Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Lula’nın Çin ziyaretinden öne çıkanlar

Yayınlanma

Ben Norton — Geopolitical Economy Report

Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, Çin’e tarihi bir ziyarette bulunarak pek çok işbirliği anlaşması imzaladı ve ABD dolarının hakimiyetine meydan okuma taahhüdü verdi.

Halk arasında Lula olarak bilinen Brezilya’nın solcu Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, nisan ayında Çin’e tarihi bir ziyaret gerçekleştirdi.

İki ülke burada kapsamlı stratejik ortaklıklarını derinleştirerek ticaret, bilim, araştırma, teknoloji, yenilenebilir enerji, tarım, et üretimi, finans, dijital ekonomi, iletişim, medya, yoksulluk ve açlıkla mücadele ve hatta uyduların ortak geliştirilmesi ve uzay işbirliğini içeren 15 anlaşma imzaladı.

Çin, yaklaşık 50 milyar Brezilya reali tutarında yatırım taahhüdü verdi. Sembolik anlamda anlaşmalardan biri uyarınca, Brezilya’da daha önce ABD’li otomobil üreticisi Ford tarafından işletilen bir fabrika, Çinli elektrikli otomobil üreticisi BYD tarafından işletilecek.

Lula’nın Pekin’de Devlet Başkanı Xi Jinping ile görüşmesi, Çin ve Brezilya’nın ikili ticarette ABD doları hariç yerli para birimlerini kullanma konusunda anlaşmaya varmasından sadece birkaç hafta sonra gerçekleşti.

Lula, Çin’i ziyareti sırasında de-dolarizasyonun ülkesi için en önemli öncelik olduğunu açıkça ifade etti.

Financial Times’ta yer alan habere göre Lula, “Her gece kendime neden tüm ülkelerin ticaretlerini dolara dayandırmak zorunda olduklarını soruyorum” dedi.

Brezilya lideri “Neden kendi para birimlerimize dayalı ticaret yapamıyoruz? Altın standardının ortadan kalkmasının ardından doların para birimi olmasına karar veren kimdi?” diye sordu.

Çin ve Brezilya arasındaki tarihi de-dolarizasyon anlaşması pek çok ABD’li politikacıyı öfkelendirdi.

Neo-con Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio Fox News’te öfke kustu:

“Bugün Brezilya — bizim yarımküremizde, güneyimizdeki batı yarımkürenin en büyük ülkesi — Çin ile bir ticaret anlaşması yaptı. Bundan böyle ticareti kendi para birimleriyle yapacaklar ve doların etrafından dolanacaklar.

Dünyada ABD’den tamamen bağımsız ikinci bir ekonomi yaratıyorlar.

Beş yıl içinde yaptırımlardan bahsetmek zorunda kalmayacağız, zira dolar dışında para birimleriyle işlem yapan o kadar çok ülke olacak ki, onlara yaptırım uygulama imkânımız olmayacak.”

Şu anda devlet başkanı olarak üçüncü döneminde olan Lula, Washington’daki eleştirilerden etkilenmedi.

Brezilyalı solcu lider Latin Amerika’da ticaret için yeni bir para birimi yaratma sözünü çoktan verdi. Amacının bölgenin “ABD dolarına olan bağımlılığını” azaltmak olduğunu açıkça ifade etti.

Lula, Çin’deyken şunu sordu: “Para birimlerimizin zayıf olduğuna, diğer ülkelerde değerinin olmadığına kim karar verdi?”

“BRICS’in bankası gibi bir banka neden Brezilya ile Çin ve Brezilya ile diğer ülkeler arasındaki ticari ilişkileri finanse edecek bir para birimine sahip olmasın? Bu zor çünkü [bu fikre] alışık değiliz. Herkes tek bir para birimine bağlı” diye ekledi.

Lula, ABD doları hegemonyasını eleştiren bu sözleri Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS blokunun kurduğu finans kuruluşu Yeni Kalkınma Bankası (NDB) için yaptığı bir konuşmada sarf etti.

Lula, BRICS’in daha önce sadece BRIC iken kurucularından biriydi. Grubu, 2003 başından 2010 sonuna kadar süren ilk iki dönemlik görevi sırasında kurdu.

Brezilya’nın solcu devlet başkanı çok kutuplu bir dünyanın açık sözlü bir savunucusu oldu.

NDB, Küresel Güney’deki ülkelere yıkıcı kemer sıkma tedbirleri ve neoliberal iktisadi reformlar dayatmakla meşhur ABD egemenliğindeki Dünya Bankası’na bir alternatif olarak düşünüldü.

Lula, 12 Nisan’da NDB’nin bulunduğu Şanghay’a uçtu. BRICS bankasının genel merkezini ziyaret eden ilk yabancı devlet başkanı oldu.

Lula burada halefi, solcu İşçi Partisi üyesi Brezilya’nın eski Devlet Başkanı Dilma Rousseff tarafından karşılandı.

Dilma şu anda Yeni Kalkınma Bankası’nın başkanı. Burada, kurumu iklim değişikliğiyle mücadele etmek ve “sosyal katılımı teşvik etmek” için yüksek kaliteli “sürdürülebilir kalkınmayı” finanse etmek üzere kullanma sözü verdi.

Dilma, NDB’nin limanlar, havaalanları ve otoyollar gibi “kritik ve stratejik altyapı projelerinin” yanı sıra Küresel Güney’deki az gelişmiş ülkelerde yüksek hızlı trenler gibi “daha modern ulaşım modellerini” finanse etmeyi planladığını söyledi.

Lula’nın Çin gezisi, üçüncü döneminde Amerika kıtası dışına yaptığı ilk resmi ziyaret oldu.

Brezilya Devlet Başkanı, şubat ayında ABD’ye gitti ama sadece bir günlüğüne. Buna karşılık Lula Çin’de dört gün geçirerek aralarındaki ittifakın ne kadar önemli olduğuna işaret etti.

Lula gezisi sırasında ABD’ye açık bir mesaj vererek “Hiç kimse Brezilya’nın Çin ile ilişkilerini geliştirmesini engelleyemeyecek” dedi.

Lula ayrıca ABD tarafından tek taraflı yaptırım uygulanan Çin’in teknoloji devi Huawei’nin araştırma merkezini de ziyaret ederek Washington’a bir mesaj daha verdi.

Çin’de Lula’nın beraberindeki Brezilya Maliye Bakanı Fernando Haddad, amaçlarının “Çin sermayesiyle ortaklaşa Brezilya’yı yeniden sanayileştirmek” olduğunu açıkladı.

S&P Global Market Intelligence, tarihi geziyle ilgili haberinde şunları kaydetti [vurgu sonradan eklenmiştir]:

“20 yeni anlaşmanın kapsamının geniş olması, Lula yönetiminin Çin ile iktisadi bağları derinleştirmeye öncelik vereceğini gösteriyor. Lula’nın hastalık nedeniyle ertelenen Çin ziyaretinin beş gün sürmesi ve yaklaşık 200 iş dünyası temsilcisinden oluşan bir heyeti içermesi planlanıyordu; oysa Lula, şubat ayında ABD’de bir gün geçirmiş ve net bir anlaşmaya varılamamıştı.”

Çin, Brezilya’nın en büyük ticaret ortağı

Lula 2010 yılı sonunda ikinci dönemini tamamladığında, yüzde 87 gibi şaşırtıcı bir onay oranıyla dünya tarihinin en popüler liderlerinden biriydi.

Lula ve halefi Dilma ülkeyi dönüştürdü. Çin’de yaptığı bir konuşmada Lula, İşçi Partisi liderliğindeki hükümetlerinin 36 milyon Brezilyalının aşırı yoksulluktan kurtulmasına yardımcı olduğunu ve Brezilya’yı tarihte ilk kez BM Açlık Haritasından çıkardığını söyleyerek övündü.

Lula’nın göreve gelmesinden bir yıl önce, 2002’de Brezilya’nın GSYİH’si 1,72 trilyon dolardı; Lula görevi bıraktığında ise 2,8 trilyon dolardı.

Bugün Brezilya, alım gücü paritesine göre ölçüldüğünde dünyanın en büyük sekizinci ekonomisine sahip. Fransa ve Britanya ekonomilerinden bile daha büyük.

Lula’nın devlet başkanı olduğu dönemde Brezilya dünyanın altıncı büyük ekonomisi haline gelmişti, ancak ABD destekli siyasi darbenin ardından Brezilya ekonomisi yıllarca süren sağcı yönetim ve agresif neoliberal politikalar nedeniyle büyük bir yıkıma uğradı ve bu sanayisizleşmeyi körükledi.

Çin, alım gücü paritesi ile ölçüldüğünde dünyanın en büyük ekonomisine sahip. Aynı zamanda en kalabalık iki ülke arasında yer alıyor [Hindistan’ın nüfusunun 2023 yılında Çin’i geçmesi bekleniyor].

Brezilya ise Latin Amerika’nın en kalabalık, dünyanın ise yedinci en kalabalık ülkesi.

Çin 2009 yılından bu yana Brezilya’nın en büyük ticaret ortağı konumunda. İki dev arasındaki ticaret son yirmi yılda hızla arttı.

Brezilya hükümeti, Lula’nın 2004 yılında Çin’e yaptığı ilk ziyaretten bu yana ikili ticaretin 21 kat artmış olmasıyla övünüyor.

2022 yılında Çin ve Brezilya 150,4 milyar ABD doları tutarında ticaret yaptı. Sadece 2021’den 2022’ye kadar ikili ticaretleri yüzde 10,1 oranında arttı.

Bu ilişkinin benzersiz yanı, Brezilya’nın Çin ile önemli bir ticaret fazlasına sahip olması ve 2022 yılında yaklaşık 90 milyar dolar ihracat yaparken yaklaşık 60 milyar dolar ithalat yapması.

Aslında Brezilya, ABD’ye sattığının üç katını Çin’e ihraç ediyor [Brezilya’nın ABD ile ticaret açığı mevcut].

Brezilya emtia konusunda bir güç merkezi.

Güney Amerika ülkesi, dünyanın en büyük ikinci demir cevheri ihracatçısı.

Brezilya aynı zamanda en büyük 10 petrol üreticisi arasında yer alıyor. 2021 itibariyle küresel üretimin yaklaşık yüzde 4’ünü temsil eden İran’dan bile daha fazla petrol üretti.

2016 ve 2018’deki ABD destekli siyasi darbeler Brezilya ekonomisine zarar verdi

İşçi Partisi yönetiminde Brezilya, dünyanın en büyük altıncı ekonomisi haline gelmişti.

Ancak ABD’nin yıllarca süren müdahaleleri Güney Amerika devini resesyona ve durgunluğa itti.

2014’te emtia fiyatlarında yaşanan büyük düşüş önemli iktisadi sorunlara neden oldu. Bu çöküş, büyük petrol üreticileri Rusya, İran ve Venezuela’nın ekonomilerine zarar vermek amacıyla Suudi Arabistan’a küresel piyasada ham petrol fiyatlarını düşürmek için aşırı petrol üretmesi yönünde baskı yaparken kendi kaya petrolü üretimini büyük ölçüde artıran ABD tarafından kasten zorlandı.

Dilma 2011’den 2016’ya kadar ülkeyi yönetti ve ABD’nin desteklediği bir siyasi darbeyle devrildi, aşırı sağcı lider Jair Bolsonaro’nun da sık sık başvurduğu saçma bir bütçe tekniğiyle görevden alındı.

Lula daha sonra 2018 yılında, ABD Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı tarafından yakından desteklenen ve Lava Jato [Araba Yıkama Operasyonu] olarak bilinen hukuk savaşı [adli savaş] kampanyasının bir parçası olarak, yozlaşmış yargıç Sergio Moro tarafından denetlenen uydurma suçlamalarla hapse mahkûm edildi.

Brezilya’nın en üst mahkemesi daha sonra Lula hakkındaki tüm suçlamaları düşürdü. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi bile Lula’nın medeni haklarının ve yasal süreç güvencelerinin ihlal edildiğine karar verdi.

Ancak Lula’nın Washington’un gözetimi altında sahte suçlamalarla hapse atılması, 2018 seçimlerini Brezilya’nın önceki aşırı sağcı, ABD destekli diktatörlüğünü ve Şili’deki Augusto Pinochet faşist cuntasını açıkça öven faşist Bolsonaro’ya teslim etti.

Bolsonaro, Lula’yı hapse atan yargıç Moro’yu “süper adalet bakanı” olarak atayarak ödüllendirdi. Bolsonaro ve Moro daha sonra ABD’nin kötü şöhretli casusluk teşkilatına teşekkür etmek üzere Virginia Langley’deki CIA merkezini ziyaret etti.

Bolsonaro döneminde Brezilya’nın dış politikası tamamen Washington’a tabi hale geldi. ABD tarafından atanan darbe lideri Juan Guaidó’yu Venezuela’nın sözde “geçici devlet başkanı” olarak hevesle tanıdı ve hatta ülkenin solcu Chavezci hükümetine yönelik sınır ötesi terör saldırılarını destekledi.

Donald Trump’ın eski CIA direktörü olan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Washington’un Bolsonaro ve Hindistan’daki aşırı sağcı mevkidaşı Narendra Modi’yi BRICS sistemini bölmek ve istikrarsızlaştırmak için kullanmaya çalıştığını itiraf etti.

Jeopolitik nedenlerle 2014’te yaşanan emtia çöküşü, 2016 ve 2018’deki ABD destekli siyasi darbeler ve ardından gelen altı yıllık sağcı iktidar Brezilya ekonomisini harap etti.

Brezilyalı gazeteci Brian Mier de Geopolitical Economy Report’a yaptığı açıklamada “Lava Jato’nun ekonomiyi sabote ettiğini, Brezilya’nın en büyük beş inşaat ve mühendislik şirketini felç edip iflas ettirerek GSYİH’de yüzde 2,5’lik bir düşüşe neden olduğunu” belirtti.

ABD destekli Lava Jato, hukuk savaşının 4,4 milyon iş kaybına yol açtığını ortaya koyan araştırmalara işaret etti.

Mier, “Lula ve Dilma döviz rezervlerini beş katına çıkarmıştı ve Brezilya bir emtia çöküşü döngüsüne hazırdı, bu nedenle Lava Jato’nun resesyon üzerindeki etkisi emtia çöküşünden daha büyük oldu” dedi.

Tüm bunlar aslında ülkenin on yılını kaybetmesine neden oldu. Ülke ancak bugün toparlanabiliyor.

Lula, NDB’nin “Küresel Güney’in büyük bankası olmak” için “olağanüstü bir umut” sunduğunu söylüyor

Lula 13 Nisan’da Şanghay’da Yeni Kalkınma Bankası yetkilileriyle bir araya geldi. Brezilya hükümeti Lula’nın açıklamalarının resmi metnini yayımladı.

Lula 2008 mali krizinin “açgözlülük” ve riskli mali spekülasyonlardan kaynaklandığını hatırlattı. Lula, Credit Suisse gibi büyük bankaların çöktüğü günümüzde krizlerin devam ettiğini belirtti.

NDB hakkında şunları söyledi: “Bence dünyanın kalkınmasına yardımcı olacak bir enstrümana şu anda ihtiyaç duyduğu kadar ihtiyacı olmamıştı.”

Lula, bu istikrarsızlık nedeniyle NDB’nin “olağanüstü bir umut” sunduğunu savundu.

Brezilya Devlet Başkanı, “Paraya en çok ihtiyacı olan ülkelere hizmet etmekle daha fazla ilgilenmeliyiz” dedi. Amaçlarının “en muhtaç ve en yoksul ülkelere yardım etmek” olması gerektiğini savundu.

“Umarım bu banka Afrika kıtasının kalkınması için borç para verebilir. Umarım bu banka Latin Amerika’daki en yoksul ülkelere borç verebilecek paraya sahip olur” vurgusunu yaptı.

Çin’deyken Lula şu tweet’i attı:

“Gelişmekte olan ülkelerin, kalkınmalarına yatırım yapan bir araca sahip olmaları bir hayal. Devlet başkanlığı yaptığım 8 yıl boyunca Güney’de, IMF’nin kurallarına tabi olmadan bölgemizdeki gerekli şeylere yatırım yapılmasını sağlayacak bir banka kurmaya çalıştım.”

Ve ekledi:

“BRICS Bankası yeni bir dünya hayal edenler için çok şey ifade ediyor. BRICS’i kurma hayali, ülkelere fayda sağlama hedefiyle kesinlikle güçlü olacak bir kalkınma aracı içindi. Aksi takdirde en yoksul ülkelerin kendilerini kalkındırmalarını asla sağlayamayacağız. Eğer 21. yüzyılı da 20. yüzyıla başladığımız gibi, zenginlerin daha da zenginleştiği ve yoksulların daha da yoksullaştığı bir şekilde bitirseydik bu adil olmazdı.”

Dilma Rousseff Yeni Kalkınma Bankası’nın direktörü olarak resmen yemin ederken Lula bir konuşma daha yaptı.

NDB’nin “Küresel Güney’in büyük bankası olma” potansiyeline sahip olduğunu söyledi ve “sosyal dışlanma, açlık, aşırı yoksulluk ve zorunlu göçü” önlemeye yardımcı olabilecek “zengin ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki eşitsizlikleri azaltma aracı” olarak övdü.

Lula, “Birçok gelişmekte olan ülke ödenemeyecek borçlar biriktiriyor” uyarısında bulundu.

“Gelişmekte olan ülkelerin karşılanmamış finansman ihtiyaçları çok büyüktü ve öyle olmaya devam ediyor” diye ekledi.

Lula, NDB’yi Güney-Güney işbirliğinde bir “kilometre taşı” olarak nitelendirdi.

Brezilya lideri, “İlk kez küresel erişime sahip bir kalkınma bankası, ilk aşamasında gelişmiş ülkelerin katılımı olmadan kuruldu” ifadelerini kullandı.

Dolayısıyla NDB, “geleneksel kurumlar tarafından gelişmekte olan ekonomilere dayatılan şartlılık zincirlerinden kurtuldu. Ve daha fazlası: Projelere yerli para birimi cinsinden finansman sağlama imkânı” diye devam etti.

Lula şu açıklamayı yaptı: “Bu bankanın kurulması, gelişmekte olan ülkeler birliğinin dünya için önemli sosyal ve iktisadi değişimler yaratabileceğini gösteriyor. Biz kimseden daha iyi olmak istemiyoruz. Potansiyelimizi arttırmak ve halklarımıza saygınlık, yurttaşlık ve yaşam kalitesi sağlamak için fırsatlar istiyoruz.”

“Yeni Kalkınma Bankası, gelişmekte olan ülkeleri, yetkileri olmadığı halde bizi yönetmeye çalışan geleneksel finans kuruluşlarına boyun eğmekten kurtaracağı için büyük bir dönüştürücü potansiyele sahip” diye ekledi.

Lula, Brezilya’da NDB’nin altyapı projeleri, gelir destek programları, sürdürülebilir ulaşım, iklim değişikliğine uyum, sanitasyon hizmetleri ve yenilenebilir enerjilerin finansmanına yardımcı olduğunu belirtti.

Brezilya’nın eski devlet başkanına sevgiyle “yoldaş Dilma” diye hitap eden Lula, yeni küresel liderlik rolünün kadınların temsili açısından önemli bir başarı olduğunu vurguladı.

Ayrıca Dilma’nın 1970’lerde “daha iyi bir dünya hayalini gerçeğe dönüştürmek için” verdiği devrimci mücadelelere de dikkat çekti. Dilma, Brezilya’nın ABD destekli faşist diktatörlüğüne karşı sol direnişin bir parçası olmuş, hapse atılmış ve işkence görmüştü.

Lula şöyle açıkladı:

“Brezilya’nın dünyanın önemli kararlarında yer almadığı dönemler mazide kaldı. Açıklanamaz bir yokluğun ardından uluslararası sahneye geri döndük. İklim krizinin hafifletilmesi, açlık ve eşitsizlikle mücadele gibi çağımızın kilit meselelerine katkıda bulunacak çok şeyimiz var. Tüm insanlığın ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar gıda üreten bir gezegende, yüz milyonlarca erkek, kadın ve çocuğun yiyecek hiçbir şeyinin olmaması kabul edilemez. Küçük bir azınlığın pervasızlığı ve açgözlülüğünün gezegenin ve tüm insanlığın hayatta kalmasını tehlikeye atması kabul edilemez. Brezilya geri döndü. Daha gelişmiş, daha adil ve çevresel açıdan sürdürülebilir bir dünyanın inşasına yeniden katkıda bulunma dileğiyle.”

Brezilya hükümetinin bir başka açıklamasında Lula şunları söyledi:

“Brezilya-Çin ilişkilerinin ticaret meselesinin ötesine geçmesini istiyoruz, bilim ve teknoloji alanında derin bir ilişkiye sahip olmak istiyoruz, Çin’de daha fazla Brezilyalı öğrenci ve Brezilya’da daha fazla Çinli öğrenci olması için üniversiteler arasında ortaklıklar kurmak istiyoruz. Daha sağlıklı bir iklim politikasını savunarak dünya gezegeninin korunması için verdiğimiz mücadelede Çin’e güveniyoruz. Bu nedenle özellikle rüzgâr, güneş ve biyokütle enerjisi olmak üzere daha temiz enerji üretebilmemiz için enerji dönüşümü son derece önemli. Brezilya, 2030 yılına kadar Amazon’da sıfır ormansızlaşmaya ulaşmaya ve gezegenin korunmasına katkıda bulunmaya kararlı. Brezilya tarımının gelişmesinin, bırakın yangınları, sorumsuzca ormansızlaştırmaya bile ihtiyacı olmadığına inanıyoruz. Brezilya, tek bir ağaç bile kesmek zorunda kalmadan, bozulmuş arazileri geri kazanarak tarım üretimini neredeyse iki katına çıkarabilir.”

Çin Devlet Başkanı Xi ise şunları söyledi:

“Çin, dış ilişkilerimizde öncelikli bir yere sahip olan Brezilya ile stratejik ve geniş kapsamlı bir ilişkiye sahip. Siz bizim uzun süredir dostumuzsunuz. Brezilya-Çin ilişkileri sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde geliştiğinde, her iki ülke ve dünya için barış, istikrar ve karşılıklı kalkınma açısından önemli bir rol oynayacaktır.”

 

Çeviren: Emre Köse

DÜNYA BASINI

WSJ: İsrail ve Türkiye karşı karşıya

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesinden en çok faydalanan iki ülke olan Türkiye ve İsrail’in nasıl karşı karşıya geldiğini ele alıyor. Makale bu durumun iki ülke için ne anlama geldiğine ve bundan sonra ne olabileceğine dair uzman görüşlerine yer veriyor:

***

İsrail ve Türkiye karşı karşıya: Orta Doğu’da şiddetlenen güç mücadelesi

Suriye rejiminin çöküşü İran’ın ‘direniş eksenini’ yok etti ve Türkiye destekli İslamcıları İsrail’in kapısına getirdi.

Yaroslav Trofimov

Türkiye ve İsrail, Suriye rejiminin çöküşünden stratejik olarak en fazla fayda sağlayan iki ülke oldu. Bu durum, İran’ın Orta Doğu’daki etkisinin dramatik bir şekilde azalmasının bir sonucu olarak ortaya çıktı.

Ancak geçen yıl Gazze’deki savaşın başlamasından bu yana zaten zehirli olan ilişkileri kopma noktasına gelen bu iki Amerikan müttefiki, şimdi Suriye ve ötesinde kendi aralarında bir çarpışma rotasına girmiş durumda. Bu rekabetin yönetilmesi, muhtemelen Trump yönetiminin öncelikleri arasında yer alacak ve Avrupa ile Orta Doğu’daki Amerika’nın ittifak ağı üzerindeki baskıyı artıracaktır.

Ortadoğu Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Gönül Tol, “Türk yetkililer, yeni Suriye’nin başarılı olmasını istiyor, böylece Türkiye buna sahip çıkabilir; ancak İsraillilerin her şeyi mahvedebileceğini düşünüyorlar” diyor.

İsrail ve Türkiye arasındaki düşmanlık, İsrail, İran ve İran’ın vekilleri arasındaki uzun ve kanlı çatışmayla kıyaslanamaz. Tahran’ın dini liderleri, Yahudi devletini haritadan silmeyi hedefliyor ve bu yıl iki ülke arasında doğrudan füze saldırıları yaşandı. Bu, İsrail ile İran destekli Hizbullah arasında onlarca yıldır süregelen mücadelenin bir tırmanışıydı.

Bu ay İran liderliğindeki ve İran’dan Irak’a, oradan da Suriye üzerinden Hizbullah’a kadar uzanan “direniş ekseninin” dağılması, İsrail için anında ve önemli bir güvenlik avantajı sağladı.

Ancak İsrailli yetkililer, özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Filistinli hareket Hamas gibi İsrail’in ezeli düşmanlarına verdiği açık destek göz önüne alındığında, Türkiye liderliğindeki Sünni İslamcılardan oluşan yeni bir eksenin zaman içinde aynı derecede ciddi bir tehlikeye dönüşebileceğinden endişe duyduklarını söylediler.

Yeni Suriye’nin fiili lideri, Ebu Muhammed El-Colani takma adıyla bilinen Ahmet El-Şara, çatışmayla ilgilenmediğini ve ülkeyi yeniden inşa etmeye odaklanmak istediğini söylese de kendisi ve Şam’daki diğer birçok üst düzey şahsiyet, her ikisi de Amerikan tarafından terörist olarak tanımlanan El Kaide ve İslam Devleti’nde kilit rollere sahipti. ABD, takım elbise giymeyi tercih eden ve bu hafta Şam’da Avrupalı diplomatlarla görüşen Colani’nin başına hala 10 milyon dolar ödül koymuş durumda.

Beşar Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye’de düzen şekillenirken, Türkiye Şam’da açık ara baskın güç olarak ortaya çıktı. Bu durum Erdoğan’ı, eski Osmanlı topraklarından Libya ve Somali’ye kadar uzanan bir nüfuz alanı hedefine ulaşmaya her zamankinden daha fazla yaklaştırıyor. Bu, Filistin davasının en güçlü savunucusu olarak İran’la rekabet etmeyi de içeren bir yaklaşım.

İsrail parlamentosunun dışişleri ve savunma komitesi başkanı Yuli Edelstein bir röportajında “Türkiye ile ilişkiler kesinlikle kötü bir noktada, ancak her zaman daha da kötüleşme potansiyeli var” dedi: “Bu aşamada birbirimizi tehdit ediyor değiliz, ancak Suriye söz konusu olduğunda, Türkiye’den ilham alan ve silahlandırılan vekillerle çatışmalara dönüşebilir.”

Başkan seçilen Donald Trump pazartesi günü Mar-a-Lago’da yaptığı konuşmada Esad’ın devrilmesini Türkiye’nin Suriye’yi “dostça olmayan bir şekilde ele geçirmesi” olarak tanımladı. Erdoğan iki gün sonra Türkiye’nin Orta Doğu’da lider bir güç olması yönündeki kendi vizyonunu vurguladı. Erdoğan, “Bölgemizde ve özellikle Suriye’de yaşanan her olay bize Türkiye’nin Türkiye’den daha büyük olduğunu hatırlatıyor. Türk milleti kaderinden kaçamaz” dedi.

Türkiye ile yakın müttefik olan Katar dışında, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Ürdün gibi bölgedeki diğer Amerikan ortaklarının Türkiye’nin yeni hakimiyeti konusunda endişeleri var. Bu ülkelerdeki yetkililer Şam’dan yayılan siyasal İslam’ın yeniden canlanmasının kendi ülkelerinin güvenliğine zarar vermesinden korkuyor.

1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, İsrail güçlerinin burada on binlerce Filistinliyi öldürmesinin ardından Başbakan Binyamin Netanyahu’yu “Gazze kasabı” olarak eleştirip İsrail’e ekonomik yaptırımlar uygulasa da Tel Aviv’de hala bir büyükelçilik bulunduruyor.

Tel Aviv Üniversitesi Çağdaş Orta Doğu Tarihi Kürsüsü Başkanı Eyal Zisser, “İki ülke arasında hala iletişim kanalları var ve Türkiye hala ABD’nin müttefiki, dolayısıyla aralarındaki sorunlar aşılabilir” dedi. Zisser, Türkiye’nin hakimiyetindeki bir Suriye’nin İsrail için İran’ın hakimiyetindeki bir Suriye’den çok daha iyi olacağına şüphe olmadığını da sözlerine ekledi.

Zisser, “Türkiye İsrail’in yok edilmesini arzulamıyor, nükleer silah geliştirmiyor, Hizbullah’a etkileyici bir füze cephaneliği sağlamıyor ve Suriye’ye on binlerce milis göndermiyor” dedi.

2012’de büyükelçilik kapatılana kadar Türkiye’nin Şam Büyükelçisi olarak görev yapan siyasi analist Ömer Önhon, Suriye’de yakın bir Türkiye-İsrail çatışmasından bahsetmenin çok endişe verici olduğu görüşünde. Büyükelçilik geçen günlerde yeniden açıldı.

Önhon, “Türkiye’nin karşı olduğu Netanyahu hükümetinin politikaları ve eğer bu politikalar değişirse ilişkiler tarih boyunca olduğu gibi yeniden normale dönebilir” dedi.

Türkiye’nin dış ve savunma politikaları uzun süredir peş peşe gelen Amerikan yönetimlerini rahatsız etti; bu yönetimler, Erdoğan’ın Rusya ile askeri ve nükleer enerji işbirliğine ve dönemin ABD yetkililerinin o dönemde “İslam Devleti’ne gizli Türk yardımı” olarak tanımladıkları duruma karşı çıkmışlardı. Washington’da İsrail, Ukrayna ve Tayvan’ı destekleyen bir düşünce kuruluşu olan Demokrasileri Savunma Vakfı İcra Direktörü Jonathan Schanzer, “Türkiye uzunca bir süredir Batı ittifakı içinde haydut bir devlet gibiydi” dedi.

Suriye’de şu anda devam eden tek şiddet olayı, Suriye Ulusal Ordusu olarak bilinen Türkiye destekli milislerin, ülkenin kuzeydoğusunda yer alan ve birçok ABD askeri üssüne ev sahipliği yapan Suriye Kürt bölgesine yönelik saldırısı. Bu savaşçıların bir kısmı Türkiye’nin güneydoğusundan gelen ve hem Ankara’nın hem de Washington’un terörist olarak gördüğü Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) mensup etnik Kürtlerden oluşuyor.

Washington’un Suriyeli Kürt silahlı gruplara verdiği destek uzun zamandır Türkiye’nin en büyük şikâyetlerinden biriydi. Türkiye’nin iktidar partisi AKP’nin milletvekillerinden Mehmet Şahin, “Șu anda olan şey, bir NATO ülkesinin başka bir NATO ülkesine karşı faaliyet gösteren bir terör örgütüne destek vermesidir” diyerek Trump’ın bu desteği kesmesini umduğunu söyledi.

Bir diğer Türk milletvekili, Kürt yanlısı DEM partisinden Berdan Öztürk, Washington’un son on yılda İslam Devleti’ne karşı birlikte dökülen kan nedeniyle Suriyeli Kürtlere karşı bir yükümlülüğü olduğunu söyledi. Öztürk, “Türkiye şu anda her türlü temel insan hakkını ihlal ediyor. Eğer Kürt halkına ihanet ederlerse kimse ABD ile müttefik olmaz. Bir ortağınız varsa bu çok değerlidir ve bunu güçlendirmeniz gerekir.”

Ankara’yı öfkelendiren açıklamalarda bulunan İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, bu hafta Kürtlerin, Türkiye ve İran tarafından aynı şekilde baskı gördüğünü belirterek, İsrail’in Kürtleri “doğal müttefikleri” olarak değerlendirmesi ve Kürtlerle ve diğer Orta Doğulu azınlıklarla ilişkilerini güçlendirmesi gerektiğini söyledi.

Kürt meseleleri konusunda uzun yıllara dayanan deneyime sahip eski bir Türk diplomat olan Aydın Selcen’e göre, bu tür açıklamalara rağmen İsrail’in Türkiye ve vekillerine karşı Suriyeli Kürt savaşçıları maddi olarak desteklemesi pek olası değil: “İsrail, Suriye’de Türkiye’ye sorun çıkarmaya çalışırsa aklını kaçırmış demektir” dedi.

Selcen, “Son gelişmelerde kazanan Ankara, kaybeden ise İsrail oldu. İsrail ve Türkiye arasında açık bir çatışma olasılığını mümkün görmüyorum. Bu hiç mantıklı değil” ifadelerini kullandı.

Suriye’de 2.000 kadar asker konuşlandıran ABD’nin aksine İsrail’in Suriye’nin Kürt bölgelerinde açık bir varlığı bulunmuyor. Amerika Ulusal Güvenlik için Yahudi Enstitüsü’nde araştırmacı olan Netanyahu’nun eski ulusal güvenlik danışmanı emekli Tümgeneral Yaakov Amidror, “Kürtlerle uzun süredir ilişkilerimiz var; bu bizim tarihimizin, onların tarihinin bir parçası. Ancak İsrail, Kürtleri destekleme konusunda Amerikan rolünü üstlenmeyecek” dedi.

Türkiye son günlerde defalarca İsrail’in Suriye’nin Golan Tepeleri çevresindeki işgal bölgesinden askerlerini çekmesini talep etti ve İsrail’i Esad rejiminin düşmesinden sonraki geçişi sabote etmeye çalışmakla suçladı. Mehmet Şahin, “İsrail, mevcut boşluktan faydalanarak işgal politikalarına devam etmek istiyor. Bu ne Suriye ne de bölge için iyi bir şey” dedi.

Netanyahu’nun en azından 2025 yılı boyunca süreceğini söylediği Suriye’nin güneyindeki toprakları işgalinin yanı sıra, İsrail son iki hafta boyunca Esad rejiminin askeri altyapısından geriye ne kaldıysa acımasızca bombaladı. Bu saldırılar Suriye’nin yeni yöneticilerini hava savunma, donanma, hava kuvvetleri veya uzun menzilli füzelerden mahrum bıraktı.

Ankara’nın askerlerini çekme talebine yanıt veren İsrail Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin Suriye’de işgal konusunu gündeme getirecek son ülke olması gerektiğini çünkü Türk askerlerinin 2016’dan beri bu ülkede faaliyet gösterdiğini, “cihatçı güçleri” desteklediğini ve ülkenin büyük bir bölümünde Türk para birimini, bankacılık ve posta hizmetlerini yaygınlaştırdığını söyledi.

Colani’nin örgütü Heyet-i Tahrir el-Şam, ABD tarafından terörist grup olarak listelenmeye devam ediyor. İsyancı komutan ılımlı bir imaj çizmeye çalışıyor. Defalarca azınlıkların haklarını savundu ve yeni Suriye’nin İsrail ile yeni bir çatışma başlatmak yerine yaklaşık 14 yıllık iç savaşın yarattığı yıkımın ardından yeniden inşa etmekle ilgilendiğini söyledi.

Ancak bu güvenceler İsrail yönetimindeki pek çok kişiyi ikna etmedi. Ne de olsa Colani, 7 Ekim 2023’te Hamas tarafından İsrail’e düzenlenen saldırıyı desteklemişti. Colani takma adı, İsrail’in 1967’de Suriye’den ele geçirdiği ve o zamandan beri ilhak ettiği Golan Tepeleri’ndeki ailesinin kökenine atıfta bulunuyor.

Atlantik Konseyi’nde kıdemli araştırmacı olarak görev yapan ve birçok İsrail başbakanına danışmanlık yapan Shalom Lipner, “HTŞ’nin Türkiye’nin himayesi altında Şam’da kontrolü sağlaması, İsrail’in kuzeydoğu sınırında düşman İslamcılarla karşılaşma ihtimalini artırıyor. Eğer Kürtler geri püskürtülürse bu durum daha da karanlık bir hal alabilir ve IŞİD’in yeniden canlanmasına yol açabilir” dedi. Lipner’a göre “İsrail derin bir savunma pozisyonunda.”

Netanyahu döneminde kabinede çeşitli üst düzey görevlerde bulunmuş ve İsrail parlamentosunun başkanlığını yapmış olan İsrailli Milletvekili Edelstein, Suriye’den gelebilecek potansiyel tehditlerin, ülkenin yeni yöneticilerinin zayıflığı göz önüne alındığında, acil olmadığını söylüyor. Ancak orta vadede Suriye’nin güneyindeki İslamcı grupların İsrailli toplulukları tehlikeye atabileceğini, uzun vadede ise Türk silahları ve desteğiyle yeniden inşa edilen Suriye ordusunun Esad’ın ordusunun 20. yüzyılın son on yıllarında yarattığı türden bir konvansiyonel tehlikeyi yeniden yaratabileceğini söyledi.

Edelstein, Suriye’nin yeni liderlerinden gelen iyi niyet açıklamalarının, Hamas’ın 7 Ekim saldırısından önce İsrail’i yanlış bir güvenlik hissine sürükleyen açıklamaları kadar itibar görmesi gerektiğini söyledi.

Edelstein, “Sadece İsrail değil hepimiz Suriye’deki yeni rejimi normalmiş gibi göstermeye çalışırken çok dikkatli olmalıyız. Biz Suriye’de vekiller yaratma işinde değiliz, biz sınırlarımızı koruma derdindeyiz. Ancak sınırlarımıza yakın olan toplulukların birçoğu Suriye’deki azınlık topluluklarıdır ve İslamcı milisler tarafından istila edilmediklerinden ve bu yerlerin gelecekte İsrail’e yönelik saldırı için askeri bir üsse dönüşmediğinden emin olmalıyız” diye konuştu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Esad’dan sonra sırada İran mı var?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, jeoekonomi ve askeri tarih üzerine çalışmalarıyla tanınan Edward Luttwak’a ait. Bir dönem ABD Başkanı Reagan’ın “Üçüncü Dünya Ülkeleri” danışmanlığını da yapan Luttwak, Türkiye’de özellikle “hükümet darbeleri” üzerine yaptığı bir çalışmasıyla biliniyor: Darbe: Pratik Bir El Kitabı¹. Bu kitabında, darbelerin “gerekli istek, araç ve gereci olan herkes” tarafından gerçekleştirilebileceğini çarpıcı bir vecizlikle tasvir eden ve “önemli olanın kuralları bilmek” olduğunu vurgulayan Luttwak, şimdi benzer bir mantığı İran’a uyarlıyor gibi görünüyor.

Luttwak, İran’ın bölgesel etkisinin “çöküşünü” Filistin savaşı ve Suriye’deki gelişmeler üzerinden ele alırken, askeri kapasitesinin tamamen bir “mit”ten ibaret olduğunu ve İran’ın bir sonraki “çöküş adayı” olabileceğini iddia ediyor. İsrail’in Hizbullah’a dönük saldırılarını bu çöküşün başlangıcı olarak çerçevelerken, İran’da yaklaşması muhtemel iç karışıklıkların adeta müjdesini veriyor. Luttwak’ın bu “sıradaki hedef” imalı satırları, objektif bir yazarın tespitleri ya da cılız bir temennisi olmanın ötesinde, ucu rejim değişikliğine dahi uzanabilecek, genelde direniş eksenini, özelde ise İran’ı etkisizleştirmeye dönük Amerikan siyasal stratejisinin açık edilmesi olarak okunmalı belki de.


Sırada Tahran mı var?

İran’ın güç miti paramparça oldu

Edward Luttwak
Unherd
10 Aralık 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Şam düştü – bunun Suriye’yle olduğu kadar İran’la da yakından ilgisi var. Tahran, Esad diktatörlüğünü, dünyanın en büyük devlet dışı ordusu olan Lübnan’daki Hizbullah milisleri aracılığıyla uzun yıllar iktidarda tuttu. Fakat İsrail, Eylül sonundan bu yana gerçekleştirdiği bir dizi saldırıyla Hasan Nasrallah’ın örgütünü deyim yerindeyse yerle bir etti. İran’ın buna yanıtı İsrail’e karşı balistik füzeler fırlatmak oldu; İsrail ise bu saldırıları Arrow [anti-balistik] savunma füzeleri ile başarılı şekilde imha etti.

26 Ekim’de, yani İsrail Hava Kuvvetleri’nin İran’da 20’den fazla hedefi imha ettiği gün, İran’ın hava savunmasının neredeyse var olmadığı ortaya çıktı. Kendi başkentinde dahi savunmasız durumda kalan Ayetullah rejimi hiç olmadığı kadar zayıflamıştı. Ve şimdi, Esad diktatörlüğünü saran devrimci rüzgâr belki de Tahran’a kadar esecek ve İranlılar köktendinci efendilerinden nihayet kurtulacak.

İran’ın bir bölgesel güç olduğu efsanesi ironik şekilde bizzat ABD tarafından yaygınlaştırıldı. Barack Obama, Ocak 2009’da, yani ilk döneminin hemen başında, İran’a karşı bir savaşa çekilmekten büyük bir endişe duyuyordu. Irak’ın işgali emrini verdiğinde Bush’un başına gelenleri aklının bir yerinde hep tutan Obama’nın göreve geldiğinde ilk yaptığı işlerden biri, Amerika’nın geçmişte Şah’a verdiği destek için özür dilemek olacaktı. Bu, geçmişe dair gösterilen bir pişmanlığın ötesinde yeni bir kural ortaya koymak demekti: İran herkese saldırabilir fakat kimse İran’a saldıramaz. İşte bu kural, Ekim 2024’e kadar sürdü.

İran’a ait bir insansız hava aracının Ürdün’de üç Amerikan askerini öldürdüğü bu ocak ayına kadar ABD’nin İran’a karşı herhangi bir misillemesi olmamıştı. Aynısı İsrail için de geçerliydi. İran 13 Nisan’da İsrail’e karşı 170 insansız hava aracı, 30 seyir füzesi ve 120 balistik füze fırlattı. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı ve eski bir Obama yetkilisi olan Jake Sullivan, İsrail’in herhangi bir karşı saldırısını önlemek için büyük bir çaba sarf etti; hatta İsrail’in misilleme yapması halinde ABD askeri yardımını kaybedebileceği şeklinde üstü kapalı tehdit dahi etti. Bu olay, şaşkın bir Pentagon yetkilisi tarafından, Sullivan’ın acaba Tahran’da yaşayan bir akrabası mı var diye bile sorgulatacaktı.

ABD’nin türlü baskılarına rağmen yine de İsrail’in Hizbullah’ı nihai olarak ezmesi engellenemedi. Her şey 27 Eylül’de Hasan Nasrallah’ın üst düzey komuta kademesiyle birlikte öldürülmesiyle başladı. Birkaç gün sonra İran’ın yanıtı sert oldu: Her biri bir yakıt tankeri büyüklüğünde 190’dan fazla balistik füze ateşlendi. Öyle ki İsrail’in Arrow önleme sistemi olmasaydı binlerce kişinin ölümüne neden olabilirdi.

Sullivan bir kez daha İsrail’in misillemesini durdurmaya çalıştı fakat bu kez başarısız oldu. 25 Ekim’de İsrail, İran’ın zayıflığının boyutlarını açıkça ortaya seren hava saldırılarını başlattı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) uçakları, Tahran’a yalnızca 19 mil [30 kilometre] uzaklıktaki çok gizli Parchin üssündeki önemli bir füze üretim tesisinin de aralarında olduğu kritik İran hedeflerine saldırdı. Bu, stratejik üstünlük görüntüsünün ardında İran mitinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu gözler önüne sermekteydi. Ülkenin elinde kalan tek şey artık Devrim Muhafızlarıydı.

Geldiğimiz noktada, İran’ın kalan gücünü test etmek, Suriye’deki rejim karşıtı gruplardan Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani’ye düştü. Colani hedef olarak, tarihsel olarak Suriye’nin en önemli kentlerinden biri olan ve nüfus bakımından başkent Şam’ın ardından ikinci sırada yer alan Halep’i seçti.

Colani’nin hafif kamyonlar ve ciplerden müteşekkil savaşçıları iyi eğitimli birkaç yüz asker tarafından durdurulabilirdi aslında. Fakat ne Hizbullah ne de İran Devrim Muhafızları karşılık verebildi. Hizbullah’ın artık sınırı aşıp Suriye’deki isyancılarla savaşabilecek büyük birlikleri yok. Devrim Muhafızları ise Esad’a destek için askerlerini sivil uçaklarla Şam Havalimanına taşımaya çalışıyordu. Ne var ki İsrail, İran birliklerinin sınırına bu kadar yaklaşmasına izin vermeyeceğinin işaretlerini açıkça verdi; İran’ın artık inandırıcı bir karşı tehdidi kalmamıştı.

Aslında İran, hemen hemen tüm hızlı müdahale seçeneklerinden yoksundu: Esad’ın çökmekte olan güçlerinin elinde “güvenli” addedilebilecek bir havaalanı yoktu. İran, Irak üzerinden karayoluyla Suriye’ye asker sokma riskini de göze alamazdı. On binlerce silahlı adamıyla kendi Şii milisleri bile Kürt kontrolündeki kuzeydoğu Suriye’den güvenli şekilde geçişlerini sağlayamazdı.

Şimdi İran halkı, on yıllardır yoksulluk içinde yaşamalarının asıl sebebinin Devrim Muhafızları ve onların milisleri için yapılan devasa harcamalar olduğunu fark ediyor. Peki, tüm bunlar ne için? Tüm bu ihtişamlı karargâhlar ve pahalı balistik füzeler, savunmasız Araplar dışında kimseye karşı kullanılmıyor; İsrail ise zaten Arrow ile bu türden tehditleri bertaraf ediyor. Hizbullah’a gelince, bırakın İran’ın bölgedeki diğer müttefiklerini, kendilerini bile savunamayacakları artık son derece açık. Belki de bu kez, halk, İran’ın kentlerinde, rejime karşı sokaklara dökülecek ve nihayet diktatörlüğü sarsacak.

Şayet bu gerçekleşirse, İran’ın uzun zamandır unutulmuş, modern silahlardan mahrum bırakılmış ve Devrim Muhafızları’nın arkasında ikinci planda kalmış düzenli silahlı kuvvetleri de harekete geçebilir. Kaldı ki rejimin kaderini dahi belirleyebilir, elbette 350,000 askerin kayda değer bir kısmının harekete geçmesi durumunda. İranlı subay ve askerlerin Devrim Muhafızları’na kıyasla diktatörlüğü desteklemeye daha az meyilli olup olmadıklarını kimse bilemez, ancak İran’da kısa bir süre önce sertlik yanlısı adayın kesin yenilgiye uğradığı bir seçim yapıldığı hatırlanmalı. Üstelik İran’ın karacılarının, denizcilerinin ve havacılarının kendilerini modern uçaklardan, kara silahlarından ya da savaş gemilerinden yoksun bırakan rejimi fanatikçe desteklediklerine dair de pek bir veri yok elde.

Uzun zamandır içerideki yoğun baskıyı dışarıda saldırganlıkla harmanlayan İran diktatörlüğünün yıkılması Orta Doğu’nun sorunlarını bir gecede çözmeyecektir. Fakat pek çok İranlıyı özgürleştireceği ve İran’ın Irak’tan Yemen’e katil Şii milislere verdiği desteği nihayet sona erdireceği kesin. Kısacası Suriye, belki de sadece bir başlangıçtır.


¹ Edward Luttwak, Coup D’Etat: A Practical Handbook, (Londra: The Penguin Press, 1969). (ç.n.)

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Suriye’de Esad’ın devrilmesi Çin’i nasıl etkileyecek?

Yayınlanma

Suriye’de Beşar Esad yönetiminin düşüşü Çin’in Orta Doğu politikasını nasıl etkileyecek? Al Jazeera’da Sarah Shamim imzasıyla yayınlanan analizi sizler için çevirdik.

***

11 Aralık 2024
Aljazeera, Sarah Shamim

Çin, BMGK vetoları, yatırımlar ve yardımlar yoluyla Esad’ın yanında sessizce yer aldı ancak İran ya da Rusya gibi savaşa doğrudan müdahil olmadı.

Çin geçen yıl eylül ayında 19. Asya Oyunları’na ev sahipliği yaparken Devlet Başkanı Xi Jinping, Suriye lideri Beşar Esad’ı doğudaki Hangzhou kentinde göl kenarındaki pitoresk bir konukevinde ağırladı.

Xi ve Esad görüşmeden çıktıklarında Çin ve Suriye arasında “stratejik ortaklık” adı verilen bir anlaşma imzalanmıştı.

Bir yıldan biraz fazla bir süre sonra, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) liderliğindeki muhalif isyancı grupların pazar günü Suriye’nin başkenti Şam’ı ele geçirerek Rusya’ya kaçan Esad’ı devirmesinin ardından bu ortaklık paramparça oldu.

O zamandan bu yana Çin, Suriye’deki hızlı değişimlere verdiği tepkide temkinli davrandı. Pazartesi günü Çin Dışişleri Bakanlığı, Suriye’de istikrarın yeniden tesis edilmesi için bir an önce “siyasi bir çözüm” bulunması gerektiğini söyledi.

Ancak analistler, bu ihtiyatlılığın Çin’in Suriye ile ilişkilerine daha geniş bir çerçevede nasıl yaklaştığını da gösterdiğini, Esad’ın aniden devrilmesinin dünyanın ikinci büyük ekonomisini tam da Orta Doğu’daki ayak izini giderek genişletmeye çalıştığı bir dönemde etkilediğini söylüyor.

Peki Çin’in Suriye ile ilişkisi neydi ve Şam’daki yeni liderlikle nasıl değişecek?

Çin’in Esad ile ilişkisi nasıldı?

Çin, Esad rejiminin çöküşünden bu yana Suriye’nin gelecekteki yönü konusunda taraf tutma konusunda resmi olarak çekingen davranıyor.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning pazartesi günü düzenlediği olağan basın toplantısında “Suriye’nin geleceğine ve kaderine Suriye halkı karar vermeli ve ilgili tüm tarafların en kısa sürede istikrar ve düzeni yeniden tesis edecek siyasi bir çözüm bulmasını umuyoruz” dedi.

Ancak Çin, İran ve Rusya’nın aksine Suriye savaşına doğrudan askeri müdahalede bulunmamış olsa da Esad’ın görevde olduğu dönemde Şam ve Pekin arasındaki ilişkiler oldukça samimiydi.

Ve giderek daha da ısınıyordu.

Suriye liderinin Hangzhou ziyareti, neredeyse yirmi yıl sonra ülkeye yaptığı ilk resmi ziyaretti. Bu ziyaret sırasında Çin, Suriye liderinin dünyanın pek çok ülkesi tarafından dışlandığı bir dönemde, on yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın ardından Suriye’nin yeniden inşası için Esad’a yardım sözü verdi.

Çin devlet medyasına göre Xi, Esad’a “İstikrarsızlık ve belirsizliklerle dolu uluslararası bir durumla karşı karşıya olan Çin, Suriye ile birlikte çalışmaya, birbirini sıkı bir şekilde desteklemeye, dostane işbirliğini teşvik etmeye ve uluslararası adalet ve hakkaniyeti ortaklaşa savunmaya devam etmeye isteklidir” dedi.

Xi, iki ülke arasındaki ilişkilerin “uluslararası değişimlerin testine dayandığını” da sözlerine ekledi.

Esad’a diplomatik kalkan

Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) veto yetkisini kullanarak Esad’ı eleştiren karar tasarılarını 10 kez bloke etti. Bu sayı, BMGK’da Suriye savaşıyla ilgili önerilen 30 karar tasarısından sadece biri.

Örneğin Temmuz 2020’de Rusya ve Çin, Türkiye’den Suriye’ye yardım sevkiyatının genişletilmesini öngören bir karar tasarısını veto etti. Bu ülkeler veto gerekçelerini Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiği ve yardımların Suriye makamları tarafından dağıtılması gerektiği şeklinde açıkladı. Geri kalan 13 üye kararın geçmesi yönünde oy kullandı.

Çin’in BM Büyükelçisi Zhang Jun, Suriye’ye yönelik tek taraflı yaptırımları ülkedeki insani durumu daha da kötüleştirmekle suçladı. Söz konusu yaptırımlar Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından uygulanıyor.

Eylül 2019’da Rusya ve Çin, Suriye’de isyancıların güçlü olduğu İdlib’de ateşkes çağrısında bulunan bir karar tasarısını veto etti.

Al Jazeera’nin Diplomasi Editörü James Bays o zaman şöyle demişti: “Bence Çinliler birkaç kez yaptıkları gibi dayanışma için Ruslarla birlikte hareket ettiler ama bu karara asıl itiraz eden Rusya’ydı.”

Esad’ın Suriye’sinde Çin parası

Ancak Çin, Suriye’de Rusya’nın yardımcısı olmaktan çok daha fazlasını yaptı. Son on yılda Çin, Esad hükümetine verdiği desteğin bir göstergesi olarak Suriye’ye yaptığı mali yardımı artırdı.

Aralık 2016’da Suriye hükümeti Halep şehrini geri alarak isyancılara karşı bir zafer kazandı. Kıbrıs merkezli bağımsız risk ve kalkınma danışmanlık şirketi Operasyonel Analiz ve Araştırma Merkezi’ne (COAR) göre bu durum Çin’in yardım stratejisinde bir dönüm noktası oldu.

COAR raporlarına göre Çin’in Suriye’ye yaptığı yardım 2016’da yaklaşık 500.000 dolardan 2017’de 54 milyon dolara çıkarak 100 kat arttı. Ekim 2018’de Çin, Suriye’nin en büyük limanı olan Lazkiye’ye 800 elektrik jeneratörü bağışladı.

Pekin ayrıca Suriye petrol ve doğalgazına toplamda yaklaşık 3 milyar doları bulan büyük ve uzun vadeli yatırımlar yaptı.

2008 yılında Çin’in petrokimya şirketi Sinopec International Petroleum Exploration and Production Corporation, Kanada’nın Calgary merkezli Tanganyika Oil şirketini yaklaşık 2 milyar dolar değerinde bir anlaşmayla satın aldı. Tanganyika’nın Suriye ile bir üretim paylaşım anlaşması vardı ve Suriye’deki iki sahada işletme hisseleri bulunuyordu.

2009 yılında Çin’in devlete ait çok uluslu şirketi Sinochem, Suriye’de faaliyet gösteren İngiliz petrol ve gaz arama şirketi Emerald Energy’yi 878 milyon dolara satın aldı.

Ve 2010 yılında Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) Shell’in Suriye biriminin yüzde 35 hissesini almak için Shell ile bir anlaşma imzaladı.

Berlin merkezli The Syria Report’a göre, bu yılın başlarında Suriye Elektrik Bakanı Ghassan Al-Zamel, Suriye’nin batı şehri Humus yakınlarında büyük bir fotovoltaik tesis inşa etmek üzere Çinli bir şirketle 38,2 milyon avroluk (yaklaşık 40 milyon dolar) bir sözleşme imzalandığını doğruladı.

Suriye de 2022 yılında Xi’nin Asya’yı Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’ya bağlayan karayolları, limanlar ve demiryollarından oluşan Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne (BRI) katıldı.

KYG’ye katılmasından bu yana Suriye’deki yatırımlar yavaş ilerledi ve ABD’nin ikincil yaptırım tehdidiyle karşı karşıya kalan Çin, son yıllarda Suriye’deki bazı projelerinden çekildi.

Yine de Ekonomik Karmaşıklık Gözlemevi’ne göre Çin, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ardından Suriye’nin en büyük üçüncü ithalat kaynağı. 2022 yılında Çin’in Suriye’ye ihracatı kumaş, demir ve lastik tekerlekler başta olmak üzere 424 milyon dolar olarak gerçekleşti. Suriye’nin Çin’e ihracatı ise sabun, zeytinyağı ve diğer bitkisel ürünlerle kıyaslandığında yok denecek kadar az.

Suriye’deki durum Çin’i nasıl etkileyecek?

Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’un Asya Pasifik Programı kıdemli araştırma görevlisi William Matthews Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, “Esad’ın düşüşü Çin için diplomatik bir ortağın kaybı anlamına geliyor” dedi.

Matthews, “Çin’in bölgedeki genel yaklaşımı pragmatik bir angajman olmuştur” diye ekledi.

Matthews, HTŞ’nin “Çin ile yakın bir ortak olarak çalışmak istemeyeceğini, ancak Çin’in büyük olasılıkla işbirliği fırsatları da dahil olmak üzere yeni hükümetle ilişkilerini sürdürmeye çalışacağını” söyledi.

Matthews, Çin’in Afganistan’da Taliban ile olan angajmanının potansiyel bir karşılaştırma sağlayabileceğini ancak bunu kesin olarak söylemek için henüz çok erken olduğunu belirtti.

Bu yıl 30 Ocak’ta Xi’nin hükümeti, grubun 2021’de iktidarı ele geçirmesinden bu yana bir Taliban diplomatını resmen tanıyan ilk hükümet oldu. Hiçbir ülke Taliban liderliğindeki hükümeti resmen tanımazken, Pekin eski bir Taliban sözcüsü olan Bilal Karimi’yi Çin’in resmi elçisi olarak tanıdı. 2023 yılında birçok Çinli şirket Taliban hükümetiyle iş anlaşmaları imzaladı.

Uluslararası ve bağımsız bir Çin stratejisti olan Andrew Leung, “Çin’in Taliban’la iyi ilişkiler içinde olmaya devam etmesi” gerçeğinin, “HTŞ’nin Çin için kritik bir sorun teşkil etme ihtimalinin düşük olduğunu” gösterdiğini söyledi. Hong Kong’da birçok üst düzey hükümet görevinde bulunmuş olan Leung sözlerine şunları da ekledi: “Gerçekten de Çin’in altyapı inşa etme kapasitesi savaşın yıkıma uğrattığı Orta Doğu’da rağbet görecektir.”

Ancak Çin’in bu yatırım talebine nasıl karşılık vereceği belirsiz.

Matthews, “Çin’in son yıllarda denizaşırı yatırımlar konusunda daha temkinli bir yaklaşım benimsediği göz önüne alındığında, Çin’in Suriye’de yeni yatırımlar yapması mümkün olsa da, bunlar muhtemelen istikrarsızlık riski ve daha uzun vadeli etki için potansiyel fırsatlara karşı kalibre edilecektir” dedi.

Esad’ın düşüşünün Çin için bir zorluk teşkil ettiğini çünkü “Çin’in Orta Doğu bölgesinde ekonomik ve kalkınma ortağı olarak ve giderek artan bir şekilde teknoloji ve savunma gibi alanlarda artan çıkarları olduğunu” sözlerine ekledi.

Mart 2023’te Çin, Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik bir yumuşamaya aracılık etti. Yıllardır süregelen gerginliğin ve 2016 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin resmen kesilmesinin ardından bu anlaşma sürpriz oldu.

Bu yılın temmuz ayında Pekin, rakip Filistinli gruplar Hamas ve El Fetih’in yanı sıra 12 küçük Filistinli grubu ağırladı. Üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından gruplar, İsrail’in Gazze’deki savaşı sona erdikten sonra Filistinlilerin Gazze üzerindeki kontrolünü sürdürmeyi amaçlayan bir “ulusal birlik” anlaşması imzaladı.

Matthews’a göre, “Çin için en önemli gerileme, Esad’ın devrilmesinin, çatışmanın komşu ülkelere yayılması da dahil olmak üzere bölgesel istikrar açısından yarattığı risktir”.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English