Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Patruşev: ABD, Avrupa’yı işgal etti

Yayınlanma

Aşağıda, Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev’in 3 Mayıs’ta İzvestiya’ya verdiği mülakatın eksiksiz bir çevirisini bulacaksınız.

Benim birçok yerde “Bay Siloviki” diye tanımladığım, Rusya’da devletin tepesindeki en önemli birkaç isimden biri olan Patruşev, mülakat için genellikle “Argumentı i faktı” dergisini tercih ederdi; bu defa mülakatın İzvestiya’ya verilmesi, bu gazetenin liberal eğilimleri gözönüne alınırsa, özel bir önem taşıyor.

Mülakatın diğer bir önemi, Kiev rejimi tarafından Kremlin’e düzenlenen dron saldırısının arifesinde yayınlanmış olması. Mülakattaki genel atmosfer, batıya karşı sert bir retorikten başka, aslında daha önemlisi, “Ukrayna’nın bir devlet olarak korunmasının [zaten] ABD’nin planları arasında bulunmadığından” hareketle yaklaşan küresel felaketler karşısında batıyla işbirliği çağrısı olması; ama bu çağrı (o kült Sovyet filmine atıfla “kaderin istihzası” diye adlandırmak gerek) Kremlin saldırısıyla birlikte duvara çarptı.

Mülakatın bir başka önemi, 1922’de genç Sovyet cumhuriyetinin Britanya ile yaşadığı, Britanya’nın Rusya İmparatorluğu’nun altın rezervlerine el koymasıyla başlayan derin krize gönderme yapması; ne yazık ki tarih sıkça unutuluyor, bu nedenle tarihi paralelliğin hatırlatılması çok yerinde. Aynı dönemde Britanya’nın başını çektiği dış müdahaleyi de buna eklemeliyiz.

Mülakatın dördüncü önemi, özgül bir batı karşıtı ideolojiyi seslendirmesi. Putin’in geçen yıl ekim ayında Valday forumunda yaptığı konuşmayı yorumlarken bunu “muhafazakâr antikapitalizm” diye tanımlamış ve şunun altını çizmiştim: “Burada muhafazakârlık gelenekçilikten ziyade devrim karşıtı olmak anlamına geliyor.”

Patruşev’in mülakatını bu perspektifle okumayı, hatta mümkünse “muhafazakâr antikapitalizme” geri dönüp gözden geçirmeyi öneriyorum.

***

— Nikolay Platonoviç, sizinle Büyük Anavatan Savaşı’nda zaferin 78’inci yıldönümü arifesinde görüşüyoruz. Günümüz dünyasında, özellikle de batıda birçok insanın bu tarihi unutulmaya terk etmek, ülkemizin İkinci Dünya Savaşı’ndaki rolünü silikleştirmek istedikleri sır değil. Bu türden kampanyaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

— İkinci Dünya Savaşı’nın önemli bir sonucu Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kurulmasıydı. Onun oluşturulmasında kilit rolü Sovyetler Birliği oynadı ve orada önde gelen bir mevkiyi işgal etti.

SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Washington ve Londra tekkutuplu bir dünya kurma şanslarının doğduğu sanrısına kapıldılar. Anglosaksonlar bu idealden bugün de vazgeçmiyorlar. Batıdakiler dünya düzeninde radikal bir değişiklik yolunun Rusya’nın yok olmasından veya kayyum idaresi altında üçüncü sınıf bir ülke haline gelinceye kadar zayıflamasından geçtiğini düşünüyorlar.

Ancak bu arzuları devletimizin gücünü ve Rusya halkının bağımsızlık iradesini hesaba katmıyor. Bu nedenle egemenlik kurmaya çalışan Anglosaksonlar savaşın sonuçlarını revize etmeyi, Rusya’yı muzaffer ülke ve BM Güvenlik Konseyi daimi üyelik statüsünden yoksun kılmayı, tarihi yeniden yazmayı, çokuluslu Sovyet halkının kahramanca eylemini unutturmayı hedefliyorlar.

İkinci Dünya Savaşı tarihini çarpıtma girişimleri batıda daha son silah sesleri susmadan başladı. Çatışmanın daha ilk aşamalarında İngiltere’de, Avrupa’da savaşın başlamasının temel rolünü Sovyetler Birliği’ne yüklemek için sahte belgelerden bir derleme yayınlamaya giriştiler. Gerçeklerle en ufak vicdan azabı duymadan hokkabazlık yapan modern uzmanlar, Nazi Almanyasının saldırgan ideolojisini SSCB’nin komünist idealleriyle eşit tutmaya çalışıyor, aslında seleflerinin mühürlerini kullanıyorlar.

— Bu bağlamda batıda tarihin unutulmasına faşizmin insanlıkdışı özü hakkında suskunluk eşlik ediyor. Tarihin yeniden yazılmasına yönelim bu türden eğilimleri nasıl açıklarsınız?

— Nasıl susmasınlar? Anglosakson elitinin temsilcilerinin faşist idealleri paylaştıklarına, Hitler’i mali ve örgütsel olarak desteklediklerine dair çok sayıda inkâr edilemez olgu var, oysa bugün “demokratik” yüzlerini korumaları lazım. İster fraklı olsun ister üniformalı, hangi elbiseyi giyerse giysin faşizm ve nazizm mutlak kötülüktür. Dahası, Anglosaksonlar günümüzün jeopolitik problemlerini çözmek için neonazi ideolojisini bile isteye yeniden canlandırıyorlar. Bu tür deneyler hâkimiyete değil küresel bir felakete yol açar, bu nedenle sert ve uzlaşmaz şekilde bastırılmalıdırlar.

— Bazı batılı uzmanlar batının kendi iktisadi refahı için küresel hâkimiyetin zaruri olduğunu ileri sürüyorlar. Bu durumda Rusya tarihi olarak onlara engel mi?

— Bu anlamda onlarla hemfikir olunabilir. Rusya, kendi dünya düzenini kurmaya çalışan batının gırtlağındaki kemik. Yüzyıldan uzun bir zaman önce İngiliz coğrafyacı Mackinder tarihin coğrafi ekseni ve Heartland yani Rusya’nın üzerinde bulunduğu orta-dünya üzerine bilinen teorisini formüle etmişti. Heartland üzerinde kontrolün dünya adası dediği Avrasya üzerinde hâkimiyet anlamına geldiğini gösteriyordu. Ona göre Heartland üzerinde hâkimiyet Avrasya coğrafyası üzerinde kontrolün temelini oluşturur, bu da küresel hâkimiyete yol açar.

Devletimizin Doğu Avrupa’daki küçük devletlerden oluşan bir tür “hijyen koridoru” yardımıyla izole edilmesi düşüncesi de ona ait. Ukrayna’yı ve eski imparatorluğun diğer milli çeperlerini Rusya’dan koparma inisiyatifi Mackinder’den çıkmıştı. Bunca yıl geçti, hedefleri değişmedi.

— Yani batının jeopolitiği onun kalıplarına göre mi gelişiyor?

— Batının Rusya karşıtı küresel stratejisi asırlar geçse de değişmiyor. Mackinder’i hatırlama nedenim, batı uygarlığı denen şeyin Rusya’ya karşı sayısız saldırgan “haçlı” seferinin altına yerleştirenin o olması.

NATO’nun doğuya genişlemesi bile Napoléon, Kayzer Wilhelm ve Hitler’in hareket ettiği istikametlerde ilerliyor.

Ülkemize karşı bütün büyük fetih seferleri, Avrasya’daki başlıca jeopolitik güç olan ülkemizi tasfiye etmek için yürütüldü.

ABD İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Sovyetler Birliği’ni yok etmek onlarca Sovyet ve aynı zamanda Çin şehirlerini insanlık dışı atom bombardımanıyla yerle bir etmek niyetiyle için bir dizi plan hazırladı. Bu, Hiroşima ve Nagasaki’nin bombalanmasından sonra Japon halkına karşı nükleer terörün cezasız bırakılmasından güç alıyordu.

— ABD Dışişleri Bakanı Blinken Japonya’da nükleer bombaların sebep olduğu insani acılardan bahsetti. Tabii bunları Washington’un yaptığını bilinçli olarak suskunlukla geçiştirdi. Size göre neden nükleer çatışma ihtimalini mahkûm etmedi?

— Şaşılacak bir şey yok. Amerikalılar esasen savaşın ne olduğunu bilmiyorlar. Onların kıtasındaki son toplar 1865’te gümbürdedi. Ablukaların, yıkımların, açlığın, toplama kamplarının dehşetini yaşamadılar, milyonlarca insan kaybetmediler. Bu nedenle onların eliti silahlanmanın zarureti, Rusya’nın askeri olarak bozguna uğratılması, yeni savaşlara hazırlanılması üzerine kolaylıkla akıl yürütüyorlar. Uluslararası mutabakatları ihlal ediyor ve nükleer testleri yeniden başlatmaya tasasızca hazırlanıyorlar. AUKUS askeri birliği çerçevesinde Avustralya’ya nükleer güç reaktörleri bulunan denizaltılar inşa etme teknolojisini verme kararını alay edercesine alıyorlar.

— Ama bu çatışmada Avrupa esasen bütün olayların merkez üssünde bulunuyor. Olan biteni objektif şekilde değerlendirebilecek ve Washington’un önerdiği yolu reddedebilecek siyasetçi yok mu orada?

— Avrupa siyaseti bugün çok derin bir moral ve entelektüel çöküş içinde bulunuyor. En parlak örneği, batılı siyasetçilerin sadece birbirlerine Amerikan dışişleri el kitaplarını okumak için geldikleri Münih Güvenlik Konferansı.

ABD, Kuzey Atlantik İttifakı mekanizmalarını kendi ihtiyaçlarına göre kurmakla esasen Avrupa’yı işgal etti. Çıkışı olmayan bir duruma sokulan Avrupalı devlet adamları Eski Dünya’yı Amerikan deneyleri için ekonomi üssü haline getirdiler; NATO’nun askeri görevlerini uysalca yerine getiriyorlar. NATO komutanlığı ise Pentagon idaresi altında başka ülkelerin resmi yönetimlerini düpedüz görmezden gelerek doğrudan doğruya silah üreticileriyle birlikte çalışıyor.

NATO’nun genişlemesi Doğu Avrupa’nın başka bölgelerinin de kendi kontrolü altına girmesine imkân sağlıyor. Bu bağlamda belirleyici olan, yeni ülkeleri ittifaka katan algoritma. Bu, onay belgelerini başka birine değil ABD hükümetine vermek yoluyla “efendiye” sadakat yemini etmeyi emrediyor.

— Batı bütün eylemlerine teoriler ve gerekçeler getiriyor. Avrupa eliti, Dünya Ekonomi Forumu kurucu ve yöneticisi Klaus Schwab’ın sadece belli bir grup insan için müreffeh bir hayat kurmayı öngören “cesur yeni dünya” konseptine çok ciddi yaklaşmıştı. Eylemlerinin bugün bu konsepte göre belirlendiğini ileri sürebilir miyiz?

— Schwab ve benzerlerinin teorisine göre “cesur dünya” Rusya’yı ve Rusya’da yaşayanları kapsamıyor. Batı planlarına uygun olarak ülkemiz üzerindeki siyasi, askeri ve iktisadi baskısını devamlı şekilde sertleştiriyor.

NATO Doğu Avrupa ülkelerine ek askeri birlikler yerleştirdi. Bölgede yaklaşık 60 bin Amerikan askeri personeli konuşlandırılmış durumda. İttifak sınırlarımıza yakın askeri altyapısını modernize etti, kıtaların operasyon ve muharip hazırlık kapsam ve yoğunluğunu artırdı. Ukrayna’ya askeri araçlar ve silahlar sevk ediyor; Ukrayna ordusu için askerlerin eğitimine yönelik onlarca merkez açtı.

Terörizmle mücadelenin önemine dair sahtekârca açıklamalar yapan batı, Rusya’ya karşı terörist ve aşırılıkçı örgütleri aktif şekilde kullanıyor, 1990’lı yıllarda Kuzey Kafkasya’da kullandığı yöntemleri eyleme döküyor.

Batılı istihbarat servisleri ülkemiz topraklarında suç işlemeleri için Rusya halkına korku telkin edecekleri, devletimizin anayasal temellerini baltalayacakları umuduyla teröristleri ve sabotajcıları eğitiyor.

Anglosaksonlar Rusya’nın mali varlıklarını bloke etmekle İngiltere’nin Londra’nın Rusya İmparatorluğu’nun altın stokunu utanmadan mülk edindiği 1920’li yıllarda test ettiği şablonları kullanıyorlar.

— Ancak batı, Rusya’ya baskıdan başka Rusyalılar üzerinde enformatif-psikolojik baskıyı da aktif şekilde kullanıyor. Nihai hedefi nedir?

— Batı, ülkemizin ve halkımızın iç birliğini baltalamaya, yurttaşlarımızı demoralize etmeye, onlara değersizlik duygusu telkin etmeye çalışıyor. ABD ve Avrupa’daki bir dizi enstitü yorulmak bilmeksizin en delice sahte-bilimsel teoriler oluşturmak üzerine çalışıyorlar. Rusya vatandaşlarının bilincini yeni baştan formatlamanın, onların sözümona imparatorluk boyunduruğu altında bulunan başka milliyetlerin ve inançların yurttaşları önünde pişmanlığının zaruretini temellendiriyorlar.

Birkaç Amerikan vakfı, ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları siparişiyle “Başarısız devlet: Rusya’nın bölünmesi rehberi” başlığı altında alelacele kaleme alınmış bilimsel çalışmalarını Washington elitine sunuyorlar. Bunun yazarlarına göre kozlar esasen Rusya ile komşu devletlerin istikrarsızlığının sağlanması ve devam ettirilmesine, keza “beşinci kolun” desteklenmesini ve Rusya içinde ayrılıkçılığın kundaklanmasını da içeren bir enformasyon savaşına konulmalı.

Sadece George Soros’un yapılar (yeri gelmişken, kendisi İkinci Dünya Savaşı yıllarında Macaristan’daki kabiledaşlarını nazilere teslim etmişti) her yıl uydurma videolara, kurgulanmış fotoğraflara ve sosyal ağlardaki yalan haberlere 800 milyon dolar ayırıyor.

Batı, Rusya’nın ortak ve milli kimliğinin temellerini yıkmaya çalışıyor, bütün gücüyle bize yabancı, sosyal cinsiyet çeşitliliği ve tarihi revizyonizm gibi yeni şeyleri dayatıyor.

— Bu kültürel saldırganlığa engel olabilecek güçte miyiz?

— Rusya’nın karşıtları iyi ve cömert yanlarımızı kötüye kullanmaya alışkınlar. Rusya karşıtı fikirleri savunan batı beslemesi apolojistler liberalizm propagandası yaparak, vatan ve yurt sevgisi kavramlarını inkâr ederek düşmanın değirmenine su taşıyorlar. Bizim milli menfaatlerimizi, kültürümüzü ve tarihimizi, devletin geleceği kaygısıyla, amansızca savunmamız gerek. Batının propaganda makinesi şeref, asalet, metanet ruhuyla, halkımıza has sarsılmaz bir moralle karşılaştığında işleyemez. Rusya karşıtı saldırgan eylemler için zemin teşkil eden yalancı-bilimsel rusofobik teorileri çürütmeyi unutmadan geleneksel manevi-ahlaki değerleri kapsamlı bir şekilde korumak ve güçlendirmek, şart.

— Başka türlü bir baskıdan da söz edelim. Size göre, batının, iklim meselesini kullanarak Rusya’nın doğal kaynaklarının kontrolünü sağlamayı hedeflediği iddiası doğru mu?

— ABD ve onun Avrupalı müşterileri hiç utanıp çekinmeden uluslararası örgütlerin tribünlerinden Rusya’nın su kaynaklarının gezegendeki bütün devletler tarafından kullanılması gerektiği fikirlerini ileri sürmeye kendilerinde hak görüyorlar. Rakamlar üzerinde utanmadan cambazlık yapıyor ve güya Rusya’daki tatlı su rezervlerinin bu ülkede yaşayan insanların sayısı ve ülkenin iktisadi faaliyetiyle hiçbir ilgisi olmadığını söylüyorlar. Onlara angaje batılı bilimadamları ve siyasetçiler ise kategorik olarak sadece kolektif batı ülkelerinin dünyadaki doğal kaynaklar üzerinde hak sahibi olduğunu, Rusya’nın ise bu kaynakları adaletsiz şekilde aldığını söyleme cüreti gösteriyorlar. Batı bu tür açıklamalarla aslında Rusya’nın doğal kaynaklarına sahip olmaksızın yapamayacağını itiraf ediyor.

— Nükleer enerjiden vazgeçen Almanya geçtiğimiz günlerde üç nükleer santralini kapattı. Size göre Berlin neye güveniyor?

— Almanya yönetimi enerji kapasitesinin azaltılmasını teşvik ederek milli ekonomiyi enerji üretiminden yoksun kılıyor. Avrupalı yetkililerin güvendiği yenilenebilir enerji kaynakları nükleer santrallerde üretilen enerjinin yerini tamamen dolduramaz. Nükleer enerji sadece güvenilir bir enerji kaynağı değil, aynı zamanda enerji üretiminde ekolojik olarak en temiz yöntemlerden biri.

Avrupa son 20 yıldır ormanlarının dörtte birini kaybetti, zira yenilenebilir enerjinin yüzde 60’ı biyokütleden üretiliyor, bunun da neredeyse yarısı keresteden geliyor. Avrupa bu tempoyla tamamen ormansız kalacak.

Avrupalı yetkililer çevre gündemini ileri sürmekle profesyonel ekolojistlerin enerji alanında Rusya ile işbirliğinin yararı üzerine yaptıkları çıkarımları kategorik olarak gözardı ediyorlar.

— Aternatif enerji kaynaklarının güvenilirliği de birçok şarta bağlı. Mesela Kamçatka’daki Şiveluç volkanının püskürmesi güneş panellerini devirdi. Üstelik Şiveluç ne Vezüv ne de dünyadaki en tehlikeli uyuyan volkan sayılan ABD’deki Yellowstone…

— Yellowstone volkanını mı hatırlattınız? Uyanacak olursa bu benzeri görülmemiş bir felaket olur. İnsanlığın bildiği bütün püskürmelerden bin kat daha fazlasını yapabilir. Gözlemler volkanın aktivitesinin yıldan yıla arttığını, içindeki magmanın büyük bir hızla yüzeye yaklaştığını gösteriyor. Çevresinde meydana gelen depremlerin sayısı da devamlı artıyor; yılda 2 bine ulaşıyor.

Yapılan araştırmalar beklenen püskürme ve sonuçlarını modellemeye imkân veriyor. Kuzey Amerika’da canlı her şeyin ölümü kaçınılmaz sayılıyor. Gezegende yaşayanların büyük bölümü, zincir halinde volkanik püskürmelerden, depremlerden, tsunamilerden ve asit yağmurlarından etkilenecek. Ama bu, Amerika halkını heyecanlandırıyor, Amerika’nın siyasetçilerini değil.

Halkın ve iktisadi altyapının volkanların yokedici gücüne karşı korunması problemi volkanoloji alanında bilimsel araştırmaların geliştirilmesini gerektiriyor. Yaptırımların sayısını obsesif bir şekilde devamlı artıran batılı ülkelerin Rusya’dan uzaklaşması değil bilimsel alanda, jeoloji de içinde, işbirliğini devam ettirmesi gerek. İnsan hayatının geliştirilmesi ve korunması gereği araştırmalar ve başarılar bütün insanlığa ait olmalı.

Ellerinin altında Yellowstone olan Amerikalı yetkililerin halkın bilgeliğini daha sık hatırlamalarını dilemek geliyor içimden. Bir İngiliz atasözü şöyle der: camdan evlerde yaşayanlar taş atmamalı. Başka devletlerin ve halkların kaderini tayin eden Washington’un Pompei’deki antik Romalıların da dertsiz tasasız yaşadıklarını ve sefahatten uzak durmadıklarını hatırlamaları gerek.

Bu arada, Amerika’da kimileri olası bir püskürme halinde en güvenli yerlerin Doğu Avrupa ve Sibirya olacağını ileri sürüyorlar. Belli ki bu noktada Anglosakson elitinin neden bu Heartland’a sahip olma amacı güttükleri sorusunun cevabı da açığa çıkıyor.

— İnsani felaketler ve bunların yakınlaşması ülkeleri çatışmalara değil işbirliğine itmeli. Ama koronavirüsle mücadeledeki küresel deneyim tam tersini gösterdi. Ne dersiniz, benzer ölçekte yeni bir problemin ortaya çıkması halinde ülkelerin bölünmüşlüğü tecrübesi tekrar mı edecek? Yoksa insanlar durumu hükümetlerinden başka türlü mü görüyorlar?

— Dost olmayan diğer ülkelerde olduğu gibi ABD’de de Rusya’ya yönelik olumlu düşünceler besleyen insanlar yaşadığını unutmamak gerek. Saygın Amerikalılar ve Avrupalılar Washington’un Rusya karşıtı propagandasını tamamen görmezden gelebilir, ülkemize gelebilir ve Rusya kanunlarına uyma ve kültürümüze saygı gösterme şartıyla Rusya Federasyonu vatandaşları olabilirler.

Yeri gelmişken, devamlı ikametgâh olarak Rusya’yı tercih etmek isteyenlerin sayısı artıyor. Bunların çoğunluğu, Rusya’da korunan ama Amerika’da çoktan ayaklar altına alınmış olan moral ve ahlaki değerler bağlamında yakın olan inançları güçlü hıristiyanlar.

Bilgi için: geçtiğimiz yıl başka ülkelerin pasaportlarını alan ABD vatandaşlarının sayısı üçe katlandı. Meşum “Amerikan rüyası” miti havaya savruldu. Birleşik Devletler bugün kelimenin tam anlamıyla Ortaçağ’a yuvarlandı. ABD yetkilileri radikalleşen bireylerin vahşetine seyirci kalıyor, yurttaşlarını Black Lives Matter aktivistleri önünde eğilmek zorunda bırakıyor. Medya organlarının temsilcilerine yönelik şiddetlenen zulüm gerçek bir cadı avı olarak tanımlanabilir. Son iki yıldır ABD’de muhabirlere 300’ün üzerinde saldırı yapıldı. Onlarca gazeteci, yetkililerin susmayı tercih ettikleri konularda röportajlar hazırlarken sırf mesleki yükümlülüklerini yerine getirdikleri yüzünden tutuklandılar.

ABD’deki iç siyasi gelişmeler çalkantılı bir nitelik kazanıyor ve elit, şirketler ve iktidar yapıları arasındaki uzlaşmaz ihtilaflar yüzünden kontrol edilemez hale geliyor.

— Çalkantı sadece bu ülkenin içinde değil sınırları dışında da gözlenebiliyor. Ve bütün bunlar doğal afetler ve ardı kesilmeyen iktisadi krizler ortamında yaşanıyor. Sizin görüşünüze göre, eğer öyleyse bu şartlarda Ukrayna, ABD’nin nesine gerek?

— Ukrayna Amerikalılara sadece mevcut doğal kaynakların geleneksel nüfus olmaksızın acımasızca sömürü objesi olarak gerek. Washington bu neonazi siyasetini takip ederek ülkeyi milyonlarca insanın ülke dışında sosyal-iktisadi problemlere ve profaşist zulme karşı koruma kazanmak için kitlesel olarak terk ettiği bir toprak parçasına çevirdi. Ukrayna’da Washington tarafından örgütlenen 30 yıldır süren depremler ülke nüfusunu iki kat azalttı. Bugün Beyaz Saray Rusya ile savaşa son Ukraynalıya varıncaya kadar kolaylıkla devam ediyor. Bu bağlamda Ukrayna’nın bir devlet olarak korunması, ABD planları arasında bulunmuyor.

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı

Yayınlanma

Lizzi C. Lee, Foreign Policy
13 Kasım 2024

Çin bilinen zorluklara ve bilinmeyen risklere karşı hazırlanıyor.

ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump Beyaz Saray’a dönmeye hazırlanırken, küresel gözlemciler tedirginlik ve ihtiyat karışımı bir tutumla gelişmeleri izliyor. Çinli akademisyenler, ekonomistler ve politika uzmanlarıyla yapılan görüşmeler, Pekin’in ikinci bir Trump başkanlığının sonuçlarını incelerken çok daha incelikli bir bakış açısını ortaya koyuyor. Trump’ın 2016 zaferi Pekin’i hazırlıksız yakaladı. Ancak gümrük tarifeleri, teknoloji kısıtlamaları ve ticari gerilimlerle geçen dört yıl, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve danışmanlarına ABD başkanının oyun kitabını daha iyi anlamalarını sağladı.

Çin için Trump’ın dönüşü, giderek karmaşıklaşan jeopolitik ortamda yeni riskler ve bazı sınırlı ancak anlamlı fırsatlar getirebilir. Trump’ın ilk döneminden alınan dersler bazı fikirler verebilir ancak dünya önemli ölçüde değişti: Çin ekonomisi yumuşadı, COVID-19 salgını kalıcı bir iz bıraktı ve Rusya-Ukrayna çatışması ittifakları yeniden şekillendirdi. Trump’ın kendi fayda-maliyet hesabı bile değişti ve politikaları artık ikinci dönem başkanlığın kendine özgü dinamiklerini yansıtıyor. Bir danışmanının, Xi’nin de bir zamanlar atıfta bulunduğu eski bir atasözünden alıntı yaparak ifade ettiği gibi, “Akıllılar zamana uyum sağlar, zeki olanlar ise koşullara yanıt verir.”

Pekin’in ikinci bir Trump yönetimine karşı izleyeceği yüksek riskli strateji, ulusal güvenliğin ağır topu Donald Rumsfeld’in sözleriyle, farklı miktarlarda hem bilineni hem de bilinmeyeni içeriyor. En üstte en tanıdık olan “bilinen bilinenler” var ve bunların başında da gümrük tarifeleri geliyor.

2016’dan farklı olarak Pekin, Trump’ın dönüşünü, önceki politikaları sayesinde ne bekleyeceğini daha iyi bilerek karşılıyor. Beklenen zorlukların başında Trump’ın yoğunlaştırılmış ‘reshoring’ gündemi ve tüm ithalatlara %10-20 ve Çin’den ithal edilen mallara %60-100 ek gümrük vergisi gibi potansiyel tarifeler geliyor. Bunlar, ülkenin hala yavaş bir toparlanma, emlak istikrarsızlığı ve zayıflayan tüketici talebi ile mücadele ettiği bir dönemde Çin’in ihracata dayalı ekonomisine doğrudan tehdit oluşturacaktır.

Çinli uzmanlar ikinci bir Trump döneminde, ticaret şahini Robert Lighthizer gibi isimlerin daha korumacı ve çatışmacı bir yaklaşıma işaret ettiği sert bir kabine öngörüyor. Steve Mnuchin gibi isimlerin zaman zaman politikalarını yumuşattığı Trump’ın ilk yönetiminin aksine, birleşik şahin bir ekip muhtemelen ılımlılığa çok az yer bırakacaktır. Yine de Pekin, her zaman başarılı olmasa da, iç tüketimi artırmayı ve ihracata bağımlılığı azaltmayı amaçlayan “çift dolaşım” stratejisine hazırlanıyor, ancak sonuçlar durdu: İç talep gecikmekte ve ihracat seviyeleri sabit kalmakta. Pekin, tedarik zincirlerini çeşitlendirmek ve ekonomisini ticari şoklardan korumak için uğraşırken, Güneydoğu Asya’daki Çin yatırımlarının artmasında bu stratejik eksen belirgin bir şekilde görülüyor.

Pekin, konumunu güçlendirmek için ABD şirketlerine karşı önlemlerini artırdı ve uyarı ateşi açmaktan somut darbeler vurmaya geçti. ABD’nin en büyük drone üreticisi Skydio, Çin’in Tayvan Ulusal İtfaiye Teşkilatı’na yaptığı satışlar nedeniyle yaptırım uygulamasının ardından tedarik zincirinde kritik aksamalarla karşı karşıya kaldı. Calvin Klein ve Tommy Hilfiger’ın ana şirketi PVH Corp. şimdi Sincan pamuğunu boykot ettiği iddiasıyla Çin’in “güvenilmez kuruluşlar listesine” girme riskiyle karşı karşıya ve bu da önemli bir pazardaki büyümeyi tehlikeye atıyor. Intel de Çin Siber Güvenlik Derneği’nin, Intel’in gelirinin yaklaşık dörtte birini oluşturan bir pazardaki hakimiyetini tehdit eden güvenlik kusurları iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatması nedeniyle inceleme altında. Bu yaptırımlar ve soruşturmalar, Pekin’in misilleme cephaneliğinin Trump’ın ilk döneminde olduğundan çok daha güçlü olduğunu gösteren daha cesur bir duruşu ortaya koyuyor.

Çinli uzmanlar da ABD ekonomisi için potansiyel bir geri tepme görüyor. Yüzde 60’lık bir gümrük vergisi ABD enflasyonunu yukarı çekerek Federal Rezerv’i daha fazla faiz artırımına zorlayabilir. Çin politika çevrelerinde bazıları bu enflasyon riskini Trump’ın hırsları üzerinde olası bir kontrol olarak görüyor ve artan borçlanma maliyetleri ile varlık oynaklığının Trump’ın agresif gümrük tarifelerine verdiği desteği azaltabileceğini belirtiyor.

Tarifelerin ötesinde Pekin, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’daki alternatif üretim merkezlerinin karşılaştığı kısıtlamaların da farkında. İşgücü kıtlığı, altyapı zorlukları ve kaynak kısıtlamaları gibi bölgesel darboğazlar, bu bölgelerin Çin’den uzaklaşan üretimi tamamen absorbe etmesini engelleyebilir. İronik bir şekilde, Trump’ın gümrük tarifeleri yerleşik tedarik zincirlerini uygun alternatifler olmadan bozarsa, bu sınırlamalar ABD enflasyonunu daha da kötüleştirebilir.

Trump’ın küreselleşme karşıtı duruşu tanıdık, ateşlediği ideolojik değişimler ise stratejistlerin “bilinmeyen bilinenler” olarak adlandırdığı, anlaşılan ancak tam etkisi belirsiz kalan faktörlere giriyor. Pekin için Trump’ın izolasyonist söylemi, Avrupa’da ve Asya’nın İtalya, Macaristan ve Filipinler gibi bölgelerinde yükselen popülizm dalgasıyla yankı buluyor ve Çin’in küresel hedeflerini hem zorlayan hem de karmaşıklaştıran ideolojik alt akımlar yaratıyor.

Çin’deki bazı milliyetçi sesler Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımını bir fırsat olarak görüyor. Mantık basit: Eğer ABD küresel çerçevelerden çekilir ya da NATO gibi ittifaklardan geri adım atarsa, diğer ülkeler alternatif olarak Çin’e bakabilir. Ancak Pekin’in deneyimli politika uzmanları bu fikre ölçülü bir gerçekçilikle yaklaşıyor. Çin, Batı ittifaklarının parçalanma potansiyelinin farkında olmakla birlikte, Pekin’e doğru toptan bir “pivot ”un olası olmadığının da farkında.

Avrupalı liderler Trump’ın izolasyonizminden dolayı hayal kırıklığına uğramış olabilirler ancak Çin’in artan etkisine karşı temkinli olmaya devam ediyorlar – özellikle de Pekin’in Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerini kınama konusundaki isteksizliği göz önüne alındığında. Rusya ‘ya yönelik bu zımni destek algısı, Avrupa’nın şüpheciliğini derinleştirdi ve Çin’in genişleyen erişiminin Avrupa’nın stratejik çıkarlarıyla uyumlu olup olmadığına dair şüpheleri körükledi.

Pekin’in danışmanları, Trump’ın geri dönüşünü sağlayan aynı popülist güçlerin Avrupa’da da zemin kazanmakta olduğu gerçeğinin de farkında. Ekonomik sıkıntılar korumacılığı teşvik ediyor. Bu hissiyatın somut ekonomik sonuçları var: Çin’in elektrikli araçlarına yönelik gümrük vergileri ve özellikle yüksek değerli sektörlerde diğer ticari korumalar için yapılan çağrılar, Avrupa’nın kendi endüstrilerini koruma arzusunun yoğunlaştığını yansıtıyor.

Pekin için ikinci bir Trump döneminin ideolojik boyutları yeni komplikasyonlar ortaya çıkarıyor. ABD’nin geleneksel küresel rolünden geri çekilmesi yeni açılımlar yaratabilirken, Avrupa’nın Çin’e daha yakın durması pek olası görünmüyor. Çin’in stratejisi, kendisini Trump’ın Amerika’sına doğrudan bir alternatif olarak konumlandırmaktan kaçınmaktır. Bunun yerine Pekin, Trump’ın aksaklıklarının tetiklediği belirsizliklerin ortasında kendisini pragmatik ve istikrarlı bir ortak olarak konumlandırıyor.

Xi yönetimi Afrika, Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Avrupa’nın bazı bölgelerindeki yükselen ekonomilere bu pratik duruşun altını çizerek yatırım teşviklerini, vizesiz girişi ve yeşil ve geleceğin sanayi altyapısına odaklanan yeniden canlandırılmış bir Kuşak ve Yol Girişimi’ni destekledi. Pekin’in amacı, büyüme ve istikrar arayan ülkeler için güvenilir bir ekonomik ortak olarak itibarını güçlendirmek ve bunu yaparken de Trump’ın izolasyonizminin Batı’da ortaya çıkardığı ideolojik çatlaklardan yararlanıyor görünmemek.

Xi, Çin’in özellikle teknoloji alanında kendine güvenme çabalarını hızlandırıyor; bu strateji Çinli danışmanlar arasında popüler olan bir deyimle özetleniyor: “sürekli değişen koşullara sabit bir çekirdekle yanıt vermek”. Kendi kendine yeterlilik dürtüsü yeni değil; “Made in China 2025” bu dürtünün zeminini hazırladı. Ancak Üçüncü Plenum’dan gelen son direktifler ve Xi’nin sık sık tekrarladığı “yeni üretken kalite güçlerini” teşvik etme çağrısı, yapay zeka, robotik ve yarı iletkenler gibi yeni nesil teknolojilerdeki atılımlara odaklanarak bu tutkuyu daha da ileri götürdü. Bu vizyon sadece Batı teknolojisine bağımlılığı azaltmayı değil, aynı zamanda dördüncü sanayi devrimine öncülük etme hedefiyle Çin’in öncü endüstrilerdeki hakimiyetini de ortaya koymayı amaçlıyor. Xi için bu ekonomik bir stratejiden çok daha fazlası; Çin’in iç baskılarına karşı temel bir cevap ve ABD ile rekabetinde nihai koz.

Bu kendine yeterlilik arayışı aynı zamanda küresel güney ile daha güçlü ekonomik bağlar kurmayı da kapsıyor. Xi’nin amacı Batı etkisine alternatif ticaret ağları kurmanın ötesine geçiyor; yaptırımlara dayanıklı bir tedarik zinciri ve finans ağı, yani Çin’in hırslarını bağımsız olarak besleyebilecek Batı baskılarına karşı bağışık yeni bir küresel pazar öngörüyor.

Bir de “bilinen bilinmeyenler” var – tahmin edilemeyecek kadar öngörülemez olan, Trump’la birlikte çok daha ön planda olan bir şey. Trump’ın siyasi üslubunun belirleyici özelliklerinden biri, son derece işlemci bir yaklaşım sergilemesi ve aksi takdirde basit olabilecek politikalara bir öngörülemezlik katmanı eklemesi. Pekin bu pragmatizmi yakından gözlemledi ve Trump’ın ticari içgüdülerinin çoğu zaman ideolojik bağlılıklarından daha ağır bastığını ve zaman zaman müzakere için kapılar açtığını fark etti.

Örneğin ABD Çinli telekom devi ZTE’ye yaptırım uyguladığında Xi bizzat Trump’la görüşerek yaptırımların geri çekilmesini sağladı. Pekin için bu durum, Trump’ın esnekliğinin, kişisel kabul olarak algıladığı yüksek profilli jestlerden etkilenebileceğinin altını çizdi ki Pekin bu dinamiği potansiyel olarak faydalı görüyor.

Pekin ayrıca Trump’ın şov dünyasındaki geçmişini ve imaj ve egoya verdiği önemi de anlıyor. Xi, 2017 yılında Trump ve ailesini geleneksel olarak Çin imparatorlarına ayrılan Yasak Şehir’de eşi benzeri görülmemiş bir resepsiyonla ağırlayarak etkinliğe yabancı liderlere nadiren verilen bir ihtişam kattı. Özenle hazırlanmış bu gösteri Trump’ın yüksek profilli etkinliklerden hoşlanmasını sağlamış ve Xi hakkındaki olumlu izlenimlerini derinleştirmiştir. Bu “kişiselleştirilmiş diplomasi” Pekin’in Trump’ın hassasiyetlerini anladığını gösterdi ve iki lider arasında işbirliğine dayalı bir yakınlığın temelini attı.

Çinli danışmanlar bunu akılda tutarak ikinci bir Trump döneminde de benzer ticari açılımlar yapmaya hazırlanıyor. Perde arkasında Pekin, Trump’ın yakın çevresine gayrı resmi aracılar olarak hizmet edebilecek etkili Amerikan iş dünyası figürleriyle bağlarını geliştiriyor. Örneğin Tesla operasyonları Çin pazarına derinden bağlı olan Elon Musk, ABD’nin ticari çıkarları ile Çinli politika yapıcılar arasında potansiyel bir köprü olarak ortaya çıkabilir.

Bazı danışmanlar da Trump’ın ailesiyle, özellikle de damadı Jared Kushner ve kızı Ivanka Trump ile daha önce yakın ilişki kurmuş olan eski büyükelçi Cui Tiankai gibi isimleri savunuyor. Cui’nin bağlantıları Pekin’e arka kapı diplomasisi için değerli bir “track 1.5” kanalı sunabilir ve ekstra bir erişim ve etki katmanı ekleyebilir.

Yine de Pekin, Trump’ın bu eğilimlerine çok fazla bel bağlama konusunda temkinli. Tayvan’ın ABD koruması için daha fazla ödeme yapması gerektiğini öne süren son açıklamalar Çin’de karışık tepkilere yol açtı. Bazıları bunu ABD’nin Tayvan’a verdiği desteği azaltmaya yönelik bir açılım olarak görürken, diğerleri Trump’ın her an gözden çıkarabileceği bir pazarlık kozu olarak değerlendiriyor. Pekin için bu karışık sinyaller hassas bir dengeleme hareketi yaratıyor: Trump’ın pragmatizminden yararlanmayı hedeflese de, algılanan herhangi bir tavizin bir anda geri alınabileceğini biliyor. Çin, Trump’ın anlaşma yapma tarzını yönlendirirken, onun öngörülemezliğinin tamamen farkında olarak ihtiyatlı bir iyimserlikle ilerliyor.

Trump’ın alışılagelmiş pragmatist tarzının ötesinde Pekin, planlarını altüst edebilecek joker kartlara karşı tetikte. Bilinmeyen bilinmeyenlerin doğası gereği neyi kaçırdığınızı bilmeniz imkansızdır, ancak ABD-Çin ilişkilerini sarsabilecek bazı ciddi ancak öngörülemez değişiklikler var. Örneğin ABD-Rusya ilişkilerindeki ani bir değişim Pekin için önemli sonuçlar doğurabilir. Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki daha yakın bir ittifak, Çin’in Moskova ile ilişkilerini zorlayabilir ve Pekin’i küresel güç yapısı içinde potansiyel olarak izole edebilir. Aynı şekilde Trump’ın Hint-Pasifik bölgesindeki beklenmedik manevraları Çin’in Japonya, Güney Kore ve Hindistan gibi bölgesel güçlerle dikkatle yürüttüğü ilişkilerini sarsabilir.

Çin’in hırsları üzerindeki kritik bir kısıtlama, Washington’un teknoloji ihracatı üzerindeki sıkılaştırıcı kontrolünde yatıyor ve bu da Pekin’in stratejik hesaplarına daha fazla bilinmeyen katan bir taktik. ABD’nin genel niyeti açık olsa da (Çin’in ileri teknolojilere erişimini sınırlamak) Washington’un ne kadar ileri gideceği belirsizliğini koruyor. Son ihracat kontrolleri yarı iletkenler ve yapay zeka gibi önemli alanları hedef alarak Çin’in teknolojik ilerlemesini çok önemli bir zamanda engelleme tehdidinde bulunuyor.

Çinli analistler bu hamleleri sadece rekabetçi engeller olarak değil, Çin’in stratejik alanlarda, özellikle de hem ekonomik büyüme hem de askeri güç için kritik önem taşıyan yapay zeka ve kuantum bilişim alanlarındaki yükselişini durdurmaya yönelik hesaplanmış bir strateji olarak yorumluyor. Pekin yeni kısıtlama katmanlarını izlerken, ABD’nin eylemlerinin ölçeği ve etkisi değişkenliğini koruyor ve Çin’in teknoloji yörüngesine istikrarsızlaştırıcı bir belirsizlik enjekte ediyor. Bu belirsizliklere hazırlıklı olmak için, Xi’nin daha geniş vizyonu, Trump 2.0 ya da diğer güçler tarafından tetiklenen öngörülemeyen küresel değişimlere karşı dayanabilecek kadar dirençli bir ekonomi inşa etmektir; bunu yaparken ekonomik çalkantıları ya da daha da kötüsü Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) kontrolünü istikrarsızlaştırmayı riske atmamayı hedeflemektedir.

Trump’ın dönüşü aciliyet yaratabilir, ancak Pekin Trump’ı kaotik bir dünya düzeninin nedeni olmaktan çok belirtisi olarak görüyor ve bu da Xi’nin Çin’in kendine güvenini güçlendirmeye yönelik uzun süredir devam eden inancını pekiştiriyor. Xi’ye göre teknoloji, tedarik zincirleri ve eğitim alanlarında dayanıklılığı artırmak Çin’i dış şoklardan korumak ve ÇKP’nin iktidarı için gerekli olan istikrarı sağlamlaştırmak anlamına geliyor.

Gerçekte Xi’nin “Trump tarzı” aksaklıkları yönetme zemini Trump’ın ilk döneminden çok önce başladı. Çin’in yaklaşımı her zaman dış baskılara karşı kırılganlıkları en aza indirmeye dayanmıştır ve bu Xi’nin dünya görüşüyle derinlemesine bağlantılı bir yöndür. Yine de bu dayanıklılık arayışı ince bir çizgide yürüyor. Savunmanın güçlendirilmesi Çin’in izolasyonunu derinleştirebilir; bu da paradoksal olarak yeni zayıflıklar yaratabilecek bir kalkan. Yerli tedarik zincirleri ve teknoloji bağımsızlığındaki kazanımlar gerçek bir ilerlemeye işaret ediyor, ancak Xi’nin vizyonunun büyük bir kısmı hala hedefe yönelik. Pekin, giderek daha fazla çalkantıyla tanımlanan bir dünyada Çin’in gücünün hızlı büyümesinden ziyade türbülanslara dayanma kapasitesiyle ölçüleceğinin farkında olarak bu savunmaları güvence altına almak için yarışıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English