Bizi Takip Edin

Avrupa

Politico: Rus petrolüne tavan fiyat uygulaması başarısız

Yayınlanma

POLITICO tarafından yayınlanan yeni bir rapora göre, Ukrayna savaşının ardından Batı’nın Rusya’nın petrol gelirlerini sınırlama çabası, üzerinden bir yıl geçmesine rağmen esasen başarısız oldu ve Kiev’in müttefiklerinden daha sert adımlar atmalarını talep etmesine yol açtı.

G7 ülkeleri ve AB, geçtiğimiz aralık ayında Rus ham petrolüne varil başına 60 dolarlık bir tavan uyguladı. Fakat bu sınırın yaygın bir şekilde aşılması, açık kapılar ve devam eden yakıt ticareti, Moskova’nın en önemli ihracatından hâlâ milyarlarca dolar kazandığı anlamına geliyor.

Habere göre fiyat sınırlamasının hiçbir etkisi olmadığı söylenemez. Enerji ve Temiz Hava Araştırma Merkezi (CREA) adlı düşünce kuruluşunun POLITICO ile paylaştığı yeni analize göre, geçen yıl boyunca bu uygulama Kremlin’e ihracat gelirlerinde 34 milyar avroya mal oldu ki bu da bu yılki yaklaşık iki aylık kazanca denk geliyor. 

Fakat bu, kuralları tasarlayanların umduğundan çok daha az; dahası, etki de gitgide azalıyor. Rus petrolü artık sürekli olarak 60 dolar sınırının üzerinde satılıyor.

CREA’nın Avrupa ve Rusya’daki çalışmalarını yöneten Isaac Levi, “Yetersiz izleme ve uygulama nedeniyle tavan fiyatın etkisi sınırlı kaldı,” dedi ve Batılı ülkelerin yaptırım boşluklarını kapatmakta başarısız olduğunu söyledi.

Tavan fiyatı AB menşeli yük tankerlerine pratikte uygulanmıyor

Rapora göre bu eksiklik kısmen tüccarların tavan fiyatı görmezden gelmesinden kaynaklanıyor ve Rus petrolü varil başına yaklaşık 70 dolara satılıyor. Araştırmacılar, Rus petrol kargosunun yaklaşık yüzde 48’inin G7 ve AB ülkelerinde sahip olunan veya sigortalanan tankerlerde taşındığını tespit etti. Teoride, tavan fiyatın küresel filonun büyük çoğunluğunu oluşturan bu gemilere uygulanması gerekiyor fakat pratikte çok az operatör hedef alındı.

‘Rafinaj boşluğu’ adı verilen bir ‘delik’ de Batı’nın çabalarını baltaladı. Hindistan gibi ülkeler büyük miktarlarda Rus ham petrolünü ucuza satın alıyor, işliyor ve daha sonra kısıtlama olmaksızın isteyen herkese satıyor. Bu da Avrupalı tüketicilerin bilmeden Rus ham petrolünden üretilen benzin, dizel ve jet yakıtını kullanırken aynı zamanda Moskova’yı finanse ettiği anlamına geliyor.

Veriler bu şüpheyi destekliyor. Yeni Delhi geçtiğimiz yıl Rus petrol ithalatını yüzde 134 oranında artırarak Rusya’nın deniz yoluyla yaptığı ham petrol ticaretinin neredeyse yarısını oluşturdu; aynı zamanda Hindistan’ın AB’ye yaptığı akaryakıt ürünleri ihracatı da hızla arttı. Teknik olarak AB yaptırımlarının ihlali anlamına gelmese de Kiev Brüksel’den bu üçüncü taraf satışlarını yasaklamasını talep etti.

Batılı hükümetler tarafından kurallara uymadıkları gerekçesiyle sadece birkaç kişi hakkında suç duyurusunda bulunuldu ve suiistimal iddialarına yönelik soruşturmalar nadiren yapılıyor. Bu arada Rusya’nın eskiyen tankerlerden oluşturduğu bir ‘gölge filo’ da tedariklerinin gerçek kaynağını gizlemeye çalışıyor.

Rapora göre, kuralların bu uygulamaları yasaklayacak şekilde değiştirilmesi ve yaptırım ihlallerinin sonuç doğurmasının sağlanması, Rusya’nın gelirlerini azaltabilir. Rapor, “Yaptırımlar Kremlin’in savaş kararlılığını azaltmadı,” tespitinde bulunuyor.

Azerbaycan, Bulgaristan ve Türkiye üzerinden mal ticareti

Öte yandan Bulgaristan Maliye Bakanı Asen Vassilev Pazartesi günü AB Mali İstikrar ve Sermaye Piyasaları Komiseri Mairead McGuinness ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, AB’den Rusya’ya Bulgaristan, Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan üzerinden yapılan çift kullanımlı mal ihracatının önemli ölçüde arttığını söyledi.

Euractiv’in aktardığına göre hem Bulgar makamları hem de Avrupa Komisyonu, çoğu elektronik parça olan ve askeri alanda da kullanılabilen bu malların nihai varış noktasının Rusya olduğuna inanıyor.

“Bulgaristan, Avrupa Komisyonu ile birlikte, durdurulacak şirketleri ve kanalları belirlemek üzere çok aktif bir çalışma başlattı,” diyen Vasilev Kapitan Andreevo sınır kapısı komisyonu ile birlikte çalışmalarının ana odağının bu olacağını vurguladı.

Vasilev ve McGuinness bugün (salı) Avrupa’nın en büyük, dünyanın ise en yoğun mal ve insan trafiğine sahip kara sınırı olan Kapitan Andreevo’yu ziyaret edecek.

Bulgar makamlarının tahminlerine göre Avrupa’da Rusya’ya karşı yaptırımlardan kaçınan fakat uygun gümrük belgelerini kullanan yaklaşık 20.000 şirket olduğunu belirten Vasilev, Rusya’ya karşı yaptırımları tam olarak uygulayacak mekanizmalara sahip olmakta ısrar ettiklerini söyledi.

Avrupa

Tusk, Baltık’ta ‘Polonya Denizi’ planını başlattı

Yayınlanma

Perşembe günü düzenlenen bir denizcilik konferansında, Polonya Başbakanı Donald Tusk, “Baltık Denizinde güvenliği artırmak ve ülkenin limanlarını genişletmek” iddiasıyla yeni bir plan açıkladı.

“Polonya Denizi” planı olarak adlandırılan program, bölgesel suları korumayı ve 2030 yılına kadar Polonya limanlarından geçen kargo miktarını üç katına çıkarmayı hedefliyor.

Polonya deniz limanları geçen yıl 3,3 milyon TEU (Yirmi Ayaklık Konteyner Birimi) elleçledi; hükümet verilerine göre kâr yüzde 26 arttı ve gümrük gelirleri 56 milyar PLN (15 milyar dolar) seviyesine ulaştı.

Tusk, “denizdeki ve deniz üzerindeki her şeyin mümkün olduğunca güvenli hale getirilmesi gerektiğini” söyledi.

Yerel halkın protestolarına rağmen Tusk, Almanya sınırına yakın Świnoujście’de planlanan yeni konteyner terminalinin inşa edileceğini söyledi ve “Kimse bunu engelleyemez, emin olun,” dedi.

Bu sözleri, kendisini ‘vatandaş girişimi’ olarak tanımlayan bir Alman örgütünün, projenin çevresel etkisini gerekçe göstererek projenin derhal askıya alınmasını talep ettiği haberleri üzerine toplanan kalabalığa yöneltti.

Bu girişim, “Moskova’dan gelen artan tehditlere yanıt” niteliğinde ve NATO destekli koordineli bir Baltık Gözetleme biriminin kurulmasını da içeriyor. Bu birim, bölgesel sularda devriye gezilmesine yardımcı olacak.

Tusk tarafından açıklanan yeni “Polonya Denizi” planı, ulusal denizciliğin yeniden canlandırılmasını, yeni feribotlar ve yelkenli eğitim gemisi siparişini ve tersaneler ile açık deniz rüzgar enerjisi lojistiği için AB fonlarının ayrılmasını da içeriyor.

AB denizcilik bakanları da konferansın yanı sıra gayri resmi bir toplantı yaptı.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Avrupa’da Fransız nükleer şemsiyesi ve ‘Alman bombası’ tartışması

Yayınlanma

ABD’nin Kıtadan çekileceği endişelerinin ortasında, Avrupa’da Fransa’nın nükleer şemsiyesi ve Almanya’nın kendi nükleer bombasını üretmesi tartışması başladı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ABD sistemini örnek alarak, Almanya’nın da dahil olabileceği diğer Avrupa ülkelerini Fransız nükleer bombalarına dayalı bir “nükleer şemsiye” altına alma önerisini sürdürüyor.

Polonya Başbakanı Donald Tusk, bugün Fransa-Polonya işbirliği anlaşmasının imzalanması sırasında, bu konuyla ilgili “ciddi görüşmelerin” halihazırda sürdüğünü açıkladı. Macron, benzer görüşmelerin diğer ülkelerle de yapılacağını duyurdu.

Berlin’de de ABD’nin nükleer silahlarına alternatif bir çözüm bulma çabaları sürüyor ve bu çabalar, Şansölye Friedrich Merz’in 21 Şubat’ta Paris ve Londra ile görüşme olasılığını gündeme getirmesinden bu yana yoğunlaştı.

Önde gelen Alman medya kuruluşları da son zamanlarda, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması ve İki Artı Dört Antlaşmasını ihlal ederek Almanya’yı kendi “Alman bombasıyla” silahlandırmayı gündeme getirdi. AfD politikacıları bu fikri destekliyor. 

Fakat Berlin’deki iktidar partileri şimdilik “Avrupa çözümü” için bastırıyor. Berlin’in nükleer silahların kullanımına ilişkin karara katılımının nasıl sağlanacağı belirsiz.

Alman medyası ‘eski zincirleri kırma’ çağrısı yapıyor

Avrupa üzerinde mevcut ABD nükleer şemsiyesinin korunması veya ayrı bir Avrupa nükleer şemsiyesiyle değiştirilmesi konusundaki tartışma, ilk olarak geçen kasım ayında ABD başkanlık seçimleri sırasında başladı, ardından 20 Ocak’ta Başkan Donald Trump’ın göreve başlamasıyla yeniden alevlendi.

Zaman zaman Almanya’nın tek başına hareket ederek nükleer silah edinmesi yönünde çağrılar yapılıyor. Örneğin, etkili Frankfurter Allgemeine Zeitung (faz) gazetesinde yayınlanan önemli bir makalede, Federal Almanya Cumhuriyetinin nükleer silahlanmasına izin vermediği göz önüne alındığında, İki Artı Dört Antlaşmasının “artık geçerliliğini yitirdiği” ve Almanya’nın “eski zincirleri kırması” gerektiği yönünde “iyi nedenler” olduğu savunulmuştu.

Aynı dönemde, Federal Almanya’nın nükleer silahlanmasının henüz çoğunluğu kazanamadığını, fakat nüfusun giderek artan bir kesimi tarafından desteklendiğini gösteren kamuoyu yoklamaları yayınlandı.

Güney Kore ve Polonya gibi diğer ülkelerde de nükleer bomba yapımının tartışıldığını hatırlatan Alman medyası, Berlin’in nükleer silah üretmek için yeterli düzeyde uranyum zenginleştirme teknolojisine sahip olduğuna vurgu yapıyordu.

AfD’den ‘Alman bombasına’ destek

Daha etkili politikacılar henüz Alman bombası çağrısına katılmadı. Eski Federal Güvenlik Politikası Akademisi (BAKS) başkanı ve şu anda Alman Dış İlişkiler Konseyi (DGAP) için çalışan Karl-Heinz Kamp, geçtiğimiz günlerde Federal Almanya Cumhuriyeti’nin medyada tartışılan “kendi nükleer silahlarını geliştirme” seçeneğinden “bağlayıcı bir şekilde vazgeçtiğini” belirtti.

Kamp şu anda Berlin’de bunu değiştirmek isteyen siyasi olarak ciddi bir ses bulunmadığını savunsa da, Alman bombası için açık çağrılar artık Almanya için Alternatif (AfD) partisinden geliyor.

Örneğin mart ayında, AfD’nin Bundestag’daki savunma politikası sözcüsü Rüdiger Lucassen, “Almanya’nın kendi nükleer silahlarına ihtiyacı var,” demişti.

Berlin’in “nükleer caydırıcılık kapasitesini kendisinin kazanmasını” isteyen AfD’li, bunu da “Avrupa’nın stratejik özerkliği çerçevesinde” yapması gerektiğini söylemişti.

Bu talep, AfD milletvekili ve partisinin savunma çalışma grubuna üye olan başçavuş Hannes Gnauck tarafından da yinelenmişti. Gnauck, “Almanya’nın kendi nükleer koruma kalkanına ihtiyacı var,” demişti.

Uygulamada Avrupa seçeneği, acil durumlarda Alman bombası

Bir süre önce, Berlin’deki Küresel Kamu Politikası Enstitüsü (GPPi) direktörü Thorsten Benner farklı bir yaklaşım önerdi.

Benner, “acil durumlarda, Alman nükleer bomba projesini sürdürmek için temel bilimsel ve teknolojik kapasitelerin korunması” gerektiğini tavsiye etti fakat siyasi uygulamada, “Avrupa seçeneği”nin aranması gerektiğini söyledi.

Kamp da bu konuda ısrarcı. Kamp, Ekim 2024’te İngiltere ve Almanya arasında imzalanan Trinity House Antlaşmasının ikili “nükleer konularda diyalog” öngördüğünü belirtiyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da “erken bir aşamada” AB üzerinde bir nükleer şemsiye oluşturmak için Force de frappe’nin (caydırıcı güç) kullanımı konusunda diyalog kurulmasını savunmuştu.

Kamp şimdi Almanya’nın Fransa ve İngiltere’nin “nükleer kapasitelerinin önemli maliyetlerine” katkıda bulunabileceğini öneriyor. Bu, elbette, “her iki ülkenin nükleer silah kapasiteleri ile Almanya ve Avrupa’nın güvenliği arasında doğrudan bir bağlantı” kurulmasını ve bunun “yasal olarak bağlayıcı ikili antlaşmalarla” düzenlenmesini gerektirecek.

Kamp’a göre bu aynı zamanda Berlin’e Fransız ve İngiliz nükleer silahları üzerinde doğrudan etki sağlayacak.

Ortak nükleer savaş manevraları

Son günlerde Macron, AB ülkelerini Fransız veya Fransız-İngiliz nükleer silahlarının koruması altına alma planına yeni bir ivme kazandırdı.

Macron, Fransız nükleer silahlarıyla korunan Fransız ulusal çıkarlarının artık “Avrupa boyutu” kazandığını savunarak bu planı uzun süredir destekliyor.

Paris, 21 Şubat’ta Merz’in “Avrupa’nın ABD’den nükleer açıdan daha bağımsız hale gelmesi gerekebileceğini” belirtmesini ilgiyle karşıladı. Merz, bu konuyu Paris ve Londra ile müzakere etmek istediğini söylemişti.

Şubat sonunda Portekiz’i ziyaret eden Macron, nükleer şemsiyenin genişletilmesinin merkezinde yer alan Fransa’nın temel çıkarlarının “Avrupa boyutu”nu yeniden teyit etti.

Uzmanlar, kamuoyundaki tartışmayı hızla ilerletti. Örneğin mart başında, ABD’nin nükleer paylaşım modeline göre diğer Avrupa ülkelerine nükleer silah yerleştirmek için yeterli sayıda yeni nükleer savaş başlığı üretmenin yıllar alacağı söylendi. 

Fakat örneğin ortak nükleer savaş manevralarının kısa vadede gerçekleştirilebileceğine dikkat çekiliyor.

Fransız nükleer caydırıcılığı Polonya’ya doğru genişletilebilir

Planın şimdiden istim aldığı görülüyor. Fransa ve Polonya, daha yakın silah ve askeri işbirliğini öngören ve karşılıklı yardımlaşma maddesi içeren bir dostluk ve işbirliği anlaşması (Traité de Nancy) imzaladı.

Bu anlaşma, 2010’da Birleşik Krallık ile imzalanan Traités de Londres, 2019’da Almanya ile imzalanan Traité d’Aix-la-Chapelle, 2021’de İtalya ile imzalanan Traité du Quirinal ve 2023’te İspanya ile imzalanan Traité de Barcelone’nin muadili olarak kabul ediliyor.

Karşılıklı yardım maddesi, Fransa’nın nükleer caydırıcılığının Polonya’ya genişletilmesinin tartışılmasına olanak tanıyor. Polonya Başbakanı Donald Tusk’un cuma günü doğruladığı gibi, hükümeti şu anda bu konuyla ilgili olarak Paris ile “ciddi görüşmeler” yürütüyor.

Macron ise salı günü verdiği bir röportajda, Fransa’nın nükleer caydırıcılığına katılım konusunda “bunu isteyen tüm ortaklarla” görüşmek istediğini yineledi ve önümüzdeki haftalarda ve aylarda görüşmeleri yoğunlaştıracağını söyledi. 

Macron, ülkesi için üç koşul olduğunu da ekledi: Fransa başkalarının güvenliği için para ödemeyecek; kendi ihtiyacı olan nükleer silahları konuşlandırmayacak; ve Fransız nükleer bombasının kullanılmasına ilişkin karar yalnızca Fransa Cumhurbaşkanına ait olacak.

Şu anda Berlin’in, kullanımına ilişkin herhangi bir kararda söz hakkı olmaması koşuluyla Fransa’nın nükleer şemsiyesinin Almanya’ya genişletilmesini kabul etmesi olası görünmüyor.

Öte yandan Kamp’ın dile getirdiği ortak finansman, belirli bir ölçüde ortak karar alma imkanı sağlayabilir.

Okumaya Devam Et

Avrupa

İngiltere Başbakanı Starmer’ın evlerini kundaklamakla suçlanan Ukraynalı yakalandı

Yayınlanma

İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın evlerini kundakladığı iddiasıyla 21 yaşındaki Ukrayna vatandaşı Roman Lavrinoviç’e tutuklandı. Londra’da son bir haftada meydana gelen olaylarda can kaybı yaşanmazken, soruşturmayı Scotland Yard Terörle Mücadele Birimi yürütüyor.

Londra polisi, İngiltere Başbakanı Keir Starmer ile bağlantılı evleri kundakladığı iddiasıyla 21 yaşındaki Ukrayna vatandaşı Roman Lavrinoviç’e suçlama yöneltildiğini duyurdu.

BBC‘nin haberine göre, Londra’nın güneyindeki Saydenhem’de yaşayan Lavrinoviç, 13 Mayıs’ta gözaltına alındı.

Olaylar, son bir hafta içinde Kuzey Londra’da meydana gelen bir dizi kundaklama vakasını kapsıyor.

Kentish Town ve Islington bölgelerinde bulunan iki ev zarar gördü. Bu evlerden ilkinin Başbakan Starmer’a ait olduğu ve kiraya verildiği, ikincisinin ise başbakanın ailesine ait olduğu ve Starmer’ın 1990’lı yıllarda burada yaşadığı belirtildi.

Ayrıca, Kentish Town’daki evin yakınında park hâlindeki Toyota RAV4 model bir otomobil de ateşe verildi. Yangınlar sonucunda herhangi bir can kaybı ya da yaralanma yaşanmadı.

Bir vakada itfaiye ekipleri, bir kişiyi solunum cihazları yardımıyla kurtardı. Kundaklamalar binalarda ciddi hasara yol açmazken, yalnızca giriş kapılarının zarar gördüğü bildirildi.

Lavrinoviç’in bugün, 16 Mayıs’ta Westminster Sulh Ceza Mahkemesi’ne çıkarılması bekleniyor.

Eylemlerin üst düzey bir yetkiliyi hedef alması nedeniyle soruşturma, Scotland Yard Terörle Mücadele Birimi tarafından yürütülüyor.

Polis yetkilileri, “Soruşturmanın ana odak noktası, her iki mülk ve otomobilin daha önce aynı tanınmış kamu figürüyle bağlantılı olması nedeniyle bu yangınlar arasında bağlantı kurmaktır,” şeklinde bir açıklama yaptı.

Zanlının saldırıları neden gerçekleştirdiğine dair henüz bir bilgi paylaşılmadı. Lavrinoviç’in sosyal medya hesaplarında, Rusya ile savaşında Ukrayna’yı aktif olarak desteklediği görüldü.

Keir Starmer ve ailesi, Temmuz 2024’ten bu yana İngiltere başbakanının resmi konutu olan Downing Street 10 numarada yaşıyor.

Başbakan Starmer, acil durum servislerine hızlı müdahalelerinden dolayı teşekkür etti.

Starmer, kendisiyle bağlantılı evlerin kundaklanmasının “hepimize, demokrasiye ve savunduğumuz değerlere yönelik bir saldırı, olduğunu söyledi.

Muhalefet temsilcisi Robert Jenrick ise “Evlerin kundaklanması ve benzeri eylemler kesinlikle kabul edilemez,” diyerek kamu görevlilerinin güvenliğinin sağlanmasının önemini vurguladı.

Geçtiğimiz yıl, Filistin yanlısı üç aktivist, Starmer’ın evinin önünde üzerinde kırmızı el izleri bulunan bir pankart açmıştı. Bu kişiler kamu asayişini bozmak suçlamasıyla gözaltına alınmıştı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English