SÖYLEŞİ
‘NATO misyonu Orta Doğu ve Afrika’yı kapsayacak şekilde genişletilecek’
Yayınlanma
Yazar
Esra KarahindibaEski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Jonathan M. Winer Harici’ye konuştu: NATO Bildirgesi’nde, NATO’nun misyonunun Orta Doğu ve Afrika’yı kapsayacak şekilde genişletilmesi ve bunu uygulamaya yönelik eylem planı öne çıktı.
Dünya ABD’de yaklaşan seçimler ve eski Cumhuriyetçi Başkan Donald Trump’ın bir suikastçının hedefi olduğu son olayla meşgulken, ABD’den gelen haberler Trump’ın artık resmi olarak Kasım 2024 seçimlerinin başkan adayı olduğunu söylüyor. Pek çok kişi, saldırının Trump ve Demokrat rakibi Biden’ın kampanyaları üzerinde herhangi bir etkisi olup olmayacağını tartışıyor. İki liderin NATO’ya yönelik dış politika ve yaklaşımları, İran’la nükleer görüşmeler, ABD birliklerinin yurtdışındaki varlığı, Rusya ile ilişkiler ve Orta Doğu’daki faaliyetleri açısından birçok farklılığı var.
ABD Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Jonathan M. Winer, Harici için Dr. Esra Karahindiba’nın küresel gelişmelere ilişkin sorularını yanıtladı.
Jonathan M. Winer, Amerika Birleşik Devletleri’nin Libya Özel Temsilcisi, Uluslararası Hukuktan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Senatör John Kerry’nin danışmanı olarak görev yaptı. Göçün yanı sıra ABD dış politikası, terörle mücadele, yönetişim, ekonomi ve enerji konularında uzmanlığa sahip olan Winer, şu anda Orta Doğu Enstitüsü’nde yerleşik olmayan araştırmacı olarak görev yapıyor.
‘Trump’a saldırıda tetikçi dışında herhangi biri sorumlu değil’
Eski Başkan Donald Trump’a yönelik saldırıyla başlayalım mı? Yaralandı ve eleştirmenler, saldırının nedeninin Biden’ın Trump’ı “bir daha asla başkan olmaması gereken bir aday” olarak gösteren kampanyası olduğunu söylüyor. Bu durum hem adayların kampanyalarına hem de oy pusulalarına nasıl yansır?
Donald Trump’a yönelik saldırıyı, şu ana kadar bilinen gerçeklere dayanarak, yalnız bir silahlı adamın münferit eylemleri olarak görünen bir olayla siyasete alet etmek tamamen uygunsuz. Bu olaydan tetikçi dışında herhangi birinin sorumlu olduğuna dair herhangi bir iddia düşüncesizce ve yanlıştır.
NATO Bildirisi’nde üç hedef: Rusya, Çin, İran
Son NATO zirvesinin önemli sonuçlarına ve bunların ABD dış politikasına etkilerine ilişkin görüşlerinizi paylaşabilir misiniz? NATO Zirvesi sonuç bildirgesinde İsrail’e ilişkin bir mesajın yer almamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? İsrail’in Lübnan’a savaş tehdidi ve daha geniş ölçekte Suriye’ye dahil olma ihtimali, doğal olarak bölgenin istikrarsızlığına daha geniş çapta olumsuz etkiler yapacaktır. İsrail’in eylemlerine ilişkin yeni bir tavır alınacak mı?
NATO zirvesinde yayımlanan NATO Bildirisi’nde üç husus öne çıkıyor. Birincisi, Rusya’nın Ukrayna’daki saldırganlığına karşı ortak kararlılık. NATO, Rusya’yla bir çözüm aramaktan vazgeçmiyor, ancak ileri teknoloji hava savunma sistemlerini derhal teslim etme ve Ukrayna’yı yakın vadede NATO’ya dahil etme taahhütleriyle derinlere iniyor – ancak öyle görünüyor ki, bu savaş bitene kadar mümkün olmayacak. İkincisi, Çin ve İran’a, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik devam eden saldırısına verdikleri desteğin sonuçlarının olacağı yönünde açık uyarılar var. Üçüncüsü, NATO’nun misyonunun Orta Doğu ve Afrika’yı kapsayacak şekilde genişletilmesi ve bunu uygulamaya yönelik bir eylem planının ilk aşaması olması. Orta Doğu ve Afrika girişimi, Rusya’nın son beş yıldır bu bölgede inşa ettiği sistematik nüfuz operasyonuna NATO’nun verdiği ilk somut tepkidir. Bu güney girişiminin, Rusya’nın diktatörlere ve güçlü adamlara verdiği ödüllerin, daha önce Fransa ve diğer eski Avrupalı sömürgeci güçler tarafından tutulan nüfuz mirasını bastırdığı mevcut dinamiklere anlamlı bir şekilde meydan okuyup okumayacağını bilmemiz muhtemelen yıllar alacak.
NATO Bildirisi, fikir birliğinin stratejik tercihlerini yansıtan bir fikir birliği belgesidir. NATO’nun İsrail, Hamas ve Gazze ile ilgili zayıf açıklamaları zaten ateşkesin sağlanmasına veya insani hedeflere yardımcı olmazdı. Bu karmaşık çatışma hakkında ne söyleneceği konusunda fikir birliğine varmak zor olurdu. Dolayısıyla bu konuyu ele almamaları şaşırtıcı değil.
İran’ın rolünü tartışmadan İsrail’i tartışmak aynı zamanda çatışmanın genel dinamiklerini de yanlış karakterize edecektir; İran’ın Gazze, Lübnan, Suriye ve Yemen’e müdahalesi ve Husilerin Kızıldeniz’de küresel gemi taşımacılığına yönelik saldırılarına askeri destek sağlanması da buna dahildir. NATO’nun birbiriyle bağlantılı bu jeopolitik çatışmalar dizisi hakkında yakın zamanda resmi pozisyon almaya başlayacağından şüpheliyim. Önünde yeterince problem var zaten.
‘NATO politikası artık Ukrayna’nın kendisini savunma yeteneğini sınırlayan kısıtlamaların ötesine geçti’
İngiltere’nin yeni Başbakanı Keir Starmer, İngiltere’nin Ukrayna’nın verilen silahlarla Rusya topraklarını hedef almasına izin verdiğini söyledi. Diğer NATO ülkelerinin Ukrayna’ya Rusya sınırları içindeki hedefleri Batı silahlarıyla vurma yetkisi vermesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Eş zamanlı olarak Ukrayna, insansız hava araçlarıyla Rusya’nın nükleer erken uyarı radarını hedef aldı. Bunun çatışmada yeni bir aşama olduğunu söylemek doğru olur mu?
Ukraynalı liderler, Ukrayna’nın Rusya’da Ukrayna’ya karşı kullanılan askeri hedeflere saldırmasının engellenmesi halinde Ukrayna’nın büyük risk altında olacağını uzun zamandır vurguladı. NATO politikası artık Ukrayna’nın kendisini savunma yeteneğini sınırlayan geçmiş kısıtlamaların ötesine geçecek şekilde gelişti. Bu evrim askeri ve stratejik bir zorunluluktur.
Ancak Rusya topraklarını doğrudan NATO üyelerinin silahlarıyla vurmak, Ukrayna açısından savunma ötesinde saldırı sayılacaktır. Bu eylem, Rusya’nın bunun NATO’nun vekalet savaşı olduğu iddiasını meşrulaştırmaz mı?
Rusya zaten -yanlış bir şekilde- Ukrayna’nın NATO adına bir vekalet savaşı yürüttüğünü öne sürüyor. Rusya’nın iki buçuk yıl önce savaşı başlatması ve sivil nüfusu hedef almaya devam etmesi göz önüne alındığında, bu cüretkâr bir yalan. Rus propagandası Ukrayna veya NATO tarafından alınan kararları belirlememelidir.
‘Trump, NATO ve Ukrayna’ya düşmanlığını defalarca dile getirdi’
Trump’ın NATO’ya yönelik eleştirileri malum. Başkanlık seçimleri yaklaşırken Trump yönetimindeki NATO’nun statüsü tartışılıyor. NATO’ya aktarılan bütçe ve Trump kazanırsa Ukrayna’nın NATO üyesi olma isteği konusunda sürece yönelik öngörünüz nedir?
Trump’ın dört yıllık görev süresi, diğer eyaletlerdeki otoriter liderlerin ulusal güvenlikle ilgili hem siyasi olarak atananlar hem de kariyer profesyonelleri olan kendi kıdemli danışmanlarının tavsiyelerine aykırı olan taleplerine evet demek gibi anlık kaprisli kararlarla damgasını vurdu. Bu dinamik göz önüne alındığında, Trump’ın göreve dönmesi durumunda Trump’ın NATO’ya ve Ukrayna’ya karşı defalarca dile getirdiği düşmanlığın ABD hükümeti içinde, NATO içinde ve küresel olarak nasıl sonuçlanacağı bilinmiyor.
‘Türkiye’nin Ukrayna’ya verdiği desteğin devam etmesi NATO için vazgeçilmez’
Türkiye, savunma harcamalarını artırarak NATO’daki yüzde 2 hedefini ilk kez tutturdu. Ayrıca Ankara’nın Rusya-Ukrayna görüşmelerindeki rolü açısından diplomatik gücü de inkâr edilemez. Türkiye 2026 NATO Zirvesi’ne ev sahipliği yapmaya hazırlanırken Ankara’nın İttifak’taki konumunu nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’nin çok kısa süren Karadeniz Tahıl Anlaşması’nda da yansıtıldığı üzere coğrafi konumu, aynı zamanda Rusya ile arabuluculuk yapmasına rağmen Rusya’nın Ukrayna’ya savaşına karşı Ukrayna’nın direnişine verdiği desteğin devam etmesini NATO için vazgeçilmez kılmaktadır. Ankara, NATO’ya ve Ukrayna’yı savunma hedefine temelden zarar verecek bir tavır almaktan kaçındığı sürece etkili bir aktör olmaya devam edecek. İsveç’in NATO’ya katılmasını sağlamak için varılan anlaşma, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert, milliyetçi (ve hırslı da diyebiliriz) yaklaşımını ve aynı zamanda pragmatizmini yansıtıyor.
Türkiye’nin Suriye’de YPG ile terörle mücadelesi halen çözülmemiş bir konu. Türkiye’ye göre bu, NATO müttefiklerinin NATO sınırlarını, yani Türkiye sınırlarının güvenliğini baltalaması talihsiz bir durum. Peki NATO üyelerinin Ankara’nın temel meselelerini tezyif etmesini nasıl görüyorsunuz?
NATO fikir birliğiyle hareket eder, ancak NATO üyesi ülkelerin herhangi bir güvenlik meselesi üzerinde tam bir anlaşması yoktur. Burada, on yıl önceki İslam Devleti ile mücadele ihtiyacını da içeren, bu konuyla alakalı geniş bir tarih var. ABD ve Türkiye, anlaşamadıkları konularda ikili olarak çalışma fırsatlarına sahip ve bu, genel olarak NATO üyelerinin dahil olduğu çok taraflı tartışmalardan bağımsız olarak devam ediyor.
‘Trump’ın İran’la diplomasiye saygısı yok’
İran’da başkanlık seçimleri yapıldı. Yeni Başkan Mesud Pezeşkiyan, nükleer müzakereleri yeniden canlandırmak istiyor. ABD’nin İran’ın yeni cumhurbaşkanına yaklaşımı nasıl? Biden ve Trump politikaları açısından baktığınızda hangi lider Pezeşkiyan’la diyaloğa daha yakın olacak? Beklentileriniz neler?
Biden Yönetimi, İran dahil olmak üzere dış politika alanında önemli açılardan Obama Yönetiminin 2009-2016 dönemindeki politikalarını sürdürmüştür. İran’ın nükleer silah geliştirmesini müzakere yoluyla çözüm yoluyla kontrol altına alma hedefinden hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Buna karşın Trump’ın genel olarak diplomasiye, özel olarak da İran’la diplomasiye pek saygısı yok.
‘NATO, Kaddafiye karşı ayaklanmayı hava harekatı ile desekledi’
Siz aynı zamanda Libya Özel Temsilcisi olarak da görev yaptınız. Bugün Libya’da gelinen nokta, yani fiili bölünmüşlük, uzlaşmazlık ve üçüncü ülkelerin müdahaleleri dikkate alındığında, Kaddafi’yi deviren NATO operasyonunun “kesinlikle haklı” olduğunu söyleyebilir misiniz?
NATO operasyonunun amacı, daha önce siyasi muhalifleri hapsedip katleden, dengesiz ve intikamcı davranışlarıyla bilinen bir diktatöre karşı ayaklanan Libya halkını desteklemekti. Gerçekten de kelimenin tam anlamıyla, siyasi muhaliflerin kemiklerinin Ebu Salim hapishanesinde toz haline getirilmesini emretti.
NATO, Libya ayaklanmasını başlatmada hiçbir rol oynamadı; haftalar sonra, Libya’daki şehirlerin Kaddafi’ye karşı ayaklanmasının ardından bir hava harekâtı ile ayaklanmayı destekledi. Bu tür operasyonların her zaman sonuçları olur. Ancak Libya’nın başına gelenlerden dolayı NATO’yu suçlamak yersiz. Libya’nın kendi siyasi sınıfı onları yüzüstü bıraktı, tıpkı Lübnan’ın siyasi sınıfının Lübnan’ı yüzüstü bırakması gibi. Bölgesel aktörlerin ve Rusya’nın geçtiğimiz on yıldaki müdahaleleri, Libya’nın Kaddafi’nin ölümünden sonra kendi kendini yönetme kabiliyetini zaten zayıflatmış olan iç bölünmelerden yararlandı ve bunları daha da kötüleştirdi.
ABD, Libya’da büyükelçisinin öldürülmesiyle büyük bir şok yaşadı. Ve Libya uzun yıllar Washington için gündemin ön sıralarında yer almadı. Avrupalı ortakları üzerinden politika izledi ve Avrupalı devletler uzun süre Libya konusunda anlaşmaya varamadı. Peki ABD’nin açık, anlaşılır ve hedefe yönelik bir Libya politikası var mı? Birleşmiş Milletler’in bugüne kadar başarıya ulaşmayan Libya politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Libya’da siyasi uzlaşmayı mümkün görüyor musunuz?
Büyükelçimiz diğer üç Amerikalıyla birlikte Bingazi’de teröristler tarafından öldürüldükten sonra, Obama Yönetimi durumu değerlendirmek için yaklaşık bir yıl ara verdi ve ardından hem yeni bir Büyükelçi hem de Özel Elçi atadı ki bu elçi de bendim ve ülkeyi istikrara kavuşturmak için elimizden geleni yapma amacındaydık. Bunu, Birleşmiş Milletler’in sponsorluğunda bir süreçte Libyalıların geçici birlik hükümeti üzerinde anlaşmaya varmalarına yardımcı olmak için çeşitli ülkelerle yakın işbirliği içinde çalışarak yapmaya çalıştık. Bunu, diğerlerinin yanı sıra Dışişleri Bakanı Kerry, Ulusal Güvenlik Danışmanı Rice, Başkan Yardımcısı Biden ve Başkan Obama’nın güçlü kişisel katılımıyla başardık. Libyalıların yanı sıra diğer birçok ülkeyle de uyum sağlamaya çalıştığımız bu çaba, yeni bir hükümetle ve Libya’da halen yürürlükte olan Temsilciler Meclisi ve Yüksek Devlet Konseyi de dahil olmak üzere hükümetin temel belgesi olan 2015 Libya Siyasi Anlaşması ile sonuçlandı. Trump yıllarında ABD daha az müdahil olmaya başladı; bu da Trump’ın damadının aracılık ettiği ve kişisel çıkarlarıyla tutarlı anlaşmalar dışında diplomasiye yönelik genel küçümsemesini yansıtıyordu. Geçtiğimiz üç yıl boyunca Biden Yönetimi, diğer konuların yanı sıra Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Gazze’deki durum ve ABD’nin Çin ile rekabetini yönetmekle meşguldü ve bu nedenle Libya’ya tam olarak odaklanma yeteneği daha sınırlıydı.
Başkan Trump’ın, Mısır ve BAE’nin, Halife Hafter’in Rusya Devlet Başkanı Putin’in desteklediği Rus “paralı askerlerinin” yardımıyla Trablus’u zorla alma yönündeki başarısız girişimini destekleme yönündeki çağrılarına yanıt verdiği kısa dönem dışında, ABD’nin Libya’ya yönelik politikası tutarlıydı. On yıl önce olduğu gibi bugün de ABD, Libya’daki siyasi sınıfın, Libya’da hem parlamento hem de Başkan için özgür ve adil seçimlere imkân vermesini ve ardından sonuçlara bağlı kalarak Libya halkının ihtiyaçlarını karşılayan birleşik, kapsayıcı bir hükümet kurmasını istiyor.
Siyasi uzlaşmanın gerçekleşmesi için, Libya’nın siyasi liderlerinin, istikrar getirecek kapsayıcı bir hükümette herkes için daha fazlasının olacağı ve halklarının Libya’nın ulusal kaynaklarının faydalarından eşit ve kapsayıcı bir temelde paylaşmayı hak ettiği fikrini kabul etmesi gerekiyor.
Yakın zamanda Ortadoğu Enstitüsü için yazdığım yazımda detaylı olarak tanımladığım gibi bu tür seçimlerin güvence altına alınması ve kapsayıcı ve birleşik bir Libya hükümetinin kurulması, Libya’daki yabancı askeri güçlerin varlığı, özellikle de Afrika’daki bir dizi diktatöre güç yansıtmak için kullandığı ve hızla büyüyen Rus askeri varlığı nedeniyle daha da zorlaştı.
‘ABD Orta Doğu’da rakipsiz değil’
ABD, Orta Doğu’da onlarca yıl önce olduğu gibi bugün de rakipsiz değil. Güçlü bölge ülkeleri, kendi çıkarları zarar gördüğünde Washington’a karşı çıkabiliyor. Rusya ve Çin gibi diğer küresel güçlerin de bölgede önemli bir güç haline geldiği görülüyor. Orta Doğu’nun bu yeni çok kutuplu geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Orta Doğu, birçok rakip grup, din, güç, ideoloji, milliyet, kabile ve diğer kimlikler arasındaki çıkar çatışmalarıyla uzun süredir dünyanın en karmaşık bölgeleri arasında yer alıyor. Bölgesel güçler, sömürgecilik sonrası güçler, yerel güçler ve siyasi gruplar her zaman nüfuz için yarıştı. 45 yıl önce Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) ABD çıkarlarına açıkça aykırı bir hareketle petrol fiyatlarını artırmaya karar vermesinin de gösterdiği gibi, ABD’nin rolü hiçbir zaman bu tür rekabet ve rakiplerden yoksun olmadı.
Orta Doğulu olmayan herhangi bir ülkenin Orta Doğu’da nüfuzunu sürdürebilmesi için sadece ilgili yerel liderlere değil, kendi halkına da fayda sağlaması gerekiyor. ABD’nin birçok gücü ve sunabileceği çok şey var, ancak ABD, kendisi ile ortak çıkarları paylaşanlarla ortaklıklarını sürdürmeden başarılı olamaz. Bunu yapmak, odaklanmayı, dikkati ve ortak hedeflere ulaşmak için kalıcı ilişkiler kurmayı amaçlayan derin katılımı gerektirir.
Rusya’nın Afrika’daki diktatörlere ve savaş ağalarına çıkarcı desteği nedeniyle, Batı’nın maslahatı ile Rusya’nın bölgedeki çıkarları şu anda sıfır toplamlı bir oyuna yakın. Ancak Rusya’nın orada, özellikle de Afrika’da yaptıkları, eninde sonunda geri tepecek; çünkü bu ülkelerin insanları, hayatlarının seçilmemiş cuntalar ve Rus vesayet muhafızları tarafından desteklenen diktatörler tarafından kendilerine dikte edilmesinden mutsuz olacak. ABD, sivil toplum unsurlarının yeni nesil insanları daha iyi seçenekler ve sonuçta daha iyi toplumlar inşa etmelerini sağlayacak araçlarla güçlendirmelerine yardımcı olmaya çalışmalıdır. Bu uzun bir çaba olabilir ama sonuçta insanlar tıpkı yiyecek, barınma, sağlık bakımı ve diğer ihtiyaçlara ihtiyaç duydukları gibi fırsat ve özgürlük de talep ediyorlar. Büyük dış güçler ya halkın yanında ya da karşısında olabilir ya da olmayabilir. Tıpkı Rusya’nın mevcut olması gibi ABD’nin de bu arzuların hem görünür hem de doğru tarafında yer alması ve gözle görülür şekilde yanlış tarafında olması gerekiyor.
Afrika ülkeleri çok yakın bir tarihe kadar sömürgeleştirilmişti. Kaynakları Batılı ülkeler tarafından istismar ediliyordu. Yoksul halk kendi topraklarından ve doğal zenginliklerden yararlanamadı. Belki bu ülkelerin Rusya ile işbirliği yapmaktan başka şansı yoktu. Ne dersiniz?
Bulgular, Afrikalı cuntaların, güçlü adamların ve darbe liderlerinin artık yoksulların yaşamlarını iyileştirmek için Rusya ile ortaklık kurduğu değil, bunun yerine iktidarı sürdürmek için askeri destek almak olduğu yönünde. Her durumda, tipik olarak önemli yolsuzluklar da buna dahil. Üstelik Rusya, 1950’li yıllara kadar uzanan yaklaşık 60 yıldır Afrikalı ortaklar peşinde koşuyor. (Enver) Sedat’ın 1981’de Mısır’dan Sovyetlerle ilişkilerini kesmesiyle Rusya’nın nihayet dışarı atılmasında olduğu gibi, altta yatan nüfus açısından durumun iyi gittiği tek bir vakayı düşünemiyorum.
‘ABD’nin Orta Doğu’daki varlığı başkanlık seçimleri sonrası karara bağlanır’
Son dönemde en çok tartışılan konulardan biri de ABD’nin Irak’tan tamamen çekilmesi. Hem Kuzey Iraklı yetkililerle hem de Bağdatlı yetkililerle yaptığım röportajlarda mevcut politikacıların ABD’nin kalmasını istediğini fark ettim. Hatta ABD’deki analistler, ABD’nin çekilmek şöyle dursun, Irak ve Suriye’deki askeri varlığını artıracağını belirtiyor. Bu konuda nihai strateji nedir?
Anlayabildiğim kadarıyla ABD’nin Irak’ta gelecekte oynayacağı rol konusunda nihai bir karar yok. ABD’nin Bağdat’ta ve/veya Kuzey Irak’ta kalması için, Irak hükümetinin ilgili kısımlarının bu yerlerde ABD varlığının devam etmesini istemesi ve ABD’nin kalma konusunda karşılıklı çıkarlarına uygun devam eden anlaşmasını güvence altına alması gerekecek. Bu tür anlaşmaların mümkün olup olmayacağı ve ilgili tüm tarafların çıkarına olup olmayacağı, İran’ın hem Irak hem de Suriye’deki habis faaliyetleri de dahil olmak üzere, İran ve Kürtlerin İran ve Devrim Muhafızları ile olan ilişkileriyle bağlantılıdır. ABD’nin kalması gerektiğine dair meşru argümanlar var, diğerleri de ayrılması gerektiğine dair. Ancak büyük bir bölgesel belirsizliğin ve birçok olası sorun senaryosunun olduğu bir dönemde, ABD başkanlık seçimleri öncesinde şu anda bir karar vermek için iyi bir neden yok.
Biden kazanırsa ya da Trump kazanırsa ABD’nin Irak’taki varlığı nasıl olur?
Hangi liderin başkan olduğuna göre senaryoların çok farklılaşacağını düşünmüyorum. Şu anda bu konu hakkında önceki cevabımın ötesinde söyleyecek fazla bir şeyim yok.
İlginizi Çekebilir
-
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
-
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna
-
Joseph Nye, Çin’e karşı ABD-Japonya ittifakını güçlendirmeyi önerdi
-
Peru Chancay Limanı, Çin’in Kuşak Yol’u için de yeni fırsatlar açacak
-
ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da
-
Çin’in en büyük bankalarından biri, Rusya’ya yapılan yuan transferlerini engellemeye başladı
SÖYLEŞİ
“Alman sermayesinin mevcut çıkarları CDU-SPD koalisyonu ile örtüşüyor”
Yayınlanma
4 gün önce14/11/2024
Almanya’da uzun süredir sallanan SPD-Yeşiller-FDP koalisyon hükümeti (“trafik lambası”) çöktü. Çöküş, FDP’nin bütçe ve anayasal borç freni üzerine koalisyon ortaklarına bayrak açmasıyla başlamış görünüyor. Fakat Alman ekonomisinin Ukrayna savaşı ve Rusya karşıtı yaptırımların öncesinde başlayan sorunları yüksek enflasyon, enerji maliyetleri ve Çin’deki ihracat pazarındaki gerileme ile birleşince Avrupa’nın en büyük ekonomisi bir kez daha “hasta adam” olarak nitelenmeye başlandı.
Almanya’da günlük olarak yayınına devam eden sol gazete Junge Welt’in yayın kurulu üyesi Arnold Schölzel, Almanya’nın büyümesinin, Ukrayna savaşının ve sosyal harcamaların aynı anda finanse edilmesinin sonuna gelindiğini, FDP’nin keskin sosyal kesinti talebinin aslında bir sonraki federal hükümetin de programı olduğunu savunuyor.
Anayasal borç freni söz konusu olduğunda bu frenin gevşetilmesine karşı çıkar görünen CDU/CSU’nun, olası bir yeni hükümette bundan geri adım atmaya hazırlandığına işaret eden Schölzel, burada hâlâ partiler arasında nüanslar olduğunu ve bunun önümüzdeki seçim kampanyasının konularından biri olacağını düşünüyor.
Alman sermayesinin Doğu Avrupa ve Ukrayna’da çıkarları bulunduğunu kaydeden gazeteci, özellikle Doğu Avrupa’nın Alman sanayisi için bir “ucuz işgücü rezervi” olduğunu hatırlatıyor ve sermayenin savaş yanlısı politikaları desteklediğinin altını çiziyor. Dolayısıyla, Alman ekonomisinin bundan sonra toplumun militarizasyonu ile birlikte ilerlemesi kuvvetle muhtemel.
Almanya için Alternatif’i (AfD) “CDU/CSU’nun devamı” olarak gören Schölzel, Alman sermayesinin çıkarlarının bir CDU-SPD koalisyonunda yattığını düşündüğünü belirtiyor.
‘FDP BİR SONRAKİ HÜKÜMETİN PROGRAMINI İLAN ETTİ’
Anlaşıldığı üzere, Almanya’daki trafik ışığı koalisyonunun çöküşü aslında çok gecikmişti. Ukrayna savaşı ve Rusya karşıtı yaptırımların “icat ettiği” ekonomik kriz ve bu yılki Avrupa Parlamentosu ve Doğu Almanya eyalet seçimlerindeki yenilgiler, hükümetin zamanının geldiğini göstermişti. Çöküş sadece FDP ile SPD-Yeşiller arasındaki ekonomik program farklılığından mı kaynaklanıyor? Parlamentodaki partiler Almanya’daki ekonomik ve siyasi krize yönelik çözüm önerilerinde ne kadar farklılar?
Bu hükümet başından beri bir savaş hükümetiydi. ABD’nin Ukrayna’daki vekalet savaşına önemli mali kaynaklarla katıldı ve Rusya’ya karşı iktisadi bir savaş yürüttü; bu Rusya için değil ama Alman sanayii için yıkıcı sonuçlar doğurdu. Kuzey Akım 2 Baltık Denizi boru hattının muhtemelen ABD hükümeti tarafından havaya uçurulmasını kabul etti. Sonuç olarak Alman ekonomisi iki yıldır durgunluk içinde ve sanayileşmiş ülkeler arasında büyüme açısından listenin en sonunda yer alıyor. Bu durum devlet bütçesinin sınırlarını zorladı. Büyüme dürtülerinin, savaşın ve sosyal yardımların aynı anda finanse edilmesi artık mümkün değil. FDP keskin sosyal kesintiler istedi. Bunu yaparken de bir sonraki federal hükümetin politikalarını ilan ediyordu.
‘DOĞU AVRUPA ÜLKELERİ ALMAN SANAYİSİ İÇİN UCUZ İŞGÜCÜ REZERVİ’
Şansölye Scholz ve hükümetine Alman iş dünyasından gelen tepkiler de dikkat çekici. Başta sanayiciler olmak üzere sermayenin tüm sözcüleri CDU/CSU’nun yanında yer alıyor ve Donald Trump’ın dönüşünü ve Ukrayna Savaşı’nı gerekçe göstererek derhal seçimlere gidilmesini talep ediyor. Ancak konu anayasal borç freni tartışmasına geldiğinde, birlik yok gibi görünüyor. Borç freni gerçekten bu kadar önemli mi? Ukrayna’yı desteklemek, Trump’ın olası gümrük vergilerine karşı mücadele etmek ve aynı zamanda Alman ulusal borcunu azaltmak mümkün mü?
Alman sermayesi Scholz’un savaş rotasıyla hemfikirdi ve şimdi de hemfikir. Rusya ile iktisadi bağları keskin bir şekilde azalttı ve daha temkinli de olsa Çin’e karşı düşmanca bir politikayı destekliyor. Hem sanayi hem de CDU/CSU şimdi borç freninde reform yapmaya istekli olduklarını açıkladılar. Sanayi için sübvansiyonlar ve Ukrayna’ya silah sevkiyatı talep ediyorlar. Alman ekonomisinin tüm Doğu Avrupa’da olduğu gibi burada [Ukrayna] da uzun vadeli çıkarları var. Doğu Avrupa ülkeleri Alman sanayisi için bir tezgah ve ucuz işgücü için bir rezerv görevi görüyor. Alman sanayisi burayı Almanya’nın arka bahçesi olarak görüyor. Sosyal kesintilerin ne kadar derin olması gerektiği konusunda hâlâ farklılıklar var. Bu konu muhtemelen seçim kampanyasının odak noktası olacaktır.
Alman devleti ekonomik yeniden yapılanma programı ile devletin, ekonominin ve toplumun militarizasyonunu bir ve aynı şey olarak mı görüyor? Yeni askerlik yasası, zorunlu askerlik tartışmaları ve Bundeswehr’in modernizasyonu krizden çıkış yolu olarak propaganda ediliyor gibi görünüyor. Parlamentonun Silahlı Kuvvetlerden Sorumlu Üyesi Eva Högl geçtiğimiz yaz yaptığı açıklamada gençlerin Bundeswehr’de “yapıyı, yoldaşlığı ve görev bilincini” öğrendiklerini, “tüm bu niteliklerden ekonominin de yararlandığını” söyledi. Ekonomiyi militarize edecek bir planla mı karşı karşıyayız?
Evet, iktidardakiler toplumun bir bütün olarak militarize edilmesinden yanalar. Bunu oldukça açık bir şekilde söylüyorlar: Bundeswehr okullarda reklam yapmalı; Bavyera’da bunun için yeni bir yasa var. Sağlık sistemi çok sayıda yaralıyı tedavi etmek için hazırlanıyor. Alman Savaş Bakanı Boris Pistorius (SPD) bunu “savaş kabiliyeti” terimiyle özetledi. Bunun dört ila beş yıl içinde yaratılması gerekecek çünkü Rusya o zaman muhtemelen NATO’ya saldıracak. Genel olarak bu, her şeyden önce sivil hakların kısıtlandığı devletin gerici-militarist bir yeniden yapılandırılmasıdır.
‘ALMANYA’DA FAŞİZM UKRAYNA SAVAŞI İLE REHABİLİTE EDİLDİ’
İsrail’in Gazze’ye saldırısı söz konusu olduğunda AfD ve Yeşiller aynı parlamento tasarısını destekliyor. Benzer şekilde, “düzensiz göçle mücadele” söz konusu olduğunda CDU/CSU neredeyse AfD ile eşleşiyor. Tüm partiler AfD ile işbirliği yapmayı reddetse de, AfD politikalarının Alman siyasetinde “ana akım” haline geldiğini söylemek mümkün mü? Her halükarda AfD’nin Almanya’nın geleceğinde bir rol oynaması muhtemel görünüyor.
AfD, CDU/CSU siyasetinin bir devamı. Aradaki fark: Parti içinde açık faşistlere izin veriyor. CDU ve CSU 40 yıldır göçmenlere ve sığınmacılara karşı ırkçı kışkırtmalar yoluyla mücadele ediyor. AfD bunu devraldı ve genişletti: ırkçılığı artırdı ve bilinçli olarak şiddeti teşvik etti. AfD, Müslümanlara yönelik baskı ve cinayetler nedeniyle her zaman İsrail’in yanında yer almıştır. Bu durum Gazze’deki mevcut soykırımla birlikte daha da artmıştır. Yeşiller bugün en kavgacı Alman partisidir. Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı ırkçı klişeler kullanıyorlar ve Netanyahu hükümetinin ırkçı tutumuna tamamen katılıyorlar. Yeşiller, İsrail’in politikalarına yönelik her türlü eleştiriyi antisemitizm olarak suçluyor ve bunda da başarılı oluyor. AfD’deki faşistler nedeniyle, federal düzeydeki diğer partiler arasında AfD ile çalışma konusunda hâlâ çekinceler var. Eyalet düzeyinde durum farklı; işbirliği belediyelerde işe yarıyor. Almanya’da faşizm, özellikle Ukrayna’daki savaşla birlikte rehabilite edildiğinden, AfD’nin birkaç yıl içinde federal düzeyde de kabul görmesi mümkün olabilir. Rusya ile barış için çaba gösteriyormuş gibi davrandığı sürece bu pek olası değil.
‘ALMAN EMPERYALİZMİ İÇİN DAHA FAZLA BAĞIMSIZLIĞIN KOŞULLARI YARATILIYOR’
Yukarıdaki soruyla da ilişkilendirilebilir: Egemen sınıfın içinden yükselen sesler arasında “güçlü ve kararlı bir hükümet” çığlığı önemli bir yer tutuyor. Anketler olası bir federal erken seçimde CDU/CSU’nun birinci parti olacağını gösteriyor. CDU/CSU tek başına bu “güçlü ve istikrarlı hükümet” talebini karşılayabilir mi? Alman siyaseti “siyaset dışı” aktörlere ya da kurumlara yönelmek zorunda kalacak mı?
Bir sonraki federal seçimin tarihi CDU/CSU ve SPD arasında müzakere edildi. Bu semptomatik bir durum: tüm retoriğe rağmen iletişim halindeler. Şu anki duruma göre ancak her iki partinin koalisyonu bir sonraki hükümeti kurabilir. Bence bu aynı zamanda Alman sermayesinin mevcut çıkarlarıyla da örtüşüyor. Egemen sınıf henüz içeride otoriter bir rejime kararlı değil, fakat bunun koşullarını hazırlıyor. Dış politika açısından ise henüz ABD’den kopamıyor ama AB’de ve belki de NATO’da daha güçlü bir liderlik rolü için çabalıyor. Bu aynı zamanda Alman emperyalizmi için gelecekte daha fazla bağımsızlığın koşullarını yaratmaktadır.
SÖYLEŞİ
‘Türk dünyası ekonomik entegrasyona hazırlanıyor’
Yayınlanma
3 hafta önce28/10/2024
Yazar
Esra KarahindibaTürk dünyasının ilk uluslararası finans kurumu Türk Yatırım Fonu, 1 Ocak 2025’te politika belgesini açıklamaya hazırlanıyor. Türk Yatırım Fonu Başkanı Büyükelçi Baghdad Amreyev’e merak edilenleri sorduk.
Finansal uluslararası işbirliği kurumu olarak oldukça yenisiniz. Ve ilk Yönetim Kurulu toplantınızı mayıs ayında yaptınız. O toplantının sonuçları ve toplantıda tartışılan stratejilerin ve kararların uygulanması için oluşturulan yol haritası hakkında bilgi verir misiniz?
Bildiğiniz gibi, Türk Yatırım Fonu’nun kurulması kararı, Türk dünyasının liderleri tarafından 2022’de Semerkant’taki zirvede alındı. Kasım 2022’de, Türk dünyasının ilk finansal mekanizması ve kurumu olan Türk Yatırım Fonu’nun kurulması için özel bir anlaşma imzalandı. Orada ben de kurucu başkan olarak atandım.
Daha sonra kuruluş anlaşmasını hazırlamaya başladık ve çok kısa bir sürede anlaşmayı ortaya çıkardık. 16 Mart 2023’te, Ankara’da Türk dünyası liderlerinin olağanüstü zirvesinde, ülkelerimizin maliye ve ekonomi bakanları, liderlerimizin huzurunda bu kuruluş anlaşmasını imzaladılar. Gerçekten tarihi bir andı.
2023 yılı sonunda parlamentolarımızda onay süreci tamamlandı ve anlaşmaya göre Fon 24 Şubat 2024’te resmen yürürlüğe girdi. Bu, bizim Fonun “doğum günü” olarak kabul ettiğimiz gündür.
O tarihten bu yana çok sayıda organizasyon tamamlandı. 18 Mayıs’ta Türk Yatırım Fonu Başkanı olarak Fonun en yüksek yönetim organı olan Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısını düzenledim.
Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da o toplantıya katıldı, değil mi?
Evet, Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz da bu toplantıya katıldı ve toplantıya başkanlık etti. Bizim için büyük bir onurdu.
Toplantı oldukça başarılı geçti ve Guvernörler, Fonun kurumsallaşmasının tamamlanması da dahil olmak üzere birkaç önemli karar aldılar. Ayrıca Yönetim Kurulu’nu kurdular ve onlara temel prosedür belgelerini ve diğer gerekli eylemleri hazırlamaları için talimat verdiler. O zamandan beri, Haziran ve Ağustos aylarında, iki toplantı düzenledim ve bu toplantılarda Fonun operasyonel faaliyetlerinin başlaması için önemli kararlar aldık. Operasyonel yapının oluşturulması ve yatırım politikasının hazırlanması devam eden süreçler arasında
Yatırım politikası belgemiz hala taslak aşamasında.
Yatırım politikası hazırlanması hala devam ediyor yani.
Evet, hala devam ediyor. Bu, Fonun önceliklerini ana hatlarıyla belirleyeceği, hangi projelere odaklanacağımızı ve rolümüzün ne olacağını belirteceği için önemli bir belge.
Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısında Azerbaycan’dan Sayın Ramil Babayev, Fonun operasyonlarını yönetmekten sorumlu Türk Yatırım Fonu Genel Müdürü olarak atandı.
Yatırım politikası kesinleştirildiğinde ve yönetim yapısı tamamen yerleştiğinde, operasyonel faaliyetlere başlamaya hazır olacağız.
Politika hazırlıklarınızın hala devam ettiğini anlıyorum, ancak Türk Yatırım Fonu’nun hangi temel sektörleri veya endüstrileri destekleyeceği konusunda bize bir fikir verebilir misiniz?
Evet, önceliklerimiz oldukça açık ve bunlardan birçok kez bahsettim. Her şeyden önce, Türk Yatırım Fonu’nun birden fazla amaca hizmet ettiğini belirtmek önemli. Sadece kendi ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmemiz gerekseydi, yeni bir fon kurmaya gerek kalmazdı. Bunun için zaten çok sayıda fon ve bankamız var.
Ancak, Türk Yatırım Fonu sadece ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmek için değil, aynı zamanda uluslarımızın ekonomik entegrasyonuna katkıda bulunmak için kuruldu. Fonun temel odak noktası, ülkelerimiz arasındaki entegrasyonu ve işbirliğini teşvik eden ortak projeleri finanse etmek olacak. Bu, Türk dünyasının birliği ve ekonomik gücü için hayati önem taşıyor.
Türk dünyası için ekonomik entegrasyon kavramını biraz açabilir misiniz?
Herhangi bir siyasi veya ekonomik bloğun nihai amaçları vardır. Amacımız, Türk dünyasına hizmet etme potansiyelini birleştirmek için ekonomilerimizi bir araya getirmek. Ekonomik entegrasyon, ekonomilerimizi güçlendirmek ve ekonomik potansiyelimizi birleştirmek için birlikte çalışmak anlamına geliyor. Biz yedi ülkeyiz. Ticareti teşvik ederek, yatırımları kolaylaştırarak ve altyapı, enerji ve ulaşım gibi alanlarda ortak girişimleri destekleyerek daha güçlü ve daha birleşik bir Türk dünyası inşa etmeyi amaçlıyoruz.
“Ekonomik entegrasyon” derken tam olarak neyi kastediyorsunuz? Bu entegrasyonun bir parçası olarak ortak bir Türk para birimi veya finans altyapısından mı bahsediyorsunuz?
Ekonomik entegrasyon, en azından başlangıçta, tek bir para birimi veya birleşik bir altyapıya sahip olmak anlamına gelmez. Daha çok, özellikle enerji, ulaştırma ve KOBİ’ler gibi kilit sektörlerde, ortak projeler aracılığıyla birbirimizin ekonomilerine daha derin bir şekilde dahil olmakla ilgili.
Amacımız, Avrupa Birliği veya diğer bölgesel gruplar gibi ortak hedefler doğrultusunda çalışabilen ekonomik ve politik bir blok oluşturmak. Birbirimizin ekonomilerini desteklemeli ve tüm ülkelerimize fayda sağlayacak ortak projeler üzerinde işbirliği yapmalıyız. Bu, Türk dünyasının birliği için önemli bir koşuldur.
Fon’un Türk dünyasının eksik parçası olduğunu anlıyorum. Şimdi, bu boşluğu doldurdunuz mu?
Türk birliği halen çok taze. Türk Devletleri Teşkilatı ve diğer ilgili işbirliği örgütleri sadece 10-15 yıl önce kuruldu. Çok kısa bir süre. Elbette zamana ihtiyacımız var. Türk Yatırım Fonu’nun bu süreci hızlandıracağından eminim.
Ekonomilerimizi daha rekabetçi ve dayanıklı hale getirmek için birlikte çalışmamız gerekiyor. Zamanla Türk Yatırım Fonu, Türk dünyasında ekonomik entegrasyonu teşvik etmek için birincil finansal araç olmayı hedefliyor.
Fonun temel önceliklerinden biri, ülkelerimize yabancı yatırım çekmektir. Bunu yapmanın iki yolu vardır: Birincisi, ulusal projeleri destekleyerek ve yabancı ortakları katılmaya teşvik etmek ikincisi ise Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Asya Kalkınma Bankası ve İslam Kalkınma Bankası gibi diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği yapmak.
Elbette, büyük projeler için kendimizi finanse edemiyoruz ancak bu finans kuruluşları projelerimize katkıda bulunmak için çok istekli.
Büyükelçi Amreyev, hem kurumlar hem de ülkeler açısından Asya’daki diğer güçlere ilişkin olumlu bir işbirliği perspektifine sahip olduğunuzu anlıyorum. Ancak aynı zamanda, bu bir tür jeopolitik zorluğu da beraberinde getiriyor. Çin, Rusya, diğer bazı komşu Avrupa ülkeleri… Türk Yatırım Fonu bu jeopolitik zorluklarla nasıl başa çıkacak? Bunu takiben, bir başka soru şu olabilir: Eğer küresel bir güç olarak yükselen Türk bloğundan söz ediyorsak ve Türk Yatırım Fonu finans sektöründe aktif bir oyuncu olmak istiyorsa, bu gerçekler göz önüne alındığında stratejinizi nasıl sürdüreceksiniz?
Yatırım fonu bir siyasi örgüt değil, bir finans kuruluşudur. Bu nedenle Türk Yatırım Fonu, günümüzün sorunlu dünyasının jeopolitik rekabetine veya zorluklarına dahil olmak durumunda değil. Evet, küresel toplumun karşı karşıya olduğu dramatik zorlukları kabul ediyoruz, ancak bunlarla başa çıkmak politikacıların işidir. Finansörler olarak rolümüz rekabetten ziyade işbirliğine katkıda bulunmaktır. İşbirliğine odaklanarak, bu küresel zorlukların bazılarını hafifletmeye ve uluslararası rekabetin yoğunluğunu azaltmaya yardımcı olabiliriz.
Bu nedenle olumlu bir rolümüz var, diğer ekonomik ve finansal kurumlarla birlikte çalışıyoruz. Yapıcı işbirliği ve ortak projeler aracılığıyla, karmaşık dünyamızdaki işbirlikçi çabaları desteklemeyi ve teşvik etmeyi amaçlıyoruz.
Öte yandan, küreselleşmenin dünya çapında rekabeti önemli ölçüde artırdığını da kabul ediyoruz. Sonuç olarak, ülkelerimiz yatırım çekmede zorluklarla karşı karşıya. Bu rekabet gerçek ve hedefimiz, ülkelerimizin bu zorlukların üstesinden gelmelerine ve daha rekabetçi olmalarına yardımcı olmak. Ekonomilerimizin büyümesini başarıyla destekleyerek, uluslarımızın rekabet gücünü artırmada önemli bir rol oynayabiliriz. Şu anda altı ülke Türk Yatırım Fonu’nun tam üyesidir: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Macaristan. Ayrıca Türkmenistan’ın yakında yedinci tam üye olarak katılmasını bekliyoruz. Ayrıca, Türk Yatırım Fonu üye olmayan kuruluşlarla işbirliğine açık. Kuruluş anlaşmamız, gerekli koşulları karşılamaları ve şartları kabul etmeleri halinde diğer ülkelerin de katılmasına olanak tanıyor. Bu, dış ortaklarla da yapıcı işbirliğine imkan sağlıyor.
Uluslararası finans kuruluşlarıyla ilgili olarak, hepsiyle çalışmaya açığız. Zaten müzakerelerdeyiz ve çeşitli finans kuruluşlarının bizimle işbirliği yapma konusunda artan bir ilgi gösterdiğini gözlemliyoruz. Büyük finans fonları, bankalar ve kuruluşlarla çalışarak, üye ülkelerimiz içinde önemli kalkınma ve altyapı projelerine katılabiliriz.
Bu büyük finans kuruluşları işbirliğine olan ihtiyacı kabul ediyorsunuz ve bu da büyük altyapı projelerine önemli yatırımlar yapılacağı anlamına geliyor. Örneğin, özellikle Rusya-Ukrayna savaşı ışığında, Kazakistan ve Türkmenistan’da enerji altyapısını genişletmeye yönelik artan bir ilgi var ve bu da Türk dünyasının Avrupa için önemini artırıyor. Avrupa Birliği’nin Türk bölgesindeki enerji projelerine milyarlarca avro yatırım yapmayı planladığını biliyoruz. Projeler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?
Büyük altyapı projeleri maliyetlidir ve birden fazla finans kuruluşunun katılımını gerektirir. Bahsettiğim gibi, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ve birkaç Asya bankası bu tür bir işbirliğinin kurulması konusunda istekli. Finanse edilecek özellikle enerji sektöründe olmak üzere halihazırda boru hattında birkaç projemiz var. Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan petrol ve gaz üreticisi olsa da, şu anda bu kaynakları verimli bir şekilde taşımak için boru hatları ve elektrik hatları gibi daha fazla sınır ötesi enerji altyapısına ihtiyacımız var.
Ulaşım ağının inşası sadece üretim için değil, aynı zamanda tüketiciler için de önemli. Bu nedenle diğer uluslararası finans kuruluşlarından giderek artan bir ilgi görüyoruz. Ulusal hükümetlerimizin planları var ve Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’ın Türkmenistan’dan Azerbaycan, Türkiye ve Avrupa’ya gaz boru hatları inşa etme girişimlerinde yer aldığını biliyorum. Ülkelerimiz ve Avrupalı ortaklarımız bu projelere büyük ilgi gösteriyor.
Türk dünyasında başka enerji projeleri de var. Örneğin, Kırgızistan’da Özbekistan ve Kazakistan’a hizmet edecek bir enerji santrali inşa etme konusunda büyük planlar var. Bu devasa altyapı projeleri halihazırda çeşitli finans kuruluşları tarafından inceleniyor ve işbirliği yapılabilecek çok sayıda alan var. Elbette, hükümetlerimizle yakından çalışıyoruz, önceliklerini, planlarını ve programlarını izliyoruz. Ayrıca, ulusal hükümetler tarafından ve zirvelerimizde ve hükümetler arası komisyonlarda alınan kararları da dikkate alarak, paydaşlarımız olan üye devletlerimizin öncelikleriyle uyumlu olduğumuzdan emin oluyoruz.
Macaristan’ın, özellikle AB başkanlığı sırasında, katkılarından dolayı Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) tarafından çok takdir edildiğini biliyoruz. Macaristan’ın Avrupa ve Türk dünyasını birbirine bağlamadaki rolü çok önemli kabul ediliyor. Aynı zamanda Macaristan, Türk Yatırım Fonu’na önemli miktarda parasal katkıda bulunduğunu resmen açıkladı. Bu konuda daha fazla bilgi paylaşır mısınız?
Evet, bu bir sır değil. Fon başlangıçta beş üye ülke tarafından kuruldu ve ardından Macaristan eşit payla katıldı. Her ülke 100 milyon dolar katkıda bulundu ve fonun başlangıç sermayesi 600 milyon dolar oldu. Daha önce de belirttiğim gibi, bu başlangıç sermayesi önümüzdeki yıllarda fonu diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği için daha rekabetçi ve çekici hale getirmek için önemli ölçüde artırılacak.
Fondaki paylar her zaman eşit olarak kalacak mı?
Şart değil. Başlangıç sermayesine eşit paylarla katkıda bulunuldu, ancak ek sermaye daha sonra kararlaştırılabilir ve şüphesiz aynı dağılımı takip etmeyecektir. Macaristan’a gelince, diğer üyelerle aynı payla tam üye olarak katıldı. Macaristan’ın 2018’de Türk Devletleri Örgütü’ne katılmasından bu yana Türk işbirliğinde çok yapıcı bir rol oynadığını söylemeliyim. Macaristan, diğer TDT üye devletleriyle birlikte tüm işbirliği mekanizmalarına aktif olarak katılıyor. Yakın zamanda, Macaristan’ın fona katılımını kesinleştirdiğimiz ve onları tam üye yaptığımız Budapeşte’deydim. Macaristan, Türk dünyasını Avrupa’ya ve Avrupa Birliği ile Türk Devletleri Teşkilatı arasında bağlamada gerçekten vazgeçilmez bir rol oynuyor. Macaristan’ın rolünü takdir ediyoruz ve gelecekte büyümeye devam edeceğine, yalnızca Türk dünyasının entegrasyonuna değil, aynı zamanda AB ile daha yakın işbirliği yoluyla küresel entegrasyonuna da katkıda bulunacağına inanıyorum.
Fona katkıları açıklığa kavuşturmak için soruyorum, her ülke ne kadar ödeyecek? Örneğin, Türkiye’de, Türkiye’nin Kazakistan ve Türkmenistan’daki enerji altyapısı ve boru hatları gibi projeler için devlet fonu sağlayıp sağlamadığı tartışılıyor. İnsanlar, başka ülkelerdeki projeler için hazineden ne kadar rakam ödeneceğini merak ediyor.
Herhangi bir uluslararası finans kuruluşunda olduğu gibi, proje finansmanı ve önceliklendirmeyle ilgili tüm kararlar Yönetim Kurulu tarafından verilecek. Her ülkenin çıkarları ve katkıları dikkate alınacak ve burada “kaybeden” olmayacak, sadece “kazanan” olacak.
Bu önemli röportaj için çok teşekkür ederim, Sayın Büyükelçi. Hala birçok sürecin devam ettiği anlaşılıyor, ancak şimdilik bize bir manşet verebilir misiniz? Yakın gelecekte dünyanın hangi bölgesinin Türk Yatırım Fonuyla büyük ölçekli projelerde işbirliği yapma olasılığı en yüksek? Avrupa, Asya, Rusya veya Körfez ülkeleri mi olacak? Türk Yatırım Fonu işbirliklerinde en büyük sürpriz ne olacak?
Öncelikle Türk Yatırım Fonu yeni kurulmuş bir finans kuruluşudur ve 1 Ocak 2025’te operasyonel faaliyetlerimize başlayacağız. Avrupa, Asya, İslam dünyası ve Arap dünyasındaki finans kuruluşlarıyla yakın temas ve müzakereler içindeyiz. Onlar tarafından güçlü bir ilgi görüyoruz ve onlarla ilişkilerimizi geliştirmek için eşit derecede istekliyiz.
Bence en büyük sürpriz, üye devletlerimiz içinde Türk bölgesinde elde edeceğimiz başarı olacak. Ülkelerimizin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmaya ve ortak projeler üzerinde birlikte çalışan girişimcileri desteklemeye ciddi şekilde kararlıyız. Onları desteklemek ve Türk ülkeleri ve şirketleri arasında daha fazla ortak girişim teşvik etmek için buradayız.
Söylediğim gibi, nihai hedef, daha birleşmiş bir Türk dünyasının temeli olacak Türk ülkeleri arasında daha fazla ekonomik entegrasyona katkıda bulunmaktır. Bu bizim temel amacımız.
Büyükelçi Bağdat Amreyev, bu diplomatik röportaj için teşekkür ediyorum. Türk Yatırım Fonu’nun politikaları, yatırımları ve projeleri resmi olarak başlatıldığında 1 Ocak’tan sonra daha fazlasını duymayı dört gözle bekliyoruz.
SÖYLEŞİ
Uzmanlara BRICS’i sorduk – 3: Üye ülkelerin karşı karşıya olduğu zorluklar neler?
Yayınlanma
3 hafta önce28/10/2024
Yazar
İlber Vasfi SelRusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Cumhuriyeti’nin Başkenti Kazan’da gerçekleştirilen BRICS Zirvesi’nin yankıları devam ederken; gündemle ilgili soruları BRICS & Şanghay İşbirliği Örgütü İnovatif Diplomasi Merkezi Direktörü Dr. Nina Ladıgina-Glazunova’ya sorduk.
İlber Vasfi Sel: Nina Hanım, Kazan’daki zirveye siz de katılım sağladınız. Zaten direktörü olduğunuz kurumda “Bricsolog” olarak çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin için zirve hem sembolik hem de pratik açıdan önemli görülüyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Bu zirvenin Rusya için önemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu zirve Rusya’nın küresel ajandasını nasıl etkiler? Ek olarak; BRICS içerisinde rekabet halinde olan ülkeler de var. Üye ülkeler arasındaki rekabet ve çatışmaları değerlendirdiğinizde BRICS’in çeşitli alanlardaki işbirliğini derinleştirme hedefini nasıl görüyorsunuz?
Nina Ladıgina-Glazunova: Kazan’da yapılan BRICS Zirvesi’nin Rusya açısından önemi, esas olarak Batı’nın Rusya’yı tecrit etme politikasının tamamen başarısızlığa uğramasında ve genel gerginliklere rağmen Rusya’nın dünya sahnesindeki öneminin devam ettiğinin kabul edilmesinde yatmaktadır. Kazan’daki BRICS Zirvesi’nin yüzyılın olayı haline geldiğini; Azerbaycan, Ermenistan, Bahreyn, Bangladeş, Belarus, Bolivya, Kongo, Küba, Endonezya, Kazakistan, Kırgızistan, Laos, Malezya, Moritanya, Moğolistan, Nikaragua, Filistin, Sırbistan, Sri Lanka, Tacikistan, Tayland, Türkiye, Türkmenistan, Özbekistan, Venezuela, Vietnam ve Sırp Cumhuriyeti’nden (Bosna-Hersek’e bağlı bir birim) oluşan heyet başkanlarını bir araya getirdiğini görüyoruz. Bunlardan 23’ü devlet başkanları düzeyinde, sadece BRICS üye ülkelerinden (Rusya, Brezilya, BAE, Çin, Mısır, Etiyopya, Hindistan, İran, Güney Afrika ve davetli ülke olarak Suudi Arabistan) değil, aynı zamanda zirveye büyük ilgi gösteren Küresel Güney ülkeleriyle birlikte Birleşmiş Milletler (Genel Sekreter – Antonio Guterres), Avrasya Ekonomik Komisyonu (Yönetim Kurulu Başkanı – Bakıtcan Abdirulı Sağıntayev), Birleşmiş Devletler Topluluğu (Genel Sekreter – Sergey Lebedev), Rusya ve Belarus Birliği Devleti (Devlet Sekreteri – Dmitriy Mezentsev), Şanghay İşbirliği Örgütü (Genel Sekreter – Zhang Ming) ve Yeni Kalkınma Bankası BRICS (Banka Başkanı – Dilma Rousseff) gibi beş uluslararası örgütün başkanları da vardı.
Uzmanlara BRICS’i sorduk – 1: Bağımsız BRICS ödeme sistemi başarıya ulaşabilir mi?
23 Ekim’de heyetler ve BRICS ülkelerinin delegasyon başkanlarının toplantılarının ardından yayınlanan bildiride, BRICS’in kurumsal gelişimini teşvik etme yolu mutabakatla kabul edildi ve tarihte ilk kez, birliğe dahil olan ülkeler bildirgenin ilk paragrafında listelenmiyor.
Bu ne anlama geliyor?
Bunun başlıca nedeninin, bu yıl çoğu formatta eşit düzeyde yer almasına rağmen, hala tam üye statüsünü kabul etme sürecinde olan Suudi Arabistan’ın belirsiz statüsü olduğu varsayılabilir. Bu da yüksek ve uzmanlaşmış bir düzeyde temsil anlamına geliyordu. Ayrıca yazılı, görsel ve sosyal medyada sahte haber tehlikesine ve ülkelerimiz hakkında doğrulanmış bilgilerin yayılmasına da özel dikkat gösterildi.
Zirve ve tüm horizontal formatlar yelpazesi sayesinde Rusya, BRICS’teki başkanlığı sırasında yeni pazarlara girme yeteneklerini genişletebildi, bu kesinlikle olumlu bir andır ve ülke en başından, kurulduğu andan itibaren, bu yönelime bağlı kalmalı ve yalnızca Batı ülkelerine ana yönelim olarak bakmamalıydı. Şimdi yapbozu bir araya getirmek gibi düşünürsek; ekonomiyi çeşitlendirme ve yalnızca yurtdışından gelen bileşenlere odaklanan üretimden uzaklaşma süreci başlatıldı ve yabancı bileşen üreticilerinin üzerimizdeki nüfuzu giderek azaldı. Rusya, kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzalamak konusunda İran ile anlaştı.
Bugün emin bir şekilde söyleyebiliriz ki en güçlü BRICS ülkeleri; Rusya, Çin, Hindistan ve İran’dır. Yani, tek kutuplu Batı dünyasının antipodu haline gelen ülkeler… Parametrelerinde G7’yi aşan küresel bir ülkeler birliğinden bahsedebiliriz ve bu gezegenimizin ekonomik geleceğiyle ilgilidir. Ortak hedeflerine ve çok kutuplu bir dünyaya odaklanmalarına ve kendi kimliklerini korumalarına rağmen; BRICS ülkeleri, özellikle komşularıyla çeşitli rekabet biçimleri ve toprak zorluklarıyla karşı karşıyadır.
Her ikisi de büyük gelişmekte olan ekonomiler olan Çin ve Hindistan, küresel pazarlarda ve gelişmekte olan ülkelerde nüfuz için rekabet ediyor ve birbirleriyle toprak anlaşmazlıkları var. Rusya ve Güney Afrika arasında jeopolitik gerginlikler Özel Askeri Operasyonun başlangıcından bu yana ortaya çıkmıştır. Rusya ve Çin her alanda yakın ortaklardır, ancak her iki ülkenin bireysel siyasi gündemlerinde, Kazakistan gibi Orta Asya ülkeleri gibi, çatışabilecekleri alanlar vardır. Aynı zamanda Hindistan ve Çin, Rusya’nın diplomatik çabalarının da yardımıyla uzun süredir devam eden sınır sorunlarını çözmede ilerleme kaydettiklerini duyurdular ve bu zirvede önemli bir başarıydı.
BRICS ülkeleri ve gelecekteki ortakları, Filistin’e desteklerini ilan ederken; dünyanın dört bir yanındaki yaklaşık iki milyar Müslüman Kazan’daki olayları izledi. Zirve sırasında, birçok delegasyon başkanı Filistin’e, Orta Doğu’ya, hızlıca barışçıl şekilde bir arada yaşamayı ve BM sözleşmelerine uyumu gerektiren çok hassas ve kırılgan bir bölge olarak büyük vurgu yaptı. Bu doğrultuda zirvede Filistin meselesinin dünya Müslüman toplumu için önemini vurgulayan güçlü bir sonuç bildirgesi kabul edildi.
Brezilya, Venezuela’nın BRICS ile yakınlaşmasından pek memnun değil ve bu durum, onu Pakistan gibi “Ortak Ülkeler” listesinde göremememizin başlıca nedenlerinden birisidir (13 ülke BRICS ortak ülke statüsü aldı. Bunlar Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Cezayir, Belarus, Bolivya, Küba, Endonezya, Malezya, Nijerya, Tayland, Uganda ve Vietnam’dı). Ek olarak BRICS’te farklı ülkelerin ve medeniyetlerin dünya düzenine ilişkin farklı fikirleri olması nedeniyle G7 ile çatışma platformu olmayacak.
Öte yandan politikasını dünyadaki tüm çatışmaların çözümü üzerine kuran; ancak Pakistan ile ilgili konulara nadiren değinen Narendra Modi var… Çünkü aralarında uzun yıllardır bir çatışma var ve aynı zamanda Çin ile Rusya, Pakistan’ı BRICS ortağı olarak tanıtıyorlar.
Bu nedenle, BRICS’in ticaret cirosunu artırma, karşılıklı yatırımlar (çatışmaları önlemek için, belirli bölgelerdeki etki alanlarının sınırlandırılması konularını “kıyıda” çözmek gerekir), sosyo-insani değişimlerin birbirimizi daha iyi tanımamızı ve belki de bazı ülkeler söz konusu olduğunda “baltayı gömmemizi” ve ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin “yumuşak güç” yoluyla yaptığı kültürel genişlemeye yönelik olası müdahaleleri düzenlememizi sağlayacağı gibi karşılıklı olarak faydalı işbirliği alanlarını teşvik etmesi gerektiğine inanıyorum.
Öte yandan Güney Amerika, sosyal, politik, ekonomik olarak her anlamda çok istikrarsız ve ABD’nin güçlü etkisi altında. BRICS platformuna geldiğinizde tüm bunları unutmanız gerektiğini; çünkü büyük resmi ve küresel gündemi düşünmeniz gerektiğini hatırlamak önemlidir. Ve gerçekten barışçıl olarak adlandırılabilecek olan Kazan Zirvesi, BRICS+ formatındaki bazı katılımcıları, örneğin Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’i, barış antlaşması, sınır belirleme ve diğer karşılıklı ilgi konular da dahil olmak üzere ikili barış gündemini ilerletmeyi tartışmak üzere bir araya getiren bir toplantı oldu ve daha önce duraklamış olan karşılıklı sorunları çözmek için müzakere etmeye teşvik etti.
Bugün, bildirge halihazırda ulusal para birimlerindeki koşullu rezervler için mevcut mekanizmalarını da açıklıyor. Bunlar: IMF ve Dünya Bankası gibi mevcut kurumlar kadar büyük ve kapsamlı olmasa da; onlar için ciddi bir tehdit oluşturuyor. BRICS Pay mekanizması da başlatıldı: Çin’in CIPS (Sınır Ötesi Bankalararası Ödeme Sistemi) sistemine ve uluslararası SWIFT sistemine benzer bir ödeme sistemi projesi olan BRICS Pay, uluslararası ödeme kartları Visa ve Mastercard veya Rusya’nın MIR, RuPay’i ile Çin’in UnionPay gibi ulusal banka kartlarıyla birlikte çalışabilir ve BRICS+ ülkelerinde kullanabilecek halde olacak.
Gelişmekte olan ülkelerin katılımıyla kolektif çözümler bulmanın doğrudan, açık ve etkili bir yolu, ulusal para birimlerinin giderek yaygınlaşan kullanımıyla de-dolarizasyondur ve bizim için yeni bir rezerv para birimi dediğimiz şeye ihtiyacımız var. Çok sayıda medeniyet ve kültürün temsilcilerinin, bilinçaltında kendi ülkelerinin refahı için kendi gündemlerini tanıtmak istedikleri birleşmeleri, yalnızca Küresel Güney ülkeleri için açık olan konularda; örneğin BM Güvenlik Konseyi reformu veya iklim değişikliği (Burada Vladimir Putin de yeşil gündemi topluma zarar vermek için kullanma konusundaki açıklamasında dikkatlice ima ettiğini hatırlatalım) birleşik bir şeye yönelik kararlar almayı zorlaştırıyor.
BRICS’in rolünün artacağı ve BRICS ülkelerinin halihazırda küresel ekonomik büyümenin itici güçleri olduğu, jeopolitik manzarayı Avrasya’ya ve bir bütün olarak Güney’e doğru kaydırdığı oldukça açık. Mevcut yılın sonuçlarına göre, BRICS’teki ortalama ekonomik büyüme oranı %4 olarak tahmin ediliyor. Bu, G7 ülkelerindeki, sadece %1.7’lik orandan daha yüksek. Ekonomik büyüme oranlarındaki bu kadar farkla, öngörülebilir gelecekte küresel GSYİH’daki ana artış BRICS’te üretilecek. OPEC Plus’da aslında BRICS ülkelerinin bir parçası ve Rusya ve Suudi Arabistan aslında oradaki liderler. Dünya çapında petrol fiyatlarını onlar belirliyor. Ancak çoğu ticaret platformunun bununla mücadele etmek için çıkarlarını lobi yapan Batılı şirketlere ait olduğunu hatırlamakta fayda var ve birleşmek gerekiyor.
BRICS, BM’nin aksine, herkesin aynı masada oturması ve üye devletlerin daha adil bir şekilde temsil edilmesiyle eşit bir sese sahip olması bakımından farklı. Belki de BRICS, gelecekte tüm BRICS ülkeleri tarafından savunulan reformu gerçekleştirerek, BM’ye bir alternatif olabilir. Ancak bu uzun bir süreç olacaktır.
Sorunlarını ve toprak anlaşmazlıklarını kabul eden BRICS ülkeleri, küresel işbirliğinin ortak gündemine odaklanmayı hedefliyor. 1 Ocak 2024’ten itibaren birliğe yeni ülkelerin de dahil olmasıyla, ortak bir hedef adına güçlü bağlar ve diyalog kurulmalı, sadece ‘a priori’ değil, böyle bir format olmamalı, Birlik’in çeşitli alanlardaki işbirliğinin önceliği ile Anglo-Sakson ideolojisine dayalı bir birlik olarak temellendirilmemelidir. Birliğin ortak çıkarları teşvik etme ve eşitlik ve saygıya dayalı çok kutuplu küresel yönetişimi teşvik etme konusunda muazzam bir potansiyeli var.
Zirvede imzalanan mutabakat aynı zamanda herhangi bir katılımcının ulusal çıkarlarının garanti altına alınmasının da bir garantisidir.
İlber Vasfi Sel: Nina Hanım, oldukça geniş ve bilgilendirici cevaplarınız için Harici olarak teşekkür ederiz.
Uzmanlara BRICS’i sorduk – 2: Türkiye BRICS’e üye olabilir mi?
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
Alman Demokratik Cumhuriyeti: Kadın özgürleşmesinde ileriye doğru büyük bir adım
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna
Joseph Nye, Çin’e karşı ABD-Japonya ittifakını güçlendirmeyi önerdi
Peru Chancay Limanı, Çin’in Kuşak Yol’u için de yeni fırsatlar açacak
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Rusya-Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’nin askeri hamlesinin etkileri
-
AMERİKA2 hafta önce
ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein
-
RUSYA6 gün önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA1 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İsrail’in ‘sekiz cepheli çatışmada’ tuzağa düşürülmesine dair bir inceleme
-
DÜNYA BASINI6 gün önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi