Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“Ölüm mangalarının” mucidinden Körfez ülkelerine: Çin’le askeri işbirliğine girenlerin sonu Türkiye gibi olur

Yayınlanma

ABD’nin son Suriye büyükelçisi Robert Ford, ABD’nin Körfez’deki güvenlik politikasını ele alan bir analiz yayınladı. Amerika’nın Körfez politikasının 30 yıl içinde geçirdiği dönüşümleri ele alan Ford, bu değişimin zorunlu olduğunu savunuyor, “çünkü Amerika artık tek süper güç değil.”

Washington’un Körfez’de yeni bir güvenlik mimarisi inşa ettiğini belirten Ford’a göre, bu strateji bölge ülkelerinin bölge güvenliğinde daha fazla sorumluluk üstlenmesine dayanıyor. Bu stratejiyi 1970’lerin başında Nixon ve Kissinger’ın izlediği Körfez politikasına benzeten Ford, “Amerika’nın kendi istikrarı için Körfez devletlerinin daha fazlasını yapmalarına ihtiyaç duyduğu bir dönemdeyiz. İşte bu nedenle Washington, Körfez ülkelerinin Çin ile ticari ilişkiler kurmasına ya da Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmasına itiraz etmedi” diyor. Ancak Ford, Washington’un, Çin ile askeri ilişkilerini geliştirmek isteyen Körfez ülkelerine karşı daha sert bir tutum izleyeceği uyarısında bulunuyor: “(Çin ile askeri ilişkilerini geliştiren) ülkeler, Washington’un askeri ilişkileri sınırlayacağını görecek, tıpkı Türkiye’nin Rusya’dan S-400 sistemi satın aldıktan sonra gördüğü gibi.”

Son yıllarda bölgede yaşanan dönüşüm, Ford’un anlattıkları ile uyumlu. ABD kendi liderliğinde ancak daha çok bölge ülkelerinin askeri unsurlarına dayanan hava ve deniz gücü inşası için bastırıyor. Ancak bölge ülkeleri artık ABD’nin liderliğine güvenmediği için bu girişimlere eskiye oranla daha mesafeli yaklaşıyor. İşte tam da burada sıradan bir eski diplomat olmayan Ford’un aba altından soba gösterir nitelikteki makalesi anlam kazanıyor.

Malum, ABD Körfez ülkelerinin bu isteksizliğinden bir süredir zaten memnun değildi. Bu isteksizliğe Çin’le ilişkilerini geliştirmeleri de eklenince Washington’da alarm zilleri çalmaya başladı. Ford’un uyarı niteliğindeki yazısı elinde yeterince “havuç” kalkmayan ABD’nin “sopa” seçeneğini öne çıkarmaya başlayabileceğine işaret ediyor.

Robert Ford, sıradan bir diplomat değil demiştik… Kamuoyunu onu, son görev yeri Şam’dan, yumurta ve domatesli protestolarla emekli olduğu dönemden hatırlayacaktır. Suriye “iç savaşı”nın kışkırtılmasındaki rolü aşağı yukarı biliniyor. Savaşın başlangıcında Hama ve Humus’taki mitinglere bizzat katıldı, burada “ABD yanınızda” mesajları verdi. Ford’un bir süre önceki görev yeri Irak’taki “faaliyetlerini ise Wikileaks belgelerinden öğrendik. İşgalden kısa bir süre sonra Haziran 2004 Bağdat Büyükelçiliği’nin dış siyasi işlerden sorumlu bölüm başkanı olarak atanmıştı. Wikileaks belgelerine göre bu dönemde Ford, El Kaide’ye bağlı bazı gruplar, peşmergeler ve Şii gruplardan devşirilen ölüm mangalarını kurmada görev aldı. ABD ordusunun eğittiği bu ölüm mangalarının hedefi Baasçılar, destekçileri ve direnişçilerdi.

1994-1997 yılları arasında iç savaş sırasında Cezayir’de ve Mısır ve Türkiye’de de  görev yapan Ford’un son analizini dikkatinize sunuyoruz:

***

ABD’nin Körfez’deki güvenlik politikası: Değişenler ve değişmeyenler

Robert Ford

Washington yeni Körfez güvenlik mimarisinin inşasına yardım ediyor. Bu yıllar alabilir ama çalışmalar başladı.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin, 31 Mayıs’ta görevi Basra Körfezi’ndeki ticari gemileri korumak olan ABD liderliğindeki deniz görev gücüne katılımını durdurduğunu açıklaması, Körfez Arap ülkelerinin Amerika’nın bölgedeki güvenlik politikasından duyduğu memnuniyetsizliğin son göstergesi.

Bu durum özellikle dikkat çekici çünkü geçmişte Birleşik Arap Emirlikleri Amerikalılarla yakın ortaktı. Emirliklerin kararının Amerikan medyasında ya da Amerikan dış politika kurumlarında çok az tartışma ya da yoruma konu olması da dikkat çekici.

Körfez gözlemcileri, 32 yıl önce Kuveyt’i kurtarmak için yapılan savaştan bu yana Amerikan politikasının ne kadar değiştiğini merak ediyor. Bunun cevabı elbette bazı Amerikan yaklaşımlarının evrim geçirdiği yönünde. Gelişmek zorundaydı çünkü Amerika artık tek süper güç değil.

2023’te Çin gerçek rekabeti temsil ediyor. Amerika’nın Körfez bölgesinin enerji kaynaklarına yönelik önemli ulusal çıkarları hâlâ var. İran gibi düşman bir devletin bu kaynakları ele geçirme çabasına karşı koyacak. Bu anlamda 1991’den çok da uzaklaşmış sayılmayız.

Yeni güvenlik mimarisi inşası

Ancak Washington, İran’ın saldırganlığını caydırmayı amaçlıyor ve birçok jeostratejik zorlukla karşı karşıya olduğundan bölgenin güvenliğini sağlamak için Körfez ülkelerinden yardım bekliyor.

Amerikan liderliğinde yeni bir bölgesel güvenlik mimarisi inşa etmek zaman alacak. Dolayısıyla Körfez, eski Amerikan güvenlik şemsiyesinden daha fazla sistem ve devlet içeren yeni bir bölgesel güvenlik mimarisine geçişin başlangıcına tanıklık ediyor.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin hayal kırıklığı ve daha geniş bir siyasi-diplomatik ağ kurma arzusu anlaşılabilir. Washington çok kutuplu dünyada Körfez ülkelerinin daha fazla seçeneğe sahip olduğunu biliyor ve dinamik bir Çin ile ekonomik ilişkiler kurmalarını kabul ediyor.

Ancak Washington’un da bir sınırı var: hem ABD hem de Çin ile yakın askeri ilişkilere sahip olmaya çalışan ülkelere en derin askeri işbirliğini sağlamayacak.

İlk değişiklik: Orta Doğu’da artık büyük kara savaşları olmayacak

1991 yılının başlarında Amerikan kuvvetleri, Iraklıları beş hafta boyunca hava ve füze saldırılarıyla bombaladıktan sonra iki hafta içinde Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkardı. Savaşta 300’den az Amerikalı öldü. Savaştan 10 yıl sonra, 2001 yılında Amerikan kamuoyunda yapılan bir anket, Amerikalıların %63’ünün bu Amerikan mücadelesine olumlu baktığını gösteriyor.

2003 Irak savaşı ise sekiz hafta değil sekiz yıl sürdü. Bu savaşta yaklaşık 5,000 Amerikalı öldü. (Elbette çok daha fazla sayıda Iraklı da öldü.) 1991’in aksine, 2011’de son Amerikan askeri Irak’tan döndüğünde zafer törenleri yapılmadı.

Geçen yıl Gallop tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması Amerikalıların sadece %16’sının Irak savaşına olumlu baktığını gösteriyor. Benzer şekilde, Amerikan güçlerinin Afganistan’daki 20 yıllık savaştan çekilmesinden kısa bir süre sonra Ağustos 2021 sonunda yapılan bir ankete göre, kaotik çekilmeye rağmen Amerikalıların %54’ü bunun doğru bir karar olduğunu düşünüyor.

Ne kadar söylesek azdır. John Bolton gibi itibarsız şahinlere aldırmayın. Irak ve daha az ölçüde Afganistan’daki başarısızlıklar Amerika’nın Körfez bölgesindeki politika seçeneklerini değiştirdi: soldan sağa tüm siyasi çevreler, Amerikan halkı ve Amerikalı siyasetçiler Orta Doğu’da uzun ve maliyetli bir kara savaşı daha istemiyor.

Biden, John Bolton’un tavsiyesine uyup İran’a saldırmak istese bile, özellikle partinin sol kanadından önemli sayıda Demokrat ve özellikle Trump kanadından Cumhuriyetçiler onu derhal kınayacaktır. Geriye dönüp bakıldığında, 1991’deki kolay zaferin getirdiği özgüven ya da kibir kayboluyor.

İkinci değişiklik: Ortaklara ihtiyaç var

Birleşik Devletler hükümeti 1991 yılında Kuveyt’i kurtarmak için askerî harekâtı planladı ve yönetti. General Norman Schwarzkopf yarım milyon Amerikan askerine, Başkan Bush ve Dışişleri Bakanı James Baker ise uluslararası diplomatik mücadeleye liderlik etti.

Başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere birkaç Arap ülkesi de katıldı. Başkan Bush, Kasım 1990’da Mısır’ın başkentini ziyaret ederek Devlet Başkanı Mübarek’in Schwarzkopf komutasında görev yapmak üzere iki zırhlı tümen göndermeyi kabul etmesini sağladığında ben Kahire’deki Amerikan Büyükelçiliği’nde çalışıyordum.

Bush daha sonra Cenevre’de Devlet Başkanı Hafız Esad’la görüşerek onu da bir tümen göndermeye ikna etti. Bush’un bu güçleri istemesinin nedeni Schwarzkopf’un Iraklılara karşı onlara ihtiyaç duyması değildi. Schwarzkopf’un elinde bol miktarda Amerikan ateş gücü vardı.

Bush ve Baker bu Arap güçlerini, dünyanın geri kalanına Amerikan askeri operasyonunun meşruiyetini göstermek için istediler. (Mısır ve Suriye güçleri savaşta çok az şey yaptı.) Washington’un askeri harekât olarak adlandırdığı Çöl Fırtınası Operasyonu esasen bir Amerikan girişimiydi.

Amerikalılar 1991’den sonraki yıllarda Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn ve nihayetinde Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne askeri güçlerini yerleştirdi. Sovyetler Birliği kısa sürede çöktü, Çin henüz uluslararası bir güç değildi ve Amerikan güçleri Körfez’in güvenliğinin sorumluluğunu kolayca üstlendi.

Şimdi, 2023’te, Washington sadece bölgede başka bir büyük kara savaşını reddeden iç politikanın zorluklarıyla değil, aynı zamanda büyüyen Çin askeri gücüne karşı askeri dengeyi koruma ihtiyacıyla da karşı karşıya.

Çin donanması Amerikan donanması kadar tecrübeli değil ama daha fazla gemisi var. 1991 ve hatta 2003-2010 yıllarının aksine, Körfez’in ötesinde her Amerikan gemisine ve her piyade tümenine ihtiyaç duyuluyor.

Durum, 1971’den önce Başkan Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın, Vietnam Savaşı ve Avrupa’daki Sovyet tehdidiyle boğuşurken Körfez güvenliğine gözden geçirdikleri duruma benziyor.

Britanya’nın Körfez’deki güvenlik sorunlarını büyük bir Amerikan rolü olmadan yönetmesine memnuniyetle izin veriyorlardı. Britanya 1971’de Körfez’den güçlerini çektiğinde, Nixon yönetimi Körfez’de sadece sınırlı bir rol istedi.

Henry Kissinger ve Nixon, Sovyetler Birliği’nin boşluğu doldurmasını veya bölgesel istikrarsızlıktan faydalanmasını istemiyordu. Bu nedenle, Bahreyn’deki eski Britanya deniz üssünde iki küçük savaş gemisini tutmaya karar verdiler.

Ağustos 1972’de Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarına gönderdiği gizli bir talimatta Nixon’ın Körfez politikasının şu ilkelere dayandığı belirtiliyordu:

  • Bölgenin güvenliğinin temel sorumlusu bölgedeki devletleri olacak;
  • Birleşik Devletler onları işbirliğine teşvik edecek;
  • Birleşik Devletler aktif ve “yaratıcı” bir rol oynayacak.

Ortaya çıkan Nixon Doktrini, bir yanda İran ve Şah, diğer yanda Suudi hükümetinin bölgesel istikrarı sağlamak ve Sovyet etkisini engellemek için Amerikalılarla işbirliği yapmasına dayanıyordu.

Amerikalılar bu dönemde Kuveyt’ten başlayarak Körfez’e ilk askeri teçhizat satışlarına başladı. Bu satışlar kısmen ticari kâr amacıyla devam etti, ancak Washington için daha önemlisi bölge devletlerinin yeteneklerini geliştirmeye çalışmaktı.

2023’te İran potansiyel bir ortak değil en büyük tehdit ama Trump ve şimdi de Biden, Nixon-Kissinger’ın Körfez ülkelerinin bölgesel güvenlik ve istikrarı sağlama sorumluluğuna yaptığı vurguyu kopyalıyor.

Listenin en başında Arap Yarımadası ve Levant’taki çeşitli devletlerin hava ve deniz operasyonlarını entegre eden bölgesel hava ve deniz savunma sistemi oluşturma girişimleri yer alıyor.

Amerikalılar bu çabaya öncülük ediyor ve bazı askeri varlıkları bu işe tahsis ediyor; bilgi teknolojisi sistemlerinin entegrasyonu büyük bir zorluk. Yine de bu, Amerikalıların Irak ve Afganistan savaşlarının sürdüğü 20 yıl boyunca Körfez’de üstlendiklerinden çok daha hafif bir askeri çaba.

Bilal Saab’ın kısa süre önce The National Review’da yazdığı gibi, bu çalışma bölge ülkelerinin Körfez bölgesinde daha fazlasını yapmasını isteyen Amerikan Kongresi’nde güçlü bir destek buluyor. NATO bir günde inşa edilmedi ve Körfez güvenlik mimarisi de yıllar alacak ama çalışmalar başladı.

Üçüncü değişim: İsrail ve Körfez güvenliği

Saddam Hüseyin, İsrail’in misillemesini kışkırtmak ve Washington’un Kuveyt savaşı için kurduğu uluslararası koalisyon üzerinde baskı yaratmak için İsrail’i SCUD füzeleriyle birkaç kez vurdu.

Bush ve Baker, Başbakan Yitzhak Shamir’in hükümetiyle sürekli temas halinde olarak itidal çağrısında bulundu. Kuveyt savaşından sonra Arap devletlerine verdikleri sözü tutan Bush ve Baker, Ekim 1991’de Madrid’de yapılan bir zirveyle başlayan kapsamlı bir barış süreci başlattı.

2023’te Biden yönetimi herhangi bir barış sürecinden vazgeçmekle kalmadı, aynı zamanda Körfez ülkelerinin kapsamlı bir barış anlaşması olmadan yeni bölgesel güvenlik mimarisinin inşasında İsrail’in yeteneklerinden ve deneyimlerinden yararlanmanın yollarını bulma tercihlerini de gizlemiyor.

Amerikalılar bu şekilde planlamamıştı ancak Obama ve ardından Trump, Körfez’deki Amerikan güvenlik varlığını kademeli olarak azalttıkça bazı bölge devletleri İran’dan gelen baskıyı dengelemeye yardımcı olmak (ve bölgenin savunmasına yönelik sürekli bir Washington taahhüdü için İsrail desteğini kullanmak) için İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye karar verdi.

Biden, Trump’ın İbrahim Anlaşmaları konusundaki çalışmalarını memnuniyetle övdü ve Biden’ın Suudi Arabistan’ı da İsrail ile bir anlaşmaya varmaya ikna etmeyi umduğuna dair haberler var. Ancak Bush ve Baker’ın aksine, DC’nin anlaşmanın bir parçası olarak yeni ve kapsamlı bir barış süreci önerisi yok.

Değişmeyen şey: Körfez’in güvenliği ve ABD’nin çıkarları

Biden yönetiminin Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne göre “Amerika Birleşik Devletleri, Orta Doğu’nun su yollarında, özellikle Hürmüz Boğazı ve Babülmendep’te seyrüsefer özgürlüğünü tehlikeye atan yabancı veya bölgesel güçlere izin vermeyecek ve herhangi bir ülkenin askeri yığınak, saldırı ya da tehdit yoluyla başka bir ülkeye veya bölgeye hâkim olma girişimlerine müsamaha göstermeyecek.”

Hürmüz Boğazı’ndaki ticari trafiği sürdürme sözü, Reagan yönetiminin 1987-1988 yıllarında İran ve Irak arasındaki tanker savaşı sırasında Kuveyt gemilerini korumasına benziyor. Bir ülkenin diğerine ya da bölgeye hükmetmesini engelleme sözü, 43 yıl önce Başkan Carter’dan bu yana Amerikan politikasının yinelenen bir özelliği.

Trump yönetiminin İran’ın Eylül 2019’da Abkayk’taki Suudi enerji tesislerine yönelik saldırısına karşılık vermemesi Amerika’nın güvenilirliğine zarar verdi.

Benzer şekilde, Biden yönetiminin İran’ın sürat teknelerinden biri, bir ticari gemiyi taciz ettiğinde ya da ele geçirdiğinde İran’ı vurmaması, Amerika’nın Körfez’i koruma taahhüdü konusunda yeni şüpheler doğuruyor.

Amerikan perspektifinden bakıldığında iki önemli husus bulunuyor. Birincisi, İran’ın Körfez’in Arap tarafına yönelik geniş çaplı bir işgali- bir tür Ukrayna senaryosu- ile Panama bandıralı gemilere yönelik küçük sürat teknesi baskınları arasında ayrım yapmalıyız.

Amerikan personeli ve askeri varlıkları İran’la karşı karşıya olan Körfez ülkelerindeki üslerde konuşlanmış durumda. Tıpkı NATO ülkelerinde olduğu gibi bu üsler de gerektiğinde konvansiyonel silahların kullanımının artırılması da dahil ev sahibi ülkeyi işgale karşı savunmaya yönelik örtülü bir Amerikan taahhüdünü temsil ediyor.

İran’ın ticari gemilere yönelik tacizlerini caydırmak farklı bir konudur. Tanker savaşı sırasında Amerikalılar İran’ın her saldırısını durdurmadı ve operasyonda İran’ın büyük bir savaşa doğru tırmanmasına neden olabilecek askeri eylemlerden kaçındı. Amerika’nın amacı deniz trafiğinin büyük fiyat artışları olmadan devam etmesini sağlamaktı.

Bunda da başarılı oldu.

Amerikalılar 2023’te de özellikle de Çin’in meydan okumalarıyla karşı karşıyayken ve Ukrayna büyük miktarda Amerikan askeri kaynağını tüketirken İran’a karşı büyük ve uzun bir savaşa girmek istemiyorlar.

Aynı zamanda Körfez üzerinden deniz taşımacılığının devam etmesini sağlamak istiyor. Yeniden Kissinger ve Nixon’a döndük ve Amerika’nın kendi istikrarı için Körfez devletlerinin daha fazlasını yapmalarına ihtiyaç duyduğu bir dönemdeyiz.

İşte bu nedenle Washington, Körfez ülkelerinin Çin ile ticari ilişkiler kurmasına ya da Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmasına itiraz etmedi.

Çin’in Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerilimi azaltmada başarılı olması -pek olası olmasa da- Amerika’nın Körfez istikrarına olan ilgisine hizmet edecektir.

Ancak, Washington, Körfez ülkeleri ile Çin arasındaki askeri ilişkilere daha sert bir tutum sergileyecektir. Washington, Çin istihbaratının Amerikan kuvvet hareketlerini dikkatlice izlemek veya Amerikan yapımı askeri teçhizat ve sistemlerin yeteneklerine ve bütünlüğüne sızmak için tesislerden yararlanmasını istemeyecektir.

Çin ile yakın bir askeri ilişki kurarken aynı zamanda ABD’den yakın askeri işbirliği ve koruma bekleyen ülkeler, Washington’un askeri ilişkileri sınırlayacağını görecek, tıpkı Türkiye’nin Rusya’dan S-400 sistemi satın aldıktan sonra gördüğü gibi.

ORTADOĞU

Netanyahu’nun erteleme talebi reddedildi

Yayınlanma

Netanyahu, hakkındaki dolandırıcılık, 2yolsuzluk ve rüşvet davaları kapsamında 2 Aralık’ta ifade vermeye başlayacak. Netanyahu’nun güvenlik gerekçesiyle duruşmaya katılmayacağı değerlendiriliyor.

İsrail mahkemesi, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun, hakkındaki yolsuzluk davaları kapsamında ifadesinin alınmasının ileri bir tarihe ertelenmesi talebini reddetti.

İşgal altındaki Doğu Kudüs’te yer alan İsrail’e bağlı Kudüs Bölge Mahkemesi, Netanyahu’nun, hakkındaki yolsuzluk davalarında 2 Aralık’ta alınacak ifadesinin ileri bir tarihe ertelenmesi talebini görüştü. Mahkeme, Netanyahu’nun talebini geri çevirerek İsrail Başbakanı’nın ifadesinin alınmasına planlandığı gibi 2 Aralık’ta başlanmasına hükmetti.

Avukatları, Netanyahu’nun Gazze saldırıları ve Lübnan’daki çatışmalar nedeniyle “davaya hazırlanmasının imkânsız” olduğunu öne sürerek ifadesinin alınmasının iki buçuk ay ertelenmesini istemişti.

Netanyahu “savaşı” bahane ederek yolsuzluk duruşmasında erteleme talep etti

Ancak Netanyahu’nun güvenlik bahanesiyle duruşmaya katılmayacağı tahmin ediliyor. İsrail basınına göre Netanyahu şu anda güvenlik yetkililerinin talimatları doğrultusunda, Başbakanlık Ofisi’nin üst katındaki normal ofisi yerine bodrum katında güçlendirilmiş bir odada çalışıyor ve duruşmaların yapılacağı mahkemenin de güvenli bir oda veya sığınağı bulunmuyor.

Netanyahu, iki davada dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma; üçüncü davada ise rüşvet, dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılanıyor. Yaklaşık beş yıl önce, Ocak 2020’de suçlandı ve dava o yılın mayıs ayında başladı.

“Gül” ve “yaprak” Netanyahu’yu yakacak

Netanyahu, herhangi bir suiistimalde bulunmadığını ısrarla belirtiyor ve suçlamaların polis ve devlet savcılığı tarafından yürütülen bir cadı avının ürünü olduğunu iddia ediyor.

Netanyahu, henüz kürsüye çıkmadı; ancak birkaç kez mahkemeye katıldı. Ana sanık olarak, savunma tanıklarını sunarken çapraz sorguya tabi tutulacak ilk kişi olması planlanıyor.

Öte yandan dava sürecinin yavaş ilerlemesi eleştirilere yol açıyor. Mevcut durumda, davanın ve olası temyizlerin 2028-2029’dan önce sona ermesi pek olası görülmüyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Yayınlanma

kerim-han

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Başsavcı Kerim Han’ın cinsel taciz iddialarını araştırmak üzere dışarıdan müfettişler getirme kararı aldı.

UCM, Han’ın Gazze’deki savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın tutuklanması talebini değerlendirirken, Han’a yöneltilen suçlama ve bu suçlama üzerine gelen soruşturma dikkat çekti.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

UCM’nin gözetim organının başında bulunan Finlandiyalı diplomat Päivi Kaukoranta, Han’ın ofisinde çalışan bir kadına uygunsuz davrandığını öne süren haberlerin ardından Han hakkında “dış soruşturma” açmaya karar verdiğini belirtti. Kaukoranta, normalde bu tür soruşturmaların mahkemenin İç Denetim Mekanizması tarafından yürütüldüğünü, ancak Han’ın kendisinin de Bağımsız Gözetim Mekanizması’ndan (BGM) soruşturma talebinde bulunduğunu söyledi. Kaukoranta, “Bu davanın özel koşulları, BGM’nin mağdur odaklı yaklaşımı ve olası çıkar çatışması algıları göz önüne alındığında, BGM bu durumda istisnai olarak dış bir soruşturmaya başvurulmasına itiraz etmemiştir” dedi.

Kan, uygunsuz bir davranışta bulunduğu iddialarını reddetti ve “Bu konuda daha önce bir soruşturma çağrısında bulunmuştum ve bu sürece katılma fırsatını memnuniyetle karşılıyorum” dedi.

Soruşturma, UCM’nin İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sırasında Netanyahu ve Gallant’ın savaş suçları ve insanlığa karşı suç işledikleri iddiasıyla tutuklama emri çıkarma talebini değerlendirirken başlatıldı.

Han’ın tutuklama talebi birçok ülke tarafından olumlu karşılanırken, Biden yönetimi ve Kongre’nin eleştirilerine maruz kaldı. Hatta ABD Temsilciler Meclisi UCM ile bağlantılı kişi ve yargıçlara aileleri ile beraber yaptırım uygulanmasını öngören yasayı kabul etti.

ABD Temsilciler Meclisi, UCM’ye yaptırım yasasını geçirdi

ABD’nin açıktan yürüttüğü yıldırma politikasına karşın İsrail’in Mossad aracılığıyla UCM yetkililerini tehdit ettiği daha önce basına yansımıştı. Mayıs ayında İngiliz The Guardian gazetesi, Han’ın selefi Fatou Bensouda’nın “bir dizi gizli toplantıda” Mossad’ın o dönemki başkanı ve “Netanyahu’nun en yakın müttefiki” Yossi Cohen tarafından tehdit edildiğini ortaya çıkarmıştı.  Cohen, Bensouda’yı “savaş suçları soruşturmasından vazgeçmeye” zorladı ve iddiaya göre ona şöyle dedi: “Bize yardım edersen biz de sana göz kulak oluruz. Kendinin ya da ailenin güvenliğini tehlikeye atacak işlere bulaşmak istemezsin.”

Han da tutuklama talebinde bulunmadan önce talepte bulunmaması için baskı gördüğünü söylemişti.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Trump, Batı Şeria’nın ilhakına şartlı destek verecek

Yayınlanma

Trump’ın eski yardımcıları, İsrailli bakanları, ikinci döneminde Trump’ın ilhakı koşulsuz desteklemesini ummamaları konusunda uyardı.

The Times of Israel’in bilgi sahibi üç kaynağa dayandırdığı habere göre Donald Trump’ın önceki yönetiminden en az iki yetkili, İsrailli bakanları, Trump’ın ikinci döneminde İsrail’in Batı Şeria’yı ilhakını destekleyeceğini varsaymamaları konusunda uyardı.

Mesaj, Trump’ın geçen hafta başkanlık seçimlerini kazanmasından önceki aylarda yapılan toplantı ve görüşmelerde iletilmiş olsa da aşırı sağcı kabine üyeleri bu uyarılardan etkilenmedi.  Pazartesi günü Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Trump’ın yeniden göreve gelmesiyle 2025 yılının “Yahudiye ve Samiriye’de [Batı Şeria] egemenlik yılı” olacağını ilan etti. Geçen hafta Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir de “egemenlik zamanı geldi” dedi.

Cuma günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail’in bir sonraki ABD Büyükelçisinin, Batı Şeria’nın büyük bölümünün ilhak edilmesini savunan ve Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkan eski bir yerleşimci lideri olan Yechiel Leiter olacağını açıkladı.

İsminin açıklanmaması kaydıyla konuşan İsrailli bir yetkili, Times of Israel’e, Trump’ın eski danışmanlarının İsrailli üst düzey bakanlarla yaptıkları son görüşmelerde, Trump’ın bu hamleyi destekleme ihtimalini göz ardı etmediklerini ancak bunun “kesin bir sonuç” olarak görülmemesi gerektiğini belirttiklerini söyledi.

Trump’ın eski bir yardımcısının bir bakanla yaptığı görüşmelerden birine vakıf bir İsrailli yetkiliye göre, tartışmalı hamle gündeme gelirse Trump’ın İran’la mücadele, Çin’le rekabet ve Ukrayna’daki savaşı sona erdirme gibi daha acil dış politika hedefleri sekteye uğrayabilir. Çünkü Trump bu dış politika hedefleri için Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez’deki ABD müttefiklerinin desteğine ihtiyaç duyuyor. Ancak İsrail’in ilhakını desteklerse müttefiklerin ciddi tepkisiyle karşılaşacak.

Trump 2020’de İsrail’in tüm yerleşim yerlerini ilhak etmesini öngören bir barış planı sunmuş olsa da teklif, Batı Şeria’nın geri kalan bölgelerinde bir Filistin devletinin kurulmasına olanak tanıyordu.

Netanyahu o dönemde bu öneriye temkinli yaklaşırken geçen hafta Trump’ın zaferini ilhak planlarını hayata geçirmek için bir fırsat olarak kutlayan Smotrich ve birçok yerleşimci lider, plana karşı çıkmıştı.

Trump’ın eski bir danışmanı, İsrailli bir bakana, ikinci Trump yönetiminin, 2020’de olduğu gibi İsrail egemenliğini koşulsuz desteklemeyeceğini söyledi.

Filistin Yönetimi’nin Trump’ın 2020 “Barıştan Refaha” önerisini reddetmesinin ardından Trump yönetimi Batı Şeria’nın kısmen ilhakını planlamak için İsrail’le birlikte çalışmış, ancak Birleşik Arap Emirlikleri’nin Yahudi devletiyle ilişkileri normalleştirmeyi kabul etmesi karşılığında bu girişim rafa kaldırılmıştı.

ABD’nin İsrail’in ilhak hamlesini engellemek için BAE’ye verdiği taahhüt 2024 sonunda sona erecek ancak eski bir Trump yetkilisi The Times of Israel’e yaptığı açıklamada ABD’nin İsrail ilhakına verdiği desteğin koşullarında büyük bir değişiklik beklenmediğini söyledi. Eski Trump yetkilisi, “Eğer bu gerçekleşirse, bir sürecin parçası olması gerekecek” dedi.

Trump’ın eski Ortadoğu temsilcisi Jason Greenblatt da The Times of Israel’e yaptığı açıklamada benzer bir mesaj verdi:

“İsrail’de Başkan Trump’ın zaferini kutlayanların bunu, Trump’ın ilk döneminde yaptığı pek çok tarihi şeyin de gösterdiği gibi İsrail’e verdiği güçlü destek nedeniyle yapmalarının önemli olduğunu düşünüyorum. Bazı İsrailli bakanlar, Yahudiye ve Samiriye’deki İsrail egemenliğinin genişletilmesinin otomatik olarak tamamlanmış bir mesele olduğunu varsayıyor ve Başkan Trump göreve gelir gelmez bunun gerçekleşeceğini düşünüyor.”

“Bir nefes almalarını öneririm. Bu bakanlara tavsiyede bulunuyor olsaydım, öncelikle Başbakan Netanyahu ile yakın bir şekilde çalışarak İsrail’in ABD ile ilişkilerini derinleştirmesine ve İsrail’in şu anda karşı karşıya olduğu muazzam tehditler ve zorluklar üzerinde çalışmasına olanak sağlamaya odaklanmalarını şiddetle tavsiye ederdim. Yahudiye ve Samiriye hakkında bir tartışma yapmanın zamanı gelecektir, ancak bağlam ve zamanlama önemli.”

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English