Ortadoğu
Risk ve maliyetine rağmen İsrail, Lübnan’a saldırır mı?

İsrail’in Gazze saldırıları nedeniyle kuzeyde Hizbullah’la yaşanan kontrollü çatışma sürüyor. İsrail ordusu ile Hizbullah arasında 8 Ekim 2023’ten bu yana yaşanan çatışmalarda 205 Hizbullah mensubu, 11 Emel mensubu, 12 Filistin İslami Cihad Hareketi ve 12 Hamas Hareketi mensubunun yanı sıra 41 Lübnanlı sivil, 1’i asker 2 Lübnan güvenlik görevlisi, 6 İsrailli sivil ve 11 İsrail askeri hayatını kaybetti.
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, iki tarafın da kaçındığı büyük çaplı çatışmanın neden her an patlak verebileceğine odaklanıyor:
***
Eşikte: İsrail ve Hizbullah Arasında Topyekûn Savaş Önlenebilir mi?
İsrail ve Hizbullah’ın aylardır Lübnan sınırında kısasa kısas saldırılar düzenlediği bir ortamda, geniş çaplı bir çatışmanın tehlikeleri ortada. Ancak her iki tarafın da gerilimi daha da tırmandırmaktan kaçınması için nedenler var.
Daniel R DePetris
Dördüncü ayına giren İsrail’in Gazze saldırısı yoğun bir operasyon evresinde. ABD, Hamas’ın savaş gücünün yaklaşık %30’unun öldürüldüğünü değerlendirirken İsrail hükümetinin iki ana hedefine ulaşma konusunda övünecek pek bir şeyi yok: Hamas’ı ortadan kaldırmak ve grubun kontrolü altındaki yaklaşık 130 rehineyi kurtarmak. Hamas’la her türlü uzlaşmayı bozgunculuk olarak niteleyen aşırı sağcı bakanlar ile rehinelerin aileleri arasında mekik dokumak zorunda kalan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için savaş, sırtında yük olmaya devam ediyor.
Ancak Gazze’deki operasyon ortamı ne kadar zor olursa olsun, 130 mil kuzeyde kaynayan çatışma daha da kötü olma potansiyeline sahip. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) ve Hizbullah son dört ayı düşük seviyeli, ilan edilmemiş ve her iki tarafın da kayıplar vermesine neden olan sürekli bir kısasa kısas şeklinde karakterize edilen bir savaşla geçirdi. Son 17 yıldır İsrail ve Hizbullah’ı 2006’daki geniş çaplı çatışmayı tekrarlamaktan alıkoyan gayrı resmi bir anlaşmayla yönetilen İsrail-Lübnan sınır bölgesi artık giderek daha kırılgan hale geliyor. Asıl soru, İsrailli ve Hizbullahlı üst düzey yetkililer arasındaki söz düellosunun zamanla İsrail askerlerini Lübnan topraklarına girmeye zorlayacak bir çatışmaya dönüşüp dönüşmeyeceği ve bunun İsrail’in 46 yıl içinde Lübnan’a dördüncü büyük kara harekâtı olup olmayacağı.
İsrail’in Lübnan’daki Karmaşık Tarihi
İsrail’in Lübnan içindeki askeri operasyonları pek de görülmedik şey değil. 14 Mart 1978’de IDF, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) İsrail-Lübnan sınırından 18 mil uzaklıktaki Litani Nehri’nin kuzeyine itmek için Güney Lübnan’a bir saldırı başlattı. Askerî harekât, üç gün önce meydana gelen ve militanların denizden İsrail’e sızarak bir otobüsün kontrolünü ele geçirdiği ve 35 İsrailli turisti öldürdüğü bir FKÖ terör saldırısıyla tetiklendi. IDF aynı yılın sonlarına doğru BM barış gücü askerleri ve İsrail’in Hıristiyan milis ortaklarının bölgede güvenlik kontrolü sağlayacağı güvencesiyle geri çekildi.
Dört yıl sonra, Haziran 1982’de IDF Lübnan’a daha büyük bir kara harekâtı düzenleyerek İsrail birliklerini Beyrut’a kadar götürdü. Görev 1978’deki bir önceki saldırıya benziyordu: FKÖ altyapısını yok etmek, Kuzey İsrail’de yaşayan sivillerin güvenliğini sağlamak ve FKÖ’yü bir savaş gücü olarak çökertmek. Her ne kadar FKÖ lideri Yaser Arafat, Tunus’a sürgün edilmiş ve Lübnan’ın güneyinde bir tampon bölge kurulmuş olsa da, yıkımın boyutu nedeniyle tüm operasyon İsrail’in önemli bir uluslararası desteği kaybetmesine yol açtı. İsrail’in ABD ile ilişkileri zora girdi. Başkan Ronald Reagan İsrail’in politikasına sıcak bakmadı ve dönemin İsrail Başbakanı Menachem Begin’e Lübnan’a girmenin ABD-İsrail ilişkilerinde ‘ciddi komplikasyonlara’ yol açacağını söyledi. IDF daha sonra 1985’te Güney Lübnan’a geri çekilecek ve buradaki pozisyonlarını sağlamlaştıracak, sonunda 2000 yılında İsrail’in tamamen çekilmesiyle sonuçlanacak olan uzun, maliyetli ve siyasi açıdan popüler olmayan bir işgal başlatacaktı. Hizbullah, Litani Nehri’nin güneyindeki toprakları ele geçirerek nihai faydayı sağlayan taraf oldu.
İsrailliler bu dönem boyunca Hizbullah’ın askeri kapasitesini, özellikle de örgütün roket kapasitesini azaltmak amacıyla hava gücünü kullanarak daha küçük çaplı operasyonlar da düzenlediler. 1993 yılında Hizbullah’ın beş İsrail askerini öldürmesinin ardından İsrail, Güney Lübnan ve Suriye kontrolündeki Bekaa Vadisi’ndeki Hizbullah altyapısına karşı bir hafta süren bir hava harekâtı olan Sorumluluk Operasyonu’nu başlattı. 1996’da IDF, Kuzey İsrail’e roket saldırılarını engellemek için Hizbullah’a karşı 16 gün süren bir bombardımana (Gazap Üzümleri Operasyonu) girişti. Hizbullah’a silah akışını durdurmak amacıyla Lübnan limanları ablukaya alındı ve IDF 1982 işgalinden bu yana Beyrut’a ilk hava saldırılarını düzenledi.
İkinci Lübnan Savaşı
Elbette İsrail’in Lübnan’daki en kapsamlı çatışması 2006 yazında meydana geldi. Hizbullah militanları 13 Temmuz’da sınırdan İsrail’in kuzeyine sızarak iki İsrail askerini kaçırdı ve üçünü öldürdü. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah İsrailli askerleri İsrail’deki tutukluların serbest bırakılması için pazarlık kozu olarak kullanmaya çalışsa da İsrail Başbakanı Ehud Olmert için böyle bir takas düşünülemezdi. Hizbullah’ın İsrail’e yönelik cüretkâr adımı, IDF’nin Lübnanlı terörist gruba karşı kapsamlı bir askerî harekât başlatması için bir gerekçe oluşturdu- bu harekât 1993 ve 1996’daki harekâtlardan çok daha geniş çaplı ve kapsamlı olacaktı.
IDF sadece Hizbullah’ın roket fırlatma alanlarını, kontrol-komuta merkezlerini ve silah depolarını değil aynı zamanda Lübnan’ın sivil altyapısını da hedef aldı. Beyrut Uluslararası Havaalanı devre dışı bırakıldı; Lübnan denizden ablukaya alındı ve Hizbullah’ın karargâhının bulunduğu Beyrut’un güney banliyöleri yerle bir edildi. Geçmişteki savaşlarda olduğu gibi İsrail’in uluslararası desteği savaş uzadıkça azaldı. Önce ateşkesi reddeden George W. Bush yönetimi daha sonra İsrail hükümetine ateşkesi kabul etmesi için baskı yaptı. 11 Ağustos’ta BM Güvenlik Konseyi, savaşan tarafların çatışmaları tamamen durdurmasını, İsrail askerlerinin Lübnan topraklarından tamamen çekilmesini, Hizbullah’ın Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmesini ve barışı korumak için BM ve Lübnan ordu birliklerinin konuşlandırılmasını öngören 1701 sayılı kararı onayladı.
Genel kanı 2006 Lübnan Savaşı’nın İsrail için bir kayıpla sonuçlandığı yönünde olsa da gerçek daha farklı. IDF’nin performansı şüphesiz kilit alanlarda eksikti. Olmert hükümetinin harekâta ilişkin hedefleri – iki İsrailli rehineyi geri almak ve Hizbullah’ı bir savaş gücü olarak ezmek – ulaşılamayacak kadar maksimalistti. Winograd Komisyonu’nun 2008’de vardığı sonuca göre, ‘İsrail uzun bir savaş başlattı ve bu savaş net bir askeri zafer kazanamadan sona erdi’.
Ancak İsrail’in başarıları da yok değildi. Kısa vadede Hizbullah’ın askeri kapasitesi zayıflatıldı. Kuzey İsrail’e yönelik roket atışları savaştan sonra giderek azaldı. İsrail-Lübnan sınırı boyunca caydırıcılık tesis edildi ve hem İsrail hem de Hizbullah yeni bir büyük çatışmanın maliyetinin çok yüksek olduğu ve kendi çıkarlarına hizmet etmeyeceği sonucuna vardı.
Şimdilik Caydırıcılık Devam Ediyor
17 yıllık bu anlaşma Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırıdan bu yana yıpranmış durumda. İsrail-Lübnan sınır bölgesi, savaşan taraflarca resmi olarak ilan edilmemiş olsa da bir savaş alanını andırıyor. İsrail hava savunma sistemi her gün Hizbullah’a ait insansız hava araçlarını ve tanksavar füzelerini düşürürken, İsrail hava saldırıları da aynı sıklıkla Hizbullah’a ait çeşitli mevzileri hedef alıyor. Hizbullah 23 Ocak’ta Meron hava üssüne düzenlediği füze saldırısının sorumluluğunu üstlendi ve bunun İsrail’in Lübnan ve Suriye’deki Hizbullah ajanlarına yönelik suikastlarına misilleme olduğunu söyledi. İsrail, Hizbullah’ın Rıdvan Gücü komutanlarından Wissam al-Tawil’in 8 Ocak’ta öldürülmesiyle birlikte giderek artan bir şekilde Hizbullah savaşçılarına karşı hassas saldırılar düzenlemeye başladı.
İsrail, Lübnan, Hizbullah ve ABD’li politika yapıcıların aklındaki en büyük soru, sınırlı atışmaların sınır bölgesinin ötesine taşıp taşmayacağı. İsrail ve Hizbullah arasındaki caydırıcılığın sürdüğüne inanmak için iyi nedenler var. İsrail istihbaratı ve askeri kurumları Hizbullah’ın bugün 2006’ya kıyasla askerî açıdan çok daha yetenekli ve siyasi açıdan çok daha güçlü olduğunun farkında. Hizbullah’ın mevcuduna ilişkin tahminler 50.000 ila 100.000 arasında değişiyor. Grubun hassas güdümlü tanksavar füzeleri, orta menzilli roketler ve Fatih 110 kısa menzilli balistik füzelerden oluşan cephaneliği oldukça güçlü; bazıları İsrail topraklarının herhangi bir yerine ulaşabiliyor ve büyük bir çatışma durumunda tüm ülkeyi kilitleyebiliyor.
Hizbullah’ın da İsrail ile topyekûn bir savaştan uzak durmak için nedenleri var. Birincisi, Lübnan ekonomisi öylesine çökmüş durumda ki, herhangi bir çatışma, yatırımcıları korkutup kaçırarak, turist akışını ortadan kaldırarak ve Lübnan’ın zaten karşılayamadığı yeniden inşa maliyetlerini artırarak geriye kalan ekonomik potansiyeli yok edecek ve ülkeyi uzun vadeli bir mali yoksulluk yoluna sokacak. Önemli boyutta sivil kayıplar olacak ve bugün Lübnan siyasetindeki kutuplaşma göz önüne alındığında Hizbullah’ın mevcut siyasi pozisyonunun bozulmadan devam edeceğini düşünmesi saflık olur. Nasrallah siyasi kaygılardan muaf değil; Hizbullah militan bir örgüt olmanın yanı sıra Lübnan parlamentosunda sandalyeleri olan siyasi bir hareket.
Hizbullah’ın başlıca hamisi olan İran da dikkate alınmalı. İslam Cumhuriyeti’nin sürekli İsrail karşıtı açıklamalarına ve bölgedeki vekillerine verdiği maddi desteğe rağmen Tahran’ın Hizbullah’ın İsrail ile bir savaşa girmesini desteklemesi pek olası değil. Böyle bir senaryo İran’ın mevcut çatışmalardan uzak durma stratejisini ciddi şekilde tehlikeye atacaktır. ABD’nin İsrail lehine askeri müdahalesi pek garanti olmasa da İranlı yetkililer Washington’un bir İsrail-Hizbullah savaşında taraf olma ihtimalini göz ardı edemez. Eğer bu gerçekleşirse İran’ın önünde iki seçenek olacak: Lübnan’daki vekilini savunmak için ABD gibi çok daha üstün bir düşmanla savaşmak ya da kenarda kalarak güvenilir bir müttefik olarak itibarını zedelemek. Tahran böyle bir seçim yapmak zorunda kalmamayı tercih edecektir.
Öfke Alevleniyor
Yine de çatışmayı tamamen göz ardı etmek sorumsuzluk olur. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres İsrail-Lübnan sınırı konusunda o kadar endişeli ki çatışmaların bölgesel bir savaşı tetikleyebileceği konusunda uyarıda bulundu. Yeni bir İsrail-Hizbullah savaşı ne kadar riskliyse, Netanyahu ve koalisyon hükümeti için de Hizbullah’ın sınıra erişimine göz yummak o kadar riskli ki bu da örgüte İsrail’le ilişkilerinde bir dereceye kadar zorlayıcı bir koz veriyor. İsrailli siyasetçiler ve askeri yetkililer, yaklaşık 100.000 İsrailliyi evlerinden eden statükonun siyasi ve ekonomik olarak sürdürülemez olduğunu düşünüyor. On binlerce sivilin geri dönememesi Netanyahu için utanç verici bir durum ve hükümetinin zayıflığının bir örneği.
Bu nedenle İsrail’in söyleminde daha agresif hale gelmesi şaşırtıcı değil. İsrailli yetkililer Hizbullah’ı Güney Lübnan’dan diplomatik yollarla çıkarmayı tercih ettiklerini yinelediler ancak görüşmelerin durması halinde askeri seçeneği de göz ardı etmediler. IDF Genelkurmay Başkanı Korgeneral Herzi Halevi kısa süre önce kuzeydeki birlikleri ziyaret ettiğinde açık konuştu: “Kuzeydeki savaşın ne zaman olacağını bilmiyorum. Ancak önümüzdeki aylarda gerçekleşme olasılığının geçmişte olduğundan çok daha yüksek olduğunu söyleyebilirim.”
ABD’nin bu sözleri sadece bir yaygara olarak yorumlaması yanlış olur – ve doğrusu da bu değil. Başkan Joe Biden, Netanyahu’yu Hizbullah’a karşı büyük bir önleyici saldırı emri vermekten vazgeçirdi ama saldırı ihtimali tamamen ortadan kalkmış değil. İsrail’in Lübnan’daki periyodik müdahalelerinde defalarca görüldüğü üzere, askeri seçenek çok fazla risk içeriyor ve getirileri de kesin değil. İsrail’in Gazze operasyonunun Hamas’ı tamamen ortadan kaldırmayacağı gibi, Lübnan’da daha büyük (ve daha maliyetli) bir askeri operasyonun Hizbullah’ı ortadan kaldırma olasılığı daha da düşük.
Tüm büyük oyuncular, İsrail-Hizbullah çatışmasını kalıcı olarak olmasa da en azından barışçıl bir şekilde yatıştırmanın en etkili yolunun diplomasi olduğunu kabul etmiş görünüyor. ABD, olası formüller üzerinde çalışmak için Lübnanlı yetkilileri Hizbullah’la pazarlıkta aracı olarak kullanarak aylardır bir çözüme aracılık etmeye çalışıyor. Bugüne kadar İsrail ve Hizbullah’ın şartları uzlaşmaz olmaya devam etti; İsrailliler Hizbullah’ın toparlanıp Litani Nehri’nin kuzeyine taşınmasını gerektiren 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararını tam olarak uygulamasını istiyor. Hizbullah ise Gazze’deki savaş sona ermeden diplomatik bir çözümün mümkün olmadığı konusunda kararlı. Nasrallah görüşmelere kapıyı açık tutsa da ABD’nin orta yol bulma girişimleri -Hizbullah’ı sınırdan dört mil geri çekilmeye zorlayacak bir öneri de dahil- reddedildi.
İsrail ve Hizbullah’ın pozisyonlarını korudukları ve uzlaşmaya pek istekli olmadıkları bir ortamda en yetenekli arabulucu bile karşılıklı kabul edilebilir bir formül üretmekte zorlanacaktır. ABD arka kanal diplomasisinden vazgeçmemeli. Ancak mevcut koşullar altında neyi başarabileceği konusunda da gerçekçi olmalı. En azından kısa vadede en iyi strateji çatışma yönetimidir. Bu iki tarihi hasım arasındaki anlaşmazlıkların tam olarak çözülmesi şu anda mümkün olmayabilir, ancak bu durum ABD’nin, müttefiklerinin ve ortaklarının alevlenmelerin daha da tırmanmasını önlemek için ellerinden geleni yapmalarını engellemez. ABD için bu, kapalı kapılar ardında İsrail’le sert bir şekilde konuşmayı, Washington’un hiçbir koşulda İsrail’in önleyici bir saldırısını desteklemediğini ve böyle bir durumda otomatik olarak İsrail’in savunmasına geçmeyeceğini açıkça ortaya koymayı gerektiriyor. ABD ya doğrudan ya da Avrupalılar, Katar ya da Umman aracılığıyla İran’a da Hizbullah’a benzer bir mesaj vermesi için baskı yapmalı. İran’ın bölgesel bir savaşa doğrudan katılmaktan kaçınma arzusu göz önüne alındığında Tahran böyle bir talebe olumlu yaklaşabilir.
Ortadoğu
ABD-İsrail-İran üçgeninde taraflar el yükseltiyor

ABD-İsrail-İran üçgeninde tansiyon tırmanıyor. Tahliyeler, askeri hazırlıklar ve karşılıklı tehditler krizi derinleştiriyor. Nükleer müzakereler ise tüm baskılara rağmen sürüyor.
ABD’nin Irak başta olmak üzere Ortadoğu’daki diplomatik temsilciliklerinde kısmi personel tahliyesi ve askeri üslerde güvenlik alarmı düzeyini yükseltmesi, İsrail’in İran’a yönelik olası bir saldırı hazırlığında olduğu yönündeki iddiaları yeniden gündeme getirdi. ABD basınında yer alan haberlere göre, İsrail hükümeti ABD yönetimine “İran’a saldırı başlatmaya hazır olduğu” bilgisini iletti.
İran ile ABD arasında yürütülen dolaylı nükleer müzakerelerin merkezinde, ABD Başkanı Donald Trump’ın “sıfır uranyum zenginleştirme” şartına dayalı anlaşma önerisi bulunuyor. Ancak İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney başta olmak üzere üst düzey yetkililer bu teklifi kesin bir dille reddetti.
ABD personelini tahliye ediyor, askeri alarm seviyesi artırıldı
Trump yönetimi, Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’nde zorunlu olmayan personel ile aile bireylerinin, artan güvenlik tehditleri nedeniyle tahliye edileceğini açıkladı. Aynı zamanda Bahreyn, Katar, BAE ve Kuveyt’teki ABD misyonlarına da benzer yönde mesajlar iletildiği ve askeri üslerin yüksek alarm durumuna geçirildiği öne sürüldü. ABD ayrıca vatandaşlarını Irak’a seyahat etmemeleri konusunda en yüksek düzeyde uyardı.
Petrol fiyatları yükselişe geçti
İngiltere merkezli Deniz Ticareti Operasyonları Kurumu (UKMTO), artan bölgesel gerilimin, Basra Körfezi, Umman Körfezi ve Hürmüz Boğazı’ndaki denizcilik faaliyetlerini olumsuz etkileyebileceği yönünde uyarı yayınladı. Tüm bu gelişmeler, enerji piyasalarına da yansıdı ve petrol fiyatlarında yüzde 4’ü aşan artış yaşandı.
İsrail’in mesajı
Bu gelişmeler yaşanırken CBS televizyonu, İsrail’in ABD’ye “İran’a saldırı başlatmaya hazır olduklarını” bildirdiğini duyurdu. Haberde, bazı Amerikalı yetkililere göre bu durumun ABD vatandaşlarının bölgeden çıkarılmasının nedenlerinden biri olabileceği, ayrıca İran’ın Irak’taki bazı ABD tesislerine misillemede bulunabileceği değerlendirildi.
NBC kanalı da benzer şekilde, İsrail’in İran’a saldırı planladığını ve ABD’nin bu saldırıya doğrudan ya da dolaylı destek verme konusunda bir planı olmadığını aktardı. Ancak Trump yönetiminin gelişmeleri yakından takip ettiği ve “teyakkuzda” olduğu vurgulandı.
ABD Başkanı Donald Trump da İran ile yürütülen müzakerelerin başarıyla sonuçlanacağına dair eski güvenini yitirdiğini belirtti. Ortadoğu’daki bazı personelin tahliyesine ilişkin bir soruya ise “Oradan çıkarıldılar çünkü tehlikeli bir yer olabilir. Neler olacağını göreceğiz” yanıtını verdi. İran’ın nükleer silaha sahip olamayacağını vurgulayan Trump, “Bu kadar basit. Buna izin veremeyiz” ifadelerini kullandı.
İran’ın yanıtı: Askeri tatbikat ve füze testi
İran Savunma Bakanı Tuğgeneral Aziz Nasırzade, müzakerelerin başarısız olması ve İran’a saldırı dayatılması durumunda, bölgedeki tüm ABD üslerinin “tereddütsüz hedef alınacağını” ifade etti. Ayrıca İran’ın geçen hafta 2 tonluk savaş başlığı taşıyabilen bir balistik füzeyi başarıyla test ettiğini açıkladı.
İran ordusu da savunma ve caydırıcılık kapasitesini artırmak amacıyla askeri tatbikatlar başlattı.
İran Genelkurmay Başkanlığının yazılı açıklamasına göre Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, “İktidar 1404” adı verilen ve her yıl çeşitli münasebetlerle düzenlenen bir dizi tatbikatın başlatılması talimatını verdi. Söz konusu tatbikatların amacının, silahlı kuvvetlerin savunma ve caydırıcılık kabiliyetlerinin artırılması ve hazırlık durumlarının değerlendirilmesi olduğu belirtildi. Tatbikatların, silahlı kuvvetlerin yıllık takviminde değişiklikler yapılarak ve düşman hareketlerine odaklanılarak planlandığı bilgisi verildi.
İran “en yüksek askeri hazırlık” seviyesine geçti
İran’ın İngilizce yayın yapan devlet televizyonu Press TV’ye konuşan ismi açıklanmayan üst düzey güvenlik yetkilisi de İran’ın askeri saldırı tehditlerine karşı “en yüksek askeri hazırlık seviyesinde” olduğunu söyledi.
İsrail ve ABD’ye “hızlı ve beklenmedik” şekilde karşılık verileceğini belirten İranlı yetkili, “İran şu anda en üst düzeyde askeri hazırlık seviyesinde. ABD veya siyonist rejim (İsrail) herhangi bir saldırganlık eylemine kalkışırsa hazırlıksız yakalanacak” dedi.
ABD’nin bölgedeki faaliyetlerinin, İran’a karşı herhangi bir saldırganlık eylemi olması halinde bölgesel çıkarlarını ve üslerini hedef alacağı yönündeki İran uyarılarına karşı savunma amaçlı bir tepki olduğunu ifade eden yetkili, “Amerikalıların yaptığı İran’a yönelik bir tehdit mesajından ziyade, İran’ın Amerikan çıkarlarına yönelik tehditlerine bir tepkidir” diye konuştu.
Nükleer müzakerelerde 6. tur pazar günü
Nükleer müzakerelerin kritik bir noktada bulunması, ABD’nin tahliye kararının gerçek bir saldırı hazırlığından mı yoksa diplomatik baskı yaratma amacıyla mı alındığı tartışmasını gündeme getirdi.
Nitekim gerilimin tırmanması üzerine 15 Haziran’da yapılacağı duyurulan ABD-İsrail müzakerelerinin 6. turunun iptal edildiği iddiaları ortaya atıldı. Ancak Umman Dışişleri Bakanı Bedir Buseydi, müzakerelerin 15 Haziran Pazar günü Maskat’ta yapılacağını doğruladı. Bu açıklama, diplomatik sürecin askeri tehditlerle ivmelendirilmeye çalışıldığı iddialarını güçlendirdi.
UAEA’nın kararı ve İran’ın tepkisi
Arka planda Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA), İran aleyhine bu sabah aldığı ve 20 yıl aradan sonra BM’nin İran’a yeniden yaptırım uygulamasının önünü açan kararının yankıları sürüyor. Karar İran’ı nükleer taahhütlerine uymamakla suçluyor. İran ise bu karara uranyum zenginleştirme kapasitesini artıracağını açıklayarak karşılık verdi.
Öte yandan İran kısa bir süre önce İsrail’in nükleer programına dair gizli belgeleri elde geçirdiklerini ve bu belgelerin UAEA’nın İsrail’le koordineli çalıştığını gösterdiğini açıkladı. Tahran yönetimi, UAEA Başkanı Rafael Grossi’yi de “İsrail’in talimatlarını yerine getirmekle” itham etti.
Diplomasi
UAEA’nın İran kararı sonrası Tahran’dan uranyum hamlesi

Tahran yönetimi UAEA’nın İran kararı üzerine yeni uranyum zenginleştirme tesisi kuracağını duyurdu.
UAEA Yönetim Kurulu, İran’ın nükleer programıyla ilgili BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarını tetikleyebilecek kararı kabul etti. Karar üzerine İsrail uluslararası topluma İran’a müdahale etmesi yönünde çağrı yaparken Tahran ise tepki olarak yeni uranyum zenginleştirme tesisi kuracağını duyurdu.
Birleşmiş Milletlerin (BM) nükleer denetim kurumu olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) 35 üyeli Yönetim Kurulu, yaklaşık 20 yıl aradan sonra ilk kez İran’ı nükleer silahların yayılmasını önlemeye yönelik yükümlülüklerini ihlal etmekle suçladı. Bu karar, BM Güvenlik Konseyi’nin İran yaptırımlarını yeniden devreye sokma ihtimalini güçlendirdi.
Bu önemli adım, ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018’de İran ile dünya güçleri arasında yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesiyle tırmanan UAEA-İran gerginliklerinin sonucu olarak görülüyor. Söz konusu anlaşmanın çökmesiyle birlikte taraflar arasında birçok kriz patlak vermişti.
İran, kendisine karşı alınan karar ve kınamalara karşı oldukça sert tepkiler vermesiyle bilinirken, bu karar son yıllardaki en sert çıkışlardan biri olarak dikkat çekiyor. Tahran yönetiminin bu karara nükleer faaliyetlerini tırmandırarak karşılık vereceği beklentisi, İran ile ABD arasında yürütülen ve İran’ın hızlanan nükleer programını sınırlamayı amaçlayan mevcut müzakereleri daha da karmaşık hale getirebilir.
İran, UAEA’yı nükleer sırlarını İsrail’e sızdırmakla suçladı
Karar, ayrıca bölgedeki gerginliğin tavan yaptığı bir dönemde geldi. ABD’nin bölgedeki diplomatik personelini geri çekmesi ve Donald Trump’ın bölgenin tehlikeli hale geldiği uyarısıyla birlikte, “Washington’un İran’ın nükleer silah edinmesine izin vermeyeceğiz” yönündeki açıklamaları da dikkat çekiyor.
Kapalı kapılar ardında yapılan toplantıya katılan diplomatlara göre, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından sunulan karar tasarısı 19 ülkenin desteğiyle kabul edildi. 11 ülke çekimser oy kullanırken, Rusya, Çin ve Burkina Faso karşı oy verdi.
İran’a ağır suçlama
Reuters tarafından görülen karar metninde, 31 Mayıs’ta UAEA’nın üye ülkelere gönderdiği kapsamlı rapora dayanarak İran’ın yükümlülüklerini ihlal ettiği belirtiliyor.
Metinde şu ifadeler yer alıyor: “(İran’ın) Birden fazla bildirilmemiş yerde, beyan edilmemiş nükleer malzeme ve faaliyetler konusunda Ajansa tam ve zamanında işbirliği sağlama yükümlülüklerini yerine getirmemesi, Ajansın 12.C maddesi kapsamındaki Güvenlik Anlaşması yükümlülüklerine uymadığı anlamına gelmektedir.”
Kararın merkezindeki en önemli unsurun, İran’ın bildirilmemiş bazı tesislerde bulunan uranyum izlerine dair UAEA’ya inandırıcı açıklamalar sunmadığı iddiası olduğu anlaşılıyor.
Kararda, nükleer malzemenin silah ve benzeri patlayıcı unsurlara yönlendirilmediğinin doğrulanmasını sağlamak için İran’ın yasal yükümlülüklerini yerine getirmesi ve bekleyen tüm güvenlik sorunlarını netleştirmek amacıyla acilen şu adımları atması gerektiği kaydedildi:
“İran’da iki beyan edilmemiş yerde tespit edilen insan kaynaklı uranyum parçacıklarının varlığına ilişkin teknik olarak inandırıcı açıklamalar sunması, söz konusu nükleer malzemenin veya nükleer bulaşmış ekipmanların mevcut konumlarını Ajansa bildirmesi, UAEA’nın bu amaçla talep ettiği tüm bilgi, belge ve cevapları sağlaması, kurumun gerekli gördüğü yer ve malzemelere erişim sağlaması, ayrıca Ajansın uygun göreceği örneklerin alınmasına izin vermesi.”
ABD istihbarat servisleri ve UAEA, İran’ın 2003 yılına kadar gizli, koordineli bir nükleer silah programı yürüttüğüne ancak bu programın daha sonra durdurulduğuna inanıyor. Ancak bu süreçten sonra birkaç yıl boyunca bazı gizli deneylerin sürdüğü yönünde iddialar var. UAEA Başkanı Rafael Grossi, bu hafta yaptığı açıklamada, son bulguların bu genel değerlendirmeyle büyük ölçüde tutarlı olduğunu ileri sürdü.
Tahran ise, nükleer silah geliştirmeyi hiçbir zaman hedeflemediğini savunuyor.
Kararda İran’ın BM Güvenlik Konseyi’ne sevk edilmesinden bahsedilse de diplomatlar bunun için ayrı bir ikinci karar tasarısına ihtiyaç olduğunu belirtiyor. İran, en son 2005 Eylül ayında yükümlülüklerini yerine getirmediği ilan edildikten sonra, 2006 Şubat ayında BM Güvenlik Konseyi’ne sevk edilmişti.
İsrail’den açıklama gecikmedi
UAEA kararı sonrası İsrail’den uluslararası topluma İran’a karşı harekete geçme çağrısı geldi.
İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Oren Marmorstein, “sistematik şekilde gizli nükleer silah programı yürüttüğünü” öne sürdüğü İran’ın hızla yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum biriktirdiğini ve Tahran’ın nükleer programının barışçıl olmayan amaçlar için olduğunu iddia etti.
İran’ın ilk tepkisi: Daha fazla uranyum zenginleştirme…
İran ise UAEA kararına tepki olarak yeni uranyum zenginleştirme tesisi kuracağını duyurdu.
İran devlet televizyonuna göre, İran Dışişleri Bakanlığı ve Atom Enerjisi Kurumu, yaptıkları ortak açıklamayla, UAEA Yönetim Kurulunda İran aleyhinde alınan kararı kınadı.
Açıklamada kararın, teknik ve hukuki dayanaktan yoksun olduğu ve UAEA Yönetim Kurulu’nun “siyasi amaçlara dayalı bir araç olarak” kullanıldığı ifade edildi.
Karara tepki olarak, İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami’nin talimatıyla güvenli bir yerde yeni bir zenginleştirme merkezinin açılacağı belirtildi.
Bununla birlikte Fordo’daki uranyum zenginleştirme tesisinde eski nesil santrifüjlerin uranyumu daha hızlı zenginleştirecek altıncı nesil santrifüjlerle değiştirileceği bilgisi verildi.
Karara karşılık atılacak diğer adımların daha sonra duyurulacağı aktarıldı.
Ortadoğu
Netanyahu’nun ‘kırılgan’ zaferi: Zorunlu askerlik krizi ertelendi

İsrail’de hükümet içinde zorunlu askerlik krizi devam ederken muhalefetin Netanyahu iktidarını devirme girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Meclisin feshi için sunulan yasa tasarısına koalisyon ortağı Ultra Ortodoks (Harediler) partilerin desteğini çekmesinin ardından Meclis’te gerekli çoğunluğu sağlayamadı.
The Times of Israel’in haberine göre, muhalefetin dün sunduğu meclisin feshine ilişkin tasarı ön oylamada 61’e karşı 53 oyla reddedildi.
Ön oylamadan kısa bir süre önce Şas Partisi ile Birleşik Tevrat Yahudiliği’ni oluşturan iki ana partiden biri olan Degel HaTorah (Tevrat Sancağı) partisi hükümetle Haredi öğrencilerin askerlikten muaf tutulması yönünde anlaşmaya vardıklarını ve meclisin feshedilmesine karşı oy kullanacaklarını duyurdu.
Haredi koalisyon üyelerinin destek vermesi halinde meclisten geçmesi mümkün olacak yasa tasarısı, Şas ve Degel HaTorah partilerinin son anda desteğini çekmesiyle yeterli çoğunluğa ulaşamadı.
İsrail Meclisi’nin feshi için kritik gün: Hükümet ne yapacak?
Netanyahu hükümetinin iktidar koalisyonu, 120 sandalyeli İsrail Meclisi’nde 68 milletvekiliyle temsil ediliyor. Meclisin feshedilmesi için çoğunluğun sağlanması yani en az 61 milletvekilinin onayı gerekiyor.
Netanyahu’nun hükümeti ayakta tutma çabası sonuç verdi
İsrail Meclisi Dışişleri ve Savunma Komitesi Başkanı Yuli Edelstein, Netanyahu’nun talimatıyla koalisyon iktidarının devrilmesini engellemek için ön oylama öncesi hükümet ortağı Ultra Ortodoks partilerin temsilcileriyle uzun görüşmeler gerçekleştirdi.
Edelstein, yaptığı yazılı açıklamada, Tevrat okullarında eğitim alanların askerlikten muaf tutulmasına ilişkin yasal düzenlemenin temel ilkeleri konusunda Ultra Ortodoks koalisyon ortaklarıyla uzlaşmaya vardıklarını duyurdu.
Ultra Ortodoks koalisyon ortakları Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas partileri, Tevrat okullarında eğitim alanların askerlikten muaf tutulmasına ilişkin yasal düzenleme yapılmaması nedeniyle sık sık hükümeti devirmekle tehdit ediyordu.
Ultra Ortodoks milletvekillerinden bazıları hükümetten çekilebilir
Başbakan Netanyahu liderliğindeki koalisyon iktidarı, meclisin feshine ilişkin oylamadan istediği sonucu alırken Haredilerin askerlikten muaf tutulmasına ilişkin krizin tam çözüme kavuşturulamaması hükümet için hala risk oluşturuyor.
Haaretz gazetesi, Birleşik Tevrat Yahudiliği içerisinden bir kaynağa dayandırdığı haberinde, Degel HaTorah ve Şas’ın fesih tasarısına karşı oy kullanması durumunda, Birleşik Tevrat Yahudiliği çatısı altındaki Agudat Israel milletvekillerinin hükümetten ayrılacağını öne sürdü.
Nitekim Ynet New’e göre Agudat Israel partisinden Milletvekili Meir Porush ve bir milletvekili ortada somut bir askerlik yasa tasarısı olmadığı gerekçesiyle oylamada muhalefetin önergesine destek verdi. Milletvekili Yisrael Eichler ise partisiyle ters düşerek Şas ve ile birlikte oy kullandı
Agudat Israel’in hükümetten olası çekilmesi hükümeti devirmiyor ancak Netanyahu’ya 120 sandalyeli mecliste 64 üyeli bir kırılgan çoğunluk bırakacak.
Haredilerin askere alınması tartışması
İsrail yasalarına göre 18 yaşını geçen herkesin zorunlu askerlik hizmetini yapması gerekirken, Haredilerin askerlikten muaf tutulması yıllardır ülkede tartışılıyor.
İsrail’in başta Gazze Şeridi olmak üzere 7 Ekim 2023’ten itibaren bölgede yükselen saldırganlığı nedeniyle asker ihtiyacı da artmaya başladı.
ABD’li elçi, İsrail koalisyon hükümeti çökmesin diye devrede
Gazze Şeridi’nde ateşkesi bozarak saldırıların yeniden başlamasıyla bu ihtiyaç yeniden ciddi şekilde hissedilirken ordunun 7 bini savaş bölgelerinde görev alacak şekilde olmak üzere 12 bin askere ihtiyaç duyduğu ifade ediliyor.
Geçen sene asker ihtiyacının artmasıyla askerlikten muaf Ultra Ortodoks Yahudi gençlerin orduya alınmasına yönelik çalışmalar, İsrail’in en tartışmalı konularından biri haline gelmişti.
İsrail Yüksek Mahkemesi, 25 Haziran 2024’te Haredi erkeklerin zorunlu askerlikten muaf tutulmasının yasal dayanağının bulunmadığına ve askerliğe uygun olanların göreve alınması gerektiğine karar vermişti.
Nüfusun yaklaşık yüzde 13’ünü oluşturan Harediler, zorunlu askerliğe karşı çıkıyor ve hayatlarını Tevrat çalışmalarına adadıklarını belirtiyorlar.
Netanyahu’nun Haredi koalisyon ortakları, Başbakan’a Haredilerin askerlikten muaf tutulacağı bir askerlik yasası çıkarılması için baskı yapıyor.
-
Görüş2 hafta önce
ABD Dışişleri’nin Avrupa eleştirisi ne anlama geliyor?
-
Asya3 gün önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Avrupa2 hafta önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Dünya Basını5 gün önce
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin
-
Rusya2 hafta önce
Ukrayna’dan Rus stratejik bombardıman üslerine kamyonlardan kalkan İHA’larla saldırı
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2
-
Dünya Basını2 hafta önce
Rusya ve Ukrayna heyetleri tekrar İstanbul’da: Masada neler var?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savaş sonrası Suriye’yi dönüştüren ‘Sünni popülizm’