DÜNYA BASINI
Hannibal Direktifi yeniden gündemde
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
İsrail askerlerinin esir düşmesindense öldürülmesini öngören tartışmalı Hannimal Direktifi’nin Gazze’de yeniden uygulamaya konduğu iddia ediliyor. El Cezire, gizli tutulan Hannimal Direktifi’nin ayrıntılarını eski bir İsrail askerine anlattırdı. Uzmanlar 2016’da iptal edilen Direktifin bugünkü Gazze saldırılarıyla ilgisini yorumluyor:
İsrail’in Hannibal Direktifi nedir?
Detayları eski IDF askeri anlatıyor
Urooba Jamal
İsrail askerlerinin esir düşmesini önlemeye yönelik tartışmalı politika şu anda resmen yürürlükte değil. Ancak bazı analistlere göre Gazze’deki savaşta yankıları devam ediyor.
Yehuda Shaul, 2001-2004 yılları arasında İsrail ordusunda görev yaptığı üç yılı, İsrail-Filistin çatışmasının o zamana kadarki “en şiddetli dönemi” olarak tanımlıyor.
İkinci İntifada (2000-2005) ya da Filistin ayaklanması doruk noktasındaydı ve o zamanlar 18 yaşında olan Shaul piyade muharebe askeriydi; daha sonra komutanlığa terfi etti. Kudüs’te doğup büyüyen paraşütçü asker iki yıl boyunca işgal altındaki Batı Şeria’da görev yaptı ve üçüncü yıl İsrail’in Lübnan sınırında konuşlandırıldı.
Şu anda 41 yaşında olan Shaul, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi’ndeki İsrail işgalinin sona erdirilmesi için çağrıda bulunan İsrailli askerlerden oluşan ilk örgüt olan Breaking the Silence adlı İsrailli STK’nın kurucularından.
Shaul, Lübnan sınırında görev yaptığı sırada, İsrail askerlerinin düşman kuvvetleri tarafından yakalanmasını ne pahasına olursa olsun önlemeyi amaçlayan eski tartışmalı bir İsrail askeri politikası olan Hannibal Direktifi’nden ilk kez haberdar oldu.
Sızdırılan askeri ses kayıtlarına göre İsrail bu doktrini en son 2014 yılında Gazze savaşı sırasında kullanmış, ancak ordu bu doktrini kullandığını reddetmişti. Bunu takip eden İsrail bombardımanında düzinelerce Filistinli öldürülmüş ve İsrail ordusuna yönelik savaş suçu işlediği suçlamalarına yol açmıştı.
Ancak Shaul’a göre Hannibal Direktifi bir savaş askeri için anlamlıydı.
Peki tam olarak nedir bu? Ve İsrail’in 2016’da askıya aldığına inanılan bu direktif, İsrail’in 9 binden fazla insanın ölümüne neden olan bugünkü Gazze bombardımanıyla ne ilgisi var. Bombardıman, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği ve bin 400’den fazla kişinin öldüğü, aralarında asker ve sivillerin de bulunduğu en az 200 İsraillinin esir alındığı saldırının ardından gerçekleşti.
Hannibal Direktifi nedir?
Shaul, Hannibal Prosedürü veya Hannibal Protokolü olarak da bilinen direktifin, bir askerin kaçırılması durumunda azami güç kullanılmasını öngören İsrail’in askeri bir politikası olduğunu söyledi. “Kaçırılmayı önlemek için kısıtlama olmaksızın ateş açacaksınız” diyen Shaul, güç kullanımının esir bir askeri öldürme riski olsa bile gerçekleştirildiğini sözlerine ekledi.
Shaul, kaçıranlara ateş açmanın yanı sıra, askerlerin kavşaklara, yollara, otoyollara ve düşmanların kaçırılan bir askeri götürebileceği diğer herhangi bir yere de ateş edebildiğini söyledi.
İsrail ordusu direktifin kendi askerlerinin öldürülmesine izin verdiği yorumunu reddetti ancak Shaul da dahil İsrailli askerler, bir askerin öldürülmesinin esir alınmasına tercih edildiğinden direktifi tam da bunu yapmak için bir izin olarak anladılar.
Shaul talimatın kendisiyle ve diğer komutanlarla sözlü olarak paylaşıldığını söyledi. “Angajman kurallarının yazılı bir metnini hiç görmedim” dedi.
Silahlı çatışmalar ve uluslararası hukuk konusunda uzmanlaşmış uluslararası bir avukat ve Cenevre Lisansüstü Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Annyssa Bellal’a göre, direktif hiçbir zaman resmi bir politika olmadı ve bu nedenle hiçbir zaman bütünüyle yayınlanmadı.
El Cezire’ye konuşan Bellal, “Hukuki açıdan bakıldığında direktif çok tartışmalı” dedi.
Direktifin bir askeri öldürme riski taşıyan yönünün uluslararası hukuk açısından tartışmalı olduğunu, zira devletlerin vatandaşlarının yaşam hakkına saygı duyması gerektiğini, bunun başka devletler tarafından ele geçirilseler bile kaybedilen bir hak olmadığını belirtti.
Adı nereden geliyor?
Direktifin adının nereden geldiği tartışmalı; bazı kaynaklar M.Ö. 181 yılında Romalılara esir düşmek yerine kendini zehirlemeyi seçen Kartacalı bir generalden aldığını söylüyor.
İsrailli askeri yetkilileri ise bu ismin bir bilgisayar tarafından rastgele oluşturulduğunu iddia ediyor.
Direktif neden hazırlandı?
1986 yılında İsrail ordusu komutanları, bir İsrail piyade tugayı olan Givati Tugayı’ndan üç askerin Lübnanlı silahlı grup Hizbullah tarafından esir alınmasının ardından bu doktrini hazırladı.
O dönemde İsrail, 1982’de Lübnan’ı işgal ettikten sonra oluşturduğu ve güvenlik bölgesi olarak adlandırdığı Levanten ülkesinin güney bölgesini işgal etmişti. Hizbullah, 2000 yılına kadar İsrail işgali altında kalacak olan bu bölgede devriye gezen askerleri esir aldı.
Tugay mensupları bir aracın esir asker arkadaşlarıyla birlikte uzaklaştığını görmüş ancak ateş açmamışlardı. Direktif, bunun bir daha asla yaşanmamasını sağlamak amacıyla hazırlandı.
İsrail hükümetine göre, yakalanan askerlerin kalıntıları 10 yıl sonra 1996’da İsrail’in 123 Hizbullah savaşçısının cesetlerini iade etmesi karşılığında İsrail’e iade edildi.
Shaul’a göre İsrail’in o zamandan bu yana sergilediği sert tutumun nedeni bir askerin kaçırılmasının düşman için stratejik bir hamle olmasından kaynaklanıyor ve bu durum onlara pazarlık gücünün yanı sıra hem ulusal moral hem de çatışmaya yönelik kamuoyu desteğini etkileme kabiliyeti veriyor.
Neden esir takası yapılmıyor?
2006 yılında İsrailli asker Gilad Shalit, Hamas tarafından kaçırıldı. Beş yıllık esaretin ardından binden fazla Filistinli mahkûm karşılığında serbest bırakıldı ki bu İsrail’in bir askerine karşılık serbest bıraktığı en yüksek mahkûm sayısıydı.
Haaretz’de çalışan İsrailli gazeteci Uri Misgav, 2016 yılında El Cezire’nin Hannibal Direktifi üzerine yaptığı bir araştırma belgeselinde, Filistinli mahkumların serbest bırakılmasının “aşağılanma ve ulusal onurun zedelenmesi olarak görüldüğünü” ve bu durumun İsrail’i ulusal bir psikoza soktuğunu söyledi.
Shaul, “Bu yüzden [askerlerin yakalanmasını] her ne pahasına olursa olsun, askerin ölümü pahasına bile olsa önlemek istiyoruz” dedi.
Londra Üniversitesi Goldsmiths’te, Forensic Architecture adlı araştırma kurumunun direktörlüğünü yürüten İsrailli İngiliz mimar Eyal Weizman, London Review of Books’un Kasım 2023 sayısında, Shalit’in dönüşünün ardından İsrail’in, gelecekteki takaslar için varlıklarını genişletmek amacıyla, aralarında çocukların da bulunduğu daha fazla Filistinliyi keyfi olarak tutuklamaya başladığını yazdı.
Weizman, “Tüm bunlar, sömürgecilerden birinin hayatının, sömürgeleştirilenlerin hayatından bin kat daha değerli olduğu algısını güçlendiriyor” diye yazdı.
En son ne zaman dile getirildi?
1 Ağustos 2014’te, İsrail ordusunun Koruyucu Hat Operasyonu adını verdiği Gazze Şeridi’ne yönelik 50 günlük bombardımanı sırasında, Hamas savaşçılarının İsrailli subay Teğmen Hadar Goldin’i esir almasının ardından kuşatma altındaki bölgenin Mısır sınırındaki güney bölgesi Refah vuruldu.
İsrail topçuları ve tankları birkaç saat boyunca dört mahalleyi dövdü- zaman zaman dakikada bir ateş açtı ve savaş uçakları da eş zamanlı olarak hava saldırıları gerçekleştirdi.
Ölümcül ateş gücü en az 135 sivilin ölümüne neden olurken, Uluslararası Af Örgütü o günü “Kara Cuma” olarak nitelendirdi ve İsrail’i savaş suçu işlemekle suçladı.
Shaul, “İsrail kamuoyunun ve Gazze’deki Filistinlilerin gözünde” İsraillilerin Goldin’in yakalanmasıyla operasyonu kaybettiklerini söyledi. Bu nedenle kaba kuvvete başvurmanın İsrail için üstünlük sağlamanın bir yolu olduğunu da sözlerine ekledi.
İsrail ordusu daha sonra Goldin’in Hamas’la çatışırken aldığı yaralara yenik düştüğü sonucuna varacak ancak cesedi hiçbir zaman bulunamayacaktı.
Ancak bu olay İsrail’de bile – ordu safları da dahil olmak üzere – huzursuzluk yarattı.
Misgav’a göre bir asker o dönemde ordu generali Benny Gantz’a şöyle yazmıştı: “Bir esiri kurtarmak isteyen ordu böyle davranmaz. Hem esirlerin hem de esir alanların ölümünü garantilemek isteyen bir ordu böyle davranır”. Gantz şu anda İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun savaş kabinesinin bir üyesi.
Direktif ne zaman iptal edildi?
Direktifin 2016 yılında iptal edildiğine inanılıyor.
Haaretz’in haberine göre, iptal edilmesine neyin yol açtığı bilinmemekle birlikte, İsrail devlet denetçisinin hazırladığı bir raporda, İsrail’in Refah’taki kullanımı nedeniyle aldığı eleştiriler ve ordudaki kişiler tarafından çeşitli şekillerde yorumlanması nedeniyle ordunun direktifi kaldırması tavsiye edilmişti.
Direktifin İsrail’in Gazze’ye yönelik mevcut saldırısıyla ilgisi var mı?
Hamas 7 Ekim’de 200’den fazla İsrailliyi esir aldığını, bunların çoğunun halen esir olduğunu ya da İsrail’in Gazze’ye düzenlediği hava saldırılarında öldüğünü açıkladı. Ancak esir alınanların birçoğu asker değil sivil olduğu için bu direktif onlar için geçerli değil.
Shaul’a göre ayrıca bu kez esirlerin sayısının çokluğu da direktifi geçersiz kılıyor.
“Diyelim ki Hamas’ın bir askeri var ve diyelim ki anlaşma bin [Filistinli] esirin serbest bırakılmasını öngörüyor. Hapishanede beş bin mahkûm var. Şimdi diyelim ki Hamas’ın elinde altı askeri var ve üç bin kişiyi serbest bırakmaya karar verdiler.”
“Ama şimdi Hamas’ın elinde 200 kişi var!” diye devam etti.
Peki İsrail’in Hannibal Direktifi ile işi gerçekten bitti mi?
Bellal’a göre bu direktif Gazze savaşında bir şekilde yeniden uygulamaya kondu bile.
İsrail’in esirlerini serbest bırakması için Hamas’la müzakere etmeyi büyük ölçüde reddettiğini, bunun yerine Gazze Şeridi’ne karşı güç kullanmayı tercih ettiğini ve bunun bir şekilde “direktifin neyle ilgili olduğunu yansıttığını” söyledi.
İsrail’in Gazze’ye yönelik mevcut saldırısı daha önce 2008 ve 2014 yıllarında gerçekleştirdiği en ölümcül saldırıları geride bırakmış durumda. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ne (OCHA) göre 2008 yılında 22 gün içinde bin 385 Filistinli öldürülürken, 2014 yılında İsrail 2 bin 251 Filistinliyi öldürdü.
Weizman’ın gözlemleri de Bellal’ınkilere benziyor.
Weizman, “Gazze’ye yönelik mevcut ayrım gözetmeyen bombardımanla, hükümet sadece Gazze halkına eşi benzeri görülmemiş bir yıkım getirmekle kalmıyor, aynı zamanda esirlerin öldürülmesini anlaşmaya tercih etme ilkesine geri dönüyor gibi görünüyor” diye yazdı.
Direktif neden gizlendi?
Yaklaşık yirmi yıl boyunca askeri sansür bu politikayı gizli tuttu.
Ancak 2003 yılında İsrailli bir doktor olan Avner Shiftan, Lübnan’da yedek subay olarak görev yaparken prosedürü öğrendi ve görüşlerini açıklamak için İsrail gazetesi Haaretz ile temasa geçti. Shiftan uygulamanın sona erdirilmesi için bastırdı ve böylece direktif kamuoyunun gündemine geldi – ancak İsrail kamuoyunda fazla bir tepkiye neden olmadı.
Shaul, direktifin ordu dışında uluslararası arenada tartışmalı olmasına rağmen, bir asker olarak bunu ilk duyduğunda politikanın açık bir şekilde mantıklı olduğunu söyledi.
“Bence insanlar bunu duyarsızlık olarak gördüler çünkü emir askerleri öldürmekti” dedi.
“Ama askerler olarak bu çok mantıklı. Kaçırılmak ve belki de hayatınızın geri kalanında kayıp olmak istemezsiniz. Ya da kim bilir başınıza başka neler gelebilir?”
Diğer orduların da benzer direktifleri var mı?
Bellal, birçok ordu düşmana fazla bilgi vermemek için gizli operasyonlar yürüttüğünden, diğer orduların ne yaptığını bilmenin zor olduğunu söyledi.
Ancak birçok devletin resmi çizgisinin, kaçıranlarla ve özellikle de “terörist” olarak gördükleri gruplarla müzakere etmemek yönünde olduğunu sözlerine ekledi.
İlginizi Çekebilir
-
Hamas, Edan Alexander’ı serbest bırakacak
-
İsrail, Suriye’den sonra Lübnan’da da kalıcı işgale hazırlanıyor
-
Witkoff’un yeni ateşkes önerisine Hamas’tan itiraz
-
Ukrayna, Rusya ile barış görüşmelerinde ‘kırmızı çizgilerini’ belirledi
-
ABD ve İsrail Filistinlileri Gazze’den sürmek için Afrika’dan yer bakıyor
-
“Diplomatik çözümün” sonu İsrail-Lübnan normalleşmesi mi?
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
4 gün önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Çevirmenin notu: İktisatçı Michael Roberts’ın aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi, Donald Trump’ın gümrük tarifelerinin ABD ekonomisine vereceği zararı inceliyor. Nitekim, Trump Kanada ve Meksika’ya getirdiği gümrük vergilerinin önemli bir kısmından geri adım atmak zorunda kaldı. ABD Başkanının Kongre konuşmasında bu vergilerin tüketicilerde “küçük bir rahatsızlık” yaratacağı iddiası, gerçeğin bambaşka oluşuyla birlikte boşa düşüyor.
Trump’ın ‘küçük rahatsızlığı’
Michael Roberts
The Next Recession
5 Mart 2025
Görevdeki 100 günün ardından dün ABD Kongresinde konuşan Başkan Donald Trump, ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından ithalata getirilen yeni gümrük vergilerinin “biraz rahatsızlık” yaratacağını iddia etti. Fakat yakında bunun sona ereceğini ve “gümrük vergilerinin Amerika’yı yeniden zenginleştirmek ve Amerika’yı yeniden büyük yapmakla ilgili olduğunu ” söyledi: “Bu gerçekleşiyor ve oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşecek.”
Gerçekten de çok hızlı bir şekilde. Trump dün Kanada ve Meksika’dan ABD’ye ithal edilen mallara %25, Çin’den ithal edilen mallara ise %10 ek gümrük vergisi getirerek Amerika’nın en büyük üç ticaret ortağını önemli ölçüde daha yüksek bariyerlerle karşı karşıya bıraktı. Bu hamleler Pekin’in hemen tepkisini çekti ve Pekin 10 Mart’tan itibaren soya fasulyesi ve sığır etinden mısır ve buğdaya kadar ABD tarım ürünlerine %10-15 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Kanada da 107 milyar dolarlık ABD ithalatına, 21 milyar dolarlık ithalattan başlamak üzere, derhal gümrük vergisi getireceğini açıkladı. Başbakan Justin Trudeau, “Kanada bu haksız kararın cevapsız kalmasına izin vermeyecektir,” dedi. Ottawa’ya karşı uygulanan vergiler, %10’luk bir tarifeyle karşı karşıya olan Kanada petrol ve enerji ürünleri hariç %25 olarak belirlendi. Kanada, ABD’nin ham petrol ithalatının yaklaşık %60’ını gerçekleştiriyor.
Çin ayrıca ABD şirketlerini de hedef alarak on şirketi ulusal güvenlik kara listesine aldı ve diğer 15 şirkete ihracat kontrolü getirdi. Ayrıca ABD’li biyoteknoloji şirketi Illumina’nın gen dizileme ekipmanlarını Çin’e ihraç etmesini yasakladı. Pekin, Trump’ın ilk gümrük vergileri saldırısına yanıt olarak Illumina’yı geçen ay “güvenilmez kuruluşlar” listesine eklemişti.
Planlanan tüm gümrük vergileri ABD’nin gümrük vergisi oranını birkaç hafta içinde %20’nin üzerine çıkaracak ve bu oran Birinci Dünya Savaşı öncesinden bu yana görülen en yüksek oran olacak. Joseph Politano’nun da belirttiği gibi, ABD’nin 1,3 trilyon dolarlık ithalatını ya da ABD’ye getirilen tüm malların yaklaşık %42’sini kapsayan bu eylemlerin maliyeti muazzam ya da yaklaşık bir asır önceki meşhur Smoot-Hawley Yasası’ndan bu yana tek başına en büyük tarife artışı.
Gümrük vergileri ABD’de benzin, gübre, çelik, alüminyum, ahşap, plastik ve dahası gibi temel hammaddelerin fiyatlarını artıracak. Özellikle Meksika’dan gelen taze meyve ve sebzeler olmak üzere, bakkaliye ürünlerini bulmak zorlaşacak. Karmaşık entegre Kuzey Amerika tedarik zincirlerine –araçlar, bilgisayarlar, kimyasallar, uçaklar ve daha fazlası– dayanan imalat sektörleri, bu bağlantıların zorla koparılması halinde durma noktasına gelebilir. Üretimin özellikle Çin ve Meksika’da yoğunlaştığı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar ve beyaz eşyalar için maliyetler artabilir. İhracatçılar artan hammadde maliyetleri, para biriminin değer kazanması ve yaklaşan misilleme gümrük vergileri nedeniyle zarar görecek ve bunların hepsi ABD iktisadi faaliyetlerini azaltacaktır.
Bu tarifelerin toplam maliyeti, ABD’li tüketicilerin ve işletmelerin ithal mal alımları için daha fazla ödeme yapmalarıyla 160 milyar doları bulacak ve daha fazlası da gelecek. Trump’ın salı günü aldığı önlemler, önerdiği önlemlerin yalnızca %40’ını oluşturuyor. Bir sonraki parti uygulamaya konulursa, ithalat maliyetini 600 milyar doların üzerine ya da GSYİH’nin %1,6’sına çıkaracak.
İthal mallara gümrük vergisi koymanın iktisadi argümanlarından biri yerli şirketleri yabancı rekabetten korumak. İthalatın vergilendirilmesiyle yurtiçi fiyatlar nispeten ucuzlar ve vatandaşlar harcamalarını yabancı mallardan yerli mallara kaydırarak yerli sanayiyi genişletir. Fakat bu argümanın çok az ampirik dayanağı vardır. New York Fed yakın zamanda artan gümrük vergilerinin yerli firmalar üzerindeki etkisini analiz etti. Çalışmada şu sonuca varıldı: “Küresel tedarik zincirlerinin karmaşık olması ve yabancı ülkelerin misilleme yapması nedeniyle gümrük tarifelerinin uygulanmasından kazanç elde etmek zordur. Ticaret savaşının açıklandığı günlerde borsa getirilerini kullanarak elde ettiğimiz sonuçlar, firmaların beklenen nakit akışlarında ve reel sonuçlarda büyük kayıplar yaşadığını gösteriyor. Bu kayıplar geniş tabanlı olup, Çin’e maruz kalan firmalar en büyük kayıpları yaşadı.”
Dahası, Danimarkalı iktisatçı Jesper Rangvid’in de gösterdiği gibi, Trump sadece iki taraflı mal ticaretine bakıyor; hizmet ticaretini ve sermaye ile emekten elde edilen kazançları göz ardı ediyor. Öyle ki, ABD’nin en azından Avro bölgesine yaptığı hizmet ihracatından elde ettiği gelir ve bu bölgeye ihraç ettiği sermaye ve işgücü ücretlerinden elde ettiği getiri, mal ticaretindeki iki taraflı açığını telafi etmektedir. Avro bölgesinin ABD ile olan toplam ikili cari işlemler dengesi sıfıra yakındır.
Trump’ın gümrük vergisi yaylım ateşi ‘Amerika’yı yeniden büyük yapmak’ bir yana, ABD ekonomisini ve onunla birlikte diğer büyük ekonomileri resesyona sürükleme ihtimaline sahip. Kiel Enstitüsü, AB’nin ABD’ye ihracatının %15-17 oranında düşeceğini, bunun da AB ekonomisinde %0,4 oranında “önemli” bir daralmaya yol açacağını, ABD GSYİH’sinin ise %0,17 oranında küçüleceğini hesaplıyor. AB’nin misilleme gümrük vergileri uygulaması halinde, bu ekonomik zararı iki katına çıkaracak ve enflasyonu 1,5 puan artıracak. Almanya’nın ABD’ye mamul mal ihracatı neredeyse %20 oranında düşerek en kötü darbeyi alacak. Zaman içinde kaybedilen ihracatın tam büyüklüğü belirsiz olsa da (tedarik zincirlerinin yeniden kurulması zaman alacağından), bu vergilerin devam etmesi halinde ABD ile ticaret yapan büyük ekonomilerin GSYİH’lerinde önemli bir düşüş yaratması muhtemel.
ABD imalatı üzerindeki genel etki, ihracat kaybında GSYİH’nin yaklaşık %1’ini bulabilir.
Bu tahminlerden biri. Yale Üniversitesi iktisatçıları daha da ileri gidiyor. Planlanan %25’lik Kanada ve Meksika tarifeleri ile %10’luk Çin tarifelerinin yanı sıra halihazırda yürürlükte olan %10’luk Çin tarifelerinin etkisini modellediler. Bu tarifelerin, efektif ortalama tarife oranını 1943’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkaracağını hesapladılar. Yurtiçi fiyatlar mevcut enflasyon oranına göre %1’in üzerinde artacak ki bu da 2024 yılında hane başına ortalama 1.600-2.000 dolar tüketici kaybına eşdeğerdir. ABD’nin reel GSYİH büyümesini bu yıl %0,6 puan düşürecek ve gelecekteki yıllık büyüme oranlarından %0,3-0,4 puan azaltarak yapay zeka infüzyonundan beklenen verimlilik kazanımlarını silecek.
ABD’deki Uluslararası Ticaret Odası [ICC] o kadar endişeli ki, Trump planlarından geri adım atmazsa dünya ekonomisinin 1930’lardaki Büyük Buhran’a benzer bir çöküşle karşı karşıya kalabileceğini düşünüyor. ICC Genel Sekreter Yardımcısı Andrew Wilson, “Derin endişemiz, bunun bizi 1930’ların ticaret savaşı bölgesine sokan aşağı doğru bir sarmalın başlangıcı olabileceği,” diyor. Dolayısıyla Trump’ın önlemleri “küçük bir rahatsızlığın” çok ötesine geçebilir .
Yeni gümrük tarifelerinin açıklanmasından önce bile ABD ekonomisinin bir miktar yavaşladığına dair önemli işaretler vardı. Artan ithalat tarifelerinin etkisi resesyon için bir kırılma noktası olabilir. Wall Street de böyle düşünüyordu. Trump gümrük vergisi önlemlerini açıkladığında, Trump’ın seçim zaferinden bu yana ABD borsasında elde edilen tüm kazançlar silindi.
Birkaç hafta içinde ABD ekonomisine ilişkin söylem, ABD ekonomisinin “istisnailiğinden” büyümede ani bir gerilemeye ilişkin endişeye dönüştü. Perakende satışlar, imalat, reel tüketici harcamaları, konut satışları ve tüketici güveni göstergelerinin hepsi son bir iki ay içinde düşüş gösterdi. 2025’in ilk çeyreği için reel GSYİH büyümesine ilişkin konsensüs tahminleri artık sadece yıllık %1,2.
Atlanta Fed’in yakından takip edilen mevcut GSYİH ŞİMDİ izleyicisi ise tam bir daralma öngörüyor.
ABD imalatı bir yıl ya da daha uzun bir süredir durgunluk içinde fakat imalat faaliyetlerine ilişkin son göstergelerde endişe verici olan bir diğer husus da maliyetlerdeki önemli artış. ISM Başkanı Timothy Fiore, “Şirketler yeni yönetimin tarife politikasının ilk operasyonel şokunu yaşarken talep azaldı, üretim dengelendi ve personel çıkarma devam etti. Tarifeler nedeniyle hızlanan fiyat artışı, yeni siparişlerin birikmesine, tedarikçi teslimatlarının durmasına ve imalat envanterinin etkilenmesine neden oldu,” diyor. Yeni siparişler Mart 2022’den bu yana en büyük düşüşü göstererek daralma bölgesine girdi ve üretim keskin bir şekilde yavaşladı. Buna ek olarak, fiyat baskıları Haziran 2022’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı.
Fakat pandeminin sona ermesinden bu yana ABD ekonomisinin sözümona istisnailiği her zaman istatistiksel bir yanılsamaydı. Bir çalışma, birçok Amerikan hanesi için istihdam, ücretler ve enflasyonla ilgili gerçek hikayeyi ortaya koyuyor. İlk olarak, resmi rakamlara göre neredeyse rekor düzeyde düşük olan işsizlik oranı sadece %4,2. Fakat bu rakam, ara sıra iş yapan evsiz insanları da istihdam edilmiş olarak kabul ediyor. İşsizlere yarı zamanlı iş dışında bir iş bulamayanlar ya da yoksulluk ücreti (kabaca 25.000 dolar) alanlar da dahil edilirse, bu oran aslında %23,7. Başka bir deyişle, bugün Amerika’da neredeyse her dört çalışandan biri işlevsel olarak işsizdir. Resmi medyan ücret 61.900 dolar. Fakat işgücündeki herkesi takip ederseniz, yani yarı zamanlı çalışanları ve işsiz iş arayanları dahil ederseniz, medyan ücret aslında yılda 52.300 dolardan biraz fazla. “Medyan ücretle çalışan Amerikalı işçiler, geçerli istatistiklerin gösterdiğinden %16 daha az kazanıyor.” 2023 yılında resmi enflasyon oranı %4,1 idi. Fakat gerçek yaşam maliyeti bunun iki katından daha fazla arttı: tam %9,4. Bu da 2023 yılında satın alma gücünün medyan olarak %4,3 düştüğü anlamına geliyor.
Avrupalı liderlerin Trump’ın gümrük vergisi hamlelerine ve Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’yı desteklemekten açıkça geri çekilmesine cevabı, daha fazla savaş hazırlığı gibi görünüyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsüne göre, küresel savunma harcamaları geçen yıl 2,2 milyar dolara ulaşarak rekor kırarken, Avrupa’da ise 388 milyar dolara yükselerek ‘soğuk savaş’tan bu yana görülmemiş seviyelere ulaştı. Financial Times’ın liberal Keynesyen iktisat gurusu Martin Wolf, “Savunma harcamalarının önemli ölçüde artması gerekecek,” diyor. “Bu harcamanın 1970’lerde ve 1980’lerde Birleşik Krallık GSYİH’sinin %5’i ya da daha fazlası olduğunu unutmayın. Uzun vadede bu seviyelerde olması gerekmeyebilir: modern Rusya Sovyetler Birliği değil. Yine de, özellikle ABD’nin çekilmesi durumunda, inşa sırasında bu kadar yüksek olması gerekebilir.”
Bunun bedeli nasıl ödenecek? “Eğer savunma harcamaları kalıcı olarak artırılacaksa, hükümet yeterli harcama kesintisi bulamazsa, ki bu da şüpheli, vergilerin arttırılması gerekir.” Fakat endişelenmeyin, tanklara, askerlere ve füzelere yapılan harcamalar aslında bir ekonomi için faydalıdır, diyor Wolf. “Birleşik Krallık gerçekçi bir şekilde savunma yatırımlarının ekonomik getirilerini de bekleyebilir. Tarihsel olarak savaşlar inovasyonun anası olmuştur.” Wolf daha sonra İsrail ve Ukrayna’nın savaştan elde ettiği kazanımlara ilişkin harika örneklerden bahsediyor: “İsrail’in “startup ekonomisi’ ordusunda başladı. Ukraynalılar şimdi dron savaşında devrim yarattılar.” Savaşın getirdiği yeniliklerin insani maliyetinden bahsetmiyor Wolf: ”Ancak asıl önemli olan nokta, savunmaya önemli ölçüde daha fazla harcama yapma ihtiyacının, her ikisi de doğru olsa da, sadece bir gereklilikten ve sadece bir maliyetten daha fazlası olarak görülmesi gerektiği. Eğer doğru şekilde yapılırsa, bu aynı zamanda iktisadi bir fırsattır.” Yani savaş iktisadi durgunluktan çıkış yolu.
Almanya’nın müstakbel Şansölyesi Friedrich Merz de (son seçimleri kazandıktan sonra) aynı hikayeyi benimsedi. Hükümetin hesaplarını ‘dengelemek’ için herhangi bir ekstra mali harcamaya karşı çıktığı seçim kampanyasından tam bir dönüş yaparak, şimdi Avrupa’nın en büyük ekonomisini canlandırmak ve yeniden silahlandırmak için Almanya’nın ordusuna ve altyapısına yüz milyarlarca dolarlık ekstra fon enjekte etme planını destekliyor. Yeni bir düzenleme ile GSYİH’nin %1’inin üzerindeki savunma harcamaları, hükümetin borçlanmasını sınırlayan “borç freninden” muaf tutularak Almanya’nın silahlı kuvvetlerini finanse etmek ve Ukrayna’ya askeri yardım sağlamak için sınırsız miktarda borçlanmasına izin verilecek. Ayrıca, altyapı için on yıl boyunca sürecek 500 milyar avroluk bir fon oluşturmak üzere bir anayasa değişikliği yapmayı planlıyor. Birdenbire silahlanma ve askeri girişimler için bol miktarda nakit ve borçlanma imkanı ortaya çıktı.
İngiltere’nin planı, dünyanın yoksul ülkelerine yönelik yardım programını keserek ‘savunma’ harcamalarını iki katına çıkarmak. Trump ayrıca ABD’nin dış yardımlarını da dondurdu. Küresel borç 2024 yılında 7 trilyon dolar artışla 318 trilyon dolara ulaştı. Küresel borcun küresel GSYİH’ye oranı son dört yılda ilk kez yükseldi; yani borç nominal GSYİH’den daha hızlı artarak GSYİH’nin %328’ine ulaştı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), borç yükleri artmaya devam eden yoksul ülkelerin büyük bir baskı altında olduğu uyarısında bulundu. Bu ekonomilerdeki toplam borç 2024 yılında 4,5 trilyon dolar artarak, gelişmekte olan piyasaların toplam borcunu tüm zamanların en yüksek seviyesi olan GSYİH’nin %245’ine çıkardı. Bu yoksul ekonomilerin birçoğu bu yıl 8,2 trilyon dolarlık rekor bir borcu çevirmek zorunda ve bunun yaklaşık %10’u yabancı para cinsinden; bu da finansmanın kesilmesi halinde hızla tehlikeli bir hal alabilecek bir durum. Yani önümüzde daha fazla savaş ve daha fazla yoksulluk var.

Alman partilerinin ‘savaş’ anlaşması borsayı uçurdu

Almanya’da Siemens yöneticileri Kırım’a türbin sevkiyatı nedeniyle yargılanacak

G7 bildirisinin hedefinde İran var

NATO Genel Sekreteri Rutte: Savaş sonrası Rusya ile ilişkiler yeniden kurulmalı

İtalya, Ukrayna konusunda Trump ile ortak zemin arıyor
Çok Okunanlar
-
AVRUPA3 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
AMERİKA2 hafta önce
Palantir CEO’su Karp’tan Silikon Vadisi’ne: Silah başına!
-
DÜNYA BASINI4 gün önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Gazze’de tatil hayali mi, kriz tarifi mi?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump’ın Silikon Vadisi’ndeki adamı Thiel’in antidemokratik distopyası
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 4
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Doğu Almanya’da neofaşizmin yükselişine Batı Almanya’nın katkısı
-
GÖRÜŞ6 gün önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi