GÖRÜŞ
Kamala Harris komünist mi?
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.trÇağla Üren
Trump’ın ve Harris’in ekonomi politikaları Amerikalılar için ne öngörüyor ve ne vaat ediyor?
Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık Seçimleri öncesinde Donald Trump’ın suikast girişimine uğramasının ardından gerilim yükselirken adaylar arasındaki atışmalar da yeni bir boyuta taşındı.
Son olarak Trump’ın, ekonomi planını açıklayan Kamala Harris’e “komünist” demesi hem Demokrat Parti içinde hem de küresel sol kamuoyunda bir tartışmanın fitilini ateşledi.
Cumhuriyetçiler Harris’in komünist olduğunu savunurken, Demokrat Parti’nin daha radikal üyeleri Harris’in sosyalist olmadığını, bu yüzden Bernie Sanders’ı desteklediklerini dile getiriyor.
Bu arada uzmanlar da Harris’in ekonomi planını masaya yatırıyor ve Demokrat adayın gerçekten komünist olup olmadığı tartışmasına dahil oluyor.
Peki Harris gerçekten de komünist mi veya açıkladığı ekonomi planı sosyalist bir politika mı?
Tarafların ekonomi planlarına bakış
Adaylar sıklıkla ekonomi politikalarına odaklanan konuşmalar yapıyor. Bu konuşmalardan yola çıkarak iki adayın ekonomi planlarının bir karşılaştırmasını yaparak başlayabiliriz. Ancak adayların seçilmeleri durumunda uygulayacaklarını söyledikleri bu planların Kongre onayı gerektireceğini de not etmek gerek.
- Bahşişler üzerindeki federal vergiler
Aslında hem Trump’ın hem de Harris’in kampanyası popülist bir eğilimi yansıtıyor. Örneğin iki aday da bahşişler üzerindeki federal vergilerin kaldırılması çağrısında bulundu. Trump fikri ilk açıklayan olduğu için rakibini kendisini taklit etmekle suçluyor. Hatta öneri, Trump’ın kampanya mitinglerindeki en sevdiği vaatlerden biri haline gelmiş durumda. Trump fikri ilk olarak haziran ayında, birçok konaklama ve hizmet çalışanının yaşadığı Nevada, Las Vegas’ta ortaya atmıştı.
Yale Üniversitesi’ndeki Bütçe Laboratuvarı’na göre, ABD’de 2023’te yaklaşık 4 milyon kişi bahşişli işlerde çalıştı, bu da tüm istihdamın yaklaşık yüzde 2,5’ine denk geliyor. Ancak bu iş kolundakilerin üçte birinden fazlası federal gelir vergisi borcunu ödeyemeyecek kadar az kazanıyor.
Trump hem federal gelir hem de bordro vergilerinin kaldırılması sözünü verirken, Harris sadece federal gelir vergileri üzerinde duruyor.
- Sosyal güvenlik yardımları üzerindeki vergiler
Trump ayrıca bir diğer etkili oy bloğuna, yani yaşlı vatandaşlara vergi indirimi teklif ediyor. Geçen ay Sosyal Güvenlik yardımlarındaki vergileri kaldırmak istediğini şu sözlerle duyurdu.
“Enflasyondan muzdarip sabit gelirli yaşlılara yardım etmek için Sosyal Güvenlik’e vergi uygulanmayacak. Bunu durduracağız.”
Öte yandan bir komite analizi, verginin kaldırılmasının federal açığı 2035’e kadar 1,6 trilyon ila 1,8 trilyon dolar artıracağını gösteriyor. Sosyal Güvenlik ve sosyal sağlık kurumu Medicare’in fonları daha erken tükenirse ve yardımlar kesilmek zorunda kalırsa birçok yaşlı sonunda zarar görebilir.
- Gümrük vergileri
Bunun yanı sıra Trump, Beyaz Saray’a dönerse daha fazla gümrük vergisi getireceğini söylüyor. Harris ise ticaret planlarından özel olarak bahsetmedi. Ancak Joe Biden-Harris yönetimi Trump dönemindeki gümrük tarifelerinin çoğunu devam ettirmiş ve hatta bazılarını artırmıştı.
Trump, tüm ülkelerden yapılan tüm ithalatlara en az yüzde 10’luk bir tarife, tüm Çin ithalatlarına da yüzde 60’ın üzerinde bir tarife eklenmesini istediğini dile getiriyor.
Eski başkan, yeni gümrük vergilerinin ülke içindeki işleri canlandıracağını ve geliri artıracağını iddia etse de ekonomistler bu gümrük vergilerinin tipik bir orta gelirli haneye yılda 1.700 dolara mal olabileceğini belirtiyor. Nitekim gümrük vergileri yabancı ülkeler tarafından değil, ABD ithalatçıları tarafından ödeniyor.
Amerikalılar Trump’ın yönetimi sırasında ithal güneş panelleri, çelik ve alüminyum ile Çin mallarına uyguladığı gümrük vergileri nedeniyle bugüne kadar 242 milyar dolardan fazla ödeme yaptı.
Mart ayında Trump, bir dönem daha kazanırsa ABD dışında üretilen tüm arabalara yüzde 100 yeni bir gümrük vergisi koyacağını söylemişti.
Mayıs ayında, Biden-Harris yönetimi de iki yıl içinde çelik ve alüminyum, yarı iletkenler ve elektrikli araçlar dahil olmak üzere belirli Çin malı ürünlere gümrük vergilerini artırma planını uygulamaya koymuştu.
- Vergi kesintileri
Eski başkan Trump, ana hedeflerinden birinin, ilk döneminin en önemli başarılarından biri olan 2017 Vergi Kesintileri ve İş Yasası’ndaki kapsamlı vergi kesintilerini genişletmek olduğunu da söylüyor. Zira halihazırda var olan bireysel gelir ve miras vergisi indirimleri gelecek yılın sonunda sona eriyor.
Trump konuyla ilgili bir konuşmasında, “Çalışanlara ve ailelere ekonomik rahatlama sağlamak için ek vergi kesintileri yapacağız ve bunları kalıcı hale getireceğiz” dedi.
Harris ise Biden’ın yılda 400 bin doların altında kazanan hiç kimseden vergi almama sözünü sürdüreceğini dile getiriyor. Trump’ın vergi kesintisi sözünü de eleştiren Harris, bir konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Donald Trump milyarderler ve büyük şirketler için mücadele ediyor. Ben de çalışan ve orta sınıf Amerikalılara için mücadele edeceğim.”
Harris’in planı 100 milyondan fazla Amerikalıya vergi indirimi sağlamak.
- Orta sınıf için vergi kredileri
Bunun yanı sıra Harris, çocuk bakımıyla ilgili vergi kredisini 2 bin dolardan 3 bin 600 dolara çıkarmayı ve bunu kalıcı hale getirmeyi talep edecek. Bu alandaki önceki iyileştirme 2021’de yürürlüğe girmişti. Ancak Biden maliyetler nedeniyle bunun süresini uzatamamıştı.
Harris’in planı ayrıca, yaşamlarının ilk yılında çocuk sahibi olan orta sınıf ve düşük gelirli aileler için 6 bin dolara varan yeni bir çocuk vergi kredisi eklemeyi öngörüyor.
Ayrıca 2025 sonunda sona ermesi planlanan ve daha cömert bir paket olan Uygun Fiyatlı Bakım Yasası prim sübvansiyonlarının uzatılmasını talep ediyor.
Öte yandan Harris epey maliyetli olacağı düşünülen bu planların ne kadar süreyle yürürlükte kalacağını açıklamadı.
- Konut krizi
Harris, ülkenin uygun fiyatlı konut eksikliğini gidermek için de bir plan duyurdu. Planın bir kısmı Biden’ın daha önce açıkladığı tekliflere dayanıyor.
Başkan yardımcısı, ilk kez ev sahibi olacaklar için 25 bin dolara kadar peşinat desteği sağlamayı vaat ediyor. Bu kesim için 10 bin dolarlık bir vergi kredisi de sağlanacak.
Harris ayrıca 3 milyon yeni konut birimi inşa edilmesini istiyor. İnşaatı teşvik etmek için de ilk kez ev sahibi olacaklara satılan evler yapan inşaatçılara ilk vergi teşvikini verecek. Buna ek olarak, Harris, Biden yönetimi tarafından daha önce duyurulan fonun iki katı büyüklüğünde, 40 milyar dolarlık yeni bir inovasyon fonu oluşturmak istiyor.
Harris’in ABD’de kira maliyetlerini düşürmeyi amaçlayan teklifleri de var. Birincisi, ev sahiplerinin kiraları belirlemek için algoritma odaklı fiyat belirleme araçlarını kullanması engellenecek. İkincisi, vergi avantajlarını kaldırarak zengin yatırımcıları mülk satın almaktan ve kiraları toplu olarak artırmaktan caydırma hedefinde.
Trump ise konut açığını hafifletmek için federal arazilerin kullanılmasından bahsediyor. Bir basın toplantısında, “Konut inşaatı için federal arazileri açacağız” ifadelerini kullandı.
Harris de federal arazilerin açılması gerekliliğinden söz etmişti.
Bunun yanı sıra Cumhuriyetçi Ulusal Komite platformu, partinin ilk kez ev sahibi olacaklar için vergi teşvikleri ve destek sağlayacağını ve enflasyonu düşürerek ipotek oranlarını da azaltacağını söylüyor.
- İlaç maliyetleri
Son olarak Harris, reçeteli ilaç maliyetlerini azaltma çabalarına dayanan bir plan da duyurdu.
Buna göre insülin için mevcut cepten ödeme üst sınırının (aylık 35 dolar) ve reçeteli ilaçlar için yıllık 2 bin dolarlık cepten ödeme üst sınırının genişletilmesi öngörülüyor.
Harris ayrıca, milyonlarca kişinin tıbbi borçlarını iptal etmek istiyor.
Dananın kuyruğunun koptuğu yer: Fiyat kontrolleri
Hem Harris hem de Trump, Amerikalılar için bakkaliye ve diğer günlük ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını ele almaya odaklanıyor.
Trump Oval Ofis’e döndüğü ilk gün, tüm kurum başkanlarına ve kabine sekreterlerine “enflasyonu yenmek ve tüketici fiyatlarını hızla düşürmek için emrindeki her aracı ve yetkiyi kullanmaları” talimatını vereceğini söylüyor. Ayrıca petrol ve gaz üretimini artırarak fiyatları düşüreceğini birçok kez dile getirdi.
Harris ise şirketleri hedef alan ve market fiyatlarını düşürmeyi amaçlayan federal bir “fiyat sömürüsü yasağı” çağrısında bulundu. Bu çağrı uyarınca Federal Ticaret Komisyonu’nun, fahiş fiyatlar belirleyen şirketlere ağır cezalar getirmesi talep ediliyor.
Bazı şirketlerin krizleri fırsat bilerek fiyatlarını artırdığını ileri süren Harris, “Çoğu işletme iş yaratıyor, ekonomimize katkıda bulunuyor ve kurallara göre oynuyor, ancak bazıları yapmıyor. Ve bu doğru değil” diyerek fiyatların sabit tutulması konusunda kararlı olduğunu vurguladı.
Trump’ın Harris’i “komünist” diye nitelemesinin arkasında da bu fiyat kontrolü planı var. Cumhuriyetçi başkan adayı, “Yoldaş Kamala” diye tanımladığı Harris’in bu planını Venezuela ve Sovyetler Birliği’nde uygulanan politikalara benzettti:
“Ülkemizi mahvetmek istiyor. Yoldaş Kamala, felaket düzeyinde bir enflasyona neden olduktan sonra sosyalist fiyat kontrolleri uygulamak istediğini duyurdu. Bu komünisttir; bu Marksisttir; bu faşisttir.”
Nixon da aynı planı uygulamıştı
Cumhuriyetçiler, Harris ve aday arkadaşı Tim Waltz için “komünist” nitelemesini son dönemde giderek daha sık kullanıyor.
Harris’in ekonomi planı çoğu ekonomist tarafından “sosyal demokrat bir anlayış” olarak değerlendirilse de uzmanlar fiyat kontrollerinin tek başına sosyalist bir uygulama olmadığını vurguluyor.
Nitekim söz konusu plan, Cumhuriyetçi Başkan Richard Nixon tarafından 1970’lerde de uygulanmıştı.
Öyle ki Harris’in fiyat kontrolü vaatlerine karşı çıkanlar, gerekçe olarak Nixon’ın politikasının başarısızlıkla sonuçlanmasını öne sürüyor. Nixon’ın ücret ve fiyat kontrollerinin durgun enflasyon dönemine katkıda bulunduğunu savunuyorlar.
Örneğin Antitrust Education Project (Tekel Karşıtı Eğitim Projesi) başkanı Robert Bork Jr., “Harris’in kumarı, tıpkı Nixon’ın ücret ve fiyat kontrolleri gibi siyasi açıdan popüler olabilir ama ekonomik etkileri hepimizin acı çekmesine neden olacak” diyor.
Nobel ödüllü ekonomist: Harris komünist değil
Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman, Trump’ın Harris’e “komünist” diyerek “umutsuz bir siyasi hamle yaptığını” savunuyor.
Krugman, Eski Başkan Ronald Reagan’ın, Amrikalıları “Medicare” gibi sosyal sağlık programlarının özgürlüklerini kaybetmelerine yol açacağına inandırmak için “komünist avı” stratejilerini canlandırdığını hatırlatarak Trump’ın taktiğini bu sürece benzetiyor.
New York Times’ta yazdığı makalede ekonomist, şöyle ekliyor:
“Cumhuriyetçiler, seçmenleri, eski bir savcı olan ılımlı merkez sol bir Demokratın, sırf siyah bir kadın olduğu için komünist olduğuna ikna edebileceğine inanıyor.”
“Keşke bu doğru olsaydı”
Yorumcu ve yazar Ben Burgis ise Demokrat Parti’nin öne çıkan bir diğer ismi Sanders’ın Harris’ten daha radikal bir çizgide olduğunu savunarak, “Trump, Kamala Harris’in radikal bir Marksist olduğuna inanmanızı istiyor. Keşke bu doğru olsaydı” ifadelerini kullanıyor.
CNBC‘de kaleme aldığı yazıda Burgis, Harris’in sosyal politika vaatlerinin halihazırda Avrupalı ülkelerde yürürlükte olan uygulamaları andırdığını savunuyor:
“Harris ve Walz gerçekten o ‘yoldaş’ etiketini kazanmak istiyorsa, ABD’yi diğer Batılı demokrasilerle aynı çizgiye getirmeye yönelik önerilerin ötesine geçmeli ve çok daha radikal terimlerle düşünmeye başlamalılar.”
Burgis ayrıca Harris ve kampanya ekibinin Filistin politikasını da sert eleştiriyor:
“Protestocular Harris’in İsrail’e silah göndermeyi bırakmayı taahhüt etmesini talep ediyor ama ulusal güvenlik danışmanı, İsrail’in İran ve İran destekli gruplara karşı kendini savunabilmesini her zaman sağlayacağını söylüyor.”
Harris iş garantisi talebini reddetmişti
Yazar ayrıca, Harris’in daha önce iş ve ulusal sağlık hizmeti garantisi gibi talepleri reddettiğini hatırlatıyor. Gerçekten de temmuz ayı sonunda Harris’in kampanyasından gelen açıklamada 2019’daki “Yeşil Yeni Düzen” kararının bir parçası olan federal iş garantisini artık desteklemedikleri belirtilmişti.
ABD’de petrol, gaz ve kömür gibi endüstrilerdeki birçok işçi, yeşil enerji kaynaklarına geçiş sürecinde mesleklerinin ortadan kalkacağından endişe ediyor. Bahsi geçen ve o dönemde Harris’in de desteklediği Yeşil Yeni Düzen kararı ise isteyen her Amerikalıya “aile geçindirebilecek ücrete sahip bir iş garanti etmeyi” vaat ediyordu.
Burgis, konuyla ilgili şu ifadelerini kullanıyor:
“Eminim Harris’in İsrail’e desteği, koalisyonundaki ulusal güvenlik şahinlerini memnun ediyordur. Tıpkı ulusal sağlık hizmetini ve iş garantisini reddetmesinin bağışçı sınıfını (zengin ve yüksek eğitimli küçük bir grubu tanımlamak için kullanılan bir terim) memnun etmesi gibi. O zaman ‘pembe saçlı Marksistlerden’ veya hatta Bernie tarzı sosyal demokratlardan coşkulu ‘tezahürat’ beklemesinler.”
İlginizi Çekebilir
-
Trump: Seçim günü düzeni korumak için ordu kullanılabilir
-
Ekonomistler değerlendirdi: Trump’ın politikaları enflasyonu körükleyecek mi?
-
“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”
-
Trump’ın Hazine Bakanı adayı Bessent: Doları zayıflatmayacağız
-
Çin ordusu Tayvan etrafında ‘abluka’ tatbikatı gerçekleştiriyor, ABD ‘endişeli’
-
ABD’de kasırga felaketi: Kurtarma ekipleri, ‘silahlı milisler’ yüzünden afet bölgesinden çekildi
GÖRÜŞ
Rusya-Ukrayna Savaşı ‘Afganlaştırma’dan ‘Filistinleştirme’ye doğru gidiyor
Yayınlanma
10 saat önce14/10/2024
Yazar
Ma Xiaolin9 Ekim’de Hırvatistan’da düzenlenen Ukrayna-Güneydoğu Avrupa Zirvesi’nde konuşan Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, Ukrayna’nın önümüzdeki üç ay içerisinde “barış ve kalıcı istikrarı teşvik etme” fırsatına sahip olduğunu ve savaş alanındaki durumun Rusya ile olan çatışmayı en geç 2025 yılına kadar sona erdirmek üzere kararlı adımlar atılması için bir fırsat yarattığını söyledi. Ardından, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya gibi NATO ve AB’nin dört ana üyesinden yardım ve destek talep etmek için lobi yapma çabalarını başlattı.
Bu, Zelenski’nin Rusya-Ukrayna savaşının patlak vermesinden bu yana verdiği en iyimser ve en belirgin zaman çerçevesine sahip barış mesajıydı. Açıkça, sadece planlanan ikinci Ukrayna sorunu “barış zirvesi”ne umut bağlamakla kalmayıp, aynı zamanda Kiev yönetiminin büyük tavizler verme yolunda kamuoyunu hazırlamaya çalıştığını da gösteriyor. Son dönemdeki birçok belirti, iki yıl sekiz ay süren, Rusya-Ukrayna doğrudan çatışmasının ve NATO’nun 32 üyesinin dolaylı olarak dahil olduğu bu savaşın, büyük güçlerin temel çıkarları ve ABD politikalarının belirsizliğiyle ilgili olarak barış yoluyla çözülme perspektifine girmeye başladığını gösteriyor. Bu durum, “Afganlaştırma”dan “Filistinleştirme”ye hızla dönüşme eğiliminde görünüyor, böylece savaşın tamamen kontrolden çıkıp gerçek bir “Üçüncü Dünya Savaşı”na dönüşmesi engellenmiş olur.
Askeri düzeyde, savaştaki zafer dengesi daha da net bir şekilde Rusya lehine dönmüş görünüyor. 3 Ekim’de, Rus ordusu, Ukrayna’nın yaklaşık 10 yıldır işlettiği ve savunduğu Donbas’taki büyük askeri üssü olan Ugledar’ı kontrol altına aldı. Bu bölge, Ukrayna’nın önemli lojistik destek ve ikmal merkezi, Ukrayna ordusunun güney ve doğu cephelerinde birleşim noktasıydı ve iki ordu arasında iki yıl süren bir ‘kıyma makinesi’ mücadelesine dönüşmüştü. Ugledar’ın kaybı, stratejik anlamda Mariupol ve Bakhmut gibi önemli savaş noktalarının el değiştirmesiyle eşdeğerdi.
Rusya, Ugledar’ı aldıktan sonra sadece Donbas bölgesinde ilerlemeyi kolaylaştırmakla kalmadı, aynı zamanda güneydeki kara bağlantılarını ve Kerç Boğazı’na giden demiryolu güvenliğini güçlendirebildi. Ukrayna ise doğu ve güneydeki önemli manevra alanlarını ve sağlam köprübaşlarını kaybetti, Kiev yönetimi ve halkı ise psikolojik, kamuoyu ve diplomatik açıdan bir dizi yenilgiyi daha fazla hissetmek zorunda kaldı.
Diplomatik düzeyde, ABD seçimleri, Ukrayna için olumsuz sinyaller vermeye başlıyor. Biden yönetimi, Ukrayna’ya sağlanan askeri yardımları giderek azaltıyor; ilk başlarda “Ukrayna’nın ihtiyacı neyse onu yapın” yaklaşımından, “ABD’nin yapabileceği kadarını yapın” yaklaşımına doğru kaymış durumda. Seçimi kazanma şansı yarı yarıya olan Cumhuriyetçiler, Ukrayna’ya destek vermekten sıkıldıklarını açıkça dile getiriyorlar ve Trump’ın seçilmesi durumunda, Biden’ın politikalarını tersine çevirip Ukrayna’yı terk edebileceği belirtiliyor. Hatta Harris yönetimi altında Demokratlar, Amerika’daki iç bölünmeleri ve halkın görüşlerini toparlama zorunluluğuyla Rusya-Ukrayna savaşını hızlandırmaya mecbur olabilirler. NATO-Avrupa kampında, savaşın uzamasıyla ilgili rahatsızlıklar artıyor; askeri teçhizat ve mühimmat stoklarının tükenmesi, ekonomik durumu zorlaştırıyor ve iki arada bir derede kalınan bir seçeneğe dönüşüyor: Savaş zamanına mı geçiş yapmalı, yoksa normal zaman ekonomisine mi devam edilmeli?
Bu durumun etkisi altında, Kiev’deki yetkililer giderek daha karamsar bir tabloya doğru ilerliyor. Bir yandan savaş alanında tutunmaya çalışırken, son bir çabayla Rusya’nın ana karasına karşı saldırmak için nafile bir girişimle stratejik rezervleri harekete geçirdiler ve hatta Rusya tarafından “sis bombası olarak gizlenmiş kimyasal silahların gizli kullanımı” ile suçlanıyorlar. Öte yandan, Ukrayna hükümeti Rusya ile müzakere etmeye istekli barış sinyalleri vermeye başladı.
Financial Times gazetesi 7 Ekim’de Kiev’in, Ukrayna’nın NATO’ya katılması ya da başka güvenlik garantileri elde etmesi karşılığında topraklarının bir kısmını Rusya’ya bırakma konusunda gizli görüşmeler yürüttüğünü bildirdi. Haberde şu ifadeler yer alıyordu: “Görüşmeler kapalı kapılar ardında yapılıyor. Söz konusu anlaşma uyarınca Moskova, işgal ettiği Ukrayna topraklarının yaklaşık beşte biri üzerinde fiili kontrolünü sürdürecek, geri kalanının ise NATO’ya katılmasına ya da benzer güvenlik garantileri almasına izin verilecek.”
Bu yılın mart sonunda, her zaman sert bir tutum sergileyen Zelenski, tutumunu açıkça zayıflattı, geri adım atarak, 1991 sınırlarını yeniden tesis edemeseler bile barış için müzakereleri kabul edebileceğini ifade etti. Aslında, Financial Times’ın son haberi yeni bir bilgi değil; bu, belki de savaşın başında iki tarafın genel olarak kararlaştırdığı bir anlaşma taslağı ya da ABD’nin çekilme planının özüdür.
Ağustos 2023’te Danimarka medyası, ABD CIA Direktörü Burns’ün savaşın sona ermesi karşılığında Ukrayna’nın topraklarının yüzde 16’sından vazgeçmesini sağlama olasılığını test etmek için Kiev’e gizli bir ziyaret gerçekleştirdiğini ortaya çıkardı ve 15 Ağustos’ta NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in genelkurmay başkanı, NATO’ya katılma lisansı karşılığında Ukrayna’nın topraklarının bir kısmını Rusya’ya bırakmasını açıkça önerdi.
Bu ve diğer gelişmeler, büyük güçlerin oyunlarının karmaşıklaştığını ve Rusya-Ukrayna savaşının sona erdirilmesi için düşünülen yeni stratejilerin, “Afganlaştırma”dan “Filistinleşme”ye geçişi hızlandırdığını gösteriyor. “Afganlaştırma” ve “Filistinleşme” terimleri, savaşın patlak vermesinin ardından benimsemiş olduğum akademik kavramsal yaklaşımlardır ve bu yaklaşımlar savaş alanındaki gelişmelerle de doğrulanmış durumda.
Öncelikle ABD, Ukrayna’yı “Afganistan’ın Avrupa versiyonu” olmaya zorluyor, Rusya’ya on yıl boyunca Afganistan’a gömülen ve çöküşünü hızlandıran Sovyetler Birliği’nin tarihi trajedisini yeniden yaşatmaya çalışıyor; Rusya ise Ukrayna üzerindeki ezici kapsamlı gücünü ve coğrafi avantajını Ukrayna’yı “Afganistan’ın Avrupa versiyonu” yapmak için kullanıyor, böylece rakiplerine stratejik kabusu yeniden yaşatmaya çalışıyor. Afganistan’da 20 yıl boyunca Taliban’ı fethedemediler ve nihayetinde birliklerini sıkıntı içinde geri çekmek zorunda kaldılar. Her iki taraf da “Afganistan’ın Avrupa versiyonu”nu kurgularken, eğer Rusya-Ukrayna savaşı “Afganlaştırma” yoluna girerse, bu, acımasız bir tüketim ve duraklama savaşı olur. Kısa vadede üç ila beş yıl, uzun vadede ise sekiz ila on yıl sürebilir. Bu senaryo, Sovyetler Birliği’nin ve ABD ile NATO’nun peş peşe iki Afgan savaşında yaşadıklarına benzer.
Diğer taraftan, Amerika Birleşik Devletleri ve NATO’nun Rusya ile Birinci ve İkinci Dünya Savaşı tarzı konvansiyonel bir dünya savaşı yapma niyetinde olmadığı açıktır, çünkü nükleer silahlar ve uzun menzilli atış araçları her iki tarafın da birbirini yok etmesine ve dünyayı yok etmesine izin vermek için yeterlidir. Çarlık Rusya’sından Sovyetler Birliği’ne kadar Ruslar, uzun bir savaş geçmişine sahip olup, sadece yenilgiyle toprak bırakmayı kabul etmişlerdir. Avrupa’daki küçük ülkeler, her zaman büyük güçlerin masasında müttefik veya kurban olarak kalmışlardır. Bu genel yargıya dayanarak, Rusya’nın büyük bir maliyetle kazanacağı ancak Ukrayna’nın tamamen kaybedeceği bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Rusya, Batı’yı kaybetmiş olsa da, Kırım’ı ve Ukrayna’nın güneydoğusundaki bazı bölgeleri kalıcı olarak ilhak edecek, geriye kalan Batı Ukrayna belki de NATO’ya katılacaktır. Sonrasında Rusya, ilhak ettiği toprakları “Ruslaştırmak” için her şeyi yapacaktır, Ukrayna milliyetçi direnişçileri ise uzun süre Rusya’yı taciz edecek ve kaybedilen toprakları yeniden alma çabasında olacaktır. Bu tablo nihayetinde Ukrayna’yı “Avrupa versiyonu Filistin” haline getirebilir: Önce büyük güç çıkarları yüzünden bölünecek, sonra durmaksızın bölünme, karşı bölünme, işgal ve karşı işgal, ilhak ve karşı ilhak gibi sürekli bir çatışma ortamına sürüklenebilir. Tıpkı 70 yılı aşkın süredir devam eden Filistin-İsrail çatışmasında olduğu gibi.
Başlangıçta ittifak stratejisini savunan ve Trump yönetimi tarafından ciddi şekilde zedelenen transatlantik ilişkiyi yeniden inşa etmeye çalışan Biden yönetimi, Rusya’nın 2021 sonunda NATO’nun doğuya doğru genişlemesini durdurma ve savunma hattını 1999 pozisyonuna çekme talebini reddetti ve Rusya’nın birlikleriyle askeri yollarla başa çıkmayacağını açıkça ilan ederek çaresiz Moskova yetkililerini ABD’nin alt akımlarına nüfuz etmeye ve kategorik olarak “özel bir askeri operasyon” başlatmaya teşvik etti. Sonrasında, Biden yönetimi, İngiltere aracılığıyla Ukrayna’ya baskı yaparak, Rusya-Ukrayna arasında varılmak üzere olan ateşkesi bozmuş ve NATO üyeleri üzerinden Ukrayna’ya destek sağlama sözünü vermişti. Bu destek, “ne kadar sürerse desteklemeye devam etme” sözüyle pekiştirilmişti.
Batı Avrupa ülkeleri, binlerce yıldır süregelen “Rusofobi” ile gerçekliğin “ürpertici etkisi” temelinde, birbirlerine yardım etme ihtiyacından hareketle, Rusya’nın Ukrayna’yı ilhak etme girişimini engellemek için Ukrayna’yı kararlı bir şekilde destekledi. Rusya’nın ilhak girişimlerini engellemek için Ukrayna’yı destekleyerek, toplam gücü kıyaslanabilir olan bu savaşı giderek kalıcı hale getirdi ve bir vekalet savaşına dönüştürdü. Biden yönetiminin ikili stratejik hedefi, uzun süredir stratejik bir rakip olan Rusya’yı tüketmek ve ‘pax Americana’yı, yani ABD tarzı dünya hegemonyasını sürdürmek için uzun vadeli ABD kontrolünden kurtulmaya ve stratejik özerklik, diplomatik bağımsızlık ve hatta askeri özerklik gerçekleştirmeye çalışan Avrupa Birliği’ni kontrol altına almaktır.
Ancak, politikacılar genellikle hızlı ve unutkandır, savaş başladı ve bir çıkmaza girdi, ister ABD ister Avrupalı ortaklar, geniş toprak alanı, nüfusu, güçlü ve kapsamlı ulusal karakteri olan Rusya’yı savaş alanında yenme olasılığının olmadığının derinden farkındadır. Ayrıca, hem ABD hem de Avrupa’nın bu savaştan ağır bir şekilde zarar görmesi ve nihayetinde Çin’in “güzel manzarası”yla yeni bir büyük güç oyununa zemin hazırlaması, Avrupa ve ABD için arzu edilmeyen bir durumdur. Büyük güç oyununun yeni modeli, eğer Rusya-Ukrayna savaşının ‘Afganlaştırılması’ndan kaçınırsa, o zaman bu çatışma ‘Filistinleştirme’ ile sonuçlanacaktır.
Özellikle Rusya, ilk yarım yıl süren başarısızlık ve zorlanma döneminden sonra savaşın derslerini alarak, zafer için stratejik kontrolü hızla ele geçirmeye başlamıştır. 2025 yılı itibariyle savunma harcamalarını %25 artırmayı, 133 bin kişilik bir askeri seferberlik planı başlatmayı, aktif askeri personel sayısını 1,5 milyona çıkarmayı ve askeri üretim kapasitesini ciddi şekilde artırmayı planlamaktadır. Ayrıca, günlük yaklaşık 10.000 top mermisi atışı yapabilme kapasitesine ulaşmış, insansız hava aracı üretimi altı kat artırılmış ve hipersonik füzelerin envanteri büyük ölçüde genişletilmiştir.
Kısacası, Rusya-Ukrayna savaşının üzerinden üç buçuk yıl geçmesine rağmen NATO, Ukrayna’ya saldırı silahları sağlamak için Rusya’nın “kırmızı çizgisini” çiğnemeye devam ediyor ve hatta Ukrayna’nın Rusya’nın anakarasına yönelik karşı saldırılarına göz yumuyor; Rusya rakiplerini caydırmak için giderek daha fazla askeri ve hatta nükleer silah kullanıyor ve savaş durumu sarmal bir yükseliş eğilimi gösteriyor. Savaş devam ederse, kontrolden çıkıp ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nı tetiklemese bile, bu durum ABD ve NATO için Vietnam Savaşı, Afganistan’daki savaş ve nihayetinde kan parası gibi benzer yaraların yeniden açılmasına neden olacaktır.
Savaş barışın ölümcül düşmanıdır, ancak savaştan geçmeyen barışın kıymetini bilemez, ölüm ve yıkım ne kadar yakınsa barışa ulaşmak o kadar kolay olur, ki bu, Çin’de sıkça söylenen “ölümle yüzleşene kadar yenilgiyi reddetmek” deyiminin bir yansımasıdır.
“Afganlaştırma” çatışmanın tüm tarafları için kesinlikle bir trajedidir, ancak ‘Filistinleştirme’ Avrupa’ya ve dünyaya barış getirebilir mi? Bu krizlere ve çatışmalara yol açanların, tarihsel sorumluluklarını ve kamuoyunun eleştirilerini üstlenmesi gerekmez mi?
Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.
İlber Vasfi Sel
Rusya Federasyonu’nun, dünya sahnesinde politik, diplomatik ve ekonomik olarak bir süper güç olduğu herkesin malumu. Öte yandan kültür, sanat ve spor alanındaki büyüklüğüne de kimse karşı çıkmaz sanırım.
Tam da bu bağlamda büyük gelişmeler yaşanıyor. Rusya Federasyonu’na bağlı Başkurtistan Cumhuriyeti’nin Başkenti Ufa’da 17 ile 19 Ekim tarihleri arasında 12. Uluslararası “Rusya – Bir Spor Gücü” Forum’u düzenlenecek.
Başkurtistan Cumhuriyeti’nin başında bulunan ve ülkemizin saygın eğitim kurumlarından Bilkent Üniversitesi’nden mezun Radi Habirov, ilgili etkinlik hakkında basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Habirov: “… Rusya’nın önde gelen spor bölgelerinden biri olan Başkurtistan, uzun yıllardır büyük yarışmalara başarıyla ev sahipliği yapıyor. Başkurtistan Cumhuriyeti, Dünya Gençler Güreş Şampiyonası, İşitme Engelliler Yaz Olimpiyat Oyunları ve Ulusal ve Olimpiyatdışı Sporların Birinci Uluslararası Oyunları olan Avrasya Oyunları’na ev sahipliği yaptı…”
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, daha fazla Rus vatandaşını spora dahil etmek ve sporcuların rekabetçi aktivitesini artırmak için bir dizi resmi devlet programını başlattı. Bu kapsamda değerlendirilen ilgili forum programında yuvarlak masa toplantıları, genel oturumlar, konferanslar, seminerler ve tartışma programları yer alacak.
Ek olarak çeşitli tiyatro gösterileri, sergiler ve eğlence programları da dahil olmak üzere 15 farklı kültürel etkinliğin de düzenlenmesi planlanıyor. Katılımcılar ayrıca güvenlik, sağlık ve iletişim konularını da tartışacaklar.
Sporun popülerleştirilmesinin önemi, Türkiye’de de anlaşılıyor. Bu yaz gerçekleştirilen 2024 Paris Olimpiyatları’nın en parlak sembollerinden birisi Türk atıcı Yusuf Dikeç’ti. Dikeç, kendi alanındaki alışılmadık yaklaşımıyla herkesin dikkatini çekti. Kulaklık ve özel gözlükler olmadan atış poligonuna giden Dikeç’in eli cebindeki atışları artık herkes tarafından biliniyor. Rakiplerinin aksine bir stilde yaptığı atış sonrası Türkiye, Olimpiyatlarda bir madalya daha kazandı.
Herkesin malumu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da gençlik yıllarında aktif olarak futbolla ilgilendi. Bu nedenle sporun gelişimi de Cumhurbaşkanının özel ilgi alanlarından biri olmaya devam ediyor. Alman Milli Futbol Takımı’nın efsane isimlerinden biri olan Türk kökenli futbolcu Mesut Özil’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkisi ve samimiyeti de biliniyor. Buna ek olarak sosyal medya ve konvansiyonel medyada sıklıkla Erdoğan’ı ilerleyen yaşına rağmen basketbol oynarken görüyoruz.
Sporun gelişmesinin toplum sağlığını güçlendirdiği ve uluslararası arenada ülkenin imajı açısından oldukça önemli olduğu gerçeğini tartışmak anlamsız. Antik çağlardan bu yana spor müsabakaları, uluslararası ilişkilerin güçlü bir enstrümanı olarak kullanılıyor. Şehir devletleri arasındaki çatışmalar genellikle savaşçıların Olimpiyat Oyunlarına katılımı uğruna sona ererdi.
O zamandan beri yerküre üzerinde gerçekleşen tüm siyasi süreçlerin bugün daha da karmaşık hale geldiğini söyleyebiliriz. Ancak buna rağmen bugün sporun sahip olduğu önemli kültürel ve insani işlevini yok sayamayız. En iyilerin en iyileri arasındaki müsabakalar izleyenleri cezbediyor ve şu çalkantılı zamanlarımızda hepimize olumlu birer gündem oluşturuyor.
İşte gelecek günlerde Ufa’da tertip edilecek olan 12. Uluslararası “Rusya – Bir Spor Gücü” Forumu, uluslararası spor adına yeni yarışma formatları oluşturmak konusunda alanında küresel çapta uzmanlıkları bulunanlar için benzersiz bir fırsat sunuyor. Etkinliğin en önemli kısmı ise Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de şahsi katılımı gibi görünüyor. Ufa’daki bu etkinliğin uluslararası spor adına yeni bir dönüm noktası yaratması ve bir başlangıç olması bekleniyor.
GÖRÜŞ
İran misillemesi şaka değildi: Artık her şey olabilir
Yayınlanma
4 gün önce11/10/2024
Yazar
Hasan Ünalİran’ın beklenen misillemesi 1 Ekim günü beklenmedik bir şekil ve içerikle geldi. Türk medyasının ve özellikle siyasal/selefi İslamcıların alay ederek ciddiye almadıkları, adeta dalga geçtikleri misillemede İran İsrail’i Fettah adını verdiği hipersonik füzelerle vurdu. Bu yazının kaleme alındığı an itibariyle gerek Amerikan ve Batı basını gerekse İsrail Tahran’ın misillemesinin İsrail’e ciddi zarar verdiği konusunda hemfikir görünüyorlardı.
SİYASAL/SELEFİ İSLAMCILARI MEMNUN ETMEK MÜMKÜN DEĞİL
Türkiye’de ise durum farklı. Özellikle siyasal/selefi İslamcılar hala her şeyin Tahran ile Tel Aviv arasındaki bir danışıklı dövüş olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Orta Çağ mezhepçiliğinin yüzyılımızda o zamandan hiç de az olmayacak derecede etkin olabildiğini görmek gerçekten çok şaşırtıcı. Hamas için yanıp tutuşuyor gibi görünen bu mezhepçi siyasal/selefi İslamcı gruplar kullandıkları ifadelerde Hamas liderlerinden İsmail Heniye için şehit olarak bahsetmeye özen gösterirken Hizbullah lideri Nasrallah’ın adını ya anmamayı veya en kibarından öldürüldüğünü veya ‘elimine edildiğini’ söylemeyi tercih ediyorlar.
Hatta pek çok siyasal/selefi İslamcı Nasrallah için ‘Müslüman katili’ demeye varacak kadar ağır ifadelerden sakınmıyorlar. Aynı çevrelere göre Tahran’ın misillemesi laf ve propagandadan ibaret ve aslında İran içi boş füzeleri fırlatarak İsrail’e yardım ediyor; çünkü yaptıklarına meşruiyet kazandırıyor ve bu devletin önünü açıyor.
Uluslararası ilişkiler tahlilleri açısından tam bir kafa karışıklığının yansıması olarak değerlendirebileceğimiz bu çarpık düşüncelerin normalde hiçbir değeri yok; ama bu hezeyanvari laf kalabalığının gözleri önünde örneğin Hamas ile Hizbullah’ın yakın işbirliği içinde olduğunu dahi görmemesi inanılmaz bir durum. Örneğin şehit sıfatı verdikleri Heniye’nin Tahran yani İran yönetimiyle yakın bir işbirliği yürüttüğünü görmezden gelmeleri gibi… İran’ın misillemesi konusunda Atatürkçülüğü sadece kıyafet ve yiyip-içme laikliği olarak gören/anlayan bir grubun da İran’ın ‘başarılı’ olmasından/görülmesinden memnun olmadıkları hatta rahatsızlık duydukları sonucunu çıkarmak mümkün.
İSRAİL’İN YENİLMEZLİK ALGISI BÜYÜK DARBELER ALIYOR
Bu ideolojik ve kafası karışık grupları bir kenara bırakacak olursak, olayları yalın bir gözle takip eden herkesin ilk gördüğü şey İsrail’in yenilmezlik algısının hızla yıpranması olsa gerek. Bir güvenlik devleti olan İsrail’in toprakları bugüne kadar neredeyse hiç bombalanmamıştı. Örneğin Hayfa veya Tel Aviv gibi önemli şehir merkezleri… İsrail her zaman çatışmalar/savaşlar içinde olur, silahlı kuvvetlerini sıklıkla kullanır ama her defasında karşı tarafları topraklarından sürerek atar ve elde ettiği yerlere de yeni yerleşimciler yerleştirirdi. Araplar mülteci olurlar, komşu ülkelerde önce çadırlarda ve sonra onlara yapılan kamplarda perişan bir şekilde yaşarlar ve böylece nesiller boyu mülteciler olarak hayata tutunmaya çalışırlardı.
Oysa şimdi ilk defa İsrail vatandaşları kendi evlerini terk ederek güvenli bölgelere kaçmak zorunda kaldılar. Önce 7 Ekim 2023 Hamas saldırısının hemen ardından başlayan çatışmalar ve İsrail güçlerinin gerçekleştirdiği soykırım sırasında Gazze’ye komşu yerleşim yerlerinde yaşayan İsrailliler hızla kendi bölgelerinden tahliye edilerek daha güvenli bölgelere nakledilmişlerdi. Hizbullah ile başlayan çatışmalar sonucunda ise İsrail’in resmi açıklamalarına göre altmış bin kişi güvenli olmayan kuzey bölgelerinden hızla tahliye edildiler. Hizbullah’ın son iki haftadır İsrail’e karşı giriştiği etkili füze yağmurlarında yavaş yavaş yerleşim yerlerini de vurmaya başlaması bu rakamları daha da yukarılara itmiş olabilir.
Bütün bunlar şunu gösteriyor: İsrail toprakları artık güvenli değil. Oysa koca koca Arap devletlerine karşı giriştiği büyük savaşlarda İsrail onların hava kuvvetlerini havalanmadan etkisiz hale getirip (1967, Altı Gün Savaşı) sonra da başkentleri başta olmak üzere bütün yerleşim yerlerini hava bombardımanına tabi tutabilmişti. Şimdilerde bu algının neredeyse toptan yok olması İsrail’i en zayıf noktasından vurabilir; insan kaynağı eksikliği.
Gazze’de 7 Ekim Hamas saldırısı ile başlayan çatışmalardan bu yana ciddi sayıda İsrail vatandaşının ülkeyi terk etmiş olduğu anlaşılıyor. Meselenin bir başka tarafı da İsrail’e Yahudi göçü yıllar içinde zaten azalmış olsa da bunu iyice azaltıp tamamen durdurabilir; çünkü güvenli olmayan bir bölgeye/ülkeye insanlar canları pahasına gidip yerleşmezler, hatta tam tersine oradan kaçarlar.
Bölgesel politikalar ve algılar açısından da İsrail ciddi bir darbe yemiş durumda. Şöyle ki, Hamas’a karşı yürüttüğü mücadelede savaş amaçlarının (Rehineleri kurtarmak, Hamas’ı tamamen yok etmek vd.) hiçbirisine ulaşamazken sadece sivilleri topluca katletmek suretiyle bir soykırım yapmış olması öte yandan Hizbullah ve İran’a karşı ciddi bir askeri başarı kazanamaması İsrail’in yenilmezliği algısının yok olmasına giden süreci hızlandırıyor. Tereyağından kıl çeker gibi operasyon yapan (Entebbe operasyonu gibi) bir İsrail algısı hızla ortadan kalkıyor.
Örneğin bugüne kadar Hizbullah’a karşı giriştiği hiçbir savaşta zaten başarılı olamayıp sonuçta geri çekilmek zorunda kalan İsrail 17 Eylül’den bu yana Hizbullah’a karşı müthiş psikolojik operasyonlar yapmış (çağrı cihazları ve telsizlerin patlatılması, Nasrallah dahil lider kadrosunun öldürülmesi gibi) olmakla birlikte alanda başarılı görünmüyor. Örneğin Lübnan’a daha doğrusu Hizbullah’a yönelik kara savaşı kelimenin tam anlamıyla başarısız durumda. Şu ana kadar düzenlediği bütün komanda operasyonları Hizbullah tarafından püskürtüldüğü gibi İsrail’in askeri ve toplumsal olarak kaldıramayacağı büyük kayıplara sebep oluyor.
Hizbullah’a karşı Lübnanlı diğer grupları özellikle Hristiyanları kışkırtma girişimleri de şu an itibariyle sonuç vermiş veya verecekmiş gibi görünmüyor. İsrail’in sıklıkla başvurduğu bu yöntem 2006’da da sonuçsuz kalmıştı. O günden bu yana özellikle Suriye savaşında yaşananlar, Hizbullah’ın savaşa aktif bir şekilde katılarak Suriye yönetiminin ayakta kalmasına yardımcı olması bir manada Hristiyan nüfusu da IŞİD ve benzeri cihatçı terör örgütlerinden kurtarmış oldu. Dolayısıyla İsrail bugünlerde aynı kartı oynayarak Hizbullah’ı bir Lübnan iç savaşına çekmek için ciddi gayretler sarf etmesine rağmen başarılı olamayabileceğine işaret ediyor.
İRAN’IN FÜZE SALDIRISI
İran’ın 1 Ekim günü 180 ila 250 füze fırlatarak İsrail’in önemli hava alanlarını, Mossad karargahını vd. ve önemli hedeflerini vurması Hizbullah ve Direniş Ekseni güçlerine büyük moral verirken İsrail’i de büyük bir ev ödevi ile karşı karşıya bıraktı. İran’ın kağıttan kaplan olmadığı ve elindeki hipersonik füze stoklarıyla İsrail’e büyük zararlar verebileceği ortaya çıktı. Geçtiğimiz hafta Kavir çölünde İran’ın bir nükleer bomba denemesi yaptığı haberleri de İsrail açısından üzerinde dikkatle düşünmesi gereken başlık bir daha oluşturmuş gibi duruyor.
Öncelikle İran’ın hipersonik füzeler yapabilmiş olması kendisi açısından büyük bir başarı. En başarılı modelleri Rusya tarafından geliştirilen (Sarmat, Kinjal vd.) ve Çin’in de güçlü modellerini geliştirdiği bu füze türlerini İran da yapmış görünüyor. Batı dünyasında henüz test aşamasında kalan bu çok süratli füzelerden büyük bir stok oluşturmuş durumdaki İran’a karşı yapılacak bir misilleme kolay olmayacaktır; çünkü İsrail’in Jericho III füzeleriyle yapacağı saldırılara İran misliyle karşılık verebilir ve bu defa daha güçlü savaş başlıklarıyla göndereceği füzelerle örneğin bütün havaalanlarını yerle bir edebilir. İsrail’in nükleer silah kullanma tehdidine aynı şekilde karşılık verebilir. Türkiye’nin iki misli yüzölçümüne sahip İran’ın bütün bu açılardan İsrail’e karşı oldukça avantajlı olacağını söylemeye bile gerek yok gibi.
AMERİKA DEVREYE GİRMEDEN İSRAİL FAZLA BİR ŞEY YAPAMAZ
İsrail’in Amerika tam olarak devreye girmeden İran’a karşı öldürücü darbeler vurabilmesi hemen hemen imkansız gibi. Birbirinden yaklaşık olarak iki bin kilometre uzaklıktaki iki ülke arasında zaten doğru dürüst bir savaş da olamaz. Kara ve deniz kuvvetlerinin hemen hemen hiç işe yaramayacağı ve İsrail’in güçlü yanı olan hava kuvvetlerinin kolaylıkla operasyon yapamayacağı bir savaş…
Örneğin İsrail hava kuvvetleri tanker uçaklarıyla harekete geçse, bunu anında Rusya gelişmiş radarlarıyla tespit ederek İran’a bildirecektir. İsrail hava kuvvetleri İran’a varmadan en az yarım saat önce İran’ın hipersonik füzeleri İsrail’i bu defa feci şekilde vurup, operasyondaki uçaklara dönüşte ineceği hava alanı bırakmayabilir. Kaldı o kadar uzun bir mesafeyi kat ederek İran’a ulaşacak İsrail uçaklarının hiçbir hava savunmasıyla karşılaşmadan işlerini görüp geri dönecekleri beklenmemelidir. Kısacası Amerika savaşa tam olarak katılmadan İsrail’in mevcut şartlarda İran’a ciddi darbeler vurması beklenmemelidir. Psikolojik ve kısmen de askeri değeri olan suikastler vb. operasyonlara devam etmesi mevcut dengeyi büyük ölçüde değiştirmeyebilir.
Rejim değiştirme amaçlı savaşlardan istediğini alamayan, sadece girdiği ülkeleri yakıp yıkan ve milyonlarca insanı öldüren/ölümüne sebep olan Amerika’nın İran gibi güçlü bir devlete karşı savaşı hem de çok kutuplu bir dünyada göze alması düşünülemez. Bu tür savaşlar Amerikan kamuoyundan destek görmezken, rakibin İran olması da ayrıca düşündürücü olacaktır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen yenilmezlik efsanesi büyük yara almış olan İsrail’in İran’a karşı hiçbir şey yapmadan yediği darbeleri sineye çekmesini beklemek de çok gerçekçi olmayabilir. Seçimlere kadar mevcut Demokrat yönetimden tam destek alması zor görünüyor. Sonrasında tam destek yine kolay olmayabilir. Sınırlı bir operasyon bu durumda daha mantıklı görünüyor ki, savaş istemeyen ve zamanın kendi lehlerine olduğunu düşünen İran ve Direniş Ekseni açısından da böyle bir durum kabullenilebilir; ancak Hizbullah-İsrail savaşının nasıl sona ereceğini öngörmek pek kolay değil.
Pakistan üst düzey güvenlik önlemleri ile ŞİÖ Zirvesi’ne hazırlanıyor
Trump: Seçim günü düzeni korumak için ordu kullanılabilir
Rusya, BRICS için ABD hegemonyasına karşı alternatif ödeme sistemi önerdi
Almanya’dan Ukrayna’ya ağır silah yardımına ret
S&P, daha fazla gelişmekte olan ülkenin temerrüde düşmesini bekliyor
Çok Okunanlar
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Stephen Walt: Netanyahu, Irak’ı işgal eden George W. Bush ile aynı büyük hatayı yapıyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Türk medyası Hizbullah’ı ‘bitirdi’: Ukrayna savaşının başında Rusya’yı da ‘bitirmişti’
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Haaretz: İran’ın benzeri görülmemiş saldırısının ardından İsrail bölgesel bir savaşın içinde
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
“Şok ve dehşet” zafer demek değil
-
RUSYA2 hafta önce
Ukrayna, Ugledar’ı kaybediyor: Savaşın seyri nasıl değişecek?
-
ORTADOĞU2 hafta önce
Hizbullah’ın olası yeni lideri: Haşim Safiyuddin kimdir?
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
Lübnan, Rusya’dan diplomatik yardım talep etti
-
ORTADOĞU2 hafta önce
İsrail ordusu, Lübnan sınırında 8 askerinin öldüğünü duyurdu