Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Lübnan’da esen ‘çöl rüzgarı’ mı?

Yayınlanma

Ekonomik krizin her geçen gün daha da derinleştiği Lübnan’da cumhurbaşkanlığı adaylığında yaşanan kriz, siyasi ittifakları sarsmaya başladı. Hizbullah ve Özgür Yurtseverler arasındaki gerilim, keskin bir ayrılığa mı işaret ediyor? Siyasi istikrarsızlık ekonomik krizi daha da derinleştirecek mi? Fransa-Fas maçı öncesi yaşanan gerilim yeni bir iç savaşın ayak sesi mi? Lübnan’daki gelişmeleri, Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu, Harici için değerlendirdi.

Ekonomik krizin vurduğu ve cumhurbaşkansız geçici bir hükümetle yönetilen Lübnan, siyasi krizi daha da derinleştirme potansiyeli taşıyan gelişmelere sahne oluyor. Hizbullah’ın Hıristiyan müttefiki Özgür Yurtseverler Hareketi ile yaşadığı anlaşmazlığın ilk kez kamuoyuna “yansıtılması” ve Hizbullah’ın arabuluculuk girişimlerini reddettiğine dair söylentiler dikkat çekiyor.

Mayıs ayında yapılan genel seçimlerden sonra eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn, 22 Haziran’da Necib Mikati’ye hükümeti kurma görevini vermişti. Ancak son seçimde oluşan dengeler, Hizbullah ve Hizbullah karşıtları şeklinde özetlenebilecek iki ana bloktan birinin çoğunluğu sağlamasına izin vermiyor. Bu ana kamplaşma dışında, kökleri Fransız manda dönemine uzanan mezhebe dayalı kota sistemi de süreci iyice felce uğratıyor. Mezhebe dayalı sistem, parlamento başkanının Şii, başbakanın Sünni ve cumhurbaşkanının Hristiyan Maruni olmasını öngörüyor. Ancak ne Sünniler ne de Maruniler kendilerinin doldurması gereken koltuklar için uzlaşabilmiş görünmüyor. Bu süreçte mevcut Başbakan Necib Mikati, siyasi krize tampon olması için geçici olarak göreve getirilmişti. Ülke geçici hükümetle yönetilirken Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın görev süresinin 31 Ekim’de sona ermesinden bu yana Meclis, 10 defa oturum düzenlenmesine rağmen cumhurbaşkanını seçemedi.

Anlaşmazlığın sebebi cumhurbaşkanlığı

Hizbullah ve müttefiklerinin yer aldığı 8 Mart Koalisyonu’ndaki Marada Hareketi lideri Süleyman Frenciye ve Özgür Yurtseverler Hareketi lideri Cibran Basil’in isimleri potansiyel cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkıyor. Genelkurmay Başkanı Joseph Avn’ın da olası adaylığı Lübnan basınında sürekli dile getiriliyor. Ancak henüz Meclis’teki oturumlarda söz konusu kişilerin adı üzerinden bir oylama yapılmadı.

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu, Hizbullah ve Özgür Yurtseverler Hareketi arasında bir kısmı basına da yansıyan anlaşmazlığın, büyük ölçüde cumhurbaşkanının belirlenmesi sorunu olduğunu söylüyor.

Cumhurbaşkanlığı makamını isteyen Özgür Yurtseverler de Marada hareketi de Hizbullah’ın müttefiki. Ancak Atlıoğlu’na göre cumhurbaşkanı adaylığı krizi sadece Hizbullah ve müttefikleri arasındaki bir sorun değil. Cumhurbaşkanı adayı için Samir Caca liderliğindeki “Hizbullah karşıtı” cephe ile de uzlaşılması gerekiyor. Atlıoğlu, süreçte dış aktörlerin etkisinin de unutulmaması gerektiğini hatırlatıyor: “Son 10 yılda zayıflamasına rağmen Suriye’nin etkisini sürdürme çabası, Fransa, Suudi Arabistan… Aday belirlenirken hepsinin etkisinin dikkate alınması gerekiyor.”

Lübnan-secim

Lübnan Meclisi’nde, ülkenin 14. cumhurbaşkanını seçmek için düzenlenen 10. oturumda da hiçbir aday yeterli oyu alamadı.        FOTO: Hussam Shbaro / AA

Çöldeki kum tepesi

Lübnan basınında yer alan kimi haberlere göre Hizbullah lideri Nasrallah, “kadim ortağı” Süleyman Frenciye’ye yıllar önce cumhurbaşkanlığını vaat etmişti. Ancak Hizbullah, eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ı ülkedeki en yüksek makama taşıyan anlaşma ile “dostluğunu” kazandığı Özgür Yurtseverler’i göz ardı edebilir mi? Atlıoğlu, Özgür Yurtseverlerle Hizbullah arasındaki gerilimin cumhurbaşkanlığı pazarlığında taktiksel göründüğünü ve henüz ittifakı bitirme gibi bir noktada olmadığına dikkati çekiyor ancak ekliyor: “Lübnan politikası için ‘çöldeki kum tepeleri’ derler rüzgar her estiğinde kum tepeleri başka yerde oluşur. Dolayısıyla herkes birbiriyle iş birliği yapabilir, yeni ittifakların ortaya çıkma ihtimali yok değil.”

Doç. Dr. Atlıoğlu, Frenciye’nin dedesinin eski Lübnan devlet başkanı olduğunu hatırlatarak, “Frenciyeler Maruni olmalarına rağmen Suriye ile yakın ve derin ilişkilere sahip. Dede Frenciye’nin devlet başkanı olduğu dönem, Hafız Esad’ın da iktidara geldiği dönemdi. Dolayısıyla Frenciye, Hizbullah için makul bir aday ancak Suriye’ye bariz yakınlığı nedeniyle Caca tarafını ikna etmek zor görünüyor” diyor.

Genelkurmay Başkanı Joseph Avn’ın olası adaylığının ise en son çözüm olabileceğine dikkat çeken Atlıoğlu’na göre, “Avn’ın ismi, hiç bir aday üzerinde uzlaşama olmadığı ve dış aktörlerin sorunun çözümü için bastırdığı bir durumda gündeme gelebilir. 1958’deki iç savaştan sonra da böyle bir formülle uzlaşıya varılmıştı. Genelkurmay başkanının görece tarafsızlığı üzerinden bir uzlaşı sağlanabilir ve belli bir istikrar da getirebilir. Buna rağmen çok iyi bir seçenek gibi de durmuyor.”

‘Yeni bir isim ihtimal dışı değil’

Atlıoğlu, basına yansıyan isimlerin dışında Hizbullah’ın ülkenin ekonomik durumunu göz önüne alarak Batı ile iyi ilişkilere sahip, yeni bir adayı gündeme getirme potansiyeli ile ilgili şunları söylüyor: “Lübnan’ın İsrail ile imzaladığı deniz yetki sınırlandırma anlaşmasında da gördük. Hizbullah bu anlaşmayı gayet makul karşıladı… En büyük düşmanına böyle bir ılımlılık gösterdikten sonra Batı’ya yakın duran bir cumhurbaşkanı çok da uzak bir ihtimal değil. Sadece Batı değil Körfez ülkeleri de, özellikle Lübnan’ın acil sıcak para ihtiyacı göz önüne alındığında dikkate alınması gereken bir unsur.”

Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu

Ölümcül darbe: Sezar Yasası

Lübnan halkının günlük yaşamını derinden etkileyen, ülke tarihindeki en ağır ekonomik krizlerinden birinin, mevcut siyasi tabloda çözüme kavuşması mümkün görünmüyor. Yasin Atlıoğlu, ülkedeki ekonomik krizin boyutunu şöyle resmediyor: “Artık temel gıda maddelerine ulaşılamaz durumda. İnsanlar gerçek anlamda yiyecek ekmek bulamıyor. Pandeminin ilk başlarında Lübnan sınırından taksiciler Suriye’ye ekmek götürüyorlardı. Gelinen noktada Lübnan, Suriye kadar ekmeğe muhtaç halde dersek abartmış olmayız.”

Lübnan’ın dışarıdaki krizlere karşı direnci olan bir ülke olmadığına dikkati çeken Atlıoğlu’na göre, Suriye’deki savaş Beyrut’u vurdu ancak ölümcül darbe 2020’de ABD’nin Şam’a uyguladığı ekonomik ambargo ile geldi: “Lübnan 2011-2012’den beri nüfusuna oranla en büyük mülteci yükünü çeken ülke. Resmi kayıtlara göre 800 bin, gayri resmi bir buçuk milyona yakın mülteci, 5-6 milyonluk bir ülke için devasa bir rakam. Sadece mülteci meselesi de değil. Suriye’deki krizin etkisiyle Lübnan uzun süre cumhurbaşkanı ve parlamento seçimini bile yapamadı. 2015’teki protestolarla birlikte kriz kendini göstermeye başlamıştı ama esas darbeyi ABD’nin Suriye’ye uyguladığı Sezar yaptırımları indirdi. Lübnan ve Suriye ekonomisi birbiriyle bağlantılı olduğu için yaptırımlar Lübnan’ı derinden sarstı. Sonra pandemi ve liman patlaması derken artık işler iyice çığından çıktı.”

Şartlı sıcak para

Atlıoğlu, mevcut siyasi tablo göz önüne alındığında ekonomik krizin çözümü için bir umut ışığı olup olmadığıyla ilgili Lübnan’ın acil olarak sıcak paraya ihtiyacı olduğunu, bu kapsamda IMF ile anlaşmanın belli bir noktaya geldiğini ayrıca uluslararası konferanslarda Lübnan için toplanan yardım paralarının bekletildiğini hatırlatıyor. Bu meblağların Lübnan’a verilmesi için özellikle bankacılık sisteminde belli reform şartları olduğuna dikkati çeken Atlıoğlu, “Çünkü insanlar bankalardan paralarını alamıyor. Sadece bankacılık değil mevcut mezhebe dayalı sistemin kendisinden kaynaklı sıkıntılar da var. Kurumlar-bakanlıklar mezhepler arasında paylaştırılıyor. Dolayısıyla bir parti ya da aile bir bakanlığı aldığı gibi oraya gelen parayı da kafasına göre kullanıyor. Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırmacılık her şey var. Samimi olarak yardımı yapacak ülkeler de yardımın toplumun geneline yansımayacağını düşünüyor” diyor.

Doç. Dr. Atlıoğlu, ülkenin acil ihtiyaç duyduğu sıcak para akışının, geldiği takdirde de yakıcı krizi en derinden hisseden halka yansımasının şimdilik tek yolunun reformların gündeme gelmesiyle mümkün olacağı görüşünde: “Tabi bu reformları yapabilmek için de istikrarlı bir hükümet kurmak ve iyi kötü bir cumhurbaşkanı seçebilmek gerekiyor.”

‘Münferit ancak potansiyel hep var’

Hem ekonomik hem siyasi kriz yetmezmiş gibi bir de 10 Aralık’ta Eşrefiye mahallesinde yaşanan gerilim akıllara iç savaş yıllarını getirdi. 2022 FIFA Dünya Kupası’nda Portekiz’i eleyerek yarı finale kalan Fas’ın tarihi başarısını kutlayan Lübnanlı Müslüman gençlerle Hıristiyan bir grup arasında yaşanan gerginliği yorumlayan Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu’na göre olay münferit ancak söz konusu Lübnan olunca biraz temkinli yaklaşmak gerekiyor: “Galatasaraylılar şampiyonluğunu kutlarken Beşiktaş’a girerse Beşiktaşlılar konvoya saldırır. Ya da Kadıköy’e… Olayın yaşandığı Eşrefiye mahallesi de Hıristiyanların yaşadığı, kısmen de daha elit ve düzgün bir mahalle. Hıristiyanlar kendilerinin Arap olmadığını düşünüyor ve Fas’ın başarısını kutlayan grubun bu mahalleye girmesi nasıl ki İrlanda da İngiliz bayrağı sallanamazsa aynı durum. Tarihsel bir takım düşmanlıklar söz konusu. Olay münferit ancak Lübnan gibi bir yerde basit bir sürtüşme sadece Galatasaray-Fenerbahçe kavgası gibi kalmayabiliyor çünkü bir anda ortaya silahlar çıkabiliyor. Böyle küçük olayların daha büyük çatışmaları körükleme potansiyeli hep var, geçmişte de böyle oldu.”

Samir Caca’ya verilen desteğin anlamı

Atlıoğlu, Lübnan’da ordu dışında en büyük silahlı grubun Hizbullah olduğunu ve bu anlamda rakipsiz olduğunu hatırlatıyor ancak Samir Caca’ya verilen Suudi desteğine dikkati çekiyor: “Bu desteğin sadece siyasi ve maddi destek olup olmadığından şüpheleniyorum. Arkasında silahlandırma olabilir mi? Hele Samir Caca eski savaş suçlusu zaten… Buradan bir şey çıkar mı? Lübnan’da Sünni-Şii çatışması denendi ama bir şey çıkaramadılar. Ancak Hıristiyan-Şii çatışması en büyük tehlike olabilir. O zaman tüm dengeler değişir. Böyle bir potansiyel var. Hizbullah’ın İsrail için bölgede kalan son tehdit olduğunu da unutmayalım. Ama şunu eklemek lazım; Lübnan iç savaşın en acı deneyimini yaşadı. 90 sonrası doğan yeni kuşak belki bilmiyor ama savaşı bilen belli yaşın üstündekiler savaşa karşı duracaktır. Genç kuşağın da mezhepçilikle pek alakası yok, orada pozitif bir durum var. Lübnanlı kimliğinin oluşması açısından bu durum umut verici…”

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English