Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Nijer’e müdahale için “güç rekabeti” kışkırtması

Yayınlanma

Fransa, bugüne kadar Orta Doğu’da ABD politikalarını desteklemesi karşılığında Sahel’de Washington’un desteğini kazandı. Ancak Nijer’de askerlerin yönetime el koyması ile başlayan süreçte belirgin bir ayrışma yaşanıyor. Paris yönetimi, Sahel’deki son kalesini korumak için askeri müdahaleyi kışkırtmaya çalışıyor. Washington ise henüz daha temkinli bir yaklaşım sergiliyor.

Washington’un dış politikasına etkileriyle öne çıkan ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin (Council on Foreign Relations-CFR) yayın organı Foreign Affairs, ABD’nin bu tutumunu sürmesi gerektiğini savunan bir analiz yayınladı. Aşağıda çevirisini okuyacağınız analizde, Fransa başta olmak üzere dış müdahale savunucularının destek toplamak için büyük güçler arasındaki rekabete başvurduğu tehlikeli oyuna dikkat çekildi:

***

Nijer’in Darbesi ve Amerika’nın Seçimi

Washington Askeri Müdahale İçin Değil, Arabuluculuk İçin Bastırmalı

Hannah Rae Armstrong

26 Temmuz’da Nijerya Devlet Başkanı Muhammed Bazum, kendi başkanlığının güvenlik gücü tarafından evinde gözaltına alındı. Bazum’un koruma şefi General Abdurrahman Tchiani 48 saat içinde ordudan destek alarak kendisini geçiş hükümetinin başkanı ilan etti. Ağustos sonu itibariyle Fransa ve Batı Afrika devletlerinden oluşan bir blok askeri müdahaleye hazırlanırken Bazum hâlâ başkanlık sarayında sıkışmış durumda. Tchiani, görevi devralmasını tersine çevirmeye yönelik herhangi bir yabancı girişimin “çocuk oyuncağı” olmayacağı konusunda uyarıda bulundu.

Nijer’de darbeler nispeten rutin bir olay; başkentteki elitlerin büyük ölçüde kansız bir şekilde yer değiştirmesi. Son altmış yılda ülke beş darbe yaşadı. Ancak bu seferki farklı. Batı’nın Afrika Sahel’inde terörizme karşı son siperi olarak görülen ülkede ilk demokratik iktidar değişiminden sadece iki yıl sonra gerçekleşti. Mart ayında Nijer’i ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ülkeyi bir “demokrasi modeli” olarak ilan etti. Ancak Batı, Nijer’in gerçekte olduğundan daha istikrarlı bir rotada ilerlediğini düşünerek kendini kandırdı.

Bu kriz sürpriz olmamalıydı. Geçen on yıl boyunca, Fransa’nın başını çektiği ve ABD’nin desteklediği Sahel’i istikrara kavuşturma çabaları bölgenin sivil kurumlarını giderek zayıflattı ve güvenliği sağlamakta başarısız oldu. Beş Sahel ülkesinden dördünde askeri yöneticiler iktidara geldi; Batı’nın bu yeni rejimlere desteğini çekmesinin ardından Mali ve Burkina Faso’daki cuntalar güvenlik yardımı için Rusya’ya başvurdu. Batı’nın Bazum’u takdir etmesi, 2021’de göreve geldiğinden beri artan hoşnutsuzlukla karşı karşıya kaldığı Nijer’deki gerçeklikten kopuktu.

Artık geçmişteki darbelere göre daha fazlası tehlikede. Kriz korkunç yeni boyutlar kazanmaya devam ediyor: Nijer cuntası iktidara geldikten hemen sonra Fransız savunma anlaşmalarını iptal etti ve olası işbirliği biçimlerini görüşmek üzere acımasız Wagner paramiliter şirketinin liderleriyle bir araya geldi. Aynı hızla, sınırlarında El Kaide ve İslam Devleti ile bağlantılı grupların saldırıları çoğaldı. Bu arada Bazum’un müttefiki olan iki eski isyancı lider, Bazum’u yeniden iktidara getirmek için yeni silahlı hareketler başlattı.

Ancak Fransa ve Batı Afrika ülkelerinin Bazum’u yeniden iktidara getirmek için güç kullanmak istemesi, diğerlerinin ise diplomatik çözüm çağrısında bulunması krizin nasıl çözüleceği konusunda bir çatlak yarattı. Pek çok gözlemci ABD’nin bölgede genellikle yaptığı gibi Fransa’nın liderliğini takip etmesini bekliyordu. Ancak şu ana kadar Washington, Nijer’e yapılacak bir askeri müdahalenin rakip yabancı güçler tarafından desteklenen bölgesel gruplar arasında yeni bir çatışmayı tetikleyeceğini kabul ederek akıllıca arabuluculuğu teşvik etti. ABD bu tutumundan vazgeçmemeli ve savaşı önlemek için hiçbir çabadan kaçınmamalı.

UZUN VE FIRTINALI YOL

Darbenin doğrudan tetikleyicisi iç gerilimlerdi. Ancak kriz aynı zamanda Sahel’de yabancıların önderliğinde on yıl süren kötü tasarlanmış istikrar politikalarının da doruk noktasıydı. Cihatçı grupların Bamako’yu ele geçirmeye hazır göründüğü 2013 yılında Fransa Mali’ye birkaç bin asker gönderdi. Fransızlar bazı üst düzey cihatçı liderleri ortadan kaldırırken onları kovalaması cihatçıların Mali’nin merkezine ve Nijer ile Burkina Faso’nun yanı başındaki sınır bölgesine yayılmasına neden oldu.

Sınırlandırılmış bir müdahale olarak başlayan süreçte asıl amaçtan uzaklaşıldı. Sahel’in siyasi diyalog çağrılarını görmezden gelen Fransa, Sahel’deki birçok ülkenin güvenlik ve siyasetinde aşırı fazla rol oynamaya başladı. 2010’ların sonlarında, giderek yaygınlaşan kırsal isyanlarla karşı karşıya kalan Fransa, Mali hükümetine bağlı etnik milislerle terörle mücadele ortaklıkları kurdu. Toplumsal gerilim arttıkça, savaşçılar sivilleri katletti ve yakın zamana kadar görece barış içinde yaşayan topluluklar kendilerini savunmak için silahlanmak zorunda kaldı.

Şiddetin durmaksızın yayılması birçok sıradan Sahelliyi Fransa ile ortaklık kuran rejimlere karşı kışkırttı. Askerler katliama gönderilmeye direnirken siviller de kendi liderlerini giderek Paris’in vekilleri olarak görmeye başladı. Şiddetin tırmanması ve Fransız karşıtlığındaki keskin artış 2020’de Mali’de ve 2022’de Burkina Faso’da darbelere yol açtı. Aynı yılın ağustos ayında, Bamako ile ilişkileri çözülürken Fransa, Mali’deki güçlerini tamamen geri çekti.

Ancak Paris askerlerini evlerine göndermedi. Birçoğunu Nijer’e yolladı. Bu durum, pek çok dış gözlemcinin Nijer’in 2020’nin sonlarında ve 2021’in başlarında gerçekleştirdiği iki turlu seçimi neden bir tür mucize olarak lanse etmeye hevesli olduğunu açıklıyor- France24 haber kuruluşunun ifadesiyle, bir gecede Sahel’in “demokrasinin son kalesini” yaratan bir mucize. Nijer, Sahel’in istikrara kavuşması için Batı’nın umutlarını tek başına taşımak zorundaydı.

BATI KUMARI

Ancak Batılılar seçimin ne kadar çok Nijeryalı tarafından tiyatro olarak algılandığını gözden kaçırdı. Eski bir kabine bakanı olan Bazum, selefi Mahamadou Issoufou’nun yakın çevresinden çıktı. Issoufou onu kendi halefi olarak seçti ve iktidara giden yolu kolaylaştırmak için Bazum’un ana muhalefet adayını çocuk kaçakçılığı gibi sahte suçlamalarla tutuklattı. Şubat 2021’de devlet medya kuruluşları Bazum’un kıl payı zaferini duyurduğunda, yüzlerce muhalefet destekçisi sonuçların hileli olduğunu ilan etmek için sokaklara döküldü. Issoufou’nun polisi, derhal yaklaşık 500 kişiyi tutukladı ve interneti haftalarca kapattı.

Çoğu Nijeryalı Bazum döneminde çok az değişiklik bekliyordu. Yolsuzluğa göz yumdu ve hükümetin baskılarını ve güvenlik güçlerinin ihlallerini protesto eden gazetecileri, blog yazarlarını ve sivil toplum aktivistlerini kovuşturmak için kullanılan 2019 siber suç yasası gibi Issoufou döneminin baskıcı politikalarını sürdürdü. Ancak Bazum’a en çok zarar veren, Fransa’nın Nijer’i Sahel askeri operasyonları için yeni üssü haline getirmesine izin verme tercihi oldu.

Fransa, Sahel’deki konumunu güçlendirmek için 2022’nin ikinci yarısında Nijer’e 1.000 asker konuşlandırdı; Bazum da Fransa’dan gıda ve altyapı için 70 milyon avroluk yeni hibe ve kredi aldı. Bu Bazum için riskli bir anlaşmaydı, ancak Mali’den çekilirken olduğu gibi Fransız varlığını gizli tutabileceğine dair kumar oynadı.

Bu kumar onun Batı’nın sevgilisi statüsünü pekiştirdi. ABD’nin de istikrarlı ve dost bir Nijer’e ihtiyacı var; ayrıca burada önemli güvenlik çıkarları da söz konusu. Washington, Dirkou’daki CIA İHA üssünü güney Libya üzerinde gizli gözetleme görevleri yapmak için kullanıyor. Yakın zamanda, ABD’nin bölgedeki istihbarat kapasitesini artırmak için kuzeydeki bölgesel başkent Agadez’deki hava üssüne 100 milyon doların üzerinde yatırım yaptı. ABD yaklaşık 1,000 askerini buradaki ve başkent Niamey’deki üslerde tutuyor.

HAYAT BİR BUMERANG

Ancak Bazum’un Batı’ya kur yapması onu kendi halkıyla tehlikeli bir şekilde ters düşürdü. Fransa’nın Batı Afrika’daki son askeri maceralarından önce bile Nijerlilerin bu ülkeye karşı belirgin bir hoşnutsuzluğu vardı. Fransa, nükleer enerji endüstrisi için Nijer uranyumuna ucuz erişim sağlamak amacıyla on yıllardır yolsuz ve hatta bazen yasadışı uygulamalara başvurdu ve Nijer’i ihracatından kâr edemez hale getirdi.

Kasım 2021’de Nijer’e giren bir Fransız konvoyunun üç protestocuyu öldürmesi onlarca yıllık yaraları yeniden açtı ve 2022 yılı boyunca bir sivil toplum koalisyonu olan M62 hareketi Fransız güçlerinin ülkeyi terk etmesini talep etmek için başkentte gösteriler düzenledi. Ocak ayında Bazum, grubun lideri Abdoulaye Seydou’yu kamu düzenini bozma suçlamasıyla gözaltına aldı.

Halkın bu memnuniyetsizliği, hoşnutsuz askeri aktörleri cesaretlendirdi. Bazum her zaman ordusunu dizginlemek için mücadele etmişti. Göreve başlamasından günler önce bir darbe girişimini engelledikten sonra düzinelerce üst düzey subayı tasfiye etti. Geçen Nisan ayında Nijer ordusunun genelkurmay başkanını görevden aldı ve darbeden hemen önce Tchiani’yi görevden almanın eşiğinde olduğu bildirildi.

Her ikisi de sonunda cuntanın lideri olacaktı. Bazum’un Batı yanlısı tutumu ve generallere yönelik baskıları, sivil toplum ve askeri muhalifleri arasında beklenmedik bir ittifak oluşturdu: darbeden sonra cunta, M62’nin desteği karşılığında Seydou’yu serbest bırakmayı kabul etti.

Ancak Bazum’un hataları başarılarını gölgelememeli. Fransa, Burkina Faso ve Mali’nin isyancılarla mücadelede benimsediği yaklaşım -etnik milislerle ortaklık- şiddetin hızla artmasına neden oldu. Bazum ise bunun aksine, temel nedenleri ele almanın ve tırmanmayı önlemenin yollarını aradı. “Açık el” yaklaşımı olarak adlandırdığı, isyancılar ve hükümet arasında siyasi diyaloğu kolaylaştıran, ateşkeslere aracılık eden ve iltica edenlere af sunan benzersiz bir akıllı güvenlik politikası tasarladı.

Aynı zamanda, ordusunun resmi sınır güvenliği operasyonlarını güçlendirdi ve Fransız ve ABD hava desteğini güvence altına aldı. Bu yaklaşım meyvelerini verdi: Nijer’in Mali ile olan yaklaşık 200 kilometrekarelik sınır bölgesinde 2021 ve 2022 yılları arasında sivillere yönelik şiddet olaylarında yüzde 80’lik bir düşüş görüldü.

Tarihsel olarak, kuzey Nijerliler hükümetten dışlanmış ve bu da bölgeyi özellikle huzursuz hale getirmişti. Bazum’un kuzeyli elitlerle özenle geliştirdiği sıkı ilişkiler de buradaki istikrarı sessizce destekledi. Eski bir felsefe profesörü olan Bazum’un, yüksek doğurganlık oranına (kadın başına 6,8 doğum), düşük okuryazarlık oranına (yüzde 37) ve süregelen gıda güvensizliğine sahip bir ülkede son derece acil bir ihtiyaç olan Nijer eğitim sistemini yeniden inşa etme sözünü yerine getirme şansı bulamamış olması üzücü.

ÇİFTE SORUN

Bazum döneminde kaydedilen ilerlemenin kaybedilmemesini sağlamak kritik önem taşıyor. Ancak bazı çok güçlü oyuncular, sanki bölgenin kurtuluşu sadece Bazum’u kurtararak mümkünmüş gibi hareket ediyor. Bu koalisyonun başını Fransa ve bölgesel bir siyasi ve ekonomik birlik olan Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu çekiyor. Bölgede darbelerin yayılabileceğinden korkan ECOWAS, Nijer’e asker gönderme hazırlıklarının yanı sıra, ülkenin elektrik arzının yüzde 70’ini kesen sert yaptırımlar uyguladı. Sahel’deki son müttefikini de kaybetmekten korkan Fransa, ECOWAS’ın çabalarına askeri destek vereceğini açıkladı.

ABD ise Fransa’dan ayrılarak daha pasifist bir tepkiyi savunuyor. Washington’un tutumu sürpriz oldu. ABD, Orta Doğu’daki çabalarına destek karşılığında Sahel’de Fransa’nın liderliğini izlemekten genellikle memnun olmuştur. Ancak ABD, durumu “darbe” olarak nitelendirmekten kaçındı ki bu da ABD yasalarına göre Nijer’e askeri yardımı kesmesini gerektirecek bir açıklama olurdu. Cuntanın iktidarı ele geçirmesinden tam üç hafta sonra Pentagon krizi hâlâ “darbe girişimi” olarak tanımlıyordu.

Blinken, Nijer krizinin “kabul edilebilir bir askeri çözümü olmadığını” açıkça ifade etti. O ve diğer ABD’li liderler defalarca barışçıl bir çözüm ve cumhurbaşkanın görevine iade edilmesi değil ancak serbest bırakılması çağrısında bulundu. Bu ayrım, cuntanın Bazum’u iktidardan uzaklaştırdığını kabul etmekte.

İki kutup ortaya çıkıyor: Nijer’deki darbeyi tersine çevirmek için güç kullanmanın uzun vadeli güvenliği sağlamlaştıracağına inananlar ve askeri bir müdahaleden kaçınılması gerektiğine inananlar. Blinken 9 Ağustos’ta Washington’da Cezayir Dışişleri Bakanı Ahmed Attaf’ı ağırladı; Cezayir Sahel’in en güçlü arabulucu devleti. Attaf verdiği bir mülakatta ülkesinin amacının krize barışçıl bir çözüm bulmak olduğunu söyledi. Afrika Birliği de ECOWAS’ın düpedüz kılıç sallamasından uzak durdu.

Konuyla ilgili resmi yorum yapma yetkisi olmadığı için isminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir Afrikalı diplomata göre, Libya’nın çöküşünün hatırası Afrika Birliği’nin kararı üzerinde büyük bir baskı yarattı. Nijer’de “şimdi kötü bir hükümet var” dedi. “Ama onları bombalarsanız, hükümet falan kalmaz. Sadece cihatçılar ve hizipler olur.” NATO’nun Libya’daki ayaklanmaya müdahalesinden 12 yıl sonra Trablus’ta hâlâ resmi bir hükümet olmadığına dikkat çekti.

TERCİH EDİLMEYEN YOL

Askeri müdahaleyi savunanlar destek toplamak için büyük güçler arasındaki rekabete başvuruyor. Bir Fransız dışişleri bakanlığı sözcüsü Bazum’un görevine iade edilmesini haklı göstermek için Rusya’nın müdahale ihtimalinden bahsetti. Bazum’un kendisi de gözaltındayken Washington Post’a yazdığı yazıda darbenin başarılı olması halinde “tüm orta Sahel bölgesinin Rus etkisine girebileceği” uyarısında bulundu.

Ancak Washington’un mevcut rotası doğru ve ABD’li politika yapıcılar müdahaleyi destekleme çağrılarına direnmeli. Sahel’de Rusya ile Batı arasında bir vekalet savaşının patlak vermesi hiçbir şekilde kaçınılmaz değil. Aslında askeri bir müdahale, Rusya’nın bölgeye daha kapsamlı bir şekilde müdahil olma ihtimalini artıracaktır. Cunta Moskova ile işbirliği yapmaya istekli görünse de Moskova bugüne kadar bu konuda ikircikli davrandı. Ancak yabancı orduların cuntaya meydan okuması halinde, Rusya Afrikalı ortaklarını koruma sözünü yerine getirmek zorunda kalabilir.

Bu yolda ilerlemenin önündeki en büyük engel, krizin barışçıl yollarla çözülmesi için yapılacak ciddi bir girişimin ABD’nin cuntayı tanımasını gerektirecek olmasıdır. Yakın vadede bu tanıma Başkan Joe Biden’ın değerler odaklı dış politikasıyla çelişiyor. Ancak Nijerliler için Batılı bir gücün, köylerinde daha fazla yabancı askerin dolaşmasını değil, diplomasiye dayalı bir yaklaşım görmek istediklerini nihayet kabul ettiğini görmek de anlamlı olacaktır.

Ancak barışçıl bir çözümün uzun vadede fayda sağlayabilmesi için ABD’nin dikkatini acilen iki özel soruna yöneltmesi gerekiyor. Birincisi, Bazum’un sınır bölgesindeki akıllı güvenlik yaklaşımı çöküyor. Askerlerin dikkati başkente çevrilmişken isyancılar bu boşluktan faydalanıyor. Nijer’in yeni askeri liderleri, Burkina Faso ve Mali’deki meslektaşlarının izinden giderek ve milisler için gönüllüler toplayarak diyalog odaklı bir stratejiyi çok yumuşak bulabilirler. ABD Nijerli subaylar için eğitim programları yürüttüğünden, bazı cunta liderleriyle zaten yakın bağları var. ABD’li ortaklar Bazum’un yaklaşımının kazanımlarını onlara anlatarak işe yarayan güvenlik politikalarının devamlılığını teşvik etmelidir.

İkinci olarak, ABD kuzeydeki isyan riskiyle ilgilenmeli. Kuzeyli ekonomik, siyasi ve askeri elitler Bazum ve selefi ile yakın bağlara sahipti. Ancak Niamey, kuzeyli isyancılarla dört yıl süren savaşı sona erdirmek için 1995’te imzaladığı barış anlaşmasında verdiği sözlerin çoğunu, özellikle de kuzeyli Nijerlilerin uranyum kaynaklarından daha fazla yararlanmalarına yardımcı olma sözünü hiçbir zaman yerine getirmedi. Bazum’a sadık iki kişi, daha şimdiden yeni isyan cepheleri açarak cuntaya direnmek için silah, asker ve yabancı destek arayışına girdi.

Potansiyel yeni nesil kuzeyli isyancılar, silahlara kolay erişimin yanı sıra madencilik ve uyuşturucu kaçakçılığından elde edilen fonlara da sahip. ABD, cunta liderlerini, kuzeyli liderleri yeni hükümete dahil etmeye teşvik için tanıma ya da askeri işbirliğini sürdürme teklifiyle baskı oluşturmalı. Bu, son derece tehlikeli bir dönemde zulümle karşılaşmayacakları konusunda kuzeyli topluluklara güven verecektir.

Washington’un hamleleri büyük önem taşıyor. Fransa’nın aksine ABD Sahel’de hâlâ olumlu bir itibarı ve saygınlığı var. Yerel halk ve yetkililer, ABD’nin bölgede askerlerini ihtiyatlı bir şekilde konuşlandırmasını şiddetli bir bölünmeden ziyade ortaklıklar için bir fırsat olarak algılama eğiliminde. Fransa’nın hatalarını tekrarlayarak bu saygınlığı bozmamalı. Darbe ne kadar istenmeyen bir şey olsa da güç kullanmaya kalkışmanın riskleri çok daha büyük.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English