Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“Ölüm mangalarının” mucidinden Körfez ülkelerine: Çin’le askeri işbirliğine girenlerin sonu Türkiye gibi olur

Yayınlanma

ABD’nin son Suriye büyükelçisi Robert Ford, ABD’nin Körfez’deki güvenlik politikasını ele alan bir analiz yayınladı. Amerika’nın Körfez politikasının 30 yıl içinde geçirdiği dönüşümleri ele alan Ford, bu değişimin zorunlu olduğunu savunuyor, “çünkü Amerika artık tek süper güç değil.”

Washington’un Körfez’de yeni bir güvenlik mimarisi inşa ettiğini belirten Ford’a göre, bu strateji bölge ülkelerinin bölge güvenliğinde daha fazla sorumluluk üstlenmesine dayanıyor. Bu stratejiyi 1970’lerin başında Nixon ve Kissinger’ın izlediği Körfez politikasına benzeten Ford, “Amerika’nın kendi istikrarı için Körfez devletlerinin daha fazlasını yapmalarına ihtiyaç duyduğu bir dönemdeyiz. İşte bu nedenle Washington, Körfez ülkelerinin Çin ile ticari ilişkiler kurmasına ya da Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmasına itiraz etmedi” diyor. Ancak Ford, Washington’un, Çin ile askeri ilişkilerini geliştirmek isteyen Körfez ülkelerine karşı daha sert bir tutum izleyeceği uyarısında bulunuyor: “(Çin ile askeri ilişkilerini geliştiren) ülkeler, Washington’un askeri ilişkileri sınırlayacağını görecek, tıpkı Türkiye’nin Rusya’dan S-400 sistemi satın aldıktan sonra gördüğü gibi.”

Son yıllarda bölgede yaşanan dönüşüm, Ford’un anlattıkları ile uyumlu. ABD kendi liderliğinde ancak daha çok bölge ülkelerinin askeri unsurlarına dayanan hava ve deniz gücü inşası için bastırıyor. Ancak bölge ülkeleri artık ABD’nin liderliğine güvenmediği için bu girişimlere eskiye oranla daha mesafeli yaklaşıyor. İşte tam da burada sıradan bir eski diplomat olmayan Ford’un aba altından soba gösterir nitelikteki makalesi anlam kazanıyor.

Malum, ABD Körfez ülkelerinin bu isteksizliğinden bir süredir zaten memnun değildi. Bu isteksizliğe Çin’le ilişkilerini geliştirmeleri de eklenince Washington’da alarm zilleri çalmaya başladı. Ford’un uyarı niteliğindeki yazısı elinde yeterince “havuç” kalkmayan ABD’nin “sopa” seçeneğini öne çıkarmaya başlayabileceğine işaret ediyor.

Robert Ford, sıradan bir diplomat değil demiştik… Kamuoyunu onu, son görev yeri Şam’dan, yumurta ve domatesli protestolarla emekli olduğu dönemden hatırlayacaktır. Suriye “iç savaşı”nın kışkırtılmasındaki rolü aşağı yukarı biliniyor. Savaşın başlangıcında Hama ve Humus’taki mitinglere bizzat katıldı, burada “ABD yanınızda” mesajları verdi. Ford’un bir süre önceki görev yeri Irak’taki “faaliyetlerini ise Wikileaks belgelerinden öğrendik. İşgalden kısa bir süre sonra Haziran 2004 Bağdat Büyükelçiliği’nin dış siyasi işlerden sorumlu bölüm başkanı olarak atanmıştı. Wikileaks belgelerine göre bu dönemde Ford, El Kaide’ye bağlı bazı gruplar, peşmergeler ve Şii gruplardan devşirilen ölüm mangalarını kurmada görev aldı. ABD ordusunun eğittiği bu ölüm mangalarının hedefi Baasçılar, destekçileri ve direnişçilerdi.

1994-1997 yılları arasında iç savaş sırasında Cezayir’de ve Mısır ve Türkiye’de de  görev yapan Ford’un son analizini dikkatinize sunuyoruz:

***

ABD’nin Körfez’deki güvenlik politikası: Değişenler ve değişmeyenler

Robert Ford

Washington yeni Körfez güvenlik mimarisinin inşasına yardım ediyor. Bu yıllar alabilir ama çalışmalar başladı.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin, 31 Mayıs’ta görevi Basra Körfezi’ndeki ticari gemileri korumak olan ABD liderliğindeki deniz görev gücüne katılımını durdurduğunu açıklaması, Körfez Arap ülkelerinin Amerika’nın bölgedeki güvenlik politikasından duyduğu memnuniyetsizliğin son göstergesi.

Bu durum özellikle dikkat çekici çünkü geçmişte Birleşik Arap Emirlikleri Amerikalılarla yakın ortaktı. Emirliklerin kararının Amerikan medyasında ya da Amerikan dış politika kurumlarında çok az tartışma ya da yoruma konu olması da dikkat çekici.

Körfez gözlemcileri, 32 yıl önce Kuveyt’i kurtarmak için yapılan savaştan bu yana Amerikan politikasının ne kadar değiştiğini merak ediyor. Bunun cevabı elbette bazı Amerikan yaklaşımlarının evrim geçirdiği yönünde. Gelişmek zorundaydı çünkü Amerika artık tek süper güç değil.

2023’te Çin gerçek rekabeti temsil ediyor. Amerika’nın Körfez bölgesinin enerji kaynaklarına yönelik önemli ulusal çıkarları hâlâ var. İran gibi düşman bir devletin bu kaynakları ele geçirme çabasına karşı koyacak. Bu anlamda 1991’den çok da uzaklaşmış sayılmayız.

Yeni güvenlik mimarisi inşası

Ancak Washington, İran’ın saldırganlığını caydırmayı amaçlıyor ve birçok jeostratejik zorlukla karşı karşıya olduğundan bölgenin güvenliğini sağlamak için Körfez ülkelerinden yardım bekliyor.

Amerikan liderliğinde yeni bir bölgesel güvenlik mimarisi inşa etmek zaman alacak. Dolayısıyla Körfez, eski Amerikan güvenlik şemsiyesinden daha fazla sistem ve devlet içeren yeni bir bölgesel güvenlik mimarisine geçişin başlangıcına tanıklık ediyor.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin hayal kırıklığı ve daha geniş bir siyasi-diplomatik ağ kurma arzusu anlaşılabilir. Washington çok kutuplu dünyada Körfez ülkelerinin daha fazla seçeneğe sahip olduğunu biliyor ve dinamik bir Çin ile ekonomik ilişkiler kurmalarını kabul ediyor.

Ancak Washington’un da bir sınırı var: hem ABD hem de Çin ile yakın askeri ilişkilere sahip olmaya çalışan ülkelere en derin askeri işbirliğini sağlamayacak.

İlk değişiklik: Orta Doğu’da artık büyük kara savaşları olmayacak

1991 yılının başlarında Amerikan kuvvetleri, Iraklıları beş hafta boyunca hava ve füze saldırılarıyla bombaladıktan sonra iki hafta içinde Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkardı. Savaşta 300’den az Amerikalı öldü. Savaştan 10 yıl sonra, 2001 yılında Amerikan kamuoyunda yapılan bir anket, Amerikalıların %63’ünün bu Amerikan mücadelesine olumlu baktığını gösteriyor.

2003 Irak savaşı ise sekiz hafta değil sekiz yıl sürdü. Bu savaşta yaklaşık 5,000 Amerikalı öldü. (Elbette çok daha fazla sayıda Iraklı da öldü.) 1991’in aksine, 2011’de son Amerikan askeri Irak’tan döndüğünde zafer törenleri yapılmadı.

Geçen yıl Gallop tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması Amerikalıların sadece %16’sının Irak savaşına olumlu baktığını gösteriyor. Benzer şekilde, Amerikan güçlerinin Afganistan’daki 20 yıllık savaştan çekilmesinden kısa bir süre sonra Ağustos 2021 sonunda yapılan bir ankete göre, kaotik çekilmeye rağmen Amerikalıların %54’ü bunun doğru bir karar olduğunu düşünüyor.

Ne kadar söylesek azdır. John Bolton gibi itibarsız şahinlere aldırmayın. Irak ve daha az ölçüde Afganistan’daki başarısızlıklar Amerika’nın Körfez bölgesindeki politika seçeneklerini değiştirdi: soldan sağa tüm siyasi çevreler, Amerikan halkı ve Amerikalı siyasetçiler Orta Doğu’da uzun ve maliyetli bir kara savaşı daha istemiyor.

Biden, John Bolton’un tavsiyesine uyup İran’a saldırmak istese bile, özellikle partinin sol kanadından önemli sayıda Demokrat ve özellikle Trump kanadından Cumhuriyetçiler onu derhal kınayacaktır. Geriye dönüp bakıldığında, 1991’deki kolay zaferin getirdiği özgüven ya da kibir kayboluyor.

İkinci değişiklik: Ortaklara ihtiyaç var

Birleşik Devletler hükümeti 1991 yılında Kuveyt’i kurtarmak için askerî harekâtı planladı ve yönetti. General Norman Schwarzkopf yarım milyon Amerikan askerine, Başkan Bush ve Dışişleri Bakanı James Baker ise uluslararası diplomatik mücadeleye liderlik etti.

Başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere birkaç Arap ülkesi de katıldı. Başkan Bush, Kasım 1990’da Mısır’ın başkentini ziyaret ederek Devlet Başkanı Mübarek’in Schwarzkopf komutasında görev yapmak üzere iki zırhlı tümen göndermeyi kabul etmesini sağladığında ben Kahire’deki Amerikan Büyükelçiliği’nde çalışıyordum.

Bush daha sonra Cenevre’de Devlet Başkanı Hafız Esad’la görüşerek onu da bir tümen göndermeye ikna etti. Bush’un bu güçleri istemesinin nedeni Schwarzkopf’un Iraklılara karşı onlara ihtiyaç duyması değildi. Schwarzkopf’un elinde bol miktarda Amerikan ateş gücü vardı.

Bush ve Baker bu Arap güçlerini, dünyanın geri kalanına Amerikan askeri operasyonunun meşruiyetini göstermek için istediler. (Mısır ve Suriye güçleri savaşta çok az şey yaptı.) Washington’un askeri harekât olarak adlandırdığı Çöl Fırtınası Operasyonu esasen bir Amerikan girişimiydi.

Amerikalılar 1991’den sonraki yıllarda Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn ve nihayetinde Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne askeri güçlerini yerleştirdi. Sovyetler Birliği kısa sürede çöktü, Çin henüz uluslararası bir güç değildi ve Amerikan güçleri Körfez’in güvenliğinin sorumluluğunu kolayca üstlendi.

Şimdi, 2023’te, Washington sadece bölgede başka bir büyük kara savaşını reddeden iç politikanın zorluklarıyla değil, aynı zamanda büyüyen Çin askeri gücüne karşı askeri dengeyi koruma ihtiyacıyla da karşı karşıya.

Çin donanması Amerikan donanması kadar tecrübeli değil ama daha fazla gemisi var. 1991 ve hatta 2003-2010 yıllarının aksine, Körfez’in ötesinde her Amerikan gemisine ve her piyade tümenine ihtiyaç duyuluyor.

Durum, 1971’den önce Başkan Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın, Vietnam Savaşı ve Avrupa’daki Sovyet tehdidiyle boğuşurken Körfez güvenliğine gözden geçirdikleri duruma benziyor.

Britanya’nın Körfez’deki güvenlik sorunlarını büyük bir Amerikan rolü olmadan yönetmesine memnuniyetle izin veriyorlardı. Britanya 1971’de Körfez’den güçlerini çektiğinde, Nixon yönetimi Körfez’de sadece sınırlı bir rol istedi.

Henry Kissinger ve Nixon, Sovyetler Birliği’nin boşluğu doldurmasını veya bölgesel istikrarsızlıktan faydalanmasını istemiyordu. Bu nedenle, Bahreyn’deki eski Britanya deniz üssünde iki küçük savaş gemisini tutmaya karar verdiler.

Ağustos 1972’de Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarına gönderdiği gizli bir talimatta Nixon’ın Körfez politikasının şu ilkelere dayandığı belirtiliyordu:

  • Bölgenin güvenliğinin temel sorumlusu bölgedeki devletleri olacak;
  • Birleşik Devletler onları işbirliğine teşvik edecek;
  • Birleşik Devletler aktif ve “yaratıcı” bir rol oynayacak.

Ortaya çıkan Nixon Doktrini, bir yanda İran ve Şah, diğer yanda Suudi hükümetinin bölgesel istikrarı sağlamak ve Sovyet etkisini engellemek için Amerikalılarla işbirliği yapmasına dayanıyordu.

Amerikalılar bu dönemde Kuveyt’ten başlayarak Körfez’e ilk askeri teçhizat satışlarına başladı. Bu satışlar kısmen ticari kâr amacıyla devam etti, ancak Washington için daha önemlisi bölge devletlerinin yeteneklerini geliştirmeye çalışmaktı.

2023’te İran potansiyel bir ortak değil en büyük tehdit ama Trump ve şimdi de Biden, Nixon-Kissinger’ın Körfez ülkelerinin bölgesel güvenlik ve istikrarı sağlama sorumluluğuna yaptığı vurguyu kopyalıyor.

Listenin en başında Arap Yarımadası ve Levant’taki çeşitli devletlerin hava ve deniz operasyonlarını entegre eden bölgesel hava ve deniz savunma sistemi oluşturma girişimleri yer alıyor.

Amerikalılar bu çabaya öncülük ediyor ve bazı askeri varlıkları bu işe tahsis ediyor; bilgi teknolojisi sistemlerinin entegrasyonu büyük bir zorluk. Yine de bu, Amerikalıların Irak ve Afganistan savaşlarının sürdüğü 20 yıl boyunca Körfez’de üstlendiklerinden çok daha hafif bir askeri çaba.

Bilal Saab’ın kısa süre önce The National Review’da yazdığı gibi, bu çalışma bölge ülkelerinin Körfez bölgesinde daha fazlasını yapmasını isteyen Amerikan Kongresi’nde güçlü bir destek buluyor. NATO bir günde inşa edilmedi ve Körfez güvenlik mimarisi de yıllar alacak ama çalışmalar başladı.

Üçüncü değişim: İsrail ve Körfez güvenliği

Saddam Hüseyin, İsrail’in misillemesini kışkırtmak ve Washington’un Kuveyt savaşı için kurduğu uluslararası koalisyon üzerinde baskı yaratmak için İsrail’i SCUD füzeleriyle birkaç kez vurdu.

Bush ve Baker, Başbakan Yitzhak Shamir’in hükümetiyle sürekli temas halinde olarak itidal çağrısında bulundu. Kuveyt savaşından sonra Arap devletlerine verdikleri sözü tutan Bush ve Baker, Ekim 1991’de Madrid’de yapılan bir zirveyle başlayan kapsamlı bir barış süreci başlattı.

2023’te Biden yönetimi herhangi bir barış sürecinden vazgeçmekle kalmadı, aynı zamanda Körfez ülkelerinin kapsamlı bir barış anlaşması olmadan yeni bölgesel güvenlik mimarisinin inşasında İsrail’in yeteneklerinden ve deneyimlerinden yararlanmanın yollarını bulma tercihlerini de gizlemiyor.

Amerikalılar bu şekilde planlamamıştı ancak Obama ve ardından Trump, Körfez’deki Amerikan güvenlik varlığını kademeli olarak azalttıkça bazı bölge devletleri İran’dan gelen baskıyı dengelemeye yardımcı olmak (ve bölgenin savunmasına yönelik sürekli bir Washington taahhüdü için İsrail desteğini kullanmak) için İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye karar verdi.

Biden, Trump’ın İbrahim Anlaşmaları konusundaki çalışmalarını memnuniyetle övdü ve Biden’ın Suudi Arabistan’ı da İsrail ile bir anlaşmaya varmaya ikna etmeyi umduğuna dair haberler var. Ancak Bush ve Baker’ın aksine, DC’nin anlaşmanın bir parçası olarak yeni ve kapsamlı bir barış süreci önerisi yok.

Değişmeyen şey: Körfez’in güvenliği ve ABD’nin çıkarları

Biden yönetiminin Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne göre “Amerika Birleşik Devletleri, Orta Doğu’nun su yollarında, özellikle Hürmüz Boğazı ve Babülmendep’te seyrüsefer özgürlüğünü tehlikeye atan yabancı veya bölgesel güçlere izin vermeyecek ve herhangi bir ülkenin askeri yığınak, saldırı ya da tehdit yoluyla başka bir ülkeye veya bölgeye hâkim olma girişimlerine müsamaha göstermeyecek.”

Hürmüz Boğazı’ndaki ticari trafiği sürdürme sözü, Reagan yönetiminin 1987-1988 yıllarında İran ve Irak arasındaki tanker savaşı sırasında Kuveyt gemilerini korumasına benziyor. Bir ülkenin diğerine ya da bölgeye hükmetmesini engelleme sözü, 43 yıl önce Başkan Carter’dan bu yana Amerikan politikasının yinelenen bir özelliği.

Trump yönetiminin İran’ın Eylül 2019’da Abkayk’taki Suudi enerji tesislerine yönelik saldırısına karşılık vermemesi Amerika’nın güvenilirliğine zarar verdi.

Benzer şekilde, Biden yönetiminin İran’ın sürat teknelerinden biri, bir ticari gemiyi taciz ettiğinde ya da ele geçirdiğinde İran’ı vurmaması, Amerika’nın Körfez’i koruma taahhüdü konusunda yeni şüpheler doğuruyor.

Amerikan perspektifinden bakıldığında iki önemli husus bulunuyor. Birincisi, İran’ın Körfez’in Arap tarafına yönelik geniş çaplı bir işgali- bir tür Ukrayna senaryosu- ile Panama bandıralı gemilere yönelik küçük sürat teknesi baskınları arasında ayrım yapmalıyız.

Amerikan personeli ve askeri varlıkları İran’la karşı karşıya olan Körfez ülkelerindeki üslerde konuşlanmış durumda. Tıpkı NATO ülkelerinde olduğu gibi bu üsler de gerektiğinde konvansiyonel silahların kullanımının artırılması da dahil ev sahibi ülkeyi işgale karşı savunmaya yönelik örtülü bir Amerikan taahhüdünü temsil ediyor.

İran’ın ticari gemilere yönelik tacizlerini caydırmak farklı bir konudur. Tanker savaşı sırasında Amerikalılar İran’ın her saldırısını durdurmadı ve operasyonda İran’ın büyük bir savaşa doğru tırmanmasına neden olabilecek askeri eylemlerden kaçındı. Amerika’nın amacı deniz trafiğinin büyük fiyat artışları olmadan devam etmesini sağlamaktı.

Bunda da başarılı oldu.

Amerikalılar 2023’te de özellikle de Çin’in meydan okumalarıyla karşı karşıyayken ve Ukrayna büyük miktarda Amerikan askeri kaynağını tüketirken İran’a karşı büyük ve uzun bir savaşa girmek istemiyorlar.

Aynı zamanda Körfez üzerinden deniz taşımacılığının devam etmesini sağlamak istiyor. Yeniden Kissinger ve Nixon’a döndük ve Amerika’nın kendi istikrarı için Körfez devletlerinin daha fazlasını yapmalarına ihtiyaç duyduğu bir dönemdeyiz.

İşte bu nedenle Washington, Körfez ülkelerinin Çin ile ticari ilişkiler kurmasına ya da Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmasına itiraz etmedi.

Çin’in Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerilimi azaltmada başarılı olması -pek olası olmasa da- Amerika’nın Körfez istikrarına olan ilgisine hizmet edecektir.

Ancak, Washington, Körfez ülkeleri ile Çin arasındaki askeri ilişkilere daha sert bir tutum sergileyecektir. Washington, Çin istihbaratının Amerikan kuvvet hareketlerini dikkatlice izlemek veya Amerikan yapımı askeri teçhizat ve sistemlerin yeteneklerine ve bütünlüğüne sızmak için tesislerden yararlanmasını istemeyecektir.

Çin ile yakın bir askeri ilişki kurarken aynı zamanda ABD’den yakın askeri işbirliği ve koruma bekleyen ülkeler, Washington’un askeri ilişkileri sınırlayacağını görecek, tıpkı Türkiye’nin Rusya’dan S-400 sistemi satın aldıktan sonra gördüğü gibi.

ORTADOĞU

İsrail Savunma Bakanı: Esir takası anlaşmasına “her zamankinden daha yakınız”

Yayınlanma

Hamas’ın yeni ateşkes teklifini İsrail’e iletmesinden sonra İsrail Dış İstihbarat Servisi Mossad Direktörü David Barnea, ateşkes şartlarını görüşmek için Katar’ın başkenti Doha’ya gitti. Hizbullah lideri Nasrallah da aynı gündemle Hamas heyetini ağırladı.

İsrail devlet televizyonu KAN’da yer alan haberde, Doha’ya giden Barnea’nın Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile görüşeceği belirtildi. Barnea ile Al Sani’nin görüşmesinde İsrail ile Hamas arasında esir takası konusunda gündeme gelen önerinin ele alınacağı ifade edildi.

Haberde, Barnea’nın Doha ziyaretinde müzakere heyetinde yer alan İsrail iç istihbarat teşkilatı Şin-Bet (Şabak) Direktörü Ronen Bar ve İsrail ordusunda kayıp kişiler ve esirlerden sorumlu komutan Nitzan Alon’un yer almamasına dikkati çekildi.

Hizbullah-Hamas görüşmesi

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah da Beyrut’ta, Hamas’ın Arap ve İslam Dünyasıyla İlişkiler Ofisi Başkanı Halil el-Hayye ile ateşkes müzakerelerini ele aldı.

Hizbullah’tan yapılan yazılı açıklamada, Nasrallah’ın, Hayye’nin başkanlık ettiği Hamas heyeti ile bir araya geldiği belirtildi.

İşgal altındaki Filistin toprakları ve özellikle de Gazze Şeridi’ndeki siyasi ve güvenlik konularının ele alındığı aktarılan açıklamada, görüşmede “Lübnan, Yemen ve Irak destek cephelerinin” de konuşulduğu ifade edildi.

Gazze Şeridi’nde ateşkes için son günlerde konuşulan öneri ve müzakerelerin ele alındığı vurgulanan açıklamada, görüşmede taraflar arasındaki koordinasyonu sürdürme konusunda mutabık kalındığı kaydedildi.

Mossad’dan 3 Temmuz’da yapılan yazılı açıklamada, esir takası müzakerelerinde arabuluculuk yapan tarafların, Hamas’ın ateşkes teklifine verdiği yanıtı İsrailli müzakere ekibine ilettiği duyurulmuştu. İsrailli yetkililere dayandırılan haberlerde Hamas’ın teklifinin olumlu olduğu değerlendirilmişti.

Ayrıca İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın esir yakınlarıyla yaptığı görüşmede, esir takası anlaşmasına “her zamankinden daha yakın olduğunu” söylediği aktarılmıştı.

Biden-Netanyahu görüşmesi

Netanyahu, Tel Aviv ile Hamas arasında esir takası anlaşmasına varılması için yapılacak müzakerelere İsrail’den bir heyet göndermeyi kararlaştırdığını duyurmuştu.

Öte yandan Netanyahu, ABD Başkanı Joe Biden ile telefonda görüştü. Görüşmeyle ilgili Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada ikilinin Biden’ın sunduğu plan çerçevesinde ateşkes ve esirlerin serbest bırakılması konularını ele aldığı aktarıldı. Ayrıca liderlerin aynı zamanda Hamas’tan gelen cevabı da görüştükleri bilgisine yer verildi. Açıklamada, Biden’ın Netanyahu’nun ateşkes için İsrail ekibinin ABD, Katar ve Mısırlı arabulucularla görüşmelerine yetki vermesini memnuniyetle karşıladığı belirtildi.

Ben-Gvir’den Netanyahu’ya tehdit

Öte yandan İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in Hamas’la olası bir uzlaşı durumda koalisyon hükümetinden çekilme tehdidinde bulunduğu belirtildi.

Yerel basında çıkan haberlere göre Ben-Gvir, Hamas’ın esir takasına ilişkin yanıtının görüşüldüğü Güvenlik Kabinesi toplantısında Netanyahu’yu hedef aldı. Ben-Gvir, Netanyahu’nun Kabine’ye danışmadan Hamas ile dolaylı esir takası müzakerelerine İsrail’den bir heyet gönderme kararı almasını eleştirdi.

Netanyahu’nun Savunma Bakanı Yoav Gallant ve güvenlik yetkilileriyle kapalı kapılar ardından gizli görüşmeler yaptığını savunan Ben-Gvir, İsrail Başbakanı’nın Kabine’yi “dekoratif olarak kullandığını” ileri sürdü.

Toplantıda Ben-Gvir’in Netanyahu’ya hitaben, “Başbakan size söylüyorum, tek başınıza karar verirseniz bu sizin sorumluluğunuzdadır ve siz de yalnız kalırsınız” dedi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Gazze’nin ‘ertesi günü’ için “uluslararası yönetim” planı

Yayınlanma

ABD yönetimi ve İsrail’e sunulan Gazze için ertesi gün planı Gazze’yi geçici olarak yönetecek Çok Uluslu Otorite kurulmasına dayanıyor. Planda Filistin Otoritesi’ne kısmi bir rol bicilerken planın mimarına göre Gazze’de Hamas etkin olduğu sürece kendi hazırladıkları dahil hiçbir plan işe yaramayacak.

ABD’nin eski Türkiye ve Irak büyükelçisi James Jeffrey, Majalla için kaleme aldığı makalede Washington’da yapılan “Gazze” planını anlattı. Wilson Center’ın Orta Doğu Programı Başkanlığını yürüten Jeffrey, söz konusu planın Gazze’de uluslararası bir yönetim kurulması üzerinden şekillendiğini belirtti.

Düşünce kuruluşları ve medyadan uzman isimlerin katıldığı çalışmanın mayıs ayında Wilson Center’ın düzenlediği bir forumda tartışıldığını anlatan Jeffrey planın İsrailli ve ABD’li hükümet yetkilileri ve Arap muhataplarla da paylaşıldığını belirtti.

Jeffrey geliştirdikleri planın 11 Haziran’da Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın açıkladığı Biden yönetiminin, Arap devletlerinin “Gazze’nin istikrara kavuşturulması ve yeniden inşasında” rol oynayacağı bir “geçici güvenlik ve yönetişim girişimi” önerisiyle yakından örtüştüğüne dikkat çekti ve ekledi: “Planımız öncelikle Gazze’yi yönetecek ve Uluslararası Temas Grubu’na (ICG) rapor verecek Çok Uluslu Otorite kurulmasına odaklanmaktadır.”

Jeffrey planın ayrıntılarını şöyle anlattı:

“Bu iki oluşum ABD, İsrail, Mısır ve diğer kilit Arap ve G-7 hükümetleri tarafından hazırlanan uluslararası bir tüzükle oluşturulacak. Bu tüzük Filistin Yönetimi ile bir istişare mekanizması içerecek ve mümkünse ateşkese ilişkin 10 Mayıs Kararını takip eden bir BM Güvenlik Konseyi Kararı ile ‘desteklenecek.’ İsrail’in önerisindeki 2. aşama için yürütülecek ateşkes müzakerelerinde başka yasal temeller üzerinde de çalışılabilir.”

“Çok Uluslu Otorite, Yüksek Temsilci tarafından yönetilecek, Temas Grubu hükümetleri ve diğer hükümetlerin bağışlarıyla finanse edilecek; finans, güvenlik, ulaşım, bakanlık irtibatları, kamuoyu yoklaması ve halkla ilişkiler için kendi ekipleri olacak ve İsrail, Mısır ve diğer ülkelerden lojistik destek alacak. Geniş yönetişim ve güvenlik gözetiminden başlayarak işleyişinde merkezi yetkilere sahip olacak.”

ABD ve diğer ICG hükümetleri, Hamas sonrası oluşturulacak sivil polis ve jandarma, sorumluluklarını üstlenecek şekilde eğitilene kadar Çok Uluslu Otorite altında çok uluslu bir Polis Gücü organize edilecek. Bu güçte az sayıda Amerikalı sivil yetkili ve askeri personel yer alacak. Yine, özel güvenlik düzenlemelerinin ateşkesin ikinci aşaması için yapılacak müzakerelerde ele alınması gerekecek.”

“Otorite aynı zamanda Gazze’ye insani yardım, istikrar, kalkınma, yeniden inşa ve diğer yardımların sağlanmasında yer alan uluslararası, hükümet ve hükümet dışı kurum ve kuruluşların faaliyetlerini harekete geçirebilecek, koordine edebilecek ve birleştirebilecek.”

“Merkezi kontrol hem güvenlik için hem de yeniden yapılanma ve diğer uluslararası desteğin ateşkes hükümlerine bağlılığının sağlanması için gerekli.”

Jeffrey planla ilgili birkaç soruna dikkat çekti. Bunlardan ilkinin Biden yönetiminin Gazze için “sahada ABD askeri olmayacak” açıklaması olduğuna işaret eden Jeffrey, “İsrail’in liman kenti Aşdod’a taşınan yüzer iskelede ABD’nin zaten askerleri bulunuyor. Washington’un ayrıca 25 kadar ülkede konuşlanmış kuvvetleri var ve bunların bazıları son zamanlarda karada ve denizde ateş altında kaldı. Pek çok çatışmada ortaya çıkan gerçek, hiçbir uluslararası polis teşkilatının ABD desteği ve en azından ABD’nin sahadaki varlığı olmadan işlevini yerine getiremeyeceğidir” iddiasında bulundu.

Jeffrey’e göre ikinci sorun Filistin Yönetimi’nin rolü: “Plan, yukarıda belirtilen ICG ve Filistin Yönetimi arasındaki koordinasyonun ötesinde, maaşların ödenmesi, hizmetlerin finansmanı ve seyahat belgeleri de dahil Filistin Yönetimi’nin dahil olacağı alanları ortaya koyuyor. Özellikle Çok Uluslu Otorite’nin çekilmesinin ardından Filistin Yönetimi’nin yönetimdeki rolüne ilişkin olarak tüm ortaklar arasında daha fazla müzakere yapılması gerekecek.”

Üçüncü sorunun Hamas’ın durumu olduğunu söyleyen Jeffrey, “Planın kendisi Hamas’ın Gazze’deki kalıntılarının rolünü tartışmıyor. Ancak ne bu plan ne de Gazze’ye yönelik diğer yönetim, güvenlik ve yeniden inşa planları, İsrail karşıtı gündemiyle Hamas’ın etkin kontrolü elinde tutması halinde işe yaramayacaktır” dedi.

Jeffrey şöyle devam etti: “Başbakan Netanyahu, Biden’ın ateşkes önerisine yanıt verirken, Hamas’ın bu öneri altında bile yenilgiye uğratılması gerektiğini vurguladı. Aslında Başkan da ‘Hamas’ın iktidarda olmadığı Gazze’de daha iyi günlerin geleceğini’ belirtti. Muhtemelen, Başkan’ın Hamas’ın akıbetini ya da Hamas’ın taahhütlerini kapsayacağını belirttiği ateşkes kapsamındaki siyasi çözüm, İsrail önerisinin ikinci aşaması için yapılacak müzakerelerde ele alınacaktır.”

Jeffrey bu üç sorunun olası bir ‘ertesi gün’ geçici çözümünün en ciddi sorunları olduğunu ve tüm bölge halkları için daha iyi gelecek arayışındaki tüm tarafların olağanüstü çaba sarf etmesini ve önemli riskler üstlenmesini gerektireceğini yazdı.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İran yeni cumhurbaşkanını seçiyor

Yayınlanma

İran’da 14’üncü dönem cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turu için oy verme işlemi başladı. Oyunu kullanan İran lideri Hamaney, halkı sandığa çağırdı.

İran İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi, başkent Tahran’da düzenlediği basın toplantısında, oy verme sürecinin başladığını duyurdu.

Seçimde reformist aday Tebriz Milletvekili ve eski Sağlık Bakanı Mesud Pezeşkiyan ile muhafazakâr aday eski Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Said Celili yarışıyor.

İran lideri Ayetullah Ali Hamaney, oyunu Tahran’da kabullerini gerçekleştirdiği İmam Humeyni Hüseyniyesi’ndeki salonda kurulan sandıkta kullandı. Oyunu kullandıktan sonra basın mensuplarına açıklama yapan Hamaney, “Halkın seçimlere ilgisinin öncekinden (ilk tur) daha fazla olduğunu duydum. Eğer öyleyse sevindirici” dedi.

Hamaney, “Yarın yeni cumhurbaşkanımızı göreceğiz. İnşallah halkımız oy verir ve en iyisini seçer” ifadelerini kullandı.

Pezeşkiyan’ın hedefi sandığa gitmeyenler, silahı ise “korku”

İçişleri Bakanlığı Seçim Merkezinin verilerine göre, 88 milyon nüfusa sahip ülkede, yaklaşık 62 milyon seçmen, 59 binden fazla merkezde kurulan sandıklarda oy kullanabilecek. Ayrıca 95 ülkede kurulan seçim merkezlerinde ülke dışındaki İran vatandaşları da sandığa gidebilecek.

Yerel saatle 08.00’de başlayan oy verme süreci saat 18.00’de sona erecek ancak bu süre ihtiyaç halinde İçişleri Bakanlığına bağlı Seçim Merkezinin kararıyla uzatılabilecek. Seçim sonuçlarına dair ilk verilerin gece yarısı yayımlanması, kesin sonuçların ise yarın sabah saatlerinde açıklanması bekleniyor.

İran’da cumhurbaşkanı 4 yıl görev yapıyor ve üst üste en fazla iki defa seçilebiliyor.

Anketlerde Pezeşkiyan önde

Öte yandan ülkede yapılan anketlerde, Pezeşkiyan öne çıkıyor.

Son olarak İranlı Öğrenciler Anket Ajansı (ISPA) tarafından 3 Temmuz’da ülke genelinde 3 bin 660 kişiyle yüz yüze yapılan kamuoyu yoklamasında, katılımcıların yüzde 49,5’i reformistlerin adayı Pezeşkiyan’a, yüzde 43,9’u ise eski Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri muhafazakâr aday Celili’ye oy vereceğini belirtti.

Katılımcıların yüzde 4,8’i oy kullanacağını ancak henüz karar veremediğini belirtirken, yüzde 1,8’i ise “boş oy” kullanacağını söyledi.

ISPA’nın ilk tur seçimleri için 26 Haziran’da yaptığı anketin sonuçları, adayların aldığı oy oranları açısından ülkedeki diğer anketler arasında en yakın sonucu vermişti.

İlk turda katılım yüzde 40’ta kaldı

İran’da 28 Haziran’da yapılan 14’üncü dönem cumhurbaşkanı seçiminde adaylardan hiçbiri yüzde 50’yi geçemeyince seçimi önde tamamlayan reformist aday Mesud Pezeşkiyan ile muhafazakâr aday Said Celili, 5 Temmuz’daki ikinci tura kalmıştı.

Yüzde 40 ile ülke tarihindeki en düşük katılımlı cumhurbaşkanı seçimi olan birinci turda Pezeşkiyan oyların yüzde 42,5’ini alırken, Celili’nin oyu yüzde 38,6 olmuştu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English