Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Lübnan’da esen ‘çöl rüzgarı’ mı?

Yayınlanma

Ekonomik krizin her geçen gün daha da derinleştiği Lübnan’da cumhurbaşkanlığı adaylığında yaşanan kriz, siyasi ittifakları sarsmaya başladı. Hizbullah ve Özgür Yurtseverler arasındaki gerilim, keskin bir ayrılığa mı işaret ediyor? Siyasi istikrarsızlık ekonomik krizi daha da derinleştirecek mi? Fransa-Fas maçı öncesi yaşanan gerilim yeni bir iç savaşın ayak sesi mi? Lübnan’daki gelişmeleri, Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu, Harici için değerlendirdi.

Ekonomik krizin vurduğu ve cumhurbaşkansız geçici bir hükümetle yönetilen Lübnan, siyasi krizi daha da derinleştirme potansiyeli taşıyan gelişmelere sahne oluyor. Hizbullah’ın Hıristiyan müttefiki Özgür Yurtseverler Hareketi ile yaşadığı anlaşmazlığın ilk kez kamuoyuna “yansıtılması” ve Hizbullah’ın arabuluculuk girişimlerini reddettiğine dair söylentiler dikkat çekiyor.

Mayıs ayında yapılan genel seçimlerden sonra eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn, 22 Haziran’da Necib Mikati’ye hükümeti kurma görevini vermişti. Ancak son seçimde oluşan dengeler, Hizbullah ve Hizbullah karşıtları şeklinde özetlenebilecek iki ana bloktan birinin çoğunluğu sağlamasına izin vermiyor. Bu ana kamplaşma dışında, kökleri Fransız manda dönemine uzanan mezhebe dayalı kota sistemi de süreci iyice felce uğratıyor. Mezhebe dayalı sistem, parlamento başkanının Şii, başbakanın Sünni ve cumhurbaşkanının Hristiyan Maruni olmasını öngörüyor. Ancak ne Sünniler ne de Maruniler kendilerinin doldurması gereken koltuklar için uzlaşabilmiş görünmüyor. Bu süreçte mevcut Başbakan Necib Mikati, siyasi krize tampon olması için geçici olarak göreve getirilmişti. Ülke geçici hükümetle yönetilirken Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın görev süresinin 31 Ekim’de sona ermesinden bu yana Meclis, 10 defa oturum düzenlenmesine rağmen cumhurbaşkanını seçemedi.

Anlaşmazlığın sebebi cumhurbaşkanlığı

Hizbullah ve müttefiklerinin yer aldığı 8 Mart Koalisyonu’ndaki Marada Hareketi lideri Süleyman Frenciye ve Özgür Yurtseverler Hareketi lideri Cibran Basil’in isimleri potansiyel cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkıyor. Genelkurmay Başkanı Joseph Avn’ın da olası adaylığı Lübnan basınında sürekli dile getiriliyor. Ancak henüz Meclis’teki oturumlarda söz konusu kişilerin adı üzerinden bir oylama yapılmadı.

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu, Hizbullah ve Özgür Yurtseverler Hareketi arasında bir kısmı basına da yansıyan anlaşmazlığın, büyük ölçüde cumhurbaşkanının belirlenmesi sorunu olduğunu söylüyor.

Cumhurbaşkanlığı makamını isteyen Özgür Yurtseverler de Marada hareketi de Hizbullah’ın müttefiki. Ancak Atlıoğlu’na göre cumhurbaşkanı adaylığı krizi sadece Hizbullah ve müttefikleri arasındaki bir sorun değil. Cumhurbaşkanı adayı için Samir Caca liderliğindeki “Hizbullah karşıtı” cephe ile de uzlaşılması gerekiyor. Atlıoğlu, süreçte dış aktörlerin etkisinin de unutulmaması gerektiğini hatırlatıyor: “Son 10 yılda zayıflamasına rağmen Suriye’nin etkisini sürdürme çabası, Fransa, Suudi Arabistan… Aday belirlenirken hepsinin etkisinin dikkate alınması gerekiyor.”

Lübnan-secim

Lübnan Meclisi’nde, ülkenin 14. cumhurbaşkanını seçmek için düzenlenen 10. oturumda da hiçbir aday yeterli oyu alamadı.        FOTO: Hussam Shbaro / AA

Çöldeki kum tepesi

Lübnan basınında yer alan kimi haberlere göre Hizbullah lideri Nasrallah, “kadim ortağı” Süleyman Frenciye’ye yıllar önce cumhurbaşkanlığını vaat etmişti. Ancak Hizbullah, eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ı ülkedeki en yüksek makama taşıyan anlaşma ile “dostluğunu” kazandığı Özgür Yurtseverler’i göz ardı edebilir mi? Atlıoğlu, Özgür Yurtseverlerle Hizbullah arasındaki gerilimin cumhurbaşkanlığı pazarlığında taktiksel göründüğünü ve henüz ittifakı bitirme gibi bir noktada olmadığına dikkati çekiyor ancak ekliyor: “Lübnan politikası için ‘çöldeki kum tepeleri’ derler rüzgar her estiğinde kum tepeleri başka yerde oluşur. Dolayısıyla herkes birbiriyle iş birliği yapabilir, yeni ittifakların ortaya çıkma ihtimali yok değil.”

Doç. Dr. Atlıoğlu, Frenciye’nin dedesinin eski Lübnan devlet başkanı olduğunu hatırlatarak, “Frenciyeler Maruni olmalarına rağmen Suriye ile yakın ve derin ilişkilere sahip. Dede Frenciye’nin devlet başkanı olduğu dönem, Hafız Esad’ın da iktidara geldiği dönemdi. Dolayısıyla Frenciye, Hizbullah için makul bir aday ancak Suriye’ye bariz yakınlığı nedeniyle Caca tarafını ikna etmek zor görünüyor” diyor.

Genelkurmay Başkanı Joseph Avn’ın olası adaylığının ise en son çözüm olabileceğine dikkat çeken Atlıoğlu’na göre, “Avn’ın ismi, hiç bir aday üzerinde uzlaşama olmadığı ve dış aktörlerin sorunun çözümü için bastırdığı bir durumda gündeme gelebilir. 1958’deki iç savaştan sonra da böyle bir formülle uzlaşıya varılmıştı. Genelkurmay başkanının görece tarafsızlığı üzerinden bir uzlaşı sağlanabilir ve belli bir istikrar da getirebilir. Buna rağmen çok iyi bir seçenek gibi de durmuyor.”

‘Yeni bir isim ihtimal dışı değil’

Atlıoğlu, basına yansıyan isimlerin dışında Hizbullah’ın ülkenin ekonomik durumunu göz önüne alarak Batı ile iyi ilişkilere sahip, yeni bir adayı gündeme getirme potansiyeli ile ilgili şunları söylüyor: “Lübnan’ın İsrail ile imzaladığı deniz yetki sınırlandırma anlaşmasında da gördük. Hizbullah bu anlaşmayı gayet makul karşıladı… En büyük düşmanına böyle bir ılımlılık gösterdikten sonra Batı’ya yakın duran bir cumhurbaşkanı çok da uzak bir ihtimal değil. Sadece Batı değil Körfez ülkeleri de, özellikle Lübnan’ın acil sıcak para ihtiyacı göz önüne alındığında dikkate alınması gereken bir unsur.”

Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu

Ölümcül darbe: Sezar Yasası

Lübnan halkının günlük yaşamını derinden etkileyen, ülke tarihindeki en ağır ekonomik krizlerinden birinin, mevcut siyasi tabloda çözüme kavuşması mümkün görünmüyor. Yasin Atlıoğlu, ülkedeki ekonomik krizin boyutunu şöyle resmediyor: “Artık temel gıda maddelerine ulaşılamaz durumda. İnsanlar gerçek anlamda yiyecek ekmek bulamıyor. Pandeminin ilk başlarında Lübnan sınırından taksiciler Suriye’ye ekmek götürüyorlardı. Gelinen noktada Lübnan, Suriye kadar ekmeğe muhtaç halde dersek abartmış olmayız.”

Lübnan’ın dışarıdaki krizlere karşı direnci olan bir ülke olmadığına dikkati çeken Atlıoğlu’na göre, Suriye’deki savaş Beyrut’u vurdu ancak ölümcül darbe 2020’de ABD’nin Şam’a uyguladığı ekonomik ambargo ile geldi: “Lübnan 2011-2012’den beri nüfusuna oranla en büyük mülteci yükünü çeken ülke. Resmi kayıtlara göre 800 bin, gayri resmi bir buçuk milyona yakın mülteci, 5-6 milyonluk bir ülke için devasa bir rakam. Sadece mülteci meselesi de değil. Suriye’deki krizin etkisiyle Lübnan uzun süre cumhurbaşkanı ve parlamento seçimini bile yapamadı. 2015’teki protestolarla birlikte kriz kendini göstermeye başlamıştı ama esas darbeyi ABD’nin Suriye’ye uyguladığı Sezar yaptırımları indirdi. Lübnan ve Suriye ekonomisi birbiriyle bağlantılı olduğu için yaptırımlar Lübnan’ı derinden sarstı. Sonra pandemi ve liman patlaması derken artık işler iyice çığından çıktı.”

Şartlı sıcak para

Atlıoğlu, mevcut siyasi tablo göz önüne alındığında ekonomik krizin çözümü için bir umut ışığı olup olmadığıyla ilgili Lübnan’ın acil olarak sıcak paraya ihtiyacı olduğunu, bu kapsamda IMF ile anlaşmanın belli bir noktaya geldiğini ayrıca uluslararası konferanslarda Lübnan için toplanan yardım paralarının bekletildiğini hatırlatıyor. Bu meblağların Lübnan’a verilmesi için özellikle bankacılık sisteminde belli reform şartları olduğuna dikkati çeken Atlıoğlu, “Çünkü insanlar bankalardan paralarını alamıyor. Sadece bankacılık değil mevcut mezhebe dayalı sistemin kendisinden kaynaklı sıkıntılar da var. Kurumlar-bakanlıklar mezhepler arasında paylaştırılıyor. Dolayısıyla bir parti ya da aile bir bakanlığı aldığı gibi oraya gelen parayı da kafasına göre kullanıyor. Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırmacılık her şey var. Samimi olarak yardımı yapacak ülkeler de yardımın toplumun geneline yansımayacağını düşünüyor” diyor.

Doç. Dr. Atlıoğlu, ülkenin acil ihtiyaç duyduğu sıcak para akışının, geldiği takdirde de yakıcı krizi en derinden hisseden halka yansımasının şimdilik tek yolunun reformların gündeme gelmesiyle mümkün olacağı görüşünde: “Tabi bu reformları yapabilmek için de istikrarlı bir hükümet kurmak ve iyi kötü bir cumhurbaşkanı seçebilmek gerekiyor.”

‘Münferit ancak potansiyel hep var’

Hem ekonomik hem siyasi kriz yetmezmiş gibi bir de 10 Aralık’ta Eşrefiye mahallesinde yaşanan gerilim akıllara iç savaş yıllarını getirdi. 2022 FIFA Dünya Kupası’nda Portekiz’i eleyerek yarı finale kalan Fas’ın tarihi başarısını kutlayan Lübnanlı Müslüman gençlerle Hıristiyan bir grup arasında yaşanan gerginliği yorumlayan Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu’na göre olay münferit ancak söz konusu Lübnan olunca biraz temkinli yaklaşmak gerekiyor: “Galatasaraylılar şampiyonluğunu kutlarken Beşiktaş’a girerse Beşiktaşlılar konvoya saldırır. Ya da Kadıköy’e… Olayın yaşandığı Eşrefiye mahallesi de Hıristiyanların yaşadığı, kısmen de daha elit ve düzgün bir mahalle. Hıristiyanlar kendilerinin Arap olmadığını düşünüyor ve Fas’ın başarısını kutlayan grubun bu mahalleye girmesi nasıl ki İrlanda da İngiliz bayrağı sallanamazsa aynı durum. Tarihsel bir takım düşmanlıklar söz konusu. Olay münferit ancak Lübnan gibi bir yerde basit bir sürtüşme sadece Galatasaray-Fenerbahçe kavgası gibi kalmayabiliyor çünkü bir anda ortaya silahlar çıkabiliyor. Böyle küçük olayların daha büyük çatışmaları körükleme potansiyeli hep var, geçmişte de böyle oldu.”

Samir Caca’ya verilen desteğin anlamı

Atlıoğlu, Lübnan’da ordu dışında en büyük silahlı grubun Hizbullah olduğunu ve bu anlamda rakipsiz olduğunu hatırlatıyor ancak Samir Caca’ya verilen Suudi desteğine dikkati çekiyor: “Bu desteğin sadece siyasi ve maddi destek olup olmadığından şüpheleniyorum. Arkasında silahlandırma olabilir mi? Hele Samir Caca eski savaş suçlusu zaten… Buradan bir şey çıkar mı? Lübnan’da Sünni-Şii çatışması denendi ama bir şey çıkaramadılar. Ancak Hıristiyan-Şii çatışması en büyük tehlike olabilir. O zaman tüm dengeler değişir. Böyle bir potansiyel var. Hizbullah’ın İsrail için bölgede kalan son tehdit olduğunu da unutmayalım. Ama şunu eklemek lazım; Lübnan iç savaşın en acı deneyimini yaşadı. 90 sonrası doğan yeni kuşak belki bilmiyor ama savaşı bilen belli yaşın üstündekiler savaşa karşı duracaktır. Genç kuşağın da mezhepçilikle pek alakası yok, orada pozitif bir durum var. Lübnanlı kimliğinin oluşması açısından bu durum umut verici…”

ORTADOĞU

FP: İranlı hiçbir siyasetçi ABD ile yakınlaşmanın siyasi riskini almaya istekli değil

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız analiz-haber cuma günü sandık başına gitmeye hazırlanan İran’ın ABD ile ilişkilerine odaklanıyor. Uzmanlar, seçim sonuçlarının ikili ilişkilerdeki mevcut durumu daha iyiye götüreceği konusunda çok bir umut olmadığı görüşünde:

***

Seçimler ABD-İran Dinamiğini Yeniden Şekillendirebilir

Her iki ülke de bu yıl sandık başına giderken İran’daki seçmenler Batı’nın kısıtlayıcı yaptırımlarına odaklanmış durumda.

Stefanie Glinski

Bir zamanlar müttefik olan İran ve Amerika Birleşik Devletleri on yıllar boyunca gergin bir ilişki içinde oldular. 1979 İran devrimi önemli bir dönüm noktasıydı; protestocu öğrenciler Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’ni ele geçirerek 50’den fazla Amerikalıyı 444 gün boyunca rehin tuttular. Bugün, eski büyükelçilik binası İran’ın ABD’ye yönelik şikayetlerini detaylandıran Casusluk Yuvası adlı bir müzeye ev sahipliği yapıyor. Ziyaretçiler kafatası suratlı bir Özgürlük Heykeli ve “Kahrolsun ABD” yazılı bir duvar resmiyle karşılanıyor.

Müzede yansıtılan Amerikan karşıtı tutum tarihten kaynaklanıyor: Amerika Birleşik Devletleri 1953 yılında İran Başbakanının devrilmesinde rol oynamış ve hem Amerikan yanlısı dış politikası hem de baskıcı rejimiyle hatırlanan Şah Muhammed Rıza Pehlevi liderliğindeki hükümetin önünü açmıştı. Pehlevi de 1979’da devrildi. İran devriminden bu yana, katı uluslararası yaptırımlar ülkeyi uluslararası pazarlardan büyük ölçüde kopardı ve uçurumu derinleştirdi.

Tahran ve Washington’un arası son dönemde daha da açıldı. İran’ın Ukrayna savaşı sırasında Rusya’ya verdiği destek, gerilimi artırdı ve Batı’nın daha geniş yaptırımlar uygulamasına yol açtı. Buna karşılık İran, ekonomik ve diplomatik işbirliği sunan Batılı olmayan ittifaklara yöneldi. Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e düzenlediği saldırıdan bu yana tansiyon da yükseldi. İran, İsrail’i ABD’nin desteğiyle “Gazze’de soykırım” yapmakla suçlarken Hamas’ı ve Yemen’deki Husi isyancıları destekliyor.

İran, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin mayıs ayında bir helikopter kazasında trajik ölümünün ardından cuma günü olağanüstü cumhurbaşkanlığı seçimi düzenleyecek. Bu arada ABD belirsiz bir gelecekle karşı karşıya; Başkan Joe Biden ve eski Başkan Donald Trump Kasım ayında karşı karşıya gelmeye hazırlanıyor. ABD-İran ilişkilerinin düzelmesindeki ilerleme, İran’a öncelik vermeyen Biden ve bu konuda siyasi sermaye harcamaktan kaçınan Reisi döneminde durgunlaştı. Uzmanlar Tahran’ın Washington ile daha yakın ilişki kurması için çok az teşvik olduğu konusunda hemfikir, ancak iki ülke seçimlerinin sonucu bu dinamiği yeniden şekillendirebilir.

İran seçim sonuçları dış politikada değişim getirebilir

1979’dan bu yana İran ve ABD arasında, ABD’nin Afganistan’da Taliban’a karşı yürüttüğü ilk harekâta İran’ın verdiği lojistik destekten geçen yıl İran’ın petrol gelirlerinden 6 milyar doların serbest bırakılmasını sağlayan başarılı esir takasına kadar önemli işbirliği anları yaşandı. Ve bu yılın başlarında ABD’nin İran’ı 84 kişinin ölümüne neden olan İslam Devleti saldırısı konusunda uyardığı bildirildi. (İranlı yetkililer saldırıdan önce böyle bir temas olduğunu inkâr ediyor).

İran ayrıca ABD tarafından da hayal kırıklığına uğratıldı; Trump, iki ülke arasında uzun müzakereler sonucunda imzalanan nükleer anlaşmadan sadece üç yıl sonra 2018’de çekilerek İran’a yeni yaptırımlar uyguladı. Quincy Institute for Responsible Statecraft’ın kurucu ortağı ve başkan yardımcısı Trita Parsi, “ABD kendisini İranlılar için artık cazip aday olmadığı bir konuma soktu. İran angajmana girmeye istekli değil çünkü ABD’nin yaptırımları hafifletebileceğine ikna olmuş değil. Ancak aynı zamanda angajman kapısını kapatmak da çok tehlikeli” dedi.

İki ülke arasındaki inişli çıkışlı gerilim genellikle iki ülkenin liderlerine bağlı olsa da hem İran hem de ABD hükümetlerinde karşılıklı şüphe, derinlere kök salmış durumda. Tahran sık sık Washington’un kendi çöküşünü istediğini düşünüyor ki bu korku, komşuları Afganistan ve Irak’ın 2000’li yıllarda ABD’nin dayattığı rejim değişikliğine maruz kaldığı düşünüldüğünde çok da temelsiz değil.

Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü Afrika ve Orta Doğu Araştırma Başkan Yardımcısı Azadeh Zamirirad, “Beyaz Saray’da kimin oturduğu önemli değil. İranlı politika yapıcılardan sık sık duyacağınız şey budur. Günün sonunda herhangi bir ABD başkanının İran’da bir rejim değişikliği peşinde olacağı korkusu sadece muhafazakârlar arasında değil, siyasi yelpazenin genelinde paylaşılıyor” dedi.

İran, eski ABD Başkanı Barack Obama için en önemli önceliklerden biriydi. Onun liderliğinde ABD, ılımlı bir isim olan dönemin İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile 2015 yılında Kapsamlı Ortak Eylem Planı olarak bilinen nükleer anlaşmayı imzaladı. Anlaşma, İran’ın nükleer silah edinmesini engelleyecek planları detaylandırıyor; karşılığında ABD de ülkeyi zayıflatıcı yaptırımlardan kısmen muaf tutuyordu. Trump’ın 2018’de sürpriz bir kararla anlaşmadan çekilmesi, İran’ın nükleer kapasitesini bir kez daha geliştirmesine yol açtı.

Biden seçildikten sonra 150’den fazla Demokrat kongre üyesi anlaşmaya yeniden katılması için kendisine çağrıda bulundu. Biden bunu yapmadığı gibi Tahran ile daha yakın ilişkiler kurmak için siyasi sermaye de harcamadı. Parsi, “ABD’de yaklaşan seçimler söz konusu olduğunda, iki başkan adayı da İran için cazip bir seçenek değil. Biden İsrail’e destek veriyor ve bunun değişeceğine dair bir işaret de yok. Trump ise bir tür anlaşma yapabilecek olsa da öngörülemez ve yönetilemez biri olarak algılanıyor” dedi.

İran’da 85 yaşındaki Dini Lider Ali Hamaney, ölümü halinde geçiş dönemi iktidar mücadelelerini ya da bir iktidar boşluğunu önlemek için siyasi sistemi kendisine sadık kişilerle güçlendirmeye çalışıyor. Reisi, Hamaney’in potansiyel haleflerinden biri olarak görülüyordu. Şimdi ise bir alternatif oluşturmak için çok az zaman var. Pek çok İranlı, ülkenin Hamaney’e yakın başka bir muhafazakâr cumhurbaşkanı göreceğini düşünüyor; bu haftaki seçimlerde adaylığı onaylanan altı aday arasında sadece bir reformist aday var. Ulusal seçimlere katılım son yıllarda giderek azaldı.

İran’da anketler seçimin 3 aday arasında geçeceğini gösteriyor

Reisi’nin yerine kim gelirse gelsin, İranlı hiçbir siyasi figür ABD ile yakınlaşmanın siyasi riskini almaya istekli görünmüyor. “Şu anda Ruhani gibi buna yatırım yapmaya istekli bir politikacı yok” diyen Parsi, Ruhani’nin politikalarının ilk başta işe yaradığını ve muhaliflerini haksız çıkardığını söyledi. Tahran ve Washington bir anlaşma imzaladı ama sonra sorunlar başladı: Uygulama zor oldu, sonra Trump çekildi ve Biden anlaşmaya geri dönmeyi başaramadı. Parsi, “Bugün İranlı politikacılar ABD ilişkileri için fazla sermaye harcamak istemiyor” diye ekledi.

Bunun yerine İranlı liderler giderek daha fazla Rusya ve Çin ile ilişki kurmaya odaklanıyor. İran’ın Çin ve Rusya ile ikili ticareti artıyor; Çin ile ham petrol ticaretinden günde 150 milyon dolar gelir elde ediyor. Rusya ve İran aynı zamanda yakın ticari ortak ve askeri müttefik haline geldi. Tahran’ın sokaklarında ve kafelerinde artık geçmişe kıyasla daha fazla Çinli ve Rus ziyaretçiye ve daha az Avrupalıya rastlanıyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı geniş çaplı işgaline kadar İran dünyanın en çok yaptırım uygulanan ülkesiydi. Batı’nın yaptırımları İran ekonomisini ciddi şekilde etkiledi ancak kısmen Rusya ve Çin ile işbirliği sayesinde çöküşüne neden olmadı. Uluslararası Para Fonu ülkenin ekonomik büyümesini geçen yıl yüzde 5,4 olarak açıkladı; yine de sıradan İranlılar ülkenin izolasyonundan kötü etkileniyor ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle zaman zaman protestolar patlak veriyor. İranlılar yaptırımların hafifletilmesini istiyor.

Bu yıl İran, diğer dört yeni üyeyle birlikte BRICS grubuna (başlangıçta Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşuyordu) katılarak ABD yaptırımlarının ve uluslararası izolasyonun etkisini aşma yolunda bir adım daha attı. Bu gerçekten de bazı ekonomik zorlukları hafifletebilir, ancak aynı zamanda ABD için potansiyel bir tehdit oluşturuyor.

Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü Araştırma Direktörü Dana Stroul, “Rusya-İran-Çin revizyonist ekseninin, ABD’nin müttefik ve ortaklar ağının güvenlik ve egemenliğine meydan okuma riski, bu yüzyılın en acil güvenlik önceliklerinden biridir” dedi.

Yine de devam eden gerginliklerin ortasında, ABD ve İran arasında tereddütlü diyalog devam ediyor. Gereksiz gerginliklerin yaşanmaması her iki taraf için de taktiksel ve stratejik açıdan önemli. Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın Reisi ile birlikte helikopter kazasında ölmesinin ardından yerine geçen İran Dışişleri Bakanı Ali Bakıri 3 Haziran’da Beyrut’ta düzenlediği basın toplantısında ABD ve İran’ın Umman’da görüşmelerde bulunduğunu doğruladı.

Bakıri, “Müzakerelerimize her zaman devam ettik. Hiçbir zaman durmadı” dedi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

ABD ve İsrail, Hizbullah’la savaştan kaçınmak için ‘çıkış yolu’ arıyor

Yayınlanma

Yetkililer, Gazze’de ateşkesin hala sağlanamamış olmasına rağmen İsrail Savunma Kuvvetlerinin (IDF) Gazze’den çekilmesinin Hizbullah’ın tarafları topyekûn çatışmanın eşiğine getiren saldırılarına son vermesi için yeterli olabileceğini söylüyor.

ABD’li ve İsrailli iki yetkilinin The Times of Israel’e verdiği demece göre ABD ve İsrail, Gazze’deki yoğun çatışmaların yakın zamanda azalmasının Hizbullah’a, bölgeyi daha büyük bir çatışmaya sürükleyen sınır saldırılarından geri çekilmesi için bir “çıkış yolu” sağlayacağını umuyor.

İsrail’in kuzey sınırındaki gerilimin topyekûn bir savaşa dönüşmesini engellemeye büyük önem veren ABD, bir yandan uzun soluklu bir diplomatik anlaşmaya aracılık etmeye çalışırken diğer yandan da Gazze’de sağlanacağını umduğu ateşkes sayesinde İsrail ile Hizbullah arasında sükûnetin yeniden tesis edilmesine umut bağlamış durumda.

Ancak Gazze’de ateşkesin sağlanamaması Washington ve Tel Aviv’i İsrail ile Hizbullah arasındaki gerilimin azaltılması için alternatif stratejileri tartışmaya başlamasına neden oldu; isimlerinin gizli kalması koşuluyla konuşan iki yetkili, Biden yönetiminin taraflar arasındaki çatışmaların mevcut gidişatının devam etmesi halinde büyük bir bölgesel tırmanıştan korktuğunu söyledi.

Bu stratejiler Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın Washington’da ABD’li üst düzey yetkililerle yaptığı görüşmelerde ele alınırken, ziyarette bulunan İsrail kabine üyesi, dün gazetecilere “Gazze’de ‘C Aşamasına’ geçiş ve bunun Lübnan ve diğer bölgeler de dahil bölge üzerindeki etkisi” hakkında konuştu.

IDF’nin Hamas’ın kalesi Refah’ta yürüttüğü operasyonda yer alan piyade tugaylarından birinin komutanı geçen hafta gazetecilere yaptığı açıklamada ordunun operasyonu bir ay içinde tamamlamayı beklediğini söyledi.

IDF’nin Hamas’ın yeniden toparlanmasını engellemek amacıyla Gazze’de baskınlar ve diğer operasyonlar düzenlemeye devam etmesi beklenirken Başbakan Binyamin Netanyahu da Gazze’de genel güvenlik kontrolünü sürdürme sözü verdi.

Ancak IDF Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi “Refah Tugayı’nı dağıttığımızı söyleyebileceğimiz noktaya yaklaşıyoruz. Tugay, içinde artık terörist kalmadığı anlamında değil, artık bir savaş çerçevesi olarak işlev göremeyeceği anlamında yenilgiye uğratıldı” dedi.

IDF, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e sürpriz bir baskın düzenlemesinden sonra Gazze’ye saldırı başlattı. Hükümet, Hamas tamamen yok edilene ve rehineler kurtarılana kadar savaşın devam edeceğini söylüyor.

Hizbullah 8 Ekim’de Hamas’ı desteklemek için İsrail ordusuna baskı yapmak amacıyla İsrail’in kuzeyine saldırılar düzenlemeye başladı, ancak Gazze’deki çatışmaların sona ermesi halinde saldırıların duracağını belirtti. Kuzey sınırında neredeyse her gün yaşanan çatışmalar ve sınır ötesi ateş Kasım ayında bir hafta süren ateşkes sırasında durdu, ancak yeni bir anlaşma sağlama çabaları henüz sonuç vermedi.

Hamas’ın İsrail’in son rehine anlaşması önerisine 11 Haziran’da önemli değişikliklerle yanıt vermesinden bu yana arabulucular tarafları uzlaştırmak için mücadele ediyor.

Salı günü Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller bu yanıtı bir “ret” olarak nitelendirerek Washington’un Hamas’a karşı söylemini sertleştirdi.

Miller bir basın brifinginde şunları söyledi: “Bize İsrail tarafından sunulan, Başkan Biden’ın ana hatlarını çizdiği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ve dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin onayladığı teklifi reddeden yazılı bir yanıt verdiler.”

İlk kez bir ABD yetkilisi kamuoyu önünde bu kadar ileri gitti. Bugüne kadar sadece İsrail, Hamas’ın yanıtını “ret” olarak nitelendirmişti. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Hamas’ın karşı önerisini eleştirdi ancak aradaki farkların hala kapatılabilir olduğunda ısrar etti.

İsrailli yetkili Washington’dan gelen söylem değişikliğinin Hamas’ı daha da yalnızlaştırma ve Hizbullah’a sınır ötesi saldırılarını azaltması için bir “çıkış yolu” sağlama çabasının bir parçası olduğunu öne sürdü.

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah geçen hafta yaptığı açıklamada “Gazze’yi desteklemeye devam edeceklerini ve her şeye hazır olduklarını” söyledi ve ekledi: “Talebimiz açık: Gazze’de tam ve kalıcı bir ateşkes.”

Ancak Hamas’ı desteklemesine rağmen Nasrallah, örgütünün İsrail ile Lübnan’ı harap edecek bir savaş istemediği konusunda da defalarca açıklama yaptı.

ABD’li yetkili, “Eğer tamamen uyum içinde olsalardı, Hizbullah’ın savaşa daha güçlü bir şekilde katıldığını görürdünüz” dedi.

Hizbullah’ın Lübnan’dan düzenlediği saldırılar ve İsrail’in karşı saldırıları son haftalarda yoğunlaştı ve bu da Washington’da iki taraftan birinin yanlış hesaplanmış bir saldırısının ya da IDF’nin Hizbullah’ı sınırdan uzaklaştırmak için yapacağı büyük bir saldırının çatışmayı önemli ölçüde tırmandıracağı ve muhtemelen İran’ı da savaşın içine çekeceği korkusunun artmasına neden oldu.

İsrailli yetkili, Hizbullah’ın Hamas’tan daha fazla kaybedecek şeyi olduğunu ve bu nedenle Nasrallah’ı geri adım atmaya ikna etmenin Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar’ı ikna etmekten daha kolay olabileceğini savundu.

İsrailli yetkili, “Şimdiye kadar Lübnan’da sükunete giden yolun Gazze’den geçtiği düşünülüyordu ama belki de tam tersidir” dedi.

ABD’li yetkili, Biden yönetiminin İsrail ile Hizbullah arasındaki gerilimin azaltılması için alternatif stratejileri değerlendirirken bile ateşkes için bastırmaya devam edeceğini söyledi.

İsrail ve Suudi Arabistan arasında bir normalleşme anlaşmasına aracılık etme ve gelecekteki Filistin devleti için bir yol oluşturma çabalarına işaret eden yetkili, “Ateşkes olmadan, bölgesel gündemimizin geri kalanını ilerletmek muhtemelen imkânsız olacaktır” dedi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail’de 42 yedek asker Gazze’de savaşmayı reddetti

Yayınlanma

İsrail basını, 42 yedek askerin “Gazze Şeridi’nde görev yapmayı” reddettiklerini yazdı.

Haaretz gazetesinin haberine göre, İsrail ordusunda görev yapan 42 yedek asker, mayıs ayının sonunda, Gazze’ye saldırıların başlamasından bu yana ilk kez askerlik görevini yerine getirmeyi reddeden bir mektuba imza attı.

İsrailli askerler, 10’unun tam ismiyle, kalanların adlarının ilk harfiyle imzaladıkları mektupta, “Savaşa katıldığımız altı ay, bize askeri harekatın tek başına kaçırılan insanları (İsrailli esirler) geri getirmeyeceğini kanıtladı. Takındığımız tutumun bedelini ödesek bile Gazze’de askerlik hizmetine dönmeyeceğiz” ifadesini kullandı.

“Refah mı kaçırılanlar mı? Biz kaçırılanları seçiyoruz”

İsrailli askerler, İsrail ordusunun 7 Mayıs’tan bu yana sürdürdüğü Gazze’nin güneyindeki Refah kentine yönelik kara saldırılarını reddettiklerini belirterek, “Bu saldırı, bizim ve Refah’taki masum insanların hayatını tehlikeye atmanın yanı sıra kaçırılanları da (İsrailli esirleri) canlı olarak geri getirmeyecek. Refah mı kaçırılanlar mı? Biz kaçırılanları seçiyoruz” ifadelerine yer verdi.

Gazze’de savaşmayı reddeden askerler, “Bu sebeple, esir takası anlaşması pahasına Refah’a girme kararı alınmasının ardından, biz erkek ve kadın yedek askerler olarak, kaçırılan kişilerin hayatını görmezden gelip başka bir anlaşmayı bozmaya vicdanımızın izin vermediğini bildiririz” açıklamasında bulundu.

Mektubu imzalayan askerlerin 16’sının ordunun istihbarat biriminde, 7’sinin İç Cephe Komutanlığında, 2’sinin özel kuvvetlerde, kalanların da zırhlı birlikler, istihkam ve piyade birliklerinde yedek asker olarak görev yaptığı kaydedildi.

Mektubu imzalayan ve öğretmen olarak görev yapan yedek askerlerden 28 yaşındaki Tal Varidi, “İsrail’in kuzeyinde (Lübnan sınırında) görev yapmak üzere çağrılırsa orduya katılacağını ancak bir daha Gazze’de savaşmayacağını” belirtti.

İsrail’in esir takası anlaşması yapmak yerine Refah’a kara saldırısı düzenlemesinden rahatsızlık duyduğunu aktaran Varidi, “Refah’a operasyon başladıktan sonra bunun ahlaki olarak doğru olduğunu düşündüğüm şeyin ötesine geçtiğini anladım, bu haklı gösterilemez” ifadelerini kullandı.

İçinde Filistinlilerin bulunduğu evlerin yakılması

İsrail ordusunda Paraşütçü Tugayı’nda yedek asker 26 yaşındaki Yofel Garin, işgale ve İsrail’in Batı Şeria’daki politikalarına karşı olduğu için 7 Ekim 2023’ten önce bile yedek askerliğe devam edip etmeme konusunda şüphelerinin olduğunu dile getirdi.

Garin, 8 Ekim 2023’te ahlaki şüphelerini bir kenara bırakıp orduda görev yapmayı kabul ettiğini kaydetti.

İsrail askerlerinin Filistinlilerin evlerini yaktığını aktaran Garin, takım komutanının içinde Filistinlilerin bulunduğu bir evi yakma emri verdiğinde, İsrail ordusunun kırmızı çizgiyi aştığını ve ordudan ayrılma zamanı geldiğini belirtti.

Garin, “Komutanla konuşup sebebini anlamaya çalıştım, ev bir Hamas mensubunun evi miydi?” diye sorduğunu, komutanın da “Askeri teçhizat kalmaması ve ordunun savaş yöntemlerinin açığa çıkmaması için evin yakılması gerekiyor” şeklinde cevap verdiğini ifade etti.

İsrailli yedek asker, komutanının verdiği cevaptan ikna olmadığını sözlerine ekledi.

“Yaşanan şey rastgele ateş açmaktır”

İsrailli 29 yaşındaki yedek asker Michael Ofer Ziv ise karargahtayken İsrail savaş uçaklarının Gazze’yi bombaladığını gördüğünde bir kafa karışıklığı yaşadığını anlattı.

Ziv, “Neyin gerekçeli, neyin gerekçesiz olduğunu belirlemek çok zor. Savaşta 30 bin kişi doğrudan öldürülmüyor ama çoğu hava bombardımanlarında enkaz altında kalıyor. Yaşanan şey rastgele ateş açmaktır” değerlendirmesinde bulundu.

İsrailli yedek asker Ziv, gördüğü her bombanın ne kadar çok sivili öldürebileceğini fark ettiğini aktardı. “Hamas’ı bitirmek ve esirleri geri getirmek” gibi hedeflere ulaşabilmek için İsrail ordusunun “her şeyi yapabileceğini” belirten Ziv, “Binaların operasyonel zorunluluk olmaksızın yakılması, askeri emirlere ve İsrail ordusunun değerlerine aykırıdır. Ama binalar zaten patlatılıyor ve yıkılıyor” dedi.

İsrail ordusu, Gazze’ye saldırıları başlatmasının ardından 360 bin yedek askeri çağırdığını duyurmuştu.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda en az 15 bin 694’ü çocuk, 10 bin 279’u kadın olmak üzere 37 bin 658 Filistinli öldü, 86 bin 237 kişi yaralandı.

Enkaz altında halen binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English