Bizi Takip Edin

Ortadoğu

İran 5 muhafazakâr 1 reformist adayla sandığa gidecek

Yayınlanma

iran cumhurbaşkanı adayları

İran’da 28 Haziran’da yapılacak cumhurbaşkanı seçimine aday olmak isteyenlerin rejime bağlılığı ile siyasi, ahlaki ve dini sabıkalarını inceleyen Anayasayı Koruyucular Konseyi, 5 muhafazakâr ve 1 reformist isme adaylık izni verdi. Eski Meclis Başkanı Ali Laricani, adaylığının veto edilmesine tepki gösterdi.

Muhafazakarlardan Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, eski Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Said Celili, eski İçişleri Bakanı Mustafa Purmuhammedi, Şehit ve Gaziler Vakfı Başkanı Emir Hüseyin Kadızadehaşimi, Tahran Belediye Başkanı Ali Rıza Zakani ile reformistlerden eski Sağlık Bakanı Tebriz Milletvekili Mesud Pezeşkiyan cumhurbaşkanı adayı oldu.

Bu tabloda muhafazakâr oyların bölüneceği görülüyor. Ancak İran’da adaylar zaman zaman oyların bölünmesini engellemek üzere bir diğerinin lehine adaylıktan çekilebiliyor. Adaylığı kabul edilen isimlerden Celili ve Zekani 2021’deki seçimlerde İbrahim Reisi lehine, Kalibaf da yine Reisi lehine 2017 seçimlerinde adaylıktan çekilmişti.

Öte yandan Ilımlı muhafazakâr eski İran Meclisi Başkanı Ali Laricani, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve reformistlerin adaylarından Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri adaylığı veto edilen isimler olarak öne çıktı.

Laricani, sosyal medya hesabından cumhurbaşkanı adaylığının veto edilmesine ilişkin açıklama yaptı. Halka hitaben, “Sizin yardımınızla engelleri kaldırabileceğimizi ve İran’ın ulusal kalkınmasına giden yolu açabileceğimizi umuyordum” diyen Laricani, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “İlgili kurumların olumlu görüşlerine ve Konseyin geçmişteki bazı iddialarının yargı tarafından reddedilmesine rağmen, Anayasayı Koruyucular Konseyi şeffaf olmayan bir mekanizma ile buna engel oluşturdu.”

Eski Meclis Başkanı Laricani’nin, adaylık onayı alması halinde 28 Haziran’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminin en güçlü isimlerinden olabileceği yorumları yapılıyordu.

Reformist eski Yol ve Şehircilik Bakanı Abbas Ahundi de adaylığı veto edilen diğer bir isim oldu. Ahundi, Anayasayı Koruyucular Konseyi Başkanı Ayetullah Ahmed Cenneti’ye hitaben yazdığı itiraz mektubunda, “Konseyin bu kararına meşru bir neden göremiyorum” ifadesini kullandı. Konseye gönderilen bazı raporların, üyelerin kafasında belirsizlikler oluşturmuş olabileceğini düşündüğünü aktaran Ahundi, “Bu doğrultuda konseyin resmi toplantısında hem kendi hakkımı hem de seçmen haklarını savunmak istiyorum” talebinde bulundu.

İran’da reformist kanat, 28 Haziran’da yapılacak cumhurbaşkanı seçimlerinde eski Yol ve Şehircilik Bakanı Abbas Ahundi, Tebriz Milletvekili Mesud Pezeşkiyan veya eski Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri’den birini destekleyeceğini açıklamıştı.

Konseyin seçime katılmasına onay verdiği adaylar 27 Haziran sabah 08.00’e kadar kampanya faaliyetlerini sürdürebilecek.

Cumhurbaşkanı seçimine adaylık izni alan isimler:

  • Said Celili

Muhafazakar kimliğiyle bilinen 58 yaşındaki Said Celili, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad döneminde 2007-2013 yıllarında Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreterliği görevinde bulundu. Celili aynı dönemde İran’ın nükleer görüşmelerinde Başmüzakereci olarak görev yaptı.

Celili’nin Meclisteki gücü ve muhafazakarlar içindeki etkinliği kendisini aday olması halinde cumhurbaşkanlığına taşıyabilecek durumda ancak kendisinin katı görüşleriyle tanınmasının ise oy potansiyelini azalttığı yorumları yapılıyor. Celili, 2021’deki seçimlerde aday olmuş ancak daha sonra İbrahim Reisi lehinde adaylıktan çekilmişti.

Halihazırda İran lideri Ayetullah Ali Hamaney’in Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’ndeki temsilcisi Celili, kayıt işlemleri sonrası yaptığı konuşmada, göreve gelmesi halinde odak noktasının “hizmet, dürüstlük, verimlilik ve adalet” olacağını ve Reisi hükümetinin politikalarını devam ettireceklerini söyledi.

Celili, “İran artık büyük güçlerle eşit kabul edilmektedir. Artık, tek tek tüm İran halkının ülkenin kalkınmasında rol oynamasının vaktidir” ifadesini kullandı.

  • Muhammed Bakır Kalibaf

Eski Devrim Muhafızları Ordusu Hava Kuvvetleri Komutanı Muhammed Bakır Kalibaf (62) bir dönem İran Emniyet Genel Müdürü olarak görev yaptı.

2005-2017 yıllarında Tahran Belediye Başkanı görevini yürüten Kalibaf, 2005, 2013 ve 2017’de cumhurbaşkanı seçimlerine aday oldu. Kalibaf, 2017’deki seçimde ise helikopter kazasında hayatını kaybeden Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi lehine adaylıktan çekildi.

Mayıs 2020’den bu yana İran Meclis Başkanı olarak görev yapan muhafazakar siyasetçi Kalibaf, seçimin güçlü isimlerinden görünse de Tahran’dan aday olduğu son genel seçimlerde Meclise ancak dördüncü sırada girebildi. Kalibaf’ın oğlu İshak’ın Kanada’da daimi oturum başvurusunda bulunmasının ortaya çıkması ülkede tepkilere yol açtı.

  • Mesud Pezeşkiyan

Reformist kanadın önde gelen isimlerinden Tebriz Milletvekili Mesud Pezeşkiyan, eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi döneminde 2001-2005 arasında Sağlık Bakanı olarak görev yaptı.

2021’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İbrahim Reisi’ye karşı aday olma talebi Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından veto edildi. Pezeşkiyan, son genel seçimlerde ise Tebriz’den birinci sırada Meclis’e girdi.

  • Mustafa Purmuhammedi

Muhafazakar kimliğiyle bilinen Mustafa Purmuhammedi, uzun yıllar savcı olarak görev yaptı. 1997-1999 yılları arasında İstihbarat Bakan Yardımcısı olan Purmuhammedi, Mahmud Ahmedinejad döneminde 3 yıl İçişleri Bakanı olarak görev yaptı. Mustafa Purmuhammedi, Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanı olduğu dönemde de 4 yıl Adalet Bakanı görevini yürüttü.

Rejim muhalifleri tarafından “ölüm komitesi” olarak adlandırılan 4 kişilik heyette yer alan Purmuhammedi’nin o dönem yaklaşık 3 bin kişinin idam edildiği kararları veren isimlerin başında geldiği iddia ediliyor.

  • Emir Hüseyin Kadızadehaşimi

Muhafazakar siyasetçi Emir Hüseyin Kadızade Haşimi, siyasi hayata atılmadan önce Simnan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü olarak görev yaptı. 2008’den 2021’e kadar 4 dönem Milletvekili olan Kadızadehaşimi, şu anda Şehit ve Gaziler Vakfı Başkanı olarak aynı zamanda Cumhurbaşkanı Yardımcısı sayılıyor.

  • Ali Rıza Zakani

Muhafazakar siyasetçi Tahran Belediye Başkanı Ali Rıza Zakani, 4 dönem Milletvekili olarak görev yaptı. Tahran Üniversitesi’nde nükleer tıp okuyan Zakani, Irak savaşında eli, ayağı ve boynundan yaralandı. Zakani 2013 ve 2017’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri için de aday oldu ancak veto edildi. 2021’deki cumhurbaşkanı seçimine adaylık başvurusu kabul edilen Zakani, Reisi lehine çekildi. Zakani, 2021’den bu yana Tahran Belediye Başkanı görevinde bulunuyor.

Dünya Basını

INSS: İran dış tehdide karşı kenetlenmiş görünüyor

Yayınlanma

İsrail’in güvenlik bürokrasisine yakınlığıyla bilinen, Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren yarı resmî düşünce kuruluşu INSS (Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü), İsrail-İran savaşının gidişatına dair bir değerlendirme yayımladı. İsrail ordusunda 20 yıldan fazla İran uzmanı olarak görev alan, INSS İran ve Şii Ekseni Araştırma Programı Direktörü Dr. Raz Zimmt tarafından kaleme alınan analiz, Tahran’ın savaşta geldiği kritik eşik, İran’ın nükleer altyapısına ve komuta sistemine verilen zarar, İran yönetiminin dayanıklılığı ve önündeki seçeneklere odaklanıyor.

“İran’a Karşı Kampanya: Durum Değerlendirmesi, İkilemler ve Sonuçlar” başlıklı analizde Zimmt, savaşın nasıl sona erebileceğine dair üç olası senaryo üzerinde duruyor. Analiz, hem İran’ın kırılganlıklarını hem de İsrail’in askeri kazanımlarını sürdürme konusunda karşı karşıya olduğu stratejik riskleri ortaya koyarken, ABD’nin pozisyonunun belirleyici rolüne dikkat çekiyor. INSS, savaşın sona erme biçiminden bağımsız olarak İsrail’in uzun vadeli bir “İran tehdidine” karşı hazırlıklı olması gerektiğini vurguluyor.

Makaledeki değerlendirmelerin büyük ölçüde İsrail’in resmî güvenlik bakış açısını yansıttığı ve ülkede uygulanan askeri sansür nedeniyle, İran saldırılarının İsrail’e verdiği zararın kapsamının olduğundan düşük gösterilmiş olabileceği göz önünde bulundurulmalı.

***

İran’a karşı yürütülen savaş: Durum değerlendirmesi, ikilemler ve olası sonuçlar

Dr. Raz Zimmt

İsrail ile İran arasındaki çatışmaların başlamasından üç gün sonra, İran kritik bir dönüm noktasına yaklaşmış durumda. Bu durum, İsrail’in İran’ın stratejik varlık ve kabiliyetlerine ciddi zararlar veren yoğun ve sürekli saldırılarının ardından gelişti. Tahran açısından tablo karmaşık ve çok boyutlu. Bir yandan, İran’ın üst düzey askeri liderliğini hedef alan saldırılarla ciddi bir darbe aldığı görülüyor. Bu saldırı, sadece stratejik bir sürpriz ve ulusal bir aşağılanma olmakla kalmadı, aynı zamanda İsrail’in İran rejiminin güç merkezlerine sızma yeteneğini de bir kez daha gözler önüne serdi. İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) komutanı, istihbarat ve operasyon birimlerinin başkanları ile IRGC Hava-Uzay Kuvvetleri komutanının öldürülmesi, Tahran’ın bu askeri kampanyayı etkin biçimde yönetme kapasitesini geçici olarak sekteye uğrattı.

Son günlerde, İsrail Hava Kuvvetleri İran’ın nükleer programına yönelik saldırılarla operasyonel başarılar elde etmeyi sürdürdü. Bu saldırılar Natanz zenginleştirme tesisine kısmi (tam değil) zarar verirken, nükleer silah geliştirme programıyla bağlantılı olduğu düşünülen ve bu programın gelişiminde kilit rol oynayan ondan fazla bilim insanının hedef alınıp öldürülmesini de kapsıyor. Ayrıca, İran’ın askeri ve güvenlik altyapısı da İsrail tarafından hedef alındı: komuta merkezleri, füze ve hava savunma sistemleri, IRGC’nin istihbarat ağı ve bazı stratejik enerji tesisleri. Saldırıların devam etmesi, İran’ın komuta-kontrol sistemini zayıflatabilir ve rejimin iç sorunları yönetme kabiliyetini giderek aşındırarak genel istikrarını tehdit edebilir.

Öte yandan, İranlı yetkililer sınırlı da olsa bazı kazanımlara işaret edebiliyor. Her ne kadar nükleer program zarar görse de bu zarar henüz kritik düzeyde değil, özellikle de Fordow zenginleştirme tesisinin hâlâ sağlam. Ayrıca rejimin iç istikrarı açısından şu an ciddi ve acil bir tehdit söz konusu değil. İran liderliği dış tehdide karşı birlik, kararlılık ve canlılık mesajı vererek kenetlenmiş görünüyor. Rejime yönelik halkın duyduğu memnuniyetsizlik inkâr edilemez ancak bu aşamada halktan rejime yönelik aktif bir direniş gözlenmiyor. İsrail saldırılarında zarar gören yerleşim bölgelerine ait yıkım görüntüleri ise paradoksal biçimde iç dayanışmayı artırarak milli birlik duygusunu pekiştirmiş görünüyor.

Ayrıca İran, İsrail’in iç cephesine de sınırlı düzeyde zarar vermeyi başardı. Her ne kadar bu zarar kapsam açısından büyük olmasa da İran hükümeti ve medyası bu saldırıların belgelerini kullanarak psikolojik direnç ve uzun vadeli stratejik denge anlatısını güçlendirmeye çalışıyor. Bu söylem, İslam Cumhuriyeti’nin hem direnme hem de zamanla İsrail’e zarar verebilme kapasitesine sahip olduğunu vurguluyor.

İran liderliğinin bu savaş sonrası dönemde bazı temel kazanımları korumayı hedeflediğini değerlendirmek makul olur:

-Rejimin hayatta kalması; iç ve dış tehditlere karşı en öncelikli mesele olarak görülüyor;

-Nükleer programın devamlılığı; rejimin varlığını sürdürmesi için bir tür “sigorta poliçesi” olarak algılanıyor;

-Gelecekteki güvenlik tehditleriyle mücadele edebilmek için gerekli olan füze sistemleri, istihbarat altyapısı ve komuta-kontrol ağları gibi stratejik varlıkların muhafazası.

Tahran’ın bu temel hedefleri sürdürebilme yetisi, önümüzdeki haftalarda savaşın nasıl yönetileceği, ne zaman sona erdirileceği ve savaş sonrası bir düzenlemeye gidilip gidilmeyeceği ya da nükleer stratejide bir değişiklik yapılıp yapılmayacağı gibi kararları belirleyecek.

Şu an itibariyle İran, savaşın yürütülmesine odaklanmış durumda; İsrail saldırılarının etkisini en aza indirirken İsrail’e azami zarar vermeye çalışıyor. Ancak savaş devam edip kayıplar arttıkça, Tahran liderliği önünde birkaç önemli seçenek bulacak:

-Mevcut çatışma biçimini sürdürerek İsrail’i uzun bir yıpratma savaşına çekmek;

-Politik bir düzenlemeyle savaşı sonlandırmaya çalışmak;

-Gerilimi daha da tırmandırarak Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ndan (NPT) çekilmek ya da gizli bir tesiste nükleer silah geliştirme hamlesine girişerek uluslararası müdahaleyi tetiklemek ve bu yolla savaşı durdurmak.

Savaşı sürdürmek İran’a İsrail’in iç cephesini hedef almaya devam etme fırsatı tanıyabilir, fakat aynı zamanda giderek ağırlaşan bir tahribatı da göğüslemesini gerektirir ki bu da stratejik varlıklar, kritik altyapı ve nükleer kabiliyetlerin başka unsurlarını tehlikeye atabilir. Zamanla bu tür kayıplar, İran’ın savaş sonrası korumak istediği başarıları güvence altına alma kapasitesini zayıflatabilir. Ayrıca İran’ın mevcut füze ateşleme temposunu sürdürebilme kapasitesi belirsizliğini koruyor. Eğer özellikle de İsrail’in operasyonları kabiliyetlerini daha da aşındırdıkça “savaş ekonomisine” geçmeye zorlanırsa İran’ın İsrail’in hava savunma sistemlerine anlamlı bir tehdit oluşturma gücü azalabilir ve bu da yalnızca zaman zaman yapılacak dağınık saldırılara indirgenebilir.

İran’ın savaşı sona erdirme ve müzakerelere dönme yönünde bir karar alması, İsrail’in ateşkese onay vermesine ve muhtemelen ABD’nin Tahran’ın belirli şartlarını kabul etmesine bağlı olacak. Ancak, İran’ın şu anda bu konuda esneklik ve hazırlık gösterme niyetinde olup olmadığı şüpheli. Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi her ne kadar genel bir ateşkes olasılığına açık olduklarını dile getirmiş olsa da İran Dışişleri Bakanlığı ABD ile görüşmelere yeniden başlamanın faydasız olduğunu belirtti; çünkü Tahran, İsrail’in bu saldırıları bağımsız olarak değil, ABD’nin işbirliğiyle ya da en azından Washington’un zımni onayıyla gerçekleştirdiğine inanıyor.

NPT’den çekilmek ki bu adım İran Meclisi’ndeki bazı üyeler tarafından halihazırda önerildi, ya da nükleer bir çıkış girişiminde bulunmak, uluslararası müdahaleyi tetiklemek için baskı taktikleri olarak kullanılabilir. Ancak İran’ın bunu gizlice gerçekleştirme kapasitesi oldukça kuşkulu; çünkü nükleer programına yönelik istihbarat sızıntıları ve İran hava sahasında süren yoğun İsrail saldırıları bu olasılığı sınırlandırıyor. Ayrıca böyle bir hamle büyük riskler taşır: Doğrudan ABD askeri müdahalesini kışkırtabilir ki bu, İran’ın kaçınmaya çalıştığı bir senaryo. Bu ayrıca İsrail’in önleyici saldırısı sonrasında elde ettiği uluslararası meşruiyeti de baltalayabilir.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

İran’dan Tel Aviv’e füze saldırısı: Hedefte Birim 8200 vardı

Yayınlanma

İran, Tel Aviv yakınlarındaki Glilot Üssü’ne düzenlediği balistik füze saldırısında Mossad ve Birim 8200 gibi İsrail istihbaratının merkezlerini hedef aldığını açıkladı.

Devrim Muhafızları Ordusu’ndan yapılan açıklamada, “Bugün sabah saatlerinde, İran Hava-Uzay Kuvvetleri, yüksek gelişmiş savunma sistemlerine rağmen, Siyonist rejime ait askeri istihbarat merkezi Aman ile terör operasyonları planlama merkezi Mossad’a yönelik etkili bir saldırı düzenledi; söz konusu merkez şu anda yanıyor” ifadelerine yer verildi.

Ynet’in haberine göre, Tel Aviv bölgesindeki Herzliya çevresinde birden fazla füze isabet etti, bir otobüs yandı ve sekiz katlı bir bina hasar gördü. Füzelerin düşme anına ilişkin videolar, büyük patlamaların yaşandığı bu bölgeyi gösteriyor.

İsrail basını, Glilot bölgesindeki İran füzelerinin etkilediği alanla ilgili askeri sansür uygulandığını; konuyla ilgili haber ve görüntülerin sansüre tabi tutulduğunu duyurdu.

Bu bölgede, Mossad ve Birim 8200 gibi önemli istihbarat merkezleri yer alıyor. Bazı kaynaklar, Birim 8200’e ait lojistik veya depo tesislerinin hedef alındığını belirtiyor. Uydu ve dar açı görüntülerinin analizi, füzelerin Mossad tesislerine yakın noktalara düştüğünü doğruluyor.

İsrail yönetimi, İran füzelerin verdiği zararla ilgili bilgilerin paylaşımını engellemiş durumda.

İsrail’in elit istihbarat birimlerinden olan Birim 8200, İsrail Askeri İstihbarat Teşkilatı Aman’a bağlı olarak faaliyet gösteriyor. Elektronik dinleme, siber istihbarat, sinyal kesme, veri toplama ve analiz alanlarında çalışan bu birim, İsrail’in dijital casusluk operasyonlarının bel kemiği olarak kabul ediliyor. Pek çok yorumcuya göre Birim 8200 İsrail’in “siber savaş beyni.”

İran bu sabah “Gerçek Vaat 3”ün dokuzuncu aşamasının başladığını ve İsrail’e yönelik saldırıların artacağını duyurmuştu.

İsrail’in İran’a düzenlediği saldırılara misilleme olarak İran’ın ateşlediği balistik füzeler Tel Aviv ve Hayfa’da benzeri görülmemiş tahribata yol açarken onlarca kişi öldü, yüzlercesi yaralandı.

İsrail, buna karşılık İran’a yönelik hava saldırılarını sürdürüyor. Aralarında kadınlar ve çocukların da bulunduğu 224’ten fazla İranlı İsrail saldırılarında öldü. Tahran’ın kuzeybatısındaki Tebriz’de sabah saatlerinde yaşanan patlama sonucu yoğun duman yükseldi.

Dün akşam İsrail hava kuvvetleri, İran devlet televizyonunun merkezine canlı yayın sırasında saldırmıştı.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

İran’ın nükleer programı hakkında neler biliniyor?

Yayınlanma

13 Haziran’da İsrail, Yükselen Aslan Operasyonu’nu başlattı ve bu çerçevede İran’ın nükleer tesislerine ve önde gelen fizikçilerin konutlarına yoğun saldırılar düzenledi.

İran’ın nükleer programı nasıl başladı?

İran, nükleer projesini 1950’lerde Şah Muhammed Rıza Pehlevi döneminde başlattı. Proje, ABD’nin desteğiyle ve Dwight Eisenhower yönetiminin “Barış için Atom” adlı sivil atom enerjisi geliştirme programı kapsamında hayata geçirildi. 1967’de, ülkede nükleer enerjiyi geliştirmek amacıyla Tahran Nükleer Araştırma Merkezi kuruldu. ABD, merkeze GA Technologies tarafından üretilen 5 MW gücünde ilk reaktörü, yaklaşık 6 kg uranyum ve 112 g plütonyum tedarik etti.

Başlangıçta çalışmalar sıkı bir dış denetim altında yürütüldü. İran, 1958’de resmen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) üyesi oldu ve ardından düzenli olarak kurumun denetimlerini kabul etti. 1968-1970 yıllarında, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı (NPT) imzalayıp onaylayarak bu ölümcül teknolojinin kullanımını gönüllü olarak sınırlandırdı.

1974’te İran, UAEA ile kapsamlı bir güvence denetimi anlaşması imzalayarak yalnızca barışçıl atomla ilgilendiğini bir kez daha teyit etti. Aynı yıl Tahran, ülke genelinde toplamda yaklaşık 20 GW kapasiteye sahip 22 nükleer reaktör inşa etmeyi öngören nükleer enerji geliştirme planını ilk kez yayımladı.

1974’te İran, 1 milyar dolar karşılığında uluslararası Eurodif konsorsiyumunun sahip olduğu Tricastin’deki (Fransa) uranyum zenginleştirme tesisinin yüzde 10’luk hissesini satın aldı. İlk güç üniteleri üzerinde Alman Kraftwerk Union ve Fransız Framatome şirketlerinden uzmanlar çalıştı. Basında yer alan haberlere göre ABD, İran topraklarında altı ila sekiz, Almanya dört ve Fransa sekiz reaktör inşa etmeyi planlıyordu.

Nükleer enerji altyapısıyla birlikte, ülkede istenildiğinde nükleer silah üretimi için kullanılabilecek bir bilimsel ve teknik potansiyel de oluşturuldu. Kısa süre sonra Batılı istihbarat servisleri ve UAEA uzmanları, İran’ı silah kalitesinde uranyum üretmenin eşiğinde duran bir “eşik devlet” olarak tanıdı. UAEA’nın hesaplamalarına göre İran’ın zenginleştirilmiş uranyum stokları altı atom bombası yapmaya yetecek düzeyde.

Batı, İran’ın nükleer programından neden endişe duydu?

1979’da İran’da Şah rejimi devrildi. Bunun neticesinde Batılı fizikçi ve mühendisler İran’ı terk etti ve nükleer proje askıya alındı.

Bu dönemin en belirgin örneği, 1975’te İran’ın güneyinde bir Alman şirketinin gücüyle inşasına başlanan Buşehr Nükleer Santrali’nin hikayesi. Şirketin uzmanları işin yaklaşık yüzde 85’ini tamamlamıştı. Ancak proje, İslam Devrimi’nden sonra durdu ve yaklaşık 30 yıl boyunca yarım kaldı. 1992’de İran, inşaatın yeniden başlatılması için Rusya ile anlaşma imzaladı. Eylül 2011’de Buşehr Nükleer Santrali’nin ilk güç ünitesi şebekeye bağlandı. Kasım 2014’te ülkeler, VVER-1000 reaktörlerine sahip ikinci ve üçüncü güç ünitelerinin inşası için bir sözleşme daha imzaladı.

1980’lerde İran, Pakistan ve Çin’den gelen teknolojilerle nükleer programını yeniden başlattı. Buna paralel olarak Batılı ülkeler, İslami yönetimin kendilerine tedarik edilen ekipmanı silah üretimi için kullanacağından endişe etmeye başladı. 1992-1993 yıllarında ABD ve İsrail, İran’ı ilk kez askeri bir nükleer programa sahip olmakla suçladı.

Örneğin, Bonab’daki Atom Enerjisi Araştırma Merkezi şüphe altına girdi. İran’ın açıklamasına göre merkez, tarımsal amaçlı araştırmalar yürütüyordu. Ancak Batılı uzmanlar, oradaki çalışmaların barışçıl programın sınırlarını aştığına inanıyordu. 1997’de dönemin UAEA Genel Direktörü Hans Blix, merkezi denetlemek üzere ziyaret etti ancak beyan edilmemiş faaliyet bulamadı.

2003 yılında İran’da, UAEA’ya kayıtlı olmayan uranyum zenginleştirme santrifüjleri bulundu. Kurum temsilcileri, ülkedeki tesislerin kapasitesinin barışçıl amaçlar için gerekenin üzerinde olduğunu belirtti. Daha sonra İran, santrifüj ve lazerle zenginleştirme faaliyetlerinde bulunduğunu kabul etti.

Örneğin, füze ve patlayıcıların geliştirilip üretildiği Parçin’deki askeri kompleks soruşturma altına alındı. 2004 yılında basında, Parçin’de hidrodinamik deneyler için konteynerler inşa edildiği yazıldı. UAEA, bu tür deneylerin silah geliştirme belirtisi olarak kabul edilebileceğini değerlendirdi. 2015 yılında müfettişler Parçin’deki askeri kompleksi denetledi ve basında yer alan haberlere göre tesisin arazisinde nükleer malzeme izlerine rastladı.

Nükleer anlaşma müzakereleri nasıl ilerledi?

İran’da zenginleştirilmiş uranyum izlerinin bulunmasının ardından Tahran ile derhal müzakerelere başlandı. 2003 yılında uluslararası baskı altında Tahran, NPT’ye ek bir protokol imzaladı ve UAEA’nın tavsiyeleri üzerine ağır su üretimini ve zenginleştirme tesislerini durdurdu.

2005’te İran’da yapılan seçimleri muhafazakâr Mahmud Ahmedinejad kazandı. Zaferinin ardından nükleer projeyi yeniden başlattı ve müzakereleri neredeyse tamamen durdurdu. Sonuç olarak UAEA, İran’ın yükümlülüklerini ihlal ettiğini ayrı bir karar metniyle kayda geçirdi. Bunun ardından Birleşmiş Milletler, 2006-2010 yılları arasında silah ihracatını, nükleer malzeme ve nükleer sanayi ekipmanı ithalatını yasakladı.

Buna paralel olarak ABD ve AB, İran’a karşı ticaret, finans, teknoloji ve yakıt-enerji kompleksleri gibi ekonomisinin neredeyse tüm sektörlerini etkileyen yaptırımlar uyguladı. 2022’deki Rusya’nın Ukrayna’ya dönük askeri müdahalesinden önce İran, yaptırım uygulanan şirket ve kişi sayısı bakımından dünya lideri olarak kabul ediliyordu.

Tüm kısıtlamalara rağmen İran, tam nükleer yakıt döngüsünü oluşturmayı tamamladı ve ardından Batılı ülkelerle müzakerelere yeniden başladı. 2015 yılında Tahran, uluslararası arabulucular olan Rusya, Çin, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya ile birlikte Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı hazırladı. Plan, atom enerjisi üzerinde sürekli dış denetim ve nükleer silahlardan vazgeçme karşılığında yaptırımların kaldırılmasını öngörüyordu. Basında bu belge kısaca nükleer anlaşma olarak adlandırıldı. Anlaşma 14 Temmuz 2015’te imzalandı ve ardından 2231 sayılı BM kararıyla güvence altına alındı.

Mayıs 2018’de ABD, Başkan Donald Trump’ın girişimiyle anlaşmadan çekildi ve yaptırımları yeniden uygulamaya koydu. Bunun ardından İran, yaklaşık bir yıl daha anlaşmalara uydu. Ancak daha sonra nükleer deneylere yeniden başladı. Mayıs 2019’da Tahran, başlangıçtaki stratejisine geri döndü ve nükleer anlaşmanın imzalanmasından sonra yeniden yapılandırdığı Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisleri, Arak’taki reaktör ve Fordo’daki yeraltı tesisi gibi işletmelerin kapasitelerini yeniden artırdı.

Arak’taki kompleks, İran’ın en büyük nükleer tesislerinden biri olarak kabul ediliyor. Kompleks, silah kalitesinde plütonyum üretimine olanak tanıyan 40 MW gücünde bir nükleer reaktör (IR-40) ve bu reaktör için yılda 100 tona kadar ağır su üreten bir tesisi içeriyor.

Reaktörün inşasına 2004’te başlandı ancak müzakereler sırasında çalışmalar durduruldu. 2016’da İran, reaktörün kalbini çıkarıp betonla doldurdu. Tesis ise bu süreçte döteryum ve oksijen-18 izotop gazı kullanarak tıbbi ürünlere odaklandı. Nükleer anlaşmanın bozulması nedeniyle Mayıs 2019’da Arak’taki kompleks başlangıçtaki planlarına geri döndü.

Tahran, Natanz’daki tesislerin varlığını 2003 yılında dönemin UAEA Genel Direktörü Muhammed el-Baradei’nin ziyareti sırasında resmen doğruladı. Kompleks, en az 50 bin santrifüj için tasarlanmış altı yer üstü ve üç yeraltı binasından oluşuyor. Müzakereler sayesinde İran, santrifüjlerin üçte ikisini durdurmuş ve uranyum zenginleştirmesini yüzde 3,67 ile sınırlamıştı (silah üretimi en az yüzde 20 gerektiriyor).

Nükleer anlaşmanın bozulmasının ardından Natanz’daki tesisler kapasitelerini artırdı ve Nisan 2021’de uranyumuyüzde 60’a kadar zenginleştirebilecek duruma geldi. Kasım 2024’te Tahran, UAEA’yı tesise 6 bin santrifüj daha kurma planı hakkında bilgilendirdi.

Fordo’daki yeraltı uranyum zenginleştirme tesisi 80-90 metre derinlikte bulunuyor. Tesis 2012’de faaliyete geçti. Resmi açıklamaya göre, tesisteki 3 bin santrifüj tıp, tarım, sanayi ve bilim ihtiyaçları için uranyumu yüzde 20’ye kadar zenginleştiriyordu. Bozulan anlaşmanın sonucunda 2023’te UAEA uzmanları, tesiste neredeyse yüzde 84’e kadar zenginleştirilmiş uranyum parçacıkları tespit etti. Haziran 2025’te İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami, Tahran’ın tesise yeni ve verimli IR-6 santrifüjleri yerleştirdiğini açıkladı.

Şubat 2021’e gelindiğinde İran, UAEA’nın tesislerine erişimini önemli ölçüde kısıtladı ve denetimleri fiilen durdurdu. Sonuç olarak, Joe Biden yönetimi altında ABD, nükleer anlaşmaya geri dönmeye çalıştı. Bu kapsamda Viyana’da Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ve Almanya ile dolaylı müzakereler yürüttü ancak bunlar sonuç vermedi.

Mayıs 2025’te Umman’da nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması amacıyla yeni ABD-İran müzakereleri yapıldı. Müzakerelerin ardından Donald Trump, Tahran’ın tekliflerinin kabul edilemez olduğunu belirtti. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney ise ABD’nin tekliflerinin ülkesinin çıkarlarına aykırı olduğunu belirtti.

İran’da kaç nükleer tesis var?

Ülkede toplamda 18 nükleer altyapı tesisi bulunuyor. Örneğin, merkezdeki İsfahan eyaletinde 3 bin uzmanın çalıştığı bir araştırma merkezi, uranyum işleme tesisleri ve IR-40 reaktörü için yakıt peletleri üreten fabrikalar yer alıyor. Erdekan’daki tesis, Sagand uranyum madeninden çıkarılan cevherleri sarı pastaya dönüştürüyor. Maden yatağının toplam rezervi 1,55 milyon tonu buluyor. Bu malzeme hem atom enerjisi hem de silahlar için kullanılıyor.

Bunun yanı sıra İran iki yeni nükleer santral daha inşa ediyor: güneydeki Hürmüzgan eyaletinde 5000 MW kapasiteli Sirik Nükleer Santrali ve güneybatıdaki Huzistan eyaletinde 300 MW kapasiteli Karun Nükleer Santrali. Ülke, 2041’e kadar toplam 20 GW kapasiteli beş nükleer santral inşa etmeyi planlıyor.

İran’daki birçok nükleer tesis düzenli olarak saldırılara maruz kalıyor. 2024 yılında Amerikan haber portalı Axios, İsrail’in İran’a yönelik hava saldırıları sonucunda Parçin’de nükleer silah geliştirmeye yönelik gizli bir merkezin imha edilmiş olabileceğini bildirdi.

Natanz’daki kompleks de defalarca saldırıya uğradı. 2009-2010 yıllarında, Stuxnet virüsü bulaşması da dahil olmak üzere birkaç siber saldırıya dayandı. 2021’de bir patlama sonucu tesisin elektrik dağıtım şebekesinde arıza meydana geldi ve İranlı yetkililer bu olayı İsrail’in bir provokasyonu olarak değerlendirdi.

UAEA Genel Direktörü Rafael Grossi, İsrail’in Yükselen Aslan Operasyonu sırasında Natanz’daki pilot tesisin yer üstü kısmının ve tesisin elektrik altyapısının hedef alındığını bildirdi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English