Avrupa
Orbán, Kickl ve Babiš’ten yeni grup: “Avrupa için Vatanseverler”

Pazar sabahı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) Genel Başkanı Herbert Kickl, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ve ANO Partisi Genel Başkanı ve eski Çekya Başbakanı Andrej Babiš partilerinin güçlerini birleştirerek “Avrupa için Vatanseverler” isimli bir ittifak kuracaklarını açıkladılar.
Viyana’da düzenlenen basın toplantısında FPÖ lideri, yeni ittifakın amacını “Avrupa için daha iyi bir gelecek sağlamak” olarak tanımladı.
Avrupa kamu yönetiminin düzene sokulması gerektiğini ve “bir Avrupa süper devletinin ortaya çıkışını pasif bir şekilde izlemediklerini” söyleyen Kickl, “kıtanın tüm vatandaşları için barış, özgürlük ve refah” vurgusu yaptı.
Kickl diğer partilerin de bu ittifaka katılmasının beklendiğini söyledi.
Başbakan Orbán ise, “Bugün Avrupa siyasetinin değişeceği gündür,” dedi.
Son 25 yılın siyasi olaylarını takip ettiğini belirten Macar lider, “Avrupa siyasetinde yeni bir dönem 1989’da başladı ve şimdi seçimlerle sona erdi. Bugün, Avrupa siyasetini değiştirecek yeni bir grup yaratılacak …. [Bu grup] çok hızlı bir şekilde Avrupa Sağının en büyük grubu haline gelecek. Bu birkaç gün içinde gerçekleşecek,” iddiasında bulundu.
27 ülkenin 20’sinde değişimi temsil eden partiler kazandığını ve “Brüksel’deki elit kesim”in buna direndiğini ve değişim istemediğini öne süren Orbán, bu nedenle bu platformu oluşturduklarını ifade etti ve “Değişimi sağlamak için. Avrupa kriz içinde; terörizm, göç ve savaş tehdidi komşularımızı tehdit ediyor. Avrupa halkı barış, düzen ve refah istiyor ama Brüksel’deki elitlerden savaş, göç ve durgunluk görüyorlar,” dedi.
ANO Başkanı Andrej Babiš ise, “yasadışı göçü durdurmaya kararlı” yeni bir siyasi grup kurmaya karar verdiklerini vurguladı.
Ulusal sınırları korumak ve insan kaçakçılığını durdurmak için düzenlemeler geliştirilmesi gerektiğini savunan Çek siyasetçi, planlarının “ulus devletlere saygı duyan bir Avrupa” olduğunu sözlerine ekledi.
Yeni grubun manifestosunda neler var?
Avrupa uluslarının “tarihi bir dönüm noktasında” olduğu iddiasıyla açılan manifesto, bir zamanlar iki dünya savaşı ve onlarca yıllık bölünmüşlüğün yol açtığı yıkımın ardından “uzlaşma arzusundan” kaynaklanan bir rüya proje olan Avrupa Birliği’nin artık Avrupalıların aleyhine döndüğünü iddia ediyor.
AB’nin “Avrupa evini” oluşturan ulusların, bölgelerin ve küçük toplulukların iradesine aykırı çıkarlar peşinde koştuğunu kaydeden manifesto, “Çoğunluğun sesini ve halk demokrasisini küçümseyen güçlü küreselci güçler, seçilmemiş bürokratlar, lobiler ve çıkar gruplarıyla birlikte, Avrupa vatandaşları tarafından büyük ölçüde bilinmeyen ve onlardan uzak kurumlar, Ulusların yerini almayı planlıyor,” diyor ve ulusların yerine bir “Avrupa merkezi devleti” kurulmak istendiğini savunuyor.
Haziran ayında yapılan yeni Avrupa Parlamentosu seçimlerinin “kuşaklar arası ve varoluşsal bir öneme” sahip olduğunu savunan Avusturyalı, Çek ve Macar partiler, “Bugün siyasi fay hattı artık muhafazakârlar ile liberaller ya da sağ ile sol arasında değil, yeni bir Avrupa ‘süper devleti’nin müjdesini veren Merkeziyetçiler ile değer verdiğimiz Uluslar Avrupasını korumak ve güçlendirmek için mücadele eden Vatanseverler ve Egemenlikçiler arasında uzanmaktadır,” iddiasında bulunuyorlar.
Manifesto, kıta genelinde “vatansever ve egemenlikçi partilerin zaferi ve işbirliği sayesinde” çocuklarının mirasını garanti altına alabileceklerini savunuyor.
Manifestoyu ilan eden partiler, aşağıdaki “Avrupa”ya inandıklarını söylediler:
“- Birbirleriyle uyum içinde yaşama ve işbirliği yapma kararlılıklarında özgür, güçlü, gururlu ve bağımsız Milletlerden oluşan
– Avrupa halkları tarafından yetkilendirilen ve bu halklara karşı sorumlu tutulan, meşruiyeti Uluslara dayanan kurumlar aracılığıyla birleşmiş
– Ulusal topluluklarının iradesinin yurtiçinde ve yurtdışında yerine getirilmesini engelleyen bağımlılıklardan arınmış, çıkarlarının peşinde egemen ve kararlı;
– Her türlü tehdide karşı kendini savunmaya hazır olmakla birlikte barış ve diyaloğa bağlı
– Greko-Romen ve Yahudi-Hıristiyan mirasının meyveleri olan Avrupalı kimliğini, gelenek ve göreneklerini koruyan ve kutlayan
– Ulusları arasındaki doğal çeşitliliğe, tarihlerine ve yaşam tarzlarına değer verirken, günün modasına göre değişmek için ültimatomlara direnen
– Gerçek özgürlükleri, temel hakları ve insan onurunu savunurken, bu özgürlükleri sınırlama veya yeniden tanımlama girişimlerine şiddetle direnen
– rekabetçi, üretken, verimli ve yenilik, mükemmellik ve ilerlemenin kıtası olarak entelektüel, bilimsel ve ekonomik başarılarıyla gurur duyan
– Avrupa vatandaşlarının büyük çoğunluğunun iradesine uyarak sınırlarını korumaya, yasadışı göçü durdurmaya ve kültürel kimliğini muhafaza etmeye kararlı;
– Siyasi, iktisadi, dini ve kültürel alanlardan gelebilecek her türlü potansiyel tehdide karşı halklarını korumaya hazır uluslardan oluşan
– Kendi yetki ve kurallarına saygı duyan, yetkilerinin ötesinde hareket etmeyen, ikincillik ve orantılılık ilkelerine uyan ve Avrupa bütçesi aracılığıyla baskı uygulayarak ulusal egemenliğe yönelik saldırılarını meşrulaştırmaktan vazgeçen
– Ulusal egemenliğin Avrupa kurumlarına daha fazla devredilmesini reddeden Ulusların
– Ulusların veto hakkına saygı duyan
– Diplomasiyi Üye Devletlerin egemenliğinin temel bir unsuru ve her bir Ulusun, diğerlerini aynı hareket tarzına bağlamaksızın özgürce karar verebileceği bir konu olarak kabul eden
Bir Avrupa’ya inanıyoruz.”
Manifesto şu sözlerle sona eriyor:
“Bizler, Avrupa’nın vatansever güçleri, kurumlarımızı yeniden ele geçirerek ve Avrupa politikasını Uluslarımıza ve halklarımıza hizmet edecek şekilde yeniden yönlendirerek kıtamızın geleceğini Avrupa halklarına geri vermeye söz veriyoruz. Federalizm yerine egemenliğe, diktalar yerine özgürlüğe ve barışa öncelik vermek: işte Avrupa için Vatanseverler Manifestosu.”
Grubun 26 milletvekili var
Kurucu partiler olan FPÖ, AP’deki liberal Renew grubundan kısa bir süre önce ayrılan ANO ve Fidesz halihazırda 26 milletvekiline sahip. Bir grubun oluşabilmesi için yedi ülkeden en az 23 milletvekiline ihtiyaç var.
FPÖ lideri Herbert Kickl, “Bu başlangıç sinyalinden itibaren, bunu yapmak isteyen ve siyasi ve pozitif reform çabalarımıza katılmak isteyen tüm siyasi güçlere kapımız açıktır. Ve son birkaç gündür duyduklarıma bakılırsa, bunlardan daha fazlası da olacak,” dedi.
Avrupa Parlamentosu’ndaki sandalye sayısını ikiye katlayan ve eylül ayındaki Avusturya ulusal seçimlerini kazanma yolunda ilerleyen FPÖ, Kickl’in Brüksel’deki radikal değişim için bir “taşıyıcı roket” olduğunu söylediği ittifakın arkasındaki örgütleyici güç gibi görünüyor.
Duyuru, FPÖ ile Marine Le Pen liderliğindeki Fransa’nın RN partisi arasında Avrupa’da resmi bir kopuşa işaret ediyor. Bir önceki parlamentoda bu iki parti Kimlik ve Demokrasi (ID) grubunda yer alıyordu.
AfD yeni gruba katılacak mı?
Yeni grubun potansiyel adaylarından biri de AP’de 14 milletvekili bulunan Almanya için Alternatif (AfD).
Fakat Financial Times‘a (FT) konuşan bir AfD yetkilisine göre Fidesz, Alman partisiyle bir araya gelmeye karşı çıkıyor.
AfD lideri Alice Weidel de FT’ye yaptığı açıklamada seçeneklerini açık tutacağını ve “bir gruba sırf katılmış olmak için katılmayacaklarını” söyledi.
Konferansları sırasında Weidel gazetecilerin önünde, gelecekteki herhangi bir grup hakkında henüz bir karar verilmediğini söyledi. Weidel için ön koşullardan biri, “hiçbir antisemitin” böyle bir grubun parçası olmaması.
Öte yandan AfD’nin eş lideri Weidel’in sözcüsü ntv ‘ye yaptığı açıklamada, “ECR ve ID’deki parti yapısı bir bütün olarak hareket halinde olduğundan, bu durum AfD’nin diğer partilerle işbirliği yapması için yeni fırsatlar yaratıyor,” dedi.
Şimdiye kadar kendi başına bir grup oluşturmakta zorlanan AfD delegasyon lideri René Aust ise “Her şey [şimdi] akış halinde,” dedi ve heyecan verici iki hafta geçireceklerini kaydetti.
Alman partisinin Herbert Kickl’in FPÖ’sü ile yakın ilişkileri var ve bu parti AfD’nin ID grubuna geri kabul edilmesi için yoğun lobi faaliyetlerinde bulundu.
Salvini’den yeni gruba destek, Fico da ilgileniyor olabilir
AP’deki yeni gruba bir başka destek de İtalyan sağ koalisyon hükümetinin küçük ortağı Lega’nın lideri Matteo Salvini’den geldi.
Le Pen’in liderlik ettiği ID’ye üye Salvini’nin Lega’sı, yeni girişimi “felaket” sola karşı mücadele etmek için yeni bir alternatif olarak memnuniyetle karşıladı.
Lega, “Güçlü, vatansever, uyumlu ve gizli anlaşmalara karşı çıkan bir grubun kapsamını genişletmek istiyoruz. Bugün isteklerini ifade eden diğer liderlerin açıklamalarını da olumlu buluyoruz,” dedi.
Lega’nın açıklamasında, “Matteo Salvini’nin defalarca umut ettiği gibi, Avrupalı vatanseverleri bir araya getirecek büyük bir grup artık ertelenemez,” denildi.
Budapeşte basını Lega’nın ilk açıklamasını Salvini’nin Orbán’ın yeni grubuna katılma isteği olarak yorumlarken, Çek Novinky dergisi Slovakya Başbakan Robert Fico’nun da ilgilenebileceğini yazdı.
Fico’nun Smer partisi resmi olarak AB sosyalist grubuna ait ancak üyeliği askıya alınmış durumda.
Öte yandan Euractiv, yeni “vatansever” grubun Le Pen’in Kimlik ve Demokrasi (ID) grubu ile yakın işbirliği içinde olacağını ileri sürdü.
Avrupa
‘Avrupa için Vatanseverler’ Fransa’da gövde gösterisi yaptı

Avrupa Parlamentosu’ndaki (AP) Avrupa için Vatanseverler (PfE) grubunun liderleri Fransa’nın Fontainebleau kentinde bir araya gelerek, Avrupa’nın gücünün, barışının ve özgürlüğünün yeniden tesis edilmesi için birlikte çalışacaklarını açıkladılar.
Ortak bildiride taraflar, birçok ülke politikasını milli çıkarlarını savunmaya dayandırırken, AB’nin “eski ideolojik çerçevelere” bağlı kalmaya devam etmesinden duydukları endişeyi dile getirdiler.
PfE liderleri bu tutumun, Avrupa’yı ve Avrupa ülkelerini “küresel önemin kenarına itme” tehlikesi yarattığını savundular.
Toplantıya Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, İspanyol Vox’un lideri ve PfE Başkanı Santiago Abascal, Fransız Ulusal Birlik’in (RN) tarihsel lideri Marine Le Pen, RN ve PfE grubunun eş başkanı Jordan Bardella, PfE birinci başkan yardımcısı ve Fidesz’in başkan yardımcısı Kinga Gál ve Yunan Mantığı Partisi’nin AP milletvekili ve PfE grubunun üyesi Afroditi Latinopoulou katıldı.
Bildiride, Avrupa uluslarının savunma kabiliyeti, iktisadi gücü ve bağımsızlığıyla güvence altına alınmış kalıcı barış, iktisadi refah ve özgürlüğe kavuşması için AB ve üye devletlerinin stratejik bir güç politikası benimsemesi gerektiği vurgulandı.
‘Yeşil Mutabakat’ hedefte
PfE’ye göre, özellikle Avrupa Komisyonu önderliğindeki mevcut AB liderliği, tüm bu alanlarda başarısız oluyor. Sert eleştiri yöneltilen politikalar arasında, grubun iktisadi olarak zararlı ve “ideolojik güdümlü” olarak nitelendirdiği, kıtadaki çiftçilere, işletmelere ve sanayiye zarar veren Yeşil Mutabakat’a yöneltildi.
PfE liderleri buna karşılık, sanayi kalkınması, iktisadi rekabet gücü ve enerji egemenliğini destekleyen politikalar çağrısında bulundular.
2022 Şubatından bu yana devam eden Ukrayna savaşı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan barışın ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatan bir örnek olarak gösterildi.
PfE, “jeopolitik gerçekliğin ideolojik varsayımlarla” yer değiştirdiği durumlarda bu barışın tehdit altında olduğunu uyardı.
Vatanseverler, Avrupa’nın kendi güvenliğini sağlaması gerektiğini kabul ederken, savaşa geri dönme veya Ukrayna’ya asker gönderme fikrini kesin bir şekilde reddettiler.
Bunun yerine, barışın kıtanın en önemli önceliği olmaya devam etmesi gerektiğini vurgulayarak, Avrupa’nın bölgesel çatışmaların çözümünde arabulucu ve destekçi rolünü üstlenmesi gerektiğini savundular.
PfE, askeri yetkilerin AB kurumlarına devredilmesi fikrini de reddetti.
Avrupalı sağcılar ‘antisemitizmin yükselişinden’ endişeli
Grup, Avrupa’da “radikal sol”un söylemleriyle giderek körüklendiğini iddia ettikleri “antisemitizmin yeniden canlanması”ndan da endişe duyduklarını ifade etti.
Katılımcılar, bir zamanlar “Nazi barbarlığıyla yıkıma uğramış” bir kıtanın mirasçıları olarak, “Avrupalıların sınırları içinde yeni biçimlerdeki dini şiddeti” tolere edemeyeceklerini savundular.
Vatanseverler, açıklamalarında temel demokratik hak ve özgürlüklerin kademeli olarak aşındığını ileri sürüyorlar. AB’yi, özellikle egemenlik ve göç politikası konusunda “liberal ana akımla” uyumlu olmayan siyasi güçlere çifte standart uyguladığı için eleştirdiler.
Avrupa Komisyonu’nun ideolojik ve müdahaleci gündemi nedeniyle birçok vatandaşın kendi ülkelerinin geleceğini belirleme hakkından mahrum bırakıldığını iddia ettiler.
“Bireysel hakları korumak, Avrupa halklarının toplumsal ve kültürel kimliğini savunmak anlamına da gelir,” diyen PfE’ye göre, mevcut AB göç politikaları üye ülkelerin hem güvenliğini hem de kimliğini tehlikeye atıyor ve bunun etkileri uzak kırsal bölgelerde bile görülüyor.
Sınırların açılmasına veya göçmenlerin Avrupa’da yeniden dağıtılmasına tepki
Avrupa’nın yenilenmesine yönelik vizyonları, demokrasiye, özgürlüğe ve AB ülkelerinin egemenliğine saygının yeniden tesis edilmesinin yanı sıra vatandaşların liderlerini özgürce seçme hakkının korunmasına odaklanıyor.
Ayrıca, muhalefet liderlerini cezalandırmak veya seçim sonuçlarını geçersiz kılmak için demokratik ilkeleri kötüye kullandığını iddia ettikleri “siyasallaşmış mahkemelere ve kurumlara” karşı güçlü bir muhalefet dile getirdiler.
Yeşil Mutabakat, değiştirilmesi gereken başarısız bir siyaset olarak vurgulanırken, yeniden sanayileşmeye bağlı “daha pragmatik ve maliyet etkin bir enerji stratejisi” çağrısında bulunuldu.
Göç konusunda, sınırların yeniden açılması veya göçmenlerin Avrupa’ya yeniden dağıtılmasına yönelik tüm öneriler reddedildi.
Ukrayna’nın AB üyeliği olasılığının ciddi endişelere yol açtığını savunan grup, bunun özellikle tarım, gıda güvenliği, işgücü piyasaları ve mevcut üye devletlerin güvenliği açısından öngörülemeyen sonuçlara yol açabileceğine inanıyor.
Zirveyi kapatırken liderler, milli çıkarları korumaya kararlı vatansever siyasi hareketler etrafında Avrupa’yı yeniden inşa etme hedeflerini vurguladılar.
Orbán: Macaristan ‘Hristiyanlığın son kalesi’
Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, 9 Haziran’da düzenlenen PfE mitinginde sert bir konuşma yaptı.
Orbán, Macaristan’ı Avrupa Birliği’nin “kara koyunu”, Brüksel’in “en kötü kabusu”, “Avrupalı vatanseverlerin umudu” ve “son Hıristiyan kalesi” olarak nitelendirdi.
Macar televizyonunda canlı olarak yayınlanan konuşmasında Orbán, milli egemenliği ve kültürel kimliği savundu ve AB liderliğini sert bir dille eleştirdi.
Orbán, Brüksel’i, Macarların aksine özgürlük, demokrasi ve vatan için savaşmanın ne anlama geldiğini anlamayan “yumurtalı kafalı bürokratlar” tarafından yönetilmekle suçladı ve “Sessiz olup çalışmaya başlamalılar,” dedi.
Macaristan’ın AB’nin baskısına boyun eğeceği yönündeki iddiaları kesin bir dille reddeden Orbán, “Biz Macarlar, Brüksel’in önünde diz çökmeyeceğiz” iddiasında bulundu.
Marine Le Pen’i sadık bir dost ve onurlu bir lider olarak öven Macar lider, “Fransa, Marine Le Pen’i cumhurbaşkanı olarak seçmeme lüksüne sahipse, zengin bir ülke olmalı,” diye ekledi.
Orbán, AB’nin göç politikasını reddetti ve bunu göç değil, Avrupa’nın kültürel temellerini yıkmayı amaçlayan “örgütlü nüfus değiştirme” olarak nitelendirdi.
AP’de yeni “kutsal ittifak”: Venezuela karşıtı sağcı çoğunluk
‘Brüksel, Avrupa’yı savaş ekonomisine itiyor’
Macaristan’ın uluslararası hukuku veya Brüksel’i suçlamak yerine harekete geçmeye devam edeceğini yineleyen Macar lider, “Halkın yanındayız ve onlar için mücadele ediyoruz,” diye konuştu.
Brüksel’in öncülüğündeki askerileşmeye ve Ukrayna çatışmasına daha fazla müdahil olmaya karşı uyarıda bulunan Orbán, “Oğullarımızın tabutlarla eve dönmesini istemiyoruz. Komşumuzda bir Afganistan istemiyoruz,” dedi.
Bunun yerine ateşkes, barış görüşmeleri ve diplomasiye dönüş çağrısında bulunan Orbán, Brüksel’in Avrupa’yı “savaş ekonomisine” ittiğini, devasa bir borç biriktirdiğini ve maliye üzerindeki milli kontrolü zayıflattığını iddia etti.
Orbán, Pentekost’a (Hamsin Yortusu) atıfta bulunarak, “egemenlik ve özgürlük” dilinde ortaya çıkan yeni bir Avrupa birliği ile paralellik kurdu. İspanya’dan Polonya’ya kadar tüm ulusların artık aynı dili, yani “Brüksel’in merkeziyetçiliğine direniş dilini” konuştuğunu iddia etti.
Orbán, Macaristan’ı vatanseverliğin başarı örneği olarak gösterdi: “küreselcilerin etkisine karşı direnen, Hristiyan kimliğini ve aile değerlerini anayasasına yazan ve yasadışı göçü durdurmak için sınır çiti inşa eden bir ülke.”
“Macaristan’da göçmen sayısı sıfır” diye vurgulayan Orbán, ülkesinde “antisemitizm, sokak şiddeti ve şehir ayaklanmalarının olmadığını” da ileri sürdü.
“Bu göç değil. Bu, Soros ve Brüksel tarafından yönetilen bir nüfus değişimi,” diten Orbán’a göre Macaristan, aileleri koruyor, çalışan annelere ömür boyu gelir vergisinden muafiyet tanıyor ve milli kimliğiyle gurur duyuyor.
Avrupa
Meloni bir darbe yedi, bir zafer kazandı

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, bir hafta arayla önce bir darbe yedi, sonra da bir zafer kazandı.
Darbe, İsrail casus yazılımı Graphite hakkındaki bir parlamento soruşturmasından geldi. Parlamento komitesi, hükümetin göçmenlerle çalışan birkaç aktivistin akıllı telefonlarını hacklemek için saldırgan siber şirket Paragon tarafından geliştirilen İsrail yapımı casus yazılım Graphite’i kullandığını doğruladı.
Komite, Paragon’un 2023’ten itibaren ülkenin dış istihbarat servisi de dahil olmak üzere iki İtalyan kurumuna Graphite sağladığını doğruladı. Rapora göre, sağlanan Graphite sürümü, telefonun mikrofonunu veya kamerasını etkinleştirme özelliğini içermiyordu. Bunun yerine, operatörlerin hacklenen cihazlardaki şifreli iletişimlere erişmesine izin veriyordu.
Raporda ayrıca, Graphite’in Meta’nın casus yazılımın faaliyetleri kamuoyuna açıklanmadan bir ay önce, Aralık 2024’te tespit edip düzelttiği WhatsApp’taki bir güvenlik açığını istismar ettiği de doğrulandı.
İsrail televizyonunda yayınlanan son habere göre, bu güvenlik açığının keşfi İsrail askeri istihbarat birimi 8200’de paniğe neden oldu.
Hükümetin İsrailli casus yazılımı kullandığı teyit edildi
İtalyan komitesi ayrıca, Meta’nın İtalya’da göçmen haklarıyla ilgilenen birkaç aktivistin telefonlarının hacklendiği iddiasını da doğruladı. Bu aktivistler arasında Luca Casarini, Giuseppe Caccia ve David Yambio da bulunuyor.
Fakat Yambio’nun durumunda hackleme Graphite tarafından değil, başka bir isimsiz casus yazılım tarafından gerçekleştirildi.
Komitenin nihai raporuna göre, ülkenin iktidardaki partisini eleştirmesiyle tanınan araştırmacı gazeteci Francesco Cancellato’nun telefonu İtalyan istihbarat teşkilatları tarafından hacklenmedi.
Raporda, bu aktivistlerin yasal olarak izlendiği ve onlara karşı casus yazılımların kullanımının İtalya’daki ilgili yasal makamlarla koordineli olarak yapıldığı belirtildi.
Bununla birlikte, komite, ülkede casus yazılımların kullanımını düzenleyen denetim mekanizmalarının iyileştirilmesini tavsiye etti.
Ayrıca, Casarini ve Caccia’nın Giorgia Meloni’nin iktidara gelmesinden önce, önceki hükümetler tarafından başlatılan operasyonlarda hedef alındığını vurguladı.
İsrailli şirket, İtalyan istihbaratının sistemlerine erişimini durdurdu
Paragon, İsrail, Avrupa, ABD ve Singapur’daki istihbarat ve kolluk kuvvetlerine satılan Graphite casus yazılımını geliştirdi. Ocak ayında WhatsApp, Paragon’un casus yazılımı kullanılarak yaklaşık 100 kullanıcı hesabının hacklendiğini tespit ettiğini duyurmuştu.
Potansiyel hedefler listesinde sivil toplum aktivistleri ve Başbakan Giorgia Meloni’nin partisi ile neofaşist hareketler arasındaki bağları ortaya çıkaran bir İtalyan araştırmacı gazeteci de yer alıyordu.
İsrail’in daha ünlü casus yazılım üreticisi NSO’nun aksine, kendisini insan haklarına bağlı “temiz ve sorumlu” bir şirket olarak tanıtan Paragon, devletlerin şifreli cihazlara erişmesine olanak tanıyan casus yazılımının kötüye kullanıldığı iddialarıyla ilgili ilk kez tepkiyle karşı karşıya kaldı.
Meta, WhatsApp’ın hacklendiğini duyurduktan sonra, Paragon, Roma’da devam eden parlamento komisyonu incelemesinin sonuçları açıklanana kadar İtalya’nın istihbarat teşkilatının sistemlerine erişimini kesti.
İsrail televizyon programı Zman Emet (Real Time) tarafından yayınlanan son habere göre, İtalyan yetkililer Paragon’un kararından o kadar öfkelendi ki, İtalya başbakanının açıklama için Başbakan Binyamin Netanyahu’yu aradığı bildirildi.
Referandumlara boykot ses getirdi
İtalya’nın beş ulusal referandumla önemli iş ve vatandaşlık yasalarını iptal etme girişimi, katılımın %30’da kalmasıyla başarısız oldu.
Katılım oranı, sonuçların geçerli olması için gerekli olan %50’nin çok altında kaldı.
İtalya İçişleri Bakanlığına göre, göçmenlerin vatandaşlık başvurusunda bulunabilmeleri için İtalya’da yaşamaları gereken süreyi yarıya indirmeyi amaçlayan iki günlük referanduma, oy kullanma hakkına sahip seçmenlerin yaklaşık %30’u katıldı.
Oylama pazar ve pazartesi günleri (8-9 Haziran) saat 15:00’e kadar açık kalmasına rağmen, katılım anayasal eşiğe hiç yaklaşmadı. Referandumlar (dördü işçi haklarının korunmasına, biri ise İtalyan vatandaşlığı için başvuran AB vatandaşı olmayanların ikamet süresinin 10 yıldan 5 yıla indirilmesine ilişkin) yetersiz katılım nedeniyle geçersiz sayıldı.
Sol muhalefet ve aktivist grupların desteklediği referandum, AB dışından gelen yabancılar için 5 yıl olan ikamet süresini 10 yıla çıkaran 1992 tarihli bir yasayı yürürlükten kaldırmayı amaçlıyordu.
Referandum başarılı olsaydı, İtalya’da beş yıl veya daha uzun süredir yaşayan 2,5 milyon yabancı göçmen hemen vatandaşlık başvurusunda bulunma hakkına sahip olabilecekti.
Oy kullananlar arasında “Evet” kampanyasına destek ezici çoğunlukta oldu: Yaklaşık %80 iş kanunlarındaki değişiklikleri desteklerken, yaklaşık %65 vatandaşlık önerisini destekledi. Fakat yeter sayıya ulaşılamadığı için sonuçlar yasal bir geçerliliğe sahip değil.
Referandum kampanyası, geçen yıl İtalya’nın kadın voleybolunda Afrika göçmenlerinin kızlarından oluşan bir takımla Olimpiyat altın madalyası kazanmasının ardından yaşanan hararetli tartışmalarla başladı.
Muhalefetten iktidara suçlama: Hükümet zafer ilan etti
Referandumları büyük ölçüde destekleyen muhalefet partileri, hükümeti katılımı kasten düşürmek için oy kullanmama çağrısı yaparak seçmenleri sandığa gitmekten alıkoymakla suçladı.
Bu taktiği en çok Forza Italia kullandı ve seçmenleri sandık yerine “plaja gitmeye” çağıran bir sosyal medya paylaşımıyla tepki topladı.
Başarısızlık kesinleşir kesinleşmez, Başbakan Giorgia Meloni’nin partisi Fratelli d’Italia (İtalya’nın Kardeşleri) karşı saldırıya geçti.
Parti, muhalefet liderlerinin “Kaybettiniz” yazan bir resmini paylaşarak referandumların hükümeti zayıflatmak için üstü kapalı bir girişim olduğunu iddia etti.
Hükümet yetkilileri, sonucu statükonun daha geniş bir şekilde onaylanması olarak nitelendirdi. Başbakan Yardımcısı Giovanbattista Fazzolari, “Muhalefet, beş referandumu Meloni hükümetine karşı bir oylamaya dönüştürmeye çalıştı. Sonuç açık: hükümet daha güçlü, sol ise daha zayıf çıktı,” dedi.
Referandumun yeterli çoğunluğu sağlayamadığı anlaşılınca, Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini, lideri olduğu Lega’nın vatandaşlığa kabulü daha da zorlaştırmak için yasaların sıkılaştırılmasını isteyeceğini söyledi.
Salvini yaptığı açıklamada, “Vatandaşlık bir hediye değildir. İtalyan vatandaşı olmak için daha katı ve daha sert kurallar istiyoruz. Birkaç yıl daha ikamet etmek yeterli değildir,” dedi.
Buna karşılık, Demokrat Parti milletvekili ve Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Pina Picierno, sonucu “derin, ciddi ve önlenebilir bir yenilgi” olarak nitelendirerek, kendi tarafını “siyasi miyopluğa” karşı uyardı ve “Bizim balonumuzun dışında, geçmişin hesaplarının kapatılmasını değil, bir gelecek isteyen bir ülke var,” dedi.
İtalya’nın devlet yayıncısı Rai ve diğer ana akım medya kanalları ve gazeteler, referandumla ilgili haberleri neredeyse tamamen sansürledi. Referandumun yapıldığı pazar günü, ulusal gazetelerin manşetlerinde referandumdan neredeyse hiç bahsedilmedi.
Her iki taraftan reform çağrıları
Oylama, İtalya’nın köklü siyasi bölünmelerini ortaya çıkarırken, nadir bir ortak nokta da ortaya çıktı: Mevcut referandum sistemi giderek daha fazla eleştiriliyor.
Hem hükümet hem de muhalefet temsilcileri, çok farklı nedenlerle olmakla birlikte, sistemin reformu için açıkça çağrıda bulunuyor.
Forza Italia lideri, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani, referanduma sunulacak konuların daha fazla imza toplaması gerektiğini ve mevcut sistemin maliyetini sorguladı.
Tajani, “Belki de yasayı revize etmenin zamanı geldi. Özellikle harcanan parayı düşünürsek, örneğin yurt dışına gönderilen ve boş olarak geri gelen yüz binlerce, hatta milyonlarca oy pusulası, imza eşiğinin yükseltilmesi gerekebilir,” dedi.
Bu açıklamalar referandum destekçilerinden şiddetli eleştiriler aldı. +Europa lideri ve vatandaşlık referandumu komitesi başkanı Riccardo Magi, Tajani’nin yorumlarını “kelimenin tam anlamıyla utanç verici” olarak nitelendirerek, hükümetin “Arnavutluk’taki çok daha pahalı ve skandallarla dolu gözaltı merkezleri” konusunda hiçbir endişe göstermediğini belirtti.
Magi, “Halkın hayal kırıklığıyla oynamak tehlikelidir” uyarısında bulunarak, katılım şartının kaldırılması için anayasa değişikliği önerisi sunacağını açıkladı.
Avrupa
Fransız hükümeti, Renault’dan Ukrayna’da İHA üretmesini istedi

Fransız hükümeti, Renault’dan Ukrayna’da insansız hava araçları (İHA) üretmesi için talepte bulundu.
Fransız otomobil üreticisi, planlar kapsamında küçük insansız hava aracı (İHA) uzmanı ile işbirliği yaparak İHA’ları seri üretime geçirecek. Bu, Fransız şirketlerinin Ukrayna topraklarında silah üretimi için attığı ilk adım olacak.
Financial Times’ın (FT) haberine göre Fransa Savunma Bakanı Sébastien Lecornu, geçen cuma akşamı LCI televizyonuna verdiği demeçte, ülkenin otomobil ve savunma şirketlerinin, Ukrayna güçlerine insansız hava aracı tedarik etmek için “tamamen benzeri görülmemiş bir ortaklık” kurmak üzere üretim hatları kurmak için birlikte çalışacağını söyledi.
Renault, Fransa Silahlı Kuvvetler Bakanlığının kendileriyle temasa geçtiğini doğruladı. Şirket, “Görüşmeler yapıldı, fakat şu aşamada bir karar alınmadı çünkü bakanlıktan bu projeyle ilgili ayrıntıları bekliyoruz,” dedi.
Bu hamle, otomobil üreticisinin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez savunma teçhizatı üretmesi anlamına geliyor. Renault’nun R35 tankları, Fransa Savaşında Alman Panzerlerine karşı başarısız olmuştu.
Bu girişim, insansız hava araçlarının Ukrayna’nın askeri stratejisinin merkezi bir unsuru haline gelmesiyle ortaya çıktı. İHA’lar, Kiev’den binlerce kilometre uzaktaki Rus askeri hava üslerine geçen hafta düzenlenen saldırıda kilit rol oynadı ve İHA teknolojisinin askeri taktiklerin dönüşümüne nasıl katkıda bulunduğunu gösterdi.
Ukrayna cephe hattı İHA’ların hakimiyetinde ve Fransız üretim hatları, bu ekipmanların üretimini destekleyecek.
Lecornu, ABD’nin Ukrayna’dan çekilme isteğinin, Avrupa ülkelerinin bu ülkeye daha “sağlam” güvenlik garantileri vermesi gereken bir “uyanış anı” yarattığını söyledi.
Kiev, batılı şirketlerin ülkenin savunma sanayisine yatırım yapması ve yerel silah üreticileriyle ortak girişimler kurması için baskı yapıyor. Alman silah üreticisi Rheinmetall, Ukrayna’da bir mühimmat fabrikası inşa ediyor ve fabrikanın gelecek yıl üretime başlaması planlanıyor. Şirketin CEO’su Armin Papperger, şubat ayında Münih Güvenlik Konferansında bu bilgiyi vermişti. Şirket, Ukrayna’da halihazırda yabancı menşeli askeri teçhizatı onarmak için bir tesis işletiyor.
Kiev, ülkeye 40’tan fazla yabancı savunma şirketini çektiğini açıkladı. Şubat ayında Ukrayna stratejik endüstriler bakanı Herman Smetanin, Fransız havacılık ve savunma elektroniği grubu Thales’in Ukrayna devletine ait savunma şirketi Ukroboronprom ile bir ortak girişim kurmak için anlaşma imzaladığını duyurmuştu.
Smetanin, ortak girişimin hava savunması, radarlar, elektronik savaş ve taktik iletişim alanlarında teknolojik çözümler üretmeye odaklanacağını söyledi.
Lecornu geçen hafta, Fransız şirketlerinin Ukrayna’da insansız hava aracı üretme kararının, “bu cephe hattının gerçekleriyle bağlantılı kalıcı taktik ve operasyonel eğitim” sağlayarak Fransız ordusuna da fayda sağlayacak “kazan-kazan durumu” olacağını söylemişti.
Lecornu, Ukrayna’daki üretim hatlarında yerel işçilerin istihdam edileceğini ve şirketlerin buraya Fransız işçi göndermesine gerek kalmayacağını da sözlerine ekledi.
Planların kesinleşmesi halinde Renault’nun ne tür İHA’lar üreteceği henüz belli değil.
Fransa’nın bu girişimi, Avrupa’nın otomobil ve savunma sanayilerinin kaderlerinin ayrıştığı bir dönemde geldi. Kıtanın savunma harcamalarını artırmasıyla silah üreticilerinin siparişleri hızla artarken, otomotiv sektörü geleneksel motorlardan elektrikli araçlara geçişin yanı sıra Çin’in rekabetiyle de mücadele ediyor.
Almanya’da savunma sanayi şirketi Hensoldt, baskı altındaki otomobil parçası tedarikçilerinden işten çıkarılan işçileri işe almayı teklif ederken, Rheinmetall ise Volkswagen’in atıl durumda olan otomobil fabrikalarını satın almakla ilgilendiğini açıkladı.
-
Görüş2 hafta önce
Trump’ın Rusya-Ukrayna barışını teşvik girişimi stratejik açmaza dönüştü
-
Dünya Basını2 hafta önce
Tantura katliamı: İsrail’in örtbas ettiği savaş suçu
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1
-
Avrupa1 hafta önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Rusya1 hafta önce
Ukrayna’dan Rus stratejik bombardıman üslerine kamyonlardan kalkan İHA’larla saldırı
-
Görüş1 hafta önce
ABD Dışişleri’nin Avrupa eleştirisi ne anlama geliyor?
-
Dünya Basını2 hafta önce
FP: ABD anlaşma değil teslimiyet istiyor
-
Görüş1 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2