Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Risk ve maliyetine rağmen İsrail, Lübnan’a saldırır mı?

Yayınlanma

İsrail’in Gazze saldırıları nedeniyle kuzeyde Hizbullah’la yaşanan kontrollü çatışma sürüyor.  İsrail ordusu ile Hizbullah arasında 8 Ekim 2023’ten bu yana yaşanan çatışmalarda 205 Hizbullah mensubu, 11 Emel mensubu, 12 Filistin İslami Cihad Hareketi ve 12 Hamas Hareketi mensubunun yanı sıra 41 Lübnanlı sivil, 1’i asker 2 Lübnan güvenlik görevlisi, 6 İsrailli sivil ve 11 İsrail askeri hayatını kaybetti.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, iki tarafın da kaçındığı büyük çaplı çatışmanın neden her an patlak verebileceğine odaklanıyor:

***

Eşikte: İsrail ve Hizbullah Arasında Topyekûn Savaş Önlenebilir mi?

İsrail ve Hizbullah’ın aylardır Lübnan sınırında kısasa kısas saldırılar düzenlediği bir ortamda, geniş çaplı bir çatışmanın tehlikeleri ortada. Ancak her iki tarafın da gerilimi daha da tırmandırmaktan kaçınması için nedenler var.

Daniel R DePetris

Dördüncü ayına giren İsrail’in Gazze saldırısı yoğun bir operasyon evresinde. ABD, Hamas’ın savaş gücünün yaklaşık %30’unun öldürüldüğünü değerlendirirken İsrail hükümetinin iki ana hedefine ulaşma konusunda övünecek pek bir şeyi yok: Hamas’ı ortadan kaldırmak ve grubun kontrolü altındaki yaklaşık 130 rehineyi kurtarmak. Hamas’la her türlü uzlaşmayı bozgunculuk olarak niteleyen aşırı sağcı bakanlar ile rehinelerin aileleri arasında mekik dokumak zorunda kalan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için savaş, sırtında yük olmaya devam ediyor.

Ancak Gazze’deki operasyon ortamı ne kadar zor olursa olsun, 130 mil kuzeyde kaynayan çatışma daha da kötü olma potansiyeline sahip. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) ve Hizbullah son dört ayı düşük seviyeli, ilan edilmemiş ve her iki tarafın da kayıplar vermesine neden olan sürekli bir kısasa kısas şeklinde karakterize edilen bir savaşla geçirdi. Son 17 yıldır İsrail ve Hizbullah’ı 2006’daki geniş çaplı çatışmayı tekrarlamaktan alıkoyan gayrı resmi bir anlaşmayla yönetilen İsrail-Lübnan sınır bölgesi artık giderek daha kırılgan hale geliyor. Asıl soru, İsrailli ve Hizbullahlı üst düzey yetkililer arasındaki söz düellosunun zamanla İsrail askerlerini Lübnan topraklarına girmeye zorlayacak bir çatışmaya dönüşüp dönüşmeyeceği ve bunun İsrail’in 46 yıl içinde Lübnan’a dördüncü büyük kara harekâtı olup olmayacağı.

İsrail’in Lübnan’daki Karmaşık Tarihi

İsrail’in Lübnan içindeki askeri operasyonları pek de görülmedik şey değil. 14 Mart 1978’de IDF, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) İsrail-Lübnan sınırından 18 mil uzaklıktaki Litani Nehri’nin kuzeyine itmek için Güney Lübnan’a bir saldırı başlattı. Askerî harekât, üç gün önce meydana gelen ve militanların denizden İsrail’e sızarak bir otobüsün kontrolünü ele geçirdiği ve 35 İsrailli turisti öldürdüğü bir FKÖ terör saldırısıyla tetiklendi. IDF aynı yılın sonlarına doğru BM barış gücü askerleri ve İsrail’in Hıristiyan milis ortaklarının bölgede güvenlik kontrolü sağlayacağı güvencesiyle geri çekildi.

Dört yıl sonra, Haziran 1982’de IDF Lübnan’a daha büyük bir kara harekâtı düzenleyerek İsrail birliklerini Beyrut’a kadar götürdü. Görev 1978’deki bir önceki saldırıya benziyordu: FKÖ altyapısını yok etmek, Kuzey İsrail’de yaşayan sivillerin güvenliğini sağlamak ve FKÖ’yü bir savaş gücü olarak çökertmek. Her ne kadar FKÖ lideri Yaser Arafat, Tunus’a sürgün edilmiş ve Lübnan’ın güneyinde bir tampon bölge kurulmuş olsa da, yıkımın boyutu nedeniyle tüm operasyon İsrail’in önemli bir uluslararası desteği kaybetmesine yol açtı. İsrail’in ABD ile ilişkileri zora girdi. Başkan Ronald Reagan İsrail’in politikasına sıcak bakmadı ve dönemin İsrail Başbakanı Menachem Begin’e Lübnan’a girmenin ABD-İsrail ilişkilerinde ‘ciddi komplikasyonlara’ yol açacağını söyledi. IDF daha sonra 1985’te Güney Lübnan’a geri çekilecek ve buradaki pozisyonlarını sağlamlaştıracak, sonunda 2000 yılında İsrail’in tamamen çekilmesiyle sonuçlanacak olan uzun, maliyetli ve siyasi açıdan popüler olmayan bir işgal başlatacaktı. Hizbullah, Litani Nehri’nin güneyindeki toprakları ele geçirerek nihai faydayı sağlayan taraf oldu.

İsrailliler bu dönem boyunca Hizbullah’ın askeri kapasitesini, özellikle de örgütün roket kapasitesini azaltmak amacıyla hava gücünü kullanarak daha küçük çaplı operasyonlar da düzenlediler. 1993 yılında Hizbullah’ın beş İsrail askerini öldürmesinin ardından İsrail, Güney Lübnan ve Suriye kontrolündeki Bekaa Vadisi’ndeki Hizbullah altyapısına karşı bir hafta süren bir hava harekâtı olan Sorumluluk Operasyonu’nu başlattı. 1996’da IDF, Kuzey İsrail’e roket saldırılarını engellemek için Hizbullah’a karşı 16 gün süren bir bombardımana (Gazap Üzümleri Operasyonu) girişti. Hizbullah’a silah akışını durdurmak amacıyla Lübnan limanları ablukaya alındı ve IDF 1982 işgalinden bu yana Beyrut’a ilk hava saldırılarını düzenledi.

İkinci Lübnan Savaşı

Elbette İsrail’in Lübnan’daki en kapsamlı çatışması 2006 yazında meydana geldi. Hizbullah militanları 13 Temmuz’da sınırdan İsrail’in kuzeyine sızarak iki İsrail askerini kaçırdı ve üçünü öldürdü. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah İsrailli askerleri İsrail’deki tutukluların serbest bırakılması için pazarlık kozu olarak kullanmaya çalışsa da İsrail Başbakanı Ehud Olmert için böyle bir takas düşünülemezdi. Hizbullah’ın İsrail’e yönelik cüretkâr adımı, IDF’nin Lübnanlı terörist gruba karşı kapsamlı bir askerî harekât başlatması için bir gerekçe oluşturdu- bu harekât 1993 ve 1996’daki harekâtlardan çok daha geniş çaplı ve kapsamlı olacaktı.

IDF sadece Hizbullah’ın roket fırlatma alanlarını, kontrol-komuta merkezlerini ve silah depolarını değil aynı zamanda Lübnan’ın sivil altyapısını da hedef aldı. Beyrut Uluslararası Havaalanı devre dışı bırakıldı; Lübnan denizden ablukaya alındı ve Hizbullah’ın karargâhının bulunduğu Beyrut’un güney banliyöleri yerle bir edildi. Geçmişteki savaşlarda olduğu gibi İsrail’in uluslararası desteği savaş uzadıkça azaldı. Önce ateşkesi reddeden George W. Bush yönetimi daha sonra İsrail hükümetine ateşkesi kabul etmesi için baskı yaptı. 11 Ağustos’ta BM Güvenlik Konseyi, savaşan tarafların çatışmaları tamamen durdurmasını, İsrail askerlerinin Lübnan topraklarından tamamen çekilmesini, Hizbullah’ın Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmesini ve barışı korumak için BM ve Lübnan ordu birliklerinin konuşlandırılmasını öngören 1701 sayılı kararı onayladı.

Genel kanı 2006 Lübnan Savaşı’nın İsrail için bir kayıpla sonuçlandığı yönünde olsa da gerçek daha farklı. IDF’nin performansı şüphesiz kilit alanlarda eksikti. Olmert hükümetinin harekâta ilişkin hedefleri – iki İsrailli rehineyi geri almak ve Hizbullah’ı bir savaş gücü olarak ezmek – ulaşılamayacak kadar maksimalistti. Winograd Komisyonu’nun 2008’de vardığı sonuca göre, ‘İsrail uzun bir savaş başlattı ve bu savaş net bir askeri zafer kazanamadan sona erdi’.

Ancak İsrail’in başarıları da yok değildi. Kısa vadede Hizbullah’ın askeri kapasitesi zayıflatıldı. Kuzey İsrail’e yönelik roket atışları savaştan sonra giderek azaldı. İsrail-Lübnan sınırı boyunca caydırıcılık tesis edildi ve hem İsrail hem de Hizbullah yeni bir büyük çatışmanın maliyetinin çok yüksek olduğu ve kendi çıkarlarına hizmet etmeyeceği sonucuna vardı.

Şimdilik Caydırıcılık Devam Ediyor

17 yıllık bu anlaşma Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırıdan bu yana yıpranmış durumda. İsrail-Lübnan sınır bölgesi, savaşan taraflarca resmi olarak ilan edilmemiş olsa da bir savaş alanını andırıyor. İsrail hava savunma sistemi her gün Hizbullah’a ait insansız hava araçlarını ve tanksavar füzelerini düşürürken, İsrail hava saldırıları da aynı sıklıkla Hizbullah’a ait çeşitli mevzileri hedef alıyor. Hizbullah 23 Ocak’ta Meron hava üssüne düzenlediği füze saldırısının sorumluluğunu üstlendi ve bunun İsrail’in Lübnan ve Suriye’deki Hizbullah ajanlarına yönelik suikastlarına misilleme olduğunu söyledi. İsrail, Hizbullah’ın Rıdvan Gücü komutanlarından Wissam al-Tawil’in 8 Ocak’ta öldürülmesiyle birlikte giderek artan bir şekilde Hizbullah savaşçılarına karşı hassas saldırılar düzenlemeye başladı.

İsrail, Lübnan, Hizbullah ve ABD’li politika yapıcıların aklındaki en büyük soru, sınırlı atışmaların sınır bölgesinin ötesine taşıp taşmayacağı. İsrail ve Hizbullah arasındaki caydırıcılığın sürdüğüne inanmak için iyi nedenler var. İsrail istihbaratı ve askeri kurumları Hizbullah’ın bugün 2006’ya kıyasla askerî açıdan çok daha yetenekli ve siyasi açıdan çok daha güçlü olduğunun farkında. Hizbullah’ın mevcuduna ilişkin tahminler 50.000 ila 100.000 arasında değişiyor. Grubun hassas güdümlü tanksavar füzeleri, orta menzilli roketler ve Fatih 110 kısa menzilli balistik füzelerden oluşan cephaneliği oldukça güçlü; bazıları İsrail topraklarının herhangi bir yerine ulaşabiliyor ve büyük bir çatışma durumunda tüm ülkeyi kilitleyebiliyor.

Hizbullah’ın da İsrail ile topyekûn bir savaştan uzak durmak için nedenleri var. Birincisi, Lübnan ekonomisi öylesine çökmüş durumda ki, herhangi bir çatışma, yatırımcıları korkutup kaçırarak, turist akışını ortadan kaldırarak ve Lübnan’ın zaten karşılayamadığı yeniden inşa maliyetlerini artırarak geriye kalan ekonomik potansiyeli yok edecek ve ülkeyi uzun vadeli bir mali yoksulluk yoluna sokacak. Önemli boyutta sivil kayıplar olacak ve bugün Lübnan siyasetindeki kutuplaşma göz önüne alındığında Hizbullah’ın mevcut siyasi pozisyonunun bozulmadan devam edeceğini düşünmesi saflık olur. Nasrallah siyasi kaygılardan muaf değil; Hizbullah militan bir örgüt olmanın yanı sıra Lübnan parlamentosunda sandalyeleri olan siyasi bir hareket.

Hizbullah’ın başlıca hamisi olan İran da dikkate alınmalı. İslam Cumhuriyeti’nin sürekli İsrail karşıtı açıklamalarına ve bölgedeki vekillerine verdiği maddi desteğe rağmen Tahran’ın Hizbullah’ın İsrail ile bir savaşa girmesini desteklemesi pek olası değil. Böyle bir senaryo İran’ın mevcut çatışmalardan uzak durma stratejisini ciddi şekilde tehlikeye atacaktır. ABD’nin İsrail lehine askeri müdahalesi pek garanti olmasa da İranlı yetkililer Washington’un bir İsrail-Hizbullah savaşında taraf olma ihtimalini göz ardı edemez. Eğer bu gerçekleşirse İran’ın önünde iki seçenek olacak: Lübnan’daki vekilini savunmak için ABD gibi çok daha üstün bir düşmanla savaşmak ya da kenarda kalarak güvenilir bir müttefik olarak itibarını zedelemek. Tahran böyle bir seçim yapmak zorunda kalmamayı tercih edecektir.

Öfke Alevleniyor

Yine de çatışmayı tamamen göz ardı etmek sorumsuzluk olur. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres İsrail-Lübnan sınırı konusunda o kadar endişeli ki çatışmaların bölgesel bir savaşı tetikleyebileceği konusunda uyarıda bulundu. Yeni bir İsrail-Hizbullah savaşı ne kadar riskliyse, Netanyahu ve koalisyon hükümeti için de Hizbullah’ın sınıra erişimine göz yummak o kadar riskli ki bu da örgüte İsrail’le ilişkilerinde bir dereceye kadar zorlayıcı bir koz veriyor. İsrailli siyasetçiler ve askeri yetkililer, yaklaşık 100.000 İsrailliyi evlerinden eden statükonun siyasi ve ekonomik olarak sürdürülemez olduğunu düşünüyor. On binlerce sivilin geri dönememesi Netanyahu için utanç verici bir durum ve hükümetinin zayıflığının bir örneği.

Bu nedenle İsrail’in söyleminde daha agresif hale gelmesi şaşırtıcı değil. İsrailli yetkililer Hizbullah’ı Güney Lübnan’dan diplomatik yollarla çıkarmayı tercih ettiklerini yinelediler ancak görüşmelerin durması halinde askeri seçeneği de göz ardı etmediler. IDF Genelkurmay Başkanı Korgeneral Herzi Halevi kısa süre önce kuzeydeki birlikleri ziyaret ettiğinde açık konuştu: “Kuzeydeki savaşın ne zaman olacağını bilmiyorum. Ancak önümüzdeki aylarda gerçekleşme olasılığının geçmişte olduğundan çok daha yüksek olduğunu söyleyebilirim.”

ABD’nin bu sözleri sadece bir yaygara olarak yorumlaması yanlış olur – ve doğrusu da bu değil. Başkan Joe Biden, Netanyahu’yu Hizbullah’a karşı büyük bir önleyici saldırı emri vermekten vazgeçirdi ama saldırı ihtimali tamamen ortadan kalkmış değil. İsrail’in Lübnan’daki periyodik müdahalelerinde defalarca görüldüğü üzere, askeri seçenek çok fazla risk içeriyor ve getirileri de kesin değil. İsrail’in Gazze operasyonunun Hamas’ı tamamen ortadan kaldırmayacağı gibi, Lübnan’da daha büyük (ve daha maliyetli) bir askeri operasyonun Hizbullah’ı ortadan kaldırma olasılığı daha da düşük.

Tüm büyük oyuncular, İsrail-Hizbullah çatışmasını kalıcı olarak olmasa da en azından barışçıl bir şekilde yatıştırmanın en etkili yolunun diplomasi olduğunu kabul etmiş görünüyor. ABD, olası formüller üzerinde çalışmak için Lübnanlı yetkilileri Hizbullah’la pazarlıkta aracı olarak kullanarak aylardır bir çözüme aracılık etmeye çalışıyor. Bugüne kadar İsrail ve Hizbullah’ın şartları uzlaşmaz olmaya devam etti; İsrailliler Hizbullah’ın toparlanıp Litani Nehri’nin kuzeyine taşınmasını gerektiren 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararını tam olarak uygulamasını istiyor. Hizbullah ise Gazze’deki savaş sona ermeden diplomatik bir çözümün mümkün olmadığı konusunda kararlı. Nasrallah görüşmelere kapıyı açık tutsa da ABD’nin orta yol bulma girişimleri -Hizbullah’ı sınırdan dört mil geri çekilmeye zorlayacak bir öneri de dahil- reddedildi.

İsrail ve Hizbullah’ın pozisyonlarını korudukları ve uzlaşmaya pek istekli olmadıkları bir ortamda en yetenekli arabulucu bile karşılıklı kabul edilebilir bir formül üretmekte zorlanacaktır. ABD arka kanal diplomasisinden vazgeçmemeli. Ancak mevcut koşullar altında neyi başarabileceği konusunda da gerçekçi olmalı. En azından kısa vadede en iyi strateji çatışma yönetimidir. Bu iki tarihi hasım arasındaki anlaşmazlıkların tam olarak çözülmesi şu anda mümkün olmayabilir, ancak bu durum ABD’nin, müttefiklerinin ve ortaklarının alevlenmelerin daha da tırmanmasını önlemek için ellerinden geleni yapmalarını engellemez. ABD için bu, kapalı kapılar ardında İsrail’le sert bir şekilde konuşmayı, Washington’un hiçbir koşulda İsrail’in önleyici bir saldırısını desteklemediğini ve böyle bir durumda otomatik olarak İsrail’in savunmasına geçmeyeceğini açıkça ortaya koymayı gerektiriyor. ABD ya doğrudan ya da Avrupalılar, Katar ya da Umman aracılığıyla İran’a da Hizbullah’a benzer bir mesaj vermesi için baskı yapmalı. İran’ın bölgesel bir savaşa doğrudan katılmaktan kaçınma arzusu göz önüne alındığında Tahran böyle bir talebe olumlu yaklaşabilir.

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English