisel çıkarlar ve uzun vadeli sonuçlara dair sınırlı bir anlayışla şekilleneceğini ve ABD’nin desteğini keserek Kiev’i Moskova’ya karşı taviz vermek zorunda bırakabileceğini düşünüyor. Trump’ın ilk başkanlık döneminde Putin’i övmesi ve Ukrayna’yı zayıflatma çabaları, ikinci döneminde ne yapabileceğinin işaretleri olarak görülüyor.

Savaşın bir sonraki aşamasının ve Ukrayna’nın zafer şansının büyük ölçüde ABD seçimlerinin sonucuna bağlı olacağını savunan Vindman, “Ukrayna’nın askerî harekâtının bir sonraki aşamasının Putin’le müzakere masasında güçlü bir pozisyona mı yoksa yıpratıcı bir savaşa mı—hatta tehlikeli bir tırmanışa mı—yol açacağı, nihayetinde Amerikalı seçmenlerin kasım ayındaki tercihine bağlı olabilir,” diyor.

Lavrov: Rusya zaferle çıkacak, Batı başka dilden anlamıyor

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Statüko için radikal akademisyenler: Butler, Harris’e bağış yaparsa…

Yayınlanma

Çevirmenin Notu: Akademik feminizmin yıldız ismi Judith Butler. Butler, Harris’in Mart 2018-Şubat 2019 arası yürüttüğü senatörlük ve başkanlık kampanyalarına toplamda 1,050 dolarlık bağış yapmış. Federal Seçim Komisyonu’nun internet sitesinden teyit edilebildiği kadarıyla, Haziran 2019’da da, Elizabeth Warren’ın başkanlık kampanyasına 100 dolar kadar bir bağışta bulunmuş. Warren, Trump’ın Venezuela’ya açtığı ekonomik ambargoya cesaretle destek veren ve “iliklerime kadar kapitalistim ben” sözleriyle bilinen bir isim. Butler yalnız değil, Martha Nussbaum gibi Butler’ı yazdıklarıyla yerden yere vuran post-modern feminizm eleştirmenlerinden, bilinç tarihi alanındaki çalışmalarıyla bilinen feminist teorisyen Donna Haraway’e hatta feminist camiadan aforoz edilen Camille Paglia’ya kadar siyasal spektrumun solunda olduğu iddia edilen pek çok isim ABD’deki seçim kampanyalarında sağcı kimlikleriyle bilinen kişilere birçok kez ve farklı miktarlarda bağışlar yapmış.

Onlar, sözcüklerin yıkıcı bir şekilde kullanımının mümkün olduğu fikrinde huzur bulan “radikal” akademisyenler. Peki bize parodik performanslar sergilememizi salık vermenin ötesinde ne söylüyorlar? Amerikalı gazeteci Liza Featherstone, 2019 yılının son günlerinde kaleme aldığı ve aşağıda çevirisini verdiğimiz yazısında, sağcı adaylara dağıtılan çekleri sorguluyor ve tanıdık bir soru soruyor: “Yoksa ‘huysuz’ eski tüfek Marksistler haklı mıydı?”


Statüko için Radikal Akademisyenler

Liza Featherstone
Jacobin
24 Aralık 2019
Çev. Leman Meral Ünal

Judith Butler’ın Kamala Harris’e bağış yapması, Martha Nussbaum’un John Hickenlooper’ı desteklemesi… Radikal bir akademisyen hakkında kitaplarını okuyarak olduğu gibi kampanya bağışlarını eşeleyerek de pekâlâ fikir edinebilirsiniz.

Para teori üretmez ama kesinlikle söyleyecek daha çok şeyi vardır. Sol entelektüel Twitter alemi ünlü feminist teorisyen Judith Butler’ın Kamala Harris’in sabık başkanlık kampanyasına para verdiği haberiyle çalkalandı – yani kimi kullanıcılar bununla eğlenirken kimileri ise fazlasıyla öfkelendi. Elbette bu biraz aptalca bir dedikodu, ama kim bu türden küçük zevklerden azade kalabilir ki? Hem zaten ultra zenginlerin ya da fosil yakıt endüstrisinin kampanya bağışlarıyla kıyaslandığında, Berkeley profesörlerinin yazdığı yanlış çeklerin nasıl bir önemi olabilir ki? Fakat siyasi bağışlar, fikir dünyasının kendisine dair açıklayıcı bir penceredir; entelektüeller çoğu kez radikal teoriler ortaya atarlar, ancak iş hayat memat meselelere geldiğinde, göründüğünden çok daha az radikal olurlar.

1990’lı yıllarda Butler öylesine ikonikti ki ona adanmış bir fanzin bile vardı (Judy!). O dönemde pek çok Marksist entelektüel, postmodern eleştirel teoriyi, maddi olandan uzaklaşarak “kültürel” alana bir kaçış olarak görüyordu. Yine de diğerleri –bendeniz de onlarla aynı fikirdeydim– Butler’ın cinsiyet meselesinin performatifliği konusundaki çıkarımlarının değerli olduğunu ve Marksist ya da Gramsciyan analizle çok da uyumsuz olmadığını düşünüyordu. Aslında hâlâ bu görüşteyim, Butler akademik özgürlüğün ve Filistinlilerin haklarının takdire şayan bir savunucusu. Ancak Kamala Harris’e yaptığı bağış, eski kafalı mızmız Marksistlerin Butler siyasetinin materyalizm eksikliğine dayandığını öne sürmekte –muhtemel ki– haklı olduklarını gösteriyor. Heyhat!

Butler’a benzer şekilde en çok 1990’larda tanınan ancak bugün hâlâ çok okunan bir diğer postmodern feminist teorisyen Donna Haraway de bu yıl Harris’e bağışta bulunmuş. Haraway, sibernetiklerin(1) bizi nasıl daha sosyalist, cinsiyetsiz, ırksız, barışçıl bir dünyaya yaklaştıracağı hakkında yazmıştı – ancak sibernetik varlıklar henüz ortada olmadıklarından, görünüşe göre ırkçı, neoliberal ve karseral bir feminist rejim de şimdilik kabul edilebilir. Galiba postmodern akademisyenler anti-entelektüellerin ve eski kafalı Marksistlerin haklı olduğunu kanıtlamaya kararlılar.

Ancak çalışma masalarından kalktıkları anda sıradan liberallere dönüşen tek teorik isyancılar postmodernistler değil. Bir zamanlar Weekly Standard(2) tarafından “Amerika’nın en zeki ve en korkusuz yazarlarından biri” olarak adlandırılan ve 1990’larda feministlerin baş belası olan Camille Paglia, 2016’da “Make America Great Again”e(3) değil, 2008 sonbaharında Barack Obama’ya binlerce dolarlık bağış yaptı (Paglia 2016’da Bernie Sanders ve Jill Stein’a oy verdiğini, bu seçim döneminde ise Harris’e oy vermeyi umduğunu söylemişti. Buyur, buradan yak!).

Bazı entelektüellerin siyasi katkıları daha da tuhaf. Martha Nussbaum, ana akım feministlerin daha küresel düşünmeleri ve yoksul ülkelerdeki kadınların karşılaştıkları sorunlara daha fazla odaklanmaları gerektiğini yazan, etik felsefesi alanında dev bir isim. Zaman zaman ise Marksist geleneğe eleştirel yaklaşan bir liberal. Yani, böyle bakınca Liz Warren gibi duruyor, değil mi? Yanlış! Nussbaum, John Hickenlooper’a hem valilik yarışlarında hem de 2020 başkanlık seçimlerinin ön seçim kampanyasında binlerce dolar verdi. Böyle bir haber karşısında insanın aklından pek çok soru geçiyor. Bunlardan en önemlisi herhalde “John Hickenlooper da kim?” olsa gerek. Hickenlooper, kendisini “mali muhafazakâr” olarak tanımlayan, hidrolik kırma(4) yanlısı eski Colorado Valisi.

Bununla birlikte, aynı derecede dikkat çekici olan, bazı entelektüellerin siyasi katkılarının yazılarındaki fikirlerle neredeyse tamamen tutarlı olmasıdır. Noam Chomsky sadece bir avuç siyasi adaya açık çek vermiştir: Bernie Sanders ve Ralph Nader bunların en önemlileri. Keza Marksist feminist Nancy Fraser Bernie’ye bağış yapıyor. Adolph L. Reed Jr., Bernie’ye öylesine sık bağış yapıyor ki bu neredeyse vergi ödemesine denk. Reed, yaşamı boyunca kaleme aldığı yazılarında solun güçlü sosyal demokrat örgütlenmeleri desteklemesi gerektiğini ve gerekirse Demokrat Parti ile de yakın çalışması gerektiği fikrini savunmuştur; bu doğrultuda Jesus “Chuy” Garcia gibi solcu adaylara, Paul Wellstone gibi ilericilere ya da Jan Schakowsky ve Alan Grayson gibi liberal demokratlara bağış yapması aslında tutarlıdır.

Bunu söylemek belki biraz kaba kaçabilir, ama akademik yazıları okuyarak materyalist politikalar hakkında daha az şey öğrendiğimiz doğru olabilir – ki bu yazıların bazıları son derece anlaşılmaz olabiliyor malum; Butler 1998’de bir “Kötü Yazarlık Yarışması”nın birincisiydi mesela.(5) Sanırım Federal Seçim Komisyonu kayıtlarında yazarın adını aratarak çok daha fazla bilgi edinebiliyoruz.


(1) Türkçeye “güdümbilim” olarak tercüme edilen sibernetik, yönetimde makinenin insan yerini alabileceği düşüncesinden yola çıkarak hem canlı hem de cansız amaçlı sistemleri inceleyen bir bilim dalı. Ayrıca insan beyninin yapay zeka ve robotlarla olan benzer yönlerini de irdeliyor. (ç.n.)
(2) ABD’de, 1995-2018 yılları arası neocon’lar tarafından haftalık olarak yayımlanan bir siyasi dergi. (ç.n.)
(3) İlk olarak 1980 yılında Ronald Reagan’ın kullandığı bu siyasal slogan, bu makalede Donald J. Trump’ın 2016 başkanlık kampanyasından itibaren tutturduğu programa atfen kullanılıyor. Trump, 2016 seçim kampanyası için bu sloganın tüm marka haklarını satin almış, kampanya süreci boyunca da sloganın yazılı olduğu şapka ve çeşitli kıyafetler giyerek popülerleşmesini sağlamıştı. (ç.n.)
(4) Bir tür kaya gazı çıkarma yöntemi. ABD Enerji Bakanlığı’nın 2013 verilerine göre, ABD’deki en az iki milyon petrol ve gaz kuyusu hidrolik olarak kırıldı. Bu kuyulardan elde edilenler, ABD’deki petrol üretiminin yüzde 43’ünü, doğal gaz üretiminin ise yüzde 67’sini oluşturuyor. Ancak, ilk olarak 1980’lerde ortaya çıkan hidrolik kırılmanın yarattığı sağlıklı bir çevrede yaşama ve sağlık hakkına dönük endişeler son yıllarda tavan yapmış durumda. (ç.n.)
(5) Butler, Felsefe ve Edebiyat dergisi sponsorluğunda verilen Kötü Yazarlık Yarışması ödülünü şu cümleyle kazanmıştı: “Toplumsal ilişkileri görece benzeş şekillerde sermayenin yapılandırdığı anlaşılan ve yapısalcı bir izahattan, iktidar ilişkilerinin tekrara, yakınsamaya ve yeniden artikülasyona tabi olduğu bir hegemonya görüşüne göre, yapı düşüncesine geçicilik sorusunu getirmiş ve yapısal totaliteleri teorik nesneler olarak ele alan bir Althusserci teori biçiminden, yapının zorunsuz olasılığına dair içgörülerin, iktidarın yeniden artikülasyonunun zorunsuz mahallerine ve stratejilerine bağlı yenilenmiş bir hegemonya mefhumunu başlattığı bir teori biçimine geçişi işaretlemiştir.” (Martha Nussbaum, “Parodi Profesörü: Judith Butler’ın Havalı Bozgunculuğu”, Devrimci Marksizm (Kasım, 2022) s. 145.) (ç.n.)

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Kuzey Irak sandığa gidiyor: Hasar kontrolü mü, yeniden yapılanma mı?

Yayınlanma

Yazar

IKBY’de her 4 yılda bir yapılması gereken milletvekili seçimlerinin 2 yıldır ertelenmesinin ardından 20 Ekim’de yapılması kararlaştırıldı. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Kuzey Irak’taki siyasi manzaraya dair kapsamlı bilgiler  veriyor. Seçimde yarışacak partiler, oy ve destek potansiyelleri ile olası seçim sonuçlarına ilişkin senaryoları ele alıyor.

***

Kuzey Irak’ta yaklaşan seçimler: ‘Ortaklığın’ yeniden yapılandırılması mı, ‘hasar kontrolü’ mü?

Irak Çalışmaları Birimi

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanlığı, 6. parlamento seçimleri için yeni tarih olarak 20 Ekim 2024’ü belirledi. Bu seçimler, son otuz yıldır iktidara hâkim olan iki büyük Kürt partisi arasında seçim yasası konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle iki yıl ertelenmişti. Kürtler arasındaki hem sandalye dağılımı hem de bir sonraki Kürt hükümetinin kurulması açısından olası seçim sonuçları konusunda tartışmalar ve beklentiler farklılık gösteriyor.

Bu seçimler, bölgeye parlamenter hayatı geri getirmenin ve yasa tasarısı hazırlama hakkını yeniden tesis etmenin tek yolu olarak görülüyor. Bu seçimler aynı zamanda son altı yılda, bir yandan siyasi çekişmeler, diğer yandan da IKBY ile Bağdat arasındaki ilişkilere dair Federal Yüksek Mahkeme (FSC) kararları nedeniyle yaşanan önemli değişikliklerin ardından bölgenin siyasi manzarasını da yeniden şekillendirecek. Bu kararlar, Bağdat’taki merkezi makamlar 2003’ten bu yana güvenlik ve siyasi sorunlarla meşgulken Kürt bölgesel hükümetinin elde ettiği fiili yetkileri ve özerkliğini zayıflattı.

Yasal boşluk

Irak’ın en yüksek yargı mercii olan FSC’nin Mayıs 2023’te aldığı ve IKBY parlamentosunun görev süresinin Ekim 2022’de bir yıl uzatılmasını anayasaya aykırı ilan eden kararının ardından IKBY yasal bir boşluğa girdi. Eylül 2023’te FSC ayrıca bölge il meclislerinin görev sürelerinin 2019’da uzatılmasının da anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Bu durum, bölgeyi denetim ve yasama kurumlarından yoksun bırakırken yürütme organı da parlamento temelini kaybettiği için feshine yönelik yasal zorluklarla karşı karşıya kaldı.

Önceki seçimlerden farklı olarak yaklaşan seçimler Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu (IHEC) tarafından denetlenecek çünkü yerel Kürt seçim komisyonu yasal bir boşluğa girdi. FSC’nin bölge için seçim kurallarını belirleyen kararlarına göre, bölge dört seçim bölgesine ayrılacak: Erbil (32 sandalye), Süleymaniye (36 sandalye), Duhok (24 sandalye) ve Halepçe (3 sandalye). Geçmişteki beş dönemde seçimler, tek seçim bölgesi sistemine göre yapılıyordu. Yeni dört bölge sistemi, iller arasındaki temsili yeniden dengelemeyi ve farklı illerin adayları arasındaki rekabeti önlemeyi amaçlıyor.

FSC, azınlıklar için ayrılan sandalye sayısını da 11’den beşe düşürdü. Bu beş sandalye, üç bölge arasında dağıtıldı: Erbil için 2 sandalye, Süleymaniye için 2 sandalye ve Duhok için 1 sandalye. Bu, temsilcilerin siyasi, etnik ve dini olarak dağınık azınlık grupları arasında dağıtılması için benzeri görülmemiş bir mekanizmaya işaret ediyor. Uygulamada, yeni dağılım üç vilayetteki iki baskın siyasi partinin etkisini ve gücünü yansıtacak. Geçmişte, azınlık temsilcilerinin çoğu KDP’nin etkisi altındaki Erbil ve Duhok’ta bulunduğu için azınlık temsili ağırlıklı olarak KDP’nin elindeydi.

KDP başlangıçta seçim sisteminde yapılan bu değişiklikleri “anayasaya aykırı ve demokratik olmayan seçimleri meşrulaştırdığı” gerekçesiyle reddetti. Ancak parti daha sonra azınlık sandalyeleri ve Bağdat’la genel ilişkileri konusunda uzlaşmaya vararak, özellikle de yeni yasa uyarınca seçimlerin yapılması halinde partinin konumuna ilişkin kötümser beklentileri azaltan seçim ortamına ilişkin yorumlar ışığında seçimlere katılmayı kabul etti.

Seçimlere katılan güçler

Yaklaşan seçimlere dört seçim bölgesinden toplam 135 liste, oluşum, ittifak ve bağımsız adayın katılması ve daha önce 111 olan 100 sandalye için yarışması bekleniyor. Bu adaylar arasında iki koalisyon, 13 siyasi parti ve 120 bağımsız aday yer alıyor ve toplam aday sayısı yaklaşık bin 190’a ulaşıyor. Bu çeşitli aday havuzuna rağmen seçim manzarası, siyasi partiler ve oluşumlar tarafından şekillendiriliyor. Bu partiler ve oluşumlar, güçlü ve zayıf yönlerine göre şu şekilde kategorize edilebilir:

Birincisi, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP): KDP şu anda bölgenin başkanlığını, başbakanlık pozisyonunu, kilit bakanlıkların çoğunu ve Erbil ve Duhok illerinin yönetimini elinde bulunduruyor. Ayrıca petrol ve Türkiye ile kuzey Suriye’ye sınır geçişleri gibi hassas konuları denetliyor. KDP bölgedeki kabinede güçlü bir nüfuza sahip ve bu da partiye azınlık gruplarındaki müttefikleriyle kurduğu ittifaklar sayesinde basit parlamento çoğunluğu sağlıyor. Bu hakimiyet, KDP’nin hassas siyasi ve yasama konularını rakiplerine ihtiyaç duymadan yönetebilmesini sağlıyor. Ancak daha önce 45 olan sandalye sayısının, seçim bölgelerinin yeniden dağıtılması ve geleneksel müttefiklerin kotalarının düşürülmesi nedeniyle azalması bekleniyor. Ayrıca KDP, Kürdistan bölgesine komşu Ninova ve Kerkük’teki son yerel seçimlerde sandalye kaybetmesinin ardından genel bir düşüş yaşandı ve bu iki ilin yerel yönetimlerindeki etkisi azaldı. Başta Kürt kültüründe eşsiz bir yere sahip Kerkük olmak üzere her iki vilayette de rakip ittifaklar, özellikle de KYB ve Koordinasyon Çerçevesi (KC), yönetimi şekillendirdi. Kerkük’teki yerel hükümet KYB lideri Bafel Talabani, Asayib Ehli Hak (AEH) lideri Kays el-Hazali ve Hıristiyan lider Rayan el-Kildani arasındaki ittifakla kuruldu, Barzani’nin partisi bu anlaşmayı “rüşvetle belirlendiği” iddiasıyla eleştirdi.

İkincisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB): KYB Süleymaniye, Halepçe ve Kerkük ve Diyala yakınlarındaki bölgelerde güvenliği kontrol ediyor. KDP ile güç paylaşımı anlaşması temelinde bölge hükümetine katılıyor. Ancak KYB yıllardır iç çekişme ve çatışmalarla karşı karşıya kalıyor, son olarak 2021’de kuzeni Bafel Talabani tarafından devrilen partinin eski eş başkanı Lahur Talabani liderliğindeki Halk Cephesi’nin (PF) muhalefeti damgasını vurdu. Bu seçimler, özellikle ana kalesi Süleymaniye’de bu bölünmelerin sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışan KYB’nin yeni liderliği için önemli bir zorluk teşkil ediyor.

Üçüncüsü, Değişim Hareketi (Goran): Goran, son parlamento döneminde Kürdistan bölgesindeki yerel yönetimde üçüncü güç olarak ortaya çıktı. Ancak, 2009’dan sonra iki büyük güçle rekabet etmeye başlayan hareket, etkili kurucusu Nevşirvan Mustafa’nın 2017’de vefat etmesinin ardından savunduğu somut değişiklikleri gerçekleştirmeksizin güç paylaşımına dahil olmasıyla etkisini kaybetti. Hareket, ayrıca yapısal sorunlar ve iç bölünmelerle karşı karşıya. Benzer gündemleri savunan rakip listelerin muhalefet boşluğunu doldurmak için yükselişi de Goran’ı zorluyor. Goran, geniş bir halk tabanına sahip ilk seküler muhalefet grubu olarak tarihine ve merhum liderinin siyasi ve kültürel mirasına güveniyor.

Dördüncüsü, Yeni Nesil Hareketi: Etkili medya kuruluşları tarafından desteklenen bu yeni sivil hareket, kendisini geleneksel partilere karşı modern bir alternatif olarak konumlandırmayı amaçlıyor. Resmi olarak 2017’den sonra kurulan hareket, lideri Şahsuvar Abdulvahid’in iş ve girişimcilik alanındaki başarılarından faydalanıyor. Hareket 2018 ve 2021’de önemli siyasi ve seçim kazanımları elde etti ancak o zamandan bu yana muhalefet ve aksiliklerle karşı karşıya kaldı. Yeni Nesil, son yıllarda oy kullanma hakkına sahip olan ve istihdam ve siyasi güç konusunda hayal kırıklığına uğrayan gençlerin oylarını hedefleyerek önümüzdeki seçimlerde muhalefete liderlik etmeyi amaçlıyor.

Beşincisi, Halk Cephesi (HC): Eski KYB eş başkanı Lahur Şeyh Cengi Talabani tarafından yönetilen bu hareket KYB’nin bir kolu. HC, kendisini iki ana partiye alternatif olarak konumlandırıyor, seçim üssü olarak Süleymaniye’ye odaklanıyor ve lideri Cengi’yi Kürt siyasetinin ön saflarına geri getirecek halk desteği sağlamaya çalışıyor. Hareketin seçimlerin ardından KDP ile bir ittifak kurması muhtemel. KYB’ye muhalif bileşenleri de içeren bu cephenin çekirdeği, KYB’ye karşı sert bir erken seçim kampanyası başlattı. HC, Erbil ve Duhok’tan vekil çıkararak bir sonraki aşamada kendisini muhalif güçler arasında lider olarak konumlandırmayı hedefliyor.

Altıncısı, Milli Duruş Hareketi: Bu cephe, son iki dönemde parlamentodaki performansıyla medyanın dikkatini çeken Ali Hama Salih başta olmak üzere muhalif isimler tarafından yönetiliyor. Ancak bu cephe kapsamlı bir siyasi vizyondan yoksun olduğu ve esas olarak parlamento eylemlerine ve liderinin medyadaki varlığına dayandığı için eleştirilere maruz kalıyor. Buna ek olarak, bazıları Erbil’deki Kürt yetkililere karşı muhalefetlerinde fedakârlık yapan genç adaylarının görünürlüğünü vurguluyor.

Yedincisi, Kürdistan İslam Birliği: Uluslararası Müslüman Kardeşler’in bölgesel kolu olan bu İslamcı parti, önceki seçimlerde yaşadığı düşüşün ardından etkisini yeniden kazanmayı hedefliyor. Deneyimli siyasi adayların yanı sıra, özellikle bağlı camiler ağı aracılığıyla sosyal ve hayır işlerindeki güçlü varlığına güveniyor.

Sekizincisi, Kürdistan Adalet Grubu (İslami Grup): 2003’ten beri siyasette aktif olan bu grup, özellikle Duhok, Halepçe ve diğer bazı şehirlerde muhafazakâr tabana sesleniyor. Parti, bazı liderlerine yönelik sosyal ve mali suiistimal suçlamaları nedeniyle siyasi sahnede ve medya önünde bozguna uğradı. Grup toparlanmak için yeni nesil genç İslamcı adayları destekliyor ve dini mirası ile dini kurumlarından yararlanıyor.

Dokuzuncusu, İslami Hareket: Kürt siyasi coğrafyasının ilan edilmiş en eski silahlı İslamcı partisi olan İslami Hareket, siyasi etkisinin ve kamusal varlığının azalmasına yol açan çeşitli bölünmeler yaşadı. Özellikle eski liderler tarafından “İslami Birlik Hareketi”nin kurulması partiyi daha da zayıflattı. Oyları dağıtan çok bölgeli seçim sistemi, bölünmüş İslamcı gruplar arasında bölünmüş sınırlı bir destek tabanı ile birleşince, parlamentoda sandalye kazanma konusunda belirsizlik yaratıyor. İslami Hareket çalışmalarını kalesi olan Halepçe seçim bölgesinde yoğunlaştırıyor.

Onuncusu, Küçük Kürt Partileri: Komünist Parti, Demokratik Sosyalist Parti ve diğer küçük gruplar gibi birkaç küçük solcu, milliyetçi ve çok kimlikli parti, bağımsız seçim listelerinde yarışıyor. Ancak bu partiler, oy tabanlarını zayıflatan çok bölgeli sistemle mücadele ediyor. Seçmen destekleri genellikle devlet tarafından sağlanan yardımlardan yararlananlarla sınırlıdır. Bu zorluk, 2018 seçimlerinde 29 listeden 13’ünün, o dönemde yürürlükte olan tek bölgeli oylama sistemi altında bile parlamentoda temsil edilmeyi başaramamış olmasıyla daha da arttı.

On birincisi, Bağımsız Adaylar: Bu seçimde sosyal medya fenomenleri, komedyenler, sanatçılar ve diğer figürler -yaklaşık 120 bağımsız aday- koltuk için yarışıyor. Bu kişilerin adaylıkları, özellikle birçoğunun siyasi nitelikleri ya da geçmiş deneyimleri olmadığı için, bir sonraki parlamentoda popülizmin potansiyel yükselişine ilişkin endişeleri artırıyor.

Olası senaryolar

Geçmiş deneyimlerden ve rakip listelerin beklentilerinin siyasi analizinden yola çıkarak, seçim sonuçlarına ve bunların gelecekteki sonuçlarına ilişkin birkaç olası senaryo aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1. Senaryo: İki ana Kürt partisi, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), 50+1 barajını kayda değer bir farkla aşarak parlamentoda rahat bir çoğunluk elde eder. Bu sonuç, muhalefet listelerinin önceki seçim dönemlerindeki gibi kalan sandalyelerin üçte birini ya da daha fazlasını kazanmasına olanak tanır. Geçmiş seçimlerde olduğu gibi, bu iki baskın parti iktidarı paylaşırken, en önemli muhalefet adaylarına da yer bırakır. Bu senaryoda, KDP’nin 30-35 sandalye, KYB’nin ise 20-25 veya biraz daha fazla sandalye kazanması beklenebilir. Birlikte, potansiyel olarak müttefik güçlerin desteğiyle ya da onlar olmadan bile hükümeti kurabilirler.

2. Senaryo: Seçimlerde beklenmedik bir sürprizle muhalefet güçlerinin yükselmesi, iki baskın parti arasındaki geleneksel güç paylaşımı dinamiklerini bozabilir ve diğer ortaklar için sınırlı bir alan bırakabilir. Bu senaryo, önceki seçimlere kıyasla hayal kırıklığına uğramış sessiz çoğunluğun daha yüksek katılımı gibi birkaç faktöre bağlıdır. Örneğin, 30 Eylül 2018’deki seçimlerde, 3 milyon 85 bin seçmenden bir milyon 845’i oy kullanmıştı. Ayrıca, bu durum seçim sürecine dış müdahale olmamasına da bağlıdır. Ancak, bu senaryo iki büyük partinin yerleşik himaye ağları, hükümet kurumları ve mali kaynaklar aracılığıyla seçimleri etkileme yetenekleri, sessiz kitlenin daha küçük güçlere doğru öngörülemeyen hareketi ve çok sayıda rekabet eden liste nedeniyle muhalefet oylarının bölünmesi gibi zorluklarla karşı karşıya.

3. Senaryo: En olası sonuç, iki büyük partinin baskın kalması ve KDP’nin daha fazla sayıda sandalye kazanarak görece bir avantaj elde etmesi. Bu iki partinin yanı sıra, Lahur Talabani’nin partisine verilen destekte kayda değer bir artışla birlikte, KDP ve KYB arasındaki rekabette “dengeleyici bir güç” olarak hizmet edebilecek yeni partilerin, muhalif grupların ve yeni güçlerin yükselme potansiyeli bulunuyor. Siyasi ortamın karmaşıklığı göz önüne alındığında, bir sonraki hükümeti kurmak muhtemelen daha zorlu hale gelecek. KDP’nin, müttefik Şii grupların desteğiyle Kerkük’ün yönetimi ve Ninova’daki pozisyonlar üzerindeki kontrolünü pekiştiren KYB’ye baskı uygulamak için koalisyon kurmaya çalışması bekleniyor. Bu durum iki parti arasındaki ortaklığın hem bölge içinde hem de dışında yeniden müzakere edilmesine yol açabilir.

Sonuçlar

IKBY’de yaklaşmakta olan parlamento seçimlerinin birkaç temel faktör nedeniyle öncekilerden önemli ölçüde farklı olması bekleniyor. Seçim yasaları ve prosedürlerindeki değişiklikler, muhtemelen koltuklardan yararlanma fırsatlarını azaltacak ve vekillerin bir partiyi diğerine tercih etme kabiliyetini azaltacaktır. Çok sayıda liste ve bireysel adayın mücadeleye girmesiyle siyasi manzaranın daha çeşitli olması bekleniyor. Buna rağmen, iki büyük partinin koltukların çoğunluğu ve hükümetin kurulması konusundaki hakimiyetini sürdüreceği öngörülüyor. Ancak, bu partiler için hızla bir koalisyon hükümeti kurmak, aralarındaki büyüyen uçurum ve dış ve bölgesel konular üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle zor olacak.

Kürt parlamento hayatının bir sonraki aşamasında önemli bir değişken, önceki beş parlamento döneminde büyük ölçüde bulunmayan Bağdat’taki Federal Mahkeme’nin anayasal denetiminin devreye girmesi olacak. Kürdistan Parlamentosu tarafından çıkarılan bazı yasalar iptal edildi ya da anayasaya aykırı bulundu ve Irak anayasası ve yasama çerçevesine uyum sağlamak için düzenlemeler yapılması gerekti. Bu durum parlamentoyu ya yasalarını buna göre uyarlamaya ya da yargı da dahil merkezi makamlarla bölgesel yetkiler konusunda açık bir çatışmaya girmeye zorlayabilir. Ayrıca, Kürdistan bölgesinin kendi anayasasını kabul etme ve bir yüksek mahkeme kurma hakkına sahip olması, bölgesel ve federal yetkililer arasındaki dinamikleri daha da karmaşık hale getiriyor.

Daha geniş bölgesel çatışmanın sonuçları, yaklaşan seçimlerin sonuçlarına ve bunu takip eden hükümet kurma müzakerelerine yakından bağlı olacak. ABD’nin rolünün yanı sıra Türkiye ve İran’ın etkileri de bu süreçte önemli bir rol oynayacak. Ankara ve Washington’a yakın Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), İran’la daha yakın bağları olan rakibi Yurtseverler Birliği’ne kıyasla düşüş yaşamasına rağmen seçimlere katılmayı tercih etti. KDP’nin katılımı, “hasar kontrolü” yapma ve Yurtsever Birliği’nin Bağdat, Ninova ve Kerkük gibi idari merkezlerde ve kilit bölgelerde daha fazla zemin kazanmasını önleme çabası olarak görülebilir, bu da KDP’nin Kürdistan Bölgesi içindeki otoritesini zayıflatabilir.

Bu koşullar altında KDP’nin yeni bir hükümetin kurulmasını kolaylaştırmak için diğer pozisyonlarla birlikte bölge başkanlığı ya da hükümet başkanlığından feragat etmesi gerekebilir. Bu taviz, KDP’nin Kürdistan Bölgesi, daha geniş Irak siyasi ortamı ve hatta bölgesel ve uluslararası düzeylerdeki ilişkilerini ve çıkarlarını yeniden dengelemesini sağlayabilir. Bu karar, Başbakan Mesrur Barzani ve Bölge Başkanı Neçirvan Barzani arasındaki iç çatışmalarla boğuşan KDP için zorlu bir süreç. Şimdiye kadar parti lideri Mesud Barzani’nin varlığı istikrar sağlayıcı bir rol oynamış ve bu iç anlaşmazlıkların tırmanmasını engellemişti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English